Content uploaded by Dilber İLİMLİ Usul
Author content
All content in this area was uploaded by Dilber İLİMLİ Usul on Jan 03, 2024
Content may be subject to copyright.
nd
FULL TEXTS BOOK (VOLUME-1)
EDITORS:
Prof. Dr. Ahmet KAZANKAYA
Assist. Prof. Dr. Mevlüde Alev ATEŞ
ISBN: 978-625-8246-64-3
FULL TEXTS BOOK
Volume-1
AHI EVRAN
2nd INTERNATIONAL CONFERENCE ON
SCIENTIFIC RESEARCH
October 21-23, 2022
Kirsehir Ahi Evran University, Kirsehir, Türkiye
Editors
Prof.Dr. Ahmet KAZANKAYA
Assist. Prof. Dr. Mevlüde Alev
ATEŞ
Institute Of Economic Development And Social Researches Publications®
(The Licence Number of Publicator: 2014/31220)
TÜRKİYE
TR: +90 342 606 06 75
E posta: kongreiksad@gmail.com
www.iksad.org www.iksadkongre.org
All rights of this book belong to IKSAD Publishing House
Authors are responsible both ethically and jurisdically
Iksad Publications - 2022©
Issued: 23.11.2022
ISBN - 978-625-8246-64-3
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
CONTENT
CONGRESS ID
I
SCIENTIFIC COMMITTEE II
PHOTO GALLERY III
PROGRAM IV
CONTENT
V
Author Title No
Cem TUNA HUMAN RIGHTS EDUCATION IN AHI EVRAN'S AHI
SYSTEM
1
Hüseyin ÖZTÜRK AHİLİĞİN TEMELLERİ VE GETİRDİKLERİ 12
Hamza ÖZ
Nuri BALOĞLU
SOCIAL ENTREPRENEURSHIP IN THE CONTEXT OF
AHILIK ORGANIZATION 17
Nurettin GÜRCAN
REFLECTIONS OF AKHISM TRADITION TO TODAY'S
MANAGEMENT AND WORKING CULTURE IN THE
CONTEXT OF TURKISH MANAGEMENT AND
ORGANIZATIONAL CULTURE
26
Tufan AYTAÇ AN OVERVIEW OF THE AHILIK (AHI EVRAN'S HUMAN
TRAINING MODEL) SYSTEM IN THE CONTEXT OF
LEADERSHIP APPROACHES
36
Sevgi IŞIK EROL AKHISM FROM THE PERSPECTIVE OF ISLAMIC
ECONOMICS 52
Dilber USUL FLOWS OF THOUGHT IN THE TIME OF TURKISH SELJUK 62
Hakan EROL ON THE ORIGIN OF THE WORD AHI AND PROFESSIONAL
ORGANIZATION IN ANCIENT ANATOLIAN CITY-STATES 78
Abdullah TURAN THE POLITICAL AID OF AHIS AND THE ISSUES THAT
SHAPE IT 84
Okay SÜTÇÜOĞLU A DIFFERENT POINT OF VIEW TO NAME OF THE “AHI
EVRAN” 114
Suzan YILDIRIM FROM AHI AND BACIYAN-I RUM TO TODAY'S SOCIAL
SERVICE WORKS 122
www.ahievranconference.org
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
62
www.ahievranconference.org
TÜRKİYE SELÇUKLU DEVLETİ’NİN DÜŞÜNCE DÜNYASI
THE WORLD OF THOUGHT OF THE SELJUK STATE OF
TURKEY
Dilber USUL
Kastamonu Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Tarih, Kastamonu,
Türkiye ORCID ID: 0000-0003-2676-1943
Özet
Türkiye Selçuklu Devleti (1070-1305)’nin siyasî tarihî kısmen de sosyo-ekonomik yapısı yeterince
incelenmiş olmasına rağmen bilim ve düşünce hayatı hakkındaki bilgiler oldukça azdır. Devletin zirve
ve en parlak dönemi olarak kabul edilen I. Alaeddin Keykubad (1220-1237) dâhil, Ondan önceki
Selçuklu sultanlarının saraylarında ilmî, felsefî, dinî ve hatta astronomi bilgilerin konuşulduğu,
tartışıldığı alanında uzman ve bilgili şahısların saraya davet edilip; saygı gördükleri bilinmektedir. Az
da olsa eserler verilmiştir.
Türkiye Selçuklularının XIII. yüzyıl başlarına kadar bir yandan Danişmendliler ve diğer Türk
beylikleriyle bir yandan da Bizans’la dolayısıyla Haçlılar’la mücadelesi, öte yandan İran ve
Azerbaycan üzerinden Anadolu’ya gelen Türkmen nüfusu ve onların iskânı ile 1243 sonrası Moğol
istilası gibi sorunlar, gerek siyasî gerekse toplumsal alanda ekonomik ve psikolojik direnci gerekli
kılmıştır. Bütün bunlar ve daha fazlası Selçuklu Devleti’ne durma, gerileme ve çökme süreçlerini
yaşatırken devletin her alanda kökleşmesine, gelişmesine ve istikrarlı bir yapı oluşturmasına da engel
olmuştur.
Yine de Selçuklu döneminin siyasî, dinî ve ekonomik şartlarına göre kısa sürede Anadolu’da ilmî, dinî
ve felsefî bir düşünce yapısının oluşturulması oldukça takdire şayan bir harekettir. Bu düşünce
yapılarından kimisi göçler aracılığıyla kimisi de sonradan sınırlar ötesinden gelmişlerdir. Bununla
birlikte Anadolu’da doğup, yeşermiş ancak kabul görmemiş veya unutulmuş düşüncelerden başka,
günümüze kadar gelebilmiş varlığıyla önem ve değer arz eden düşünce akımlar da mevcuttur.
Çalışmada Anadolu’ya gelen ve Anadolu’da tohumları atılan bu düşünce akımlarına detaylı olmasa da
genel çerçevede değinilecektir. Çalışmanın içeriği, bilinenlerin tekrarı gibi olsa da asıl amaç, adı kalan
fakat izleri silinenleri hatırlatabilmektir. Unutulanların geri gelmesi mümkün değildir; ancak
hatırlanması ve hatırlatılması ahde vefa olarak kabul edilmelidir. Tarihe ve dolayısıyla Anadolu’ya
borcumuz çoktur.
Anahtar Kelime: Anadolu, Selçuklu, Devlet, Düşünce, Felsefe.
Abstract
Turkey Seljuk (1070-1305)'' is a journey on a life path that is thought and thought at a level where the
economic future of the political history can be considered. Since the previous Seljuk sultans, including
Alaeddin Keykubad (1220-1237) I, who was considered to be the peak of the state and in its heyday,
were invited to the palace in the speeches of the previous Seljuk sultans about the scientific,
philosophical, religious and even astronomy. known to be respected. Few works have been given.
Turkey Seljuks XIII. On the one hand, the struggle against the Crusaders in terms of the Danishmends
and the Turkish lords on the one hand and the Crusaders on the other hand, and the Turkmens who
came to Anatolia via Azerbaijan and their settlement and the Mongolian will after 1243 are
economically and balanced where it is considered necessary. All these and even the Seljuk State while
it was still alive, prevented it from rooting, growing and forming a structure.
It is to learn education in a short time compared to the economic one in Anatolia and with a suitable
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
63
www.ahievranconference.org
philosophical thought in Anatolia. Some of these mindsets face problems in terms of transitions
through
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
64
transitions. There are also important and valuable lives with a structure that was born in Anatolia
together with small but flourished but not accepted or forgotten thoughts, as well as other things.
In the study, Anatolia and these thought plans in Anatolia, which will not be paid attention to, will be
discussed in general terms. Like the work, the main purpose is to erase what is known about his name.
The forgotten will not be able to come back; However, remembering and reminding should be
accepted as a pledge of loyalty. We owe a lot to history and Anatolia.
Keywords: Anatolia, Seljuk, State, Thought, Philosophy.
Türkiye Selçuklu Devleti (1070-1305)’nin XIII. yüzyıl başlarına kadar başta Danişmendliler olmak
üzere diğer Türk beylikleriyle, Bizans’la dolayısıyla da Haçlılarla siyasî mücadelesi oldukça uzun
zaman almış ve bu durum “Diyar-ı Rum” adı verilen toprakların Türk yurdu olmasını geciktirmiştir.
Aynı zamanda İslamlaşması da zaman almıştır.
Bu süreçte Türkiye Selçuklularının siyasî tarihî, kısmen de sosyo-ekonomik yapısı incelenmiş bu
alanlarda çalışmalar ortaya konabilmişse de bilim ve düşünce hayatı hakkındaki bilgiler oldukça azdır.
Selçuklu sultanlarının saraylarında alanında uzman ve bilgili şahısların saraya davet edilip; saygı
gördükleri dinden, ilimden, felsefeden ve hatta uzay bilimlerinden konuşulup, tartışıldığı
görülmektedir. Bu dönemde az da olsa eserler verilmiştir.
Türkiye Selçuklu hükümdarlarından I. Alaeddin Keykubad (1220-1237) siyasî, idarî, askerî, ticarî,
ilmî, dinî, felsefî, kültürel ve ekonomik alanlarda Selçuklu Beyliğini en parlak, en zengin, en refah ve
en güvenli dönemine ulaştırmış; hatta döneminde Selçuklu beyliği, devlet olma unvanına resmî olarak
da sahip olabilmiştir. Ancak kendisinden sonra başa geçen oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev (1237-
1246) döneminde devlet, özellikle siyasî, idarî ve askerî yapılanmadaki istikrarsızlık ve sıkıntıların
akabinde gelen Moğol zulmü, istilası ve idaresi sebebiyle Moğol-İlhanlıların boyunduruğu altına
girmiştir.
Diğer taraftan Sultan I. Alaeddin Keykubad’a kadar ve O’dan sonra İran ve Azerbaycan üzerinden
Anadolu’ya gelen Türkmen nüfusu ve onların iskânı gibi sorunlar da gerek siyasî gerekse toplumsal
alanda ekonomiye ve toplum psikolojisine zarar vermiş; halkın, hayata tutunma direncini, umudunu ve
inancını zayıflatmıştır. Bütün bunlar ve daha fazlası Türkiye Selçuklu Devleti’ne durma, gerileme ve
çökme süreçlerini yaşatırken devletin her alanda kökleşmesine, gelişmesine ve istikrarlı bir yapı
oluşturmasına da engel olmuştur.
Maruz kalınan bu süreçten Selçuklu’nun dolayısıyla da Anadolu’nun canlı, renkli, zengin ve ileri
düşünce dünyası etkilenmiş olmasına rağmen yine de döneme ait yazılı eser veren İbn-i Bibi “El-
Evâmiru’l- Âlâiyye fi-Umur-ı Devleti’l-Aliyye”, Muhammed b. Ali Ravendi “Râhatu’s-Südûr ve
Âyetü’s-Sürûr”, Kerimüddin Mahmud Aksarayî “Müsâmeretü’l-Ahbâr”, Kadı Burhaneddin Anevî
“Enîsu’l-Kulûb” Anonim Tarih-i Âl-i Selçuk adlı eserler, bugün ilk elden kaynaklardan bazıları olmak
bakımından önemlidir.1 Yazılı ve yazısız eserlerden başka mimarî yapılardan çoğunun da günümüze
kadar intikal etmemiş olması mümkündür.
Siyasî, idarî, dinî, askerî, ticarî, sosyal, kültürel ve psikolojik alanlardaki olumsuz ve zorlu şartlara
rağmen Anadolu’da ilmî, felsefî ve dinî bir düşünce yapısının oluşturulması oldukça takdire şayan bir
harekettir. Bu düşünce akımlarından kimisi çeşitli sebeplerle yapılan göçler aracılığıyla sınırlar
ötesinden gelirken; kimisi de sonradan kendiliğinden oluşmuştur. Anadolu’da doğup, yeşermiş ve
kabul görmüş bu akımlardan bazıları, zamanla unutulmuş ya da başka akımlar içerisinde yer
edinmişlerse de günümüze kadar gelebilmiş olanları da mevcuttur.
Çalışmada ele alınan konular, bilinenlerin tekrarı gibi algılansa da asıl amaç, adı kalan fakat izleri
silinenleri hatırlatabilmektir. Unutulanların geri gelmesi mümkün değildir; ancak hatırlanması ve
hatırlatılması ahde vefa olarak kabul edilmelidir. Türk tarihine dolayısıyla da Anadolu’ya borcumuz
çoktur.
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
65
1 Mehmet Fuat Köprülü, “Anadolu Selçukluları Yerli Kaynakları”, Belleten, C:7, S:27, Ankara, s.387-393.
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
66
Malazgirt savaşı öncesi türklerde düşünce yapısı
Ahmet Yesevî ve “Yesevilik”
Ahmet Yesevî, yaklaşık olarak XI. yüzyılın ikinci yarısında Batı Türkistan’da Sayram (İsfîcab)
kasabasında dünyaya gelmiştir. Bazı kaynaklar, onun Türkistan’da yani Yesi’de dünyaya geldiğini
kaydetmiştir. “Hikmet” biçimindeki şiirlerinden Türkistanlı olduğu anlaşılıyor. Genelde doğum yeri
olarak Sayram kasabası gösterilmiştir. Onu yetiştirenler arasında XI. yüzyıl mutasavvıflarından Yusuf
Hemedanî başta gelir.2
Ahmet Yesevî, altmış üç yaşına geldiğinde geleneğe uyarak tekkesinin avlusunda müritlerine bir
çilehane hazırlatır. Vefatına kadar burada ibadet ve riyazetle meşgul olur. Çilehanede ne kadar kaldığı
belli değildir, fakat ölünceye kadar buradan çıkmadığı ve hücrede vefat ettiği muhakkaktır.3
Ahmet Yesevî ve “Yesevilik” sadece Orta Asya’nın bozkırlarında değil, dünyanın birçok yerinde
mürşitleri vasıtası ile etkili olmuştur. Bu etkiler Türkistan dışında, Doğu Türkistan, Hindistan,
Kafkaslar, Balkanlar, Orta-doğu, Kuzey Afrika, Arabistan Yarımadası’nda da görülmekle birlikte en
etkili olduğu coğrafya Anadolu’dur. “Yesevilik”in Anadolu’ya olan etkisi “Büyük Selçuklu
Devleti”’nin genişlemesine bağlı olarak batıya göç eden göçebe Türkler ile yine Moğol istilası
neticesinde Horasan, İran, Azerbaycan üzerinden XIII. yüzyılda batıya göç eden göçebe Türkler
vasıtasıyla olmuştur.4
Şiirlerinde dörtlükler, içtenliğin ve ruh inceliğinin ürünüdür. “Divan-ı Hikmet” te Allah sevgisi,
Allah’ın nitelikleri ve insanın görevleri sergilenmiştir. Özellikle insanın kendini tanıyarak Tanrı’ya
yönelmesi tavsiye edilir. Gönül temizliğinin ve ahlâka uygun yaşayışın insanı mutluluğa götüreceği
vurgulanmıştır. Yardımlaşmanın ve birliğe önem vermenin müminleri güçlendireceği üzerinde
durulur.
Ahmet Yesevî, görüşlerinde insana değer vermiş, hoşgörüyü savunmuş, Hz. Peygamberi övmüş,
Allah’a kavuşmanın önemini vurgulamıştır. İnsanın ruhî varlık olarak şekle saplanmasını doğru
bulmamış, aşk ile Tanrı yolunda hizmetin inceliklerini dile getirmiştir. Tutuculuğu ve ikiyüzlülüğü
yermiştir. Görüşleriyle kendisinden sonraki Türk mutasavvıflarını da etkilemiştir. Anadolu’da Hacı
Bektaş Veli de, Ahi Evran da, Mevlana da ve Yunus Emre de onun yorumlarının etkisi vardır. Bu
sebeple Ahmet Yesevî, Türk kültürünün temel taşlarından biri haline gelmiştir. Türkler arasında
ortak duygu ve heyecanın yaşamasına vesile olmuştur. Bu etki günümüze kadar sürmüştür.5
Malazgirt savaşı’yla gelen düşünce akımları
Türkiye Selçuklularının sağladığı huzur ve sükûn ortamı içerisinde Anadolu’daki türlü din ve
milletlerin birlikte uyum içerisinde yaşamaları, ortak bir kültürün ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Özellikle Anadolu’da taassup duygularından uzak, felsefî düşüncelere açık ve tasavvuf felsefesini de
benimseyen bir ortam vardı. Bu ortam içerisinde XII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan
fikrî hareketler,
XIII. asra kadar devam etmiş; Hacı Bektaş Veli, Ahî Evran, Mevlana ile Yunus Emre gibi
şahsiyetlerin yetişmesine zemin teşkil etmişti. Bu verimli kültür ortamı birçok bilginin dikkatini
çekmiş, Muhyiddin İbnü’l Arabî (1165-1240) gibi tarihî önemi olan şahsiyetlerin uğrak yeri halini
almıştır. Öte yandan Moğol istilasından kaçan başta tasavvuf bilginleri olmak üzere birçok âlim,
Anadolu’yu mesken tutmuşlardır.6
Moğol istilasından kaçarak veya Selçuklu sultanlarının daveti üzerine Anadolu’ya gelen ve burada
tekkelerini kurarak düşüncelerini yayan sufilerin görüşleri doğrultusunda bazı mektep veya tarikatlar
oluşmuştur. Bunları ve temsilcilerini şöyle sıralamak mümkündür:
2 İbrahim Agâh Çubukçu, “Ahmet Yesevî ve Düşüncesi”, Erdem Dergisi, C:7, S:21, Ankara, 1995, s.821.
3 Kemal Eraslan, “Ahmet Yesevî”, TDV İslam Ansiklopedisi, C:2, İstanbul, 1989, s.160.
4 Ahmet Yaşar Ocak, “Türk Kültüründe Ahmed-i Yesevi’nin Yeri ve Önemi” Vakıf Haftası Dergisi, S:10,
Ankara, 1993, s.36.
5 İbrahim Agâh Çubukçu, “Ahmet Yesevî ve Düşüncesi”, Erdem Dergisi, C:7, S:21, Ankara, 1995, s. 822.
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
67
6 Ramazan Biçer, “Türk Düşünce Tarihinde Selçuklular Devrinin Yeri Ve Önemi”, Yeni Türkiye Yayınları,
Türkler Ansiklopedisi, C:5, Ankara, 2002, s.969.
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
68
Vahdet-i Vücut Mektebi
“Vahdet” ve “Vücut” kelimelerinin terkibinden oluşan ve isim tamlaması olan Vahdet-i Vücut,
“varlığın birliği” anlamına gelir. Dolayısıyla burada anahtar kavram “varlık” kelimesidir. Düşünce
tarihinde ve özellikle İslam düşüncesinde bu kavram üzerinde çokça durulmuştur. İslam kelamcıları ve
filozofları, genellikle varlığı “vacip varlık” ve “mümkün varlık” olarak ikiye ayırırlar. “Vacip varlık”,
varlığı zorunlu olan ve var olmak için başka hiçbir varlığa ihtiyacı olmayan demektir. Aynı zamanda
vacip, yokluğu düşünülmeyen, yokluğu kabul etmeyen varlıktır. O zatın gereği vardır ki, bundan Yüce
Allah kastedilmektedir. “Mümkün varlık” ise varlığı imkân dâhilinde olan yani var olması başka bir
varlığın var etmesine bağlı varlıktır. Buna varlığı da yokluğu da zatının gereği olmayan veya varlığı da
yokluğu da eşit olana denilir.7
“Vahdet-i Vücut” düşüncesi varlığı (vücut), mümkün ve zorunlu kısımlarına ayrılmadan önce
kendinde bir hakikat şeklinde ele alıp zorunlu ve mümkünü onun iki kutbu saymak suretiyle Hak ile
halkı (yaratılmışlar) izafet ilişkisiyle birbirine bağlar. Böylece Tanrı-insan ilişkileri başta olmak üzere
birlik- çokluk sorunu, insan iradesi ve özgürlüğü, âlemdeki kötülük problemi, sebeplilik vb. metafizik
konularla iman ve akidenin anlamı, ahlâk konuları ve çeşitli dinî bahisler hakkında kapsamlı ve
sistematik bir düşünce ortaya koyar. Bu düşünceyi kabul edenlere “Vahdet-i vücut ehli”, düşüncesine
de “Vücudiyye” denir.8
“Vahdet-i vücut” düşüncesi geçmişte ve günümüzdeki araştırmalarda tasavvufun en dikkat çeken
konularından biri olmuştur. “Vahdet-i Vücut” ile ilgili yapılan araştırmalarda öncelikle terimin ne
zaman ve kimin tarafından kullanıldığı üzerinde durulmuştur. Terimin İbnü’l Arabî tarafından
kullanılmamış olduğu hususunda neredeyse aynı görüşü paylaşan araştırmacılara göre “Vahdet-i
Vücut”u İbnü’l-Arabî’nin düşüncelerini anlatmak üzere onun takipçileri ve sarihleri tarafından
geliştirilmiştir.9 Dolayısıyla Muhyiddin İbnü’l Arabî ve Sadreddin Konevî bu ekolün en önemli
temsilcilerimdendir, denilebilir.
Muhyiddin İbnü’l Arabî
Tam ismi, Muhyiddin Ebu Abdullah Muhammed İbn-i Ali İbnü’l Arabî et-Tai el-Hatimî el-
Endülüsî’dir. İsmin kısaltılmış şekli çoğu zaman İbnü’l Arabî’den ibarettir. Bazen de başına
Muhyiddin ilave olunur.10 Çeşitli seyahatlerde bulunmuş ve değişik hocalardan ders görmüş olan
İbnü’l Arabî (1165-1240), hayatının olgunluk devri sayılabilecek bir dönemde (1205-1206) yılında 40
yaşlarında iken Anadolu’ya gelmiştir. Musul’dan yola çıkarak Diyarbakır, Mardin bölgesinden
geçerek Anadolu içlerine kadar gitmiş, daha sonra Urfa, Erzincan, Erzurum, Sivas, Malatya gibi
şehirlerde ikamet etmiş; nihayet Eylül 1205 tarihinde Konya’ya gelmiştir.11
Selçuklu sultanlarından I. Gıyaseddin Keyhüsrev (1192-1196/1205-1211)’den sonra tahta geçen ve
Haçlılarla sürekli mücadele halinde olan I. İzzeddin Keykavus (1211-1220), O’nu, Konya’daki
sarayına davet etmiş; ondan zihnini meşgul eden dinî bir takım soruların cevaplarını almıştır.
Haçlılarla mücadelesinde izlemesi gereken politika konusunda da O’nun fikirlerini alan Sultan,
yanında değilken bile ona mektup yoluyla sorular sormayı ihmal etmemiş, adeta onu manevî bir
danışman olarak görerek, nasihatlerine sıkça başvurmuştur. Yönetici zümresiyle olan irtibatları
yalnızca Selçuklu devlet adamlarıyla sınırlı kalmayan Muhyiddin İbnü’l Arabî, Dımaşk Emiri II. el-
Melikü’l Adil (645/1248) ve Halep Emiri el-Meliku’z-Zâhir, (613/1216) gibi “Eyyubî Devleti” (1171-
1462)’nin önemli devlet ricaliyle de temas halinde olmuştur. Onları, hem irfanî açıdan beslemiş, hem
de dine dair zihinlerine takılan soruların yanıt bulmalarını sağlamıştır. Bütün bunlar aslında İbnü’l
Arabî’nin Anadolu’da
7 Hasan Hüseyin Tunçbilek, “Muhyiddin İbn Arabi’de Vahdet-i Vücud Telakkisi”, Harran Üniv., İlahiyat
Fakültesi Dergisi, C:19, S:19, Şanlıurfa, 2008, s.13.
8 Ekrem Demirli, “Vahdet-i Vücud”, TDV İslam Ansiklopedisi, C:42, İstanbul, 2012, s.431.
9 Ekrem Demirli, “Vahdet-i Vücud”, TDV İslam Ansiklopedisi, C:42, İstanbul, 2012, s.431.
10 Kazım Yıldırım, “İbnü’l Arabi’nin Kültürümüzdeki Yeri Ve Önemi”, Pamukkale Üniv., Eğitim Fakültesi
Dergisi, C:4 S:4, Denizli, 1998, s.30.
11 Kazım Yıldırım, “İbnü’l Arabi’nin Kültürümüzdeki Yeri Ve Önemi”, Pamukkale Üniv., Eğitim Fakültesi
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
69
Dergisi, C:4 S:4, Denizli, 1998, s.31.
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
70
sultanlara kadar varan bir etki sahasına ulaştığını ve onların irşat ve manevî danışmanlık hizmetlerinde
bulunduğunu göstermektedir.12
Anadolu’da özellikle Malatya-Konya çizgisinde faaliyet gösteren İbnü’l Arabî, yaptığı bu gezilerde,
gittiği şehirlerdeki insanlarla çeşitli ilmî, irfanî temaslar kurarak onları irşat etmiş, gezdiği yerlerde
gördüğü yetenekli öğrencileri müritliğine kabul ederek; hayli tasavvuf ve ilim erbabının yetişmesini
sağlamıştır. Ayrıca bu öğrencilere icazetler vererek, görüşlerinin Anadolu coğrafyasında geniş yankı
uyandırmasını ve Anadolu’daki pek çok büyük mutasavvıfa da etki etmesini sağlamıştır. Böylece
Anadolu’da bulunduğu süre zarfında, semeratının günümüzde dahi hâlâ toplandığı büyük bir tasavvufî
düşünce tohumu ekmiştir.13
Anadolu’da Urfa, Erzincan, Erzurum, Sivas, Malatya ve Konya'da ikamet etmiş olup, özellikle
Malatya- Konya çizgisinde faaliyet gösteren İbnü’l Arabî, yaptığı bu gezilerde, gittiği şehirlerdeki
insanlarla çeşitli ilmî-irfanî temaslar kurarak onları irşat etmiş, gezdiği yerlerde gördüğü yetenekli
öğrencileri müritliğine kabul ederek, hayli tasavvuf ve ilim erbabının yetişmesini sağlamıştır. Ayrıca
bu öğrencilere icazetler vererek, görüşlerinin Anadolu coğrafyasında geniş yankı uyandırmasını ve
Anadolu’daki pek çok büyük mutasavvıfa da etki etmesini sağlamıştır. Böylece Muhyiddin İbnü'l
Arabî, Anadolu’da bulunduğu süre zarfında, semeratının günümüzde dahi hâlâ toplandığı büyük bir
tasavvufi düşünce tohumu ekmiştir.14
İbnü’l Arabî, Malatya'ya geldiği (609/1212-1213) yılından sonra Anadolu'da ne kadar kaldığı belli
değildir. Ne zaman ayrıldığı da açık olarak belirtilmemiştir. Ancak (627/1229-1230) yılında, 65
yaşlarında iken Şam’da bulunduğunu belirtmekteydi. Anadolu’da maddi ve manevi büyük bir refah,
huzur ve itibara kavuştuğu muhakkak olan İbnü’l Arabi'’in Malatya’yı terk ederek, hayatının sonuna
kadar kaldığı Şam’a yerleşmesinin sebebi de açık değildir.15
Selçuklu sultanlarına nasihatlerde bulunan ve onlardan hüsnü-kabul gören İbnü’l Arabî’nin
Selçuklulardan sonra kurulacak olan Osmanlı Devleti’nin doğuşunu ve çöküşünü önceden haber
verdiğine dair rivayet büyük ilgi görmüştür. Diğer taraftan devletin manevi kurucusu Şeyh
Edebalî’nin Dımışk’ta öğrenim görürken İbnü’l Arabî’nin sohbetlerine katılarak müridi olduğu
rivayetiyle bu durum fizikî olarak da perçinlenmiştir. Yavuz Sultan Selim (1512-1520)’in “Mısır
Seferi” (1516-1517) dönüşünde uğradığı Şam’da ilk iş olarak İbnü’l Arabî’nin kabrini aratması ve
bulunan yere derhal mescit, medrese ve tekkeden oluşan bir külliyenin yapılmasını emretmesi de
önemli tezahürlerindendir.16
İbnü’l Arabî, Şam’da Kadı Mühyiddin el-Zekî’nin evinde (22 Rebiü’1-Ahir 628/1O Kasım 1240)’de
vefat etmiş; Muhyiddin el-Zekî ailesinin Kasiyyun Dağı eteğinde bulunan türbesine defnedilmiştir.17
Sührevilik
“Sühreverdiyye” kaynaklarda genellikle Ebu Hafs Şehabeddin’e nisbet edilir. Bununla birlikte
yetişmesinde amcası ve şeyhi Ebü’n-Necib es-Sühreverdî’nin önemli rolü sebebiyle tarikatın
kuruluşunu Ebü’n-Necib’e kadar götürenler de vardır. Nitekim Abdurrahman Ebü’l Ferec el-Vasıtî,
“Sühreverdiyye”’yi Ebü’n-Necib’e nisbet etmiş ve adını “Sühreverdiyye”’nin yanı sıra “en-
Necibiyye
12 Emre Cihat Dinçoğuz, XIII. yy.’da Anadolu Selçuklu Devletinde Öne Çıkan Bazı Sufi Şahsiyetler Ve
Anadolu’nun İslamlaşma Sürecine Katkıları, Bingöl Üniv., Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Y.L.Tezi), Bingöl,
2020, s.29-30.
13 Emre Cihat Dinçoğuz, XIII. YY.’da Anadolu Selçuklu Devletinde Öne Çıkan Bazı Sufi Şahsiyetler Ve
Anadolu’nun İslamlaşma Sürecine Katkıları, Bingöl Üniv., Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Y.L.Tezi), Bingöl,
2020, s.29.
14 Emre Cihat Dinçoğuz, XIII. YY.’da Anadolu Selçuklu Devletinde Öne Çıkan Bazı Sufi Şahsiyetler Ve
Anadolu’nun İslamlaşma Sürecine Katkıları, Bingöl Üniv., Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Y.L.Tezi), Bingöl,
2020, s.29.
15 Kazım Yıldırım, “İbnü’l Arabi’nin Kültürümüzdeki Yeri Ve Önemi”, Pamukkale Üniv., Eğitim Fakültesi
Dergisi, C:4, S:4, Denizli, 1998, s.31.
16 Mahmut Erol Kılıç, “İbnü’l-Arabî, Muhyiddin”, TDV İslam Ansiklopedisi, C:20, İstanbul., 1999, s. 513.
17 Kazım Yıldırım, “İbnü’l Arabi’nin Kültürümüzdeki Yeri Ve Önemi”, Pamukkale Üniv., Eğitim Fakültesi
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
71
Dergisi, C:4 S:4, Denizli, 1998, s.32.
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
72
es-Sühreverdiyye” şeklinde de kaydetmiştir. Murtaza ez-Zebidî de tarikatı Ebü’n-Necib’e izafe etmiş,
Ebu Hafs Şehabeddin’e nisbet ettiği “Şihabiyye”’yi “Sühreverdiyye”’nin bir kolu olarak göstermiştir.
Öte yandan Zebidî, Ebü’n-Necib’in hilafet aldığı şeyhlerden birinin Abdülkadir Geylanî olduğunu
ileri sürerek “Sühreverdiyye”’yi “Kadiriyye”’nin büyük kollarından biri olarak zikretmiştir. Ebü’n-
Necib, “Sühreverdiyye”’nin kurucusu kabul edildiği takdirde “Ebheriyye” ve “Kübreviyye”
tarikatlarının “Sühreverdiyye”’nin birer kolu olarak sayılması gerekir; zira “Ebheriyye”’nin kurucusu
Kutbüddin el- Ebherî, Ebü’n-Necib’in halifesi olduğu gibi, “Kübreviyye”’nin kurucusu Necmeddin
Kübra’nın şeyhleri Ammar Yasir el-Bitlisî ile İsmail Kasrî de onun halifeleri arasında
bulunmaktadır.18
“Sühreverdiyye” tarikatında zikir, oturarak (kuûdî) ve sesli (cehrî/celî) olarak kelime-i tevhit
çekmekten ibarettir. Bazı istisnalar dışında sema uygulaması yoktur. “Sühreverdiyye” şeyhlerinden
Ebü’l Mehasin Cemaleddin Yusuf b. Abdullah el-Kuranî el-Acemî, Haririzade’nin
Tibyan’da kaydettiği “Reyḥanetü’l-ḳulub fi’t-tevaṣṣul ile’l-maḥbub” adlı eserinde zikrin yapılış şekli
ve adabı üzerinde durmuştur.19 Buna göre “Mürit, bütün günahlarına tövbe ettikten sonra abdestli
halde temiz ve tercihen karanlık bir odada kıbleye dönük bir şekilde bağdaş kurup oturur. Ellerini
uylukları üzerine koyup gözlerini yumarak kendisini şeyhinin huzurunda hayal eder ve onun himmetini
ister. Sonra kalbiyle ism-i celalî (Allah) zikretmeye başlar. Ardından diliyle kelime-i tevhit zikrine
geçer.” Kelime-i tevhid zikrinin yapılış şekli bazı Sühreverdî şeyhleri tarafından şu şekilde tarif
edilmiştir: “Müridin başı kalbi üzerine eğik bir vaziyette iken zikre “lâ” sözüyle başlar ve başını hızlı
bir şekilde sol omuzuna doğru kaldırır. Baş sol omuz üzerinde iken “lâ ilâhe” kısmı bitmiş olur. Ara
vermeden başını tekrar hızlıca kalbine doğru indirir ve tam kalbi üzerine geldiğinde vurgulu bir
şekilde “illallah” der. Bu arada kalbinden Allah’ın dışındaki her şeyi atmaya niyet eder. Kelime-i
tevhit kalbine nakşoluncaya kadar farz ve sünnet namazları dışında gün boyu bu zikirle meşgul olur.
Ayrıca namazlardan sonra gece ve gündüzün belli vakitlerinde okunacak dualar, her aya mahsus
zikirler ve dualar vardır.” Hindistan Sühreverdileri ise genellikle sabah namazından sonra Allah’ın
doksan dokuz ismi ile Hz. Peygamber’in doksan dokuz ismini okurlar.20
Anadolu’ya Selçuklular döneminde girdiği anlaşılan “Sühreverdiyye”, XIII. yüzyılda Anadolu’da
Bahaeddin Zekeriyya’nın kalender meşrep halifesi Fahreddin Irakî tarafından yayıldı. Bahaeddin
Zekeriyya’ya yirmi beş yıl hizmet eden ve ona damat olan Irakî, şeyhin vefatından sonra diğer
müritlerin meşrep farklılığından kaynaklanan kendisine düşmanlıkları sebebiyle Mültan’dan ayrılmak
zorunda kaldı. Anadolu’ya gidip Konya’da Mevlana Celaleddin Rumî ve “Mevlevî” çevreleriyle
yakın dostluklar kurdu. Sadreddin Konevî’nin “Fuṣuṣü’l-ḥikem ve el-Fütüḥatü’l-Mekkiyye”
derslerine iştirak etti. Müritlerinden Emir Muinüddin Süleyman Pervane (1259-676/1277)’nin
Tokat’ta kendisi adına yaptırdığı hankahta faaliyetlerini sürdüren Fahreddin Irakî’nin Konya,
Kayseri, Tokat civarında geniş bir mürit çevresi oluşturduğu tahmin edilmektedir. Pervane’nin Mısır
hükümdarı Baybars (1260- 1277)’ın elinde esir bulunan oğlu Mühezzebüddin Ali’yi kurtarmak için
Mısır’a gitti. Orada kaldığı süre içinde iyi ilişkiler kurduğu sultan, kendisine mürit oldu ve ona
“Şeyhü’ş-şüyuh” unvanını verdi. Fahreddin Irakî’nin halifesi Şeyh Abdü’s-selam ile devam eden
tarikat silsilesi, XV. yüzyılda “Sühreverdiyye”’nin “Pir Cemaliyye” şubesini kuran İsfahanlı Pir
Cemaleddin Ahmed Erdistanî’ye ulaşmaktadır.21
Şehabeddin Sühreverdî
(1 Şaban 539/27 Ocak 1145)’da İran’ın Irak-ı Acem Bölgesi’nin Cibal eyaletinde Zencan’a bağlı
Sühreverd’de doğdu. Hz. Ebu Bekir’in soyundan geldiği için “Bekrî, “Teymî” ve “Kureşî”
nisbeleriyle anılır. Lakap ve nispetlerindeki benzerlik sebebiyle zaman zaman “Sühreverdî el-Maktul”
diye tanınan Şehabeddin Yahya b. Habeş ile karıştırılır. Birçok âlim ve sufî yetiştiren seçkin bir aileye
mensup babası, Sühreverdi kadısı iken bir iftira sonucu idam edilmiştir. Sühreverdî, on altı yaşlarında
Bağdat’a amcası Ebü’n-Necip’in yanına gitti. Burada ondan ve çeşitli hocalardan ders okudu.
Şafî fıkhını,
18 Reşat Öngören, “Sühreverdiyye”, TDV İslam Ansiklopedisi, C:38, İstanbul, 2010, s.42.
19 Reşat Öngören, “Sühreverdiyye”, TDV İslam Ansiklopedisi, C:38, İstanbul, 2010, s.45.
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
73
20 Reşat Öngören, “Sühreverdiyye”, TDV İslam Ansiklopedisi, C:38, İstanbul, 2010, s.45.
21 Reşat Öngören, “Sühreverdiyye”, TDV İslam Ansiklopedisi, C:38, İstanbul, 2010, s.44.
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
74
amcasının arkadaşı Ebü’l Kasım b. Fadlan ve Ebü’l Muzaffer Hibetullah b. Ahmed eş-Şiblî’den
tahsil etti. 22
Abbasî halifesi Nasır li-dinillah (1180-1225) döneminde fütüvvet teşkilatının organize edilmesi
çalışmalarında öncülük eden Sühreverdî, hilâfet merkeziyle beylikler arasında bazı elçilik
görevlerinde bulundu. Dımaşk’a Eyyubî Sultanı Melikü’l Eşref el-Musa (1200-1237)’ya elçi olarak
gittiğinde çok iyi karşılandığı ve kendisine büyük bir saygı gösterildiği söylenir. Sühreverdî, Mevlana
Celaleddin Rumî’nin babası Bahaeddin Veled’in (617/1220) yılında Bağdat’a gelişinde kalabalık bir
halk kitlesiyle onu karşılamaya çıktı. (618/1221)’de halifeden aldığı menşuru Türkiye Selçuklu Sultanı
I. Alaeddin Keykubad (1220-1237)’a götürdü. Bu yolculuğu sırasında Malatya’da Necmeddin Daye
ve Konya’da Bahaeddin Veled ile görüştü. (628/1231)’de hac için Mekke’de bulunduğu sırada
“Sultanü’l-Aşıkin” lakabıyla tanınan mutasavvıf şair İbnü’l Farız ile tanıştı.23
Son zamanlarında gözlerini kaybetmesine ve kötürüm olmasına rağmen müritlerinin yardımıyla cuma
vaazlarına çıkmaya devam eden Sühreverdî, (1 Muharrem 632/26 Eylül 1234)’de vefat etti. Cenazesi,
Verdiye semtindeki türbeye defnedildi. Tarikatların kuruluş döneminde yaşayan Sühreverdî,
gençliğinde Abdü’l-kadir Geylânî’den feyiz almış, çağdaşlarından Evhadüddin Kirmanî ve
Muhyiddin İbnü’l Arabî ile görüşmüştür. Evhadüddin Kirmanî’yi Ahmed el-Gazzalî ve Aynü’l-
kudat el- Hemedanî’nin fikirlerini benimsediği için bidatçı sayan Sühreverdî, ilim ve irşat faaliyetini
birlikte yürütmüş, eserleriyle muhafazakâr Sünnî tasavvuf anlayışının temellendirilmesinde önemli
katkılarda bulunmuştur.24
Kübrevilik
Orta Asya kökenli üç büyük tarikattan (Yeseviyye, Hacegan) biri olan “Kübreviyye”’nin kuruluşunu
Necmeddin Kübra’nın (580/1184) yılında Harezm’e dönüşüyle başlatmak mümkündür. Bu tarihle
vefat tarihi (618/1221) arasında geçen otuz sekiz yıllık sürede velayet mertebesine ermiş; altmışa
yakın halife yetiştirmiştir. Bu sebeple “Şeyh-i velî-tıraş” unvanıyla anılan Necmeddin Kübra’nın ve
kendisinden sonra halifelerinin yoğun irşat faaliyetleri sonucu tarikat, XIII ve XIV. yüzyıllarda Orta
Asya’dan Hindistan ve Irak’a kadar geniş bir alanda yaygınlık kazanmıştır.
Necmeddin Kübra’nın tarikat silsilesi şeyhi Ammar Yasir el-Bitlisî ve Ebü’n-Necib es-Sühreverdî
vasıtasıyla Ma‘ruf Kerhî’ye ondan da İmam Ali er-Rıza yoluyla Hz. Ali’ye ulaşır. Ammar Yasir,
“Sühreverdiyye”’nin piri Ebü’n-Necib es-Sühreverdî’nin halifesi olduğuna göre “Kübreviyye”,
“Sühreverdiyye” tarikatının bir kolu olarak kabul edilebilir. Bununla birlikte Necmeddin Kübra’nın
Mısır’dan Harezm’e dönmesiyle ortaya çıkan coğrafya farklılığı ve tasavvufî vurgularındaki özgün
tercihleri sebebiyle “Kübreviyye” yeni ve müstakil bir tarikat niteliği kazanmıştır. Bazı kaynaklar ise
Necmeddin Kübra’nın silsilesini İsmail el-Kasrî’ye dayandırır. Bu silsile de Abdü’l-vahid b. Zeyd ve
Kümeyl b. Ziyad vasıtasıyla Hz. Ali’ye ulaşır.25
“Kübrevilik”, Anadolu’ya Moğol istilâsıyla birlikte girmiştir. Bu büyük tarikatı buraya getirenler,
Necmeddin Kübra’nın yanında yetişmiş olan Sadeddin Hamevî, Seyfeddin Baherzî, Baba Kemal-i
Hocendî gibi halifelerdir. Bunlar, Moğolların önünden kendi müritleriyle Anadolu’ya sığınmışlardır.
Aralarında özellikle Şeyh Necmeddin Daye (Razî) ile Mevlana Celaleddin’nın babası Bahaüddin
Veled’i ayrıca anmak gerekir. Zira Anadolu’da “Kübrevîlik” asıl bunlar vasıtasıyla yayılmıştır.26
Bahaeddin Veled ve Burhaneddin Muhakkk-ı Tirmizî gibi müritler içinde bu akımın en önemli ve
önder şahsı Necmeddin Daye’dir.
22 Hasan Kamil Yılmaz, “Sühreverdi Şehabeddin”, TDV İslam Ansiklopedisi, C:38, İstanbul, 2010, s.40.
23 Hasan Kamil Yılmaz, “Sühreverdi Şehabeddin”, TDV İslam Ansiklopedisi, C:38, İstanbul, 2010, s.41-42;
Adem Çatak, Şihabeddin Sühreverdi Hayatı Eserleri Ve Tasavvuf Anlayışı, Ankara Üniv., Sosyal Bilimler
Enstitüsü, (Doktora Tezi), Ankara, 2007, s.17-18
24 Hasan Kamil Yılmaz, “Sühreverdi Şehabeddin”, TDV İslam Ansiklopedisi, C:38, İstanbul, 2010, s.41-42;
Adem Çatak, Şihabeddin Sühreverdi Hayatı Eserleri Ve Tasavvuf Anlayışı, Ankara Üniv., Sosyal Bilimler
Enstitüsü, (Doktora Tezi), Ankara, 2007, s.15-16
25 Hamid Algar, “Kübreviyye”, TDV İslam Ansiklopedisi, C:32, İstanbul, 2006, s.500.
26 Ahmet Yaşar Ocak, “Selçuklular ve Beylikler Devrinde Düşünce”, Yeni Türkiye Yayınları, Türkler
Ansiklopedisi, C:1, Ankara, 2002, s.649.
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
75
Necmeddin Daye (Razî)
(573/1177) Rey’de doğdu. Necmeddin Razî olarak da bilinir. “Necmeddin” adı mahlas olarak
kullandığı “Necm/Necma” kelimesinden kaynaklanmakta, Daye “sütanne” lakabı ise çok sayıda mürit
yetiştirdiğine işaret etmektedir. Necmeddin Daye ilim tahsili için Rey’den ayrıldı (599/1202). Ertesi
yıl Mısır’da bulunduğu anlaşılmaktadır. Oradan Hicaz’a geçti, hac dönüşü bir süre Bağdat’ta kaldı.
Ardından Horasan bölgesine ve daha sonra Harezm’e gitti. Harezm’den Irak’a dönüp Bağdat’ı ve
diğer şehirleri dolaştı, Azerbaycan’ı ziyaret etti. Özellikle hadis ve tefsir dersleri almak için tekrar
Horasan’a döndü. Bir süre burada kaldıktan sonra “Kübreviyye” tarikatının piri Necmeddin
Kübra’nın halkasına katılmak amacıyla Harezm’e gitti.27
Necmeddin Kübra, onun tasavvufî eğitimiyle Mecdüddin Bağdadî’yi görevlendirdi. Harezm’in
Moğollarca istilâ edilmesinden önce veya Bağdadî’nin Harezmşah Alaeddin (1200-1221) tarafından
öldürülmesinin ardından Harezm’den ayrılıp Rey’e döndü. Moğol tehlikesinin burayı da tehdit etmesi
üzerine Hemedan’a geçti. Burada hem Moğol yağmasından uzak kalacak hem de Harezm’i
lekelediğini düşündüğü felsefecilerin baskısından kurtulup hürriyetine kavuşacaktı. Ancak kendisinin
de itiraf ettiği gibi Rey’den ayrılarak ailesini Moğollar elinde ölüme terk etmiş oldu. Bir yıl
Hemedan’da kaldıktan sonra Anadolu’ya hicret etmeyi uygun bulup Erbil ve Diyarbakır yoluyla
Anadolu’ya geçti.28
Malatya’da Abbasî halifesi Nasır Li-dinillah (1180-1225)’ın danışmanı Şeyh Şehabeddin es-
Sühreverdî ile tanıştı ve kendisinden Türkiye Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubad (1220-1237)’a
sunulmak üzere bir tavsiye mektubu aldı. (618/Kasım 1221) Ramazanı’nda Kayseri’ye ulaştı. Ünlü
eseri “Mirsadü’l-ʿibad”’ı Sivas’ta Alaeddin Keykubad’a takdim etti (620/1223). Abdurrahman Camî,
onun Konya’da Mevlânâ Celaleddin Rumî ve Sadreddin Konevî ile görüştüğünü belirtir.29
Daye, yaklaşık üç yıl Orta Anadolu’da kaldıktan sonra Mengücüklü Sultanı Alaeddin Davud Şah’ın
hüküm sürdüğü Erzincan’a gitti (621/1224). “Mermuzat-ı Esedî der Mezmurat-ı Davudî” adlı eserini
burada onun adına kaleme alır; ancak Erzincan’da umduğu ilgiyi göremeyince Abbasî halifeliğinin
hizmetinde bulunmak üzere Anadolu’yu terk edip Bağdat’a gitti (622/1225). Halife Zahir Bi-emrillah
tarafından Tebriz’e, Celaleddin Harezmşah (1220-1231)’a elçi olarak gönderildi. Bu yıllarda bir süre
Tebriz’de ikamet eden Necmeddin Daye, hayatının yaklaşık son otuz yıllık dönemini Bağdat’ta
geçirdi. “Baḥrü’l-ḥaḳaiḳ ve’l-meʿanî” adlı tefsirini bu dönemde yazdı. (654/1256) Burada vefat etti ve
“Şuniziyye Kabristanı”’nda Cüneyd Bağdadî ile Seri es-Sakatî’nin mezarları yanına defnedildi.30
“Kübreviyye” tarikatı tarihinde önemli bir yeri olan Necmeddin Daye, bir şeyh olarak tarikat ve irşat
faaliyetiyle değil eserleriyle tanınmıştır. “Daye” lakabı çok sayıda mürit yetiştirdiğine işaret
etmekteyse de kaynaklarda sadece Deymunî adlı bir müridinin adı geçmektedir.31
Evhadiyelik
Evhadüddin Kirmanî, Allah’ın cemal sıfatının tecellilerini varlıkta temaşa etmeyi esas alan
“Şahidbazî” denilen tasavvufî meşrebe sahip bir sufidir. Meşrebinin gereği olarak gençlere özel bir ilgi
duyar; onlarla sema etmekten büyük zevk alır; kadın müritlerle bir arada bulunmakta bir sakınca
görmezdi. Gençlerin güzelliklerine hayran olan Evhadüddin, onların güzelliklerini arttırmak için
ellerine birer kandil verir,
27 Mehmet Okuyan, “Necmeddin-i Daye”, TDV İslam Ansiklopedisi, C:32, İstanbul, 2006, s.49; Guvanch
Yaylımov, Necmeddin-i Kübra Ve Anadolu’da Kübrevilik, Uludağ Üniv., Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Y.L.
Tezi), Bursa, 2012, s.22.
28 Mehmet Okuyan, “Necmeddin-İ Daye”, TDV İslam Ansiklopedisi, C:32, İstanbul, 2006, s.496; Guvanch
Yaylımov, Necmeddin-i Kübra Ve Anadolu’da Kübrevilik, Uludağ Üniv., Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Y.L.
Tezi), Bursa, 2012, s.22.
29 Mehmet Okuyan, “Necmeddin-i Daye”, TDV İslam Ansiklopedisi, C:32, İstanbul, 2006, s.496; Guvanch
Yaylımov, Necmeddin-i Kübra Ve Anadolu’da Kübrevilik, Uludağ Üniv., Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Y.L. Tezi),
Bursa, 2012, s.51.
30 Guvanch Yaylımov, Necmeddin-i Kübra Ve Anadolu’da Kübrevilik, Uludağ Üniv., Sosyal Bilimler
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
76
Enstitüsü, (Y.L. Tezi), Bursa, 2012, s.38.
31 Mehmet Okuyan, “Necmeddin-i Daye”, TDV İslam Ansiklopedisi, C:32, İstanbul, 2006, s.496;
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
77
gençler gece karanlığında ellerindeki kandillerle sema ederlerdi. Kendisi de onların arasında sema
ederken göğsünü göğüslerine dayar, cezbeye gelip kendinden geçer ve bu halde şiirler söylerdi.32
Onun bu uygulamasını duyan Abbasî halifesi Müstansır Billah (1226-1242)’ın oğlunun kendisine
dokunacak olursa onu öldürmeyi düşünerek semaya katıldığı, ancak o sırada kerametine şahit olarak
Evhadüddin’in müridi olduğu rivayet edilir. Cendî’nin naklettiğine göre: “büyük bir zat, kadınlarla
bir arada bulunmanın ve semanın kendisine zarar vereceğini, namahreme bakmanın caiz
olmadığını…” söyleyince Evhadüddin: “Ben Hak’tan gayri hiçbir şeye bakmam…” diye cevap
vermişti. Evhadüddin’in Allah’ın cemalini varlıklarda temaşa etmenin verdiği bir hal olan ve fizikî bir
anlam taşımadığı söylenen bu tavrı suiistimallere yol açacağı endişesiyle tenkit edilmiştir. “Avarifü’l
maʿarif” müellifi Şehabeddin es-Sühreverdî, onun için “bidatçı” ifadesini kullanmış; Mevlana ve
kendisiyle aynı şeyhin, Rükneddin Sücasî’nin müridi olduğu kaydedilen Şems-i Tebrizî, de bu
meşrebi sebebiyle Evhadüddin’i tenkit etmişlerdir.33
Son zamanlarda yapılan bir araştırmada Evhadüddin Kirmanî’nin Ahî Evran’ın kayınpederi ve
“Evhadiyye” adlı bir tarikatın kurucusu olduğu ileri sürülmüşse de müşahhas delillere dayanmayan bu
görüşleri ihtiyatla karşılamak gerekir.34 Ancak tarikat silsilesinde başarılı ve gözde müritlerin tarikat
önderlerinin kızlarıyla evlenmeleri, bilinen bir gelenektir. Bununla birlikte Evhadüddin Kirmanî’nin
kızının adı da Ahî Evran’ın eşinin adı da Fatma’dır. Bu düşünce daha çok Konya, Kayseri, Tokat ve
Amasya gibi önemli kültür merkezlerinde yayılmıştır. Aynı dönemin ve aynı coğrafyanın insanları
olan bu iki önemli kişinin böyle bir akrabalık ilişkisinde olması ihtimali kuvvetle muhtemeldir.
Evhadüddin Kirmanî
İran’ın Kirman bölgesinde doğdu. Asıl adı Hamid, lakabı “Evhadüddin”’dir. Kaynaklarda genellikle
lakabıyla anılır. Adı sadece Kazvinî ve Kerbela’da Hamid kelimesinin muhaffefi olan “Ahmed”
şeklinde geçer. Hayatı hakkında en önemli kaynak olan “Menakıb-nâme”sinde Kirman
Selçuklularından Sultan II. Turan Şah (1177-1183)’ın oğlu olarak gösterilir. Ancak Konya’da
kendisiyle görüşen Muhyiddin İbnü’l Arabî, “el-Fütüḥatü’l-Mekkiyye”’de onun babasının adını
Ebü’l Fahr olarak kaydeder.35
Muhtemelen 1204 yılında Anadolu’ya gelen Evhadüddin Kirmanî, ertesi yıl o sırada Konya’da
bulunan Muhyiddin İbnü’l Arabî ile görüştü. Bu arada Malatya, Sivas ve Konya’ya gittiyse de
genellikle Kayseri’de ikamet etti. Burada evlendi ve Fatıma adlı bir kızı oldu. Evhadüddin,
“Mirṣadü’l- ʿibad”’ın müellifi Necmeddin Daye ile Sivas’ta görüşmüş olmalıdır. Anadolu’da kaldığı
süre içinde Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhusrev (1192-1196/1205-1211) ile iyi ilişkiler kurdu.36
Onun Anadolu’ya Abbasî Halifesi Nasır Li-dinillah (1180-1225) tarafından kurulan fütüvvet
teşkilâtının bir mensubu olarak geldiği gerek devlet adamlarından gerekse halktan büyük saygı
gördüğü, ancak Mevlevî çevrelerin kendisine muhalif olduğu öne sürülmektedir. Evhadüddin, (608-
612/1211- 1215) yılları arasında Bağdat’ta bulunduğu sırada Halife Nasır tarafından, İl-denizlilerden
Özbek’i diğer atabeylere karşı kışkırtmak üzere Tebriz’e gönderildi. “Menakıb-name”’sinde Horasan
ve Maveraü’n-
32 Nihat Azamat, “Evhadüddin-i Kirmanî”, TDV İslam Ansiklopedisi, C:11, İstanbul, 1995, s.519-520;
(Geniş bilgi için bkz.) Mikail Bayram, Şeyh Evhadü’d-din Hamid el-Kirmanî ve Evhadiyye Hareketi, Çizgi
Kitapevi, İstanbul, 2019.
33 Nihat Azamat, “Evhadüddin-i Kirmanî”, TDV İslam Ansiklopedisi, C.11, İstanbul, 1995, s.519-520;
(Geniş bilgi için bkz.) Mikail Bayram, Şeyh Evhadü’d-din Hamid el-Kirmanî ve Evhadiyye Hareketi, Çizgi
Kitapevi, İstanbul, 2019.
34 Nihat Azamat, “Evhadüddin-i Kirmanî”, TDV İslam Ansiklopedisi, C.11, İstanbul, 1995, s.519-520;
(Geniş bilgi için bkz.) Mikail Bayram, Şeyh Evhadü’d-din Hamid el-Kirmanî ve Evhadiyye Hareketi, Çizgi
Kitapevi, İstanbul, 2019.
35 Nihat Azamat, “Evhadüddin-i Kirmanî”, TDV İslam Ansiklopedisi, C:11, İstanbul, 1995, s.518.
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
78
36 Nihat Azamat, “Evhadüddin-i Kirmanî”, TDV İslam Ansiklopedisi, C.11, İstanbul, 1995, s.519.
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
79
nehir’e gittiği, bu seyahati sırasında “Kübreviyye” tarikatının kurucusu Necmeddin Kübra ile
görüştüğü rivayet edilmektedir. Daha sonra Erbil’e giden Evhadüddin için burada Erbil atabeği Emir
Muzafferüddin Gökböri, “Cüneyne” adlı bir hankah yaptırarak bir köyün vakıf geliriyle birlikte ona
verdi. Ancak bir müddet sonra Muzafferüddin ile arası açıldı.37
Erbil’den ayrılıp Halep’e gitti. Halep’te muhtemelen (623/1226) yılında meşhur Kübrevî şeyhi
Sadeddin Hammuye ile tanıştı. “Menakıb-name”sinden Hammuye ile farklı fikir ve meşreplere sahip
oldukları anlaşılmaktadır. Bir süre de Şam’da ikamet eden Evhadüddin, burada bulunan Muhyiddin
İbnü’l Arabî’nin sohbetlerine katıldı; Kalenderî şeyhi Osman Rumî ile tanıştı. Daha sonra da Mısır’a
geçti. Biri şeyhi Rükneddin Sücasî ile birlikte olmak üzere dokuz defa hacca giden Evhadüddin,
muhtemelen (629/1231-32) yılında Halife Müstansır Billah (1226-1242) tarafından “Emir-i Hac”
tayin edildi. Hac dönüşü Anadolu’ya gitti. Şehabeddin es-Sühreverdî’nin vefat ettiği yıl (634/1237)
halifenin daveti üzerine Bağdat’a döndü ve “Merzübaniyye Hankâhı”’na şeyh tayin edildi. Kısa bir
müddet sonra da “3 Şaban 635/21 Mart 1238)’te vefat etti.38
Malazgirt savaşı sonrası doğan düşünce akımları
13. yüzyıl, Selçuklu siyasî gücünün sona erdiği, yerini beyliklerin ve yüzyılın sonunda ise büyük bir
medeniyet kuracak olan Osmanlıların aldığı, siyasî, sosyal ve kültürel ortam göz önüne alındığında
hayli uzun bir yüzyıldır. Bu yüzyılda bilhassa Moğol istilasının da etkisiyle Orta Asya’dan Anadolu’ya
çok sayıda âlim ve mutasavvıf -bir kısmı mensup oldukları aşiretlerle birlikte- göç etmiş, yarımadanın
siyasî, sosyal ve kültürel hayatını derinden etkilemişlerdir.
Yüzyılın ilk çeyreğinde I. Gıyaseddin Keyhüsrev, (1192-1196/1205-1211) I. İzzeddin Keykavus
(1211- 1220) ve I. Alaeddin Keykubad (1220-1237) gibi ihtişamlı hükümdarlar sayesinde ciddi bir
kültürel atılımın sağlandığı bu yüzyılda, 1243 yılında kaybedilen “Köse Dağ Savaşı” sonrasında ciddi
bir değişim yaşanmıştır. Ancak kültürel bütünlük Mevlana Celaleddin Rumî, Hacı Bektaş Veli,
Nasırüddin Mahmud el-Hoyi (Ahi Evran), Tapduk Emre, Yunus Emre gibi şahsiyetler eliyle
güçlenmeye devam etmiştir.39
Yunus Emre
Yunus Emre, Anadolu’da yetişmiş bir derviş, bir ahlakçı ve nihayet büyük bir düşünürdür. Yaşadığı
dönemden günümüze Türk din, dil, edebiyat ve düşünce hayatında çok sevilip sayılan ve çok etkili
olan isimlerin başında gelen büyük bir şahsiyettir. Gelenek, onu sufî muhitlerde ve halkın arasında
derviş kimliği ile menkıbeleri ve ilahileri ile yaşatmıştır.40
Tasavvufta üstadı Tapduk Emre’dir. Bazı eserlerde Yunus Emre’nin Tapduk Emre’ye bağlanmasını
Hacı Bektaşî Velî'’nin tavsiye ettiği söylenmektedir. Fakat Yunus’un kişiliği “Bektaşilik”’ten
farklıdır. Bununla beraber Yunus’un birçok tasavvufî akımlara yakınlığı vardır. Özellikle şiirlerinde
Mansur Hallac, Bayezit Bistamî, Mevlana ve İbrahim b. Edhem gibi büyük mutasavvıfların adları
zaman zaman geçmektedir.41
Şiirlerinde gayet basit, sade bir Türkçe kullanmıştır. Bu yönüyle O, Oğuz Türkçesinin en önemli
isimlerinden birisi olma özelliğine de sahiptir. Onun bu derece basit ve anlaşılır bir dil kullanması
biraz da içerisinde yetiştiği kültür ile de ilgilidir.42
Yunus Emre’nin “Divan” ve “Risaletü’l-Nushiyye” olmak üzere iki eseri vardır. Şiirlerinden
anlaşıldığına göre O, çok gezen bir derviştir. Azerbaycan, İran ve birçok Anadolu illerini dolaştığı
anlaşılmaktadır. Dinî kültürü çok zengindir. Düşüncelerini son derece akıcı bir tarzda Türkçe olarak
şiir halinde dile getirmiştir. Abbasî halifesi Me’mun (813-833) zamanında Yunanca birçok eserler
37 Nihat Azamat, “Evhadüddin-i Kirmanî”, TDV İslam Ansiklopedisi C.11, İstanbul, 1995, s.519.
38 Nihat Azamat, “Evhadüddin-i Kirmanî”, TDV İslam Ansiklopedisi, C.11, İstanbul, 1995, s.519.
39 Haşim Şahin, “Yunus Emre’nin Yetiştiği Kültürel İklim”, TRT Akademi Dergisi, C:6, S:13, Ankara, 2021, s.38.
40 Mustafa Özçelik, “Yunus Emre Kimdir? Kim Değildir?”, TRT Akademi Dergisi, C:6, S:13, Ankara, 2021, s.22.
41 İbrahim Agah Çubukçu, “Yunus Emre ve Din Felsefesi”, Ankara Üniv., İlahiyat Fakültesi Dergisi, C:19,
Ankara, 1973, s.1.
42 Haşim Şahin, “Yunus Emre’nin Yetiştiği Kültürel İklim”, TRT Akademi Dergisi, C: 6, S:13, Ankara, 2021,
s.50.
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
80
Arapça’ya çevrilmiş, böylece de Müslümanlar “Yunan Felsefesi”’yle ilgilenmişlerdir. Öyle anlaşılıyor
ki Yunus, “Doğu Felsefesi”ni ve hatta “Yunan Felsefesi”ni de az çok biliyordu. Düşünce felsefesinde
özellikle “Nereden geldik? Nereye gidiyoruz?” sorularına cevap bulmaya çalışmıştır. “Varlık” sorunu
üzerinde durmuş, insanı çözümlemeğe çalışmış ve mutluluk yolunu göstermiştir. Kısacası şiirlerinde
birçok felsefî sorunlara değinmiştir.43 Yunus Emre, (1320/1) yılında (80-81) 82 yaşındayken vefat
etmiştir.44
Ahilik
Anadolu’da “Ahilik” teşkilatının neşv ü nema bulmasında emeği geçen en önemli isim Türkiye
Selçuklu sultanı I. Alaaddin Keykubad (1220-1237) idi. Dolayısıyla teşkilat, halk kitleleri, köylü ve
şehirli kesimler, esnaf ve ticaret erbabı, ilim ve sanat çevreleri, beyler ve bürokrasi çevreleri ile
birlikteliği, toplumun her kesimine nüfuz etmesini sağlamıştır. Teşkilatın kısa zamanda etkili ve yetkili
çevrelerin dikkatini çekmesi, yöneticilerin Ahî Evran’a ilgi ve alaka göstermelerine yol açmıştır. Sivil
topluluk oluşturarak saygınlık kazanması, onun rehberliği ve teşviki ile Anadolu beylerinin Ahi
zaviyelerinin kuruluşuna ön ayak olmuştur.45
Ayrıca devletin destek ve himayesini elde eden Ahi Evran ve “Ahilik” kurumu, Anadolu şehirlerinde
sanat dallarının yaygınlaşmasına, çalışma hayatının düzenlenmesine, meslek teşekküllerinin
temellendirilmesine katkı sağlamıştır. O’nun en önemli işlevselliği göçebe Türkmen toplulukların
yerleşik hayata geçmelerine ivme kazandırmasıdır. Dericilerin piri olarak 32 çeşit esnaf ve sanatkârlar
zümresinin lideri olmuştur. Anadolu insanın sanat ve meslek becerisinin artmasına, atölyelerin
yaygınlaşmasına, sanat kollarının güçlenmesine, meslek teşekküllerinin ilgi görmesine, alın teri ve el
emeğinin saygınlığına katkı sağlamıştır. Farklı sanat kollarında çalışan kesimlerin “Ahilik” adıyla
organize olmasını gerçekleştirmiştir. Ahi Evran ve kurmuş olduğu sistem, bir yandan atölyelerde
uygulamalı eğitim vererek değişik mesleklerin iş hayatına katkı sağlamasını gerçekleştirirken bir
yandan ilim, ahlak, edep ve din eğitiminin öğrenilip yaşanmasına öncülük etmiştir. Bir esnaf edasıyla
çalışıp üretirken diğer yandan da âlim bir şahsiyet olarak toplumu aydınlatmaya çalışmıştır.
Medresede müderris, tekkede şeyh, atölyede usta, toplumda karizmatik lider, dost halkasında bir yaren
olarak hem kendisi hem de çevresiyle Anadolu’da yeniden yapılanmanın ve güçlü bir medeniyetin
kuruluşuna zemin hazırlamıştır.46
Ahî Evran
Türkiye Selçukluları zamanında Anadolu’da “Ahilik Teşkilatı”’nın temellerini atan Ahi Evran’ın
gerçek adı, Şeyh Nasirüddün Ebü’l Hakayık Mahmud b. Ahmed ya da Mahmud b. Ahmed el-Hoyî
(Hoylu Ahmet’in oğlu Mahmut) olarak bilinir. 1171 yılında İran’ın Batı Azerbaycan tarafında Hoy
kasabasında dünyaya gelmiştir. 1261 yılında öldüğü ve kabrinin Kırşehir’de kendi adını taşıyan
mahallede bulunan “Ahi Evran Cami”’nde olduğu bilinmektedir.
İlk tasavvuf eğitimini Ahmet Yesevî’nin öğrencilerinden, Horasan ve Maveraü’n-nehir’de almıştır.
Çıktığı bir Hac seyahatinde ise Razî’nin talebesi olan Türk asıllı gezgin Evhadüddin Kirmanî ile
tanışmıştır. Bağdat’ta iken fütüvvet teşkilatının ileri gelenleriyle tanışmış; Kirmanî, başta olmak üzere
birçok üstattan istifade etmiştir. Sadrüddin Konevî’nin babası olan Mecdüddin İshak’ın aracılığı ile
Evhadüddin Kirmanî, Muhyiddin İbnü’l Arabî, Ebu Cafer Muhammed el-Berzaî ile Anadolu’ya
gelmiş ve 1206 yılında Türkiye Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev (1192-1196/1205-1211)
43 İbrahim Agâh Çubukçu, “Yunus Emre ve Din Felsefesi”, Ankara Üniv., İlahiyat Fakültesi Dergisi, C:19,
Ankara, 1973, s.1.
44 Mustafa Tatcı, “Yunus Emre”, Fetih ve Medeniyet, T.C. Eskişehir Valiliği Şehir ve Değer Araştırmaları
Dergisi, C:1, S:2, Eskişehir, 2021, s.25.
45 Kadir Özköse, “Anadolu Erenlerinden Ahi Evran-ı Veli”, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, C:
25, S:49, İstanbul, 2022, s.203.
46 Kadir Özköse, “Anadolu Erenlerinden Ahi Evran-ı Veli”, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, C:25,
S:49, İstanbul, 2022, s.204.
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
81
döneminde Kayseri’ye yerleşmiştir. Burada bir deri atölyesi kurarak debbağlık yapmış ve
“Debbağların Piri” olarak tanınmıştır.47
Halk kitleleri, köylü ve şehirli kesimler, esnaf ve ticaret erbabı, ilim ve sanat çevreleri, beyler ve
bürokrasi çevreleri ile birlikteliği, toplumun her kesimine nüfuz etmesini sağlamıştır. Kısa zamanda
etkili ve yetkili çevrelerin dikkatini çekmesi, yöneticilerin kendisine ilgi ve alaka göstermelerine yol
açmıştır. Sivil topluluk oluşturarak saygınlık kazanması onun rehberliği ve teşviki ile Anadolu
beylerinin Ahi zaviyelerinin kuruluşuna ön ayak olmasına yol açmıştır.
Ahi Evran Sultan I. Alaaddin Keykubad (1220-1237)’ın isteği ile (625/1228) yılında Konya’ya
yerleşti. Konya’da bir yandan esnaf kitlelerinin teşkilatlanmasını sağlarken bir yandan da “Hankâh-ı
Ziya” ve “Hankâh-ı Lâ’lâ”’da müderrislik görevini yerine getirdi. Sultan I. Alaaddin Keykubad’ın
talebi üzerine İbn Sina’nın “Risale fi’n-nefsi’n-natıka” isimli eserini Farsça’ya çeviren Ahi Evran,
kaleme aldığı “Mürşidü’l-Kifayet” ve “Yezdan Şinant” isimli eserlerini de bizzat Sultan’a takdim etti.
Ahi Evran, çalışma hayatının iş ve işleyişini sürdürürken Konya esnafının gönlünü kazandı, verdiği
derslerle de çok sayıda öğrencinin yetişmesini sağladı.48
Bektaşilik
“Bektaşilik”, Türk düşünce hayatına, Ahilerle Türk sosyal hayatına, Yunus Emre ile Türk halk
edebiyatına doğrudan doğruya; Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla Türk idarî hayatına, “Yeniçeri
Ocağı”yla Türk askerî hayatına dolaylı olarak damgasını vurmuştur. XIII. yüzyıl karanlığında doğmuş,
zamanımıza kadar ışığını kaybetmemiş ve Türk milletinin kalbinde ebedi yerini almıştır.49
Hacı Bektaş Velî
Hacı Bektaş Velî, yaklaşık olarak (645-646/1248) yılında Horasan’da doğmuş, (680/1281)’de
Anadolu’ya gelmiş ve (738/1337)’de Kırşehir (Sulucakara Höyük)’de vefat etmiştir.50 Asıl ismi,
Bektaş’tır. “Hacı Bektâş-ı Velî” şeklinde şöhret bulması, muhtemelen ölümünden sonradır. O,
kültürlü ve bilgili bir ailenin çocuğu olup; daha sonra Nişabur’da Arapça ve Farsça’yı kitap yazacak
düzeyde iyi öğrenerek önemli pek çok bilim dalında derinleşmiştir. Ayrıca, yaşadığı dönemin popüler
bir alanı olan tasavvuf sahasında ise Türkistan piri olan Ahmed Yesevî’nin halifelerinden Lokman
Perende’den ders almıştır. Büyük bir ihtimalle Moğol istilası sebebiyle Horasan’ı terk edip; güzergâh
olarak da doğrudan Horasan üzerinden İran coğrafyasını kullanarak Anadolu’ya geldiği söylenebilir.51
Hacı Bektaş Velî, Sulucakara Höyük’e yerleştikten sonra burada bir tekke kurmuş, bir yandan bu
tekkede yetiştirdiği öğrencilerini, o zaman Anadolu’nun Türk hâkimiyetinde bulunan yerlerine
gönderirken, diğer yandan da çağdaşı olan Türk büyükleriyle ilişkilerini canlı tutmuştur.52
Tasavvuf, ahlak, nasihat ve din konularında Türkçe, Arapça ve Farsça birçok kitap yazmıştır. Bunlar:
Türkçe “Şathiyye”; Ahmed Yesevî’nin “Divan-ı Hikmet”'ini örnek alarak Farsça yazdığı “Fevaid”;
“Besmele Şerhi”, “Makalat-ı Gaybiyye” ve “Kelimat-ı Ayniyye” ve “Makalat”’dır.53
Sadreddin Konevî
Tam adı Sadreddin Ebu’l Maali Muhammed b. İshak b. Yusuf olan Sadreddin Konevî’nin doğum
tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, genel kabul gören görüş onun (605/1207) yılında doğduğu
47 Arif Hüdai Köken, Nüket Örnek Büken, “Ahi Evran (1171-1261) ve Ahilik ile Hekimlik Ahlakı Üzerine Bir
Değerlendirme”, Mersin Üniv., Tıp Fakültesi, Lokman Hekim Tıp Tarihi ve Folklorik Tıp Dergisi, C:8, S:1,
Mersin, 2018, s.55.
48 Kadir Özköse, “Anadolu Erenlerinden Ahi Evran-ı Veli”, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi,
C:25, S:49, İstanbul, 2022, s.203.
49 Mürsel Öztürk, “Hacı Bektaş-i Veli”, Belleten, C:50, S:198, Ankara, 1986, s.894.
50 Seyfullah Korkmaz, “Ahmet Yesevî ve Hacı Bektaşî Veli”, Erciyes Üniv., Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
S:11, Kayseri, 2001, s.326.
51 Harun Yıldız, “Hacı Bektaşî Veli ve Ahî Evran İlişkisi”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaşî Velî Araştırmaları
Dergisi, S:61, Ankara, 2012, s.189-190.
52 Mürsel Öztürk, “Hacı Bektaş-i Veli”, Belleten, C:50, S:198, Ankara, 1986, s.887.
53 Mürsel Öztürk, “Hacı Bektaş-i Veli”, Belleten, C:50 S:198, Ankara, 1986, s.892.
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
82
yönündedir. Malatya’da doğup büyüyen Konevî, (652/1254) yılında Konya’ya gelerek, ölümüne kadar
bu şehirde kalıp, talebeler yetiştirmiştir. Konya şehrine nisbetle “Konevî” adıyla meşhur olmuştur.54
Babası Mecdüddin İshak, iyi bir bilgin ve mutasavvıftır. Bunun yanında Selçuklu Devleti’nde üst
düzey bir yöneticidir. Babasının ölümünden sonra annesi, İbnü’l Arabî ile evlenmiş, üvey babasından
ilm-i ledünnü öğrenmiş, mürşid-i kâmil olmuştur. Muhyiddin İbnü’l Arabî’nin manevî terbiyesinde
yetişen Konevî, “Vahdet-i Vücud” düşüncesinin Anadolu’da tutunup yayılmasında birinci dereceden
etkili olmuştur.55
Konevî, kendisinden önceki, İslam filozoflarının ve özellikle İbn Sina’nın eserlerini okumuş ve
sonradan onları eleştirmiştir. Ona göre İbn Sina, İslam dünyasında diyalektik usulünün üstadıdır.
Kendi felsefesinin odak noktasını “Tanrı Mefhumu” oluşturmaktadır. Onun felsefi görüşlerinin ana
motifleri, Nasireddin Tusî ile yaptığı mektuplaşmalarda görülmektedir. Usulü, ne tamamen
filozofların takip ettiği akılcı yani rasyonalist bir yol ne de kelamcıların yani devrin İslam
İlahiyatçılarının takip ettiği nakilci gelenekçi bir yoldur. Metodu, tamamen mistik (tasavvufî) bir
metottur.56 Konevî’ye göre: “İnsan, kainat üzerinde yaratılan en mükemmel varlık olup, Allah ile
kainat arasındaki münasebetlerde bir kilit noktası hüviyetindedir. Kısacası, insan, kâinatın özeti ve
Allah'ın yeryüzündeki vekilidir.”57
Felsefî münakaşa ve sohbetleri oldukça heyecanlı ve zevkli geçen Konevî’nin genellikle Cuma
namazından sonra devrin bütün bilginleri, fakirleri ve idarecileri, zaviyesine gelir ilmî sohbetlerine
iştirak ederlerdi. Konevî, ortaya bir mesele veya nükte atar, orada hazır bulunanlar onu halletmek için
birbirleriyle münakaşaya girişirler ve heyecanlı tartışmalar yaparlardı. Konevî, mesele üzerinde hiçbir
şey konuşmaz sadece dinler ve sonunda kendisi, meseleleri halleder ve münakaşalar nihayete ererdi.58
Sadreddin Konevî, Şeyh Ali Evran-ı Kayseri, Müeyyidüddin el-Cend, Mevlana, Şemseddin Eykî,
Fahreddin-i Irakî, Şeyh Sadeddin Ferganî, Sadeddin Hamevî ve Necmeddin-i Daye gibi birçok ünlü
âlim ve sufi ile görüşüp onlarla ilmî sohbetlerde bulunmuştur. Bunlardan bazıları ise Konevî’den ders
okumuştur.59
Mevlevilik
Anadolu’ya gelen büyük mutasavvıf insanlara Selçuklu sultanlarının kucak açmasıyla Moğollardan
kaçarak Türkistan, Buhara, Harezm, Irak ve İran’dan bu topraklara gelen etkili sufiler, burada kendi
tasavvufi birikimlerini ortaya koyma imkânı bulmuşlar, böylece Anadolu’ya bu akımı
yerleştirmişlerdir. Maveraü’n-nehir ve Horasan bölgelerinden Anadolu’ya gelenler arasında Bahaddin
Veled (ö. 628/1231) Mevlana (1207-1273), Şems-i Tebrizî (ö.1247), Burhaneddin Muhakkık-i
Tirmizî (ö.1240), Necmeddin Daye Razi (ö.1256), Fahreddin Irakî (ö.1289/Tokat) gibi son derece
önemli simalar vardı. Eflakî, Anadolu’ya olan sufî akınlarını biraz da tarafgirlikle Mevlana’nın ortaya
çıkışıyla irtibatlandırarak şöyle anlatmaktadır: “Mevlana’nın şöhreti her tarafa yayılınca Buhara’nın
ve Deşt’in bilginleri ve şeyhleri ardı arkası kesilmeden Rum’a geliyor, onun ziyaretinde bulunuyor, o
manalar denizinde inciler elde ediyorlardı. Bir günde yirmi kişinin gelerek, onun müridi olduğu ve
Konya’ya yerleştiği söylenmektedir.”60
“Mevlevilik”, XIII. yüzyılın ikinci yarsında ortaya çıkmış, son iki mektebin bağdaştırmacı bir
tasavvuf anlayışını temsil etmiş ve özellikle Osmanlı’da önemli bir yer edinmiştir. Mevlana
Celaleddin Rumî,
54 Betül Güçlü, Sadrettin Konevi”, Doğudan Batıya Düşüncenin Serüveni Endülüs ve Felsefenin İşrakil
(leşmesi)ği, (Ed. Eyüp Bekiryazıcı), İnsan Yayınları, C:7, İstanbul, 2015, s.337.
55 Azmi Bilgin, “Osmanlı Kaynaklarında Göre Sadreddin-i Konevî”, 1. Uluslararası Sadreddin Konevî
Sempozyumu Bildirileri, Konya, 2008, s.44.
56 Şerafeddin Gölcül, “Sadreddin Konevi (1210-1274)”, Selçuk Üniv., Selçuklu Araştırmaları Dergisi, S:4, Konya,
1989, s.14.
57 Şerafeddin Gölcül, “Sadreddin Konevi (1210-1274)”, Selçuk Üniv., Selçuklu Araştırmaları Dergisi, S:4, Konya,
1989, s.15.
58 Şerafeddin Gölcül, “Sadreddin Konevî (1210-1274)”, Selçuk Üniv., Selçuklu Araştırmaları Dergisi, S:4, Konya,
1989, s.14.
59 Azmi Bilgin, “Osmanlı Kaynaklarında Göre Sadreddin-i Konevî”, 1. Uluslararası Sadreddin Konevî
Sempozyumu Bildirileri, Konya, 2008, s.44.
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
83
60 Seyfullah Kara, Anadolu Selçuklularında Din ve Din Kurumları, Atatürk Üniv., Sosyal Bilimler Enstitüsü,
(Doktora Tezi), Erzurum, 2002, s.112-113.
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
84
bu akımın en önemli temsilcisidir.61 Bu tarikat ve mekteplerin dışında kalan başka sufîler de
bulunmaktadır: Müeyyededdin el-Cendî, Sadeddin Ferganî, Afifeddin Tilimesanî; Hacı Bektaş Veli,
Seyyid Mahmud Hayranî, Hacı İbrahim Sultan62 bu düşüncenin daha sonraki temsilcilerindendir.
Mevlana Celaleddin Rumî
(6 Rebiü’l-evvel 604/30 Eylül 1207) Horasan’ın Belh şehrinde dünyaya geldi. Bilinen eseri
“Mes
^ nevî”’nin girişinde adını Muhammed b. Muhammed b. Hüseyin el-Belhî diye kaydetmiştir.
Lakabı “Celaleddin”’dir.63 Babası Bahaeddin Veled, Belh’e yerleşmiş bir ulema ailesine mensuptu ve
“Sultanü’l-ulema” unvanıyla tanınmıştı. Sipehsalar’a göre tarikat silsilesi Ahmed el-Gazzalî’ye kadar
ulaşan Bahaeddin Veled’in “Kübreviyye” tarikatının kurucusu Necmeddin Kübra’nın müridi olduğu
da kaydedilmektedir.64
Mevlana’nın Müslüman-gayrimüslim, devlet adamı, esnaf, zengin-fakir ayırt etmeksizin, tüm halkı
kucaklayıcı yumuşak üslubu ve irşat edici tutumu da bu öğretinin, daha geniş bir ortama intişarını
sağlamıştır. Nitekim O, medresesinde yalnız Müslüman halkın değil, Yahudi ve Hristiyanlardan gelen
kimselerin de sorularını yanıtlamış; aynı şekilde sadece alt kesimden insanların değil, devlet
erkânından gelen kimselerin de suallerine içtenlikle cevaplar vererek müşkülatlarını gidermiştir.
Yaşamı boyunca model insan olma yolunda insanlara kılavuzluk etmiş olan Mevlana, Anadolu’yu
saran Moğol ateşine de sessiz kalmamıştır. Nitekim O, Moğol işgali altında bulunan Anadolu halkına
daima ümit aşılamış; onun yakmış olduğu iman ve İslâm meşalesi, feveran ederek Moğolları da tenvir
etmiş, neticesinde onların bazılarının da İslamiyet ile tanışmalarına vesile olmuştur.65
Mevlana Celaleddin-i Rumî, (17 Aralık 1273/5 Cemaziye’l-ahir 672’de Konya’da altmış sekiz
yaşında bu dünyadan âlem-i ervaha göçmüştür. Cenazesinde Hristiyan, Yahudi, Arap, Türk vs. birçok
milletten insanların yanı sıra din ve devlet adamları da hazır bulunmuş; bunlardan her biri, kendi
adetleri gereğince kitapları ellerinde önden gidip Zebur’dan, Tevrat’tan, İncil’den ayetler okuyarak
feryat etmişlerdir.66
Tasavvuf
“Mevlevilik”le birlikte ortaya çıkan “Tasavvuf” öğretisi, gerek Türkiye Selçukluları gerekse Beylikler
döneminin düşünce hayatıyla ilgili olarak67 İslâm medeniyetinde tasavvuf cereyanı, buna bağlı olarak
da tarikatlar ve tasavvufî faaliyetler, sosyal hayat üzerinde en fazla etki bırakanıdır. Bu bakımdan
bilhassa XIII. yüzyıldan itibaren bahsedilen sebeplerle Anadolu’da hızla yayılan tasavvufî hareketler
ve teşekküller, Türkiye’nin dinî- içtimaî tarihinin en önemli konularından birini teşkil etmektedir.68
Tasavvuf, bir gönül terbiyesidir. Gönül de insanda bulunduğu için tasavvufun konusu insandır. Gayesi
ise onun kalbi-ruhî yönünü eğiterek, olgunlaştırarak kemal derecesine ulaştırmaktır. Tasavvuf, İslam
kaynaklarından hareketle, dinî prensiplerin konu ile ilgili yönlerini inceleyen, derinleştiren, yaşayış
haline getiren, başkalarına da aktarma yollarını gösteren bir faaliyettir. Bir başka ifade ile tasavvuf,
Kur’an ve hadislerde yer alan, insanın mistik yönüne ve gönül terbiyesine işaret eden, maddenin ve
dünyanın geçildiğini işleyen, kalbi davranışları esas alan kaidelerin değişik yorumlarından ibaret bir
ahlak ve tefekkür sistemidir. Tasavvuf, “ilahî ahlakla ahlaklanmak” demektir. Tasavvuf, bencillikten
61 Reşat Öngören, “Mevlana Celaleddin-i Rumî”, TDV İslam Ansiklopedisi, C:29, Ankara, 2004, s.441.
62 Hasan Basri Öcalan, “Anadolu Selçukluları Zamanında Tasavvuf Düşüncesi”, Yeni Türkiye Yayınları, Türkler
Ansiklopedisi, C:7, Ankara, 2002, s.701.
63 Reşat Öngören, “Mevlana Celaleddin-i Rumî”, TDV İslam Ansiklopedisi, C:29, Ankara, 2004, s.441.
64 Reşat Öngören, “Mevlana Celaleddin-i Rumî”, TDV İslam Ansiklopedisi, C:29, Ankara, 2004, s.441.
65 Emre Cihat Dinçoğuz, XIII. yy.’da Anadolu Selçuklu Devletinde Öne Çıkan Bazı Sufi Şahsiyetler Ve
Anadolu’nun İslamlaşma Sürecine Katkıları, Bingöl Üniv., Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Y.L. Tezi), Bingöl,
2020, s.72.
66 Emre Cihat Dinçoğuz, XIII. YY.’da Anadolu Selçuklu Devletinde Öne Çıkan Bazı Sufi Şahsiyetler Ve
Anadolu’nun İslamlaşma Sürecine Katkıları, Bingöl Üniv., Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Y.L. Tezi), Bingöl,
2020, s.72.
67 Ahmet Yaşar Ocak, “Selçuklular ve Beylikler Devrinde Düşünce”, Yeni Türkiye Yayınları, Türkler
Ansiklopedisi, C:1, Ankara, 2002, s.649.
68 Ali Üremiş, “Türkiye Selçuklularında Bazı Sünni Tasavvuf Hareketleri”, Selçuk Üniv., Türkiyat Araştırmaları
Dergisi, S:28, Konya, 2010, s.297.
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
www.ahievranconference.org
85
kurtulup diğergam olmaktır, kendinden çok başkalarını düşünmektir. Herkese dost olmak, kimseye
yük olmamak, gül bahçesinin gülü olmak, fakat diken olmamaktır.69
Sonuç olarak: Anadolu “Malazgirt Savaşı”’ndan sonra zamanla çeşitli düşünce akımlarının mekânı
ve yayılma noktası olarak önem kazanmıştır. Çalışmada adı geçen şahıslar ve onların eserleri daha
sonra Osmanlı Devleti sahasında, oradan da günümüze kadar devam eden bir etki bırakmışlardır.70
Burada adı geçen düşünce akımlarından ve şahıslardan başka, Anadolu’ya çeşitli sebeplerle gelmiş,
burayı yurt edinmiş ve eserler vermiş; ilim ve düşünce insanlarının olması ihtimali kuvvetle
muhtemeldir. Ancak zamanla değişen şartların, ortamın ve kişilerin etkisiyle kimi zaman isminde,
kimi zaman içeriğinde kimi zaman da uygulama tarzındaki değişiklikler, düşünce akımlarının aslından
ve amacından uzaklaşmasına, bilinememesine ya da zamanla yok olup gitmesine sebep olmuş olabilir.
Bu oluşum, Türk düşünce tarihinin üzücü bir kaybı olarak kabul edilmelidir.
Kaynakça
Algar, Hamid, “Kübreviyye”, Tdv İslam Ansiklopedisi, C:32, İstanbul, 2006, S.498-506.
Azamat, Nihat, “Evhadüddin-I Kirmanî”, Tdv İslam Ansiklopedisi, C:11, İstanbul, 1995, S.518-520.
Bayram, Mikail, Şeyh Evhadü'd-Din Hamid El-Kirmani Ve Evhadiyye Hareketi, Çizgi Kitapevi,
İstanbul, 2019.
Biçer, Ramazan, “Türk Düşünce Tarihinde Selçuklular Devrinin Yeri Ve Önemi”, Yeni Türkiye
Yayınları, Türkler Ansiklopedisi, C:5, Ankara, 2002, S. 964-979.
Bilgin, Azimli, “Osmanlı Kaynaklarında Göre Sadreddin-I Konevi”, 1. Uluslararası Sadreddin Konevi
Sempozyumu Bildirileri, Konya, 2008, S.43-49.
Çatak, Ahmet, Şihabeddin Sühreverdi Hayatı Eserleri Ve Tasavvuf Anlayışı, Ankara Üniv., Sosyal
Bilimler Enstitüsü, (Doktora Tezi), Ankara, 2007.
Çubukçu, İbrahim Agâh, “Yunus Emre Ve Din Felsefesi”, Ankara Üniv., İlahiyat Fakültesi Dergisi,
C:19, Ankara, 1973, S.1-15.
Çubukçu, İbrahim Agâh, “Ahmet Yesevi Ve Düşüncesi”, Erdem Dergisi, C:7, S:21, Ankara, 1995,
S.821-832.
Demirci, Mehmet, “Müslüman Türklerde Tasavvuf”, Yeni Türkiye Yayınları, Türkler Ansiklopedisi,
C:5. Ankara, 2002, S.927-940.
Demirli, Ekrem, “Vahdet-I Vücud”, Tdv İslam Ansik., C:42, İstanbul, 2012, S. 431-435.
Dinçoğuz, Emre Cihat, Xiii. Yy.’Da Anadolu Selçuklu Devletinde Öne Çıkan Bazı Sufi Şahsiyetler Ve
Anadolu’nun İslamlaşma Sürecine Katkıları, Bingöl Üniv., Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Y.L. Tezi),
Bingöl, 2020.
Gölcül, Şerafeddin, “Sadreddin Konevi (1210-1274)”, Selçuk Üniv., Selçuklu Araştırmaları Dergisi,
S:4, Konya, 1989, S.13-16.
Güçlü, Betül, Sadrettin Konevi, Doğudan Batıya Düşüncenin Serüveni Endülüs Ve Felsefenin
İşrakili(Leşmesi)Ěi, (Ed. Eyüp Bekiryazıcı), İnsan Yayınları, C:7, İstanbul, 2015, S.337-352.
Kara, Seyfullah, Anadolu Selçuklularında Din Ve Din Kurumları, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, (Doktora Tezi), Erzurum, 2002.
Kiliç, Mahmut Erol, “İbnü’l-Arabi, Muhyiddin”, Tdv İslam Ansiklopedisi, C:20, İstanbul, 1999,
S.493- 516.
69 Mehmet Demirci, “Müslüman Türklerde Tasavvuf”, Yeni Türkiye Yayınları, Türkler Ansiklopedisi, C:5,
Ankara, 2002, s. 929.
70 Hasan Basri Öcalan, “Anadolu Selçukluları Zamanında Tasavvuf Düşüncesi”, Yeni Türkiye Yayınları, Türkler
Ansiklopedisi, C:7, Ankara, 2002, s.700.
2.Ahi Evran Internaonal Conference on Scienc Research
21-23
October
2022
/
Full
Texts
Book
86
www.ahievranconference.org
Korkmaz, Seyfullah, “Ahmed Yesevî Ve Hacı Bektaşî Veli”, Erciyes Üniv., Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, S:11, Kayseri, 2001, S.325-355.
Köken, Arif Hüdal, Büken, Nüket Örnek, “Ahi Evran (1171-1261) Ve Ahilik Ile Hekimlik Ahlakı
Üzerine Bir Değerlendirme”, Mersin Üniv., Tıp Fakültesi Lokman Hekim Tıp Tarihi Ve Folklorik Tıp
Dergisi, C:8 S:1, Mersin, 2018, S.54-70.
Köprülü, Mehmet Fuat, “Anadolu Selçukluları Tarihi’nin Yerli Kaynakları”, Belleten, C:7 S:27,
Ankara, 1943, S.379-521.
Ocak, Ahmet Yaşar, “Selçuklular Ve Beylikler Devrinde Düşünce”, Yeni Türkiye Yayınları, Türkler
Ansiklopedisi, C:7, Ankara, 2002, S.649-663.
Ocak, Ahmet Yaşar, “Türk Kültüründe Ahmed-I Yesevî’nin Yeri Ve Önemi”, Vakıf Haftası Dergisi,
S:10, Ankara, (1993), S.35-37.
Okuyan, Mehmet, “Necmeddin-İ Daye”, Tdv İslam Ansiklopedisi, C:32, İstanbul, 2006, S.496-497.
Öcalan, Hasan Basri, “Anadolu Selçukluları Zamanında Tasavvuf Düşüncesi”, Yeni Türkiye
Yayınları, Türkler Ansiklopedisi, C:7, Ankara, 2002, S.700-712.
Öngören, Reşat, “Mevlana Celaleddin-I Rumi”, Tdv İslam Ansiklopedisi, C:29, Ankara, 2004, S.441-
448.
Öngören, Reşat, “Sühreverdiyye”, Tdv İslam Ansiklopedisi, C:38, İst., 2010, S.42-45.
Özçelik, Mustafa, “Yunus Emre Kimdir? Kim Değildir?”, Trt Akademi Dergisi, C:6, S:13, Ankara,
2021, S.22-36.
Özköse, Kadir, “Anadolu Erenlerinden Ahi Evran-I Veli”, Tasavvuf İlmi Ve Akademik Araştırma
Dergisi, C:25, S:49, İstanbul, 2022, S.197-208.
Öztürk, Mürsel, “Hacı Bektaş-I Veli”, Belleten, C:50, S:198, Ankara, 1986, S.885-894.
Şahin, Haşim, “Yunus Emre’nin Yetiştiği Kültürel İklim”, Trt Akademi Dergisi, C:6, S:13, Ankara,
2021, S.38-50.
Tatçi, Mustafa, “Yunus Emre”, Fetih Ve Medeniyet, T.C. Eskişehir Valiliği Şehir Ve Değer
Araştırmaları Dergisi, C:1, S:2, Eskişehir, 2021, S.10-27.
Tunçbilek, Hasan Hüseyin, “Muhyiddin İbn Arabi’de Vahdet-I Vücud Telakkisi”, Harran Üniv.,
İlahiyat Fakültesi Dergisi, C:19, S:19, Şanlıurfa, 2008, S.7-23.
Üremiş, Ali, “Türkiye Selçuklularında Bazı Sünni Tasavvuf Hareketleri”, Selçuk Üniv., Türkiyat
Araştırmaları Dergisi, S:28, Konya, 2010, S.295-328.
Yaylımova, Guvanch, Necmeddin-İ Kübra Ve Anadolu’da Kübrevilik, Uludağ Üniv., Sosyal Bilimler
Enstitüsü (Y.L. Tezi), Bursa, 2012.
Yıldırım, Kazım, “İbnü’l Arabi’nin Kültürümüzdeki Yeri Ve Önemi”, Pamukkale Üniv., Eğitim
Fakültesi Dergisi, C:4, S:4, Denizli, 1998, S.30-35.
Yıldız, Harun, “Hacı Bektaşî Veli Ve Ahî Evran İlişkisi”, Türk Kültürü Ve Hacı Bektaşî Veli
Araştırmaları Dergisi, S:61, Ankara, 2012, S.187-206.
Yılmaz, Hasan Kamil, “Sühreverdi Şehabeddin”, Tdv İslam Ansiklopedisi, C:8, İstanbul, 2010, S.40-
42.