ArticlePDF Available

Bir Şehrin Hafızasını Aralamak: Prusias Ad Hypium (Konuralp) Antik Kenti

Authors:

Abstract

Eskiçağ’da Bithynia bölgesinin sınırları içinde yer alan Prusias Ad Hypium (Konuralp) antik kenti, günümüzde Düzce il merkezinin 8 km kuzeyine lokalize edilir. Anadolu’daki sayısız antik kentten biri olan Konuralp; antik tiyatrosu, atlı kapısı, su kemerleri, Roma köprüsü, surları ve Osmanlı dönemine ait yapı kalıntılarıyla tarihsel süreci gözlemlediğimiz bir yerleşimdir. Bu çalışmada 2017-2018 yılları arasında gerçekleştirilen “Prusias Ad Hypium’dan Konuralp’e Düzce’nin Kültürel Mirası” adlı projeden elde edilen verilerle, antik kentin geçmişinin günümüze yansımaları, Eskiçağ tarihine ait mekânların toplumsal hafıza, kolektif bellek oluşumundaki rolü, inşa sürecindeki kentin kültürel kimliğinin oluşumuna katkıları irdelenmiştir. Bu makalede kullanılan yöntem özellikle günümüzde Tarih bilimi tarafından sık kullanılan ancak Eskiçağ alanında kullanımına çok rastlanılmayan sözlü tarih çalışması olmuştur. Çoğunlukla yerel halktan 50 yaş üstü kişilerle yapılan görüşmelerde anıları, mekânsal alanlarda yaşanan anıları, ritüeller, söylenceler, kısacası hafızalarında kalanları satır aralarına kaydedilmiştir. Bu çalışma ile anlatıların kaybolmadan kayıt altına alınması ve bölge insanında tarih bilinci oluşturarak kültürel mirasın korunmasına yönelik adımların atılması hedeflenmiştir. Aynı zamanda ortak hafıza mekânları da tespit edilmiştir. Toplumsal süreklilik için geçmişten günümüze taşıdığımız ortak hafıza kentleşme sürecinde çok önemlidir. Hem somut hem somut olmayan kültürel mirasa ait kayıt altına alınan veriler ışığında arkeolojik mekânlar ve eserlerle ilgili o dönemde yaşatılan ancak günümüzde yaşatılmayan ritüellerin, söylencelerin ortaya çıkarılması da diğer bir amacı oluşturmuştur.
©
ISSN: 1307-9905 E-ISSN: 2602-2133
DOI: 10.31198/idealkent.1384551 Araştırma Makalesi / Research Article
Sayı Issue 44, Cilt Volume 16, Yıl Year 2024-2, 906 - 934
© Kent Araştırmaları Dergisi
(Journal of Urban Studies)
http://idealkentdergisi.com
Geliş Tarihi
Received Date:
01.11.2023 Kabul Tarihi
Accepted Date
: 30.07.2024
Bir Şehrin Hafızasını Aralamak: Prusias Ad Hypium
(Konuralp) Antik Kenti1
Pınar Pınarcık2 Evrensel Barış Berkant3
ORCID: 0000-0002-6757-1719 ORCID: 0000-0003-4023-1244
Öz
Eskiçağ’da Bithynia bölgesinin sınırları içinde yer alan Prusias Ad Hypium (Konuralp) antik
kenti, günümüzde Düzce il merkezinin 8 km kuzeyine lokalize edilir. Anadolu’daki sayısız antik
kentten biri olan Konuralp; antik tiyatrosu, atlı kapısı, su kemerleri, Roma köprüsü, surları ve
Osmanlı nemine ait yapı kalıntılarıyla tarihsel süreci gözlemlediğimiz bir yerleşimdir. Bu
çalışmada 2017-2018 yılları arasında gerçekleştirilen “Prusias Ad Hypium’dan Konuralp’e
Düzce’nin Kültürel Mirası” adlı projeden elde edilen verilerle, antik kentin geçmişinin günü-
müze yansımaları, Eskiçağ tarihine ait mekânların toplumsal hafıza, kolektif bellek oluşumunda-
ki rolü, inşa sürecindeki kentin kültürel kimliğinin oluşumuna katkıları irdelenmiştir. Bu maka-
lede kullanılan yöntem özellikle günümüzde tarih bilimi tarafından sık kullanılan ancak Eskiçağ
alanında kullanımına çok rastlanılmayan sözlü tarih çalışması olmuştur. Çoğunlukla yerel
halktan 50 yaş üstü kişilerle yapılan görüşmelerde anılar, mekânsal alanlarda yaşanan anılar,
ritüeller, söylenceler, kısacası hafızalarında kalanları satır aralarına kaydedilmiştir. Bu çalışma
ile anlatıların kaybolmadan kayıt altına alınması ve bölge insanında tarih bilinci oluşturarak
kültürel mirasın korunmasına yönelik adımların atılması hedeflenmiştir. Aynı zamanda ortak
hafıza mekânları da tespit edilmiştir. Toplumsal süreklilik için geçmişten günümüze taşıdığımız
ortak hafıza kentleşme sürecinde çok önemlidir. Hem somut hem somut olmayan kültürel mirasa
ait kayıt altına alınan veriler ışığında arkeolojik mekânlar ve eserlerle ilgili o dönemde yaşatılan
ancak günümüzde yaşatılmayan ritüellerin, söylencelerin ortaya çıkarılması da diğer bir amacı
oluşturmuştur.
Anahtar Kelimeler: Antik kent, bellek, kültürel miras, toplumsal hafıza, sözlü tarih
1 Bu çalışma Düzce Üniversitesi BAP kapsamında yürütülen “Prusias Ad Hypium’dan Konuralp’e
Düzce’nin Kültürel Mirası” adlı 2017.05.08.529 no’lu proje çerçevesinde hazırlanmıştır. Proje
kapsamında sunulan “Konuralp Örneğinde Eskiçağ Tarihine Dair Sözlü Tarih Çalışması” ve “Bir
Antik Kent ve Kültürel Mirasın İzdüşümü: Konuralp” adlı bildirilerde özellikle kaynak kişilerle
yapılan görüşmelerden yararlanılmıştır.
2 Doç. Dr., Düzce Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü,
E-posta: pinarpinarcik@duzce.edu.tr
3 Dr. Arkeolog, İzmir / Türkiye, E-posta: evrenselbaris@gmail.com
©
ISSN: 1307-9905 E-ISSN: 2602-2133
DOI: 10.31198/idealkent.1384551 Araştırma Makalesi / Research Article
Sayı Issue 44, Cilt Volume 16, Yıl Year 2024-2, 906 - 934
© Kent Araştırmaları Dergisi
(Journal of Urban Studies)
http://idealkentdergisi.com
Geliş Tarihi
Received Date:
01.11.2023 Kabul Tarihi
Accepted Date
: 30.07.2024
Unlocking the Memory of a City: Prusias Ad Hypium
(Konuralp) Ancient City
Pınar Pınarcık4 Evrensel Barış Berkant5
ORCID: 0000-0002-6757-1719 ORCID: 0000-0003-4023-1244
Abstract
The ancient city of Prusias Ad Hypium (Konuralp), located in the Bithynia region in ancient
times, is located 8 km north of the city centre of Düzce today. Konuralp is a settlement where we
observe the historical process with its ancient theatre, atlı kapı, aqueducts, Roman bridge, city
walls and the ruins of the Ottoman period. In this study, with the data obtained from the project
titled "Cultural Heritage of Düzce from Prusias Ad Hypium to Konuralp" carried out between
2017-2018, the reflections of the ancient city's past to the present, the role of the places belong-
ing to the ancient history in the formation of social memory and collective memory, and their
contribution to the formation of the cultural identity of the city in the construction process were
examined. The method used in this article is oral history, which is frequently used in the field of
History today, but not in the field of Antiquity. In the interviews with mostly local people over
the age of 50, their memories, memories experienced in spatial areas, rituals, rumours, in short,
what remains in their memories were recorded between the lines. With this study, it is aimed to
record the narratives before they are lost and to take steps towards the protection of cultural
heritage by creating historical awareness in the people of the region.At the same time, common
memory places were also identified.
Keywords: Ancient city, memory, cultural heritage, social memory, oral history
4 Assoc. Prof., Duzce University, Faculty of Science and Letters, Department of History,
E-mail: pinarpinarcik@duzce.edu.tr
5 Dr. Archaeologist, İzmir / Türkiye, E-mail: evrenselbaris@gmail.com
Pınar Pınarcık - Evrensel Barış Berkant
908
Giriş
“Kent nedir ve nasıl ortaya çıkmıştır? Kentlerin oluşumunda kendisin-
den önce var olan ve bünyesinde barındırdığı tarihsel süreç ne kadar
etkili olmuştur? Geçmişten izler taşıyor mu? Yaşadığımız kent bizi anla-
tıyor mu?” vb. gibi daha birçok soru kent çalışmaları ile ilgilenen araş-
tırmacılar tarafından sorulmaktadır. Kentler; sosyoloji, mimarlık, eko-
nomi, arkeoloji, tarih, sanat, mühendislik vb. gibi birçok farklı disiplinin
ilgi alanına girer (Öz Baysal, 2017, s. 5). Doğal olarak da her disiplin için
farklı kent tanımları ortaya çıkar. Kent, kolektif belleğin mekânsal olarak
üretildiği bir alan olarak karşımıza çıkar. Bir başka deyişle kent, toplumsal belle-
ğin oluştuğu fiziksel düzlemdir...” (Ünlü, 2017, s. 76). Tarih boyunca çeşitli
kültür ve uygarlıkları birleştiren, geliştiren ve yayılmasına öncülük eden
merkezler olan kentler (Taşlı, 2022, s. 16); sosyal, kültürel, ekonomik ve
politik anlamda sürekli dönüşüm halinde olmuştur.
Disiplinlere göre değişen kent kavramı için değişmeyen tek şey yaşa-
yanların ve yaşananların ortak hikâyesidir. Her kentin kendine has bir
hikâyesi, dokusu, hafızası ve sesi vardır (Öz Baysal, 2017, s. 6). Kentler,
hatırlayarak yaşar (Mumford, 2013, s. 124). Kuruluşundan beri farklı
katmanlardan oluşan ve her katmanda kendi kültürel izlerini taşıyan
kentler, en erken yerleşim evresinden günümüze kadar harmanlanarak
toplumsal hafızalarını biriktirir (Savrum Kortanoğlu, 2007, s. 105). Kent-
lerin hafızası ve tarihsel geçmişten gelen mekân kalıntıları kentlerin
özünü oluşturur. Ancak değişen yaşam şartları ile kentler birtakım dö-
nüşümlere uğrar (Öz Baysal, 2017, s. 7). Modern yaşamın dayattığı hızlı
kentleşme ile kentin artan ihtiyaçlarının sonucunda ulaşım, yapılaşma
vb. gibi birçok konuda yapılan yatırımlar bu dönüşümde rol oynar. Sü-
rekli etkileşim halinde olan kent, mekânsal anlamda değiştikçe kentin
arkeolojik varlıkları zarar görür. Yaşayan kentlerin hafızası olan bu ar-
keolojik alanlar aynı zamanda o kentin insanlarının ortak geçmişidir
(Savrum Kortanoğlu, 2007, s. 105-106). Bununla birlikte her değişim ken-
tin sahip olduğu birikime eklenir hem kent hem kentli dönüşür (Öz Bay-
sal, 2017, s. 10). Bu konu hakkında Öz Baysal (2017), günümüzde pek çok
kentin kalkındırma projeleri altında kendisinden önceki uygarlıkları,
katmanları harmanlamayan belleğinden öte, politik kurumların yaklaşı-
ile kentin hafızası ve dolayısıyla toplumların hafızasının sekteye uğ-
radığını ve bunun da kentin özünü, özgünlüğünü yitirmesine dolayısıyla
Bir Şehrin Hafızasını Aralamak: Prusias Ad Hypium (Konuralp) Antik Kenti
909
silinmesine yol açtığını belirtir. Kentsel dönüşüm projeleri kapsamında
kentlerin bellek mekânları yıkılmakta ve kentler tarih ve kültürel bağla-
mından kopartılmaktadır. Bu yıkım toplumsal yapı ve kültürel alışkan-
lıkları hiçe saydığı gibi kültürel miras ve koruma ilkelerini de gözetme-
mektedir. Tek tipleşen mimari yapılar, tarihin arasına kondurulan yeni
yapılar yüzünden kentlerin özgünlüğü göz ardı edilmektedir. Bunun
sonucunda yaşam pratikleri değişmekte ve beraberinde hafızaları silik-
leşmektedir (Öz Baysal, 2017, s. 16-21). İşte bu yüzden kentsel arkeoloji,
kendi kapsamını geliştirmek zorunda kalmıştır. Eskiden daha çok kent
içindeki arkeolojik alanlar ve buralarda yapılan arkeolojik çalışmalar ele
alınırken, zamanla daha bütüncül bir bakış açısıyla önceki dönemlere ait
bulgular göz önünde tutularak geleceğe dair çıkarımlar yapılmaya baş-
lanmıştır. Bu sebeple kurtarma kazıları, sondaj kazıları, kentin tarihi
dokusunu oluşturan eski sokaklar, tarihi yapılar ve bunun yanında kent
hakkında ele geçirilen yazılı belgeler ile kentin geçmişinin yeniden yo-
rumlanmasına başlanmıştır (Savrum Kortanoğlu, 2007, s. 105-106).
Kentlerin görünen bu fiziksel kalıntılarının yanı sıra bir de ötelenen
dil, ritüel gibi maddi olmayan izleri de kentin kimliğini oluşturur. L.
Mumford (2013), bu izleri irdelemenin gerekliliğinden bahseder. İşte bu
noktada bellek ön plana çıkar. Ö. Sir Gavaz (2020)’a göre, insanlar bellek
sayesinde geçmişinden taşıdığı kültürel kimliği ritüelistik döngüler ile
tekrarlayarak yaşatabilir. Nasıl ki insanların hafızası öz kimliğiyse, top-
lumsal kimliğin oluşmasında da toplumsal hafızanın önemli olduğuna
vurgu yapar. Ne kadar hatırlarsak o kadar varız” cümlesi her şeyin özeti
olsa gerek. Geçmişte yaşanılan ortak acılar, sevinçler vb. duygular nasıl
bizleri birbirimize bağlıyorsa, binlerce yıldır paylaşılan ortak coğrafyada
yapılan her türlü kolektif ve geleneksel eylemler tekrarlandıkça, hatır-
landıkça kuşaktan kuşağa aktarılacaktır (Gavaz, 2020, s. 13). Bir kentin
hafızası, o kentin insanlarının ortak toplanma alanlarında düzenli aralık-
larla bir araya geldikleri festival, bayram, tören gibi aktivitelerle pekişir,
anıları taze kalır ve gelecek nesillere aktarılır; böylelikle o kentin hafızası
oluşur. Hiç farkına varmadan süregelen bu döngü, şehirleri sadece bir
coğrafi terim olmaktan çıkarıp, tarihsel bağlamı göz ardı edilmeden,
ruhu olan şehirlere dönüştürür (Gavaz, 2020, s. 13). İşte bu yüzden bel-
lek, kentlerin mihenk taşıdır. Hatırladıklarımızın toplamı olan bellek,
yeri gelince bu olayların geri çağrıldığı, korunduğu, depolandığı alandır
ve bu yönüyle geçmiş ile gelecek arasında köprü görevini üstlenir
(Kurtyiğit, 2022, s. 19). Aslında bellek, disiplinler arası bir çalışma alanı-
Pınar Pınarcık - Evrensel Barış Berkant
910
dır. Sözlük anlamına göre, “öğrenilen konuların geçmişle ilişkisini bilinç-
li olarak zihinde saklama gücü” diye tanımlanır. Hatırlama; kodlama,
saklama, geri çağırma aşamaları ile bireysel ve toplumsal hatırlama (ve
unutma) süreçlerini içerir. Tarihçiler, belleğin daha çok yazılı ve sözlü
aktarımlar ile hem resmi hem de yaşanmış verileriyle ilgilenir (Öz Bay-
sal, 2017, s. 21-22). Günümüzde sözlü tarih çalışmalarının ve bu sayede
kayıt altına alma yöntemlerinin yaygınlaştığı görülür. Böylelikle toplum-
sal hafıza/bellek arşivlenir. Tüm bunların ışığında bu çalışmada Anado-
lu’da hemen hemen her yerde karşılaşılan, tarihi çok eskilere giden ve
günümüzde de yerleşim gören birçok kentten biri olan Konuralp antik
kentinin geçmişine dair bir çalışma yürütülmüştür. Tarih bilimi tarafın-
dan sıkça kullanılan ancak Eskiçağ alanında çok rastlamadığımız sözlü
tarih yöntemi ile antik kentte yaşayan, elli yaş üstü kaynak kişilerle gö-
rüşülmüştür. Onların, kentte bulunan Eskiçağ’a ait kalıntılar ile ilgili
görüşleri, hikâyeleri ve efsaneler kayıt altına alınmıştır. Çünkü kayıt
altına alınmayan hiçbir şey korunamaz. Bu çalışmada diğer bir hedef
olarak insanların üzerinde yaşadıkları antik kent ile ilgili farkındalığı
sağlanmaya çalışılmıştır. Ve yine kentteki arkeolojik-tarihi yapılar ile
ilgili orada yaşayanlarda oluşturulacak farkındalıkla koruma yönünde
atılacak adımlara vesile olmak hedeflenmiştir.
Yöntem
Çalışmada Prusias Ad Hypium (Konuralp) antik kentinin geçmişinin
günümüze yansımaları, Eskiçağ tarihine ait mekânların toplumsal hafı-
za, kolektif bellek oluşumundaki rolü, inşa sürecindeki kentin kültürel
kimliğinin oluşumuna katkıla irdelenmiştir. Bu makalede kullanılan
yöntem özellikle günümüzde tarih bilimi tarafından sık kullanılan ancak
Eskiçağ alanında kullanımına çok rastlanılmayan sözlü tarih çalışması
olmuştur. Sözlü tarih, toplumsal tarihten siyasi ve ekonomik tarihe uzanan
geniş bir yelpazede, geçmişin belleklerde kalan bilgisini bugünden derleyen,
disiplinlerarası bir yaklaşımdır (...) Sözlü tarih çalışmaları, belli bir olay veya
döneme ilişkin kişisel tanıklık ve/veya yaşantıların kaydedilerek derlenmesi yo-
luyla toplumların tarihlerini dinamik bir eksende -eleştirel bir gözle- yeniden
kurmalarına katkıda bulunmaktadır...” (URL 1). Türkiye’de son 15 yıl içinde
gelişen sözlü tarih çalışmaları tarih, antropoloji, sosyoloji, siyaset bilimi,
iktisat, edebiyat ve belgesel sinema alanlarında yaygın olarak kullanıl-
Bir Şehrin Hafızasını Aralamak: Prusias Ad Hypium (Konuralp) Antik Kenti
911
maya başlanmıştır (URL1). Önemli bir veri toplama aracı olan bu yönte-
min yanında nitel araştırma yöntemlerinden bir diğeri olan doküman
incelemesine başvurulmuştur. Bu yolla araştırma konusu ile ilgili yazılı
materyaller toplanmış, analizler yapılmıştır. Çalışma Prusias ad Hypium
antik kentinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın çalışma grubunu ço-
ğunlukla yerel halktan 50 yaş üstü kişiler oluşturmuştur.
Bulgular
Konuralp Antik Kentinde Bulunan Arkeolojik/Tarihi Yapılar ile
İlgili Aktarımlar
Eskiçağ’da Bithynia bölgesinin sınırları içinde yer alan Prusias Ad
Hypium antik kenti, günümüzde Düzce il merkezinin 8 km kuzeyine
lokalize edilir (Şekil 1).
Şekil1. Düzce il merkezi ve Konuralp (Fritz, 1965)
Pınar Pınarcık - Evrensel Barış Berkant
912
Düzce’nin en eski yerleşimi olan Konuralp (Şekil 2), Anadolu’daki sa-
yısız antik kentten biridir. Antik yazarların eserlerinde kentin adından
çok bahsedilmemektedir. Pseudo Skylax, Rodoslu Apollonios, Strabon,
Herakleialı Memnon, Ptolemaios, Plinius, Stephanos Byzantios gibi antik
yazarlar, daha çok kentin lokalizasyonu ve Hypios nehri kıyısında yer
almasından bahsetmiştir (Taşlı, 2022, s. 105-106). Bunun yanında 17., 18.
ve 19. yüzyıllarda kenti ziyaret eden seyyahlar, yazdıkları metinlerde
kentin Eskiçağ’ına dair bilgi vermiştir. Bunlar arasında C. Cellarius, R.
Pococke, J. Cramer, C. Texier, E. Boré, William F. Ainsworth, X. Hom-
maire de Hell, G. Perrot, E. Guillaume ve J. Delbet, M. Ramsay gibi gez-
ginler sayılabilir (Taşlı, 2022, s. 105-106). Kentin kuruluşunda Kieros adı
ile anıldığı görülür (Memnon. Per. Her., XLII. 2; Memnon. Per. Her.,
XLVII. 1). Daha sonra Bithynia Kralı I. Prusias’ın kenti ele geçirmesi ile
kendi adını verdiği üç kentten biri olarak karşımıza çıkar. Aynı bölgede
Prusa adı ile bilinen diğer kentlerin varlığından dolayı Hypios (günü-
müzde Melen) nehri yakınındaki Prusias anlamına gelen Prusias ad
Hypium (Yun. Prusias pros to Hypio) adını almıştır (Okan vd., 2022, s. 34;
Karakuş, 2018, s. 21). Kent, tarihsel süreç içerisinde farklı adlarla karşı-
mıza çıkmaktadır. Osmanlı Dönemi’nde Üskübü adını alan yerleşim,
Orhan Gazi’nin komutanlarından Konur Alp Bey’in gösterdiği kahra-
manlıklara istinaden “Konrapa ve Konur Alp” ili olarak adlandırılmıştır
(Özlü, 2015, s. 85).
Şekil 2. Konuralp antik kent planı (Fritz, 1965)
Bir Şehrin Hafızasını Aralamak: Prusias Ad Hypium (Konuralp) Antik Kenti
913
Konuralp antik kentinde bulunan arkeolojik-tarihi yapılar arasında
antik tiyatro, sur duvarı, Roma köprüsü, su kemerleri, kentte ele geçen
ve daha sonra İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen Tykhe heykeli,
Konuralp Müzesi’nin bahçesinde sergilenen bukranionlu lahit, gerek
bilimsel araştırmalar gerek halk tarafından tesadüf eseri bulunan birçok
mimari parça, sikke, yazıtlar ve ayrıca müzede sergilenen diğer eserler
yer alır. Antik kent, -Tepecik ve Doğancık höyüklerinin varlığı göz
önünde tutulunca- 3500’lere kadar inen tarihiyle6 günümüzde de
yerleşim rmektedir. Hellenistik Dönem’e ait kalıntıların bulunduğu
Konuralp, antik kentin üstünde kurulmuştur. Burada gerçekleştirilen
kazı ve araştırmalar, Roma Dönemi’nde kentin zenginleştiğini ve bunun
da imar faaliyetlerine yansıdığını göstermektedir. Ele geçen yazıtlar,
sikkeler ve mimari parçalar da bu görüşü desteklemektedir. Antik kentin
yerleşiminin günümüzden daha küçük bir alanda kurulduğu zamanla
güneye, ovaya doğru genişlediği görülmektedir. MS 2. ve 3. yüzyıllarda
önemli bir merkez olan Konuralp, Osmanlı Dönemi’nde bir takım imar
faaliyetlerine sahne olsa da mekânsal yapısı çok değişmemiştir (Dikmen
ve Toruk, 2017 s. 182). Bu da kentin kültürel devamlılığını göstermesi
açısından önemlidir. Mekânlar yaşanmışlıklarıyla, anılarıyla hafızanın
yaşatılması ve korunmasını sağlarlar. Bu ıdan baktığımızda kentler,
fiziksel çevresi ve toplumsal yapısıyla hafıza modeli olarak var olurlar.
Kentlerde yaşanan her fiziki değişim toplumsal değişimi beraberinde
getirir (Sevinç, 2019, s. 47). Bu yüzden kent mekânlarının varlığını sür-
dürmesi toplumsal anıların, yaşanmışlıkların aktarımı ve korunması
açısından önemlidir (Kurtyiğit, 2022, s. 20). Pierre Nora, hafıza mekânla-
rının önemine vurgu yaparken hafıza mekânlarının çok farklı işlevselli-
ğinden bahseder. Tarihin bu mekânlarla oluştuğunu, bunların etnografik
ve psikolojik boyutunu anlatır. Etnografik olarak gelenekselliği ve bizzat
hafıza coğrafyasının haritasını çizdiğini belirtirken, psikolojik boyutunda
bilinçaltı, simgeleştirme, sansür, transfer gibi kavramların aktarımına
değinir (Nora, 2006, s. 10). P. Nora, bu mekânlar için insanların iradesi ve
zamanın ilerlemesiyle toplulukların ortak hafızasına ait simgesel, ritüe-
listik vb. her türlü anlamlı birim olarak bahseder (Nora, 2006, s. 171).
6 2014 yılında Nurperi Ayengin tarafından Düzce ili kapsamında başlatılan yüzey araştırması
sırasında Prehistorik Dönem’e ait arkeolojik verilerin ele geçtiği belirtilmiştir (Ayengin, 2015a;
Ayengin, 2015b).
Pınar Pınarcık - Evrensel Barış Berkant
914
Antik Tiyatro / Kırk Basamaklar
Konuralp antik kenti özelinde ele alındığında söz konusu hafıza
mekânlarından birisi olarak karşımıza çıkan ve halk tarafından Kırk
Basamaklar” olarak bilinen antik tiyatro (Şekil 3), yine halk aranda en
çok anlatıya sahip olan tarihi mekândır. Antik kentin en iyi korunan
yapısı olan tiyatronun Hellenistik Dönem’de inşa edildiği (Dikmen ve
Toruk, 2017, s. 190) ve Roma Dönemi’nde genişletildiği kabul görür
(Okan vd., 2022, s. 41-42; Okan, 2022, s. 81). 2013 yılında Konuralp Mü-
zesi başkanlığında ve Düzce Üniversitesi Arkeoloji Bölümü bilimsel da-
nışmanlığında başlatılan kazılar günümüzde devam etmektedir. Kulla-
nımı açısından tipik bir Roma tiyatrosu olan Prusias ad Hypium tiyatro-
sunun, teatral-kültürel ve ritüel gösterilerden daha çok spor müsabaka-
ları ve kanlı gösterilere sahne olduğu belirtilir. Aphrodisias antik ken-
tinde ele geçen bir yazıtta, Aphrodisiaslı bir boksörün (M. Aelius Aure-
lius Menander) müsabakaya katıldığı kentler yer almaktadır. Yazıtta
Bithynia bölgesinde; Nikomedia, Nikaia, Prusias ad Hypium ve Clau-
diopolis gibi kentlerin isimleri geçmektedir. Bu kentler arasında adı ge-
çen Prusias ad Hypium’da, müsabakanın antik tiyatroda yapılmış olma
ihtimali yüksektir. Antik tiyatronun diğer bir kullanımını gösterebilecek
bilgi, Konuralp Müzesi envanteri içinde bulunan bir mezar yazıtından
gelir. Yazıtta Atinalı bir tragedya oyuncusunun (Tiberius Claudius Phi-
loksenos) Prusias’ta öldüğü anlatılır (Okan vd., 2022, s. 43).
Antik tiyatro, kentin en tepe noktasında kente hâkim bir şekilde ku-
rulmuştur. Yerel halkın anlatıları arasında antik kentte Aslanlı Kapı,
Yılanlı Ka ve Selamet Kası olmak üzere üç tane ka olduğu rivayet
edilir. Aslan Kapı’nın Kırk Basamaklar’da bulunduğu, amfitiyatroda
gösterilerin yapıldığı anlatılmaktadır. Kırk Basamaklar’ın altında tünel-
ler bulunduğu ve altından suların aktığı aktarılan anlatılardandır. Görü-
şülen kaynak kişiler çocukken merak edip ya da oyun amaçlı bu tünelle-
re girerlermiş (İ. Topçuoğlu, kişisel iletişim, 2017). Kırk Basamaklar’ın
altındaki tünellerde tutulan esirlerin bir kapıdan, aslanların da diğer
kapıdan meydana bırakıldığı ve aslanlardan kurtulamayanların aslanla-
ra yem olduğu şehir efsanesi olarak çoğu kişi tarafından bilinmektedir (İ.
Odabaş kişisel iletişim, 2017; Pınarcık ve Sütçü, 2018, s. 75). Bir rivayete
göre de esirler değil suçlu insanlar aslanlara atılıyormuş, cezalandırılı-
yormuş (İ. Özcanım, V. Çakmakçı, kişisel iletişim, 2017;). Suçluların üç
kapıdan birini seçme hakkı olduğu; Yılanlı Kapı’yı seçerse yılanlara yem
olacağı, Aslanlı Kapı’yı seçerse aslanlara yem olacağı, Selamet Kapısı’nı
Bir Şehrin Hafızasını Aralamak: Prusias Ad Hypium (Konuralp) Antik Kenti
915
seçerse, o kapıdan çıkıp özgürlüğüne kavuşacağı anlatılar arasındadır (İ.
Topçuoğlu, kişisel iletişim).
Ortak bellekte yerel halk, eskiden rk Basamaklar’da saklambaç,
ebeleme, kalecilik, çizgi, esir gibi oyunlar oynandığını, yukarıdan aşağı-
ya herkesin katılımıyla kızakla kayıldığını anlatmıştır. Kırk Basamak-
lar’daki tünellere ve kuyuya girdiklerini, burada eğlencelik oyunlar oy-
nadıklarını aktarmışlardır. Taş ile bayır aşağı yolda oynanan “Hot Hot
oyunu” eskilerin anlattıkları oyunlardandır. Hot Hot, çizgi çizilip çizgiye
taşın konulması ve bir tane ebenin taşın başında durması, yukarıda bu-
lunan bir kişinin taşı atması, ebenin de taşı almak için gitmesi ile diğerle-
rinin çizginin diğer tarafına geçmeye çalışması şeklinde oynanan bir
oyundur (İ. Odabaş, M. Güney, N. Güney, C. Aksöz, kişisel iletişim,
2017). Hot Hot oyunu ismen çok bilinen bir oyun olmayıp, yapılan ça-
lışmada ortaya çıkarılan kentin kültürel mirasına yapılan katkılardan
biridir.
Görüşmeler sırasında Kırk Basamaklar’ın çevresinde tarım yapıldığı
aktarılmıştır. Yine bu mekânda bayramlarda buluşulduğu, çocukken
oyunlar oynama alanı olarak seçildiği, yakında bulunan bir mezarın çev-
resinde çeşitli inanışların yaşatıldığı somut olmayan kültürel mirasın
ortaya çıkarılması adına son derece önemlidir (Pınarcık ve Sütçü, 2017, s.
389).
Şekil 3. Kırk Basamaklar
Pınar Pınarcık - Evrensel Barış Berkant
916
Atlı Kapı
Kentin antik mekânları ile ilgili kayıt altına alınan anlatılardan bir di-
ğeri halk arasında Atlı Kapı olarak adlandırılan yere dair olandır. Kentte
kısmen korunabilmiş ve savunma yapısı olarak değerlendirilen batı ve
güney surlarının Akropolis’i çevrelediği düşünülür (Karakuş, 2017a, s.
59). Güney sur üstünde küçük bir sokak arasında at kabartmalı kapı len-
tosu olan devşirme malzemenin (Şekil 4), döneminde tali bir giriş in
kullanıldığı ileri sürülmüştür. Aynı zamanda üzerinde tespit edilen
Grekçe yazıtta geçen ibareye göre bir Prusiaslı’nın annesine yaptırdığı
bir mezar steli olduğu ileri sürülür (Dikmen ve Toruk, 2017, s. 189).
Atlı Kapı’nın adının, orada yaşayanlar tarafından, üzerinde at tasviri-
nin bulunmasının ve bu kapıdan atlıların geçmesiyle ilgili olduğu düşü-
nülmektedir (R. Polat; kişisel iletişim, 2017). Üzerinde at tasviri olan bu
kapı lentosu, atlı araçların geçebileceği genişliktedir. Kentin batı ve gü-
neyinde kısmen korunan surların günümüzde yok olma tehlikesi altında
olduğu görülür. (Dikmen ve Toruk, 2017, s. 190).
Şekil 4. Atlı Kapı
Su Kemerleri
Günümüzde Konuralp’in Kemerkasım köyünde Roma nemi'nden
kalma su kemeri kalıntıları bulunmaktadır. Romalı kent sakinlerinin o su
kemerini, Kozluk köyü, Dokuzpınarlar mevkisinden çıkan kaynak suyu-
nun, Kemerkasım köyünde kemer kullanılmak suretiyle Konuralp'e su
getirmek için inşa ettiği ileri sürülmüştür (Bilir, 2013, s. 278). Moloz taş
Bir Şehrin Hafızasını Aralamak: Prusias Ad Hypium (Konuralp) Antik Kenti
917
ile yapılmış, 11 ayağı bulunan su kemerinin kısmen korunmuş bir bölü-
mü günümüze kadar ulaşmıştır (Dikmen ve Toruk, 2017, s. 193).
Yerel halk tarafından su kemerlerinin yapılışı ile ilgili aktarımlar da
olmuştur. Buna göre, varlık bir kişi na talip olan kişiden buraya su
getirmesini istemiş, adam da kemerlerle su getirmiş, ondan sonra ada-
mın kızını alabilmiş şeklinde rivayet edilmektedir (İ. Odabaş, kişisel ile-
tişim, 2017). Suyun, Romalılar zamanında Kemerkasım’dan geldiği,
gâvur ya da padişahın suya “köpek gibi nasıl geliyor” demesi ile suyun
kesilip bir daha akmadığı anlatılardandır (R. Odabaş, C. Aksöz, V. Çak-
makçı, kişisel iletişim, 2017).
Roma Köprüsü ve Surlar
Konuralp’in kuzeybatısında Akçakoca yolu üzerinde Tabak çayı ya-
tağında olan Roma Köprüsü toprak altında kalmaya yüz tutacakken,
2017 yılında Konuralp Müzesi tarafından yeniden kazılarak ortaya çıka-
rılmıştır. Köprü 3 kemerli ve 10 metre boyundadır (Özlü, 2008, s. 17).
Bazı araştırmacılar tarafından antik tiyatro ile aynı dönemde yapıldığı
ileri sürülen köprünün bazı taşlarının devşirme malzemelerden oluştuğu
görülmektedir (Karakuş, 2017a, s. 64). Günümüzde köprünün hemen
bitiminde yakın dönemde yapılmış modern köprü yapısı bulunmaktadır.
1973 yılında bir kanal çalışması rasında kente doğru uzanan sütunlu
bir caddenin izlerine rastlanmış hatta bu caddeye ait olabileceği düşünü-
len sütun parçaları, arşitrav ve kemer parçaları Konuralp Arkeoloji Mü-
zesi’ne taşınmıştır (Dikmen ve Toruk, 2017, s. 192). O. Karakuş, ele geçen
buluntulara göre köprüden antik kente giriş yapılan güzergâh üzerinde
sütunlu caddenin olduğunu kabul eden araştırmacıların olduğunu belir-
tir. Ancak kendisi, sütunlu cadde için eski Konuralp Belediye binasının
bulunduğu Ali Hamza Sokak adlı yerin olabileceğini önerir (Karakuş,
2017a, s. 64).
Roma Köprüsü yörede “Çöplük Köprüsü” diye de bilinmektedir (N.
Kısacık, kişisel iletişim, 2017).
Nekropol Alanı/Lahit/Mezar/Türbe
Konuralp antik kentinin nekropol alanı olarak kentin kuzeyinden sur-
lara 1 km. mesafede açığa çıkartılan bir mezar yapısı ile Binbir Tepe ola-
rak adlandırılan mevkide ikinci bir nekropol alanı bulunmuştur. Yine
Tepecik Mevkii’nde ele geçen birçok kiremit parçasının mezar yapımın-
da kullanılma olasılığı üzerine kentin Roma Dönemi nekropolü olabile-
Pınar Pınarcık - Evrensel Barış Berkant
918
ceği ileri sürülmüştür. Kent için önemli bir diğer mezar buluntusu, Tepe-
cik nekropolünde bulunan ve Konuralp Arkeoloji Müzesi’nin bahçesinde
sergilenen MÖ 1. yüzyıla tarihlenen mermer lahittir (Şekil 5) (Dikmen ve
Toruk, 2017, s. 197). Günümüzde aile mezarlıklarının önemli olduğu
Konuralp’te yapılış itibariyle bizim için de önem arz eden bir diğer me-
zar Topçuoğlu Mehmet Bey’e aittir. Topçuoğlu ailesi Konuralp’in en eski
ailelerinden biridir. Bu aile Osmanlı Dönemi’nde bu lgenin vergisini
toplamakla görevli âyandan dolayı günümüzde Topçuoğlu sülalesi ola-
rak tanınıyor. Aile mezarlığı içinde yer alan ve lahit şeklinde yapılmış bir
mezar dikkat çekicidir. Çalışma için bu mezarın önemi, 19. yüzyıl Os-
manlı bezeme üslubunu yansıtmasından gelir (Dikmen ve Toruk, 2017, s.
198). Diğer taraftan bu mezarın, yukarıda bahsedilen Konuralp Müze-
si’nin bahçesinde sergilenen lahite benzer biçimde yaptırılmış olması
(üzerinde girland motiflerinin, baş ve ayak kısmında işlemeli mezar taşı-
nın bulunması) yöre insanının belki bilinçli belki de bilinçsiz olarak Eski-
çağ geleneklerinden etkilendiklerini göstermektedir. Kentin müzesinde
uzun yıllar çalışan Züleyha Kartal, bu duruma dikkat çekerek antik kent
üzerinde yaşayan yöre halkının, antik kentten etkilenerek bunu mezar
taşlarına yansıttığını aktarmıştır (Z. Kartal, kişisel iletişim, 2017). Yine
Konuralp merkezi ve civarında yapılan bilimsel çalışmalarda ele geçen
ve günümüzde Konuralp Arkeoloji Müzesi’nin bahçesinde sergilenen
çok sayıda mezar steli, adak yazıtı, ortothekler (ölü küllerinin konduğu
küçük taş lahitler) ve pithoslar (depolama kapları) kentin ve bölgenin ölü
gömme gelenekleri hakkında bilgi vermektedir (Dikmen ve Toruk, 2017,
s. 198).
Konuralp’te kent için önemli bir tarihi rolü olan Konuralp Bey’in tür-
besi bulunmaktadır. Yerel halkın aktarımlarında “Bolu yanacak, Düzce
batacak, Konuralp ayakta kalacak” derlermiş, bunu da türbelere bağlar-
larmış. Burayı fetheden kumandan Konuralp Bey ve onun silah arkadaşı
Ali Hamza Dede gibi muhterem zatların Konuralp’i koruyacağına ina-
nılmaktadır. Düzce kent merkezinin, Konuralp’ten daha alt seviyede ve
bataklık üzerinde olduğu için batacağını, Konuralp’in ayakta kalacağını
yöre halkının büyükleri hep söylermiş (A. Şengül, kişisel iletişim, 2017).
Sokak arasında bulunan ve insanlar tarafından türbeleştirilen bir meza-
rın, bir eren veya evliyaya ait olduğu düşünülüp, mezara çaput bağlanıp,
mum dikildiği anlatılmıştır (Z. Kartal, kişisel iletişim, 2017).
Bir Şehrin Hafızasını Aralamak: Prusias Ad Hypium (Konuralp) Antik Kenti
919
Şekil 5. Konuralp Arkeoloji Müzesi’nin bahçesinde sergilenen lahit mezar
Tarihsel Süreçte Kentin Adı ile İlgili Aktarımlar
Kentin adı ile ilgili Prusias Ad Hypium’den, Kasaba-Üskübü’ye, Üs-
kübü’den Konuralp’e evrilişinin halk tarafından aktarımları da kayıt
altına alınmıştır. Prusias ad Hypium (Konuralp) antik kenti Bithynia
egemenliğine girmeden önce Kieros adıyla anılmıştır. Kral Prusias’ın
fethi sonrası, Hypios kıyısındaki Prusias yani “Prusias ad Hypium” adı-
nı almıştır (Pınarcık ve Sütçü, 2017, 387). Osmanlı Dönemi’nde Purusyan
Kasabası “Üskübü” adını almıştır. Orhan Gazi’nin komutanlarından
olan Konur Alp Bey’in kent için gösterdiği kahramanlıklara istinaden
“Konrapa ve Konur Alp” olarak adlandırılmıştır (Özlü, 2015, s. 85). Halk
arasında Kasaba, Üskübü, Üsküba, Eskibağ olarak bilinen antik kent,
yöre insanının anlatılarında bu isimlerle anılmaktadır (Şekil 6). Anlatı-
larda I. Prusias ve II. Prusias’ın burada kral olduğundan bahsedilmiştir
(C. Aksöz; kişisel iletişim, 2017). Yöreye verilen adlar etrafında çeşitli
hikâyeler anlatılmaktadır. Hikâyelerden ilki Skopi’den Üskübü, ikincisi
Eskibağ’dan Üskübü, üçüncüsü Üçküp’ten Üskübü olduğu üzerinedir.
Konuralp’in eskiden bağlık olduğu, sonraları terk edildiği aktarılmıştır
(H. Ergen, kişisel iletişim, 2017). Üçküp adı ile ilgili söylence, altından
yapılmış küplerin bulunmasından ileri geldiği üzerinedir. Üçküp’ten
Üskübü, nahiye olunca Kasaba, nüfusu artınca orayı fetheden Konur Alp
Pınar Pınarcık - Evrensel Barış Berkant
920
Gazi’den dolayı da Konuralp adını aldığı kabul edilmektedir (İ. Odabaş,
kişisel iletişim, 2017).
Şekil 6. Kaynak kişilerle yapılan görüşme
Hafızalardaki Âdetler ile İlgili Aktarımlar
Konuralp’te günümüzde yöre insanının hafızalarında antik mekân ve
eserleri içine alan uygulamalar yaşamaya devam etmektedir. Bayramlar-
da Kırk Basamaklar’da toplanılırmış (İ. Özcanım, kişisel iletişim, 2017).
Orada çocuklar, gençler tarafından tiyatro gösterileri sergilenirmiş (H.
Ergen, kişisel iletişim, 2017). Günümüzde bazı ailelerin sünnet düğünü
gibi aktiviteleri bu tarihi mekânda yaptıkları aktarılmıştır (E. Demirel,
kişisel iletişim, 2017).
Konuralp’te Hıdrellez eğlenceleri sırasında cambazlar hünerlerini
sergiler, gençler güreş tutarmış. Yine Hıdırellez’de yumurta boyama
gelenekleri arasındaymış. Yumurtlar haşlanır, hamurlar kızartılır, Kırk
Basamaklar'da yenirmiş (Şekil 7) (H. Ergen, Ö. Kısacık, V. Çakmakçı,
kişisel iletişim, 2017).
Kimlik-Köken ile İlgili Aktarımlar
Yaşanılan mekânlar ya doğadaki varlıklarla ya da kentte yaşayan in-
sanların adları, soyadlarıyla veyahut tarihsel bir olayla/kişilikle adlandı-
rılmıştır. Konuralp’te de bu yaklaşımı görmekteyiz. Örneğin tarihi ha-
Bir Şehrin Hafızasını Aralamak: Prusias Ad Hypium (Konuralp) Antik Kenti
921
mam olduğu için bir sokağa Hamam Sokak, türbesi orada bulunduğun-
dan dolayı bir sokağa Ali Hamza Sokak adı verilse de en çok Gürel So-
kak, Topçu Sokak gibi aile adları karşımıza çıkmaktadır (A. Şengül, kişi-
sel iletişim, 2017). Bunların dışında gazi ve şehitlerin adları ya da kişile-
rin lakapları da sokaklara isim olarak verilmektedir: Hacı Salih Sokak,
Terzi Aliler Sokak, Şehit Hüseyin Kıl Mahallesi7 vb... Mekânda pınar
varsa mahalle pınardan ötürü Çiftepınarlar adını almıştır (H. Ergen, İ.
Odabaş, İ. Özcanım kişisel iletişim, 2017). Göçmenlerden oluşan mahal-
leye de Muhacirler Mahallesi denmiştir (Ö. Kısacık, kişisel iletişim, 2017).
Kentin tarihinde önemli rol oynayan bu figürler ve olaylar, kentin cadde
ve sokaklarına isimlerinin verilmesiyle kolektif hafıza açısından oldukça
önemli bir süreklilik sağlamıştır (Işık ve Gezgin, 2019, s. 36). Kentlerin
köklü ailelerinin isim/soyadlarının sokak, cadde vb. gibi ortak kullanım
alanlarına verilmesi de çok yaygın kullanılan bir yöntemdir. Tarihsel
süreçte ve günümüzde de kentte önemli olan sülalelerden biri Topçuoğ-
lu sülalesidir. Bu sülaleye mensup olan İrfan Topçuoğlu kentteki önem-
lerinin geçmişten geldiğini vurgulamıştır. Konuralp’te yaşayan bu sülale,
Türklerin Anadolu’ya gelişinden beri orada yaşadıklarını, önceleri Yığıl-
ca’da obalarını kurduklarını, o dönemlerde Prusias derebeyinin; yol ke-
sen, halka zulüm eden bir eşkıyadan rahatsız olduğunu aktarmıştır. Bu
kişi, eşkıyanın kellesini getirene ne dilerse yapacağını ve Topçuoğluların
dedelerinin eşkıyanın kulaklarını keserek bir çıkına koyup Atlı Kapı’dan
geçerek getirdiği, bu sülalenin ataları ile ilgili anlatılan söylencelerden
biridir. İ. Topçuoğlu anlatılarında dedelerinin iri kulaklarıyla ünlü olan
eşkıyanın kellesi yerine kulaklarıyla derebeyinin huzuruna çıktığını ve
dedelerinin para pul istemeyip derebeyinin maiyetine geçmek istediğini
belirtmiştir (İ. Topçuoğlu, kişisel iletişim, 2017; Pınarcık ve Sütçü 2018, s.
72). Yine İ. Topçuoğlu yöreden bahsederken, burasının Doğu Roma İm-
paratorluğu’nun bir derebeyliği olduğunu, Türklerin Anadolu’ya
gelmeden önce bu bölgede Prusias medeniyetinin olduğunu, İpek Yo-
lu’nun bölgeden geçtiğini, yörenin bağlarıyla meşhur olduğunu, günü-
müzde çok ekilmeyen pirinç ve tütünün o dönemlerde geçim kaynağı
olduğunu aktarmıştır (İ. Topçuoğlu, kişisel iletişim, 2017). Topçuoğlu
7 Konuralp’in yerleşim planı üzerine çalışmaları olan Ç. Dikmen ve F. Toruk, tarihsel süreç içinde
farklı planlama kararlarıyla mahallelerin yapılaşmaları ve mekânsal yansımalarının farklılaştığın-
dan bahseder. Bunlar arasında Şehit Hüseyin Kıl, Çiftepınarlar ve Terzialiler mahalleleri, antik
tiyatro, Bizans Dönemi hamamı, cami yapısı ve çarşı etrafında odaklanmış organik biçimlenmiş
sokaklarıyla tarihi merkezi oluşturduklarını belirtirler (Dikmen ve Toruk, 2017, s. 183).
Pınar Pınarcık - Evrensel Barış Berkant
922
sülalesinin isminin kente dair birçok ortak kullanım alanında bulunması
kentteki önemlerini göstermektedir. Kentsel hafıza ile ailelerin tarihsel
geçmişleri, hatıraları ilişkilendirilerek simgesel anlamda önem kazanır.
Böylece bu kökailelerin isimleri toplumsal hafızada her zaman can
tutulur (Işık ve Gezgin, 2019, s. 38).
Toplumsal hafıza ve kent kimliği kentleşme sürecinde dinamo taşı
görevi görmüştür. Düzce, tüm kültürlerin etnografik zenginlikleriyle
yaşatıldığı kentlerden biridir. Tarihi boyunca göçle gelenler tarafından
kurulan kentte, diğer topluluklar yerleştikleri köylerde beraberlerinde
getirdikleri kendi kültürlerini muhafaza etmişler, gelenek ve görenekle-
rini yaşatmışlardır. Göçle gelenlerin geldikleri yerleri, kökenlerini unut-
mamak amacıyla kendilerinden sonra gelen kuşaklara bunları aktarma
amacını güttükleri rülür. Lakaplar ve soyadları bu işlevi ile bu araç-
lardan biri olmuştur (Işık ve Gezgin, 2019, s. 37). Soyadı Kanunu kabul
edilmeden önce toplumda insanların ayırt edici özelliği olarak sülale
adları ya da lakapları kullanılırdı. Bu kanundan sonra her ailenin soyadı
aldığı ancak aile ve kişilerin toplumda halen sülale adları ya da lakapla-
rıyla anılmaya devam ettiği bilinir (Boyraz, 1998, s. 109). Konuralp’te de
kişiler; Hacı İbram, Hafız Raşit, Telli (asabiliğinden ötürü), Çilimlili
Mehmet Efendi, Deli Haliller, Kalaycı İbrahim, Cambaz Mehmet, İma-
moğulları, Kirazların Mustafa, Muhtarın Oğlu, Kulaksızlar, Köklü, Gü-
düllü (Ankara’dan gelmişler), Kozurağalar gibi sülale adları ya da lakap-
larla anılmaktadır (C. Aksöz, F. Odabaş, İ. Odabaş, İ. Özcanım, R. Oda-
baş, kişisel iletişim, 2017).
Şekil 7. Kaynak kişilerle yapılan görüşme
Bir Şehrin Hafızasını Aralamak: Prusias Ad Hypium (Konuralp) Antik Kenti
923
Hafıza ve Mekân İlişkisi
Kolektif hafızanın bir araştırma alanı olarak önem kazanması, kimlik-
lere yönelik ilginin artışı, toplumsal tarih, kültür tarihi gibi araştırmala-
rın çoğalması, tarihçilik alanında yeni alternatif yöntemleri beraberinde
getirmiştir. Günümüzde bazı tarihçilerin/araştırmacıların, resmi belgele-
re, arşivlere dayalı tarihçiliğin yanı sıra yeni yöntem arayışı içine girerek,
tarihsel antropoloji ve sözlü tarih gibi olayın kendisinden çok, olayların
hafızalarda bıraktığı izlere, deneyimlere, hatırlanma biçimlerine odakla-
nan hafıza tarihçiliğine yönelimindeki artış dikkati çeker (Işık ve Gezgin,
2019, s. 37). Kolektif hafıza/toplumsal hafıza üzerine çalışan araştırmacı-
lar, hafızanın her zaman toplumsal olduğunu, hatırlananların kişisel olsa
da gerçekte toplumsal bir bağlamda geliştiğini ve hafızanın çoğulluğunu
kabul ederler (Işık ve Gezgin, 2019, s. 37). M. Sevinç, hafızanın toplumsal
çevre ile ilişkili olsa bile her bireyin hatıralarının farklı olduğunu ve bel-
lekte kalan hatıraların tekrar canlandırılması için mekânlara ihtiyaç du-
yulduğunu belirtir (Sevinç, 2013, s. 51-52). Yine günümüzün, geçmişteki
mekânlarla bağlantısını hafızadan çok tarihsel yönüne bağlı olduğunu P.
Nora’ referans vererek: “Dönemin arşivcisi, tarihsel kayıt mekanizması
etrafında biçimlenen soyut/somut mekânları ‘hafıza mekânları’ olarak nitelendi-
rir. Canlı bir hafızanın var olmadığı ‘müzeler, arşivler, mezarlıklar, koleksiyon-
lar, bayramlar, yıldönümleri, anlaşmalar, tutanaklar, anıtlar, kutsal yerler’
hepsi birer hafıza mekânıdır” bahseder (Nora, 2006, s. 23). İşte bu sürecin
içe geçerek, yaşanan olayların geriye bıraktıkları, kentin bilincini, tarihi-
ni, hafızasını oluşturduğuna vurgu yapar (Sevinç, 2013, s. 52-53). Işık ve
Gezgin ise iletişimsel hafızanın yakın döneme dair olayları, anıları kap-
sarken, kültürel hafızanın bayramlar, törenler, mitler gibi hatırlama fi-
gürleri ile toplumsal kimliğin oluşumunda rol üstlendiğini, her yeni ya-
şanılan olayın geçmişin hafızasıyla geleceğin hafızası arasında köprü
oluşturduğunu ve kentlerin mimari yapısının tüm bu zaman dilimine
şahitlik eden, insanoğlunun yaşam öyküsünü dile getiren sabit bir sahne
olduğunu anlatır. (Işık ve Gezgin, 2019, s. 38). Dolayısıyla kentler, ya-
şamsal varlıklarıyla kişilerin ve toplumların hafızalarının zamansal yol-
culuğuna eşlik eder. Kentin hikâyesi, kişilerin ve grupların hikâyeleriyle
katman katman birleşerek sürer gider. Mutlu vd. (2019), “Kentin kendisi
orada yaşayanların kolektif belleğidir” diye bahsederken, yaşanılan her anı-
nın, birikimin kentin belleğini oluşturduğunu, oraya bağlılığın ya da o
yerle kurulan anlamlı ilişkinin kentsel hafızanın kapsamı içinde ele alın-
dığını belirtir. Bazı durumlarda kentte yaşayanların aidiyet duygusu,
Pınar Pınarcık - Evrensel Barış Berkant
924
yaşam öyküleri kentlerin zorunlu olarak yaptıkları değişim ile unutma
döngüsü içinde kentin geçmişine, kökenine, tarihine zarar verir. Sürekli
değiştirilen sokak isimleri, yapısal düzenlemeler geçmişin izlerini siler.
Sokaklar, meydanlar, binalar kolektif belleğin mekânsal alanlarıdır.
Özellikle kent meydanları kentin öz hafızasının oluştuğu, net bir biçimde
görünürlük kazandığı yerlerdir. İşte bu yüzden kent için önemli olan
mekânlar tespit edilmelidir. Çünkü geçmiş ve gelecek arasında kurulan
bağ bu mekânlar üzerinden sürdürülmektedir (Mutlu vd., 2019, s. 45).
Sosyal anlamda belleği kaybetmek kimliği kaybetmek anlamına gelmektedir
(Halaç ve Demir, 2017, s. 1431).
Konuralp gibi antik kent üzerinde kurulmuş yerleşimler (Şekil 8), ta-
rihsel süreç içerisinde farklı uygarlıklar tarafından iskân edilmiş ve gü-
nümüzde de üzerinde halen yaşanmaktadır. Bu çok katmanlı kentlerde
çoğu kez arkeolojik alanların önemi yaşayanlar tarafından fark edilme-
miş ve kentin ortak hafızasında içselleştirilmemiştir. Bunun yanı sıra bir
de kentleşme yönünde atılan hızlı adımlar, tarihi kentlerdeki kültürel
mirasın korunması, arkeolojik alanların kent yaşamıyla bütünleştirilmesi
gibi konularda eksik kalınmıştır. Özellikle çok katmanlı kentlerdeki
geçmiş uygarlıklara ait maddi kültür buluntuları ile günümüz insanının
kimlik bağlantısı konusunda bir takım sıkıntılar yaşanmaktadır (Savrum
Kortanoğlu, 2020, s. 123-124). Yapılan çalışmada yerel halkın günümüze
daha yakın dönemlere ait Osmanlı Dönemi- tarihi kalıntılarını daha çok
sahiplendiklerini ancak daha erken Yunan ve Roma uygarlıklarına ait
kalıntılara karşı daha yabancı/mesafeli oldukları gözlemlenmiştir. İşte bu
sahiplenilmeme, o dönemlere ait alanların korunması konusunda sıkıntı
yaşatmaktadır (Savrum Kortanoğlu 2020, s. 123-124).
Şekil 8. Prusias ad Hypium tiyatrosu hava fotoğrafı güneyden bakış (Okan 2022, s. 88)
Bir Şehrin Hafızasını Aralamak: Prusias Ad Hypium (Konuralp) Antik Kenti
925
Tartışma ve Sonuç
2017-2018 yılları arasında sürdürülen “Prusias Ad Hypium’dan Konu-
ralp’e Düzce’nin Kültürel Mirası” adlı çalışmada çok erken dönemlerden
beri yerleşime sahne olmuş ve bu dönemlere ait birçok arkeolojik bulgu,
yazılı kaynak ele geçmiş olan Düzce’nin Konuralp mahallesi (Prusias Ad
Hypium) araştırma sahası olarak seçilmiştir. Çalışmada anlatılar sesli ve
görüntülü olarak kayıt altına alınmıştır. Yerel halkla yapılan görüşme-
lerde tarih bilinci konusunda eksiklik hissedilmiştir. Bu noktada ileriki
zamanlarda kültürel mirasın korunmasına yönelik adımların atılması
hedeflenmiştir. Somut kültürel mirasa dair kentte son dönem yapılan
kazılardan dolayı artan bilinç gözlenmektedir. Somut olmayan kültürel
mirasa ait arkeolojik mekânlar ve eserlerle ilgili o dönemde yaşatılan
ancak günümüzde yaşatılmayan ritüellerin, söylencelerin varlığı irde-
lenmiştir. Çünkü toplumların gelenek görenekleri, nesilden nesile geçen
sözlü aktarımlar, uygulamalı törenler (ritüel), kişilerce ya da toplumlarca
kutsallaştırılmış davranışlar, kutlamalar kültürel devamlılığı taşıyan
diğer ögelerdir (Pınarcık ve Sütçü, 2017, s. 389).
Anadolu, kültürel çeşitliliğimizin harmanlandığı birçok uygarlığa ev
sahipliği yapmış bir coğrafyadır. Konuralp antik kentinin tarihsel gelişi-
minde, çevresindeki yerleşimlerle kurduğu ticari, siyasi ve kültürel ilişki-
ler etkili olmuştur. Konuralp antik kentinde şöyle bir gezinildiğinde
geçmişten beri orada yaşayan insanların bu mekânlarda gelişigüzel değil
de tamamen kültürel devamlılığın sonucunda toplandıkları -kendilerinin
bile bunun farkında olmadan yaptıkları- zlemlenir. Yerleşim yerinde
kullanılan mekân ve kişi adlarında Eskiçağ ve Ortaçağ etkileri izlenir.
Yeni yapılan birçok siteye “Üskübü, Prusias Evleri, Atlı Kapı Sitesi” gibi
isimlerin verilmesi bu izleri yansıtmaktadır. Somut olmayan kültürel
mirasa dair antik mekânlarla ilgili yerel halkın günümüzde uyguladığı
âdetlerin bir kısmı yaşatılırken bazıları maalesef değişen yaşama alışkan-
lıklarına ayak uyduramayıp yitip gitmiştir. Ancak bayramlar gibi toplu
olarak bir arada bulunulan etkinliklerde, insanların yer olarak Kırk Ba-
samaklar’ı seçmeleri manidardır ve kültürel mirasın yöre insanında bı-
raktığı gayri ihtiyarı yapılan eylemler olarak görülebilir. Yapılan görüş-
melerde kaynak kişilerin çocukluklarında oyun oynama sahası olarak
Kırk Basamakları seçtikleri gözlenmiştir. Hem yazılı kaynaklar hem ar-
keolojik veriler Konuralp antik kentinin Eskiçağ’da ve Ortaçağ’da önemli
Pınar Pınarcık - Evrensel Barış Berkant
926
bir yerleşim yeri olduğunu göstermektedir (Pınarcık ve Sütçü, 2018, s.
83).
Tüm bunlara ek olarak yapılan çalışma sırasında gözlemlenen bazı
eksiklikler için öneriler geliştirilmiştir. Bunu yaparken benzer nitelikteki
çalışmalardan (Işık ve Gezgin, 2019; Savrum Kortanoğlu 2020) yararla-
nılmıştır. Görüşmelerde yerel halkın antik kent üzerinde yaşıyor olduk-
larının yeterince farkında olmadığı gözlenmiştir. Bu bağlamda, “tarihi
kent” vurgusu, başta belediye olmak üzere kentin temsilcilerinin, aka-
demisyenlerinin, aydınlarının, gazetecilerinin, yazarlarının, sivil toplum
örgütlerinin gerek yerel yayınlarla gerekse bilimsel projelerle öne çıka-
rılmalı ve kültürel mirasın korunması yönünde halka eğitim verilmeli-
dir. Bu yolla “okuryazarlar” olarak adlandırılan sınıftan ilgili kişilerin
öncülüğünde ortak hafıza oluşturma, halkta farkındalık yaratma hedefi
konulmalıdır. Ancak görülen kadarıyla gerek Konuralp gerekse Düz-
ce’de bu farkındalığı yaratacak kurum ve kuruluşlar eksiktir. Bununla
birlikte yeri gelmişken şu da belirtilmelidir; neredeyse iki yıldır yerel bir
gazetede kentin tarihi ve kültürel miras ile ilgili yazılar yazılmaktadır8.
Bu yazılar bahsedilen eksikliğin giderilmesi konusunda öncü olacak
adımlardan biridir. Bu gibi örnekler çoğaltılmalı ve geliştirilmelidir.
Düzce 1999 yılında yaşanan depremden sonra Bakanlar Kurulu’nun ka-
rarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin 81. ili olmuştur. Konuralp antik kenti,
yakın bir zamanda kent olan Düzce’nin, kimliğinin oluşturulmasında
geçmişten gelen yönü ile ön planda olmalıdır. Çünkü kentlerin kimliği-
nin inşa sürecinde kentin Eskiçağ’ı önemli bir yer tutar. Bir kentin geç-
mişi ne kadar eskiye dayanıyorsa o kent o kadar önemli bir yere sahip
olur.
Kentin kimliğinin ve toplumsal inşanın yaratılması için ortak hafıza
oluşturulmalıdır. Yerel halkın anıları, mekânsal alanlarda yaşanan anılar,
deneyimler, ritüeller, söylenceler ortak hafızanın oluşturulmasında ve
geleceğe taşınmasında önem arz eder. Halkın genelinde kaynaştırıcı rolü
olduğu görülen Kırk Basamaklar gibi hafıza mekânları tespit edilip, ta-
rihsel sürecinden getirdiği bu önemini ve rekliliğini gelecek nesillere
aktarmak vasıtasıyla buraların korunması yönünde adımlar atılarak kalı-
cılığı sağlanmalıdır. Geçmişi eskiye dayanan kentlerin, orada yaşayanlar
için aidiyet, kimlik gibi kavramlar ile öz benliklerini güçlendirdikleri ve
8 Düzce Postası adlı gazetede Arkeolog Dr. Güzin Bilir tarafından yazılan bu yazılar kentin tarihi,
kültürel miras ile ilgilidir.
Bir Şehrin Hafızasını Aralamak: Prusias Ad Hypium (Konuralp) Antik Kenti
927
günümüzde de kolektif hafızanın oluşumuna yol açtığı görülür. Bu da
tarih bilincinin gelişmesinde rol oynar ki, bu bilinç kente dair tüm dö-
nemlerin sahiplenilip korunmasını sağlar. Bununla birlikte ortak hafıza-
nın oluşturulması için yapılabilecek bir diğer önemli gereklilik, toplum-
sal hafıza müzelerinin ve kent müzelerinin açılmasıdır. Bu müzelerde ve
kent meydanı ya da hafıza mekânı olarak tespit edilen yerlerde kente
dair gerek yazılı gerek rsel arşiv sergileri zenlenmelidir. Çün
olaylar mekânlarda şekillenir ve geçtiği yerler de tarihsel kimliğini alır.
Mekânlarla insanlar arasında sürekli değişen, gelişen bir etkileşim var-
dır. Her yerleşim/kent, tarihin en büyük tanığıdır. Özellikle bu sebepten
bile kentlerin Eskiçağ’ına dair kalıntıları korunmalı ve gelecek nesillere
bırakılmalıdır. Bu yapılırken bu tür alanların öncelikle korunması göz
önünde tutularak, yerel halk ile bütünleştirici planlamalar yapılmalıdır.
Bu konuda gerek yurt içinde gerekse yurt dışında benzer yerleşimlerdeki
koruma ve halk ile bütünleştirme örnekleri incelenmeli, yasal zorunlu-
lukların yanında bilinçli sahiplenme ve koruma önerileri geliştirilmeli-
dir. Bu konuda sosyal sorumluluk projelerinden de faydalanılabilir. Bel-
ki de yine Eskiçağ uygarlıklarını örnek alınarak kentte aidiyet, kolektif
bellek oluşturmak için festivaller, bu gibi eylemlerle bir araya gelme-
ler/toplanmalar düzenlenmelidir. Yaşadığımız kentler biziz ve biz olgu-
su ne kadar derin olursa o kadar güçlü olur. O zden tarihin katman
katman var olduğu kentlerimizde bunun zenginlik olduğunu bilerek
yaşayıp onlara sahip çıkılmalıdır. Toplumsal reklilik in geçmişten
günümüze taşınılan ortak hafıza ve kültürel mirası korumak bir görev
sayılmalıdır. Geçmişini kaybeden toplumlar geleceğini kuramaz.
Pınar Pınarcık - Evrensel Barış Berkant
928
Extended Abstract
Unlocking the Memory of a City: Prusias Ad
Hypium (Konuralp) Ancient City
Pınar Pınarcık9 Evrensel Barış Berkant10
ORCID: 0000-0002-6757-1719 ORCID: 0000-0003-4023-1244
In our project entitled as "The Cultural Heritage of Düzce from Prusias
Ad Hypium to Konuralp", which we carried out between 2017-2018, we
chose the Konuralp region of Düzce (Prusias Ad Hypium), which has
been settled since very early times and has many archaeological findings
and written sources from these periods, as the research environment.
Konuralp, our study region, is important as it is one of the numerous
ancient cities in Anatolia. In addition to its geographical importance, its
location - its proximity to large cities that have been commercially and
politically powerful since ancient times - is one of the factors that con-
tribute to the cultural accumulation of the city with its cultural, political
and commercial interactions with these large cities. The Konuralp an-
cient city contains cultural motifs and traces in the historical process. In
this journey through the ancient historical places of Konuralp, we have
determined that the people who have lived there since the past have
gathered in these places not randomly, but as a result of cultural continu-
ity - without even realizing it themselves. It is meaningful that people
choose the Kırk Basamaklar (Forty Steps) as a place for activities such as
festivals and circumcision feasts, and these are the involuntary actions
left by the cultural heritage on the local people. Kırk Basamaklar (Forty
Steps) is also the place where especially children gather and play various
games. During our study, we identified a children's game known as "Hot
Hot" by the local people, which is not played much today, which is our
contribution to folklore.
Konuralp is an ancient city where we observe the historical process
that carries the past to the present with its bridge, theater, equestrian
gate, aqueducts, city walls, Ottoman period building remains. This pro-
9 Assoc. Prof., Duzce University, Faculty of Science and Letters, Department of History, E-mail:
pinarpinarcik@duzce.edu.tr
10 Dr. Archaeologist, İzmir / Türkiye, E-mail: evrenselbaris@gmail.com
Bir Şehrin Hafızasını Aralamak: Prusias Ad Hypium (Konuralp) Antik Kenti
929
ject we have done is important in terms of contributing to the cultural
process of the present and future days by capturing the traces of the An-
cient Age and the Middle Ages in the cultural heritage of the city of Ko-
nuralp in the time period we are in. We have developed our suggestions
for some of the deficiencies we observed during our study. In our inter-
view, the local people were not aware that they were living in an ancient
city, and the historical aspect of the emphasis on the historical city
should be emphasized by the authorized representatives of the city, aca-
demics, intellectuals, journalists, writers, non-governmental organiza-
tions, especially the municipality, both in local publications and scientific
projects, and the public should be educated on the protection of cultural
heritage. In this way, there should be an effort to create a common
memory under the leadership of the relevant people from the class called
literates and to raise awareness among the public. However, as far as we
can see, both in Konuralp and Düzce, organizations that will create this
awareness are deficient. However, in recent years, local newspapers
have taken pioneering steps in this regard, albeit to a lesser extent. Such
examples should be increased and developed. After the earthquake in
1999, Düzce became the 81st province of the Republic of Turkey with the
decision of the Council of Ministers. The Konuralp ancient city should be
at the forefront with its aspect from the past in the creation of the identi-
ty of the settlement, which has recently become a city.Because the an-
cient past has an important place in the process of building the identity
of cities.The more ancient a city's past is, the more important that city
becomes.Even for this reason, the legends of the founding of cities were
created in the Ancient Age and the history of cities was based on the past
with mythological stories.
In order to create a city's identity and social construction, a collective
memory must be created. The memories of the local people, memories,
experiences, rituals, and myths experienced in spatial areas are im-
portant in the creation of a common memory and carrying it to the fu-
ture. Memory places such as the Kırk Basamaklar (Forty Steps), which
we see to have a unifying role in the general public, should be identified
and steps should be taken to protect these places and ensure their per-
manence by transferring their historical importance and continuity to
future generations. It is seen that cities with a long history strengthen the
self-identity of their inhabitants with concepts such as belonging and
identity and lead to the formation of collective memory today. This also
Pınar Pınarcık - Evrensel Barış Berkant
930
plays a role in the development of historical consciousness, which en-
sures that all periods of the city are embraced and protected. Another
important requirement for the creation of a collective memory is the es-
tablishment of collective memory museums and city museums. Both
written and visual archive exhibitions about the city should be organized
in these museums or in places identified as city squares or places of
memory. Because events take shape in places and the places where they
take place take on their historical identity. There is a constantly changing
and developing interaction between places and people. Every settle-
ment/city is the greatest witness of the history. Especially for this reason,
the ancient ruins of cities should be preserved and left to future genera-
tions. While doing this, plans should be made to integrate such areas
with the local people, taking into account the protection of such areas
first. In this regard, examples of conservation and integration with the
public in similar settlements both in Turkey and abroad should be exam-
ined, and conscious ownership and conservation proposals should be
developed in addition to legal obligations. Social responsibility projects
can also be utilized in this regard. Perhaps we should take ancient civili-
zations as an example and organize festivals and gatherings to create a
sense of belonging and collective memory in the city. The cities we live
in are us, and the deeper the sense of us, the stronger it becomes. There-
fore, we should live in our cities where history exists layer by layer,
knowing that this is our richness, and we should protect them. For social
continuity, we should consider it a duty to protect the common memory
and cultural heritage we carry from the past to the present. Societies that
lose their past cannot build their future.
Kaynakça/References
Antik Kaynaklar
Memnon. (2007). Herakleia Pontike Tarihi (Περι Ηρακλειας) (Çev. Murat Aslan),
İstanbul: Odin Yayıncılık.
Modern Kaynaklar
Ayengin, N. (2015)a. Prusias ad Hypium tiyatro kazısı 2014 yılı çalışmaları. 37.
Kazı Sonuçları Toplantısı, Cilt II, 287-300.
Ayengin, N. (2015)b. Düzce ili yüzey araştırması. 33. Araştırma Sonuçları Toplan-
tısı, Cilt. I, 425-436
Bir Şehrin Hafızasını Aralamak: Prusias Ad Hypium (Konuralp) Antik Kenti
931
Bilir, A. (2013). Prusias Ad Hypium (Konuralp) su kemerleri. 3. Uluslararası
Bursa Su Kongresi, 278-284.
Boyraz, Ş. (1998). Lakaplar konusunda bazı dikkatler ve bir yöre örneği. Türklük
Bilimi Araştırmaları, VII. Sayı, 107-138.
Dikmen, Ç. B. ve Toruk, F. (2017). Prusias ad Hypium antik kenti üzerinde bir
yerleşim: Konuralp. Researcher, 5 (4), 176-210.
Fritz, F. (1965). Codex Kultur ATLAS, Turkei 5. Grundholzen
Gavaz Sir, Ö. (2020). Şehir ve kültürel bellek ilişkisine dair, Şehir Defteri, 12-13.
Halaç, H. H. ve Demir, İ. (2017). Toplumsal hafızamız kültürel mirasımız. Journal
Of International Social Research, 10 (52), 1430-1434. DOI:
10.17719/jisr.2017.1993.
Işık, S. Y. ve Gezgin, U. B. (2019). Kentsel kimliğin inşası bağlamında toplumsal
hafıza ve tarih yazımı: Bartın örneği. Antropoloji, (37), 35-49.
https://doi.org/10.33613/antropolojidergisi.478940
Karakuş O. S. (2017b). Düzce ili antik dönem toponimisi (yer adları) üzerine bir
inceleme. Düzce'de Tarih Kültür ve Sanat, Ed. İsmail Yaşayanlar, 241-245.
Karakuş, O. S. (2017a). Roma İmparatorluk Döneminde Prusias ad Hypium, (Yayım-
lanmamış Yüksek Lisans Tezi), Anadolu Üniversitesi, Eskişehir.
Karakuş, O. S. (2018). Severus Hanedanı Dönemindeki Parth seferleri sırasında
Prusias Ad Hypium kenti. Uluslararası Konur Alp Gazi ve Düzce Tarihi, 15-
37.
Kurtyiğit, S. (2022). Günümüz sanatında kent-bellek ilişkisi, (Yayımlanmamış Yük-
sek Lisans Tezi), Hacettepe Üniversitesi, Ankara.
Mumford, L. (2013). Tarih boyunca kent: Kökenler, geçirdiği değişimler ve geleceği.
(Gürol Koca, Tamer Tosun, Çev.), Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Mutlu, E. vd. (2019). Kent kimliğinin korunması ve kolektif bellek mekânlarının
tespiti. İleri Teknoloji Bilimleri Dergisi, 8(2), 42-50. ISSN:2147-3455
Nora, P. (2006) Hafıza Mekânları. (Mehmet Emin Özcan, Çev.) Dost Kitapevi,
Ankara.
Okan, E. (2022). Prusias Ad Hypium tiyatrosu 2019-2020 kazı çalışmaları.
2019-2020 Yılı Kazı Çalışmaları, Cilt 2, Ankara, 75-98.
Okan, E. vd. (2022). Prusias Ad Hypium antik tiyatrosu: Yeni kazılar, ilk veriler.
Höyük Dergisi, Sayı: 9, 33-66. DOI: 10.37879/hoyuk.2022.033
Öz Baysal, E. (2017). Kent-bellek ilişkisinde güncel sanat pratikleri: İstanbul'u belgele-
mek, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Işık Üniversitesi, İstanbul.
Özlü, Z. (2008). Batı Karadeniz’de antik bir Osmanlı kenti: Prusias ad hypium, Üskübü
(Konuralp), İtalik Yayınları.
Özlü, Z. (2015). İlk çağdan Cumhuriyet’e bir Batı Karadeniz kenti Düzce (ahali-yi
sadıka/sefi ne-i nuh), Fırat Basım, İstanbul.
Pınarcık, P. ve Sütçü, Ç. (2017), Konuralp örneğinde Eskiçağ tarihine dair sözlü
tarih çalışması. Düzce'de Tarih Kültür ve Sanat, Ed. İsmail Yaşayanlar, 387-
391.
Pınar Pınarcık - Evrensel Barış Berkant
932
Pınarcık, P. ve Sütçü, Ç. (2020), Bir antik kent ve kültürel mirasın izdüşümü:
Konuralp. Uluslararası Konur Alp Gazi ve Düzce Tarihi Sempozyumu, Ed. Ali
Ertuğrul, Fırat Yaşa, 67-85.
Savrum-Kortanoğlu, M. (2017). Kent uzamında arkeoloji. Colloquium Anatolicum,
No. 16, 105-121.
Savrum-Kortanoğlu, M. (2020). Kentsel arkeolojinin kent yaşamına katılımı:
Roma Largo Argentina arkeolojik alanı. Amisos, 5(8), 122-137. ISSN: 2587-
2222 / e-ISSN: 2587-2230
Sevinç, M. (2019). Bir hafıza mekânı olarak kent meydanı ve dönüşümü: Otto
Herbert Hajek’in Ankara Hergelen meydan projesi örneği. Akdeniz Sanat,
13(24), 47-62.
Taşlı, İ. (2022). Bithynia kentlerinin kuruluşu ve kuruluş efsaneleri, (Yayımlanmamış
ksek Lisans Tezi), Düzce Üniversitesi, Düzce.
Ünlü, T. S. (2017). Kent kimliğinin oluşumunda kentsel bellek ve kentsel mekân
ilişkisi: Mersin örneği. Planlama, 27(1), 75-93. doi:
10.14744/planlama.2017.06078
İnternet Kaynakları
URL1: https://tarihvakfi.org.tr/proje/sozlu-tarih-calismalari/sozlu-tarih-nedir/
(Erişim Tarihi 28.10.2023)
Kaynak Kişiler
Ali Şengül, 1976 doğumlu, Düzce-Konuralp.
Cevat Aksöz, 1947 doğumlu, Düzce-Konuralp.
Enes Demirel, 11 yaşında, Düzce-Yeniaynalı.
Fatma Odabaş, 1959, Düzce-Konuralp.
Hakkı Odabaş, 1952, Düzce-Konuralp.
Halil Ergen, 1942 doğumlu, Beçi-Düzce.
Hüseyin Avni Başol, 1959 doğumlu, Düzce-Konuralp.
İrfan Topçuoğlu, 62 yaşında, Düzce-Konuralp.
İsmail Odabaş, 1945, Düzce-Konuralp.
İsmail Özcanım, 1928 doğumlu, Düzce-Konuralp.
Mehmet Güney, 53 yaşında, Düzce-Konuralp.
Mükerrem Özdemir, 1934 doğumlu, Düzce-Konuralp.
Müzeyyen Köklü, 1948 doğumlu, Düzce-Konuralp.
Nermin Kısacık, 1969 doğumlu, Düzce-Konuralp.
Nevin Güney 1953 doğumlu, Düzce-Konuralp.
Osman Köklü, 1936 doğumlu, Düzce-Konuralp.
Ömür Atik, 1953 doğumlu, Düzce-Konuralp.
Özer Kısacık: 1966 doğumlu, Düzce-Konuralp.
Perihan Aygün, 1941 doğumlu, Düzce-Konuralp.
Bir Şehrin Hafızasını Aralamak: Prusias Ad Hypium (Konuralp) Antik Kenti
933
Ramis Polat, 78 yaşında, Düzce-Konuralp.
Rukiye Odabaş, 1942, Düzce-Akçakoca.
Selahattin Devay, 1955 doğumlu, Düzce-Konuralp.
Sevim Devay, 1942 doğumlu, Düzce-Konuralp.
Tarık Aksöz, 1985 doğumlu, Düzce-Konuralp.
Vildan Çakmakçı, 1947 doğumlu, Düzce-Konuralp.
Züleyha Kartal Önemli, 1974 doğumlu, İzmir.
Pınar Pınarcık
Lisans eğitimini 1999 yılında Ege Üniversitesi Protohistorya ve Önasya Arkeolo-
jisi Bölümü’nde, yüksek lisansını 2005 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeolo-
ji Bölümü’nde tamamlamıştır. 2012 yılında yine aynı üniversitede Tarih Bölü-
mü’nde doktorasını bitirmiştir. 2013 yılında Düzce Üniversitesi Tarih Bölü-
mü’nde Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı’nda Dr. Öğr. Üyesi olarak göreve başlamış
ve halen aynı üniversitede Doç. Dr. olarak görevine devam etmektedir. Eski
Anadolu tarihi, Eski Önasya tarihi, tarihi coğrafya ve kent araştırmaları, kültürel
miras vb. konularda çalışmalarını sürdürmektedir.
She, completed her undergraduate education at Ege University, Department of
Protohistory and Near Eastern Archaeology in 1999, her master's degree at
Dokuz Eylul University, Department of Archaeology in 2005, her doctorate at
the Department of History at the same university in 2012. In 2013, she started
her career as a member of assistant professor in the Department of Ancient Histo-
ry at Duzce University and she currently continues her duty as a member of As-
soc. Prof. at the same university. She has continued to work about Ancient Ana-
tolian history, Ancient Near East history, historical geography and urban re-
search, cultural heritage, etc.
E-posta: pinarpinarcik@duzce.edu.tr
Evrensel Barış Berkant
Lisans eğitimini 1999 yılında Ege Üniversitesi Klasik Arkeoloji bölümünde, yük-
sek lisansını 2005 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Arkeoloji programında, doktorasını ise 2020 yılında yine aynı enstitü ve prog-
ramda tamamladı. Herhangi bir akademik kurumda görev almamıştır. Araştır-
malarını, bağımsız araştırmacı olarak sürdürmektedir. Sibirya Üst Paleolitik
Çağı, Mezolitik Çağ Avrasya’sı, Türklerin atalarının da dahil olduğu Kuzey
Avrasya’nın prehistorik halklarının arkeolojik kültürleri, onun araştırma alanla-
rından başta gelenleridir.
Pınar Pınarcık - Evrensel Barış Berkant
934
He, completed his undergraduate education in the Department of Classical Ar-
chaeology at Ege University in 1999, his master's degree in the Archaeology pro-
gram of Dokuz Eylül University Social Sciences Institute in 2005, and his PhD
in the same institute and program in 2020. He has not worked in any academic
institution. He continues his research as an independent researcher. His primary
research areas are the Siberian Upper Paleolithic Age, Mesolithic Eurasia, and
the archaeological cultures of prehistoric communities of Northern Eurasia, in-
cluding the ancestors of the Turks.
E-posta: evrenselbaris@gmail.com
ResearchGate has not been able to resolve any citations for this publication.
Article
Full-text available
Bu yayın, Prusias ad Hypium antik kenti tiyatrosunda yapılan arkeolojik kazıların güncel bilimsel verilerini bilim dünyasıyla paylaşmayı amaçlamaktadır. Günümüz Düzce ili sınırlarında kalan antik Prusias ad Hypium antik kenti, Bithynia Bölgesi’nin en önemli kentlerinden biridir ve ne yazık ki büyük oranda modern yerleşimin altındadır. Tiyatro bu kentin günümüze kadar korunan tek anıtsal yapısıdır. Tiyatro kentin güneye bakan yamacı üzerinde inşa edilmiştir. Üç bölümlü ve altı tonozlu girişe sahip caveası, yarım daireyi aşan orkestrası ve üç kapı ve altı pencereye sahip sahne binası ile oldukça görkemli bir yapıdır. Geç Hellenistik-Erken İmparatorluk Dönemi’nde inşa edilmiş olan tiyatro, Yunan ve Roma özelliklerini bir arada göstermektedir. Bu sebeple önemli geçiş tiyatrolarından biridir. Yapılan kazılarda ortaya çıkan mimari elemanlar ile bazı yazılı kanıtlarla tiyatronun İS 2. yüzyılda geniş çaplı bir yenileme geçirmiş olduğu anlaşılmaktadır. 2020 yılı kazıları ile de tiyatronun planının anlaşılması ve belgelenmesi mümkün olmuş, daha önceki yıllarda tiyatro hakkında çalışmalar bilim insanlarının ortaya koyduğu planlar ve bilgiler kesin şekilde değişmiştir.
Article
Full-text available
Bu makale Batı Karadeniz kıyısında küçük bir kent olan Bartın’a ilişkin bir etnografik araştırmaya dayanmaktadır ve küçük bir liman kasabasının XIX. yüzyıldan XX. yüzyılın ortalarına kadar süren yaklaşık yüz yıllık ekonomik gelişiminin, 1980’lerden sonra küresel ölçekte değişen ekonomi-politikteknolojik koşulların etkisi altında yerel düzeyde de üretim ilişkileri, üretim tarzı ve üretim araçlarının dönüşme sürecinin günümüzde kentte yaşayanların anlatılarına nasıl yansıtıldığı hakkındadır. Resmi ve gayri resmi konumları işgal eden yerel aydınların Bartın’ın il olduğu1991’den sonra giderek artan kent kimliği inşası olarak tanımlanabilecek entelektüel girişim ve çabaları kentin tarihi üzerine odaklanır ve ortak bir tarih ve kent imgesi oluşturmaya çalışılırken nelerin hatırlamaya değer olduğu, geçmişin hangi imgelerle hatırlandığı farklı mesleklerden, sınıflardan ve yaşlardan kentlilerin anlatımlarında bir ideolojik çeşitlilik oluşturmaktadır. Görüşmelerde ortaya çıkan, hatırlanmaya değer ve/veya anlamlı olana dair farklı yaklaşımlar, bir yandan sınıfsal ve eş zamanlı öte yandan kentin üretim ilişkileri ve tarzının dönüşümünü yansıtan, yani tarihsel/paradigmatik farklılaşmayı ortaya koymaktadır. Araştırmada, 19 Bartınlının tarihsel anlatıları bir araya getirildi ve kentsel imgelerin oluşturulması ve kimlik inşası bağlamında yorumlandı.
Conference Paper
Full-text available
...
Article
Full-text available
Geçmişten günümüze zengin bir kültürel birikime sahip ülkemizde kültürel mirasın tanınırlığı, korunması büyük önem arz etmektedir. Bireysel yaşanmışlıklarımız bizim geleceğimizi aydınlatırken, günümüze ulaşabilen bu yapılar toplumsal geçmişimize ışık tutmaktadır. Bireysel ve toplumsal hafızanın ilişkisinden yola çıkarak birey için hafızanın, toplum için kültürel mirasın korunması gerekmektedir. Her ikisi içinde farkındalık yaratmak amacıyla sosyal sorumluluk projeleri de kullanılabilir. Bu çalışmada bireysel hafıza ve toplumsal hafıza ilişkisinden bahsedilip daha sonra bireysel hafızanın gelişmesinde kültürel miras hafıza kartlarının önemine değinilmiştir. Tasarlanmış olan kültürel miras hafıza kartları, bir sosyal sorumluluk projesinden diğerine sıçramasını sağlatabilmek adına yaşlılıkta bireysel hafızanın önemine dikkat çekmeye ve bireysel hafızanın önemini kavramış bir grup genç ile denenerek sonuçları paylaşılmıştır.
Book
Full-text available
Batı Karadeniz Bölgesi’nin meşhur antik kenti Üskübü antik dönemde Hypios, Kieros, Prusias, Prusias pros Hypios, Prusias ad Hypium gibi adlarla anılmıştır. Kent Bithyn, Pontus ve Roma hakimiyetinde kalmıştır. Kent Melen Nehri kenarında bir tepe üzerinde kurulmuştur. Kent Selçuklular tarafından Doğu Roma İmparatorluğu elinden alınarak Türk ve İslam hakimiyetine girmişse de daha sonra tekrar Rumlar’ın eline geçmiş, Osman Gazi’nin saltanatının son yıllarında Orhan Gazi’nin meşhur komutanlarından Konur Alp tarafından 1317-18 yıllarında tekrar Türk-İslam hakimiyetine sokulmuştur. Bu fetihten sonra bugün Düzce ovası olarak bilinen yer Konrapa, Konuralp bölgesi de Üskübü (Eskibahçe, Eskibağ veya (Eskiba) adıyla anılmaya başlamıştır. Bölge Konur Alp’e ikta olarak verilmiş, Konur Alp’in vefatından sonra Sultan Murat (I) zamanında Sultanönü Sancağı’na, daha sonra ise Bolu’ya bağlanmıştır. XIV. yüzyıl sonlarında Bolu ve Kocaeli Sancakları arasında önemli bir merkez durumundadır. 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’ne bağlı bir çok yerde uygulandığı gibi Üskübü’de de idari alanda bir takım değişiklikler yapılarak bölge “dîvân” adı verilen birliklere dönüştürülerek idare edilmiştir. Dîvân sistemi hem kent merkezinde hem de kırsal alanda uygulanmıştır. Üskübü’de merkezde 2, kırsal alanda 10 adet olmak üzere 12 adet dîvân birliği kurulmuştur. Dîvânların tam olarak hangi köyleri kapsadığına ilişkin herhangi bir veri tespit edilememiştir. Bölge 18. ve 19. yüzyıllarda ayanların kontrolü altındadır. Üskübü’de Topçuzâde Mehmed Ağa ve Ayan Halil adında iki ayan tespit edilmiştir. En meşhur ayan Mehmed Ağa olup, ayanlıktan ayrıldıktan sonra, kendisine Üskübü Ayanı Halil dahil kendisini çekemeyen kişiler tarafından iftiralar atılarak Üskübü’de zulümler yaptığı iddia edilmiş, bu nedenle hapse düşmüş, çoluk çocuğu sefil bir duruma girmiş, bir süre sonra iftira kurbanı olduğu anlaşılınca serbest bırakılmıştır. Topçuoğlu ailesi bölgenin en varlıklı ve saygın ailelerinden birisi olup, ayanlık dışında 1844’te kentin kaza müdürlüğü de bu ailenin uhdesinde bulunmaktadır. 1844’te kentin kaza müdürü Topçu oğlu ailesinden İbrahim Ağa bin Hacı Mehmed’dir. İbrahim Ağa 18082 kuruşluk geliri ile kentin en varlıklı kişisidir. İbrahim Ağa’nın servetinin 13034 kuruşu Duhân (Tütün) Gümrüğü Mukataası’ndan elde edilmektedir. Köylerde ve mahallelerde yönetim, bulundukları mahallin genelde servet bakımından varlıklı kişileri olarak gözüken muhtar ve imamların elinde bulunmaktadır. Müdür, muhtar, imam, müderris, ziraat müdürü, zabtiye gibi muhtelif görevleri uhdesine alan kişilere ait zirâi arazi ve hayvanlar ile değirmen, pirinç dingi vs gayri menkûllerin tespit edilmesi bu kişilerin yönetim görevleri yanında çiftçilik ve hayvancılık yaptıklarını göstermektedir. Müderris, imam gibi dini hizmet veren görevlilere ait tütün işletmelerinin tespit edilmesi ilginçtir. Nitekim Osmanlı toplumunda yıllarca tartışmalara konu olan tütün yasağı kaldırılmış olmasına rağmen tütünün helal haram olduğu konusundaki tartışmaların uzun süre hatta günümüzde bile devam ettiği bilinmektedir. 18. yüzyıl başlarında, 1718’de Üskübü nüfusu ortalama 286 kişiden meydana gelirken, 126 yıl sonra, 1844’te, olağan üstü artış kaydederek ortalama 5310 kişiye yükselmiştir. Nitekim kaza merkezi ortalama 520, kırsal alan ise 4790 kişiden meydana gelmektedir. Nüfus 19. yüzyıl sonlarında 1310-1311/1892-1894’te ise 1098 kişiye, 1314/1896-1897 yıllarında 885 kişiye düşmüş, 1324/1906-1907 yıllarında ise 1220 kişiye yükselmiştir. 18. yüzyıl başlarında küçük bir merkez olan Üskübü nüfusunun 19. yüzyıl ortasında olağanüstü düzeyde yükselip, yüzyıl sonunda da olağanüstü düşüş kaydetmesinin nedeni Üskübü’ye bağlı olan birçok yerin 1870’te kaza olan Düzce’ye bağlanmasıdır. Yani Üskübü bugün olduğu gibi 19. yüzyılın ikinci yarısında da idari bir reform geçirerek küçülmüştür. 18. yüzyılın ikinci yarısında 1770-71’de yapılan cizye tespitinde Üskübü’de sadece 12 cizye yükümlüsü gayri Müslim tespit edilmiştir. Bu çerçevede nüfusun asıl ve esas unsurunu Türk ve İslam orijinli kişiler meydana getirmektedir. Bunun nedeni bölgenin ilk Türk-İslam yerleşkelerinden bir bölge olmasıdır. Nüfus içerisinde az da olsa Çerkesler, Tatar göçmenleri, Haymana orijinli Kürd Şeyh Bezenli Aşireti mensupları ve Kıptîler bulunmaktadır. Kent merkez ve kırsalında çok az gayri Müslim tespit edilmesi ve bölgenin yüzyıllar boyunca Türk-İslam idaresi altında bulunması kent dokusunun da bu yönde tekamül etmesini sağlamıştır. Demircilik, kazancılık, elekçilik, kapıcılık, çöpçülük gibi meslekler günümüzde olduğu gibi adeta Kıptîlerle özdeşleşmiş mesleklerdir. 1844’te Üskübü’de 38 yetim kişi tespit edilmiştir. Bu kişilerin ebeveynlerinin hangi sebeple öldüğüne ilişkin herhangi bir bulgu tespit edilememiştir. Üskübü Osmanlı ordusunun Asâkir-i Hassa-i Şâhâne ve redif askeri ihtiyaçlarının karşılandığı bir kenttir. Bölgenin Batı Karadeniz’de bulunması bazen sehven de olsa “Asâkir-i Bahriye” kentlerinden sayılmasına neden olmuşsa da 1834’te bunun düzeltilmesi konusunda Saray’a arz yapılmıştır. Bununla beraber 10 yıl sonraki 1844 sayımında bazı Üskübülüler’in Asâkir-i Bahriyede bulunduğunun belirtilmesi bu kurala daha sonraki dönemlerde de pek fazla uyulmadığını göstermesi açısından önemlidir. Üskübü halkından, 1897-1900 yılları arasında 12 kişinin, Balkan Savaşları’ndan Kurtuluş Savaşı sonuna kadar da 33 kişinin şehit düştüğü tespit edilmiştir. 19. yüzyılın birinci yarıyılının sonlarında Üskübü’de kolera hastalığı çıkmıştır. Üskübü Osmanlı Devleti’ne menzilkeş, kerestekeş ve derbend hizmeti veren önemli kentlerden birisidir. Menzil hizmeti olarak yılda 30 aded beygir sağlamakta, derbend hizmeti olarak Gümüşova’da Eğridere bölgesinde kurulması istenen 3 derbendden birinin masraflarını Düzce ile beraber karşılamakta ve kereste olarak İznikmid ve Bendereğli (Karadeniz Ereğlisi) tersânelerinde yapılan gemilerin kereste ihtiyaçlarını sağlamaktadır. Devlet gerek yetim kalan kişilerin gerekse de gâib denen uzakta bulunduğu için gayrimenkûlünü sahiplenmesi bir süreliğine imkansız görünen kişilerin gayrimenkûllerini ve kayıp hayvanları sahibi ortaya çıkıncaya kadar koruma altına alarak can güvenliği yanında mal güvenliğini de sağlamıştır. Yetim kişilerin malları genelde gönüllü olan birinci derecede akraba kişilere işletmeye verilerek bu malların enflasyon karşısında değer kaybetmesine izin verilmemiş aynı zamanda bu malların ekonomik sürece katılması sağlanarak ekonomik canlılık da sağlanmaya çalışılmıştır. Devletin ölen kişinin mallarına birincisi tereke tahriri içerisinde ikincisi ise tereke tahriri dışında ayrı bir tutanak düzenleyerek vasi tayin etmesi, vesâyet işine verilen önemi göstermesi açısından önemlidir. Vasiler malları genelde minimum 1 yıllığına maksimum 4 yıllığına işleterek yetim veya gâibin malının atıl kalmamasına özen göstermişlerdir. Kaybolan hayvanlar ise sahibi ortaya çıkınca, hayvan sahibi devlete yâve adında bir para ödedikten sonra hayvanına sahip olabilmiştir. Üskübü’ye ait şahsiyet, hurûfât ve vakfiye kayıtlarında görev silsilesinin genelde evlat merkezli olması, hem kent merkezi hem de kırsal alanda bulunan vakıfların ağırlık olarak zürri vakıflar olduğunu düşündürmektedir. İncelenen vakıflarda, görevler, genelde ilkönce vâkıfların kendi uhdesinde, daha sonra ise vâkıfın çocuklarından “ehil olana” geçmiştir. Bazı görevler ise yabancı kişilere tevcîh edilmiştir. Vakıflarda bazı suistimaller olmuşsa da bunlar istisna olarak kalmış, kişisel faydanın nesilden nesile aktarılma gayesinden ziyade hizmet işlevi ağır bastığı görülmüştür. Nitekim vakıf sahiplerinin vakıf ile ilgili görevleri genelde çocuklarına devretmek istemelerine rağmen “nâ-ehil” olanlar veya görevi usulsüzce uhdesine alanlar görevlere getirilmemiştir. Kentin en önemli hayırseverleri Dilâver Ağa, Yeniçeri Mehmed Beşe, Hacı Ahmed Ağa, Şeyh Şîblî ve Mehmed Fakih gibi kişilerdir. Dilâver Ağa merkezde bir câmi, çeşme ve Çilmi Köyü’nde bir mektep inşa ettirmiştir. Mîlân (Melen) Deresi Dîvânı’na bağlı A’saklar Köyü, Mîlân Nahiyesi Aşıklar Köyü, Mîlân Nahiyesi’ne bağlı Şâhsuvâr (Şehsuvar) Köyü, Beçi ve Ortaköy’de kurulan câmiler ise Yeniçeri Hacı Mehmed tarafından inşa edilmiş câmilerdir. Üskübü’de 80 câmi ve mescîd, 20 mezra, 2 medrese, 1 hamam, birçok mektep, çeşme, su kuyusu ve köprü gibi vakıflar tespit edilmiştir. Kentte medrese bulunmasına rağmen Üskübü’den İstanbul ve İskenderiye’ye ilim öğrenmeye gönderilen öğrencilerin bulunması bölge halkının ilme bakış açısını göstermesi açısından önemlidir. Kentin tespit edilen tek hamamı Hacı Şa’bân Hamamı’dır. Gündoğmuş ve Kadı oğlu köylerinde bulunan vakıf mezralarla subvanse edilen Mehmed Fakih Zâviyesi’ne görevli olarak atanan kişinin Halveti tarikatına mensup ehli ilim bir kişi olduğunun vurgulanması, Mehmed Fakih Zâviyesi’nde Sünni Halveti tarikatı mensuplarının etkin olduğunu ve bölgede böyle bir hizmet yapıldığını düşündürmektedir. Üskübü toprakları sadece Üskübü bölgesindeki câmi ve mescîdleri subvanse etmemiştir. Nitekim Akkadı Mezrası Süleymaniye Câmisi'nin tedrîs-i ulûm-u nâfiasına tahsis edilmiştir. Fidânî, Ketenciler ve Kemer gibi köylerde bulunan bazı vakıf tarlalar da Molla Fenârî ve Şemsi Ahmed Paşa (Bolu) câmilerine hasr edilmiştir. Üskübü vakıfları içerisinde sadece yedi tane para vakfı tespit edilmiştir. Bunların tamamı da kırsal alanda olup, altısı câmiye, biri medreseye hasredilmiştir. Bunlar Düverdüzü Köyü Câmisi, Karaçörtlen Köyü Câmisi, Yeniköy Câmisi, Laz Hamidiye (Kabalak) Köyü Câmisi (2 tane), Ballı (Ballar) Köyü Câmisi ve Karaçörtlen Köyü Fehmiye Medresesi para vakıflarıdır. Üskübü’deki câmi ve mescitlerde görev çeşidi olarak vesikalara muhtelif görevler yansımıştır. Bu görevler, imamlık, vaizlik, hatiplik, müezzinlik, kayyûmluk, hatiblik, ferrâşlık, devirhanlık ve mi’marlıktır. Büyük câmilere sala müezzini yanında Cuma namazı için özel Cuma müezzinleri atanmıştır. Bu veriler bize Üskübü câmi ve mescîdlerinin bir kısmında ibadethânenin büyüklüğüyle orantılı olarak ihtisaslaşmaya gidildiğini göstermektedir. Bölgenin bugün de önemli manevi dinamiklerinden birisi olarak kabul edilen Şeyh Şîblî, bölgede daha önce tekke ve câmisiyle hizmet vermiştir. Şeyh Şîblî ailesi ile ilgili arşivlerde tespit edilen ilk kayıt 1724 yılına aittir. 18. yüzyıl başlarında bölge halkının su ihtiyacı Üskübü yakınlarında bulunan Sovcuk Pınarı denen pınardan getirilen su ile karşılanmaktadır. Dilâver Ağa adı verilen hayırsever bir çeşme yaptırarak halkın su ihtiyaçlarının kolaylıkla karşılanmasına vesile olmuş ancak Dilâver Ağa’nın çeşmeyi yaptırdıktan sonra ansızın, çeşmeye bir vakıf yapmadan vefatı nedeniyle su yollarında bakım yapılamamış ve Üskübü’de susuzluk baş göstermiştir. Susuzluk ancak devletin yardım eliyle atlatılabilmiştir. Orhan Gazi döneminde Osmanlı topraklarına katılan Üskübü’de Sultan Orhan adına ait bazı vakıflar tespit edilmiştir. Bunlar Fidânî Köyü Câmi-i Şerifi ile A’saklar Köyü ve Mîlân Dîvânı Çayırlı Cuma Oymağı Köyü’nde bulunan vakıf tarlalardır. Mîlân Dîvânı Çayırlı Cuma Oymağı Köyü’nde bulunan vakıf tarlalar Zekeriya Zâviyesi’ni subvanse etmektedir. Bazı bölgelerde birden fazla ibadethânenin bulunması bu bölgelerde yerleşimin dağınık olduğunu düşündürmektedir. Terzialiler Mahallesi’nde 1 tekke (Şeyh Şîblî Tekkesi), Şeyh Şîblî ahfadının yaptırdığı 1 câmi ve 2 aded mescîd kurulması gibi. Üskübü’de servet birikiminin en yoğun olduğu aralık tıpkı kent merkezinde olduğu gibi kırsal alanda da 501- 1000 kuruş arası olan servet aralığıdır. Üskübü kent merkezinde olduğu gibi kırsal alanında da bulunan servetlerin ortalama % 50’si bölgenin varlıklı ailelerinin uhdesinde bulunmaktadır. Kent merkezinde hâne başına gelir ortalama 734,9 (kaza müdürü hariç) kuruşa tekâbül ederken, kırsal alanda bu miktarın 839,4 kuruşa yükselmesi kır genelinin kent merkezine göre daha varlıklı olduğunu düşündürmektedir. Kent merkezi ve kırsal alanda yaşayan hânelerin ortalama % 40 civarının kendi yaşadıkları bölge ortalamasının üzerinde bir gelir düzeyine sahip olması Üskübü kent ve kırsalında halkın kısmen orta halli bir profil çizdiğini göstermektedir. Üskübü’nün ekonomik durumu genelde tarımsal ve sınâi bir nitelik göstermektedir. Kent merkezinde ekili alanlardan ortalama % 42 hâsıla elde edilirken kırsal alanda da % 41 civarında hâsıla elde edilmesi Üskübü merkez ve kırsalının aynı oranda verimlilik düzeyine sahip olduğunu göstermektedir. Nitekim kent merkezinde hâne başına ekili alan miktarı ortalama 0,16 dönüm iken, kırsal alanda ortalama 0,14 dönümden biraz daha fazladır. Üskübü’de genelde küçük ve aile içi tüketime yönelik tarım işletmeleri kurulmuştur. Bununla beraber bölgede 82 Orta ve 2 büyük işletme tespit edilmesi bölgenin kendi dışına da sübvansiyon yaptığını düşündürmektedir. Kır ve kentin en büyük tahıl işletmesine kent merkezinde oturan ve bölgenin en varlıklı kişisi olan Kaza Müdürü Topçuzâde İbrahim Ağa bin Hacı Mehmed sahiptir. Tarımsal faaliyetlerin genelde hâne içi tüketime yönelik küçük işletmeler olması tarımda ücretli işgücü çalıştırmayı sınırlamış olmalıdır. Üskübü’de 682 aded tütün işletmesi tespit edilmiştir. Bu işletmelerin tamamı küçük işletmelerdir. Tütün işletmeleri küçük de olsa bölge halkının önemli bir kısmının geçim kaynağı haline gelmiştir. 1844 yılında Üskübü merkez ve kırsalında toplam 4411,5 kıyye tütün üretimi yapılmıştır. Üskübü’deki tarımsal işletmeler içerisinde alan açısından üçüncü sırada bulunan tütün işletmelerinden en yüksek verimin alındığı görülmektedir. Bu durum bölge topraklarının tütün işletmeciliğine son derece uygun olduğunu göstermektedir. Üskübü’de 548 aded küçük, 18 aded orta büyüklükte pirinç işletmesi tespit edilmiştir. 1844’te toplam 1141 kile pirinç üretimi yapılmıştır. Kent merkezinde alan açısından ikinci sırada bulunan pirinç tarlalarından elde edilen verim yüksek olduğu halde kırda buğday, arpa gibi hubûbâtların üretimi pirincin yerine geçmiştir. Üskübü’de sadece kırsal alanda keten üretimi yapılmaktadır. 389 aded küçük keten işletmesi tespit edilmiştir. 1844’te toplam 2681 kıyye keten üretimi yapılmıştır. Üskübü’de 4706 aded ve 15,75 dönüm meyve ağacı tespit edilmiştir. Meyve ağaçları içerisinde elma, kiraz, yemiş, ceviz, armud, erik gibi muhtelif meyve ağaçları bulunmaktadır. Bu ağaçlardan 585 adedi erik ağacıdır. Meyve sektörünün en gelişmiş olduğu bölgeler Yukarıkaraköy, Aşağıkaraköy ve Arabacılar’dır. Üskübü merkezinde 482 adet büyükbaş hayvan ve 12 aded arı kovanı tespit edilmesine rağmen, kırsal alanda 5111 adet büyükbaş hayvan ve 963 aded arı kovanı tespit edilmesi hayvancılık sektörünün kırda daha fazla geliştiğinin en önemli göstergesidir. Büyükbaş hayvancılık olarak ağırlık olarak süt sığırcılığı egemen bir durumdadır. Hem kırda hem de kent merkezinde az da olsa küçükbaş hayvancılıkta yapılmaktadır. Üskübü’nün tepe bir yerde bulunması engebeli araziye dayanıklı, beslenmesi kolay ve çabuk üreyen bir hayvan olan keçinin yetiştirilmesi için doğal bir ortam olmuştur. Devlet kayıt dışı ekonominin önüne geçebilmek için vergiye tabi gayrimenkûllerin ve hayvanların sadece içinde bulunulan yıl değil gelecek 3-4 yıl içerisindeki olası gelirlerini de hesap ederek kayıt altına almıştır. Devlet günümüzde bazı çağdaş hükümetlerin yaptığı gibi kentte ileriki yıllarda hâne başına elde edilecek olası miktarları yüksek hesap ederek adeta ileriki yıllarda kentin gelir seviyesini yükseltmeyi hedefleyip halkı da bu yönde manipüle etmiştir. Yine vergisini vermeden vefat eden kişilerin miraslarına el koyarak verginin mirastan alınması da bu çerçevede değerlendirilmesi gereken bir girişimdir. Temmettuat Defterleri’nden elde edilen veriler, kişilerin servet düzeylerine bakılarak düzenlendiği için, bu defterler varlıklı hâneler yanında düşük gelirli fakir insanların da ekonomik profili ve ödediği vergiler konusunda veriler sunmaktadır. Bu çerçevede devletin fakir olarak tanımladığımız insanlardan genelde vergi almadığı tespit edilmiştir. Bu durum, Osmanlı’da sosyal güvenliğin, varlığını haber vermesi açısından dikkate değer bir husustur. İhtisaslaşmış mesleklerin ve işyerlerinin sayısı son derece azdır. Bu durum bölge halkının ihtiyaç duyduğu muhtelif işleri kendi imkanlarıyla gerçekleştirdiğini düşündürmektedir. Bölgede ihtisaslaşmış mesleklerin azlığı bazı meslek gruplarını birden fazla mesleği icra etmeye de itmiştir. Demircilerin nalbantlık yapması gibi. Gerek kent merkezinde gerek kırsal alanda birçok meslek grubuna ait işyerinin tespit edilememesi bu mesleklerin seyyar olarak yapıldığını düşündürmektedir. Kent merkezi kıra göre mesleki çeşitliliğin daha yoğun olduğu bir mekandır. Kırın demografik yoğunluğu ve kırda tarımsal orijinli mesleklerin çoğunluğu kırdaki mesleki gelir oranını kent merkezine göre olağanüstü düzeyde yükseltmiştir. Kent ve kırda bulunan değirmen, pirinç dingi ve su hızarları bölge halkı tarafından müşterek bir şekilde işletilmiştir. Değirmen ve pirinç dingleri işleticilerinin önemli bir kısmı varlıklı veya statü sahibi kişilerden meydana gelmektedir. Bölgedeki değirmenler gün hesabına göre işletilmiştir. Aileler varlık durumlarına göre maksimum 2 günde bir, minimum 25 günde bir olmak üzere değirmenleri kendi uhdelerine almışlardır. Kırsal alanda bulunan su hızarı, su değirmeni ve pirinç dingi işletmeciliği bir arada düşünüldüğünde bölgede her üç sektörden elde edilen gelirin % 56’sının su hızarından, % 29’unun su değirmeninden % 15’inin ise pirinç dingi işletmeciliğinden sağlandığı görülecektir. Her 3 sektörün bir arada bulunduğu yer Avlıyan ve Çilimli bölgeleridir. Demircilik, kalaycılık, elekçilik gibi metalürji alanına özgü meslekler Kıptî gruplar tarafından yapılmıştır. Bu kişilere ait herhangi bir işyerinin tespit edilememesi bu mesleklerin seyyar bir şekilde yapıldığını akla getirmektedir. Üskübü Osmanlı başkentinin kereste ve odun ihtiyaçlarını karşılayan kentlerden birisidir. Kent merkezinde 3, kırsal alanda ise 644 kişinin kereste ve odun sektörü ile uğraşması bu sektörün kırsal alanda daha fazla tekamül ettiğini göstermektedir. Kereste ve odun sektörünün en yaygın olduğu yerler sırasıyla Sarıkasımlar, Melen, Yukarıkaraköy, Çilimli ve Gideni bölgeleridir. Kent merkezi genelinde ortalama % 13 oranında öşür, % 87 oranında vergüy- i mahsûsa toplanmışken, kırsal alanda ortalama % 89,3 oranında vergüy-i mahsûsa, % 10,6 oranında öşür toplandığı tespit edilmiştir. Kent merkezi ve kırdaki öşür oranlarındaki benzerliğin nedeni hem kentte hem de kırda ekili alanlardan elde edilen gelirin birbirine yakın oranlarda olmasıdır. (% 41-42). Üskübü’de insanlar bedenleri üzerine gömlek, entâri, yelek, aba, cübbe, yağmurluk, palto ve salta başlarına fes, sarık, yazma ve örtme, bellerine şal ve kuşak giymişlerdir. Pantolon olarak şalvar, çakşır ve potur giyilmiştir. Erkekler aksesuar olarak varlık seviyelerine göre saat, tütün tabakası ve sarı, siyah ve kırmızı tesbihler kadınlar ise saçlarına siyah ve yaldız desenli kaytanlar ve ayaklarına halhal takmışlardır. Konutlarda oda mefrûşâtı olarak mak’ad, perde, minder, şilte, kilim, hasır, seccade, sandık (elbise dolabı) ve ayna, mutfak takımı olarak kahve ve çay takımları, sini, küp, desti, ibrik, tencere, tava, tepsi, subakırı (güğüm), leğen, sahan, anbar, saç ayağı, tas, bakraç ve kazan yatak takımı olarak yatak (döşek), yorgan ve yastık aydınlatma aracı olarak mum, şamdan ve lanba, ısınma aracı olarak ise mangal kullanmışlardır. Bu malzemelerin çoğunun tür, desen ve renk özelliklerine ilişkin pek fazla veri bulunmamaktadır. Bazı konutlarda çay takımlarına rastlanması çayın 19. yüzyıl sonlarından itibaren Türk mutfağına girmeye başladığını göstermesi açısından önemlidir. Konutlarında avan nuhas (bakır) bulunan aileler genelde servet bakımından varlıklı ailelerdir. Bölgede özel olduğunu düşündüğümüz silah çeşitleri şunlardır: Burder tüfenk, tabanca, Laz kaması, Yatağan bıçağı ve (Çerkes) kılıcı. Bölgede kullanılan tarımsal faaliyetlerin vazgeçilmez malzemeleri ise şunlardır: araba, düven, saban, boyunduruk, gürebe (bir tür balta), bel, orak, tırpan, bıçkı ve destere, örs, çekiç, nacak, keser, kazma, burgu (matkap), balta, çapa, çuval, dağarcık ve heybe, sarat (kalbur), kantar vs.dir. Üskübü başlangıçta ayrı bir kaza iken daha sonra nahiyeye dönüştürülmüştür. Kaza iken bölgede bir kadılık kurulmuştur. Fakat mahkemenin tam olarak yerinin neresi olduğu konusunda bir bulgu tespit edilememiştir. Nahiye olduğu dönemlerde hukuki işlerini bağlı bulunduğu Düzce Kazası mahkemesi aracılığıyla yürütmüştür. Ancak bölgenin Düzce’ye uzak olması bölge halkının hukuki işlemlerini genelde günümüz avukatlarına benzeyen dava vekilleri aracılığıyla yürütmesine neden olmuştur. Dava vekilliği genelde erkeklere özgü bir meslek grubu haline dönüşmüştür. Dava vekillerinin muhtelif tarihlerde muhtelif davalarda vekil olmaları ve bazı fakir olduğu anlaşılan ailelerin dava vekili tayin etmeden kendi işini kendisi görmeye çalışması bu işin para ile yapıldığını akla getirmektedir. Mahkemeler kendilerine bir şikayet geldiği zaman ilkönce davacı ile ilgili kimlik tespiti yaparak tutanaklar hazırlamışlardır. Davaların çözümünde kadı veya nâib sadece kendi iradesiyle olayları çözüme kavuşturma yoluna gitmemiş, dava vekillerinin savunmaları, şuhûdu’l hal denen saygın kişilerin ve şahitlerin referanslarını da dikkate almıştır. Olaylar mahkemeye taşınmadan “muslihûn” denen ara bulucular tarafından çözüme kavuşturulmaya çalışılarak mahkemenin yükü azaltılmaya çalışılmıştır. Araştırma kapsamı belgelerde Üskübü’de sadece 3 kişinin çok eşle (2 eşli) evlilik yaptığının tespit edilmesi bölgede monogami evlilik tipinin (tek eş) yaygın olduğunu düşündürmektedir. Üskübülü kadın ve erkekler boşanma davalarında genelde muhalaa denen anlaşmalı boşanmayı tercih etmişlerdir. Ancak erkeklerin bazısının boşanmadan sonra kadının mehr ve nafakasını ödemede duyarsız davranması kadının hakkını aramak için mahkemeye başvurmasına neden olmuştur. Üskübü’de 1844 yılında yapılan sayımda 1450 adet Müslüman erkek adı içerisinde 188 Mehmed, 154 Mustafa, 135 Ahmed, 107 Hüseyin, 104 İbrahim, 101 Hasan, 100 Ali, 82 Halil, 79 Osman, 67 İsmail, 44 Ömer adının tespit edilmesi bölgenin Türk-İslam dokusuna işaret etmesi açısından önemlidir. Bölgede bulunan Terzialiler Mahallesi, mahallede yaşayan Terzi oğlu sülalesine istinaden, Ağsaklar Köyü, köyde bulunan Ağsak Dede vakıf mezrasına istinaden, Lazdüz (Düzköy) Köyü ise bölgeye Rize Sancağı Hopa Kazası’na bağlı Düz Köyü’nden göç eden kişilere istinaden isimlendirilmiş olmalıdırlar. Şeyh Şîblî Tekkesi Terzialiler Mahallesi’nde kurulmasına rağmen Tekke Mahallesi de Şeyh Şîblî Tekkesi’nin manevi nüfuzunun büyüklüğüne istinaden isimlendirilmiş olmalıdır.
Book
Full-text available
Düzce şehri antik dönemde Dusae Pros Olypum, Osmanlı döneminde ise Düzce ve Konrapa isimleri başta olmak üzere, Konurâbâd, Düsce, Düzceli gibi adlarla isimlendirilmiştir. Bu isimlerden Konrapa adı Düzce içerisinde bulunan özel bir bölge için de kullanılmış, ayrıca bölgede yaşayan halk Osmanlı devleti tarafından “ahâli-yi sâdıka” olarak tanımlanmıştır. Şehir her ne kadar Selçuklular tarafından Bizans’tan alınarak Türk İslam hâkimiyetine sokulmuşsa da, Selçuklu Devleti’nin son dönemlerinde tekrar elden çıkmıştır. Osman Gazi’nin son dönemlerinde ise, Konur Alp Bey tarafından tekrar Türk İslam hâkimiyetine sokulmuştur (1317/1318). Bu fetihten sonra Düzce Ovası Konur Alp’in gösterdiği kahramanlığa istinaden “Konrâpâ”, “Konrapa” ve “Konur Alp İli” olarak adlandırılmıştır. Bölge Konur Alp’e ikta olarak verilmiş, Konur Alp’in ölümü ile Şehzâde Murat’a, daha sonra da Gündüz Alp’e bırakılmıştır. Kent, Bolu’nun fethiyle buraya bağlanmış ve XIV. yüzyıl sonlarında Bolu ve Kocaeli sancakları arasında önemli bir merkez haline gelmiştir. Bölgenin 1909’da Bolu Sancağı’ndan ayrılarak İzmid’e bağlanması yönünde Dâhiliye Nezâreti’ne arz yapılmıştır. Bölge Orhan Gazi döneminde Nalbantoğlu köyü Cuma Camisi (Kuba Camisi), Hasanlar köyü Orhan Gazi Camisi, Beçiyörükler Köyü Orhangazi Camisi, Kaynaşlı/Sarıçökek Köyü Orhangazi Cuma Camisi gibi önemli yapılarla donatılmıştır. Bu camilerden özellikle Kaynaşlı/Sarıçökek Köyü Camisi çandı sistemle inşa edilmiş olup halen özgün haliyle ayakta durmaktadır. Düzce, Osmanlı Devleti’nin önemli kazalarından birisidir. Nitekim Düzce’ye bağlı Şahinciler Köyünde 12 hâne, Milanderesi (Melenderesi) köyünden de 10 neferin Osmanlı sarayına şahin yetiştirdiği tespit edilmiştir. Köyde yetiştirilen şahin türleri Girütkaya, Eykaya, Harcıkaya, Boyalıkaya, Günî (Kevnî), Karacailyas, Nemâzî, Kızılelma ve Kızıltepe gibi adlarla adlandırılmaktadır. Düzce’de A’saklar, Ezerhan Dağı, Bekirler, Çınardüzü, Çakırsayvan, Çatalçam, Hacıyeri, Hoca (Hace), Derdin Darıyeri, Dikmen, Saz, Sakarkiriş, Sitelik, Sığırlık, Suludere, Çukurviran, Şeyh, Kavakbıçkı, Karaburun, Karık, Kadı Mezarı Karakaş, Murad Bey, Mengen, Yağven (Yağun) Pelid, Maabdede, Kadifekale Beyköy, Kuyudüzü, Hucac Bey, Yongalık, Sarıdere, Pomaklıdede, Dededüzü Mertpınar ve Kaşlık Bıçkı bölgelerinde mîrî ormanlar bulunmaktadır. Bu ormanlarda, çoğunlukla meşe, gürgen, kayın, köknar, ıhlamur, dişbudak, karaağaç, kestane ve biraz da çam ağaçları bulunmaktadır. Tersâne-yi Âmire’de inşa ve tamir edilen Donanma-yı Hümâyûn kalyonlarının levazımâtı için her yıl bu ormanlardan dümen-i kebir, Yege-i dümen, İrğad-ı kebir, Serkütük ve benzeri karaağaç keresteleri ile Börsütmeser, Berçulakreb, Bükme çatal, Sürme çatal, Astar Börsütme, Pâre börsütme olarak adlandırılan muhtelif meşe keresteleri elde edilmiştir. Irgâd-ı kebir çiftesi ve Latha-i kebir meşesi kerestesi Eftenili (Efteni) ve Bataklı bölgesindeki dağlardan, karaağaç cinsi ağaçlar ise Gümüşâbâd ile Düzce arasında bulunan ormanlardan ve Bataklık olarak isimlendirilen yerden elde edilmiştir. Osmanlı sarayının ihtiyaç duyduğu odunun 120 bin çekisi Kastamonu Vilâyeti ve İzmid Sancağı ormanlarından karşılanmakta, bu miktarın 50 bin çekisi Düzce ormanlarından elde edilmektedir. İzmid’den Ereğli’ye kadar uzatılması kararlaştırılan demiryolu hattının ihtiyaç duyduğu kereste ve odunların bir kısmı da bölgeden talep edilmiştir. Ormanlarından kesilen keresteler, Akçaşehir ve Milan Ağzı iskeleleri aracılığıyla nakledilmiştir. Bölge, başkent İstanbul ile Erzurum, Van, Gümüşhâne, Diyarbakır, Kastamonu, Çıldır, İstanbul, Karahisar, Yozgat, Kars, Tosya, Maraş, Sivas, Trabzon, Bağdad, Keban ve Ergani arasında önemli bir geçiş alanı teşkil etmiştir. Bölge menzilinin hizmeti, Düzce ve Üskübü kazaları ahalileri tarafından karşılanmıştır. Osmanlı Devleti’nde merkezi otoritenin zayıflamasıyla beraber taşrada güçlenmeye başlayan ayanların varlığına Düzce’de ilk olarak 1782 yılında rastlanmıştır. Bölgede, 18. Yüzyıl sonları ve 19. Yüzyıl başlarında ayanların etkili olduğu görülmektedir. Bölgenin meşhur ayanları bu tarihlerde (1782-1807) kereste tüccarı olan Hacı İbrahim oğlu, Hacı Ali, Silahşör-ü Hassa’dan ve seyyid olan Zeynel Abidin Ağa, Hacı İbrahim oğlu Seyyid Ahmed ve Tahir adlı kişilerdir. Adı geçen ayanlardan Hacı İbrahim oğlu ile Hacı İbrahim oğlu Seyyid Ahmed’in aynı kişiler veya aynı soydan olması olası gözükmektedir. 19. Yüzyılın ilk yarısında, Osmanlı Devleti’ne bağlı birçok kazada, kazaya bağlı yakın köyler birleştirilerek Divan adı verilen yeni idari birimler kurulmuştur. Bu yeni birimler Düzce’de de oluşturulmuşsa da, hangi birimlerin hangi Divan kapsamına alındığı konusunda net ve toplu bir veri tespit edilememiştir. Şer’iyye sicillerinde muhtelif kayıtlarda bulunan bazı yer bilgileri dışında gerek temettuat defterleri gerekse de Başbakanlık arşivinde tespit edilen kayıtlar bu konuda açıklayıcı bir bilgi vermemektedir. Bu dönemde Düzce’de 16 aded Divan Birliği kurulmuştur. Bunlar, Akpınar Divanı, Bakraz Divanı, Bakraz Divanı Mıcırlı Köyü, Bakraza tabi Akçaşehir (Köyü), Bataklı Divanı, Câlûr Divanı, Darıyeri Divanı, Efteni Bey Divanı, Efteni İmamlar Divanı, Eğerciler Divanı, Karapınar Divanı, Karye-i Akçalar Tabi-i Divan-ı Eğerciler, Karye-i Câlur Tabi-i Metekler, Karye-i Keydâni Tabi-i Aşağı Milan Divanı, Karye-i Merhem Tabi-i Divan-ı Eğerciler ve Şeyh Bezenli Aşireti-Ekrad Taifesi’ne aittir. Bu isimlerden bazıları bölgede bulunan bir divana bağlı köy olarak tanımlansa da, bunların da ayrı bir divan birliği oluşturduğu düşünülmektedir. Nitekim bölgede Aşağı Milan Divanı adında bir divan birliği kurulmadığı halde bölgede kurulan divanlardan birisinin Karye-i Keydâni Tabi-i Aşağı Milan Divanı olarak adlandırılması bu düşüncemizi destekler niteliktedir. Düzce’de oluşturulan divan birliklerinde dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, Düzce’de kent kimliğinden ziyade kır kimliğinin hâkim olduğunu göstermesidir. Bu veri, Düzce’nin bu tarihlerde (1844) henüz kırsal niteliklerden kurtulamadığı izlenimini vermektedir. Bu nedenle şehirle ilgili analiz yapılırken kır ve kent merkezi karşılaştırması yapılamamış ve Düzce’nin bütünü ele alınarak bu meyanda değerlendirmeler yapılmıştır. Osmanlı genelinde olduğu gibi Düzce’de de mali işlerle ilgili bütün memuriyetlerde istihdam edilecek memurların kefâlete bağlanması ve tehlike içerisine giren kişilerin güvenliğinin sağlanmasında katkısı olan herkesin Tahlîs Madalyası Nîzamnâmesi çerçevesince ödüllendirilmesine önem verilmiştir. 1844’te kentin kaza müdürü, Tönti oğlu Hacı Ahmed Ağa’dır. Ahmed Ağa kentin varlıklı kişilerinden birisi olup, çiftçilikten kaza müdürlüğüne terfi etmiştir. 1864 Vilâyet Nîzamnâmesi ile yönetim biçiminde değişiklikler yapılmış ve daha önce müdürler tarafından idare edilen kazaların başına hükümetçe atanan kaymakamlar getirilmiştir. Osmanlı Devleti’nde kazalar kendi içerisinde birinci, ikinci ve üçüncü sınıf gibi gruplara ayrılmıştır. Düzce kazası, 1888 yılına kadar idari bakımdan üçüncü sınıf bir kaymakamlıktır. Kazanın muhacir iskânı ile öneminin artması ve Gökçesu nahiyesi müdürlüğünün lağvedilerek tasarruf edilen maaşın Düzce Kaymakamlığı maaşına aktarılması ile kaza ikinci sınıf bir kaymakamlığa dönüştürülmüştür. Kazanın birinci sınıfa yükseltilip yükseltilmediği tam olarak tespit edilememiştir; ancak bölgeye 1907-1908 yıllarında birinci sınıf kaymakamlardan birisinin tayin edilmesi bu konuda bir soru işareti oluşturmuştur. Bununla beraber Osmanlı Devleti’nde kaymakamlıklar arasındaki nakil ve becayiş kural gereği genelde aynı sınıflar arasında yapılmasına rağmen kaymakamın görevinden azli gibi bazı özel durumlarda alt sınıftaki bir kaymakamlıktan üst sınıftaki bir kaymakamlığa nakil yapılabildiği de unutulmamalıdır. Kaymakamlara da diğer memurlar gibi yeni bir göreve tayin edildiği zaman kendilerine devlet tarafından bir harcırah tayin edilmiştir. Harcırah ödemesi “Emvâl-i Mahalliye’den yapılmış ve verilen harcırahın % 5’i de Bâb-ı Âli Teshîlât Sandığı’na tahsis edilmiştir. Kaymakam olan kişiler herhangi bir nedenle görev başında bulunmadıkları zaman maaşları tam olarak ödenmemiş ve kesintiye gidilmiştir. Kaymakamın yerine vekâlet eden kişiye ise, muvazzaf memur ise 1/5 oranında, değilse 1/2 oranında maaş tahsis edilmiştir. Kaymakamların ilk alacakları maaşın yarısı da, Tekâüd Sandığı’na kesinti olarak ayrılmıştır. Kaymakamlık içerisindeki birimlerden Mal Müdürlüğü, Tapu Dairesi, Orman İdaresi gibi birimler ilk dönemlerde küçük bir birim iken, ileriki yıllarda özellikle de Cumhuriyet’in ilanı ile kendi içerisinde ihtisaslaşarak daha büyük birimler haline gelmişlerdir. Klasik dönemde vakıflar, loncalar ve mahallelerde kurulan muhtelif organlar tarafından icra edilen belediye hizmetleri, 19. yüzyıl sonlarından itibaren Düzce’de de kurulan belediye teşkilatı vasıtasıyla yürütülmüştür. Düzce’de belediyenin varlığına ilişkin ilk veri 1298/1881 yıllarına aittir. Bu tarihte kentin belediye reisi ise, Ömer Ağa adlı bir kişidir. İlgili dönemde belediyenin teşkilatı ve hizmetlerine ilişkin herhangi bir veri tespit edilememiştir. Teşkilat 1897’lere kadar küçük bir birim iken, 1906-1907 yıllarında ve nihayet cumhuriyet döneminde görevlerde ihtisaslaşmalara giderek daha da büyümüştür. 1310-1311 (1892-94) yıllarında Ayıntablızâde ailesinden Mehmed Efendi belediye yönetiminde üyelik yaparken aynı aileden Ayıntablızâde Mehmed Cemâlî Efendi’nin Ziraatbank Müdürlüğü ve Maârîf Meclisi Kâtipliği görevini icra etmesi, Ayıntablızâdelerin Düzce’nin yönetiminde etkin bir aile olduğunu akla getirmektedir. Nitekim bölgede bugün şehir merkezinde bulunan bir caddenin “Gaziantep Caddesi” olarak isimlendirilmesi, ailenin bölgedeki saygınlığının bir sonucu olarak görülmektedir. Belediyenin gelirlerinin ancak giderlerini karşılayacak bir kapasitede olduğu görülmektedir. Nitekim 1925 yılında Düzce Belediyesi’nin bir yıllık gelirinin 1.013.881 kuruş olduğu tespit edilmiştir. Masraflar da aşağı yukarı gelirlerle aynı oranında gerçekleşmiştir. Köylerde ve mahallelerde yönetim, genelde muhtar ve imamların elinde bulunmaktadır. Devlet zamanın şartlarına ve ihtiyaca göre idari birimleri birleştirme veya münferiden idare etme yoluna gitmiştir. Düzce’de yeni idari birimlerin kurulmasında birimlerin büyümesi, farklı orijine sahip milletlerin birbirine uyumsuz davranışlarının olması ve yeni gelen göçmenlere yer temini gibi nedenler etkili olmuştur. Devlet yeni idari birimleri oluştururken, özellikle köyleri kendi içerisinde mahallelere bölerken, mahallelerin 30 hâneden oluşmasına özen göstermiştir. 1914 yılında Yığılca Nahiyesi ile beraber Bekirler, Çukur, Çorak, Çukurviran, Hacılar, Şeyhler, Köseler, Şeyh, Çiftlik, Hoca (Hace), Karakaş, Hermiz (Hermez), Metkin ve Yağun Pelid köyleri Düzce kazasına ilhak edilmiştir. Oluşturulan birimlerden Kuyudüzü Köyü’nün Hatkoy Köyü’ne, Dereli Köyü’nün Hacı Alimler Köyü’ne bağlanmasına, Alaptura Köyü’nün müstakilen idare edilmesine ve Muhâcîr Taşköprü-Tınaz Köyü ile Çerkes Seruh Efendi-Hoca köylerinin birbirinden ayrılarak müstakilen idare edilmelerine karar verilmiştir. İçkale göçmenleri ile Lazşerefiye, Ordu göçmenleri ile Kurugöl kurulmuştur. Lazşerefiye köyüne ilk iskân 1895 yılında yapılmış ve köyün adı Lazşerefiye olarak isimlendirilmiştir. Kurugöl’e ilk iskân ise 1894 yılında yapılmış ve köyün adı Kurugöl olarak adlandırılmıştır. Yine Akçakoca sınırları içerisinde bulunan Câhallı (Çuhalı) Köyü’nün adı ise, 1912 yılında Osmaniye olarak değiştirilerek bölge köy statüsünden mahalleye dönüştürülmüştür. Düzce’ye Rumların göçüne dair ilk bilgi 1888/1889 tarihine aittir. Nitekim bu tarihte Ordu Kazası’ndan bir grup Rum Düzce’ye göç etmiş ve devlet tarafından Büyükpınar (Kurdsuyu) bölgesine yerleştirilmişlerdir. Böylece Büyükpınar bölgesi müstakil bir köy olarak yeni bir idari birime dönüştürülmüş ve merkez kazaya katılmıştır. Bölgeye Rum göçü ileriki tarihlerde de devam etmiştir. 18. yüzyıl başlarında, 1718’de Düzce nüfusu ortalama 600 kişiden meydana gelirken, 126 yıl sonra, 1844’te, olağan üstü artış kaydederek ortalama 4430 kişiye yükselmiştir. Nüfus 19. yüzyıl sonlarında bölgeye yapılan iç ve dış göçlerle ve Üskübü, Akçakoca gibi birimlerin Düzce’nin bünyesine katılmasıyla daha büyük bir artış kaydetmiştir. Bölgeye 19. yüzyılda Kafkasya’dan Çerkes (Han, Besni, Bestan, Şabsığ kabileleri), Abaza (Dahum muhâcîrleri) ve Gürcüler, Balkanlardan Boşnak, Rumeli muhâcîri ve Tatar, Karadeniz bölgesinden de Laz ve Ordulu olarak tanımlanan birçok halk göç etmiştir. Bölgeye 1864 yılına kadar Çerkes Kabilesi olarak 500 hane (4000 kişi) yerleştirilmiştir. Çerkesler’in bölgedeki sayısı 1906-1907 yılına kadar 9813 kişiye ulaşmış ve bölgenin Türklerden sonra ikinci büyük nüfusunu oluşturmuştur. Düzce’ye Abaza Dahum muhâcîri olarak ise 1000 hane yerleştirilmiştir. Düzce’ye 1907 yılına kadar Ordu Kazası’ndan ise 2000 hanenin (15000+ kişi) iç göç gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır. Ordulu göçmenlerin sayısı, 1906-1907 yıllarında 6405 kişiye tekabül etmektedir. Aradaki bir yıllık dönemde Ordulu göçmen sayısının bu kadar artması bölge nüfusunun niteliği açısından gerçekten önemli bir olgudur. Yapılan göçlerle Düzce genel nüfusu 1311/1894 yılında 31876 kişiye, 1314/1896-1897 yıllarında 38406 kişiye, 1906-1907 yıllarında ise 69160’a yükselmiştir. 1925 yılına geldiğinde ise nüfusun 6125 kişi aşağıya düştüğü görülmüştür. Bunun muhtemel nedeni ülkenin her bölgesinde olduğu gibi Düzce’de de birçok kişinin savaşlarda şehit olmasıdır. Bölgeye yapılan göçler incelenecek olursa, yerleştirilen muhâcirlerden bazılarının iskân yerlerinden veya iskân edildikleri hanelerden memnun olmadıkları görülmüştür. Bununla beraber muhâcirlerin iskân edildikleri yerlerden izinsiz olarak ayrılmalarına da izin verilmemiştir. Bunun en önemli gerekçesi devletin Düzce ovasını şenlendirmek istemesidir. Böylelikle bir yandan muhâcirlerin talepleri yerine getirilirken bir yandan da yeni üretim alanları oluşturularak devlete yeni vergi kalemleri oluşturulmuştur. Muhâcirlerin bir kısmına yapılan hanelerin devlet tarafından farklı bir mimaride (medrese biçiminde) yapılması kararlaştırılmasına rağmen muhâcirlerin aynı biçim hanelerde ikamet etmek istemesi dikkate alınarak bütün hanelerin aynı modelde yapılması sağlanmıştır. Çerkes Besleney (Besni) Kabilesi’nin lideri Bişmâf Bey ve köleleri için 17 odalı ve fevkâni (iki katlı) 3 bab hane inşa edilmesi muhâcirlerin beylerine de bey gibi muamele yapıldığını göstermesi açısından önemlidir. Muhâcirlere hâneler yanında zaman zaman aksamalar meydana gelse de ekilecek arazi, her türlü tarımsal alet, tohum ve öküz yardımı da yapılmıştır. Muhâcirlerin sosyo-kültürel ihtiyaçlarına matuf olmak üzere bölgede okul ve mescitler de inşa edilmiştir. Bölgede kurulan Cedidiye Câmi-i Şerifi ve Medresesi göçmenler tarafından inşa edilmiştir. Bu veriler bölgenin göçlerle sadece tarımsal açıdan şenlendirilmediğini aynı zamanda sosyal ve kültürel açıdan da canlandırıldığını göstermesi açısından önemlidir. Göçmenlerin bölge halkı ve mahalli yöneticilerle olan iletişimlerini rahatlatmak için devlet tarafından tercümanlar görevlendirilmiştir. Bölgeye iskân edilen göçmenlerin masrafları bölgenin aşar geliri, belediye, Dâhiliye Nezareti inşaat kalemi veya bölgede yaşayan varlıklı kişilerden sağlanan yardımlarla karşılanmıştır. Düzce’de Müslümanlarla beraber az da olsa gayri Müslimlerde yaşamaktadır. 18. Yüzyılın ikinci yarısında 1770-71’de yapılan cizye tespitinde Düzce’de sadece 10 adet cizye yükümlüsü gayri Müslimin yaşadığı tespit edilmiştir. Müslüman Türk ailesinin niceliği ile ilgili olgu genelde 5 rakamı ile ifade edilmesine rağmen Ordulu muhâcirlerde bir hâne sayısının ortalama 7,5 kişiden, Çerkeslerde ortalama 7,2 kişiden, Rumlarda ise ortalama 4,8 kişiden oluştuğu görülmektedir. Muhâcir Müslüman göçmenlerle ilgili ortaya çıkan rakamlar, geniş aile olgusunu akla getirmektedir. Osmanlı Devleti 1854 yılından beri Kafkasya’dan köle getirilmesini yasaklayıp ülke içinde köleliğin ortadan kaldırılması için çalışmalar yapmasına ve göçler sırasında da köleliğe karşı bir tutum sergilenmesine rağmen, Düzce’de yaşayan bazı Çerkes asillerinin evlerinde köle bulundurulmasına izin verilmiştir. Bununla beraber Çerkes ailelerde kölelerin ailenin diğer fertlerinden ayrı tutulmadığı da dikkate değer bir husustur. Devlet köleliği yasaklamasına paralel olarak bölgede düzenlenen at yarışlarında cariye ve kölelerin ödül olarak konmasına da tavır koymuştur. Çok eşlilik serbest olmasına rağmen, araştırma kapsamına alınan belgelerde Düzce’de çok eşliliğin yapıldığına dair herhangi bir doneye rastlanmaması bölgede İslam dininin tek eşle evlilik tavsiyesine uyulduğunu göstermesi açısından önemli bir husustur. Araştırma kapsamı belgelerde bölgede yaşayan ailelerin genelde kendi bölgesinden veya kültürüne yakın insanlarla evlenmeyi tercih ettiği gözlenmektedir. Bölgede 19. Yüzyılda, devlet tarafından evlilik öncesi kişilerle ilgili ön araştırmaların yapıldığı görülmektedir. Nitekim evlenecek adayların ikâmet ettikleri yerlerde bulunan muhtarlıklardan bilgi alınmakta ve muhtarlıktan alınan “ilmühaber” çerçevesinde, adayların evlenmeye bir engelleri, “mâni-i şer’îsi” ve asâkîr-i şâhânede nişanlısı” olup olmadığı konusunda tespit yapılarak izin verilmektedir. Evlenen çiftlerin genelde rızalarının alındığı görülmektedir. Evlilik törenlerinde “vekâlet vererek evlenme olgusu” kadınlara özgü bir olay değildir. Erkeklerin de yakınlarına vekâlet vererek evlilik gerçekleştirdiği görülmektedir. Bununla beraber vekâlet vererek evlenme olgusunun bazen aileler tarafından suistimal edildiği de olmuştur. Nitekim evlenme töreni sırasında herhangi bir olumsuzluğa neden vermemek için çocuklardan zoraki olarak alınan evlilik vekâletnamelerinde mahkeme devreye girerek bu tür nikâhları iptal etme yoluna girmiştir. Bölgede yapılan evliliklerin genelde ebeveynlerin rızası dâhilinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Bölgede yapılan düğünlerde Çerkes düğünlerinin çok kalabalık ve debdebeli geçtiği, düğünlerde at yarışları tertip edildiği görülmektedir. Bu nedenle devlet özellikle Çerkes asillerinin düğünlerinin daha sade bir şekilde düzenlemesi konusunda tedbir almıştır. İslam’ın tasvip etmediği en kötü helal olgulardan birisi olan boşanma bölgede genelde “muhalaa” olarak tabir edilen anlaşmalı boşanma şeklinde gerçekleşmiştir. Nitekim bölgede evlilik öncesi alınan eşyaların kayıt altına alındığı görülmektedir. Bunun nedeni de meydana gelebilecek muhtemel bir boşanma olayında taraflar arasında mal paylaşımının daha rahat yapılmasını sağlamaktır. Boşanmış kadınların yeni bir evlilik yapabilmesi için boşanmış erkeğin mahkemeye giderek boşadığı eşinin dilediği kimse ile evlenebileceği konusunda yazılı izin vermesi sağlanmaktadır. Böylelikle kurulacak yeni ailelerin ve neslin muhafazası yolunda önemli bir adım atılmıştır. Devlet sosyal güvenliğin bütün unsurlarını hayatın her alanına yansıtmaya çalışmıştır. Nitekim bölgede yaşayan ihtiyaç durumundaki yetimlerin ve miras malının başında bulunamayan kişilerin hakları korunmuş, hapishanelerde bulunan mahkûmların sağlık durumları kontrol altında tutularak, yiyecekleri ekmeğin hamur olup olmadığı bile denetlenmiş ve bu çerçevede tedbir alınması sağlanmıştır. Yine kişi tarafından dava vekili tayin edilmediği durumlarda devletin kendisinin dava vekili tayin etmesi kişilerin savunma hakkının yerine getirilmesini sağlaması açısından dikkate değer bir husustur. Boşanma ve miras taksiminde ihtiyaç sahibi kişilerin nafakası sağlandığı gibi, eşi mahkûm olduğu için ailesinin nafakasını sağlayamayan kişilere de devlet tarafından yardım edilmiştir. Yetim ve gâib olan kişilere miras kalan mallar devlet tarafından koruma altına alınarak eytam müdürlüğü tarafından kişinin akrabaları başta olmak üzere muhtelif kişilere işletmeye verilmiş ve malların atıl kalmaması ve Düzce’de ekonomik hayatın canlanması sağlanmıştır. Yetimlere kalan mallar en az 1 en fazla 5 yıllığına işletmeye verilmiştir. İşletmenler içerisinde erkekler gibi kadınların da yer alması Düzceli kadınların kendilerini sosyal ve ekonomik hayattan soyutlamadıklarını göstermesi açısından önemli bir husustur. Düzce’de 1851’li yıllarda bir afet, 1908 yılında da bir kıtlık olayının meydana geldiği tespit edilmiştir. Kazada özellikle 19. yüzyılda sıtma, kuduz, çiçek ve frengi gibi hastalıkların ortaya çıktığı görülmüştür. Bunlardan kuduz hastalığına yakalananlar Dârülkelb Tedavihânesi’ne gönderilmiş, çiçek hastalığına yakalananlar için “telkîh-i cederi” adı verilen çiçek aşısı uygulanmıştır. Frengi hastalığına yakalananlar için ise Düzce’de bir frengi hastanesi açılmıştır. Bölgede kalıtımsal frengi sonucu ölümlerin yaygınlaşması üzerine evlenmek isteyen çiftlerden sağlık belgesi istenmiş, 1 yıl geçerli olan bu belgeleri yetkililere gösteremeyenlerin evlenmelerine müsaade edilmemiştir. Gerek Düzce Frengi hastanesi ve gerekse de belediye tabibliği görevinde genelde gayri Müslim kökenli kişilerin etkin olduğu görülmüştür. Belediyenin meşhur tabibi Lakofet Efendi tedavideki başarılarından dolayı devlet nişanına sahip olmasına rağmen halk tarafından hakkında yapılan şikâyetler nedeniyle görevinden alınmışsa da bir süre sonra görevine iade edilmiştir. Bölgede kaplıca olarak Efteni ve Derdin adında iki kaplıca tespit edilmiştir. Bu kaplıcalardan Efteni kaplıcasının suyunun kükürtlü, Derdin kaplıcasının ise karbonatlı olduğu tespit edilmiştir. Şifa kaynağı olduğuna inanılan bu kaplıcalardan Derdin kaplıcasının suyunun sancı ve sızılara iyi geldiği kabul edilmektedir. Düzce vakıflarla donatılmış bir şehirdir. Şehirde başka yerde kurulduğu halde Düzce’de gayri menkûlleri bulunan veya buradaki bazı yapıları subvanse eden vakıflar bulunmaktadır. Bunlar Şemsi Ahmed Paşa, Şemsi Mustafa Paşa, Çavuş köyü Mustafa Paşa, Molla Fenari Câmi ve Hacı Ahmed Paşa vakıflarıdır. Bölgede 69 cami, 4 mescit, 8 medrese, 1 rüşdiye mektebi ve birçok mekteb-i ibtidaiyye tespit edilmiştir. Bunun dışında şehrin manevi dinamiklerine ait olan 11 adet türbe tespit edilmiştir. Kurulan camilerden birisinin Düzce’nin meşhur eşkiyâlarından olan Araboğlu adı ile isimlendirilmesi dikkate değer bir husustur. Bölgede inşa edilen 26 kuruma para vakıfları yapılmıştır. Camilere yapılacak imam, hatip atamalarında adayların toplumun güvenini sağlamış ve toplum tarafından önerilen kişiler olmasına dikkat edilmiştir. Bu çerçevede adaylar hakkında Erbâb-ı Vukûf, Nüfus Mukayyidi ve Redif Zâbıtânı tarafından araştırma yapılarak kişinin doğum tarihi, hane numarasına kadar yerleşkesi ve kur’ây-ı bakâya ve firârîsi olup olmadığı konusunda tespit yapılmıştır. Sicil araştırması olumlu çıkan adaylar kaza hükümet konağında idare meclisine ait odada bir heyet önünde sınava tabi tutulmuştur. Sınav komisyonu içerisinde Evkâf Müdürü vekili ve Asâkîr-i Redifiye-i Şâhâne yüzbaşısının bulunduğu görülmektedir. Düzce merkezinde inşa edilen tek tekke Cedidiye Mahallesi’nde kurulan Şeyh Hacı Hasan Hilmi Efendi tekkesidir. Tekkenin kurulduğu bina Şeyh Hacı Hasan Hilmi Efendi bin Ali ve Kuyumcu Hacı Ali Efendi b. Hacı Hüseyin tarafından vakfedilmiştir. Çerkes ulemâsından olan Şeyh Hacı Hasan Efendi Karaçalı köyü ve Cedidiye camilerinde imamlık, Cedidiye Medresesi’nde müderrislik ve adı ile anılan tekkede şeyhlik yapmıştır. Tekkede Nakşibendi tarikatı Halidiye koluna mensup kişiler hizmet vermiştir. Tekkede bunun dışında başka bir hizmet icra edilmemesi konusunda da tekkenin vakfına kayıt düşülmüştür. Bölgedeki tek kütüphanenin tekke içerisinde kurulduğu anlaşılmaktadır. 1876 yılında bölgede bulunan rüşdiye mektebinde okuyan öğrencilerin okula ulaşım konusunda sıkıntılar yaşadıkları ve uzaktan gelen öğrencilerin kalmaları için bir yer tahsîs edilmesi konusuna bölge Maârîf Meclisi tarafından bir alternatif bulunmaması hatta rüşdiye mekteblerine devam edecek öğrenciler için, devlet tarafından bir yer tahsisi yapılacağına dair ilgili nîzamnâmede herhangi bir kayıt bulunmadığı ve mektebe öğrenci kabul edilirken civar köy ahalisi çocuklarının tercih edilmesi gibi önerilerin getirilmesi üzerine bölge halkı kendi çapında tedbir almıştır. Nitekim bölgede özellikle gelirleri mekteb-i ibtidaiyyelere tahsis edilmiş üç aded vakıf kurulmuştur. Bu vakıflardan ikisi Çerkes Gazizade ailesine mensup İshak Efendi bin Abdullah ve Tophane-i Amire Meclis Kalemi kâtiplerinden Hacı Yusuf Senânî Efendi b. Musa Efendi tarafından kurulmuştur. Diğeri ise Kadı İsa mezrası vakfıdır. Kurulan bu vakıflar yanında Düzce Eytâm Müdürlüğü’ne atanan iki kişiye bölgenin saygın ve varlıklı ailelerinden olan Câmi-i Kebir Mahallesi’nden Çerkes Kuyumcu Hacı Ali Efendi ve Kiremid Ocağı’ndan Çerkes Hüseyin Bey gibi kişilerin kefaletinin yeterli görülmesi Çerkes ailelerin bölgedeki saygınlığını göstermesi açısından önemlidir. Osmanlı Devleti’nde klasik dönemde olduğu gibi, 19. Yüzyılda da bazen davalar yerinde çözümlenmiştir. Nitekim Düzce mahkemeleri (Bidâyet ve Şer’iyye Mahkemesi) görevlerini hükümet konağı içerisinde icra etmekle beraber zaman zaman özellikle nikah, boşanma, ayrılık, vesâyet, köle satışı gibi muhtelif konular, bölgenin saygın ailelerinin konutlarında mahkeme başkatibinin öncülüğünde kurulan şer’î bir mecliste çözülmüştür. Böylelikle mahkeme binasındaki yoğunluk azaltılmaya çalışılmıştır. Davalar görülürken mahkemenin adil bir şekilde yapıldığının göstergesi olarak şuhûdu’l-hal adı verilen “alenen adaletleri zâhir olan” bölgenin resmi veya saygın kişilerinin yargılama sürecini izlemesi sağlanmıştır. Osmanlı mahkemeleri kadınlarla ilgili hukuki işlem gerektiren konularda kadınların kimliği ile ilgili ayrıntılı tutanaklar düzenlemiş ve kadının kimliğini 2 erkek şahit ile netleştirmiştir; oysa erkeklerle ilgili bu kadar ayrıntıya girilmediği gözükmektedir. Bunun nedeni kadının sosyal hayata daha az katılmasından olmalıdır. Bölgede yaşayan insanlar muhtelif davaları takip etmek üzere genelde dava vekili veya vekîl-i şer’î adı verilen kişilerle iş görmüşlerdir. Dava vekilleri yaptıkları işi meslek edinmekle beraber dava vekilliği yanında başka işler yapan dava vekilleri de bulunmaktadır. Gayri Müslim ahali hem kendi milletlerinden hem de Müslüman ahaliden dava vekili tayin etmede herhangi bir çekince duymamıştır. Benzer şekilde Müslüman ahali de zaman zaman gayrı Müslim dava vekilleri aracılığı ile işlerini yürütmüştür. Gayri Müslimlerle ilgili olarak Düzce mahkemesine pek olay yansımamıştır. Bu veri bölgede yaşayan gayri Müslimlerin bölgedeki İslam orijinli kişilerle iyi geçindiğini göstermesi açısından önemlidir. Nitekim bölgedeki mal müdürlüğünü 1892-94 ve 1896-1897 yıllarında gayri Müslim Agob Efendi’nin uhdesinde olması bu olguyu destekleyen donelerdendir. Gayri Müslimler mahkemeye intikal etmiş bazı önemli konularda Patrikhane aracılığı ile taleplerini gündeme getirmişlerdir. Bölgede meydana gelen ölüm olayları ile ilgili olarak cesetler üzerinde keşf yapılırken hükümet temsilcileri, bölge ileri gelenleri, doktorlar ve cesed yakınlarının hazır bulunmasına özen gösterilmiştir. Devlet bölgede meydana gelen eşkiyâlık olaylarına karşı geçiş güzergâhlarını, derbentleri, güvenlik altına alma, muhbir kullanma ve eşkiyâlık olayları ile mücadeleyi özendirmek ve kişileri cesaretlendirmek için ödüllendirme gibi muhtelif yöntemler sergilemiştir. Bölgede Araboğlu, Karayakalı Eyüb ve Reji Kordonu gibi adlarla anılan muhtelif çeteler kurulmuş, çeteler sadece sivil kesimden değil resmi kimliğe sahip kişiler içerisinden de çıkmıştır. Bu nedenle bölgede divan-ı harb ilan edilerek olaylar denetim altına alınmaya çalışılmıştır. Düzce’de bir adet hapishane tespit edilmiş, kadın mahkûmlar başlangıçta erkeklerle aynı hapishanede farklı yerlerde barındırılırken bunun sakıncaları görülerek kadınlar için yeni bir hapishane açılması yönünde harekete geçilmiştir. Devletin bölge hapishanesinde bulunan hafif cezalı mahkûmların harman işlerinde istihdam edilmesine ve zirâî işlerde çalıştıkları sürelerin hapis sürelerine sayılmasına karar vermesi 19. Yüzyıl Düzce Kazası’nda mahkûmlardan kamu menfaati çerçevesinde faydalanıldığını göstermesi açısından önemlidir. 1897-1900 yılları arasında Düzce’den 63 ailenin muhtelif cephelerde şehit verdiği tespit edilmiştir. Şehitlerden 36’sı Yunan sınırına sevk edilmiş ve bu meyanda şehit düşen kişilerdir. Bunun dışında Çanakkale savaşlarında da 332 kişinin şehit düştüğü tespit edilmiştir. Düzce’de servet birikiminin en yoğun olduğu zaman dilimi, 501-1000 kuruş arası olan servet aralığıdır. Servetlerin ortalama % 55,14’ü, bölgenin 1000 kuruş ve üzeri servete sahip olan varlıklı ailelerinin uhdesinde bulunmaktadır. Kentte hâne başına gelir ortalama 858,6 kuruşa tekâbül ederken, bölgede yaşayan hânelerin ortalama % 38 civarının kendi yaşadıkları bölge ortalamasının üzerinde bir gelir düzeyine sahip olması Düzce’de halkın kısmen orta halli bir profil çizdiğini göstermektedir. Kentte hâne başına ekili alan miktarı ortalama 0,04 dönüm olarak gerçekleşmiştir. Düzce’nin ekonomik durumu genelde tarımsal bir nitelik göstermektedir. Düzce’nin hububat verimlilik düzeyi civar kazalara (Üskübü, Akçakoca, Göynük, Bursa, Bilecik vs.) göre düşük olmasına rağmen bölgede genelde hane ve kent içi tüketime yönelik olduğunu düşündüğümüz 417 adet küçük işletme yanında, 226 adet orta ve 10 adet de büyük tarım işletmesi tespit edilmesi bölgenin civar kazalara ve başkent İstanbul’a da hububat subvansiyonu yaptığını düşündürmektedir. İhraç kapasitesinde üretim yapan tarımsal işletmelerin sahibi olarak İbrahim oğlu ailesine mensup 4 aile yanında Düzce kaza müdürü Töntizade Hacı Ahmed Ağa, Otlu oğlu, Safu (Sofu) oğlu ve Kahveci oğlu aileleri ile Bolu ve Gümüşabad kazalarında ikamet eden iki aile dikkat çekmektedir. Düzce’de toplamı 1251 dönüm olmak üzere 1’i büyük, 5’i orta büyüklükte 387 adet pirinç işletmesi tespit edilmiştir. Bu işletmelerden 1844’te toplam 9265 kile pirinç üretimi yapılmıştır. Bugün olduğu gibi Osmanlı döneminde de pirinç yetiştiriciliği ile ünlenen Üskübü’de ise aynı dönemde toplam 1141 kile pirinç üretimi yapılmış olması Düzce ovasının Üskübü’den daha fazla pirinç üreten bir merkez olduğunu ortaya koyması açısından mühimdir. Düzce’de 343 aded tütün işletmesi tespit edilmiştir. Bu işletmelerin tamamı küçük işletmelerdir. Tütün işletmeleri küçük de olsa bölge halkının önemli bir kısmının geçim kaynağı haline gelmiştir. 1844 yılında Düzce’de toplam 13335 kıyye tütün üretimi yapılmıştır. Aynı dönem Üskübü kazasında 682 adet tütün işletmesi (tamamı küçük) tespit edilmesi ve bu tarlalardan 4411,5 kıyye ürün elde edilmesi Üskübü kazasının Düzce’nin iki misli kadar tütün işletmesine sahip olduğunu gösterse de Düzce’nin tütün konusunda daha üretken bir yapıya sahip olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Nitekim Düzce tütün konusundaki tarihsel zenginliğini bugün de hâlâ devam ettirmektedir. Düzce’de keten üretimi de yapılmaktadır. Nitekim bölgede 3255 kıyye keten üretimi yapıldığı tespit edilmiştir. Aynı dönem Üskübü kazasında 2681 kıyye keten üretimi yapıldığının tespiti Düzce’nin pirinç ve tütün işletmeciliğinden sonra keten üretimi konusunda da Üskübü kazasından önde gittiğini göstermesi açısından önemlidir. Düzce’de 3839 adet ve 2 dönüm muhtelif meyve ağacı tespit edilmiştir. Meyve ağaçlarının niteliğine ilişkin belgeler açıklayıcı verilere sahip olmadığı için bu konuda yorum yapılamamıştır. Aynı dönem Üskübü kazasında 4706 adet ve 15,75 dönüm meyve ağacı tespit edilmesi Üskübü kazasının meyve sektörü açısından Düzce’ye göre daha gelişmiş bir yapıya sahip olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Düzce’de 5400 adet büyükbaş hayvan, 1602 adet küçükbaş hayvan, 685 adet ulaşım aracı ve 1029 aded arı kovanı tespit edilmesi bölgede hayvancılık sektörünün de gelişmiş olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Büyükbaş hayvanlar içerisinde sağman türü hayvanların büyük bir miktara sahip olması bölgede süt sığırcılığının gelişmiş olduğunu göstermektedir. Devlet kayıt dışı ekonominin önüne geçebilmek için vergiye tabi olan arazilerin ve hayvanların sadece içinde bulunulan yıl değil gelecek yıllardaki muhtemel gelirlerini de hesap ederek kayıt altına almıştır. İleriki yıllara ait alınan kayıtlarda elde edilecek hâsıla miktarlarının genelde yüksek hesap edilmesi kentteki üretim düzeyinin yükseltilmeye çalışıldığını göstermesi açısından önemlidir. Bölgede ihtisaslaşmış mesleklerin ve işyerlerinin sayısı son derece azdır. Bu durum bölge halkının ihtiyaçlarını kendi imkânlarıyla sağladığını veya bir meslek grubundan farklı alanlarda da faydalandığını göstermektedir. Demircilerden nalbantlık alanında faydalanılması gibi. Bakır kapların kalaylanması açısından son derece önemli olan bakırcılık ve kalaycılık gibi mesleklere bölgede rastlanmaması bu mesleklerin de demirciler tarafından yapıldığını düşündürmektedir. Demircilik mesleği Kıptîlerle özdeşleşmiş bir meslek olarak gözükmektedir. Bölgede bazı meslek gruplarına ait işyerlerinin tespit edilememesi bu mesleklerin seyyaren yapıldığını düşündürmektedir. Bölgede dilencilikten geçimini sağlayan kişilerin (sâil) bile birikimleri kayıt altına alınarak vergilendirilmiştir. Düzce Osmanlı Devleti’ne kereste ve odun temin eden önemli kazalardandır. Nitekim bölgede 355 adet kereste ve odun sektörü ile uğraşan aile tespit edilmiştir. Aynı dönem Üskübü kazasında kereste ve odun sektörü ile ilgilenen 647 ailenin , Akçakoca kazasında ise 223 ailenin tespit edilmesi Üskübü kazasının kereste ve odun sektöründe Düzce ve Akçakoca kazalarına oranla çok daha gelişmiş olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Bölgede bulunan değirmen, pirinç dingi ve su hızarları bölge halkı tarafından kolektif olarak işletilmiştir. Bununla beraber bu tür işletmelere sahip olan ailelerin genelde varlıklı olduğu da dikkat çekmektedir. Düzce kazasında toplanan vergilerin oranlarına bakacak olursak bölgeden % 8,98 oranında vergü-yi mahsûsa, % 91,02 oranında ise öşür toplandığı görülecektir.
Lakaplar konusunda bazı dikkatler ve bir yöre örneği
  • Ş Boyraz
Boyraz, Ş. (1998). Lakaplar konusunda bazı dikkatler ve bir yöre örneği. Türklük Bilimi Araştırmaları, VII. Sayı, 107-138.
Codex Kultur ATLAS, Turkei 5. Grundholzen Gavaz Sir
  • F Fritz
Fritz, F. (1965). Codex Kultur ATLAS, Turkei 5. Grundholzen Gavaz Sir, Ö. (2020). Şehir ve kültürel bellek ilişkisine dair, Şehir Defteri, 12-13.