ChapterPDF Available

Evrimsel ve Bilişsel Bilimlerin Suç Çalışmaları ve Adli Bilimlere Katkıları

Authors:

Abstract

Bilim giderek daha disiplinler arası bir hal alıp sosyal bilim branşlarının hızla büyümesi ile beraber daha önce beşerî çalışmalarla daha az bağlantılı olduğu düşünülen ‘doğa’ bilimleriyle bütünleşmiştir. Özellikle psikoloji branşı artık tıp, biyoloji, sosyoloji, genetik ve bilişsel bilimlerden gelen anlayışlara büyük ölçüde bağlıdır ve bu yıllardan beri süregelmektedir. Dahası, psikoloji evrim teorisine dayanarak, insan beyni ve davranışının daha oturaklı bir açıklamasını yapacak noktaya doğru ilerlemiştir. Adli Bilimler (kriminoloji ve ceza adaleti) de benzer bir ilerleme kaydetmeye hazırlanmaktadır. Halihazırda disiplinler arası alanlar olsa da evrimsel ve bilişsel bilimlerin suç ve adalet hakkındaki mevcut bilgileri bütünleştirebileceğini, üzerinde çalışılacak yeni ve ilgi çekici sorular sormaya yardımcı olabileceğini ve bu alanları yalnızca bilim dünyasına değil, genel olarak topluma da fayda sağlayacak şekilde ileriye taşıyabileceğini savunmaktayız.
Bölüm
295
Evrimsel ve Bilişsel Bilimlerin Suç
Çalışmaları ve Adli Bilimlere Katkıları
Brian B. Boutwell, Megan Suprenant ve Todd K. Shackelford
Çeviri: Mehmet Aykut ERK*, Sunay FIRAT**
19
Anahtar Noktalar
Doğa bilimleri ile sosyal bilimler geçtiğimiz on
yıllar boyunca sıkı bir şekilde iç içe geçmiştir.
Evrim teorisi bunun için ortak bir zemin oluştu-
rarak bu sürece katkı sağlamıştır.
Bu bağlamda psikoloji ve bilişsel bilimlerin kay-
naşması insan beyni ve bilinç hakkındaki kavra-
yışlarımızı hızlandırmıştır.
Adli bilimler de benzer şekilde artık disiplinler
arası hale gelmiştir; ancak evrim teorisi ve biliş-
sel bilimin sunduğu anlayışlardan henüz fayda-
lanamamıştır.
Adli bilimlerin ileride bu uzlaşıyı sağlayabilmesi
için bir yol haritası önermekteyiz.
Wilson (1999) tarafından on yıllar önce tanımlan-
dığı üzere, bilginin uzlaşısına (disiplinler arası uzlaş-
ma) yönelik bilim dünyasına yapılan çağrılar, en ba-
sit tabirle, sosyal bilimlerin genelinde zaman zaman
* Doktorant, Uzm. Psk. Dan., Çukurova Üniversitesi, Bağımlılık ve
Adli Bilimler Enstitüsü, Adli Bilimler AD., maykuterk@gmail.com
** Doç. Dr., Çukurova Üniversitesi, Bağımlılık ve Adli Bilimler
Enstitüsü, Adli Bilimler AD., sunayfirat@gmail.com
Özet
Bilim giderek daha disiplinler arası bir hal alıp sosyal bilim branşlarının hızla büyümesi
ile beraber daha önce beşerî çalışmalarla daha az bağlantılı olduğu düşünülen ‘doğa’ bi-
limleriyle bütünleşmiştir. Özellikle psikoloji branşı artık tıp, biyoloji, sosyoloji, genetik
ve bilişsel bilimlerden gelen anlayışlara büyük ölçüde bağlıdır ve bu yıllardan beri süre-
gelmektedir. Dahası, psikoloji evrim teorisine dayanarak, insan beyni ve davranışının
daha oturaklı bir açıklamasını yapacak noktaya doğru ilerlemiştir. Adli Bilimler (krimi-
noloji ve ceza adaleti) de benzer bir ilerleme kaydetmeye hazırlanmaktadır. Halihazırda
disiplinler arası alanlar olsa da evrimsel ve bilişsel bilimlerin suç ve adalet hakkındaki
mevcut bilgileri bütünleştirebileceğini, üzerinde çalışılacak yeni ve ilgi çekici sorular
sormaya yardımcı olabileceğini ve bu alanları yalnızca bilim dünyasına değil, genel ola-
rak topluma da fayda sağlayacak şekilde ileriye taşıyabileceğini savunmaktayız.
Anahtar kelimeler
Bilişsel bilim, konsensüs (mutabakat, uzlaşı), kriminoloji, evrimsel psikoloji
değişken tepkilere yol açmıştır (Pinker, 2002). Yine
de geriye dönüp baktığımızda, zaman içinde işlerin
nasıl değiştiğine dair daha cesaret verici bir manzara
görmekteyiz. Psikoloji alanını ele alalım. Neredeyse
tüm ölçütlere göre, bu alan uzlaşmanın geliştiği bir
akademik alandır. Belki de en kapsamlı ‘sosyal bilim
branşı olan psikoloji; tıp, genomik ve nöroanatomi ile
o kadar sıkı bir şekilde bütünleşmiştir ki, artık sınırla-
rı silik hale gelmiştir. Tüm bu iç içe gemiş bağları ta-
kip etmek gerçekten de giderek zorlaşmaktadır. Çeşitli
branşlar ve alt branşlar birbirleriyle doğal yakınlıklara
sahiptir ve içinden çıkılmaz gibi görünen sorunları
birlikte aydınlatmaya çalışırlar (Gazzaniga, 2009).
Dahası, psikoloji alanındaki akademisyenlere sü-
regelen bu uzlaşmanın daha derindeki motive edici
gücünün, sonuçlarını en iyi şekilde bağlamsallaştırma
becerisi veren bir araç olan evrim teorisi olduğunu an-
latmak uygun görünmektedir. Darwinci mantık, geze-
genimizdeki yaşamla ilgili tüm bilgilerin dayandırıla-
bileceği bir temel oluşturduğundan, bunun nasıl daha
farklı bir şekilde işleyebileceğini hayal etmek zordur
(Duntley ve Shackelford, 2008a; Pinker, 2002). Wilson’a
(1999) dönecek olursak, onun ufuk açıcı varsayımı,
Brian B. Boutwell, Megan Suprenant ve Todd K. Shackelford
296
tüm hayvanlar gibi insanların da dallara ayrılan bir ya-
şam ağacında yer işgal ettiği çıkarımı olacaktır. Elbet-
te Darwin bu çıkarıma bir asırdan daha uzun bir süre
önce varmıştır. Diğer tüm türler gibi biz de dallanıp bu-
daklanan yaşam ağacındaki yerimizi hemen fark ede-
memiştik. Varlığımızı, primat akrabalarımızdan daha
yavaş bir fizyolojik, bilişsel ve kültürel ayrılmaya katkı-
da bulunan kademeli bir şekilde ilerleyen ve buzul ça-
ğının etkilerini içeren bir değişim sürecine borçluyuz.
Kuşkusuz, evrimsel tarihimiz süregelen bir kültürel
evrimi de tetiklemiştir. Türümüz, bizi şekillendiren ve
bizim tarafımızdan şekillendirilen giri ve kompleks
sosyal bağlamlar inşa etmiştir (Heinrich vd., 2008). Ne-
redeyse sadece zihinsel süreçlerle ilgilenen bir alanın,
zihinsel bir branşa başvurmanın nörolojik bir branşa
da başvurmak anlamına geldiğini fark etmesi an me-
selesiydi. Nörolojik olan şeyler de fizyolojik olan şey-
lerin anlaşılmasını gerektirmiş, bu da bilim insanlarını
her şeyin nedeni olan evrimsel süreci belli bir düzeyde
kavramaya zorlamıştır. İnsanla ilgilenen herhangi bir
alanda evrimsel anlayışlar tarafından yönlendirilen tu-
tarlılık, hoşunuza gitsin ya da gitmesin, büyük olasılık-
la bir çeşit “oldu bittiye” getirilmiştir (bu konuda daha
derinlemesine bir tartışma için bkz. Pinker, 2002).
19.1 Artık Bir Başına Değiller
Her ne kadar onlar da kendi aralarında bir çeşit uz-
laşma deneyimi yaşıyor olsalar dahi ceza hukukçuları
ve kriminologlar çalışmalarında nispeten daha izole
kalmaktadırlar (Barnes vd., 2014; Duntley ve Shackel-
ford, 2008a, 2008b). Aradaki fark yalnızca bir disiplin
farkıdır. Ekonomi, sosyoloji, sosyal psikoloji ve hatta
davranışsal ve moleküler genetik alanlarından gelen
yaklaşımlar adli bilimlere önemli katkılar sağlamıştır
(Barnes vd., 2014; Boutwell ve Adams, 2020; Tanksley
vd., 2020). Bu, bilimsel ilerlemenin ayırt edici bir özel-
liğidir ve bu bölümdeki amacımızı sadeleştirmektedir.
Savunduğumuz düşünce, sıfırdan başlamak yerine
biraz daha entegrasyon çabasının, insanoğlunun en
olumsuz davranışlarını araştıran bu tüm alanlardan
akan bilgiyi bir araya getireceği yönündedir. Evrimsel
psikoloji nosyonunun, bilişsel bilimin içgörüleriyle
harmanlanması ile olgunlaşmış bir adli bilime doğru
atılacak bir sonraki mantıklı ve gerekli bir adım olaca-
ğını öne sürmekteyiz.
19.2 Yeni Araçlar Ödünç Almak
Artık sıfırdan başlamadığımıza göre yeni araçlar veya
teknikler icat etmemize de gerek yok, sadece bazı uy-
gulamaları stratejik olarak diğer branşlardan ödünç
alabiliriz. Aslında, evrim teorisyenlerinin belki de en
önemli aracıyla buna başlayabiliriz. Bir şeyin muhte-
mel amacını ya da amacındaki bir eksikliği anlayabil-
mek için tersine mühendislik yapmak, bilimde genel
olarak yararlı bir stratejidir (Pinker, 1997; Tooby ve
DeVore, 1987). Kişilik özellikleri: (1) atalarımızda ha-
yatta kalmak için güçlü olmayı desteklemesi nedeniy-
le; (2) diğer adaptif fenotiplerle birlikte genetik yolcu-
luğu sürdürme sebebiyle ya da (3) daha formal adıyla
genetik sürüklenme olarak da bilinen bir tür evrimsel
hatalar nedeniyle ortaya çıkmakta ve süregelmektedir
(Buss, 2007; Pinker, 1997). Bir fenotip hakkında dü-
şünmek ve geçmişten bu yana var oluşunun muhtemel
amacını anlamak için retrospektif bir şekilde çalışmak
bizlere çok değerli bilgiler sağlayabilmektedir (Dunt-
ley ve Shackelford, 2008a).
Duntley ve Shackelford’un (2008a, 2008b, vd.) bazı
çalışmalarını gözden geçirmek, atalarımızın tekrar-
layan bir dizi sorunla karşı karşıya kaldığı gerçeğini
düşünmemizi sağladığı için bu noktada bizlere yar-
dımcı olacaktır. Bu zorlukların çoğu diğer insanlarla
başa çıkmakla ilgiliydi. Tarih öncesi çağlarda, sadece
bir bakışla niyetini kolayca anlayamayacağımız ve kan
bağımız olmayan biriyle karşılaştığımızda nasıl bir yol
izlemeliyiz (Buss, 2007)? Yiyecek ya da muhtemel bir
partnerle ilgili bir anlaşmazlığın üstesinden gelmek
için en iyi strateji nedir? Basitçe, fiziksel güç zaman
zaman yeterli olabilir, ancak kaba kuvvet stratejisi
daha büyük ve daha güçlü bir bireyle karşılaşıldığında
muazzam bir şekilde başarısız olabilir. “Adalet” hissini
oluşturan nedir? Bu baş döndürücü derecede karma-
şık sorudur, ancak akraba ve akraba olmayan insan-
lardan kurulan karışık gruplar birlikte yaşamak ve bir
noktaya kadar başarılı bir şekilde iş birliği yapmak is-
tiyorsa bu artık kaçınılmaz bir sorudur.
Elbette asıl mesele, insanların çok uzunca bir süre-
dir “birbirlerinin” bilişsel sorunlarını çözmek zorunda
kalmaları ve ayrıca doğal seçilimin bu zorluğun üste-
sinden gelmek için en azından bir miktar kapasiteye
sahip bir anlayış tasarlama fırsatına sahip olmasıdır
(Pinker, 1997). Evrimsel psikologların onlarca yıldır
Darwinci bir mercek kullanarak insanın zihinsel sü-
reçleri üzerine düşünmelerinin nedeni de tam olarak
budur. Bu çalışmanın kriminoloji ve ceza adaleti ile
bağlantısı mütemadiyen yalnızca ince bir şekilde ör-
tük olmalıdır. İnsanların neden birbirlerini suistimal
ettiklerini, neden bazı zamanlar sosyal kodları (yasa-
ları) ihlal ettiklerini, neden bu yasalara uyduklarını
Bölüm 19: Evrimsel ve Bilişsel Bilimlerin Suç Çalışmaları ve Adli Bilimlere Katkıları
297
ve nihayetinde bu yasaların nereden ortaya çıktığını
anlamak, adli bilimlerin kalbinde yer almaktadır (Bla-
ck, 1976; Tyler, 1990). Dahası; psikiyatristler, bilişsel
bilimciler, antropologlar ve hatta az sayıdaki krimino-
log da dahil olmak üzere evrimsel anlayıştan yararla-
nan farklı disiplinlerdeki akademisyenlerin sayısının
artışı, bu anlayışın geniş uygulanabilirliğine tanıklık
ettiğini tekrar belirtmek gerekmektedir (Kavish ve
Boutwell, 2018; Shackelford, 2020; Tielbeek vd., 2018).
Vücudumuzun yapısını ve amaçlarını anlamak
için tersine mühendislik yapmaya çalışırsak bedeni-
miz bize hemen ipuçları sunar. Duntley ve Shackel-
ford (2008a, 2008b) bunlardan birkaçına değinmiştir;
bu örneklerden birkaçı da kalp ve akciğerlerdir. Bir
yandan kalp, oksijenli temiz kanı vücutta dolaştırmak
için kullanılan güçlü bir pompa görevi gören bir or-
ganken diğer yandan akciğerler soluduğumuz hava-
dan oksijen almak ve karbondioksiti vücuttan atmak
için gereken hayati bir donanımı temsil etmektedir.
Bu durum saymakla bitmez. Yeni bir bakış açısı sayıl-
mamakla birlikte, bir evrimsel tasarımın diğerine göre
var olan avantajlarının doğal seçilim tarafından kabul
edilmesi için çok kritik olmasına lüzum olmadığı bu-
rada vurgulanmaya değerdir (Duntley ve Shackelford,
2008a, 2008b; ayrıca bkz. Falconer ve MacKay, 1996).
Diğerlerine kıyasla küçük bir avantaj gösteren bir
özellik (ya da daha doğrusu bu özelliğin altında yatan
genetik varyantlar), bir popülasyonda sadece birkaç
bin nesil içinde sabitlenmeye yakın bir seviyeye gele-
bilir (Duntley ve Shackelford, 2008a, 2008b; Falconer
ve MacKay, 1996; Nilsson ve Pelger, 1994).
Tabii ki, bilinçsiz ve kör bir doğal seçilimden kay-
naklanan bazı talihsiz tasarımsal sonuçlardan bah-
setmezsek ihmalkâr davranmış oluruz (Dawkins,
1996; Marcus, 2009). Erkek idrar yolunun doğrudan
prostattan geçmesi, konuşma ve ses üretimi için feda
edilen asfiks koruma mekanizması ve elzem olmasına
karşın hata riski taşıyan ve bu hata nedeniyle kanse-
re yol açabilen hücre bölünmeleri, en çarpıcı örnek-
lerden yalnızca birkaçıdır. (Dawkins, 1996; Marcus,
2009; Pinker, 1997). Akıllıca kurgulanmış bir analoji
ile açıklayacak olursak insan beyni ve bilincin tasarı-
mı da dahil olmak üzere ‘tasarımsal özelliklerimizin
birçoğunun bir mühendislik problemine karşı üretilen
beceriksiz, bazen de gereksiz, ancak çoğu zaman da
yavan bir çözüm gibi bir çeşit yamaya benzediği ikna
edici şekilde savunulmuştur (Marcus, 2009).
Bununla birlikte, “doğal seçilim” nasıl problem
çözme işlevlerine sahip olan fizyolojik mekanizmala-
rı aşamalı olarak şekillendirdiyse; tercihleri, arzuları,
duyguları ve tutumları üreten bilgi işleme mekaniz-
malarını da aşamalı olarak şekillendirmiştir (Pinker,
1997). Başka bir deyişle, evrimsel süreçler, ataları-
mızdan bu yana tekrarlanan problemlerin çözümüne
hizmet eden bilişsel süreçlerden oluşan bir ‹komplo
kurmuştur (bkz. Bölüm 1). Bunların hiçbiri tartışmalı
ya da şaşırtıcı gelmemelidir. Darwinci bir yaşam tar-
zını kabul etmek, az önce ifade edilen örneklerin bir
versiyonunu da onaylamamızı gerektirmektedir.
Bununla birlikte, bu düşüncenin kabul edilen
versiyonu ‘daha güçlü’ veya ‘daha zayıf ’ bir çeşitlilik
olarak kabul edilebilir. Örneğin, bilincin her biri be-
lirli sorunları çözmek için tasarlanmış özgün modüler
adaptasyonlarla dolu olduğu iddia edilebilir (Tooby ve
Cosmides, 1992). Alternatif olarak, çeşitli sorunlarla
karşılaşıldığında problem çözme becerilerini kullanan
bir dizi genel modülün daha var olduğu bir versiyon-
dan etkileyici olabilir (bu tartışmayla ilgili olarak bkz.
Buss, 1991; Pinker, 1997). Buradaki tartışmamız açı-
sından, kişinin bu spektrumun neresinde yer aldığı
anlamsızdır. Önemli olan nokta, bir yandan fizyolojik
sistemlerin evrimi üzerine düşünürken, diğer yandan
insan beyninin türümüz üzerinde etkili olmuş ve ol-
maya devam eden evrimsel anlamda seçici mekaniz-
malar tarafından müdahale edilmeden, tamamen
şekillenmiş olarak ortaya çıktığını iddia edemeyecek
olmanızdır (Buss, 1991).
Duntley ve Shackelford (2008a, 2008b) tarafından
halihazırda belirtilmiş olan kilit bir nokta da yine bu
tartışmayla oldukça ilgilidir, bu nedenle kitap bölü-
münün bu noktasında bunu gündeme getirmekteyiz.
İnsanların, doğadaki bir rakiple savaşması gerekti-
ğinde kullanacakları uzun, sivri dişleri ya da keskin
pençeleri gibi özel fizyolojik silahları sahip olmadığını
hatırlatmaktadırlar. Ancak bizim sahip olduğumuz
şey, beynimizdeki yapılar tarafından üretilen bir bi-
linçtir. Biz de Duntley ve Shackelford’un söylediği gibi
zihnin bilgi işleme adaptasyonlarını barındırdığını
savunmaktayız. Bu ‘modüller’ duyguları, hisleri ve ni-
hayetinde insanların uzun süredir uğraştığı sosyal et-
kileşim sorunlarını çözebilecek davranışları koordine
etmeye yaramaktadır.
İnsanları birbirleriyle başa çıkmak için bilişsel araç
setlerini kullanması o kadar önemlidir ki Tooby ve
DeVore (1987) türümüzün artık bir bilişsel anlamda
bir “nişi” işgal ettiğini iddia edecek kadar ileri gitmiş-
tir (ayrıca bkz. Pinker, 2010). Herhangi bir sosyal et-
kileşim, basit bir iş birliğinden yoğun ve muhtemelen
şiddet içerikli bir çatışmaya kadar uzanan bir spekt-
rumda gerçekleşebilir. Mümkün olduğunca iş birli-
Brian B. Boutwell, Megan Suprenant ve Todd K. Shackelford
298
ğini koordine eden ve çatışmadan kaçınan stratejiler
geliştirmek, tek başına hareket etmeye çalışmaktan
ya da yolunuza çıkan her olası rakibi öldürmeye ça-
lışmaktan büyük olasılıkla daha faydalıdır (Trivers,
1971). Elbette bazen şiddet gerekebilir (örneğin bir
grup başka bir grubu tehdit ediyorsa), ancak bu gibi
durumlarda düşman grup tehdit altındakiler tarafın-
dan savuşturulacaksa koordinasyon ve iş birliği yine
gereklidir (Buss ve Shackelford, 1997). Fark edilmesi
gereken en önemli şey, doğal seçilimden kaynakla-
nan baskıların muhtemelen kıt kaynaklar üzerindeki
ve neredeyse sürekli gerçekleşen rekabeti kazanmayı
ve aynı zamanda rekabet halinde olduğunuz kişilerin
güdülerini ve stratejilerini anlamayı amaçlayan stra-
tejilere duyulan ihtiyaç etrafında şekillendiğidir (Buss
ve Shackelford, 1997; Duntley, 2005).
Atalarımızdan kalma sorunlar ve bu sorunların
akla yatan çözümleri üzerine düşünmek bizi adli bi-
limcilerin derinden ilgilendiği konular arasındaki
bir kesişime götürmektedir. Ne demek istediğimizi
anlayabilmeniz için, değerli kaynaklar kıt olduğunda
atalarımızın rakibini yaralamak ya da etkisiz hale ge-
tirmek için yaptıklarını aklınıza getirin (Duntley ve
Shackelford, 2008a). Bu gibi durumlarda, kıt kaynak-
ları kontrol etmenin faydaları rakipler için yıkıcı ola-
bilir. Hiçbir şey yapmamanın ciddi bir yaralanma ya
da ölümle sonuçlanacağı anlaşıldığında, sağduyulu ol-
mak cesur olmaktan daha iyi bir hal almaktadır. Başka
bir deyişle, rakibinize acı ya da zarar vereceğinize dair
inandırıcı bir tehditte bulunduğunuzda ya da buna
neden olduğunuzda, en makul strateji kıt kaynak-
tan uzaklaşmak olur (Duntley ve Shackelford, 2008a,
2008b). Bu durumda saldırgan birey kazanmıştır.
Bu inandırıcı tehditler konusunu biraz daha aça-
cak olursak, Pinker (2007) ironik bir şekilde, bir maf-
ya babasının mağazanıza iltifat ettikten sonra ay
cümlenin sonuna ‘başına bir şey gelirse çok yazık olur’
diye eklemesinin boş bir sohbet olmadığını belirtmiş-
tir. Mafya babası sizin değer verdiğiniz bir şeyi tehdit
etmiştir. Bu tehdit üstü kapalı ama aynı zamanda çok
inandırıcı, zira bu adamın iki haa önce bir komşu-
nuzun işyerini yaktığını biliyorsunuz. Yani biraz para
veya değerli bir kaynak vermezseniz, belki de içinde
siz varken bile dükkanınız yanabilir. Bu modern dün-
yada her ne kadar çılgınca görünse de evrimleşmiş
bazı adaptasyonların bir araya gelmesi, başkalarını
sömürmek ve istismar etmek için ömür boyu sürecek
stratejiler üretilmeye devam etmektedir. Gerçekten de
bazı akademisyenler bu zihinsel işlevlerin, popülas-
yondaki en kronik suçluların bazılarında orantısız bir
şekilde yaygın olan psikopatik eğilimlerin öncülerini
temsil ettiğini ileri sürmüşlerdir; tabii bu hipotezler
dikkat ve ampirik inceleme gerektirmektedir (Lalu-
miere vd., 2001; Mealey, 1995; Pitchford, 2001).
Evrimsel geçmişimizde yaşanan çatışmaların do-
ğasını anlamanın günümüzde yaşanan çatışmalar
hakkında bize faydalı bilgiler sunabileceği umarım
anlaşılmıştır. Evrimsel olarak süregelen bu çatışmalar
ve doğal seçilimin bu çatışmaların üstesinden gelmek
için ürettiği adaptasyonlar, evrimsel olarak donatılmış
bir adli bilimin çerçevesini oluşturmaktadır. Bunun-
la birlikte, tanımlamayı burada bırakmak ve temelini
attığımız binaya yeni katlar çıkmamak tatmin edici
olmayacaktır.
İş birliği, sömürü, yıkım ve şiddet için araçlar
içeren psikolojik bir yapıyı tanımlamak bir eylemdir
(faydalı bir eylem). Yine de bu adaptasyonlar hakkın-
da daha derin bir kavrayışa sahip olmak için evrimsel
bilim, bilişsel bilime ek bir şeyler gerektirir. Noktaları
birleştirmek için ‘beyin, ‘modül’ ve gibi terimleri daha
kesin bir ifadeyle tanımlamamız gerekir ki bu da bi-
lişsel bilimcilerin bir süredir üzerinde kafa yorduğu
konulardan biridir (Gazzaniga, 2005; Gazzaniga ve
Steven, 2005; Pinker, 2002).
Doğal seçilimin kalp ve akciğerleri şekillendirdiği
gibi beynimizi de şekillendirdiği açıktır, ancak bunun
mühim olmasının asıl nedeni, evrimin bilincin işleyi-
şini destekleyen zihinsel modüllerle sonuçlanmış ol-
masıdır (Barkow vd., 1992; Pinker, 2007). Bireyler bir
davranışı veya bir şey yapmanın artılarını ve eksilerini
düşündüğünde örneğin bir şey çalmak ya da birine
zarar vermek, bunlar zihnimizde gerçekleşmektedir.
Şimdiye kadar, psikolojik uyarımlar olarak bahsetti-
ğimiz evrimleşmiş bilişsel algoritmayı çalıştırırken bi-
lincin ne yaptığı ve nasıl çalıştığı konusunda çok fazla
tartışma sunmadık. Bir sonraki alt başlık, şimdiye ka-
dar okuyucu için yarattığımız bu boşluğun bir kısmını
dolduracaktır.
19.3 Evrimsel Yaklaşım Bilişsel Bilim
ile Tanışıyor
Bu konu hakkındaki tartışmayı genişletmenin en iyi
yolu, önce tarihsel anlamda biraz daha geriye gitmek-
ten geçmektedir. Evrimsel psikolojinin ilk günlerinde,
bu alana sıkça yöneltilen suçlamalardan biri, katıksız
ve arsız bir ‘indirgemecilik” yaptığı görüşüydü (Bar-
kow vd., 1992; Pinker, 2002). Eleştiride bulunanlar
yüksek sesle ve haklı olarak ‘eş seçimi’, ‘tecavüz’ ya da
Bölüm 19: Evrimsel ve Bilişsel Bilimlerin Suç Çalışmaları ve Adli Bilimlere Katkıları
299
başka herhangi bir spesifik davranış için özel bir be-
yin bölgesi olmadığını belirtmişlerdir (Duntley, 2005;
Duntley ve Shackelford, 2008a, 2008b; Pinker, 1997,
2002). Beyin bu şekilde evrilmemiştir. Açıkçası, bu tür
efsanevi beyin bölgelerinin varlığını savunan yüksek
donanımlı evrimsel psikologlardan haberdar değiliz.
Aslında evrimsel psikologlar en az otuz yıldır bu tür
spesifik beyin bölgelerinin var olma olasılığına kar-
şı çıkmışlardır (örneğin bkz. Pinker, 1997; Symons,
1992; Tooby ve Cosmides, 1992).
Evrimsel psikologların ilgisi çoğunlukla beyne yö-
nelik değil, bilinçle ilgili olmuştur. En azından birçok
disiplinde, bilincin kaynağının beyin olduğu -yani ka-
fatasının içinde ‘hayaletlerin’ dolaşmadığı- uzun süre-
dir anlaşılmış durumdadır (Pinker, 2002). Ancak hiç-
bir ciddi bilim adamı beyin taramalarının ya da otopsi
incelemelerinin iş birliği yapmanın veya insanları al-
datmanın hangi küçük sinirsel bölgelerden kaynakla-
nacağını ve başka hiçbir şeyi ortaya çıkarmayacağını
tahmin etmiyordu. Fakat bilişsel bilimden elde edilen
bazı temel düşünceler beyin, zihin, biliş ve evrimsel
amacın bir araya gelişine açıklık getirecekti. Başta Mi-
chael Gazzaniga olmak üzere diğer bilim insanlarının
öncülük ettiği bilişsel sinirbilimin ortaya çıkışı (nöro-
loji ve sinirbilimden gelen anlayışları da birleştirmeye
hizmet eden bir alan) evrimsel psikolojiden gelen dü-
şünceleri aydınlatacaktı (Gazzaniga, 2008). İlginç bir
şekilde, bilişsel sinirbilimin himayesi altında yürütü-
len çalışmalar, neredeyse en başından itibaren evrim-
sel psikolojinin temel içgörülerine dayanmıştır. Adli
bilimciler için bu çalışmalara dikkat etme ihtiyacı, bu
çalışmaların çoğunun doğrudan ahlak, adalet ve hak-
kaniyet konularının yanı sıra geleneksel kriminoloji ve
ceza adaleti araştırmalarının sınırları içerisinde karşı-
laşılan bir dizi konuyu ele almasından kaynaklanmak-
tadır (Aharoni vd., 2008; Gazzaniga, 2008; Miller vd.,
2010).
Detaylı bir derleme çalışması şu anki amacımızın
ötesindedir, ancak bu tür derlemelerin yayınlandığı
bilinmektedir (bkz. Aharoni vd., 2008; Goodenough
ve Tucker, 2010; Schacter ve Lous, 2013). Eksik de
olsa bizim burada sunabileceklerimiz, bu alandaki
ilk keşierin suç ve adli bilimler için neden önemli
olduğunu ortaya koyacak bir “hızlandırılmış ders” ni-
teliğindedir. Roger Sperry1, tedaviye dirençli epilepsi
hastalarıyla yaptığı çalışmalar nedeniyle 1981 yılın-
da Nobel Ödülü’ne layık görülmüştür. Bu hastalara
1 Bu ödül David Hubel ve Torston Wiesel’in, görsel beyin alanı
üzerine yaptıkları çalışmaları onurlandırmak üzere aralarında
paylaşılmıştır.
uygulanan cerrahi müdahale, beynin hemisferlerini
birbirine bağlayan bir lif yolu olan korpus kallosu-
mun (tamamen veya kısmen) biseksiyonunu ihtiva
etmekteydi (Bogen vd., 1965). Tüm vakalarda olma-
sa da bazılarında korpus kallosumun biseksiyonunda
hastanın ön komissürü de dahil ediliyordu (Bogen vd.,
1965; Gazzaniga, 1995). Prosedürün amacı, nöbetle-
rin hemisferler arasında yayılma kabiliyetini sınırla-
maktı (Bogen vd., 1965; Gazzaniga, 1995).
Operasyon, hastaların hemen hiçbir yan etki fark
etmemeleri ve nöbetlerde belirgin azalmalar yaşama-
ları açısından etkili olmuştu (Bogen vd., 1965; Gazza-
niga ve Sperry, 1967). Kısmi ya da tam komissurotomi
geçirmiş bir hastayla etkileşime girmek, bu hastanın
ameliyat geçirdiğine dair bir izlenim sunmazdı. Ge-
nel bilişsel yetenekler korunmuş, hafıza ve hatırlama
yetenekleri yerinde ve kişilik özellikleri operasyon-
dan genellikle etkilenmemiştir (Gazzaniga, 1995).
Ameliyatın gizil etkileri birtakım laboratuvar deney-
leri sayesinde belirgin hale gelmişti, ancak çarpıcı bir
şekilde… (Gazzaniga, 1995, 2005; Volz ve Gazzani-
ga, 2017). Sağ görme alanına sunulan görsel bilginin
işlenmek üzere sol hemisfere ulaştığı ve sol görme
alanındaki görsel bilginin sağ hemisfer tarafından ele
alındığı biliniyordu (McGilchrist, 2010; daha ayrıntılı
bir anlatım için Volz ve Gazzaniga, 2017 çalışmasın-
daki şekil 2’ye bakınız).
Başka bir ifadeyle, görsel bilginin yalnızca sağ he-
misfer tarafından işlenecek şekilde izole edilmesi, ör-
neğin sol hemisferde ne görüldüğü ve görülen şeyin
ne olduğu konusunda işlevsel olarak karanlıkta kal-
masına neden olur. Volz ve Gazzaniga (2017), hasta
P. S.’nin ışık tutan bir vakasını anlatmaktadır. Hasta P.
S.’ye bir tavuk pençesi resmi sunulmuş ancak sadece
sol hemisferine gösterilmiştir. Hastanın sağ hemis-
ferine ise kar yağışlı bir görüntü gösterilmiştir. Daha
sonra P. S’den ya sol hemisfer (sağ elini kullanarak)
ya da sağ hemisfer (sol elini kullanarak) tarafından
gördükleri ile resimleri işaret etmesi istenmiştir. Sağ
eli bir tavuğu, sol eli ise bir küreği işaret etmiştir. Ne-
den bu resimleri seçtiği sorulduğunda, P. S. deney
sorumlusuna tamamen mantıklı bulduğu gerekçeler
sıralamıştır. Pençe bir tavuğa aitti ve P. S’nin iddiasına
göre, tavuk kümesini temizlemeniz söylenmişse kürek
kullanmanız gerekmektedir (Volz ve Gazzaniga, 2017’
çalışmasındaki Şekil 4’ten alıntılanmıştır).
Diğerlerinin de belirttiği gibi, bu “gerekçe” ta-
mamen bir konfabülasyondan kaynaklanmaktaydı;
konuşan sol hemisferin, sol elin neden küri işaret
Brian B. Boutwell, Megan Suprenant ve Todd K. Shackelford
300
ettiğinin farkında olmaması gerekiyordu (Gazzaniga,
1995). Sağ hemisfere ne gösterildiği hakkında hiçbir
fikri yoktu (Volz ve Gazzaniga, 2017). Sol hemisfer,
neler olup bittiğine dair makul de olsa bir açıklama
bulmuştu (Gazzaniga, 1995). Bu ilk bulgular, onlarca
yıl boyunca nedensel çıkarımdan ahlaki muhakeme-
ye kadar çeşitli konuları kapsayan bir dizi araştırmaya
yol açacaktır (Gazzaniga, 1995, 2005; Gazzaniga ve
Steven, 2005; Miller vd., 2010). Çok fazla çalışma ol-
duğundan hepsine yer vermeden birkaç genel noktaya
değinmek yerinde olacaktır.
İlk olarak, beyin, evrimsel psikolojiyi eleştirenle-
rin karşı çıktığı türden olmasa da bir tür ‹modüler’
mimariye sahiptir (Clune vd., 2013; Gomez-Robles
vd., 2014; Sporns ve Betzel, 2016). Nöroanatomistler,
çeşitli işlevlere katkıda bulunan farklı sinirsel bölge-
lerin önce ilkel, sonra da dikkat çekici derecede ke-
sin haritalarını çıkardılar. Örneğin beyincik, medulla,
amigdala ve neokortikal katmanlar, belirli görevleri
yerine getirirken çeşitli durumlarda iş birliği içinde
bilgi işlemektedir (Gazzaniga, 1995). Yine de beyin
yapısının modülerliği belirgindir (Gazzaniga, 1995).
Farklı bölgelerin işlevsel rollerini keşfetme yeteneği
bu süre zarfında hızla olgunlaşmakta ve nörolojik böl-
gelerin tam olarak ne yaptığı arasındaki örtüşme ve
ayrımları daha da netleşmekteydi (Gazzaniga, 2018).
Amigdala, pons ve prefrontal korteks gibi birden fazla
işe yarar. Bu bölgeler iş birliği içinde çalışsa da daha
önce belirttiğimiz gibi, bu hep böyle olmak zorunda
değildir (Gazzaniga, 2018). Örneğin beyincik motor
hareketleri modüle eder ancak dil işlemleme sürecine
büyük ölçüde ve çoğunlukla dahil olmaz (bkz. Glicks-
tein, 2007).
19.4 Modülerlik Redüksiyonu
Eğer birazdan bahsedilecek bu iki kavram birbirine
karıştırılmamış olsaydı, psikolojide yıllarca süren ha-
raretli tartışmalar yaşanmayabilirdi. Umuyorum ki bu
konu üzerinde biraz daha durmamız evrimsel ve biliş-
sel anlayışların adli bilimlere dahil edilmesini kolay-
laştıracaktır. Bu sıkça karıştırılan kavramlar (1) beyin
ve (2) bilinçtir. 19.2 başlığında da belirttiğimiz üzere,
evrimsel psikologlar net sınırları olan ve yalnızca bir
işleve hizmet eden nörolojik doku modüllerinin değil,
zihinsel modüllerin varlığını savunmuşlardır. Burada-
ki ‘zihinsel’ nitelemesi çok önemlidir çünkü modülle-
rin bilincimize ne yaptıklarına ve ne işe yaradıklarına
odaklanmamızı sağlamaktadır (bkz. Franklin, 1995).
Bilinç, beyin tarafından üretilir, ancak bilinçten bah-
setmek, temel olarak beyinden farklı bir şeyden söz
etmektir (Franklin, 1995). Broca alanındaki yapı, dil
ve konuşmanın akışını koordine eder. Ancak kelime-
lerle konuşma ve akıl yürütme aynı zamanda gerçek
hayatta farklı türden zorlukları çözmek için kullanılan
farklı bilişsel durumlar yaratabilen bilişsel süreçlerdir
(Gazzaniga, 1980,2018).
Zihinsel durumlar, izole bir alandaki beyin işlev-
lerine her koşulda doğru yanıtlar vermez (Gazzaniga,
2018; Sperry, 1976). Aslında, beynin çok amaçlı ‘mo-
dülsüz’ bir organ olduğu görüşü kabul edilse bile (ki
bu görüş desteklenmemektedir ve modası geçmiştir),
böyle bir organ yine de modüler bir bilinç üretebilir.
Zihinsel durumlar genellikle gerçek hayat problem-
lerinin çözümünde yardımcı olur. Bir partnere kur
yapmanın gerçek dünyadaki zorluğu, sizi öldürmeye
çalışan bir türdeşinizle savaşa girerken karşılaştığınız-
dan farklı zihinsel durumları içerecektir. Dolayısıyla,
nöroloji bilimi beynin hem ‘katmanlı’ hem de ‘modü-
ler’ bir mimariye sahip olduğunu ortaya koymuş olsa
da (Gazzaniga’nın ifadesiyle, 2018), durum böyle ol-
masaydı modüler bilinç hipotezi yine de bol miktarda
tartışılabilirdi.
Gazzaniga ve arkadaşları (derleme çalışma için
bkz. Volz ve Gazzaniga, 2017) ayrık beyin hastala-
rını incelediklerinde, modülerliğin kanıtları bir kez
daha ortaya çıkmıştı. Hemisferler farklı görevlerden
sorumluydu ve kendilerinden farklı görünen bazı ye-
teneklere sahipti. Bazı örnekler vermek gerekirse, sol
hemisfer konuşma ve belirli türde nedensel çıkarım
analizleri gerçekleştirme yeteneğine sahiptir (Volz ve
Gazzaniga, 2017). Sağ hemisfer ise, diğer sorumluluk-
larının yanı sıra, insan yüzlerini tanımayla ilgili görev-
leri de yerine getiriyor gibi görünmektedir. Özellikle
sağ hemisfer konuyla ilgili olarak, diğer insanların
gerçek niyetlerini anlamak yani bizlerin neredeyse her
gün kullandığı ahlaki muhakemeleri yapmak için kul-
lanılan bir ‘modülü’ devreye sokmak adına gerekli gö-
rünüyor (Miller vd., 2010; Volz ve Gazzaniga, 2017).
19.5 Adli Bilişsel Bilimlere Doğru
Usul Usul İlerlerken
Bir düşünsel deney olarak (Miller vd., 2010’dan ka-
baca aktarılmıştır), bir iş arkadaşınızın iş yerinde bir
arkadaşına kahve hazırladığını gözlemlediğinizi hayal
edin. Şüphe götürmeksizin şeker olduğuna inandık-
ları şeyi kahveye koyduktan sonra, arkadaşı ölmüştür
çünkü sonradan anlaşılacağı üzere, şekerin aslında
Bölüm 19: Evrimsel ve Bilişsel Bilimlerin Suç Çalışmaları ve Adli Bilimlere Katkıları
301
zehir olduğu anlaşılmıştır. Şimdi, aynı senaryoyu tek-
rar gözlemlediğinizi hayal edin, ancak bu durumda iş
arkadaşınızın ‘şeker’ eklediğinde, aslında sadece şeker
olmasına rağmen onun eklediği şeyin gerçekten zehir
olduğuna inandığını biliyorsunuz. Diğer arkadaşı kah-
veyi içiyor ve bir şey olmuyor. Peki burada kim daha
iğrenç ve ahlaki açıdan daha suçlu? Benzer bir etik pa-
saj katılımcılara sunulduğunda, ayrık beyin hastaları
ilginç bir şekilde yanıt vermiştir. Miller ve arkadaşları
(2010: 2220) sonuçları şu şekilde özetlemektedir:
Bu çalışma, tam ve kısmi kallosotomi hastala-
rının, faillerin eylemlerinin ahlaki açıdan izin ve-
rilebilirliğini değerlendirirken faillerin inançlarına
güvenmekte başarısız olduklarını göstermektedir.
Bu bulgu, özelleşmiş inanç mekanizmalarının sağ
hemisferde lateralize olduğu ve bu mekanizmalar-
dan kopukluğun normal ahlaki yargıları etkilediği
hipotezlerini doğrulamaktadır. Bununla birlikte,
sol ve sağ hemisferdeki anahtar süreçler arasında
interhemisferik iletişimin gerçekleştiği nöral me-
kanizma karmaşık yapıda görünmektedir. Kısmi
anterior kallosotomi hastaları da bu etkiyi göster-
diğinden, sağ TPJ’nin [temporoparietal kavşak]
sol konuşma hemisferine bilgi iletmeden önce sağ
frontal süreçleri çağırdığı anlaşılmaktadır.
İnsanların birbirleriyle kurdukları sık sosyal etki-
leşim göz önüne alındığında, ‘birbirlerinin zihinlerini
okuma’ (daha bilindik adıyla ‘zihin teorisi (theory of
mind) bkz. Miller vd., 2010; Premack ve Woodru,
1978) yeteneği çok önemlidir. Başka bir deyişle, bir
kişinin sosyal bir normu ihlal ettiğinde aklına ne gel-
diği hakkında bir çıkarımda bulunabilmemiz oldukça
faydalı ve hatta gereklidir. Modern bağlamlardan bir
örnek olarak bir şoför direksiyon başında uyuyakal-
dığı için mi yoksa kısa mesaj gönderdiği için mi bir
çocuğun ezilmesine neden olmuştur? Sonuç değiş-
mez, ancak sürücünün zihinsel durumu, sürücünün
kusurluluk oranı hakkında ne düşündüğümüzü hafif-
letir. Aharoni ve diğerleri (2008: 148), bu süreci daha
kapsamlı bir şekilde anlamanın önemine işaret ederek
şu gözlemde bulunmuştur:
Sonuç olarak insanların yasaları neden çiğ-
nediğine dair keskin bir bilgiye ulaşabilmek için
öncelikle özgür bireylerin nasıl seçim yaptığına
değil, nedensel düşünen beyinlerin insanları bazı
kurallara uyup diğerlerine uymamaları için nasıl
etkilediğine odaklanmak gerekmektedir.
Bu tür bir bilgi, bir başkasının eyleminin ahlaki
sorumluluğunu yorumlamamız istendiğinde zihinle-
rimizin suçluluğu nasıl değerlendirdiğini genel olarak
daha iyi anlamamızı sağlayabilir.
Yukarıda da belirtildiği gibi, ayrık beyinli has-
talarla yapılan çalışmalarla açıklığa kavuşturulduğu
üzere zihin okuma becerileri sağ hemisferin modü-
ler bir özelliği gibi görünmektedir (Miller vd., 2010).
Sağ hemisferin, sol hemisferi bireyler hakkında elde
ettiği bilgilerle donatma yeteneğini bozduğunuzda,
tipik suçluluk atamasına işaret eden ahlaki çıkarım
yeteneğini de bozmuş olursunuz (Miller vd., 2010).
Doğal seçilim, başkalarının niyetine ilişkin çıkarımda
bulunabilen bir beyin tasarlamıştır (Baron-Cohen vd.,
1985). Bu beceriler, adli bilimcilerin ilgilendiği konu-
lar arasında yer almaktadır. Yine bu beceriler yargıç-
ların nasıl karar verdiğini, hakimlerin nasıl muhake-
me ettiğini ve kolluk kuvvetlerinin vatandaşlarla nasıl
etkileşime girdiğini düşünürken ve bunları açıklarken
bir dizi başka araştırma konusuyla birlikte temel bilgi
olarak görünmektedirler (Gazzaniga, 2008).
19.6 Sırada Ne Var?
Kuşkusuz, okuyucular bu noktaya kadar tatmin olma-
mış olabilir, çünkü tartışmamızı suçun nedenlerine
ilişkin büyük bir açıklama ortaya koymadan tamamla-
maktayız. Ancak bu gerçekten de geldiğimiz noktadır.
Tüm yolların evrimsel ve bilişsel bilimin kesişme nok-
tasında birleştiğini görüyor ve bu durumun bireylerin
düzenbazca, saldırgan ve şiddet içeren eylemlerde
bulunurken neler olup bittiğinin anlaşılmasını destek-
leyeceğine inanıyoruz. Yinede disiplinlerin beklenen
yakınlaşmasını ve bunu takip etmesi gereken olumlu
sonuçları tartışmak yolun başlangıcını temsil ediyor,
yinede bizi yolun sonuna götürmüyor. Yapılacak daha
çok şey var.
Fikirlerimizin, adli bilimciler tarafından haliha-
zırda yapılan çalışmaları küçümsemediğini veya red-
detmediğini belirtmek zorundayız. Bu çalışma, ileride
hayati önem taşıyacak bazı iyi reprodüke edilmiş ve
sağlam sonuçlar ortaya koymuştur. Suçun en güçlü
korelasyonlarından birini ele alalım: özdenetim (Pratt
ve Cullen, 2000; Vazsonyi vd., 2017). Dürtüleri, davra-
nışları ve arzuları düzenleme yeteneği önemli bir insa-
ni özelliktir, ancak bilişsel doğası daha fazla çalışmaya
ihtiyaç duyulan bir konudur. Benzer şekilde, davranış
genetiği alanında elli yılı aşkın süredir devam eden
araştırmalar, antisosyal, öz-düzenleyici ve saldırgan
davranışlar da dahil olmak üzere tüm niceliksel özel-
liklerin kısmen kalıtsal olduğunu net bir biçimde or-
taya koymaktadır (Barnes vd., 2014; Beaver vd., 2014;
Brian B. Boutwell, Megan Suprenant ve Todd K. Shackelford
302
Polderman vd., 2015). Kişilik özelliği kalıtımının
varlığı artık şaşırtıcı değildir, ancak bulunduğumuz
noktada bu bilgi ufuk açıcı da değildir. Eğer genetik
varyasyon gerçekten de kriminojenik sonuçlar için an-
lamlı, davranışsal varyasyonlara katkıda bulunuyorsa,
bunu dolaylı olarak veya en azından nörolojik yapı ve
işleyişi üzerinde bazı etkilere sahip olarak yapar, bu da
daha sonra bilişsel işleme ve benzerleri üzerinde birta-
kım etkilere sahip olacaktır (Polderman vd., 2015). Bu
nedensel bağlantıları henüz keşfetmekteyiz.
Bu nitelikteki çalışmalar ciddi bir şekilde aşama
kaydetmeye başladığında, kamuoyundaki birçok kişi
(ve birçok ceza adaleti uzmanı) için muhtemelen en
acil olanı, seçim ve özgür irade için sahip olabileceği
algılanan sonuçlardır. Nörobilimci Sam Harris (2012:
1) bunu öngörerek şu gözlemde bulunmuştur:
Özgür bir irade olmadan, günahkârlar ve suç-
lular kötü ayarlanmış bir kurmalı saatten başka bir
şey olmayacak ve onları caydırmak, rehabilite et-
mek ya da sadece kısıtlamak yerine cezalandırma-
yı üsteleyen herhangi bir adalet anlayışı tamamen
uyumsuz görünecektir.
Bu tür tedirginlikler, dikkatli bir çıkarımsama ile
giderilebilir gibi görünmektedir (bkz. Dennett, 1984).
Örneğin, belirli nedensel süreçler saldırgan ve şiddet
içeren davranışlar üretebilirken, diğer nedensel süreç-
ler aynı davranışları azaltabilir veya önleyebilir (bkz.
Dennett, 1984; Harris, 2012; Volz ve Gazzaniga, 2017).
Bunun nasıl ve neden böyle olduğunu anlamak
için, bilişsel davranışçı terapinin, psikofarmakoloji-
nin veya bu ikisinin bazı kombinasyonlarının genel
amacının biliş ve davranışı nedensel bir şekilde, ancak
daha olumlu yönde değiştirmek olduğunu düşünmek
yeterlidir (Harris, 2012). ‘Nedensellik’ hakkında ko-
nuşmak, sorumluluk sahibi olma veya kişisel gelişim-
de bulunma kazanımlarından vazgeçmek anlamına
gelmemektedir (Dennett, 1984; Harris, 2012). Kaderci
determinizmin anlamsızca benimsenmesi, travma
mağdurlarının travma sonrası stres bozukluğuna terk
edilmesini gerektirmektedir ki bu, umut verici yeni te-
davilerin ortaya çıkışı göz önüne alındığında daha da
habis hale gelen tuhaf bir düşüncedir (Brown vd., 2022;
Harris, 2012; Mitchell vd., 2021). Aslında, olumlu de-
ğişime neden olan müdahaleler fikrini benimsemek
istiyorsak, travmanın stres bozukluğuna neden olması
gibi anlamlı fikirleri muhafaza etmeliyiz. Evrimsel ve
bilişsel bilimden elde edilen bilgiler, nedensel yolların
ve mekanizmaların araştırılmasına yardımcı olarak bu
sürece büyük ölçüde katkı sunmaktadır (ayrıca bkz.
Duntley ve Shackelford, 2008a). Bu alanlar, bir engel
olarak sayılmaktansa hem oturaklı bir adli bilim an-
layışı geliştirmek hem toplum normlarına karşı gelen-
lerin rehabilitasyonuna yardımcı olmak, hem de daha
etik ve etkili bir çerçeve oluşturabilmek adına büyük
ölçüde yararlı olmayı vaat etmektedir.
Kaynaklar
Aharoni, E., Funk, C., Sinnott-
Armstrong,W. and Gazzaniga,M.
(2008). Can neurological evidence
help courts assess criminal
responsibility? Lessons from law and
neuroscience. Annals of the New
York Academy of Sciences, 1124,
145–160.
Barkow, J. H., Cosmides, L. and Tooby, J.
(eds.). (1992). e Adapted Mind:
Evolutionary Psychology and the
Generation of Culture. New York:
Oxford University Press.
Barnes, J. C., Wright, J. P., Boutwell, B.
B., Schwartz, J. A., Connolly, E. J.,
Nedelec, J. L. and Beaver, K. M.
(2014). Demonstrating the validity
of twin research in criminology.
Criminology, 52, 588–626.
Baron-Cohen, S., Leslie, A. M. and Frith,
U. (1985). Does the autistic child
have a ‘theory of mind’? Cognition,
21, 37–46.
Beaver, K. M., Barnes, J. C. and Boutwell,
B. B. (eds.). (2014). e Nurture
versus Biosocial Debate in
Criminology: On the Origins of
Criminal Behavior and Criminality.
New York: SAGE Publications.
Black, D. (1976). e Behavior of Law.
New York: Academic Press.
Bogen, J. E., Fisher, E. D. and Vogel, P. J.
(1965). Cerebral commissurotomy:
a second case report. JAMA, 194,
1328–1329.
Boutwell, B. B. and Adams, C. D. (2020).
A research note on Mendelian
randomization and causal
inference in criminology: promises
and considerations. Journal of
Experimental Criminology, doi:
10.1007/s11292-020-09436-9.
Brown, R. L., Wood, A., Carter, J. D.
and Kannis-Dymand, L. (2022).
e metacognitive model of PTSD
and metacognitive therapy for
PTSD: a systematic review. Clinical
Psychology & Psychotherapy, 29,
131–146.
Buss, D. M. (1991). Evolutionary
personality psychology. Annual
Review of Psychology, 42, 459–491.
Buss, D. M. (2007). Evolutionary
Psychology: e New Science of the
Mind (2nd ed.). New York: Allyn &
Bacon.
Bölüm 19: Evrimsel ve Bilişsel Bilimlerin Suç Çalışmaları ve Adli Bilimlere Katkıları
303
Buss, D. M. and Shackelford, T. K. (1997).
Human aggression in evolutionary
psychological perspective. Clinical
Psychology Review, 17, 605–619.
Clune, J., Mouret, J. B. and Lipson, H. (2013).
e evolutionar y origins of modularity.
Proceedings of the Royal Society of
London. Series B: Biological Sciences,
280, 20122863.
Dawkins, R. (1996). e Blind
Watchmaker: Why the Evidence of
Evolution Reveals a Universe without
Design. New York: W.W. Norton &
Co.
Dennett, D. C. (1984). Elbow Room: e
Varieties of Free Will Worth Wanting.
Cambridge, MA: MIT Press.
DeVore, I. and Tooby, J. (1987). e
reconstruction of hominid behavioral
evolution through strategic modeling.
In W. G. Kinzey (ed.), e Evolution
of Human Behavior: Primate Models.
Albany: State University of New York
Press, pp. 183–237.
Duntley, J. D. (2005). Adaptations to
dangers from other humans. In D.
M. Buss (ed.), e Handbook of
Evolutionary Psychology. New York:
Wiley, pp. 224–249.
Duntley, J. D. and Shackelford, T. K.
(2008a). Darwinian foundations
of crime and law. Aggression and
Violent Behavior, 13, 373–382.
Duntley, J. D. and Shackelford, T. K. (eds.).
(2008b). Evolutionary Forensic
Psychology. New York: Oxford
University Press.
Falconer, D. S. and Mackay, T. F. C. (1996).
Introduction to Quantitative Genetics
(4th ed.). Harlow: Longmans Green.
Franklin, S. (1995). Artificial Minds.
Cambridge, MA: MIT Press.
Gazzaniga, M. S. (1980). e role of
language for conscious experience:
observations from split-brain man.
Progress in Brain Research, 54,
689–696).
Gazzaniga, M. S. (1995). Principles of
human brain organization derived
from split-brain studies. Neuron, 14,
217–228.
Gazzaniga, M. S. (2005). Forty-five years
of split-brain research and still going
strong. Nature Reviews Neuroscience,
6, 653–659.
Gazzaniga, M. S. (2008). e law and
neuroscience. Neuron, 60, 412–415.
Gazzaniga, M. S. (2009). e Cognitive
Neurosciences. Cambridge, MA: MIT
Press.
Gazzaniga, M. S. (2018). e
Consciousness Instinct: Unraveling
the Mystery of How the Brain Makes
the Mind. New York: Farrar, Straus
and Giroux.
Gazzaniga, M. S. and Sperry, R. W. (1967).
Language aer section of the cerebral
commissures. Brain, 90, 131–148.
Gazzaniga, M. S. and Steven, M. S. (2005).
Neuroscience and the law. Scientific
American Mind, 16, 42–49.
Glickstein, M. (2007). What does the
cerebellum really do? Current
Biology, 17, R824–R827.
Gómez-Robles, A., Hopkins, W. D. and
Sherwood, C. C. (2014). Modular
structure facilitates mosaic evolution
of the brain in chimpanzees and
humans. Nature Communications,
5, 1–9.
Goodenough, O. R. and Tucker, M. (2010).
Law and cognitive neuroscience.
Annual Review of Law and Social
Science, 6, 61–92.
Harris, S. (2012). Free Will. New York:
Simon and Schuster.
Heinrich, J., Boyd, R. and Richardson, P. J.
(2008). Five misunderstandings about
cultural evolution. Human Nature, 19,
119–137.
Kavish, N. and Boutwell, B. (2018). e
unified crime theory and the social
correlates of crime and violence:
problems and solutions. Journal of
Criminal Psychology, 4, 287–301.
Lalumiere, M. L., Harris, G. T. and Rice,
M. E. (2001). Psychopathy and
developmental instability. Evolution
and Human Behavior, 22, 75–92.
Marcus, G. (2009). Kluge: e Haphazard
Evolution of the Human Mind.
Boston, MA: Houghton Miin
Harcourt.
McGilchrist, I. (2010). Reciprocal
organization of the cerebral
hemispheres. Dialogues in Clinical
Neuroscience, 12, 503–515.
Mealey, L. (1995). e sociobiology
of sociopathy: an integrated
evolutionary model. Behavioral &
Brain Sciences, 18, 523–599.
Miller, M. B., Sinnott-Armstrong, W.,
Young, L., King, D., Paggi, A., Fabri,
M., Polonara, G. and Gazzaniga, M.
S. (2010). Abnormal moral reasoning
in complete and partial callosotomy
patients. Neuropsychologia, 48,
2215–2220.
Mitchell, J. M., Bogenschutz, M.,
Lilienstein, A., Harrison, C., Kleiman,
S., Parker-Guilbert, K., . . . Doblin,
R. (2021). MDMA-assisted therapy
for severe PTSD: a randomized,
double-blind, placebo-controlled
phase 3 study. Nature Medicine, 27,
1025–1033.
Nilsson, D. E. and Pelger, S. (1994). A
pessimistic estimate of the time
required for an eye to evolve.
Proceedings of the Royal Society of
London. Series B: Biological Sciences,
256, 53–58.
Pinker, S. (1997). How the Mind Works.
New York: W.W. Norton & Co.
Pinker, S. (2002). e Blank Slate: e
Modern Denial of Human Nature.
New York: Penguin.
Pinker, S. (2007). e Stu of ought:
Language as a Window into Human
Nature. New York: Penguin.
Pinker, S. (2010). e cognitive niche:
coevolution of intelligence, sociality,
and language. Proceedings of the
National Academy of Sciences of
the United States of America, 107,
8993–8999.
Pinker, S. (2011). e Better Angels of Our
Nature: Why Violence Has Declined.
New York: Viking Books.
Pitchford, I. (2001). e origins of violence:
is psychopathy an adaptation? Human
Nature Review, 1, 28–36.
Polderman, T. J., Benyamin, B., De Leeuw,
C. A., Sullivan, P. F., Van Bochoven,
A., Visscher, P. M. and Posthuma,
D. (2015). Metaanalysis of the
heritability of human traits based
on fiy years of twin studies. Nature
Genetics, 47, 702–709.
Pratt, T. C. and Cullen, F. T. (2000). e
empirical status of Gottfredson and
Hirschi’s general theory of crime:
a meta-analysis. Criminology, 38,
931–964.
Premack, D. and Woodru, G. (1978).
Does the chimpanzee have a theory of
mind? Behavioral and Brain Sciences,
1, 515–526.
Brian B. Boutwell, Megan Suprenant ve Todd K. Shackelford
304
Schacter, D. L. and Lous, E. F. (2013).
Memory and law: what can cognitive
neuroscience contribute? Nature
Neuroscience, 16, 119–123.
Shackelford, T. K. (ed.). (2020). e
SAGE Handbook of Evolutionary
Psychology (vols 1–4). London: SAGE
Publications.
Sperry, R. W. (1976). Mental phenomena as
causal determinants in brain function.
In G. G. Globus, G. Maxwell and I.
Savodnik (eds.), Consciousness and
the Brain. Boston, MA: Springer, pp.
163–177.
Sporns, O. and Betzel, R. F. (2016).
Modular brain networks. Annual
Review of Psychology, 67, 613–640.
Symons, D. (1992). On the use and misuse
of Darwinism in the study of human
behavior. In Barkow, J. H., Tooby, J.
and Cosmides, L. (eds.), e Adapted
Mind: Evolutionary Psychology and
the Generation of Culture. New York:
Oxford University Press, pp. 137–159.
Tanksley, P. T., Barnes, J. C., Boutwell, B. B.,
Arseneault, L., Caspi, A., Danese, A.,
Fisher, H. L. and Moitt, T. E. (2020).
Identifying psychological pathways
to polyvictimization: evidence from
a longitudinal cohort study of twins
from the UK. Journal of experimental
criminology, 16, 431–461.
Tielbeek, J. J., Barnes, J. C., Popma, A.,
Polderman, T. J., Lee, J. J., Perry,
J. R., Posthuma, D. and Boutwell,
B. B. (2018). Exploring the genetic
correlations of antisocial behaviour
and life history traits. BJPsych Open,
4, 467–470.
Tooby, J. and Cosmides, L. (1992). e
psychological foundations of culture.
In J. H. Barkow, L. Cosmides and J.
Tooby (eds.), e Adapted Mind:
Evolutionary Psychology and the
Generation of Culture. New York:
Oxford University Press, pp. 19–136.
Tooby, J. and DeVore, I. (1987). e
reconstruction of hominid behavioral
evolution through strategic modeling.
In W. G. Kinzey (ed.), e Evolution
of Human Behavior. Albany: State
University of New York Press, pp.
183–238.
Trivers, R. L. (1971). e evolution of
reciprocal altruism. Quarterly Review
of Biology, 46, 35–57.
Tyler, T. R. (1990). Why People Obey the
Law. New Haven, CT: Yale University
Press.
Vazsonyi, A. T., Mikuška, J. and Kelley, E.
L. (2017). It’s time: a meta-analysis on
the selfcontrol– deviance link. Journal
of Criminal Justice, 48, 48–63.
Volz, L. J. and Gazzaniga, M. S. (2017).
Interaction in isolation: 50 years of
insights from splitbrain research.
Brain, 140, 2051–2060.
Wilson, E. O. (1999). Consilience: e
Unity of Knowledge. New York:
Vintage.
ResearchGate has not been able to resolve any citations for this publication.
Article
Full-text available
Post-traumatic stress disorder (PTSD) presents a major public health problem for which currently available treatments are modestly effective. We report the findings of a randomized, double-blind, placebo-controlled, multi-site phase 3 clinical trial (NCT03537014) to test the efficacy and safety of 3,4-methylenedioxymethamphetamine (MDMA)-assisted therapy for the treatment of patients with severe PTSD, including those with common comorbidities such as dissociation, depression, a history of alcohol and substance use disorders, and childhood trauma. After psychiatric medication washout, participants (n = 90) were randomized 1:1 to receive manualized therapy with MDMA or with placebo, combined with three preparatory and nine integrative therapy sessions. PTSD symptoms, measured with the Clinician-Administered PTSD Scale for DSM-5 (CAPS-5, the primary endpoint), and functional impairment, measured with the Sheehan Disability Scale (SDS, the secondary endpoint) were assessed at baseline and at 2 months after the last experimental session. Adverse events and suicidality were tracked throughout the study. MDMA was found to induce significant and robust attenuation in CAPS-5 score compared with placebo (P < 0.0001, d = 0.91) and to significantly decrease the SDS total score (P = 0.0116, d = 0.43). The mean change in CAPS-5 scores in participants completing treatment was -24.4 (s.d. 11.6) in the MDMA group and -13.9 (s.d. 11.5) in the placebo group. MDMA did not induce adverse events of abuse potential, suicidality or QT prolongation. These data indicate that, compared with manualized therapy with inactive placebo, MDMA-assisted therapy is highly efficacious in individuals with severe PTSD, and treatment is safe and well-tolerated, even in those with comorbidities. We conclude that MDMA-assisted therapy represents a potential breakthrough treatment that merits expedited clinical evaluation. Appeared originally in Nat Med 2021; 27:1025-1033.
Article
Full-text available
Objectives: Here we provide a brief overview of a technique that may hold promise for scholars working on key criminological and criminal justice topics. Methods: We provide an abbreviated overview of Mendelian randomization (MR), a newer variant of instrumental variables analysis, facilitated by expanding genomic technology worldwide. Our goal is to offer readers, unacquainted with the topic, a quick checklist of key assumptions, considerations, shortcomings, and practical applications of the technique. Results: The causal inference capabilities of the design seem poised to continue pushing modern crime science forward, assuming careful attention is payed to key assumptions of the technique. Conclusions: Researchers interested in causality as it relates to antisocial behaviors may benefit by the addition of MR to the toolkit alongside other data analysis tools. This strategy also offers an avenue for cross-collaboration with scientists working in other fields, thus expanding the breadth of expertise contributing to an important societal subject in crime.
Article
Full-text available
Objectives: Examine the extent to which cognitive/psychological characteristics predict later polyvictimization. We employ a twin-based design that allows us to test the social neurocriminology hypothesis that environmental factors influence brain-based characteristics and influence behaviors like victimization. Methods: Using data from the Environmental Risk Longitudinal Twin Study (N = 1986), we capitalize on the natural experiment embedded in a discordant-twin design that allows for the adjustment of family environments and genetic factors. Results: The findings indicate that self-control, as well as symptoms of conduct disorder and anxiety, are related to polyvictimization even after adjusting for family environments and partially adjusting for genetic influences. After fully adjusting for genetic factors, only self-control was a statistically significant predictor of polyvictimization. Conclusion: The findings suggest polyvictimization is influenced by cognitive/psychological characteristics that individuals carry with them across contexts. Policies aimed at reducing victimization risks should consider interventions that address cognitive functioning and mental health.
Article
Full-text available
Purpose: Criminology has produced more than a century of informative research on the social correlates of criminal behavior. Recently, a growing body of theoretical and empirical work has begun to apply evolutionary principles, particularly from Life History Theory, to the study of crime. As this body of research continues to grow, it is important that theory synthesizes evolutionary principles with the decades of sociological research on the correlates of crime. Design: The current paper reviews the brief history of research applying Life History concepts to criminology, providing an overview of the underlying framework, exploring examples of empirically testable and tested hypotheses that have been derived from the theory, discussing cautions and criticisms of Life History research, and discussing how this area of research can be integrated with existing theory. Findings: A growing body of research has, with relative consistency, associated indicators of a faster Life History strategy with aggression and violence in humans and across the animal kingdom. Research into these associations is still vulnerable to genetic confounding and more research with genetically sensitive designs is needed. The use of hypotheses informed by evolutionary insight and tested with genetically sensitive designs provides the best option for understanding how environmental factors can have an impact on violent and criminal behavior. Value: The current paper provides an updated review of the growing application of Life History Theory to the study of human behavior and acknowledges criticisms and areas of concern that need to be considered when forming hypotheses for research.
Article
Full-text available
Prior evolutionary theory provided reason to suspect that measures of development and reproduction would be correlated with antisocial behaviours in human and non-human species. Behavioural genetics has revealed that most quantitative traits are heritable, suggesting that these phenotypic correlations may share genetic aetiologies. We use genome-wide association study data to estimate the genetic correlations between various measures of reproductive development ( N = 52 776–318 863) and antisocial behaviour ( N = 31 968). Our genetic correlation analyses demonstrate that alleles associated with higher reproductive output (number of children ever born, rg = 0.50, P = 0.0065) were positively correlated with alleles associated with antisocial behaviour, whereas alleles associated with more delayed reproductive onset (age at first birth, rg = −0.64, P = 0.0008) were negatively associated with alleles linked to antisocial behaviour. Ultimately, these findings coalesce with evolutionary theories suggesting that increased antisocial behaviours may partly represent a faster life history approach, which may be significantly calibrated by genes. Declaration of interest None.
Article
The metacognitive model of PTSD implicates metacognitive beliefs, meta-memory beliefs, and metacognitive control strategies in perpetuating and maintaining symptoms of PTSD. Despite this expanding area of research, the evidence for the metacognitive model of PTSD has not been reviewed. A systematic review according to the PRISMA statement was conducted. Searches across Medline, PubMed and PsycNET, as well as reference lists of the included studies (2004-March 2020) yielded 221 records. Two independent reviewers screened articles, which were included where the impact of the constructs of interest on PTSD symptoms were investigated within the framework of the metacognitive model for PTSD. Eighteen articles were included in the review. Eleven studies were determined to have good methodological robustness. Metacognitive therapy for PTSD demonstrated reductions in symptoms from pre- to post-treatment, which were maintained at follow-up. Predictors of greater PTSD symptom severity included metacognitive beliefs, meta-memory beliefs, and worry, punishment, thought suppression, experiential avoidance, and rumination. Overall, support was found for the validity of the metacognitive model of PTSD.
Chapter
Killing, raping, assaulting, abusing, cuckolding, humiliating, derogating, demeaning, and a host of other cost-inflicting behaviors were recurrent features of human ancestral environments. Converging evidence from a range of disciplines suggests that our ancestors recurrently faced myriad adaptive problem contexts for which cost-inflicting behavioral solutions could benefit genetic fitness.Through argument or omission, it is sometimes assumed that the victims of cost-inflicting behavior passively accept it. This is unlikely. When individuals inflicted costs on their victims recurrently in specific ancestral contexts, it created heavy selection pressure on the victims for the evolution of defenses to avoid the costs. The evolution of victim defenses created selection pressure for refinements in strategies of costinfliction, which created new selection pressure for better victim defenses: adaptation and counteradaptation ad infinitum. A perpetual antagonistic coevolutionary arms race propelled through the deep time of human evolutionary history by the powerful fitness gains and losses associated with the success or failure of cost-inflicting strategies on one side and victim defenses on the other has led to the evolution of increasingly complex, interrelated adaptations on both sides. Adaptations that inflict costs and evolved victim defenses can be fully understood only when illuminated by knowledge of their coevolved design features.