Available via license: CC BY-NC-ND 4.0
Content may be subject to copyright.
TIP TARİHİ / HISTORY OF MEDICINE https://doi.org/???
ATLJM 2024; 4 (10)
DERLEME / REVIEW
Sorumlu Yazar:
Telefon: +905423124956
E-mail:
Gönderim Tarihi:
Kabul Tarihi:
2
OSMANLIDAN GÜNÜMÜZE (KOLERADAN-COVID-
19’A) PANDEMİ VE ÖNYARGILARLA MÜCADELE
ÖMER FAHRETTİN GÖZE¹ , İSMİHAN AYDIN GÖZE2,3
ÖZET
-
Anahtar Sözcükler:
FROM OTTOMAN TO PRESENT (FROM CHOLERA TO COVID-19 COMBATING THE EPIDEMIC AND PREJUDICES
ABSTRACT
-
Keywords:
1
Copyright © 2023 the Author(s). Published by Atlas University. This is an open access article licensed under a Creative Commons
Attribution-NonCommercial-NoDerivatives (CC BY-NC-ND 4.0) International License, which is downloadable, re-usable and
distributable in any medium or format in unadapted form and for noncommercial purposes only where credit is given to the creator and
publishing journal is cited properly. The work cannot be used commercially without permission from the journal.
GÖZE ÖF, AYDIN GÖZE İ. OSMANLIDAN GÜNÜMÜZE (KOLERADAN-COVID-19’A) PANDEMİ
VE ÖNYARGILARLA MÜCADELE. ATLJM. 2024;4(10).
KOLERADAN-COVID-19’A
ATLJM 2024; 4 (10)
GİRİŞ
İnsanlık, tarihi boyunca deprem, sel, kuraklık, salgın has-
talık gibi birçok felậkete maruz kalmıştır. Fakat hiçbir
felâket, kısa sürede tüm dünyaya yayılan, süresi ve etki-
leyeceği insan sayısı belli olmayan ve milyonlarca insanın
hayatını kaybetmesine yol açan bulaşıcı hastalıklar kadar
zararlı olmamış; veba, kolera, çiçek salgınları, farklı coğ-
rafyaları, devletleri ve toplumları yüzlerce yıl etkilemiş-
tir (1). Salgın hastalıklar (epidemi), kitlesel ölümlere yol
açar; insanları paniğe sevk eder; çaresizlik ve kaygı ile
göç etmelerine, yani ‘pandemi’ye sebep olur. Özellikle kı-
talararası köprü konumunda bulunan Anadolu, asırlardır
hem Avrupa, hem Asya kökenli salgın hastalıklara maruz
kalmıştır. Bu salgınlar Anadolu’nun hemen her tarafında
büyük can ve mal kayıplarına yol açmıştır (1-31).
Kolera Salgını ve Dünyaya Yayılması
1800’lü yıllarda Avrupa’da yayılan ‘kolera’ya Latince’de,
“chlorae morbus” denilirken, Araplar “maraz-ı esved”
adını vermişlerdir. Osmanlılar ise, “karasarılık, maraz-ı
cedid” gibi isimler vermiş olsa da, Osmanlı belgelerinde
“illet-i kolera”, “illet-i âdiyye” veya “illet-i mahûf” (3) adla-
rına da rastlanmaktadır (7). Etkeni, ‘vibrio cholerae’ olan
kolera, bir barsak enfeksiyon hastalığıdır. Kontamine su
ve gıdalarla bulaşır. Bulantısız kusma ve şiddetli ishalle,
kısa zamanda su ve elektrolit kaybına, tedavi edilmezse
hipovolemik şok tablosu içinde hızla ölüme yol açar (3-7).
XIX. yüzyıla kadar Hindistan’da mahallî bir hastalık olan
kolera, sağlıksız şartlarda yaşayan yoksul halk arasın-
da yaygın bir hastalıktı. Hintliler her yıl dinî törenler için
büyük kalabalıklar halinde Ganj nehri kıyılarında toplanır,
ölülerini yakar, küllerini nehre atar, daha sonra bu nehir-
de yıkanarak günahlardan arındıklarına inanır ve hiçbir
şeye aldırış etmeden gayri sıhhî şartlarda suyla temas
ederlerdi. Bölgenin iklimi de hastalık için çok uygun olup,
bu olumsuz şartlarla birleşince, mikroorganizmalar için
âdeta tabiî ve devasa bir “besi yeri” oluşmuş oluyordu
(3-5).
Bilinen ilk kolera pandemisi, 1817’de ortaya çıkmış; geli-
şen ticaret ve göçlerin etkisi ile dalga dalga bütün dünya-
ya yayılmıştır. Kolera salgınının yayılma evreleri incelen-
diğinde; (1817-1823), (1829-1851), (1852-1859), (1863-1879),
(1881-1896), (1899-1923) ve 1924-sonrası olmak üzere 7
kez salgın ve pik yaptığı görülmektedir (3-10).
İlk olarak, Hindistan’ı işgal eden İngiliz askerleri, virü-
sü Nepal ve Afganistan’a ve deniz yoluyla Güneydoğu
Asya ve Çin’e ulaştırmışlar, özellikle (1892-1895) salgı-
nı, Hindistan’da çok şiddetli seyretmiş, ölenlerin sayısı
601.663’e ulaşmıştır (5-8).
Hindistan ve Avrupa arasında geçiş güzergâhında olan
İran’da kolera salgını, 1892 yılı sonuna kadar şiddetlene-
rek tüm ülkeye yayılmış olup, 1895 yılına kadar süren bu
salgında koleradan vefat edenlerin sayısının 70.000’i bul-
duğu tahmin edilmektedir (9,10,12).
Salgın Avrupa’da 1831 yılında başlamış; hızla yayılmış, 20
yıl boyunca etkili olmuş; 1832 yılında Fransa’da nüfusun
%2.5’inin ölümüne yol açmıştır (12).
Hicaz’da 1865 yılında toplu ölümler yaşanınca kolera salgı-
nıyla mücadele için 1866 yılında İstanbul’da Milletlerarası
Sıhhiye Konferansı toplanmış; bu konferans Hindistan
üzerinden gelen kolera salgınının Hac yoluyla Avrupa’ya
taşındığını kabul ederek sorumluluğu Osmanlı Devleti’ne
yüklemiş; Hacdan gelenler için “tahaffuzhane”ler (bir
nevi karantina hastaneleri) kurulması ve karantina bölge-
leri oluşturulması kararı alınmıştır (18-20). Bunun üzerine
Osmanlı Devleti, Hindistan ve Uzakdoğu’dan gelen gemi-
ler için Kızıldeniz’in güney ucundaki Kamaran adasında
büyük bir tahaffuzhane kurmuştur (7,10).
Daha sonra 1892 yılında Kuzeybatı Hint eyaletlerinde
başlayan kolera salgını, buradan dünyanın birçok bölge-
sine yayılmıştır. Hastalık hem Rusya üzerinden İran yolu
ile, hem de daha etkili olarak Hicaz’dan Hac farizasını eda
edenler vasıtası ile Osmanlı topraklarına ulaşmıştır (4-
10). Nitekim 1893 yılında Hicaz’da yaşanan salgın, o tarihe
kadar ortaya çıkan en büyük ve şiddetli salgındır. Bu sal-
gında, değişik kaynaklarda farklı sayılar verilmekle birlik-
te, yaklaşık 30.000 kişinin hayatını kaybettiği anlaşılmak-
tadır (5,8,12). 1894 yılında 2. Paris Milletlerarası Sıhhiye
Konferansı toplanmış ve bu konferansta, Hicaz’dan
“umumi sağlığın muhafazası” bahane edilerek Hacca
müdahale etmeye çalışılmıştır. Bunun üzerine Osmanlı
Devleti, “sağlık alanında ıslahat yapacağı” vaadi ile böl-
gede Hicaz Sıhhiye Meclisi ve Mekke Sıhhiye İdaresi’ni
kurmuştur (10). Bu iki kuruluş, bölgede bir yandan kolera
ve benzeri salgınlarla mücadele ederken, diğer yandan
Batılı ülkelerin, salgının Hac yoluyla kendi ülkelerine gel-
mesi bahanesi ile bölgeye siyaseten müdahale edebil-
mesine karşı ihdas edilmiştir.
Aslında, Hac organizasyonu Osmanlı Devleti’nin İslâm
ülkelerine liderlik edebilmesinin nişanesidir. Bu duru-
mun farkında olan Batılı Devletler Hac organizasyonunu
GÖZE ÖMER FAHRETTİN VE AYDIN GÖZE İSMİHAN
ATLJM 2024; 4 (10)
aksatmak, Osmanlı’yı zor duruma düşürüp liderlik vas-
fını kaybetmesini sağlamak için her şeyi yapmışlar ve
salgını siyasî bir araç olarak kullanmışlardır (7-9,15-18).
Dolayısıyla Osmanlı bir yandan bölgede salgınlarla ve
halkın önyargıları ile mücadele ederken, diğer yandan
Batılı ülkelerin siyasî baskılarına göğüs germek zorunda
kalmıştır.
Kolera Pandemisinin Osmanlıda Yayılması
Hicaz’da 1893’te başlayan şiddetli salgını müteakiben
Osmanlı Hükûmeti tüm vilâyetlere, şehirlerde çevre ve
su temizliğine önem verilmesi yönünde bir tamim gön-
dermiştir. Fakat alınan tüm önlemlere rağmen hacıla-
rın taşıdığı koleranın, Anadolu topraklarına girmesine
ve yayılmasına engel olunamamış, hastalık hızla tüm
Anadolu’ya yayılmış, 1893 yılının ağustos ayında İstanbul’a
da ulaşarak salgına dönüşmüştür (3-10,15-29). Ağustos
1893 - Nisan 1894 arasında sadece İstanbul’da 2.683 kişi
koleraya yakalanırken, bunlardan 1.537’si (%57.2) haya-
tını kaybetmiştir (21-23). İzmir’deki salgında 547 kişiye
hastalık bulaşmış, bunlardan 405’i vefat etmiştir (22,23).
Trabzon’daki kolera salgını 1894 yılı başlarına kadar de-
vam etmiş, toplam 270 kişinin ölümüne yol açmıştır (15).
Bundan sonra salgın, Antalya ve Adana’nın yanı sıra, baş-
ta Amasra, Bartın, Bolu, Sinop, Kastamonu olmak üzere
birçok vilayetlere de sirayet etmiştir (4,10,24,29). Sivas’ta
1893 yılında başlayan salgın Ankara’ya ve Doğu vilayetleri-
ne sıçramış, Nisan 1894’te, Sivas’ta 76 yeni koleralı hasta
bildirilmiş, bunlardan 36’sı (%47.4) hayatını kaybetmiştir
(10,17,25). Sivas nüfusunun o tarihte 40 bin civarında ol-
duğu göz önüne alınırsa, salgının ne derece büyük olduğu
daha iyi anlaşılır (17). Diyarbakır ve Doğu illerinde de sal-
gın büyük can kayıplarına yol açmıştır. İngiliz The Times
gazetesi “10 Kasım 1894 itibarı ile Diyarbakır merkez ilçe-
de 154 vaka ve 95 (%61.7) ölüm olduğunu, 15 haneli Kozan
köyünde 36 kolera vakası görüldüğünü ve 26’sının (%72.2)
öldüğünü” yazmıştır (26). Burada, mortalitenin yüksekliği
dikkat çekicidir.
Osmanlının Kolera Pandemisi, Önyargılar,
Cehalet ve Dünya ile Mücadelesi
Osmanlığı İmparatorluğu XIX. yüzyılda girdiği savaşla-
rın mağlubiyetle neticelenmesi sonucunda büyük siyasî
ve ekonomik zorluklar yaşamıştır. Fakirlik, açlık, kıtlık,
cephedeki askerlere erzak tedariki gibi sebeplerle ağır-
laşan ekonomik şartlar, barınma problemleri ile buna
eşlik eden kötü hijyen şartları ve cehalet, büyük sıkıntı-
lara yol açmıştır. Savaş ve salgınlara bağlı göçlerle sos-
yal ve demografik yapı değişmiş, tarım yapılamaz olmuş,
üretim azalmış, yoksulluk artmıştır. Cepheden cepheye
gönderilen askerler, göçlerle yer değiştirmek zorunda
kalan halk, kaybedilen Türk topraklarından gelen muha-
cirler, bu toplulukların -bugün olduğu gibi- sağlıksız şe-
hirleşmesi ve her alandaki gayri sıhhî şartlar, kolera gibi
bulaşıcı hastalıkları da beraberinde getirmiş ve zemin
hazırlamıştır.
Öte yandan, halkın bulaşıcı hastalıklarla ilgili bağnaz tu-
tumu, resmî makamların hastalıkla mücadelesini güçleş-
tirmiştir. Buna rağmen merkezî hükümet ve yerel yöne-
timler, bulaşıcı hastalıklarla ilgili savaşı büyük bir gayret
ve azimle sürdürmüşlerdir (3,6,9). Burada hiç şüphesiz
din faktörü önemlidir. Çok tanrılı dinlerin hüküm sürdüğü
toplumlarda insanlar, hastalıkları büyülerle engelleme-
ye ve tedavi etmeye çalışmış; tek tanrılı din mensupları
arasında ise,” günahlara karşı Allah’tan gelen ceza” olarak
algılanmıştır. Bu inanç kadere rıza olarak yorumlanmış,
ancak Hz. Muhammed’in (S.A.V.) salgınlara çare olarak
önerdiği tavsiyeler, batıl inançları büyük ölçüde değiştir-
miştir. Nitekim Hz. Peygamber, “Bir yerde bulaşıcı has-
talık ortaya çıktığını duyduğunuz zaman oraya girmeyi-
niz. Bulunduğunuz yerde bulaşıcı bir hastalık ortaya çı-
karsa, oradan da çıkmayınız.” buyurmuşladır (11). Fakat
ulema arasındaki anlaşmazlıklardan dolayı bu tavsiyeler,
19. yüzyıla kadar doğru dürüst uygulanamamıştır. Meselâ
veba salgını esnasında, Osmanlı hekimleri vebanın bula-
şıcı olduğunu söylemiş, fakat ulema hastalığın bulaşıcı
olamayacağı yönünde görüş bildirmiştir (8,27). Ulemaya
göre hastalıklar, “Tanrı’nın günahkâr kullarını terbiye için
gönderdiği âfetler”, karantina ise, “Tanrı’nın kaza ve ka-
derinden kaçmaya çalışmak” tır. O halde hastalıktan ko-
runmaya çalışmak, “küfür” sayılmalıdır (8,20,27)!
Kolera pandemisi döneminde de bu türden tartışmalarla,
halkın kafası karışmış ve Osmanlı Devleti batıl inançları
yıkmak için, adeta ayrı bir cephede savaşmak zorunda
kalmıştır. Bazı yerlerde isyanlar çıkmış, halk ve bürokrat-
lar karşı karşıya gelmiştir (8,9,14,26). Osmanlı coğrafya-
sının genişliğinin yanı sıra, yetişmiş eleman eksikliği ve
yeterli tıbbî araç gerece sahip olunmaması, hastalıkla
mücadeleyi olumsuz yönde etkilemiştir. Belki de bu ek-
sikliği telafi etmek maksadıyla, salgının yaşandığı tüm
illerde “kordon” (evde karantina) uygulamasına gidilmiş,
asker ve zaptiyeler kordon’ların güvenliğinden sorumlu
tutulmuştur. Ancak bu defa da güvenlik görevlilerinin
sayıca az olmasından dolayı “kordon” ihlâllerine engel
olunamamıştır. Salgının İstanbul’a ulaşmasını önlemek
için, Ankara ile Eskişehir arasında sefer yapan trenlerde
tabip görevlendirilmiş, İstanbul’a yolculuk etmek isteyen
vatandaşlardan ‘mürur tezkiresi’ istenmiş, buna rağmen
salgının İstanbul’a sirayet etmesi önlenememiştir.
KOLERADAN-COVID-19’A
ATLJM 2024; 4 (10)
Bu sebeple imkânı olanlar şehirden uzaklaşmış, şehirler-
de mabetler hariç, dükkânlar kepenk kapatmış, tam ka-
rantina uygulamasına başlanmıştır (9,10,16,19,21). Yine de
halk arasında dolaşan salgın söylentilerinin yol açtığı pa-
nik ve iç göç dalgası, salgının yayılmasını hızlandırmıştır.
Osmanlı Devleti’nde modern tıp kurumlarının kurulması
süreci, salgın hastalıklar bakımından da önemlidir. Bu sü-
reç, III. Selim döneminde başlamış; II. Mahmud dönemin-
de, 1827’de Tıbhane-i Âmire açılmış; Avrupalı hocaların
ders verdiği bu tıp okulu ile, modern tıp eğitimi yolunda
ilk önemli adım atılmıştır. Ancak halk sağlığı açısından,
karantina, salgınlarla mücadelede bir devrim niteliğinde-
dir (7,20,25). Osmanlı Devleti’nde ilk karantina “usul-ı ta-
haffuz”, 2. Mahmud döneminde, 1831 yılında uygulanmış-
tır. Ulemadan “karantinanın caiz olduğu” yönünde fetva
alınarak tahaffuzhaneler kurulmuştur (3,9,10). Karantina
alanları, hem hastalık görülen bölgelerdeki halkın gö-
zetim altında tutulmasını ve hem de başka ülkelerden
Osmanlı topraklarına gelen misafirler ve Hac’dan dönen
vatandaşların gemilerden indirilerek filikalarla taşındığı
banyolarda yıkanıp, kıyafetleri ve eşyalarının da buharlı
kazanlarda tebhir (sterilize) edilmesini sağlamak amacıy-
la oluşturulmuştur. Tahaffuzhanelerde, Avrupa’dan satın
alınan etüvler yerleştirilmiş (10,18,19); salgının kaynağı
tespit edilerek dezenfeksiyon sistemlerinin uygulandığı
tebhirhaneler (sterilizasyon evleri) ve hastalıkların son
bulması için aşı çalışmaları başlatılmış ve telkihhane-i
şahane (aşı evi) kurulmuştur (21). Ayrıca salgının yaşandı-
ğı evlerde, hasta kişinin ölmesi durumunda 6 gün, yaşa-
ması durumunda ise 12 gün karantina işlemi uygulanarak
salgının çevredeki evlere, oradan şehir merkezlerine ve
diğer şehirlere sirayet etmesini engellemek amaçlan-
mıştır (10,22).
Salgının seyri hakkında gazeteler aracılığıyla halkın doğru
bilgilendirilmiş olması, bugün de süregelen ‘şeffaflık’ tar-
tışmaları bakımından önemlidir. Avrupa’dan davet edilen
ve incelemeleri sağlanan yabancı bilim adamlarının öne-
rilerinden yararlanılmış, Paris’teki Pasteur Enstitüsü’ne
müracaat edilerek, Pasteur’den mütehassıs gönder-
mesi istenmiş, bu istek üzerine Dr. Maurice Nicolle,
Türkiye’ye gönderilmiş ve tüm sağlıkçılara salgınlar ve
alınması gereken önlemlerle ilgili seminerler vermiştir.
Alanda görevlendirilen tabipleri denetlemek üzere ayrı-
ca müfettişler tayin edilmiştir (9,21). Bu cümleden olmak
üzere, Osmanlı devleti, kolera salgınını kontrol etmek
için okulları tatil etmiş, çöplerin toplanması, sokakların
temizliği, gıda maddelerinin taze ve temiz olmasına dik-
kat edilmesi, bozuk ve çürümüş gıda maddelerinin imha
edilmesi kararlarını uygulamaya koymuş ve müfettişler
görevlendirerek takip ettirmiştir. Mezbeleler ve tuvalet-
lere bakır sülfat (göztaşı), açıktaki dışkılara kireç dökül-
mesi, aşevlerinin kireçle badana edilmesi de yukarıda
sayılan önlemler arasındadır (4). Bütün bu önlemlerin ko-
ordinasyonu için, 24 Ağustos 1893’te Hıfzıssıhha-i Umumi
Komisyonu kurulmuş ve başkanlığına Bonkowski Paşa(*)
getirilmiştir.
1850’lere kadar koleranın hava yoluyla taşındığına ve
solunum yolu ile bulaştığına dair bir inanç vardı. Münih
Hijyen Enstitüsü Başkanı Max von Pettenkoffer, bu gö-
rüşün en şiddetli savunucusuydu. Buna karşı Dr. John
Show (1813-1858), yaptığı gözlemlerle lağım suları ile karı-
şıp kirlenen suların koleraya sebep olduğunu iddia etmiş
ise de, bunu ispatlayamadığı için inandırıcı olamamıştır.
1857’de Pasteur “mikropların vücuda girmesi ile hasta-
lıklara sebep olacağını” öne sürmüş, daha sonra 1881’de
R. Koch, V. cholera basillerini ispat etmesine rağmen,
Pettenkoffer bunlara da kesinlikle karşı çıkmış ve ikna
edilememiştir. Sanayileşme devrimi ile insanların şehir-
lere göçmesi ve banliyölerde sağlıksız şartlarda yaşama
savaşı vermeye başlaması, koleranın yayılmasına ivme
kazandırırken, V. cholerae’nın havadan değil, kontamine
sulardan bulaştığını ispatlamak, bu gibi bağnazlık ve ön-
yargılardan dolayı yıllarca gecikmiş ve fazladan on binler-
ce insanın ölümüne sebep olmuştur (30,31).
COVID-19 PANDEMİSİ
COVID-19 veya koronavirüs pandemisi, 17 Kasım 2019
tarihinde Çin’in Hubei bölgesinin başkenti olan Vuhan’da
ortaya çıkan ve büyük bir hızla kıtalar arası yayılan yeni bir
virüs salgınıdır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 11 Mart 2020’de
“Covid-19 pandemisi”ni ilan etmiş, ülkemizde de aynı ta-
rihte ilk vakalar görülmüş, üç gün sonra 14.03.2020’de
pandemi ilan edilmiştir. Yine DSÖ verilerine göre, küresel
olarak, (31 Temmuz - 27 Ağustos 2023) arasındaki 28 gün-
lük dönemde, Dünya Sağlık Örgütü’ne 1,4 milyondan fazla
yeni COVİD-19 vakası ve 1800’den fazla ölüm bildirilmiştir;
bu, önceki döneme göre sırasıyla %38 artış ve %50 azal-
ma anlamına gelmektedir. Ancak şu anda rapor edilen
vakalar, küresel olarak test ve raporlamadaki azalma ne-
deniyle enfeksiyon oranlarını doğru bir şekilde temsil et-
memektedir. Bu 28 günlük süre boyunca ülkelerin %39’u
(234 ülkeden 92’si) DSÖ’ye en az bir vaka bildirmiştir; bu
oran 2022’nin ortasından bu yana azalmaktadır.32 30
Ağustos 2023, saat 12.20 itibariyle 6.956.173 ölüm dahil
olmak üzere 770.085.713 COVID-19 vakası doğrulanmış,
26 Ağustos 2023 tarihi itibariyle toplam 13.499.983.736
doz aşı uygulanmıştır (33)**.
GÖZE ÖMER FAHRETTİN VE AYDIN GÖZE İSMİHAN
ATLJM 2024; 4 (10)
Yaklaşık üç buçuk yıl süren pandemiden sonra tüm pan-
demi tedbirleri birer birer terkedilmiş; nihayet Mayıs
2023’te DSÖ tarafından pandeminin bittiği ilan edilmiş;
pandemiden bunalanlar bu gelişmelerden mutlu olurken,
konunun uzmanları pandeminin daha bitmediği, bazı ül-
kelerde Omikrona bağlı hastane ve yoğun bakım yükünün
azalmadığı, yeniden pandemi tedbirleri alma eğiliminde
olunduğu ve aşılanmalar arzu edilen düzeye tam ulaşma-
dığı için endişelidir. Bu bağlamda, pandeminin endemiye
dönüştüğüne dair iddia ve bulgular vardır. Endemide,
COVID-19 vakalarında sayıca bir düşüş olsa da, immüno-
lojik olarak naiv olan, yani henüz COVID-19 hastalığı geçir-
memiş, hiç aşılanmamış ya da aşı serisini tamamlamamış
kişiler açısından tehlike devam etmektedir. Bu durumda
hem yeni vakalar görülebilir, hem de virüste mutasyonlar
oluşabilir. Bu nedenle, pandemi tedbirlerinin kaldırılma-
sı rehavete yol açmamalı ve aşıları eksik olan bireylerin
aşılarının tamamlaması sağlanmalıdır. Kapalı ortamlarda
maske zorunluluğu kaldırılmış olsa da riskli yerlerde tem-
kinli olunmalıdır. El hijyeni ve sosyal mesafe de önemini
korumaktadır (34).
Pandemi Bitti mi?
Bu konuda Science dergi grubunun baş editörü Holden
Thorp’a kulak verilmelidir:
“COVID-19 pandemisinin günümüzdeki yeri, HIV/AIDS kü-
resel pandemisinin antiretroviral ilaçların ortaya çıktı-
ğı zamana benzemektedir. (...) HIV salgını yok olmadı.
Sadece insanların onu görmezden gelebileceği bir yere
gitti. Örneğin Amerika’nın güney kırsalına gitti, zaten sağ-
lıkta eşitsizliklerle karşı karşıya olan gruplara karıştı. HIV
salgını sırasında da tıp ile halk sağlığı arasındaki kafa ka-
rışıklığı önemli bir faktördü. Şunu ayırt edebilmek lazım:
“Bireylerin kendi tercihi” veya “riskin kişisel olarak algılan-
ması” gibi söylemler, halk sağlığı bilimi ile ilgili değildir. Halk
sağlığı uzmanları, nüfus düzeyinde sağlıkla ilgilenir. Öte
yandan tıp, bireysel riskler ve kişisel tercihler ile ilgilidir.
(…) SARS-CoV-2 hızla mutasyona uğruyor, yeni gen kombi-
nasyonlarına kavuşuyor ve ufukta (potansiyel olarak daha
patojenik) daha fazla varyant ve alt varyant görünüyor.
Dünya henüz tam olarak aşılanmadı ve ABD gibi zengin
ülkelerde bile kaynaklar adaletsiz bir şekilde dağıtılıyor.
Bu pandemi kesinlikle bitmedi. Şimdi bocalama vakti
değil.”(35).
Nitekim hemen her gün yeni varyantlarla, bir kısmı ABD
Başkanı Biden’ın eşi veya Metallica Grubunun solisti
James Hetfield gibi dış dünyadan veya Türk pop müziği
sanatçısı Nilüfer (YUMLU) gibi yurt içinden popüler isim-
lerle ilgili olmak üzere yeni Covid-19 haberleri gelmek-
tedir. Son dönemde ABD, İngiltere ve Çin başta olmak
üzere tüm Dünyada 51 ülkede, koronavirüs’ün Omicron
formunun bir varyantı olan “Eris” varyantı ile yeni vakalar
görülmeye başlanmış olup hastaneye yatışların artacağı
öngörülmekte ve yeni varyantlara karşı etkili aşıların en
kısa zamanda piyasaya sürülmesi beklenmektedir. DSÖ,
Covid’in bu yeni EG.5 (Eris) varyantına ilişkin yeni bir rapor
yayımlamıştır. Buna göre, daha önce “gözlem altındaki
varyant” olan türün statüsü, “izlenmesi gereken varyant”
olarak değiştirilmiş ve Eris’in yaygınlığında dünya ge-
nelinde ve Avrupa’da istikrarlı bir artış olduğu kaydedil-
miş, bunlara karşı dikkatli olma çağrısı yapılmıştır. EG.5
ilk etapta Çin, Japonya ve Güney Kore’deki dolaşımdan
kaynaklanırken giderek Kuzey Amerika ve Avrupa’da da
artmıştır. Fransa Halk Sağlığı Kurumu, ülkede EG.5’in 17
Temmuz’da sekansların yüzde 26’sını temsil ettiğini, bir
önceki hafta ise sekansların yüzde 15’ini oluşturduğu-
nu ve bunun “küresel durumla uyumlu” olduğunu bildir-
miştir. İngiltere’de, özellikle EG.5.1, ülkedeki varyantlar
arasında en hızlı büyüme oranına sahip olup, vakaların
yüzde 14’ünü temsil etmekte ve İngiltere Sağlık Güvenliği
Ajansına (UKHSA) göre, yeni varyant Eris, ülke genelin-
deki her 7 yeni vakadan birini oluşturmaktadır (36,37).
Son olarak DSÖ, Covid-19 vakalarında Ağustos’ta bir ön-
ceki aya kıyasla %38 artış yaşandığını, dünya genelinde
1,4 milyonun üzerinde vakanın rapor edildiğini duyurmuş-
tur (38). Eris varyantı ile ülkemizde de yurt dışı temaslı ve
aynı ilde (belirtilmemiş) 9 vaka görüldüğü, ancak bunun
‘kamuoyunun gündemini meşgul edecek değerde olma-
dığı’ bildirilmiştir (39). Tartışmalar hemen başlamış olup,
alevlenmeye adaydır.
Öte yandan DSÖ, yakın zamanda, aşı takvimini revize et-
miştir. Buna göre, Covid-19’a karşı aşılamada sağlıklı ço-
cuk ve ergenlere nazaran yüksek riskli gruplara öncelik
verilebileceği, ileri yaşlı kişilerin de içinde bulunduğu ciddî
hastalık ve ölüm riski olan kişilerin son aşılarından 6 ilâ 12
ay sonra bir takviye almaları gerektiği belirtilmiş; genç ve
çocukların Covid-19 sonrası yeni dönemde mutlaka aşı-
ya ihtiyaç duymayabileceği vurgulanmıştır. Covid-19 için,
ilk iki aşı ve bir takviyenin ötesindeki aşıların faydalarının
“marjinal” olduğunu kaydeden örgüt, “orta riskli” kişilere
bundan böyle rutin şekilde aşı tavsiye edilmediğini du-
yurmuştur. DSÖ’nün yüksek riskli popülasyon tanımına
yaşlı yetişkinlerin yanı sıra, diğer önemli risk faktörlerine
sahip genç ve çocuklar da dahildir (40).
KOLERADAN-COVID-19’A
ATLJM 2024; 4 (10)
Gerçekten de pandemi sürecinde en büyük silahımız, aşı-
lar olmuştur. İnaktif aşıların yanı sıra yeni nesil modern
gen aşıları büyük bir hızla geliştirilmiş ve uygulanmıştır.
Ancak günümüzde gelişen teknoloji, modern ilaç sana-
yii ve yükselen eğitim düzeylerine rağmen hastalıklarla
mücadelenin yanı sıra önyargılar ve cehaletle mücadele-
ye ihtiyaç duyulmuştur. Çünkü inaktif aşılara göre 2. doz
sonrasında %95’e varan bağışıklık sağlayan mRNA aşıları,
komplo teorilerinin merkezinde olup, kalp krizini tetikle-
yici etkileri ile suçlanmaktadır. Halbuki mRNA teknolojisi,
Macar bilim insanı Katalin Karikó & tarafından düşünülen
ve ekibi ile 1990 yılından beri başarılı bir şekilde uygu-
lanan bir yöntem olup Almanya’da faaliyet gösteren ve
mRNA teknolojisi ile aşı üreten BioNTech firmasının ku-
rucuları Uğur ŞAHİN ve Özlem TÜRECİ tarafından ilaç ve
aşı teknolojisine aktarılmıştır (41). Aşılar dışında kanser
araştırmalarında da 30 yıldır kullanılan bir teknolojidir. Bu
aşılar kansere ve bazı immünolojik hastalıklara karşı da
ümit kaynağı olmuş, yakın zamanda Pfizer ve Moderna
aşılarının hem çeşitli varyantlara, hem de kansere karşı
bağışıklık sağladığına dair haberler gelmiştir. Bu sevindi-
rici haberlerin yanı sıra, BioNTech firmasının, Almanya’da
aşı komplikasyonlarından şikâyet edenlerin açtığı, sonu-
cu merakla beklenen tazminat davaları ile karşı karşıya
oluşu, madalyonun öbür yüzüdür (42).
Pandemi / Endemi
Pandeminin endemik hal almasının iki biçimde olabile-
ceği unutulmamalıdır: 1) Sürekli endemi, 2) Periyodik
endemi. Sürekli endemide, HIV virüsünde olduğu gibi
toplumda, virüs ve yarattığı infeksiyon sürekli bulunur.
Periyodik endemide ise nezle enfeksiyonunda olduğu
gibi, toplumda her zaman mevcut olmakla birlikte mev-
simsel olarak artmaktadır. Bir enfeksiyonun endemik
oluşu, zararsız olduğu anlamına gelmez. Aşı ile korunma-
yı gerektirir.
Günümüzde aslında birçok endemik virüs ile yaşıyoruz.
Örneğin, COVID-19 dışında birçok başka koronavirüs de
etrafımızda bulunur. Bunlar özellikle kış aylarında, gelişen
üst solunum yolu infeksiyonlarının %30’undan sorumlu-
durlar. Seyirlerinin hafif olması ve uzun süredir mevcut
olmaları nedeniyle, bu virüslere artık alıştığımız, âdeta bir
nevi simbiyoz geliştirdiğimiz söylenebilir. COVID-19 da bu
endemik enfeksiyonların arasına girmeye adaydır. Ancak
bu endemi sırasında nasıl davranacağı konusunda bir
fikrimiz bulunmamaktadır. Toplumdaki bağışıklık düzeyi
değişken olduğundan, şartlar da zaman içerisinde dina-
mizm gösterir. Bu şartlar COVID-19’un zamanla bir çeşit
gribal infeksiyon mu, yoksa başka bir enfeksiyon hastalı-
ğı mı olacağını belirleyecektir.
ÜLKEMİZDEKİ DURUM
Türkiye’de 3 Ocak 2020’den bugüne kadar, DSÖ’ye bil-
dirilen, 102.174’ü ölümle biten, 17.232.066 doğrulanmış
COVID-19 vakası olmuştur. 28 Ocak 2023 tarihi itibariyle
toplam 139.694.693 doz aşı yapılmıştır. Ülkemizde baş-
langıçta, basitçe “maske-mesafe-temizlik” olarak bilinen
basit korunma yöntemlerine, daha sonra “Aşılanın” öneri-
si eklenmiştir. Bu arada aşı karşıtı cereyanlar, ülkemizde
de taraftar bulmuştur.
Öte yandan kamu sağlık otoriteleri ile Türk Tabipleri Birliği
(TTB) gibi meslek kuruluşları arasında, bilhassa günlük
hasta ve ölüm sayıları konusunda anlaşmazlık çıkmış,
sert tartışmalar yaşanmıştır. Bu tartışma ölüm sayıları
konusunda değil, daha ziyade ölüm sebepleri konusun-
da yoğunlaşmıştır. Gerçekten de ülkemizde ölüm sayıları
konusunda anlaşmazlık yoktur. Çünkü ölüm sayısı kayıt-
ları ve istatistikleri çok sağlamdır. Ancak açıklanan ölüm
sebepleri ve dolayısıyla COVID-19’den ölüm sayıları inan-
dırıcı bulunmamış, Bakanlık ile TTB ve bazı bilim insan-
ları arasında uzun süre tartışılmış ve tartışılmaya devam
etmektedir. Kamu otoritesi, şüpheli vakaların da COVİD-
19’dan ölüm olarak kayıtlara geçirilmesi önerisini uygula-
mamış ve bu ölümler, kayıtlara, COVID-19 ölümü olarak
geçmemiştir. (Bu bağlamda, T.C Sağlık Bakanlığı’nca 5
Mart 2021 itibariyle COVİD-19’dan doğrulanmış ölüm sa-
yısı 28.901 idi (13,14). Halbuki TTB’nin 15 Aralık 2020’de
verdiği rakamlara göre, ülkemizde resmi rakamların 3.5
katından fazla ölüm görüldüğü iddia edilmiştir13.) T.C.
Sağlık Bakanlığı (SB) kayıtlarından günlük COVID-19 bil-
gilendirme tablolarında 27/03/2020-18/10/2021 tarihleri
arasında 6.429.800 vaka sayısı ve toplam 67.762 ölüm
ilan edilmiştir. Bu ölümlerin 18.105’i “Kontrollü Serbestlik”
dönemine (yani 01.07.2021 --18/10/2021 arası döneme)
aittir (2).
Bu süreçte ülkemizde ve tüm dünyada, hareketliliği
azaltmak maksadıyla şehirler ve uluslar arası seyahat-
ler kısıtlanmış, zaman zaman sokağa çıkma yasakları
konulmuştur. Okullar, AVM’ler, sinema, tiyatro ve konser
salonları, toplu taşıma araçları, lokanta ve kafeler, hattâ
ibadethaneler gibi bütün kapalı mekânlar önce tamamen
kapatılmış; temel ihtiyaç maddelerini satan marketler
ve eczaneler sınırlı saatler arasında açık tutulmuş; daha
sonra kapalı ortamlar, ziyaretçi sayısı ve ziyaret süresi
sınırlandırılarak ve havalandırılması sağlanarak kısmen
GÖZE ÖMER FAHRETTİN VE AYDIN GÖZE İSMİHAN
ATLJM 2024; 4 (10)
açılmış; 01.07.2021’den itibaren SB Bilim Kurulu tarafın-
dan “kontrollü serbestlik” sağlanmıştır.
Kısıtlama dönemlerinde İl Valiliklerince kurulan Vefa
Ekipleri, eve kapanan halkın günlük ihtiyaçlarını karşı-
lamış ve her konuda destek olmuştur. SB ekipleri tara-
fından, hastalara doğrudan ilâç verilmiş ve ilâca ulaşım
kolaylaştırılmıştır. Bu süreçte ekonomi de sarsılmış;
ekonomiye destek amacıyla vergiler ve borçlar ertelen-
miş; ancak pek çok işyeri kapanmış, pek çok insan işsiz
kalmış; karantina nedeniyle çalışamayan vatandaşlara
doğrudan gelir desteği sağlanamamıştır. Bütün bu ted-
birlere rağmen bir türlü önlenemeyen bu büyük salgınla
mücadelede, “maske-mesafe-temizlik” üçlüsü, çok fay-
dalı olmuştur.
Günümüzde bilgisayar ve bilgi teknolojileri de, COVID-19
ile mücadeleye önemli katkılar sağlamıştır: Bunlardan,
kısaca HES kodu olarak bilinen “Hayat Eve Sığar” uygu-
laması ile hastalar ve temaslıları izlenebilmiş; bu şekil-
de hafif vakalar evlerde, ağır vakalar hastanede kontrol
altına alınmış; hastalarla teması olanlar da karantinaya
alınmış; karantinadan kaçmaya çalışanlar HES kodu ile
kolaylıkla tesbit edilebilmiştir. Yeni nesil antiviral ilaçlarla
tedavide çok iyi sonuçlar alınırken, yüksek doz vitamin-
ler hem tedavide, hem de koruyucu hekimlikte yararlı
olmuştur.
Bazı dinî telkinlerle, aşıların insanların genetik yapısını ya
da DNA’sını değiştirdiği gibi bilimsel dayanağı olmayan
söylentiler, hattâ “3 kollu, çift başlı hilkat garibesi çocuk-
lar doğacak” şeklindeki efsanevî iddialar, insanların kafa-
sını karıştırmaktadır. Halbuki hastalıkla etkin mücadele
için “Türkiye’de toplumun en az %85’inin en kısa sürede
etkili dozda aşılanması gerektiği” bilinmektedir. Ancak
açıklanan aşılama oranlarında yalnız 18 yaş üstüne yer
verilmesi, kayıtlı veya kayıtsız olarak ülkemizde yaşamak
zorunda kalan geçici sığınmacı ve düzensiz göçmen sta-
tüsündeki insanların yok sayılması, aşılama tablosunun
olduğundan iyi görünmesine yol açmakta, “aşılanma hı-
zının” gerçekçi biçimde değerlendirilmesini engellemek-
tedir. Dolayısıyla aşılama için 18 yaş altının ve kayıt-dışı
nüfusun da göz önünde bulundurulması zorunludur.
SONUÇ
Görüldüğü gibi, pandemiler ve tedbirler arasında şaşırtıcı
tarihsel benzerlikler vardır. Ancak Covid-19 pandemisin-
de, bilhassa aşı teknolojisinde, kanser ve bazı immüno-
lojik hastalıkların önlenmesi konusunda da ümit veren
daha sofistike ve çarpıcı gelişmeler olmuştur. Fakat
bulaşıcı hastalıklarla savaş bitmiş değildir. Hemen her
gün Dünya’mızın bir köşesinden, lokal de olsa, bir salgın
hastalık ile ilgili haberler gelmektedir. Ülkemizde de, baş-
lıca Suriye’den kaynaklanan göç dalgasına bağlı olarak,
başta kızamık olmak üzere bulaşıcı hastalıklar artmış,
el-ayak-ağız hastalığı gibi uzun zamandır görülmeyen
hastalıklar görülmeye başlanmış, SB, kızamık aşısının
ihmal edilmemesi konusunda uyarmıştır. Yakın zaman-
da, Endonezya’da bir hastadan izole edilen ve Delta var-
yantının bir versiyonu olarak tanımlanan Covid-19’un “en
çok mutasyona uğramış” bir varyantı, 37’si virüsün insan
hücrelerini enfekte etmek için kullandığı kilit unsur olan
“spike” proteinini etkileyen 113 benzersiz mutasyon içer-
mektedir. Yaklaşık 50 mutasyon içeren Omikron varyan-
tına göre bu sayı, 2 mislinden daha yüksektir ve İngiltere
Warwick Üniversitesi’nden virolog Prof. Lawrence
Young, bu tür varyantların sessizce yayılabileceği konu-
sunda uyarmaktadır (36).
Öte yandan pandemi, sadece kişi ve toplum sağlığını,
dolayısıyla sadece tıp bilimlerini ilgilendiren bir sorun
olmayıp, beşerî bilimlerin tamamını ilgilendiren, Dünya
çapında, devasa, multidisipliner bir konudur. Pandemiyle
ilgili olarak, “gıda krizi”, “dünya nüfusunu azaltmak” vb.
gibi komplo teorileri bir yana, uzaktan/evden (home of-
fice) çalışma vb. gibi yeni yaşam tarzlarının geliştiği ve
yayıldığı bir gerçektir. Nitekim pandemiye antropoloji/
etnoloji açısından yaklaşan ünlü Fransız düşünürü Edgar
MORİN, İspanyol gribinden başlayarak günümüze kadar
Dünyamızı sarsan krizler, bu krizlerle mücadele ve ni-
hayet bu mücadele için gerekli reformları ele aldığı ve
pandemiyi “MEGAKRİZ” olarak adlandırdığı, “Yolumuzu
Değiştirelim” başlıklı kitabında, “Koronavirüsün neden
olduğu megakriz, yeryüzündeki yaşamın içine girdiği
ekolojik krizin, bir insanlık krizinin acımasız sempto-
mudur. Bu kriz de modernitenin, teknik-ekonomik-en-
düstriyel gelişmelerin yarattığı bir krizdir. İnsanlığın
devamı için kendisini değiştirmek, dönüştürmek zo-
runda olduğu anlaşılmalıdır. Gezegen çapında bir daya-
nışma uyanmalıdır. Yolumuzu değiştirmek kolay olma-
yabilir. Ancak insanlık tarihinde bilinen tüm yeni yollar,
beklenmedik yollar olmuştur.” derken haklıdır (43).
Bu bakış açısı yalnız pandemi için değil, Dünyamızı tehdit
eden küresel ısınma ve iklim krizi, gıda krizi, ekonomik
kriz, büyük orman yangınları ve kavimler göçüne ben-
zer toplu göçler gibi büyük problemler için de geçerlidir:
İnsanlık yeni bir çıkış yolu bulmalıdır!
Morin’in dediği gibi, “Yolumuzu Değiştirelim!”, ama nasıl?
KOLERADAN-COVID-19’A
ATLJM 2024; 4 (10)
İşte bütün mesele!
Teşekkür
Katkılarından dolayı değerli Em. Öğr. Alb. Nazım ONMUŞ’a
teşekkür ederiz.
(*) Charles Bonkowski, 1841 yılında İstanbul’da doğmuştur. Bir
Leh mültecinin oğludur. Paris’te eğitim görmüş. İstanbul’a dö-
nüşünde Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de kimya muallimliği, “saray
kimyagerliği” görevlerinde bulunmuş ve milletler arası toplantı-
larda Osmanlı Devleti’ni temsil etmiştir. 1892 yılında bulaşıcı has-
talıklarla mücadele için “Dersaadet ve Bilumum Vilâyât-ı Şahane
Hıfzıssıhha Sermüfettişliği” görevine getirilmiştir. Bu alanda da
başarılı çalışmalar gerçekleştiren Bonkowski Paşa, 10 Ocak 1905
tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir.
(**) Sayılar 01.10.2023 tarihi itibariyledir.
Ek Bilgi
Katalin KARIKÓ &, mRNA teknolojisi ile ilgili çalışmaların-
dan dolayı, ABD’li immunolog Drew WEISSMAN ie birlik-
te 2023 Nobel Tıp (veya Fizyoloji) ödülüne layık görüldü.
mRNA hem son derece kararsızdır, hem de elverişsiz or-
tamlarda hızla bozulur. Ayrıca, yüksek oranda immünoje-
niktir ve çeşitli patojenle ilişkili moleküler model sensör-
lerini aktive edebilir. Bundan dolayı mRNA aşılarının ge-
liştirilmesi için modifiye edilmemiş mRNA ideal bir araç
değildir. Yarı ömrün yanı sıra çevrilebilirlik ve güvenliği
iyileştirmek amacıyla, Karikó ve ark., psödouridin, 5-me-
tilsitidin, N6-metiladenosin, 5-metilüridin ve 2-tiyoridin
dahil olmak üzere mRNA moleküllerindeki nükleositler-
de doğal olarak meydana gelen çeşitli modifikasyonları
test etmişler, bu varyantlardan, üridin yerine N1-metil-
psödouridin (m1Ψ) ikame edilmesinin, değiştirilmemiş
mRNA’ya göre translasyonda 10 kat artışa yol açtığını
buldular. Ayrıca, bu modifikasyona sahip mRNA mole-
küllerinin, toll benzeri reseptörler (TLR’ler) veya retinoik
asitle indüklenebilir gen I (RIG-I) gibi patojenle ilişkili mo-
leküler model algılama mekanizmalarını tetiklemediğini
gösterebildiler.
Kaynaklar
1. https://www.cdc.gov/sars/index.html Erişim tarihi: 31/05/2020.
2. https://covid19.saglik.gov.tr › genel-koronavirus-tablosu
3. Gül, A. “XIX. Yüzyılda Erzincan Kazasında Salgın Hastalıklar
(Kolera, Frengi, Çiçek ve Kızamık)” Atatürk Üniversitesi, Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Dergisi. 2009;41:239-270.
4. Yıldız F. 19. Yüzyıl’da Anadolu’da Salgın Hastalıklar (Veba, Kolera,
Çiçek, Sıtma) ve Salgın Hastalıklarla Mücadele Yöntemleri.
Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans
Tezi. 2014. http://hdl.handle.net/11499/2812.
5. Sinan Kuneralp, “Osmanlı Yönetimindeki (1831-1911) Hicaz’da Hac ve
Kolera”, (Çev. Münir Atalar), OTAM, (7):1996.
6. Yılmaz, Ö. (2017), “1847-1848 Kolera Salgını ve Osmanlı
Coğrafyasındaki Etkileri”, Avrasya İncelemeleri Dergisi. 2017;VI
(1):23-55.
7. Sarıyıldız G. Hicaz Karantina Teşkilatı (1865-1914) Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara 1998. p.1-.329
8. Özdemir, H. Salgın Hastalıklardan Ölümler, 1914-1918. Türk Tarih
Kurumu Yayınları. 2005; XVI (104):1-444.
9. Ayar M. “Osmanlı Devleti’nde Kolera Salgını: İstanbul Örneği (1892
– 1895)”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi,
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Yakınçağ
Tarihi Bilim Dalı, İstanbul. 2005.
10, Sarıyıldız, G. “Karantina Meclisi’nin Kuruluşu ve Faaliyetleri”,
Belleten. 1994; LVIII (222):329-376
11. (Buhârî, Tıb 30; Müslim, Selâm 100)
12. Karaman O. XIX. Yüzyılda Musulda Kolera Vakaları (1847-1902).
Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi. 2020 ;12 (23):284-300.
13. Yavuz Işık C, Pala K. Türk Tabipleri Birliği (COVID-19 Pandemisi
1. Yıl Değerlendirme Raporu) Türkiye’de Covıd-19 Pandemisinin
Epidemiyolojisi. 2020;5-12.
14. Nesanır N, Bahadır A, Karcıoğlu Ö, Fincancı Korur Ş. Türk Tabipleri
Birliği “Türkiye’de Sağlık Çalışanı Ölümlerinin Anlattığı”. Rapor.
2021;3-20.
15. Arslan E. “Trabzon Vilayetinde Kolera”, Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Trabzon, 2015. http://acikerisim.ktu.edu.tr/jspui/
handle/123456789/1727.
16. Yaşayanlar, İ. “Bir Hastalık Olarak Kolera ve Tarihte Kolera
Pandemileri”. Toplumsal Tarih. 2018; 296: 49-55.
17. Şahin S. Sivas Vilayeti’nde Kolera Salgını (1893-1896), Hacı Bayram
Veli Üniversitesi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Tez No:
577680. Ankara, 2019. https://tez.yok.gov.tr › Ulusal Tez Merkezi.
18. Yaşayanlar, İ. “Osmanlı Devleti’nde Kamu Sağlığının
Kurumsallaşmasında Koleranın Etkisi”. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e
Salgın Hastalıklar ve Kamu Sağlığı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,
İstanbul, 2017; 2-24.
19. Şimşek, F. 19. Yüzyılın İkinci Yarısında Osmanlı Liman Kentlerinde
Karantina Uygulaması. Ed. Şenol Katrancı, Fatma Şimşek. Berna
Türkdoğan Uysal Armağan Kitabı, Araştırma-İnceleme Dizisi,
Sonçağ Yayınları, Ankara, 2014;399-412.
20. Uludağ OŞ. “Son Kapitülasyonlardan Biri: Karantina. Türkiye
Tarihinin Son XX. Yıllık Devrine Ait Kronoloji”, Belleten.1994;II:(7-8):
445-467.
21. Yıldırım N. “Su ile Gelen Ölüm: Kolera ve İstanbul Suları”, Toplumsal
Tarih. 2006; 145:18-29.
22. Beyru R. 19. Yüzyılda İzmir’de Sağlık Sorunları ve Yaşam, İzmir:
İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayını. 2005; 49: 28-29.
23. Menekşe M. İzmir’de kolera salgını ve etkileri (1893), Tarih
Araştırmaları Dergisi, 2020;39(67):385-433.
24. Ak M. 19. Yüzyılda Antalya’da Kolera Salgını, Uluslararası Sosyal
Araştırmalar Dergisi, 2011; 4 (17):.254-268.
25. Ataç A, Uçar M. Önemli Bulaşıcı Hastalıklar ve Yaşam Sürecine
Etkileri. Bilim Tarihi Araştırmaları. 2006; 2: 33-42.
26. Bozan, O. “Diyarbakır Vilayeti’nde 1894-1895 Kolera Salgını ve
Etkileri”. Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi. 2015;18: 219-240.
27. Berkes N. Türkiye’de Çağdaşlaşma. Yapı Kredi Yayınları. İstanbul,
23. Basım, 2016;183-184.
28. Parıldar H. Tarihte Bulaşıcı Hastalık Salgınları. Tepecik Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Dergisi, 2020;30(Ek sayı):19-26.
29. Demirkol K. Adana ve Kolera (1890-1895). Dumlupınar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, 2018; 56:141-156.
GÖZE ÖMER FAHRETTİN VE AYDIN GÖZE İSMİHAN
ATLJM 2024; 4 (10)
30. Irwin W. Sherman. (Çeviren. Emel Tümbay, Mine Anğ Küçüker).
Dünyamızı Değiştiren On İki Hastalık. İş Bankası Kültür Yayınları, 5.
basım, 2020 , p.45-66.
31. “Yeryüzünde İnsanlar Yokken Hastalıklar Vardı!” Albert S. Lyons - R.
Joseph Petrucelli, (Çev. Nilgün Güdücü), Çağlar Boyu Tıp, İstanbul,
Roche. 1997.p. 19.
32. Weekly epidemiological update on COVID-19 - 1 September 2023
(who.int)
33. WHO Coronavirus (COVID-19) Dashboard | WHO Coronavirus
(COVID-19) Dashboard With Vaccination Data.
34. COVID-19 Pandemisi Bitti mi? Pandemiden Sonra Ne Olacak? -
Evrim Ağacı (evrimagaci.org).
35. Thorp HH. It ain’t over ‘til it’s over. Science. 2022 May
13;376(6594):675. doi: 10.1126/science.abq8460. Epub 2022 May 5.
PMID: 35511944.
36. Yeni aşılar yolda! Kovid-19’un Eris varyantı hızla yayılıyor... (karar.
com)
37. Covid-19’un yeni varyantı EG.5 (Eris) nedir ve dünyada ne kadar
hızla yayılıyor? | Euronews
38. DSÖ: Covid-19 vakalarında dünya genelinde yüzde 38 artış yaşandı
(gazeteoksijen.com)
39. Covid-19’un yeni varyantı Eris Türkiye’de görüldü mü? (msn.com)
40. DSÖ’den Covid-19 aşılamasında revizyon: Sağlıklı çocuk ve
ergenlerin mutlaka aşılanması gereksiz | Euronews.
41. Sahin U, Karikó K, Türeci Ö. mRNA-based therapeutics--developing
a new class of drugs. Nat Rev Drug Discov. 2014 Oct;13(10):759-80.
doi: 10.1038/nrd4278. Epub 2014 Sep 19. PMID: 25233993.
42. BioNTech, Covid-19 aşısı yan etkileri yüzünden açılan tazminat
davasında ilk kez mahkemeye çıkacak | Euronews.
43. Morin E. Yolumuzu Değiştirelim. Koronavirüsün Öğrettikleri. Çev.:
M. Erşen. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Mayıs 2021, İstanbul,
p.89-90.