Content uploaded by Eda Gökçelik
Author content
All content in this area was uploaded by Eda Gökçelik on Apr 27, 2023
Content may be subject to copyright.
KADIN GÜREŞÇİLERE MÜSABAKA SONRASI
UYGULANAN AKTİF DİNLENME VE MYOFASYAL
GEVŞEME EGZERSİZLERİNİN
TOPARLANMA ÜZERİNE ETKİSİ
(Doktora Tezi)
Eda GÖKÇELİK
Kütahya-2022
2
T.C.
KÜTAHYA DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ
LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ
Beden Eğitimi ve Spor Anabilim Dalı
Doktora Tezi
KADIN GÜREŞÇİLERE MÜSABAKA SONRASI UYGULANAN
AKTİF DİNLENME VE MYOFASYAL GEVŞEME
EGZERSİZLERİNİN TOPARLANMA ÜZERİNE ETKİSİ
Danışman:
Prof. Dr. Yağmur AKKOYUNLU
Hazırlayan:
Eda GÖKÇELİK
Kütahya-2022
3
Kabul ve Onay
Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Müdürlüğüne,
Bu çalışma, jürimiz tarafından
Beden Eğitimi ve Spor Anabilim Dalında DOKTORA TEZİ olarak kabul edilmiştir.
Tez Jürisi
İmza
Kabul
Red
Prof. Dr. Yağmur AKKOYUNLU (Danışman)
Prof. Dr. Yücel OCAK
Prof. Dr. Nurettin KONAR
Doç. Dr. Alparslan ÜNVEREN
Doç. Dr. Mihri Barış KARAVELİOĞLU
Onay
Doç. Dr. Arif KOLAY
Enstitüsü Müdürü
4
Bilimsel Etik Bildirimi
Doktora tezi olarak hazırladığım "Kadın Güreşçilere Müsabaka Sonrası
Uygulanan Aktif Dinlenme ve Myofasyal Gevşeme Egzersizlerinin Toparlanma Üzerine
Etkisi" adlı çalışmanın öneri aşamasından sonuçlandığı aşamaya kadar geçen süreçte
bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle uyduğumu, tez içindeki tüm bilgileri,
bilimsel ahlak ve gelenek çerçevesinde elde ettiğimi, tez yazım kurallarına uygun olarak
hazırladığımı, bu çalışmamda doğrudan veya dolaylı olarak yaptığım her alıntıya
kaynak gösterdiğimi ve yararlandığım eserlerin kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu
beyan ederim.
08/ 06 /2022
Eda GÖKÇELİK
5
Özgeçmiş
İlk ve ortaöğretimi Borçka ilçesinde tamamladı. 2007 yılında judo branşıyla
ilgilenmeye başlayıp daha sonra güreş branşında da Türkiye Şampiyonalarına katılarak
milli takımlarda yer aldı. 2011 yılında Bartın Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor
Yüksekokulu’nda Beden Eğitimi ve Spor Öğretmenliği bölümünü kazandı. Lisans
eğitimi sonrası yüksek lisans eğitimini de Bartın Üniversitesi, Eğitim Bilimleri
Enstitüsünde devam etti. “Üniversite Öğrencilerine Uygulanan Pilates Egzersizlerinin
Vücut Kompozisyonu ve Bazı Motorik Özellikler Üzerine Etkisi” adlı teziyle 2017
yılında tamamladı. 2017 yılında Dumlupınar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü ve
Spor A.B.D.’nda doktora öğrenimine başladı.
Doktora öğrenimi sırasında, Kütahya Bahçeşehir Koleji 2018-2019 döneminde
beden eğitimi ve spor öğretmenliği yaptıktan sonra Ankara ilinde özel bir tesiste tesis
yöneticiliği sonrası 2020 yılında açılan İstanbul Aydın Üniversitesi, Spor Bilimleri
Fakültesi, Araştırma Görevliliği kadrosunu kazandı. Halen görevini devam
ettirmektedir.
“Kadın Güreşçilere Müsabaka Sonrası Uygulanan Aktif Dinlenme ve
Myofasyal Gevşeme Egzersizlerinin Toparlanma Üzerine Etkisi” başlıklı bu tez, yazarın
doktora bitirme tezidir.
v
ÖZET
KADIN GÜREŞÇİLERE MÜSABAKA SONRASI UYGULANAN AKTİF
DİNLENME VE MYOFASYAL GEVŞEME EGZERSİZLERİNİN
TOPARLANMA ÜZERİNE ETKİSİ
GÖKÇELİK, Eda
Doktora Tezi, Beden Eğitimi ve Spor Anabilim Dalı
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Yağmur AKKOYUNLU
Haziran, 2022, 132 sayfa
Bu çalışmanın amacı, kadın güreşçilere müsabaka sonrası uygulanan pasif
dinlenme (PD), aktif dinlenme (AD) ve myofasyal gevşeme (MG) egzersizlerinin
toparlanma üzerine etkisinin araştırılmasıdır. Çalışmaya yaş ortalaması 18.80 ± 2.616
yıl; antrenman yaşı ortalaması 5.40 ± 2.951 yıl; vücut ağırlığı ortalaması 60.30 ± 5.229
kg ve boy uzunluğu ortalaması 166.50 ± 5.759 cm olan 10 kadın güreşçi katılmıştır.
Sporculara müsabaka sonrasında pasif dinlenme, aktif dinlenme ve myofasyal gevşeme
egzersizlerinden oluşan 3 farklı toparlanma yöntemi uygulanmıştır. Uygulanan
toparlanma protokollerinin her birinde sporculara FILA kurallarına uygun 3’er
müsabaka yaptırılmış ve sporcuların müsabaka öncesinde, müsabaka sonrasında ve
toparlanma protokolünün sonrasında toplamda 9 kez olmak üzere laktat düzeyleri, vücut
sıcaklığı, sistolik-diastolik kan basıncı, oksijen saturasyonu değerleri ve kalp atım
hızları belirlenmiştir. Çalışmanın istatistiksel analizlerinde SPSS 24 paket programı
kullanılmıştır. Toparlanma yönteminin etkisine ilişkin grup içi analizleri Repeated
Measures testi ile, gruplar arası analizleri ise, Multivariate ANOVA (MANOVA) testi
ile yapılmış ve anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak alınmıştır.
Sonuç olarak, kadın güreşçilere müsabaka sonrası uygulanan myofasyal
gevşeme egzersizlerinin toparlanma üzerine olumlu etkisinin olduğu tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Foam Roller, Güreş, Kalp Atım Hızı, Laktat, Myofasyal,
Toparlanma
vi
ABSTRACT
EXPLORING THE IMPACTS OF POST-COMPETITION ACTIVE REST AND
MYOFASCIAL RELEASE EXERCISES IMPLEMENTED ON FEMALE
WRESTLERS ON RECOVERY
GÖKÇELİK, Eda
Doctoral Dissertation, Department of Physical Education and Sports
Advisor: Prof. Dr. Yağmur AKKOYUNLU
June 2022, 132 pages
The present study explored the impacts of post-competition passive, active, and
myofascial release exercises implemented on female wrestlers on recovery. Ten women
athletes with a mean age of 18.80 ± 2.616 years and a mean training age of 5.40 ± 2.951
years were employed in the study. In addition, they had a mean body weight of 60.30 ±
5.229 kg and height of 166.50 ± 5.759 cm. A recovery protocol, consisting of passive
rest, active rest, and myofascial release exercises, was applied to the athletes following a
competition. For each of the mentioned recovery techniques, the participants were
recruited to three matches following the FILA rules. Meanwhile, the lactate levels, body
temperature, systolic-diastolic blood pressure, oxygen saturation values, and heart rates
of the athletes were measured 9 times in total before the competition, after the
competition, and after the recovery protocol. While performing repeated measures
ANOVA to explore the impacts of the recovery program in a within-group design,
multivariate ANOVA (MANOVA) was utilized in the between-group design. All
statistical analyses were performed on SPSS 24.0, and a p-value < 0.05 was considered
statistically significant
The findings yielded that post-competition myofascial release exercises had a
positive impact on the participants’ recovery.
Keywords: Foam Roller, Heart Rate, Lactate, Myofacial, Recovery, Wrestling
vii
ÖNSÖZ
Son zamanlarda hem bireysel hem de takım sporlarında boy gösteren kadın
sporcular, ulusal ve uluslararası seviyede çeşitli başarılara imza atmakta ve spor
medyasında adlarından sıkça söz ettirmektedirler. Bireysel sporlar içerisinde, geçmişte
olduğu gibi, günümüzde de en çok izlenme oranına sahip branşlardan birisi de güreştir.
Bu branş, daha çok erkek sporcuları bünyesinde barındırıyor olsa da gerek ülkemizde
gerekse dünyada kadın güreşçilerin sayısı günden güne artmaktadır. Özellikle
ülkemizdeki kadın güreşçi sayısı, son dönemlerde alınan büyük başarılardan sonra daha
da yükselmekte ve rekabet ortamı da giderek artmaktadır.
Güreş gibi kısa süreli ve yüksek yoğunlukta aktiviteler içeren ve günde birden
fazla müsabakanın yapıldığı bir branşta, sporcunun uzun süre optimum performans
gösterebilmesi, sakatlık riskinin en aza indirilebilmesi ve başarılı olabilmesi için
motorik ve temel teknik becerilerinin geliştirilmesi gerekliliğinin yanı sıra, antrenman
ve müsabaka aralarında da etkin bir şekilde toparlanması gerekmektedir. Bu yüzden
antrenörler tarafından sporcunun toparlanmasına yardımcı olabilecek, etkin ve pratik
stratejiler tercih edilmeli ve uygulanmalıdır. Yüklenme ve dinlenme ilişkisinin önemi
göz önüne alındığında, bu süreç rastgele değil, bilimsel bulgulara dayanarak
yapılmalıdır. Son yıllarda literatüre bakıldığında, birçok branşta toparlanma protokolü
olarak devre arasında, antrenman veya müsabaka sonrasında kendi kendine myofasyal
gevşeme (self myofasyal release (SMR)) uygulamalarının varlığını sıkça görmekteyiz.
Bu çalışmada da SMR uygulaması için son dönemlerde kullanımı artan ve foam roller
ile titreşimi birleştiren VFR aracının kadın güreşçilerin müsabaka sonrası toparlanması
üzerine etkisi araştırılmış ve elde edilen bulgular analiz edilerek bazı sonuçlar ortaya
konulmuştur.
Bu çalışmanın gerçekleşmesinde; çalışmanın planlamasından yazımına kadar
her aşamasında, verdiği emek için değerli danışman hocam Sayın Prof. Dr. Yağmur
AKKOYUNLU'ya, akademik bilgi ve deneyimleriyle benden yardımlarını esirgemeyip,
yol gösterici katkılarını sunan, Sayın Prof. Dr. Yücel OCAK' a ve Doç. Dr. Alparslan
ÜNVEREN’e, lisansüstü eğitimim boyunca değerli görüş ve önerilerini esirgemeyen
akademik yaşantımda her zaman örnek alacağım Sayın Doç. Dr. Mihri Barış
KARAVELİOĞLU’na, jürimde yer alarak beni onurlandıran Prof. Dr. Nurettin
KONAR’a ve İstanbul Aydın Üniversitesi, Spor Bilimleri Fakültesi mesai arkadaşlarım,
değerli hocalarıma teşekkürü borç bilirim.
viii
Varlığı ve manevi destekleriyle beni her zaman yüreklendirdikleri ve ilham
verdikleri için değerli dostlarıma, bu çalışmanın sürdürülmesi için gönüllülükle zaman
ayıran, gerekli çaba ve disiplini gösterip, yardımlarını esirgemeyen sevgili
arkadaşlarıma, ölçümleri istekli ve verimli bir şekilde uygulanmasını sağlayan tüm
sporcu kardeşlerime ve teknik ekiplerine ve son olarak, hayatımdaki en kıymetli
varlıklarım olan, eğitim ve sosyal hayatımın her aşamasında inanç, sevgi, sabır ve
anlayışlarıyla koşulsuz destek gösteren sevgili Aileme minnet ve içtenlikle teşekkür
ederim.
ix
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ÖZET ............................................................................................................................... v
ABSTRACT ................................................................................................................... vi
ÖNSÖZ .......................................................................................................................... vii
İÇİNDEKİLER ............................................................................................................. ix
TABLOLAR LİSTESİ .................................................................................................. xi
ŞEKİLLER LİSTESİ ................................................................................................... xii
GRAFİKLER LİSTESİ .............................................................................................. xiii
KISALTMALAR ......................................................................................................... xv
GİRİŞ .............................................................................................................................. 1
BİRİNCİ BÖLÜM
GENEL BİLGİLER
1.1. GÜREŞ ................................................................................................................. 8
1.2. GÜREŞİN TARİHİ ............................................................................................. 9
1.2.1. Türk Güreşinin Tarihi .................................................................................. 10
1.3. KADIN GÜREŞİ ............................................................................................... 13
1.3.1. Kadın Güreşinin Dünya’daki Tarihi ............................................................. 14
1.3.2. Kadın Güreşinin Türkiye’deki Tarihi ........................................................... 17
1.4. GÜREŞ BRANŞININ FİZİKSEL VE FİZYOLOJİK ÖZELLİKLERİ ...... 19
1.5. YORGUNLUK .................................................................................................. 24
1.5.1. Yorgunluğa Neden Olan Etkenler ................................................................ 26
1.5.2. Yorgunluktan Sonra Metabolizmada Görülen Değişim ............................... 28
1.5.2.1. Kalp Atım Hızı (KAH) ..................................................................... 28
1.5.2.2. Kan Basıncı (Sistolik ve Diastolik Kan Basıncı) .............................. 28
1.5.2.3. Laktik Asit ........................................................................................ 29
1.5.2.4. PH (Asit-Baz Dengesi) ..................................................................... 30
1.5.2.5. Karbondioksit Parsiyel Basıncı (PCO2) ............................................ 31
1.5.2.6. Oksijen Parsiyel Basıncı (PO2) ......................................................... 31
1.5.2.7. Bikarbonat (HCO3) ........................................................................... 32
1.5.2.8. Oksijen Saturasyonu (Oksijen Doyması) ......................................... 33
1.6. TOPARLANMA ................................................................................................ 33
1.6.1. Egzersiz Sonrası Toparlanma Süreci ........................................................... 36
1.6.1.1. Oksijen Borçlanması ........................................................................ 37
1.6.1.2. Kas Fosfojenlerinin Yenilenmesi ..................................................... 39
1.6.1.3. Miyoglobin Oksijenasyonu (Yenilenmesi) ....................................... 40
1.6.1.4. Kas Glikojenin Yenilenmesi ............................................................. 40
x
1.6.1.5. Laktik Asidin Uzaklaştırılması ......................................................... 41
1.7. TOPARLANMA ÇEŞİTLERİ ......................................................................... 41
1.7.1. Toparlanma Yöntemlerinde Güncel Yaklaşımlar ........................................ 42
1.7.1.1. Kendi Kendine Myofasyal Gevşeme ................................................ 43
1.7.1.2. Foam Roller ile Yapılan Myofasyal Gevşeme Egzersizleri ............. 45
İKİNCİ BÖLÜM
GEREÇ VE YÖNTEM
2.1. EVREN VE ÖRNEKLEM ............................................................................... 48
2.1.1. Evren ............................................................................................................ 48
2.1.2. Örneklem ...................................................................................................... 48
2.2. PROTOKOL ...................................................................................................... 48
2.3. VERİ TOPLAMA ARAÇLARI ....................................................................... 53
2.3.1. Boy ve Vücut Ağırlığı .................................................................................. 53
2.3.2. Fizyolojik Ölçümler ..................................................................................... 53
2.3.2.1. Laktat Ölçümleri ............................................................................... 53
2.3.2.2. Vücut Sıcaklığı Ölçümleri ................................................................ 53
2.3.2.3. Sistolik-Diastolik Kan Basıncı ......................................................... 54
2.3.2.4. Kalp Atım Sayısı Ölçümleri ............................................................. 54
2.3.2.5. Oksijen Satürasyonu Ölçümleri ........................................................ 55
2.4. VERİLERİN ANALİZİ .................................................................................... 56
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
BULGULAR
3.1.KATILIMCILARIN DEMOGRAFİK ÖZELLİKLERİ ............................... 58
3.2. TOPARLANMA YÖNTEMİ ETKİSİNE İLİŞKİN GRUP İÇİ
KARŞILAŞTIRMALAR ................................................................................. 58
3.3. TOPARLANMA YÖNTEMİ ETKİSİNE İLİŞKİN GRUPLAR ARASI
KARŞILAŞTIRMALAR ................................................................................. 70
TARTIŞMA SONUÇ VE ÖNERİLER ...................................................................... 77
EKLER .......................................................................................................................... 91
KAYNAKÇA .............................................................................................................. 100
DİZİN .......................................................................................................................... 132
xi
TABLOLAR LİSTESİ
Sayfa
Tablo 1.1: Biyokimyasal Sistemler ve Toparlanma Süreleri ........................................ 36
Tablo 3.1: Katılımcılara Ait Tanımlayıcı Bilgiler ......................................................... 58
Tablo 3.2: Pasif, Aktif ve TFR Toparlanma Yöntemlerinin Müsabaka Öncesi, Sonrası
ve Protokol Sonrası Laktat Test Değerlerinin Karşılaştırılması .................. 58
Tablo 3.3: Pasif, Aktif ve TFR Toparlanma Yöntemlerinin Müsabaka Öncesi,
Sonrası ve Protokol Sonrası Vücut Sıcaklığı Test Değerlerinin
Karşılaştırılması .......................................................................................... 60
Tablo 3.4: Pasif, Aktif ve TFR Toparlanma Yöntemlerinin Müsabaka Öncesi,
Sonrası ve Protokol Sonrası Sistolik Kan Basıncı Test Değerlerinin
Karşılaştırılması .......................................................................................... 62
Tablo 3.5: Pasif, Aktif ve TFR Toparlanma Yöntemleri Müsabaka Öncesi, Sonrası ve
Protokol Sonrası Diastolik Kan Basıncı Test Değerlerinin
Karşılaştırılması .......................................................................................... 64
Tablo 3.6: Pasif, Aktif ve TFR toparlanma Yöntemleri Müsabaka Öncesi, Sonrası ve
Protokol Sonrası O2 Saturasyonu Test Değerlerinin Karşılaştırılması ........ 66
Tablo 3.7: Pasif, Aktif ve TFR Toparlanma Yöntemleri Müsabaka Öncesi, Sonrası ve
Protokol Sonrası Kalp Atım Hızı Test Değerlerinin Karşılaştırılması ........ 68
Tablo 3.8: Gruplara Ait Laktat Test Değerlerinin Karşılaştırılması ............................. 70
Tablo 3.9: Gruplara Ait Vücut Sıcaklığı Test Değerlerinin Karşılaştırılması .............. 71
Tablo 3.10: Gruplara Ait Sistolik Kan Basıncı Test Değerlerinin Karşılaştırılması ..... 72
Tablo 3.11: Gruplara Ait Diastolik Kan Basıncı Test Değerlerinin Karşılaştırılması .. 73
Tablo 3.12: Gruplara Ait O2 Saturasyonu Test Değerlerinin Karşılaştırılması ............ 74
Tablo 3.13: Gruplara Ait Kalp Atım Hızları Test Değerlerinin Karşılaştırılması ........ 75
xii
ŞEKİLLER LİSTESİ
Sayfa
Şekil 2.1: Çalışma Dizaynı ............................................................................................ 50
Şekil 2.2: Hyperice Vyper Vibrating Foam Roller ........................................................ 52
Şekil 2.3: Foam Roller Egzersiz Bölgeleri .................................................................... 52
Şekil 2.4: Lactate Scout Cihazı ...................................................................................... 53
Şekil 2.5: Uzaktan Ateş Ölçer ....................................................................................... 54
Şekil 2.6: Sistolik – Diastolik Kan Basıncı Ölçüm Cihazı ............................................ 54
Şekil 2.7: Kalp Atım Hızı Ölçüm Cihazı ....................................................................... 55
Şekil 2.8: Pulse Oksimetre ............................................................................................. 56
xiii
GRAFİKLER LİSTESİ
Sayfa
Grafik 3.1: PTY Müsabaka Öncesi, Sonrası ve Protokol Sonrası Laktat Test
Değerleri ................................................................................................... 59
Grafik 3.2: ATY Müsabaka Öncesi, Sonrası ve Protokol Sonrası Laktat Test
Değerleri ................................................................................................... 59
Grafik 3.3: TFRTY Müsabaka Öncesi, Sonrası ve Protokol Sonrası Laktat Test
Değerleri ................................................................................................... 60
Grafik 3.4: PTY Müsabaka Öncesi, Sonrası ve Protokol Sonrası Vücut Sıcaklığı Test
Değerleri ................................................................................................... 61
Grafik 3.5: ATY Müsabaka Öncesi, Sonrası ve Protokol Sonrası Vücut Sıcaklığı Test
Değerleri ................................................................................................... 61
Grafik 3.6: TFRTY Müsabaka Öncesi, Sonrası ve Protokol Sonrası Vücut Sıcaklığı
Test Değerleri ........................................................................................... 61
Grafik 3.7: PTY Müsabaka Öncesi, Sonrası ve Protokol Sonrası Sistolik Kan Basıncı
Test Değerleri ........................................................................................... 63
Grafik 3.8: ATY Müsabaka Öncesi, Sonrası ve Protokol Sonrası Sistolik Kan Basıncı
Test Değerleri ........................................................................................... 63
Grafik 3.9: TFRTY Müsabaka Öncesi, Sonrası ve Protokol Sonrası Sistolik Kan
Basıncı Test Değerleri .............................................................................. 63
Grafik 3.10: PTY Müsabaka Öncesi, Sonrası ve Protokol Sonrası Diastolik Kan
Basıncı Test Değerleri .............................................................................. 65
Grafik 3.11: ATY Müsabaka Öncesi, Sonrası ve Protokol Sonrası Diastolik Kan
Basıncı Test Değerleri .............................................................................. 65
Grafik 3.12: TFRTY Müsabaka Öncesi, Sonrası ve Protokol Sonrası Diastolik Kan
Basıncı Test Değerleri .............................................................................. 65
Grafik 3.13: PTY Müsabaka Öncesi, Sonrası ve Protokol Sonrası Oksijen
Saturasyonu Test Değerleri ....................................................................... 66
Grafik 3.14: ATY Müsabaka Öncesi, Sonrası ve Protokol Sonrası Oksijen
Saturasyonu Test Değerleri ....................................................................... 67
Grafik 3.15: TFRTY Müsabaka Öncesi, Sonrası ve Protokol Sonrası Oksijen
Saturasyonu Test Değerleri ....................................................................... 67
xiv
Grafik 3.16: PTY Müsabaka Öncesi, Sonrası ve Protokol Sonrası Kalp Atım Hızları
Test Değerleri ........................................................................................... 69
Grafik 3.17: ATY Müsabaka Öncesi, Sonrası ve Protokol Sonrası Kalp Atım Hızları
Test Değerleri ........................................................................................... 69
Grafik 3.18: TFRTY Müsabaka Öncesi, Sonrası ve Protokol Sonrası Kalp Atım
Hızları Test Değerleri ............................................................................... 69
Grafik 3.19: Gruplara Ait Laktat Test Değerlerinin Karşılaştırılması .......................... 71
Grafik 3.20: Gruplara Ait Vücut Sıcaklığı Test Değerlerinin Karşılaştırılması ........... 72
Grafik 3.21: Gruplara Ait Sistolik Kan Basıncı Test Değerlerinin Karşılaştırılması ... 73
Grafik 3.22: Gruplara Ait Diastolik Kan Basıncı Test Değerlerinin
Karşılaştırılması ........................................................................................ 74
Grafik 3.23: Gruplara Ait Oksijen Saturasyonu Test Değerlerinin
Karşılaştırılması ........................................................................................ 75
Grafik 3.24: Gruplara Ait Kalp Atım Hızı Test Değerlerinin Karşılaştırılması ........... 76
xv
KISALTMALAR
ABD Amerika Birleşik Devletleri
ATP Adenozin Trifosfat
cm Santimetre
CP Kreatinfosfat
dk Dakika
DOMS Delayed Onset Muscle Soreness (Gecikmiş Kas Ağrısı)
FILA Federation Internationale des Luttes Associees (Uluslararası Güreş
Federasyonu)
FR Foam Roller
HCO3 Bikarbonat
KAH Kalp Atım Hızı
KDPÜ Kütahya Dumlupınar Üniversitesi
kg Kilogram
l Litre
LA Laktik Asit
m Metre
MaxVO2 Maksimal Oksijen Alımı
mmHg milimetreciva
mmol Milimol
MR Miyofascial Relexation (Myofasyal Gevşetme)
ms Milisaniye
MSS Merkezi Sinir Sistemi
O2 Oksijen
PCO2 Karbondioksit Parsiyel Basıncı
PH Potansiyel Hidrojen
xvi
PO2 Oksijen Parsiyel Basıncı
ROM Range of Motion (Eklem Hareket Açıklığı)
SBF Spor Bilimleri Fakültesi
SMR Self Myofascial Release (Kendi Kendine Myofasyal Gevşeme)
sn Saniye
TFR Titreşimli Foam Roller
UWW United World Wrestling (Dünya Güreş Birliği)
VFR Vibration Foam Roller (Titreşimli Foam Roller)
VT Vibration Therapy (Titreşim Tedavisi)
17
TEZ METNİ
1
GİRİŞ
Ata sporu olarak bilinen güreş, gün geçtikçe yaygınlaşması ile ulusal ve
uluslararası alanda yoğun bir ilgi ile izlenmekte ve takip edilmektedir (Yağmur, 2011, s.
14). Son zamanlarda kadınlar arasında da popüler olmaya başlayan güreş branşı, kısa
zaman dilimi içerisinde çok süratli hareketlerin yapılmasını gerektiren bir spor türü
olarak karşımıza çıkmaktadır (Yağmur, 2011, s. 5).
Güreş sporunda bir gün içinde birden fazla müsabakanın yapılması ve
müsabaka aralarının kısa olabilmesi (Kurt, 2015, s. 1) ve kendi içinde yüksek
yoğunluklu egzersizleri barındırması sporcularda akut ve kronik yorgunluğa neden
olabilmektedir (Dupont vd., 2010, s. 1752). Tekrarlayan bu egzersiz stresleri sporcuların
performansının giderek düşmesine yol açabilmektedir (Atalı, 2018, s. 3).
Yüksek yoğunluklu egzersizlerin hem kas içi hem de dolaşımdaki laktat
düzeylerinin artmasına neden olduğu bilinmektedir (Connolly ve vd., 2003, s. 47).
Laktattaki H konsantrasyonunu yansıtan bu artışın, kasılma performansını engellediği
ve erken yorgunluğa neden olduğu tespit edilmiştir (Özsu, Gürol ve Kurt, 2018, s. 33).
Sporcu, antrenör ve spor bilimleri açısından, üst düzey performans gösterilmesi gereken
spor branşlarında yorgunluğun geç ortaya çıkması ve kısa sürede giderilmesi önemli bir
husustur (Şahin, 2018, s. 12). Bu yüzden, zorlu müsabakalardan veya devreden çıkmış
sporcuyu yeni müsabaka veya devreye kadar dinlendirmek, yorgunluk belirtilerini
azaltmak ve toparlanmaya katkı sağlamak gerekmektedir (Kurt, 2015, s. 1).
Toparlanma, aktivite sonrası sporcuların aktivite öncesindeki durumlarına
dönmesidir (Aydın, 2014, s. 2). Enerji maddelerinin resentezi, vücut sıcaklığının ve
oksijen tüketiminin düşürülmesi ve su-elektrolit dengesinin sağlanması gibi faktöre
bağlı olarak gerçekleşir (Cengiz, 2015, s. 1; Demirhan, 2013, s. 3; Sarı, 2017, s. 1)
Bununla beraber kandan laktatın uzaklaştırılması, toparlanma sürecinin önemli bir
yönüdür ve tekrarlanan egzersiz aktivitelerinin istendik düzeyde yapılabilmesi için çok
önemlidir (Micklewright., vd., 2006, s. 316).
Daha iyi kas performansına ulaşmak adına kısa dinlenme süreleri olan sporlar
için hızlı kas toparlanmaları gereklidir (Mika, vd., 2007, s. 475; Özsu, Gürol ve Kurt,
2018, s. 33). Güreşçiler gün içerisinde eleme usulü ile birden çok müsabaka
yapmaktadırlar. Müsabaka araları oldukça kısa süreler olup, bu kısa süre içerisinde
sonraki müsabaka için çok iyi bir toparlanma süreci geçirmek zorundadırlar. Bu
2
nedenle, egzersiz veya rekabetçi sporlar sonrasında akut egzersize bağlı yorgunluğu
gidermek, kas performans kapasitesini korumak (Benito, vd., 2019, s. 2) ve
sürdürülebilir bir yüksek performans için etkin ve pratik toparlanma stratejilerine ihtiyaç
vardır (Atalı, 2018, s. 3).
Son yıllarda myofasyal gevşetme (myofascial release (MR)), egzersiz
sonrasında genellikle onarım ve toparlanmaya yönelik terapötik bir teknik olduğu kabul
edilmektedir (Peacock, vd., 2014, s. 202). MR, kas ve fasyaya baskı uygulanarak
yapılan manuel terapi teknikleri için geniş bir terimdir (McKenney, vd., 2013, s. 522;
Sağiroğlu, 2017, s. 21). MR uygulamalarının alt dallarından biri de kendi kendine
myofasyal gevşetme (Self-Myofascial Releasing) tekniğidir. Self-Myofascial Releasing
(SMR) uygulamaları sırasında sporcu veya birey, çeşitli araçlar kullanarak kendi
kendine myofasyal gevşetme egzersizleri uygular (Sağiroğlu, 2017, s. 21). Hem
sporcular hem de aktif bireyler için SMR, genellikle performansı artırmak ve
toparlanma için kullanılır (Cheatham, vd., 2015, s. 828). SMR uygulamaları sırasında
kullanılan en yaygın araçlardan biri, foam roller ekipmanlarıdır (Beardsley ve Skarabot,
2015, s. 747; Healey, vd., 2014, s. 61; MacDonald vd., 2013, s. 812; Okamoto vd.,
2014, s. 69; Peacock, vd., 2014, s. 203; Roylance, vd., 2013, s. 311; Sağiroğlu, 2017, s.
21; Skarabot, vd., 2015, s. 204; Su, vd., 2016, s. 471; Yıldız, Bozdemir ve Akyıldız,
2017, s. 74).
Foam roller antrenman veya müsabaka hazırlığının verimliliğini artırmak ve
egzersiz sonrası toparlanmayı hızlandırmak için kuvvet ve kondisyon alanında kabul
görmektedir (Jones, vd., 2015, s. 38; Rey vd., 2019, s. 2195; Wiewelhove, vd., 2019, s.
2). Bu teknik, terapist yardımına ihtiyaç duymadan (Kaya, 2019, s. 1), bireylerin bir
foam roller aracılığıyla yumuşak dokuya basınç uygulamak için kendi vücut kütlelerini
kullanarak yaptıkları bir eylemdir (MacDonald vd., 2014, s. 131). Genellikle aktif,
ritmik bir tarzda yürütülür (MacDonald, vd., 2013, s. 812) ve bu nedenle, uygulamanın
aktif toparlanmaya benzer şekilde laktat klirensini etkileyebileceği ve sonraki egzersiz
performansını iyileştirebileceği düşünülmektedir (D’Amico ve Paolone, 2017, s. 98).
Öte yandan, titreşim tedavisinin kullanımı da son yıllarda popüler bir
toparlanma yöntemi haline gelmiştir ve bu tekniğin kas ağrısını ve yorgunluğunu
azalttığı (Kang vd., 2017, s. 115; Iodice, Ripari ve Pezzulo, 2019, s. 540), sporcularda
kuvvet, güç ve esneklik artışına neden olduğu belirtilmiştir (Dallas vd., 2015, s. 237).
3
Bu yüzden de titreşim tedavisi (VT), toparlanmayı hızlandırmak için alternatif bir
yöntem olarak kabul edilebilir (Romero-Moraleda, vd., 2019, s. 173).
Son zamanlarda, titreşim teknolojisini foam rollerlar (FR) ile birleştiren
titreşimli köpük silindirler (VFR'ler) kullanılmaya başlanmıştır (Park, vd., 2021, s. 226).
Ancak, sadece birkaç çalışma VFR'lerin etkinliğini araştırmış (Cheatham vd., 2019;
Han, vd., 2017) ve bu çalışmalarda ROM ve ağrı algısı (Romero-Moraleda, vd., 2019),
esneklik ve dinamik denge üzerine etkiler incelenmiştir (Benito, vd., 2019). Ayrıca,
FR'leri ve VFR'leri içeren önceki sistematik incelemelerde nicel veri sentezi yapılmamış
ve etki büyüklüğü belirlenememiştir (Behm ve Wilke, 2019; Cheatham, vd., 2015;
Hendricks, vd., 2020; Hughes ve Ramer, 2019).
İki devreli yüksek şiddetli periyotlardan oluşan güreş müsabakalarının ardışık
halde günde birden fazla sayıda yapılması ve bu müsabakalar arasında kısa dinlenme
aralıklarının verilmesi toparlanmanın önemini artırmaktadır. Güreşçilerin bu
müsabakalara dinlenme sürelerini etkin kullanarak olabildiğince yenilenmiş bir şekilde
çıkması, sonuca direkt etki edebilecek bir parametre olarak düşünülmektedir. Bu
yüzden, müsabaka anında yüksek efor göstermenin önemi kadar, bu yüksek efor gücünü
tekrarlanacak olan müsabaka esnasında da koruma zorunluluğunun önemi de gündeme
gelmektedir. Sonuç olarak, müsabakalar veya müsabakalar arasındaki toparlanmayı en
üst düzeye çıkarmak, herhangi bir sporcunun başarısı için kritik bir öneme sahiptir.
Toparlanmayı hızlandırmak adına, egzersiz sonrası farklı stratejiler kullanılmış
ve literatürde bu stratejilerle alakalı birçok çalışmaya rastlanmıştır (Atalı, 2018; Cengiz,
2015; Connolly, Brennan ve Lauzon, 2003; Dallas, vd., 2015; Demirhan, 2013; Kang,
vd., 2017; Kurt, 2015; Micklewright, vd., 2006; Mika, vd., 2007; Şahin, 2018). Ancak,
bu stratejilerde uygulayıcıların sınırlı olması, protokollerde yaşanan standardizasyon
zorlukları, sporcularda gerek fizyolojik gerekse psikolojik rahatsızlıklar yaşayabilme
ihtimali, maliyet veya ekstra ortamlara duyulan ihtiyaç gibi problemler, daha etkin ve
pratik uygulanabilen toparlanma yöntemlerinin ihtiyacını ön plana çıkarmaktadır. Bu
bağlamda alternatif toparlanma yöntemlerinden biri olan self myofasyal release (SMR)
uygulaması ile ilgili çalışmalar literatürde mevcut olsa da protokollerin büyük
çoğunluğu foam roller, tenis topu vb. araçların ROM ve performans üzerindeki etkisine
yoğunlaşmış (Behara ve Jacobson, 2015; Bozdemir, 2019; Dönmez, 2019; Fonta, vd.,
2021; Godwin, vd., 2020; Healey, vd., 2014; Kaya, 2019; MacDonald, vd., 2013;
McGregor, 2016; Monteiro ve Correa Neto, 2016; Monteiro, vd., 2017; Peacock, vd.,
4
2014; Souza, Costa Neto ve Santos, 2020; Souza, vd., 2019; Su, vd., 2016; Yazıcı,
2018) ve çok az sayıda çalışma toparlanma üzerindeki etkilerini araştırmıştır
(Cheatham, vd., 2015; D’Amico ve Paolone, 2017; Hendricks, vd., 2019; Hughes ve
Ramer, 2019; Kaya, 2019; Macdonald, vd., 2014; Özsu, Gürol ve Kurt, 2018; Rey, vd.,
2019). Bununla birlikte, foam rollerların titreşim ile kombinasyonunun toparlanma
üzerindeki etkinliği hakkındaki çalışmalar yok denecek kadar azdır (Cheatham, Stull ve
Kolber, 2019; Romero-Moraleda vd., 2019). Bu nedenle titreşimli foam roller
uygulaması ile müsabaka ya da antrenman sırasında meydana gelen yorgunluktan
kurtulma konusunda ve turnuvalarda ardışık fiziksel aktivite yapmak zorunda olan
güreşçiler gibi yarışmacı sporcularda performansı korumaya veya artırmaya yönelik,
uygulanma potansiyeli yüksek olan yeni protokollere ihtiyaç vardır. Bu yeni
yaklaşımlar, sporcuların ve antrenörlerin kullanmayı seçtikleri toparlanma yöntemleri
konusunda daha bilinçli kararlar vermelerine yardımcı olacaktır. Ayrıca, literatür
taraması sonucunda, güreşte antrenmanlardan veya müsabakalardan sonra toparlanma
için titreşimli foam rollerın etkinliğini ölçen bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu nedenle
bu araştırmanın amacı, titreşimli foam rollerın kadın güreşçilerde müsabakadan sonra
toparlanmasına yardımcı olmak için etkili bir araç olup olmadığını incelemektir.
Araştırmanın Konusu ve Problemi
Geçmişten günümüze kadar popülaritesi hayli yüksek olan güreş branşında,
özellikle son zamanlarda kadın sporcu sayısı gittikçe artmaktadır. Bu yükselişe gerek
ulusal gerekse uluslararası arenalarda rekabet ortamı da eşlik etmektedir. Artan rekabet
ortamı, kadın güreşçilerin başarı elde edebilmesi ve elde ettiği başarıyı devam
ettirebilmesinin yalnızca teknik, taktik ve motorik yetilerinin geliştirilmesine bağlı
olmaktan çıkarmıştır.
Güreşin, yüksek yoğunluktaki aktiviteleri fazlaca içinde barındırdığı, bu
aktivitelerin kısa bir zaman aralığında sergilendiği ve gün içerisinde birden fazla
müsabakanın yapıldığı göz önüne alındığında, sporcuların yeni müsabaka için kısa
sürede toparlanabilmeleri göz ardı edilemez bir konu halini almıştır. Bugüne kadar
güreşçiler üzerinde gerek antrenman gerekse müsabaka sonralarında aktif dinlenme, buz
masajı, stretching gibi farklı toparlanma stratejileri uygulanmış olsa da çeşitli
sınırlılıklara bağlı olarak, bu stratejilerden daha etkin, güncel ve pratik yöntemlere
ihtiyaç duyulmaktadır. Son yıllarda kendi kendine myofasyal gevşeme egzersizleri ve
titreşim bir toparlanma yöntemi olarak kullanılmaya başlanmış ve ekipmanlarından biri
5
olan foam roller ile titreşimi birleştiren titreşimli foam roller (VFR) cihazları daha
yoğun kullanılmaya başlanmıştır.
Özellikle kadın güreşçilerin artan performans ve rekabeti göz önünde
bulundurulacak olursa, gelişimi devam eden bu sporculara antrenman veya müsabaka
sonralarında uygulanacak olan yeni tür toparlanma yöntemlerinin varlığını ve
sonuçlarını incelemenin önemli olduğu düşünülmektedir. Bu bağlamda, titreşimli foam
rollerların toparlanma üzerindeki etkilerinin bilinmesinin gerek sporculara gerekse
antrenörlere yol gösterici olması açısından önem arz etmektedir. Dolayısıyla problem
cümlemiz “Kadın güreşçilere müsabaka sonrası uygulanan titreşimli foam roller
uygulamalarının toparlanma üzerine etkisi var mıdır?” olarak belirlenmiştir.
Araştırmanın Amacı
Araştırmanın amacı, kadın güreşçilere müsabaka sonrası uygulanan titreşimli
foam rollerın toparlanma üzerine etkisinin belirlenmesiyle;
Sporcuların bir sonraki müsabaka için hızlı bir şekilde toparlanabilmesi
amacıyla, titreşimli foam rollerın bu süreçte kullanılabilir olup olmadığını,
Aktif ve pasif toparlanmaya kıyasla, titreşimli foam rollerın sporcuların
toparlanma durumlarına etki düzeyinin ne seviyede olduğunun araştırılmasıdır.
Araştırmanın Önemi
Güreş 3’er dakikadan 2 devre halinde yapılan ve birçok bileşeni bir araya
getirerek farklı seviyelerde üst düzey performans gerektiren bir spor branşıdır.
Güreşçilerin başarılı olabilmeleri için, fiziksel, fizyolojik, motorik özelliklere ve teknik
taktik becerilere üst seviyede sahip olmaları gerekmektedir. Ancak, rekabet ortamının
günden güne artış gösterdiği bu branşta, organize edilen turnuvalarda günde birden fazla
müsabakanın yapıldığı ve bu müsabaka aralarının da her müsabaka için giderek
kısaldığı göz önüne alındığında, sadece bahsi geçen özelliklerin geliştirilmesi, başarıyı
yakalamak ve devam ettirmek için yeterli olmayacaktır. Yüksek yoğunlukta aktiviteler
içeren güreş branşında, bu özellik ve becerilerin yanı sıra, sporcuların bir sonraki
müsabakaya hazır olabilmeleri için etkin bir şekilde toparlanabilmeleri de
gerekmektedir. Bu yüzden, müsabaka aralarında en etkin ve pratik toparlanma
yöntemini belirlemek, sporcuların performansı ve devamlılığı açısından önem arz
etmektedir.
6
Son zamanlarda foam roller (FR) müsabaka sonrası yaygın olarak kullanılan
bir yöntem haline gelmiştir. Ancak bu ekipmanın çeşitlerinden biri olan ve son
dönemlerde bir toparlanma yöntemi olarak da kullanılan titreşim uygulaması ile
birleştirildiği, titreşimli foam roller (VFR) kullanımıyla ilgili literatürde yeterli çalışma
bulunmamaktadır. Foam roller ve titreşim nöro-musküler etkinlik ve arteriyel
fonksiyonları arttırabildiğinden, müsabaka aralarında titreşimli foam rollerın dinlenme
sürecine dahi edilmesi sporcuların toparlanma seviyesini yukarılara taşıyabilir.
Self myofasyal release yönteminin kullanımı hem bireysel hem de takım
sporlarında gün geçtikçe artmaktadır. Literatürde incelendiğinde, bu yöntemin birçok
özellik ve beceriler üzerine etkisini farklı sonuçlarla ortaya koyan çalışmalar mevcuttur.
Ancak bu çalışmalarda genellikle köpük silindirler, tenis topları, çubuklar kullanılmış
ve bu ekipmanların performans, Range of Motion (ROM) ve Delayed Onset Muscle
Pain (DOMS) üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Bu bakımdan yapılan bu çalışma, SMR
için farklı bir ekipmanın etkilerini görmek bakımından önem taşımaktadır. Bu
ekipmanın literatürdeki çoğu çalışmadan farklı olarak, laktat değişimleri ile vücut
sıcaklığı, oksijen saturasyonu, kan basıncı ve kalp atım hızı üzerine etkisi de ortaya
koyularak, gelişimi devam eden ve rekabet ortamı gittikçe artan kadın güreşinde
dinlenme ve toparlanma planlamaları için de önemli ipuçları vereceği düşünülmektedir.
Bu bağlamda, kadın güreşçiler üzerine yapılmış çalışmaların yok denecek
kadar az olması ve bu alana önemli düzeyde katkı sağlayacağı düşüncesiyle, kadın
güreşçilere müsabaka sonrası uygulanan titreşimli foam rollerın toparlanma üzerine
etkisinin olup olmadığı ve varsa aktif ve pasif toparlanmaya nazaran ne düzeyde etki
ettiği gibi sorulara açıklık getirebilmek için araştırma konusu önem arz etmektedir.
Sınırlılıklar
1. U23 Yaş grubu milli sporcuları ile sınırlandırılmıştır.
2. Çalışma 10 kişilik kadın sporcu grubu ile sınırlandırılmıştır.
3. 18-20 yaş arası sporcularla sınırlandırılmıştır.
7
BİRİNCİ BÖLÜM
GENEL BİLGİLER
8
1.1. GÜREŞ
İnsanlar arasında silahsız olarak en basit ve doğal bir mücadele şekli hiç
şüphesiz ki güreştir. İnsanlık tarihi kadar eski olan bu birbiriyle boğuşma ve mücadele
etme şekli, çok uzun yıllara giden bir geçmişe sahiptir. İnsanların doğasında var olan
hayata dört elle sarılma ve büyük bir yaşama arzusu onları birbirlerine karşı saldırgan
olmalarına neden olmuş ve kendilerini veya çevrelerindeki birçok şeyi koruma amaçlı
mücadeleye zorlamıştır (Yıldırım, 1977, s. 3). Bu zorlanmalar karşısında müdafaasız
insan, kendisini, düşmanlarından vücudu ile korur, sopa ve taş onun başlıca savunma
araçları olur, karşı karşıya gelince, bunlar da savunması için kullanılamaz olabilirdi.
Düşmana karşı yapılan vücut savunmasına hazırlanmak, daha öncesinde antrenmanlı
bulunmakla mümkün olabilmekteydi. Büyükler, küçükleri yetiştirir, onlara
tecrübelerinden faydalanmaları için bir takım yöntem ve teknikler öğretirlerdi. Bunlar
da tüm bu öğretileri bir güreş karşılaşması veya antrenmanı şeklinde kendini gösterirdi
(Gümüş, 1988, s. 1).
Dünya Güreş Birliği tarafından belirlenen kurallara göre resmi olarak tüm
dünyada yapılan minder güreşi serbest ve grekoromen stil olarak iki şekilde
uygulanmaktadır. Avrupa, Dünya şampiyonları da dahil olmak üzere uluslararası birçok
turnuva ve olimpiyat oyunları gibi organizasyonlarda bu iki stilde müsabakalar
yapılmaktadır (Şahiner, 2019, s. 7).
Günümüzde ise güreş sporu; iki sporcunun, 12x12 metre büyüklüğündeki
alanın içerisinde bulunan dokuz metre çapındaki dairenin içinde yapılır. Bu alanın yedi
metre çapındaki iç kısmı zon bölgesi, geri kalan kısmı korunma bölgesi olarak
belirlenen minder üzerinde araç kullanmaksızın, vücut bölümlerinin ortak çalışmasıyla
geçekleşen, teknik üstünlükleri, becerileri, kuvvet, dayanıklılık ve zekâlarını kullanarak,
Uluslararası Güreş Birliği (UWW) kurallarına uygun biçimde birbirine üstünlük kurma
mücadelesi olarak tanımlanmaktadır (Kürkçü, Ersoy ve Aydos, 2009, s. 4). Güreş sporu
geçmişten günümüze en fazla kural değiştiren branş olarak gelmiştir. Son olarak da
2004 yılında yapılan kural değişiklikleriyle en son halini almıştır (İnan, 2013, s. 3).
Güreş, kas kuvvetini ve teknik beceriyi belirli kurallar içinde kullanarak
rakibine üstün gelmek için yapılan mücadele sanatı olarak tanımlanabilmektedir
(Süleyman 2006, s. 43).
9
Güreş gerek savunma sisteminin gerekse hücum sisteminin iç içe olması,
saldırganlık içgüdüsünü olumlu yönde kullanarak oyunların çok kısa sürede
uygulanması, karşılaşma süresinin kısalığı, mücadelenin yakın temas halinde olması,
devamlı yenilenen kuralların güreşçileri daha aktif hale getirmesi sebebiyle seyrinin her
anının seyircilere heyecan veren bir spor dalı olma özelliğini sürdürmektedir (Akgün,
1992, s. 60-128; Johnson ve Cisar, 1987, s. 159). Bu nedenle uluslararası arenada gün
geçtikçe yaygınlaşmakta ve büyük ilgi görmekte olan ata sporumuz dünyada
milyonlarca uygulayıcısı ve taraftarı bulunan bir spor dalı olarak nitelendirilmektedir
(Gökdemir, 2000, s. 5).
Güreş; bugün için dünya milletlerinin dillerinde üstün insan gücü olarak tarif
edilirken, uluslararası arenada kullanılan “Fort Comme Un Turc” (Türk gibi kuvvetli)
sözü, atasözü haline gelmiştir. Aynı zamanda Güreş, Türklerin ata sporu olarak
bilinmektedir (Gökdemir, 1991; aktaran: Yağmur, 2011, s. 1).
Türk insanının güç, mertlik, cesaret ve dürüstlüğünün bir simgesi haline gelen
güreş; Türk milletinin karakteristik doğasına uygun olarak ortaya çıkmış ve yıllar boyu
vazgeçilmez bir uğraş haline gelmiş önemli bir spordur (Ergün, 2018, s. 11).
1.2. GÜREŞİN TARİHİ
Güreşin başlangıcı çok eski çağlara kadar gitmektedir. Ancak güreş gibi bazı
spor dallarının kökenleri veya ortaya çıkışları konusunda tartışmalar bulunmaktadır.
Tarihten önceki çağlardan elimizde açık belgeler her ne kadar yoksa da antik çağlardan
itibaren anıtlar üzerindeki yazıtlar (Koca vd., 2018, s. 1490-1497), insanların taş ve
demir devrinde de güreştiklerine bizi inandıracak vesikalar ortaya çıkarılmış
bulunmaktadır (Gümüş, 1988, s. 1).
Güreşin bir savunma ve saldırı aracı olmaktan çıkıp spor haline gelişine kadar
geçirdiği yıllar tarihin karanlıkları içinde kaybolmaktadır. Bugün ki imkanlara
dayanarak bir tahmin yapmak gerekirse, spor olarak kabul edilişi, milat denilen İsa’nın
doğuşundan önce yedi veya sekizinci yüzyıla kadar dayandığı söylenebilir (Gümüş,
1988, s. 1).
Güreşi, spor haline getirenlerin başında eski Yunanlıları görmekteyiz. Eski
Yunanlıların yurtları olan Mora yarım adasının batı bölgesinde yer alan Olemp
şehrinde, yerlerin ve göklerin tanrısı ve bütün ilahların babası denilen Zeus’un adını
10
anmak için İsa’nın doğumundan 776 yıl önce her dört yılda bir haziran ayının sonunda
Olimpiyat Oyunları yapılırdı. Beş gün süren bu oyunların üçüncü gününde pankreas
denilen, güreş ve boks sporunun bir karması olarak nitelendirilen bir dövüşlü
müsabakalar yapılırdı. Aynı zamanda bugün ki Greko-Romene benzeyen eski Yunan
güreşinde “yağlı güreş” de vardı.
Güreşin zamanla Yunanlılardan Roma’ya geçtiği görülmüştür. Yunan
medeniyetinden fazlasıyla yararlanmış olan Romalılar, Yunan güreşini kendilerine
uyarlamışlar ve Greko-Romen branşında ve serbest stilde yapılan güreşler Roma’da çok
tutulmuştur. Güreşin Avrupa’ya yayılışı da bu nedenle Roma’dan başlar. Greko-Romen
stili böylece bütün dünya tarafından tanınan ve medeniyetle birlikte ilerlemiş modern
bir spor olmuştur (Yıldırım, 1977, s. 3).
Kadim Yunanistan, Mısır ve Yakın Doğu, İran, Hindistan ve Çin’in yanı sıra
Orta Asya ile ilişkili çok eski yazılı kaynaklar ve arkeolojik buluntular birçok spor
çeşitleri arasında güreşin de yer aldığını belirtmektedir (Babayar, 2019, s. 107).
Güreş Orta Asya’dan başlayarak bütün tarih çağlarında ve dünyanın öteki
kıtalarında çeşitli uygarlıklar kurmuş olan Türklerin, yerleştikleri yerlerde geleneklerini
devam ettirerek kültür değerlerine önem vererek yaptıkları güreşi günümüze kadar
ulaşmasını sağlamışlardır (Dede, 2019, s. 3; Gürsoy, 1996, s. 9).
Gerek iklim gerek yöresel özellikler ve gerekse yerleşilen yöredeki eski
uygarlıkların etkisi ile kültür değişiminin olması kaçınılmaz olmuştur. Bu değişim
birçok değerlerimizde olduğu gibi güreşimizde de etkisini göstermiştir. Değişik yöresel
özellikler güreşimizin çeşitlilik kazanmasına neden olmuştur (Keskin, 1978, s. 7-8).
Asırlardır önemini kaybetmeden birçok millet tarafından yapılan bu spor, Türklerin
İslamiyet’i kabulünden sonra milli spor olarak önemini devam ettirmiştir (Başaran,
1989, s. 3).
1.2.1. Türk Güreşinin Tarihi
Türklerin güreşle ilgisine gelince; tüm insanlıkta olduğu gibi atalarımızda da
bu sporun ilk şeklinin güç göstergesi veya kuvvet denemesi şeklinde yapıldığı
söylenebilir. Türk güreş tarihi ile ilgili bir açıklama yapmak gerekirse, belgelere
dayandırılan devirler üç kısımda ele alınabilir (Başaran, 1989, s. 4; Gürsoy, 1996, s. 10).
11
Devir: XIX. yüzyılın başına kadar gelen ve daha çok eski tarih kitaplarında
kısaca bahsi geçen devre,
Devir: XIX. yüzyılın başında Koca Yusuf’a kadar (1830-1890) geçen ve daha
çok söylentiler halinde bilinen devre,
Devre: Koca Yusuf’tan bu yana belgelere dayanılarak bilinen devredir (Koloğlu,
1972, s. 19)
Antik gizemlerin, toy, yuğ ve takvime bağlı etnik törenlerin ayrılmaz bir
parçası olan güreş, Türk halklarında ritüel bir öneme sahipti (Türkmen ve Canuzakov,
2019, s. 3531). Türkler, Büyük Göç’ten önce farkında oldukları güçlerine ve
kuvvetlerine güvenmenin yanı sıra tapınmanın etkisinde de kalarak kuvvete tutkun
karakteristik özellikleriyle, asırlar boyunca pehlivanlığı baş tacı yapmışlardır.
Zorlu doğa koşulları ile mücadele eden ilk insanların çoğunda olduğu gibi
Türklerde de güreş, adeta günlük hayatlarının bir parçası olmuştur. Bu spor, tarihten
beri Türklerin kendi güç ve kuvvetlerini yerinde tutmak hatta daha ileriye taşımak için
kullandıkları bir idman yöntemi olarak ata sporu halini almıştır. Böylelikle Türklerin
gücünü dünyaya ispatlayan bir önem taşımaktadır (Seven, 2018, s. 374).
İslamiyet’ten önce de Türklerin güreştiği bilinmektedir. Ölen yiğitler silahları
ile gömülerek mezarları çevresinde kimi kaynaklara göre üç gün üç gece (Gümüş, 1988,
s. 1), kimisine göre dokuz gün dokuz gece (Seven, 2018, s. 374) süren güreşler
düzenlendiği rivayet edilmektedir.
Yaşantısı sürekli olarak tabiat ile savaşmakla geçen Türk Milletinin milattan
(3000) yıllar öncesinde güreş yaptığı söylenmektedir (Arslan, 1984, s. 3). Hatta
biniciliğin ve atçılığın yanında atlı cirit oyunlarında son derece usta olan Türkler,
güreşi; bütün sporların temeli, terbiye verici, adeta bir ibadet şeklinde kabul etmiş ve
benimsemişlerdir (Gümüş, 1988, s. 6; Seven, 2018, s. 374).
Türklerde güreş, önemli bir kitleye hitap etmesi ve onların günlük yaşamlarının
bir parçası olmasına rağmen, güreşin ortaya çıkış tarihi tam olarak bilinmemektedir.
MÖ 13. yüzyılda yaşayan Hiyung-Nu Türk Uygarlığında güreş, en çok icra edilen
fiziksel etkinliktir. Dede Korkut Destanı’nda yer verildiği üzere Oğuz Türklerinde de
güreşin en yaygın bir etkinlik olduğu görülmektedir. Orta Asya’da Türkler, güreşi
okçuluk ve binicilikle birlikte yapmaktaydılar. Savaşmak istemeyen ülkeler arasında, iki
pehlivanın güreşmesiyle, yenen pehlivanın tarafı savaşı kazanmış sayılırdı. Oğuz
12
boylarının ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin devamı olan Osmanlılar, yağlı güreşi
kendilerine has bir tarzda yapmayı sürdürmüştür. Osmanlılarda “Güreş Tekkeleri”
kurulmuş ve güreş buradan yönetilmiştir. Çalıştırıcılarına “şeyh” sporcularına da
“mürit” denildiği bilinmektedir. Bu tekkelerden en büyüğü bugünkü, İstanbul’un Zeyrek
semtindeydi. Bu tekkelerde birçok güreş tekniği etkili bir şekilde öğretilmiş ve önemli
başarılar elde edilmiştir (Kalça ve Akburu, 2017, s. 12).
Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün sınırları içerisinde çok yaygın olan güreş
herkes tarafından sevilen, saygı duyulan, itibarlı bir spor olarak kabul edilmiştir. Halkın
yalnızca dini, siyasi, sosyal ve ekonomik durumuna değil; sanat, edebiyat, gelenek ve
göreneklerinde de önemli bir yere sahip olduğu görülmektedir (Ayar, 2018, s. 4).
Güreş tekkeleri, yağlı güreşin kuralları teknik oyunların isimleri hakkında geniş
bilgi almak için Evliya Çelebi’nin “Seyahatnamesi” eşsiz bir kaynak olarak
görülmektedir. Çelebi’ye göre yağlı güreşin önceleri yağlı mermer üzerinde yapıldığı
fakat daha sonraları çayır üzerinde yapılmaya başladığı bilgisine ulaşılmaktadır
(Başaran, 1989, s. 4; Gürsoy, 1996, s. 10).
Yağlı güreşin geçmişi bizi Kırkpınar hikayesine götürmektedir. Osmanlılardan
ilk kez Rumeli kıyısına çıkan Orhan Gazinin oğlu Süleyman Paşa’nın yanında bulunan
ve hepsi de bu bölgenin fethinde şehit olan Kırk yiğidin adından Kırk pınara gelindiği
ileri sürülmektedir. Rivayete göre Süleyman Paşa’nın öncüleri olan Kırk yiğit Rumeli
içindeki ilerlemelerin her molasında silahlarını bir kenara bırakarak kispetlerini giyinir
ve güreş tutarlarmış. Bunlardan Anadolu yakasındayken güreşini tamamlayamamış iki
kişi, bir gün Edirne civarında bir çayırda tekrar tutuşmuşlar. Ancak bütün gün
güreştikleri halde bir türlü galip gelen olmamıştır. Ay ışığında da gece yarısına kadar
süren bu güreş pehlivanların son nefesini vermesine neden olmuş ve pehlivanlar bir
incir ağacının altına gömülmüşlerdir. Bir süre sonra arkadaşlarının mezarına bir taş
dikmek isteyen ve o bölgeye dönen diğer kahramanlar, incir ağacının altında billur gibi
suların kaynadığını ve kırk tane pınarın aktığını görmüşlerdir (Koloğlu, 1972, s. 21).
Bedensel üstünlüğün ön planda olduğu bu devirlerde Türkler, gerek yaşadıkları
çetin coğrafi şartlar itibariyle gerekse savaşlara hazır hâle gelmek ve düşmanı alt
edebilmek için sporla ve özellikle güreşle her zaman yakından ilgilenmişlerdir
(Babayar, 2019, s. 107).
13
Güreş yalnız kaba kuvvet sporu olarak kalmamış, değişen koşullarla özel
teknikler ve taktikler uygulanmıştır. Yıllarca farklı ülkelerde yurdumuzu temsil eden
güreşçilerimiz ekol olarak örnek alınmaya devam etmişlerdir (Başaran, 1989, s. 4).
Türkler bu sporu hakem gözetiminde yapan ilk medeniyetlerden birisidir.
Yenme ve yenilme durumları açıkça belirtilmiştir. Kargaşadan daha düzenli ve kurallı
olarak yapılan bir spor branşına çevirmişlerdir. Bu yaklaşım daha medeni bir toplum ve
spor bilinci yaratılmasına sebep olan bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır
(Yıldıran, 2006).
Güreşin Türklerde yalnızca bir spor değil aynı zamanda bir kültür öğesi olduğu
da söylenebilir, düğünler ve milli törenler gibi kültürel organizasyonlarda da güreşin
izlerine rastlanmaktadır (Dervişoğlu, 2012, s. 14).
Bir spor olmanın, eğlence ve uğraş olmanın yanı sıra güreş, savaşçı millet olan
Türkler için bir antrenman da sayılabilir. Güreş yalnızca erkekler için değil, kimi zaman
Türk kadınları için de bir uğraş olmuştur. Bu da güreşe ne denli önem verdiğini gösterir
niteliktedir (Bay, 2019, s. 1).
1.3. KADIN GÜREŞİ
Son yıllarda çevresel ve toplumsal koşulların değişmesine paralel olarak
kadınların da spora ilgisi artmıştır (Sevim 2007, s. 379). Eskiden yalnızca erkeklere
özgü bir uğraş gibi kabul edilen futbol, boks ve güreş gibi sportif etkinlikler,
günümüzde kadınların arasında da büyük ilgi görmektedir. Bu ilgi elit sporcular
düzeyinde de görülmektedir (Amman, 2006, s. 61). Ancak güreş gibi erkek
egemenliğinde bulunan sporlarda, kadının toplumdaki duygusal, fiziksel ve bedensel
açıdan zayıf görülmesinden kaynaklanan ön yargıdan dolayı kadınların bu spor
branşındaki kabul edilişleri, erkeklere oranla daha zor olmaktadır (Akkaya ve Kaplan,
2014, s. 179).
Güreş müsabakaları üçer dakikalık iki devre şeklinde yapılmakta ve iki devre
arasında 30 saniye mola verilmektedir. Aynı kurallar kadın müsabakalarında geçerli
olup kadınlar sadece serbest stil güreş dalında yarışabilmektedirler.
Sporculara müsabaka öncesi doktorlar tarafından sağlık kontrolü yapılmakta ve
daha sonra sporcular hakemler gözetiminde ağırlık kontrolünden geçmektedir.
14
Müsabakalar kura sistemi ile belirlenip gün içine yayılmaktadır. Her iki müsabaka
arasında en az 15 dakikalık süre olması gerekmektedir (UWW, 2022).
Güreş ilk kez MÖ 704 yılında 18. Olimpiyat Oyunları organizasyonuna
alınmıştır ve ilk resmi müsabaka Greko-Romen stilde 1896 Atina Olimpiyatları’nda,
serbest stilde ise 1904 St. Louis Olimpiyatları’nda olmuştur (Kondo vd., 2018, s. 536).
Ancak olimpiyat oyunlarında serbest güreşin başlamasından yüzyıl sonra, 2004
yılındaki Atina Oyunlarında kadın güreşinin kabul edilmesiyle güreşte dünya çapında
yeni bir dönem başlamıştır. Bu karar, IOC politikasının bir parçasıdır (UWW, 2022).
Kadınların bu alana çok geç katılım sağlamalarının nedeni olarak
Karahüseyinoğlu ve Gündoğdu (2008)’nun yaptığı bir çalışmadan da anlaşılacağı üzere
ailelerin, kız çocuklarını güreş gibi geleneksel sporlara yönlendirilmeme nedenlerinden
bir tanesinin güreş branşını erkek sporu olarak düşündüklerinden kaynaklandığını ifade
etmişlerdir (Karahüseyinoğlu ve Gündoğdu, 2008, s. 159-167).
1.3.1. Kadın Güreşinin Dünya’daki Tarihi
M.Ö. 2. yüzyılın sonunda 3. yüzyılın başında yaşamış Grekli Klavdiy Elian’ın
yazdığı bir yazıda “Saklardan kimin kızlarla evlenesi gelse onunla güreşmek
zorundadır. Eğer kız yenerse yenilen kişi esir olup onun hâkimiyetinde kalır. Güreşte
erkek ancak kızı yendiği takdirde onu kendisinin beyliğine alabilmektedir.”
(Kıdırbayeva-Muratov 1998, s. 80) denilmektedir.
Yine kaynaklara bakıldığında antik olimpiyatların başlangıcı kadar eski
dönemde Spartalı kadınların diğer Yunan kentlerindeki kadınların aksine fiziksel olarak
eğitilip antrene edildiğinden bahsedilir (Bandy, 2000, s. 18-22). Öyle ki kadınların
aldıkları bu eğitimlerin amacının sağlıklı ve güçlü çocuklar doğurmalarına yönelik
olduğu belirtilmekte (Mechikoff ve Estes, 1993) ve aktivitelerini dans, koşu, atlamalar,
top oyunları, güreş, cirit ve disk atmaktan oluştuğuna değinilmektedir (Bandy, 2000, s.
18-22). Bu yazıdan anlaşıldığı üzere aslında erkek güreşi kadar kadın güreşinin de bir o
kadar geçmişi bulunmaktadır.
Dünya üzerinde kadın güreşlerinin sayısız örnekleri vardır, Afrika’da çeşitli
kabilelerin güreş ritüelleri halen devam etmektedir. Ergenlik çağına gelen kabile
toplumlarında kızların olgunluğa erişmesinin bir parçası olarak güreş yapmaktaydılar
(Albayrak, 2019, s. 26).
15
Binlerce yıl öncesine dayanan ve Senegal nehrinden Kwanza nehrine uzanan
bölgede en üretken olarak görülen Afrikalı Senegal güreş geleneği 20. yüzyılda
kurumsallaşmış ve bütün Afrika’ya yayılmıştır. Bu güreş geleneğinde köy kadınları,
seyircilerdeki insanlara hitap etmek yerine kadın gücünü gösteren şiddetli güreş maçları
yapmışlardır. Bazen 70 yaşlarındaki kadınlar bile çok genç kadınlarla güreşerek övgü
almışlardır. Diğer birçok Afrika geleneği kadın güreşini içeriyor olsa da Kel Faduy
modern kültürlerinin Müslüman olmasıyla birçoğunda kalkmıştır. Ancak bazıları
atalarının geleneğini sürdürürler, kadınlara kadın gücünü rekabet etme ve kutlama fırsatı
verirler (Koca ve İmamoğlu, 2018, s. 1298).
Bir başka kaynakta Güney Amerika'da bir halk güreş tarzı olan Huka-huka,
Xingu'nun yerli halkı olarak hem erkekler hem de kadınlar tarafından yapılmaktadır
(Mandzyak ve Artemenko 2010). 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında ise hem
Avrupa’da hem de Amerika Birleşik Devletleri’nde insanlar sirklerde, müzik
salonlarında ve fuarlarda erkek ve kadınların güreş maçlarını izlemeye gelindiğinden de
bahsedilmektedir. Birçoğunun meşru olduğuna değinilen bu güç ve güreş becerileri
sergilerinin, ancak bazı durumlarda daha çok gösteri amaçlı olduğuna da değinilmiştir
(Laget & Mazot 1982).
Uluslararası olarak ise modern kadınların güreşlerinin doğum yeri Fransa'dır.
Fransa'da 1960'ların sonlarında ve 1970'lerin başındaki kadın ve erkek eşitliği için
savunulan feminist hareketlerin yarattığı atmosfer, toplumdaki kadınlara yönelik
fırsatlarda spor alanında da değişikliklere yol açtı. Bu hareket Fransa'da birçok spor
branşında, lisanslı kadın sporcu sayılarında bir artışa neden oldu (Chantelat ve Tétart
2007). Tüm bu uğraşların sonunda ilk kadın güreşi Fransa'da kurulmuş bir spor
kulübünde Eylül 1971 tarihinde yapılmıştır (Kaminsky 1992, s. 1-12)
Norveç Güreş Federasyonu genel sekreteri olan ve aynı zamanda Norveç milli
takımında da aktif bir güreşçi olan Ove Gundersen Gundersen’in kadın güreşçilerin
gelişimini sağlamak adına öncülük ederek verdiği uğraşla Fransa’nın modern kadınların
güreşlerinin doğum yeri gibi gözükse de Norveç’i de bu konuda önemli bir rol sahibi
yapmıştır. İlk kadın dünya güreş şampiyonası da Norveç'te düzenlenmiştir (Albayrak
2019, s. 28).
Kadın güreşinin FILA tarafından kabul edilmesinde önemli bir faktör olan
1981 yılında Oslo'da yapılan Greko-Romen Güreş Dünya Şampiyonası sırasında genç
16
kızlar tarafından gösterilen yüksek performansıdır. Bu şampiyona da yer alan Fransa
Güreş Federasyonu başkanı, FILA bürosunun üyesi olan Michel Dusson ve FFL'den bir
milli koç olan Georges Ballery'nin turnuva esnasında kadın güreşçilerin katılım
oranlarından ve gösterdikleri beceri seviyesinden çok etkilenmiştir. Bu yarışma
sırasında, kadın güreşçiler için milli takımlar seviyesinde müsabaka düzenleme fikri de
ortaya konulmuştur (Joly, 2014). 1982 yılında Kanada'da düzenlenen FILA
Kongresi'nde Dusson, federasyonun kadın güreşinin kabul edilmesinin avantajlarını
içeren bir içerik sundu. Bu sunum, güreşin kadınlar için neler yapabileceği ile kadın
güreşinin getireceği şeyler için hem pratik hem de felsefi bir gerekçe sağlamıştır (Curby
ve Jomand 2015, s. 32).
Daha sonra Bulgaristan'ın Plovdiv kentindeki FILA toplantısında, Mayıs
1983'te, teknik komite şunları söyledi: “Kadınlar için güreş sporunu öğretmeliyiz, çünkü
yaş, kilo, kıyafet ve kuraldışı tutuşlar hakkında görüş farklılıkları var.” denildi. Eylül
1983'te Kiev'deki bir toplantıda, ağırlık kategorileri ile ilgili tıbbi komisyon ve teknik
departmanla ilgili kapsamlı bir tartışma yapıldı. Bundan sonraki aşamalarda, kadın
güreşi, FILA kongrelerinin ve raporlarının çoğunda bir tema olarak yer aldı (Albayrak,
2019, s. 29).
Tüm bu kongre ve toplantıların sonucunda ilk kez 1984’te Roma’da bir araya
gelen Uluslararası Kadın Güreşi Komisyonu, kadınların güreşlerine ilişkin kuralları ve
prosedürleri kabul etti (Strömbäck 1987).
Komisyon ilk olarak kadın güreşi için Serbest stil ve Greko-Romen stilli
belirledi. İskandinavya ülkeleri Greko-Romen güreş konusunda uzmanlaşırken,
Fransızlar ve Belçikalılar daha fazla serbest güreş uygulamaktaydı. 1987 yılında FILA
başkanı Ercegan, “Kadın Güreşi” başlıklı sunumunda kadınların serbest stili kullanma
kararını açıkladı. Doktorların, Michel Dusson tarafından sağlanan kanıtlarla
desteklendiğini belirtti ve danıştığı diğer uzmanlarda, Greko-Romen tarzının üst beden
tarafına ve bedene karşı oluşturulan kuvvete daha fazla dayandığını bu nedenle Greko-
Romen, kadının alt kısım açısından daha az güçlü olduğu yer olduğunu belirtti
(Guttman 1991).
Kadın güreşçilerin ilk birkaç dünya şampiyonası başarısından sonra kadın
güreşine hevesli bir destek verici olan Dusson, bu başarıların kadınların olimpiyatlara
katılması için gelişimsel bir yolda olduğunu biliyordu. Ayrıca 1991'de kadınların
17
güreşlerini tanıyan 19 ulusal federasyondan daha fazlasına ihtiyaç duyulacağını da
biliyordu (Kaminsky 1993, s. 12). 2000 yılına gelindiğinde bu sayı iki katından fazla
artmıştı ve kadın güreşini Olimpiyat programına dahil edilmesine ilişkin tartışmalara
başlandı (Curby ve Jomand 2015, s. 35). Olimpiyat programına güreş yapan kadınları
dahil etme kararı, IOC yönetim kurulunun Olimpiyat Program Çalışma Grubu
tarafından Eylül 2001'de, 2004 yılında Atina yapılacak olan Olimpiyat için sporlara
yönelik kotalar ve etkinliklerle ilgili tavsiyelerini onayladığı toplantıda alındı (Joly
2014). Böylece kadın güreşi, 2004 yılında Atina'da müsabakalar içinde yer aldı
(Albayrak, 2019, s. 31). Böylelikle kadınların spora katılımlarının ve kadın branşlarının
tüm kültürlerde günümüze kadar büyük bir artış göstermesine yol açmıştır (Memiş ve
Yıldıran, 2011, s. 25).
Kadın güreşinin ilk resmi dünya şampiyonasını kilometre taşı olarak kabul
edersek, yaklaşık 32 yıllık bir süreç geride kalmıştır. Oysa ilk ortaya çıkışı 1978 olarak
kabul ettiğimizde 41 yıllık geçmişe sahiptir. Son 15 yıllık süreçte (2004 Atina
Olimpiyat Oyunlarına alınması ile) kadın güreşine bakış açısı büyük bir değişim
göstererek, madalya ve başarı açısından değerlendirildiğinde artık erkekler gibi aynı
seviyede kabul görmektedir (Şahin, 2006, s. 42; Savranbaşı, 2019, s. 31).
1.3.2. Kadın Güreşinin Türkiye’deki Tarihi
Eski Türk toplumlarında kadın, erkeğin yoldaşı ve çocuklarının anası olmak
gibi önemli bir vazifeye sahiptir. Bunun yanında gerektiğinde ata binen, savaşabilen alp
tipi erkeğe uygun bir görünüm arz etmektedir (Bars, 2014, s. 125). Bu gibi farklı
özelliklere sahip kadınların destanlarda, göçebe toplum yapısı içinde, ata binen, kılıç
kuşanan, ok atan, güreşen, ava çıkan kadınlar olarak son derece aktiftirler. Ancak
toprağa bağlı olarak yerleşik hayata geçmiş toplum yapısının yansıtıldığı destanlarda ise
kadın daha pasif olarak karşımıza çıkmaktadır (Bars, 2014, s. 139).
Türk topluluklarında güreş sadece erkeklerin gerçekleştirdiği bir yarışma değil,
kadınların da güreşle ilgilendiği bilinmektedir. Kaşgarlı Mahmud’un Divanu Lugati-t-
Türk eserinde özellikle vurgu yapılarak “Kız birle küreşme, kısrak birle yarışma”, “Kız
(bakire) ile güreşme (çünkü güçlüdür ve seni yere yığar), genç kısrakla yarışma (çünkü
yaşlı bir attan daha çevik ve coşkundur, dolayısıyla seni geçecektir)” bilgisi geçmektedir
(Çiçekli, 1970, s. 246; Erdi ve Yurtsever, 2005, s. 429). Adı geçen milli destanlarımızda
hatta talibin evlenmek istediği kızla güreşmesi, kızı yenerse düğün yapıldığı, yenemezse
18
kızın başka bir taliple güreştiği gibi motiflerde görülmektedir. Buna benzer toplumsal
yaşayışı ifade etmesi açısından güreşin eski Türk toplumunda bazı sembolik anlamları
da olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin, düğünden sonra gelin, koca evine gittiği an,
kaynana ile kayınbaba güreş tutmakta, belli bir süre sonra da kayınbaba yenilgiyi kabul
etmektedir. Bu da evde çok eskiden Türk topluluklarının aile hayatında görüldüğü gibi
kadının, yani kaynananın sözünün geçtiğini ve gelinin de buna uyum sağlaması
gerektiğini ifade etmektedir (Yüksel, 2018, s. 589-616).
Aynı zamanda Kâşgarlı Mahmud’un ve Evliya Çelebi’nin verdiği örnekler ve
anlamlandırmalardan güreşin sadece spor değil; sosyo-kültürel yaşam içinde farklı
işlevlere de sahip olduğu anlaşılmaktadır. Karşı cinslerin de güreş aracılığıyla mücadele
dünyasında yer alması, güreşin işlevini çeşitlendirmektedir. Bu yönüyle güreş mit,
destan, masal, hikâye gibi anlatılarda kahramanın geçmesi gereken engeller motifi ve
geçiş dönemlerinden evliliğe bağlı törenlerde ritüel olarak Türk tarihinde yer almaktadır
(Koç, 2016, s. 254).
Birçok Türk destanında kadınlar güçlü ve otoriter olarak oldukça önemli bir
mevki elde etmişlerdir (Şahin, 2012, s. 563-564). Dede Korkut Kitabı’nda rastlanılan;
kahramanlık vasfının hem erkeklere hem de kızlara ait olduğunu tespit eden Üstünova,
“Beyrek, Banı Çiçek’in kadın oluşuna bakmadan onunla at koşturur, ok atar ve güreşir”
ifadesinden bahsetmiş üstelik, “at tepme, ok atma, güreş tutma” yarışlarını teklif edenin
Banu Çiçek olduğunu belirtmiştir. Bu durum, kızın kendisine talip olan adayı sınava
tabi tutması motifiyle ve alplara mahsus evlilikle örtüşmektedir (Üstünova, 2008, s.
140). Nitekim Gökyay “Güreş de o kadar yaygın ki Banu Çiçek’in Beyrek’in gücünü
denemek için onunla güreşmesini yadırgamıyoruz.” (Gökyay, 2000, s. 395) diyerek
kadınların bu sporu erkeklerle yapabilecek düzeyde doğal bir mücadele şekli olduğunu
belirtmiştir.
Sonuç olarak kadın; mit, destan, masal ve hikâyelerde Türk toplumlarında kızla
erkeğin bizzat güreştikleri “taliple güreş” motifi (Banu Çiçek ile Bamsı Beyrek gibi) ve
Köroğlu’nun mücadeleleri Anadolu düğünlerinde gelini karşılayan kaynana ve
kaynatanın mesajlar yüklü güreşlerine dönüşerek kültürel sürekliliğini devam
ettirmektedir (Koç, 2016, s. 270).
Günümüzde ise bu motif Ankara, Kırıkkale, Yozgat, Kırşehir, Nevşehir,
Kastamonu, Bolu, Çankırı, Çorum, Eskişehir, Sivas illerinden tespit edilen ve kaynana-
19
kaynata güreşi olarak tasvir edilen güreş örneklerine hala Anadolu’da rastlanmaktadır
(Koç, 2016, s. 268).
Modern kadın güreşinin temelini ise 1998 yılında efsane şampiyonumuz ve o
yılların güreş federasyonu başkanı Ahmet Ayık tarafından atıldı. Kadınların ilk defa yer
aldığı Türkiye Şampiyonası Ankara’da yapılan Uluslararası Yaşar Doğu turnuvası
sırasında yapıldı (Savranbaşı, 2019, s. 31).
Kadın güreşi doğal olarak Türk güreşinde yeni bir olgu olarak, antrenör,
yönetici, sporcu ve ebeveynler olarak hazırlıksız ve deneyimsizdiler. Türk kadın güreşi
2 yıllık deneyimden sonra, Budapeşte’de düzenlenen Avrupa şampiyonasında 75 kg
kategorisinde Zarife Yıldırım ile ilk bronz madalyayla tanıştı ve kadın güreşinin ilk
madalya kazandıran sporcusu olarak Türk kadın güreş tarihine geçmiş oldu. Zarife
Yıldırım’ın bronz madalyasından sonra, 6 yıl sonra Gençler Avrupa şampiyonalarından
2018’e kadar 2 altın, 9 gümüş, 17 bronz madalya, 8 yıl sonra da Gençler Dünya
şampiyonalarından 2 altın, 4 gümüş, 4 bronz madalya geldi. Bu sonuçlar ülke çapında
kadın güreşinin giderek yaygınlaşan altyapı çalışmalarının ürünü olarak kendini
göstermiştir (Savranbaşı 2019, s. 32)
Dünyada uzun süredir yapılan fakat Türkiye'de neredeyse çeyrek asırlık
geçmişi olan kadınlar güreşini canlandırmak, geliştirmek ve uluslararası müsabakalarda
başarıyı yakalamak için gerekli olan seviyeye ulaşmak, bu tür çalışmalarla mümkün
olacaktır (Günaydın, Koç ve Cicioğlu, 2002, s. 26). Ancak Türkiye’de spor gibi güreş
de seçkin erkeklerin öncülüğünü yaptığı bir saha olarak karşımıza çıkmaktadır.
Erkeklerin egemenliği altındaki bu alanda kadınlar, belirli şartlarla yer almaktadır. Bu
noktada, kadınlardan kendi cinslerine atfedilen estetik ve ahlaki değerlere zarar
vermemeleri beklenmekte ve kadınlardan kadınlık imgesine ve etiğine uygun
davranmaları beklenmektedir (Yarar, Özgüven ve Cantek, 2009, s. 492).
1.4. GÜREŞ BRANŞININ FİZİKSEL VE FİZYOLOJİK ÖZELLİKLERİ
Güreş sporu gerek yapısı gerek oyun kuralları itibari ile fiziksel, bilişsel,
biyomotorik, teknik ve taktik anlamda, çok fazla parametrenin bir araya gelerek
oluşturduğu bir spor branşıdır (Kılınç ve Özen, 2015, s. 23).
Fiziksel ve mekanik anlamda bir işin meydana gelebilmesi için kasın
kasılmasına, kas kasılması içinde enerjiye ihtiyaç duyulmaktadır. Güreş sporu ise
20
fiziksel bir faaliyet olmanın yanı sıra kas kasılmaları gerektiren oldukça zorlu bir spor
dalıdır. Kas kasılması ATP (Adenozin Trifosfat) molekülünün parçalanması sonucu
açığa çıkan enerji ile mümkündür (Gastin, 2009, s. 726). Egzersiz sırasında gerekli olan
enerji ihtiyacının karşılanması ATP’ nin yenilenmesine, dolayısı ile enerji sistemlerine
bağlıdır. Egzersiz esnasında sporcunun gerekli enerjiyi açığa çıkarabilme kapasitesi
spora özgü performansın en önemli belirleyicilerindendir (Günay, 1998, s. 55). Uzun
süreli ve yüksek tempolu fiziksel aktiviteler sırasında başarıyı yukarıya taşıyan etkenler
arasında maksimum oksijen tüketimi (MaxVO2) alımının sayılması mümkündür
(McArdle vd, 2007, s. 469-508). Özellikle metabolizmanın üst düzey efor gerektiren
fiziksel aktiviteler esnasında sportif başarıyı belirleyen önemli ölçütlerden birinin
oksijen kullanabilme kapasitesi, asıl olarak iskelet kas hücresinde mitokondrilerin
çalışabilme yeteneğini ifade etmektedir (Kurdak, 2012, s. 12). Sporcuların ağır fiziksel
aktiviteler sırasında arter kanda, performansın sürdürülmesi için istenilen oksijen
düzeyinin korunmaması bu kişilerde performans kaybına neden olmaktadır (Kurdak,
2012, s. 20).
Son 30 yıldır güreş kurallarındaki yoğun değişiklikler temel kurallar üzerinde
olmuştur (Willardson ve Childs, 2018, s. 183). Sık sık yapılan kural değişikliklerinin
sebebi FILA’nın müsabakalardaki sergilenen güreşin daha süratli, daha estetik, daha
heyecanlı, daha popüler ve daha cazip hale getirme çabasından dolayıdır. Değişen bu
kurallar müsabakanın yapısını değiştirdiği gibi hazırlığının da yapısını değiştirmiştir. Bu
değişimler sonucunda teknik-tektik yapılar da değişmiş, bu yapıya uygun bio-motor
kaliteleri de etkilemiştir (Savranbaşı, 2008). Böylelikle müsabakaya hazırlık
antrenmanlarının fiziksel, teknik ve taktik kompanentlerinde planlama ve periyotlama
stratejileri ile antrenman ve müsabaka sonrası toparlanma yöntemlerinin de değişen bu
kurallara göre düzenlenmesi kaçınılmazdır
Her sporcunun sağlık durumu kontrol edilmeli ve güçlendirilmelidir. Güreş
antrenmanları uyaran şiddetinin yüksek olduğu antrenmanlardır. Güreşçi, organizma
üzerinde yüksek şiddetteki bu uyaranların sebep olacağı baskıdan ancak sağlıklı bir
vücut yapısı sayesinde zarar görmeden kurtulabilir (Gökdemir, 2000, s. 29). Artan enerji
ihtiyacının karşılaması ve meydana gelen yorgunluğa kaşı koyabilmesi için maksimum
oranda vücut sistemlerinin çalışmasına da ihtiyaç duyulur. Böylece yapısal
(antropometrik) ve fonksiyonel (fizyolojik) özellikler güreşte performansın önemli
belirleyicileri olarak ifade edilmektedir (Kürkçü vd., 2009, s. 4; Ziyagil, 1991, s. 2-3).
21
Güreş için gerekli olan bütün kas grupları, eklem esnekliği ve hareketliliği
gelişmiş olmalıdır. Yani güreşçi bir sprinter kadar hızlı, halterci kadar güçlü, uzun
mesafe koşucuları kadar dayanıklı ve akrobat kadar koordineli olmalıdır (Gökdemir,
2000, s. 32).
Güreş, değişken yoğunluklu bir spordur. Tekrarlanan ani, patlayıcı hücum ve
savunma gerektiren hareketler ile karakterizedir (Karnincic, vd., 2009, s. 17). Birçok
spor dalında olduğu gibi güreş de aerobik ve anaerobik ortamın birlikte kullanıldığı,
savunmanın ve hücumun iç içe olduğu (Jahnson, 1987, s. 159); sürat, kuvvet, çabukluk,
esneklik, denge, kassal ve kardiovasküler dayanıklılık, koordinasyon gibi faktörlerin
performansı etkilediği (Akgün, 1992, s. 60-128; Alpay ve Hazar, 2000, s. 26; Johnson
ve Cisar, 1987, s. 159), aynı zamanda zihinsel hazırlığı da gerekli kılan kompleks bir
spor dalı olarak tanımlanmaktadır (Yoon, 2002, s. 226; Grindstaff ve Potach, 2006, s.
20).
Anaerobik sistem, müsabaka sırasında yüksek hız ve güçte, patlayıcı enerji
sağlarken, aerobik enerji sistemi müsabaka süresi boyunca güreşçinin mücadele
edebilmesine ve toparlanmasına katkıda bulunur (Arabacı, 2003, s. 16; Ohya vd., 2015,
s. 42-46).
Günümüze taşınan güreş sporunda bütün vücut bölümlerinin ortak çalışmasını
gerektiren belli başlı motorik özellikleri kuvvet, dayanıklılık, sürat ve hareketlilik olarak
sıralanabilir (Kraemer vd., 2004, s. 10; Willardson ve Childs, 2018, s. 187). Ayrıca
cesaret, refleks, beceri gerektiren bir spor dalı olması nedeniyle, hazırlıklarını erken
yaşlarda başlanılmasını gerektiren bir yakın mücadele sporu olarak da önem kazanmıştır
(Başaran, 1989, s. 4).
Güreşçilerin kas yapıları ele alındığında genetik olarak farklı yapılanmalar
sergiledikleri gözlemlenmektedir. Kırmızı ve beyaz kas gruplarının organizmadaki
hakimiyetine göre görülen farklılıklar benzer antrenman yapmakta olan ve genetik
olarak kas yapısı farklı olan güreşçilerin kuvvet gelişimlerinin de farklı olduğunu
göstermektedir (Guyton ve Hall, 2001, s. 1031). Vücut ağırlığı kriter alınarak incelenen
değerlendirmelerde güreşçiler en kuvvetli sporcular arasında yer almaktadır (Cicioğlu
ve Ark. 2007, s. 151).
Bir spor dalında kullanılacak antrenman metotları, o spor dalında rol oynayan
enerji sistemlerine bağlıdır. Çeşitli yayınlar güreşte en çok kullanılan enerji sisteminin
22
anaerobik enerji (Adeno tri fosfat, kreatin fosfat) ve laktik asit (ATP-CP-LA) sistemi
olduğunu belirtmektedir. Şöyle ki %90 enerji ATP-CP-LA sisteminden, %10 enerji
laktik asit oksijen (La-O2) sisteminden gelmektedir (Filiz, 1999, s. 12). Güreşte gerek
anaerobik alaktasit gerek aerobik laktik asit mekanizmanın payı çok yüksektir. Laktik
asit anaerobik ve aerobik yol ancak toplam enerjinin %10’nunu oluşturmaktadır. Onun
için güreşte aerobik kapasite göstergesi olan maksimal oksijen miktarı (VO2) değerleri
genellikle 60cc/kg /dk kadardır (Akgün, 1989, s. 200; Akgün, 1992, s. 82; Macdougall
vd., 1991, s. 12-15; Mahan ve Escott-Stump, 2004, s. 1083; Gökdemir 2000, s. 74).
Güreşçilerde aerobik sistem, müsabakaların bütünlüğü ele alındığı zaman
%10’luk gibi küçük bir birimi ifade etmektedir. Güreş branşındaki teknikleri yapılış
itibarıyla şiddeti yüksek, süresi kısa egzersizlerdir. Bu itibarla aerobik kapasitenin
düşük olduğu söylenebilir. Ancak müsabakalara hazırlık safhalarında yaptığı
antrenmanlar göz önüne alındığında aerobik kapasitenin yüksek olduğu söylenebilir
(Ziyagil, 1991, s. 6).
Birçok spor dalının yarışma evresinde anaerobik kapasite vurgulanmaktadır
(Johnson, 1987, s. 153). Bu nedenle anaerobik kapasitenin, antrenmanın önemli bir
bileşeni konumunda olduğu durumlarda başarılı bir verimi uzun süre devam ettirmek
için aerobik alıştırmalar da antrenmana dahil edilmelidir (Ziyagil, 1991, s. 7).
Güreş arasında 30 saniyelik dinlenme periyodu bulunan altı dakikalık kısa
süreli yoğun bir spor dalı olarak müsabaka içerisinde sonucu tayin eden hareketler
genellikle alaktasit anaerobik kapasite ile ilgilidir (Kürkçü, 2003, s. 10). Alaktik
anaerobik kapasite sporcunun 8–10 saniye kadar olan çok şiddetli eforları süratli ve
verimli olarak yapabilmesidir. Güreşe özgü şiddetli ve çok şiddetli hareketlerin (bel
kündesi, tek kol, subleks, çırpma vb.) genellikle bu süreler içinde yapıldığı
belirlenmiştir (Ergen vd., 1993, s. 124). Güreşin kısa süreli ve yoğunluğundan dolayı da
laktik asit seviyesi ciddi bir seviyede olabilmektedir (Karlsson, vd., 1979, s. 96-99).
Laktik aside uzun süre karşı koyabilme ise, sporcunun daha iyi performans göstermesini
sağlayacaktır (Kürkçü, 2003, s. 2).
Mücadele sporlarının birçoğunda olduğu gibi güreşte de sporcular teorik olarak
benzer vücut bileşeni, gücü ve çevikliğe uygun olarak ağırlık kategorilerine/sıkletlere
ayrılır (Artioli, vd., 2016, s. 1579; Kondo vd., 2018, s. 536; Reale, Slater ve Burke,
2017a, s. 727). Bu ağırlık kategorileri sporcuların eşit koşullarda mücadele etmelerini
23
sağlar Sıkletler; sporcunun fiziksel özelliklerine uygun ve antropometrik ölçümlerden
alınan sonuçlar neticesinde belirlenir (Reale, Slater ve Burke, 2017b, s. 142-151).
Ancak birçok sporcu daha hafif olan bir rakibe karşı yarışmanın kendilerine avantaj
sağlayacağını düşünerek hızlı bir kilo kaybı gerçekleştirirler. Hızlı kilo vermenin insan
sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri kanıtlanmış olmakla birlikte, judo, karate, tekvando,
boks ve güreş gibi ağırlık sporlarında hızlı kilo verdikten sonra kilo verme oranının
daha yüksek olduğu bildirilmektedir (Franchini, Brito ve Artioli, 2012, s. 52-57;
Cicioğlu, vd., 2017, s. 4335).
Güreşçilerde kardiyovasküler özellik genellikle antrenman düzeyi iyi olan
güreşçilerde bradikardik bir nabız bulunur. Literatürde rastlanılan muhtelif
incelemelerde istirahat nabzı 60 civarındadır. Arteriyel kan basıncı güreşçilerde gerek
istirahat gerek eforda normal sınırlar içindedir (Yavuz, 2012, s. 7).
Güreş, çoğunlukla 6 dakikalık iki periyotluk bir müsabakada rakibin kuvvetine
karşı tekrarlı hareketleri gerektiren anaerobik bir spordur. Periyotlar sırasındaki
aktivitelerde anaerobik enerji sistemi aktif olarak çalışırken, dinlenme sırasında aerobik
enerji sistemi toparlanmayı sağlamak için devreye girer (Hübner-Woźniak, 2004, s. 473;
Roemmich, Frappier, 1993, s. 135). Özellikle bacak ve kol kaslarının anaerobik gücü
güreşte başarıyı belirleyen önemli bir unsurdur (Hübner-Woźniak, 2004, s. 474).
Uluslararası stiller olarak adlandırılan serbest stil ve greko-romen stilinden hangisi
olursa olsun sporun nihai hedefi rakibin omuzlarını mindere değdirmek ya da maç
boyunca kontrolü sürdürerek rakibe oranla daha fazla puan toplamaktır. Bir güreşçinin
müsabaka boyunca kullandığı ve mücadele ettiği hareket modelleri oldukça yoğun ve
çeşitlidir. Bu nedenle core kas sistemi, çeşitli seviyelerdeki kuvvetleri üretmen ve etkili
bir biçimde üretilen kuvvetleri absorbe etmek için geliştirilmiş olmalıdır (Willardson ve
Childs, 2018, s. 183).
Güreş müsabakalarında atak ve ataklar 6 ila 10 dakika veya geleneksel
yarışlardaki gibi daha fazla sürede ortaya çıkar. Sonuç olarak anaerobik glikoliz bağlılık
sonucunda metabolik asidoz ve yorulma meydana gelir (Willardson ve Childs, 2018, s.
184). Bu yorulmanın önemli göstergesi olan laktat düzeyi konusunda güreşçiler
üzerinde yapılan çalışmalarda müsabaka sırasında kan laktat (La) düzeyinin 15-20
mM’a kadar çıktığı gözlenmiştir (Callan vd., 2000, s. 165; Nilsson vd., 2002, s. 939).
Ancak güreş müsabakası sırasında La hareketleri konusunda çok fazla bilgi yoktur
(Karninčić, 2009, s. 17). Bu parametrenin güreş performansına olan etkisi
24
düşünüldüğünde; müsabaka sırasındaki La hareketliliğinin araştırılması önemli bir konu
olarak öne çıkmaktadır.
Güreş sporu doğru bir teknikle uygulandığında, başarıda, tekniğin ve temel
motorik özelliklerin ön plana çıktığı görülmektedir. Bu nedenle, denge, esneklik,
reaksiyon zamanı, statik kuvvet, çeviklik, patlayıcı kuvvet, kol hareket hızı ve sürat gibi
parametreler tekniğin en verimli bir şekilde uygulanmasında en önemli unsurlardır
(Karakaş, 2017, s. 1).
Güreş sporu hareket yapısı ve enerji üretimi açısından yüksek yoğunluklu
aralıklı (High-Intensity Intermittent Exercise) bir spor branşı olarak düşünülmelidir.
Aralıklı yüksek yoğunluklu egzersizler, kısa süreli ciddi iş yükü barındıran anaerobik
egzersizler ardından, çok kısa süreli iş yükü bakımından hafif aerobik egzersizleri
içermektedir (Trapp, 2008, s. 684).
1.5. YORGUNLUK
Egzersiz genellikle kas-iskelet, sinir ve metabolik sistemlerde çeşitli
derecelerde yorgunluğa neden olabilir. Yapılan egzersizin sıklığına, yoğunluğuna,
süresine ve türüne bağlı olarak çeşitli miktarlarda rahatsızlık veya ağrı ve iltihaplanma
egzersizle ilişkilendirilebilir. Yoğun egzersizden sonra, bu rahatsızlık ve ağrı genellikle
hücre içi kas yapısının, sarkolemmanın ve hücre dışı matrisin bozulmasıyla ilişkilidir,
bu da kas fonksiyonunda uzun süreli bozulmaya ve gecikmiş kas ağrısına (DOMS) yol
açar (Byrne, Twist ve Eston, 2004, s. 49-69).
Yorgunluğun bazı metabolizmaların azalması ve metabolik artıkların birikmesi
sonucunda oluştuğu ileri sürülmektedir. Bu metabolizmalardan bazıları, enerji
kaynakları olarak kullanılan ve enerji içeren ATP, PC ve glikojendir (Cengiz, 2015, s.
14; Guyton, 1986, s. 673).
Enerji depolarının azalması ya da boşalması egzersizin şiddetine, egzersize
katılan kas lifi tiplerine, egzersizin tipine ve kas gruplarının farklılıklarına göre
değişmektedir. Düşük şiddetli egzersizlerde yavaş kasılan lif tipleri, yüksek şiddetli
egzersizlerde öncelikli olarak hızlı kasılan kas liflerindeki enerji depoları azalmaktadır.
Kas grubunun içerdiği kas lif dağılımına göre de farklılıklar belirleyici olur (Ocak ve
Buğdaycı, 2012). Hızlı kasılan kas liflerinde yorgunluk daha çabuk görülürken yavaş
kasılan kas gruplarında daha geç kendini göstermektedir (Ocak, Yüce ve Günay, 2018).
25
Birçok sporcu yorgunluğu hemen hemen kas glikojenlerinin boşalma hızı ile
doğru orantılı olarak “kasların bitkin, yavaş, zayıf ve bazen de ağrılı hissetme” olarak
tanımlamaktadır. İzometrik kasılmalarda yorgunluk, kasın kuvvet üretiminin
baskılanması olarak ifade edilirken, dinamik kasılmalarda ise yorgunluk, kasın kuvvet
üretiminin ve kasılma hızının azalması olarak tanımlanır (Maclaren vd., 1989, s. 29-65;
Ural, 1972, s. 50-59). Aynı zaman da yorgunluk hataların artmasına, motor
koordinasyonun kaybına, reaksiyon zamanının zayıflamasına, isteğin ve yeteneğin
sınırlı kalmasına neden olmaktadır (Gabrıella, 1987, s. 89-101; Mancıntosh, 1991, s. 56-
63).
Yapılan bazı tanımlamalara bakacak olursak Günay ve arkadaşları (2006), bir
kasın devamlı ve tekrarlı olarak sık sık kasılmalar sırasında beklenen gücü
üretememesi, Nılolıc ve Ilıc (1992), gücün üretilmemesinde ya da sürdürülmesinde
ortaya çıkan yetersizlik olarak, Kirkendal (1990), ferdin ruhi ve bedeni faaliyetler
açısından verimlilik düzeyinin azalması olarak, Maclaren ve arkadaşları (1989) ise,
kasların çalışma kapasitelerini daha fazla sürdüremeyip, geçici olarak performansın
düşmesi ve kasların uyaranlara cevap verme yeteneklerinin bozulması olarak
tanımlamışlardır (Günay ve vd., 2006, s. 191; MAclaren vd., 1989, s. 29-65).
Kanda laktik asit ve ürit asit gibi asit metaboliklerin birikmesi, özellikle
ATP’nin resentezi için gerekli olan oksijenin yetersizliği, ATP, PC ve kasta bulunan
glikojen depolarının boşalması, kan şekerinin azalması, su ve tuz kaybı yorgunluğun
başlıca nedenleri olarak görülmektedir (Ersoy, 1991, s. 68-69). Bazı araştırmalarda
terleme ile kısa süreli spor faaliyetlerine bağlı olarak vücuttan atılan su ve tuz kaybıyla
orantılı bir şekilde laktik asit birikiminin arttığı, bunun sonucunda da yorgunluk
oluştuğu ileri sürülmüştür (Akgün, 1992, s. 333-343).
Kaslarda yorgunluk akut (anlık) ve kronik (sürekli) olarak ikiye ayrılır. Akut
yorgunluğun oluşma nedeni, inorganik fosfatlarda artışın sağlanması sırasında hücre
için de ve dışında bulunan Ca++ yoğunluğunda değişikliklerin meydana gelmesi,
sarkoplazmik retikulumdaki Ca++ döngüsünün düzenlenmesi sırasında glikojen uyarma
özelliğinin azalması gibi belirtiler ile kendini göstermektedir. Kronik yorgunluk enerji
yedeklerinin sağlanmasında azalmalar, sarkoplazmik retikulumda Ca++ düzeyindeki
değişiklikler, hormonal değişiklikler, sinirsel yorgunluk biçiminde karşımıza
çıkmaktadır (Bompa ve Haff, 2009, s. 36). Yorgunluk sırasında toparlanma oranı ise
26
antrenman biçimine kişinin form durumuna ve sporcunun kas yapı tipine bağlı olarak
değişebilmektedir (Aslankeser, 2010, s. 15).
Yorgunluk metabolik ürünlerin önemli bir faktör olduğu, kas kontraksiyonuna
katılan her işlemde, beyinden gelen uyaranların kas hücrelerine ulaşımına kadar,
egzersiz yapan kaslarda O2 temin eden kardiyovasküler ve solunum sistemlerinde de
görülebilir (Berne, vd., 2008, s. 238).
Egzersizin maksimal veya supramaksimal gibi yoğun geçen antrenmanlardan
sonra aerobik metabolizma sınırlarının aşılması sonucunda glikoliz hızı artar ve yüksek
düzeyde laktik asit meydana gelir. Laktat oluşumu ile PH düşer, glikoliz yavaşlar, enerji
verici maddeler azalır ve kas kasılması yavaşlar. Bu sebeplerden dolayı da performans
düşer. PH’ın düşmesi fosforuktakinaz enziminin inhibisyonuna neden olur bu yüzden
glikoliz yavaşlar (Sahlin, 1992). Laktik asit kan ve kasta yüksek düzeye ulaştığında
yorgunluk oluşur. Biriken laktik asidi uzaklaştırmak ve vücudun toparlanması için
dinlenme imkânı sağlanır. Bu toparlanma aktif veya pasif bir şekilde ya da masaj ve
titreşim yoluyla yapılır ve kan laktatının eliminasyonu sağlanmaya çalışılır (Robertson,
vd., 2006, s. 709-716).
Birçok sporcu, antrenmandan sonra vücut homeostazisinin geri dönüşü olarak
tanımlanan egzersiz sonrası toparlanmanın önemini kavramaya başlamışlardır (Makivic,
vd., 2013). Yorgunluğun giderilebilmesi ve bir sonraki egzersiz vaktine kadar uygun
şekilde düzelmesini sağlamak hem antrenmana adaptasyon hem de yarışma sırasında
gösterilecek olan performans için önemlidir (Pyne, vd., 2011, s. 177-185).
1.5.1. Yorgunluğa Neden Olan Etkenler
Yorgunluğun, beyin ve medulla spinalisten oluşan yani merkezi sinir
sisteminden kaynaklandığından bahsedilmiştir. Beyin sinir hücrelerinde meydana gelen
yorgunluk ve mental aktivitelerdeki değişikliklerin kasın aksiyon potansiyelini azaltmak
suretiyle yorgunluğa neden olduğunu, ayrıca kaslardaki proprioreseptörlerden
kaynaklanan afferent implusların birikiminin yorgunluk hissi yaptığı da
söylenilmektedir (Samuel ve Torıola, 1988, s. 267-273). Buna karşı yorgunluğun
merkezi sinir sisteminden değil doğrudan kasın kendisinden kaynaklandığını da ileri
sürmüşlerdir (Günay, vd., 2010, s. 126-127).
27
Temelde yorgunluğu etkileyen beş temel faktör vardır:
1. Madde birikmesi (laktik asidin kanda ve kasta birikmesi gibi)
2. Maddelerin tükenmesi (glikojen gibi)
3. Fizyo-kimyasal durumlardaki değişiklikler (asidite yoluyla vücut ısısındaki
değişimle yapılarda oluşan yeni organizasyon)
4. Nörohormonal sisteme olan ihtiyaç yoluyla koordinasyon düzenlenmesindeki
bozulma
5. Uyarının transferinde sınırlama
Uzun süreli egzersizlerde glikojen depolarının boşalması yorgunluğun temel
etkeniyken, kısa süreli egzersizlerde bu durum geçerli değildir. Kısa süreli egzersizlerde
laktik asit birikimi Ph’nın düşmesi temel etkendir (Günay, Şıktar ve Şıktar, 2017, s.
517).
Kasın kan dolaşımının aksaması ile yorgunluk meydana gelmekte, salt statik
faaliyet gibi durumlarda kan akımı ve bununla birlikte oksijen (O2) alınımındaki
azalmalar, adenozin tri fosfat (ATP), kreatinfostat (CP), glikojen düzeyinde olan
azalmalar ve metabolitlerin birikimi (laktik asit vs.) yorgunluğa neden olur (Günay,
Şıktar ve Şıktar, 2017, s. 515).
Laktik asit kanda ve kasta biriktiği zaman yorgunluğa neden olmaktadır. Laktik
asit sistemde yapılan egzersizlerden sonra laktatın çok çabuk uzaklaştırılması gerekir.
Laktat ne kadar çabuk uzaklaştırılırsa yorgunluk gecikir ve performans kaybı o kadar az
olur (Kutluay, 2010, s. 33).
Kısaca yorgunluk;
Laktik asit birikimi ve Ph düşmesi
ATP-PC ve kas glikojen depolarının tükenmesi
O2 eksikliği (hipoksia)
Kan akımının aksamasından kaynaklanır (Günay, Şıktar ve Şıktar, 2017, s.
515).
28
1.5.2. Yorgunluktan Sonra Metabolizmada Görülen Değişim
1.5.2.1. Kalp Atım Hızı (KAH)
Kalp atım hızı, kısaca nabız olarak da kullanılmaktadır ve kanın sol
ventrikülden büyük arterlere pompalanmasıyla duyulan basınç dalgasının bir dakikadaki
kalbin vuruş sayısını ifade etmektedir (Yakar, 2003, s. 171-174). Kanın sistolik
fırlatımının bir dakikada, arter çeperlerinde oluşturduğu titreşim sayısıdır (Akkaynak,
1988, s. 53-59; Hatipoğlu, 1987, s. 131-152). İstirahat halinde çocuklarda ve gençlerde
kalp atım hızı daha fazla iken, yetişkinlerde ve özellikle performansı iyi olan
sporcularda yeni kılcal damarların temini ve oksijenin ekonomik olarak
kullanılmasından dolayı daha düşüktür. Egzersiz sırasında artan enerji ihtiyacını
karşılamak için vücudun ne kadar çalışması gerektiğinin bir göstergesidir. Dinlenme
sırasında kalp atımı sağlıklı kişilerde ortalama olarak 60 ~ 80 atım/dk' dır (Guyton,
1986, s. 707-708; Tamer, 1991, s. 89-90). Orta yasta, antrenmansız ve sedanter
(hareketsiz) bir kişinin istirahat kalp atım sayısı 100 atım/dk kadar olabilir. Diğer
taraftan oldukça iyi dayanıklılık antrenmanı yapan bir sporcunun dinlenik kalp atım
sayısı ise 30-40 atım/dk'ya kadar düşebilir (Bilge, 2007, s. 27; Ehsanı, vd., 1991, s. 96-
103; Ekblom vd., 1968, s. 518-528). Kalp atım hızı, egzersizle birlikte yaklaşık 200’e
kadar çıkmakta ve 1-2 saat içinde tekrar normale döndürülebilmektedir (Guyton, 1986,
s. 707-708; Tamer, 1991, s. 89-90).
Yas, cinsiyet, vücut kompozisyonu, metabolik oran, psikolojik faktörler, vücut
ısısı, beslenme, postür, kalıtım, yiyeceklerin sindirilmesi, enfeksiyon, egzersiz ve
çevresel faktörler tarafından kalp atım sayısı etkilenmektedir (Nikolic ve Ilica, 1992, s.
36-38).
1.5.2.2. Kan Basıncı (Sistolik ve Diastolik Kan Basıncı)
Kanın atardamarların iç duvarlarına karsı yaptığı basınca tansiyon veya kan
basıncı denir (Krejcı ve Koch, 1984, s. 43; Stone ve Pıerce, 1987, s. 97-100; Birol,
Akdemir ve Nedük, 1990, s. 46). Kan akımını sağlayıcı bir güçtür (Günay vd., 2017, s.
82). Ventriküler sistol esnasında kan arterlerin içine doğru itilirken basınç maksimuma
çıkar ve kalbin kasılması sırasında perifere attığı kanın arter çeperlere yaptığı basınç
sistolik kan basıncı olarak adlandırılır. Ventriküler diyastol esnasında kan çekilir, basınç
minimuma düşer ve damar çeperlerinin kana karşı oluşturduğu direnç de diastolik kan
29
basıncı olarak adlandırılır. Normal kan basıncı değerleri kişiden kişiye farklılık gösterir.
(Bandyopahyay, 1984, s. 107-111; Birol, Akdemir ve Nedük, 1990, s. 46; Erkoç, 1973,
s. 55; Fox ve Mathews, 1976, s. 218). Yetişkin insanda sistolik basınç 120 mmHg,
diastolik basınç 80 mmHg civarındadır (Günay vd., 2017, s. 82).
Egzersizin kan basıncına etkisi, atım hacmi ve kalp debisinde meydana gelen
artıştan dolayıdır. Artan kan akımı nedeniyle damarlardaki direnç düşerken kan basıncı
da sporcunun kondisyonuna, egzersizin çeşit ve şiddetine göre artar. Egzersiz de sistolik
ve diastolik kan basıncında meydana gelen artış sistolik kan basıncında daha belirgindir
ve diastolik basınçta çok az değişim görülür. Kalp debisinin artısı özellikle sistolik kan
basıncını etkileyerek 140-160 mmHg gibi bir düzeye çıkarabilir (Günay vd., 2017, s.
82).
Egzersiz ile sistolik basınç giderek artarken, diastolik basınç çok az değişiklik
gösterir (Kalyon, 1990, s. 36). İstirahat şartlarında arterler, akciğerlerden oksijeni
aldıktan sonra genel olarak 10 saniyede dokulara ulaştırırken, maksimal yüklenmelerde
2–3 saniyede ulaştırır (Samples, 1987, s. 178). Dolaşımdaki toplam kan dolaşım
devresini, dinlenme durumunda dakikada ortalama bir defa, maksimal egzersiz sırasında
ise dakikada ortalama altı defa tekrarlar (Krejcı ve Koch, 1984, s. 43). Dragon’a göre;
çalışma bittikten sonra kalp atım sayısı ve kan basıncı 20–60 dakikada eski durumuna
döner (Gümüşdağ, 1991, s. 89-97).
1.5.2.3. Laktik Asit
Laktik asit, glikoz olarak adlandırılan süreç esnasında glikoz ve glikojenin
yıkılma ürünüdür. Laktik asit ve laktat aynı bileşik değildir. Laktik asit hidrojen iyonları
serbest kaldığında geri kalan bileşik Na+ ve K+ iyonları birleşerek tuz oluşturur, ancak
her iki terim aynı alanda kullanılır (Karatosun 2010, s. 137-149).
Laktat varlığı antrenman veya müsabakaların vücutta meydana getirdiği
yorgunluğun kanıtıdır. Laktat miktarı yapılan egzersizin süresine, şiddetine ve bir
önceki egzersiz veya müsabaka arasındaki toparlanma zamanı ile alakalıdır (Sahlin ve
Henriksson 1984, s. 331-339). Laktat anaerobik metabolizma sırasında oluşan bir
üründür ve glikozun oksijensiz bir ortamda parçalanması sonucu oluşur. Kanda ve kasta
birikerek yorgunluğa neden olur ve pH’ı düşürerek metabolik asidoza yol açar. Normal
koşullarda 100 cc kanda, 10 mgr veya (1,1 mmol/lt) laktik asit bulunur. Egzersizde
anaerobik metabolizmanın etkisiyle laktat miktarı artar. Yüksek şiddetle yapılan
30
egzersizlerde laktat birikimi daha çok artar ve pH’ın azalımı ile (metabolik asidoz)
yorgunluğa neden olurlar (Günay ve Cicioğlu 2001, s. 75-87).
Spor aktiviteleri sırasında, kas hücreleri glikoz yakmaya başlamaktadır.
Yapılan aktivitenin yoğun olduğu çalışmalarda glikozun yanması için gerekli olan
oksijen sağlanamamaktadır (Güllü ve Güllü, 2001, s. 9). Glikozun parçalanması
sırasında iki pirüvik asit molekülü oluşmaktadır (Günay ve ark. 2006a, s. 14). Ortamda
oksijen olmadığı için sitrik asit döngüsüne giremeyen pirüvik asit, laktik asite
dönüşmektedir. Laktik asit daha sonra kas hücrelerinden difüzyon yolu ile intertisyel
sıvı ile kana geçer. Kandaki laktik asit oranı ile yorgunluk doğru orantılıdır, laktik asit
miktarı arttıkça yorgunluk artar ve kas iş yapamaz hale gelir (Günay ve ark. 2006b, s.
49-52). Kandaki laktik asit yaygın olarak antrenman tekniklerini değerlendirmek,
antrenmanların yoğunluğunu ve sporcuların antrenmana olan uyumlarını belirlemek için
kullanılmaktadır (Gavin ve ark. 2014, s. 635-639). Ancak laktik asit ile kan laktatı aynı
şey değildir. Laktik asit H+ saldığında geri kalan kısım Na+ ve K+ ile tuz formunda
birleşir. Anaerobik glikolizde üretilen laktik asit çok çabuk çözünerek tuz ve laktat
yapılır. Laktat kandaki laktik asit miktarını gösteren bir bileşik olsa da bu iki terim tam
olarak birbirini karşılamaz (Günay ve ark. 2006b, s. 49-52).
Günümüzde kapillar kandan alınan küçük numuneler ile ölçüm yapan portatif
kan laktatı ölçüm cihazları mevcuttur ve yaygın olarak kullanılmaktadır (Buckley 2003,
s. 76-82).
Kan laktat değeri ölçümü özellikle performans sporları için önemlidir. Kan
laktatı her türlü egzersizde birikmez, yüklenme yoğunluğu ile doğru orantılı olan laktat
değerinin yüksekliğinin belirlenmesiyle uygulanan yüklenme yoğunluğu hakkında bilgi
edinilir (Akgül, 2013, s. 10; Demirhan, 2013, s. 7-8). Yüklenme yoğunluğu fazla olan
güreşçiler üzerinde yapılan çalışmalarda müsabaka sırasında kan laktat (LA) düzeyinin
15-20 mg’a çıktığı gözlenmiştir (Callan vd., 2000, s. 165; Nilsson vd., 2002, s. 939).
Ancak kısıtlı olan bu çalışmalar neticesinde LA hareketleri konusunda çok fazla bir
bilgi yoktur. Bu parametrenin güreş performansına olan etkisi düşünüldüğünde
araştırılması gereken konu olarak öne çıkmaktadır (Karnincic, 2009, s. 17).
1.5.2.4. PH (Asit-Baz Dengesi)
PH değeri, H+ iyonlarının yoğunluğunu yani kanın asit-baz dengesini yansıtır
(Günay, Tamer ve Cicioğlu, 2013, s. 234; Noble, 1986, s. 167). Vücutta asit-baz
31
dengesindeki değişiklikleri akciğerler ve böbrekler ayarlar. PH, hidrojen iyonlarının
konsantrasyonu yani gücünü de temsil etmektedir. PH değeri 0-14 arasındadır ve PH’ın
7.0 olması hidrojen (H+) ve hidroksil (OH-) iyonlarının yoğunluğunun eşit olduğunu
göstermektedir (Günay, Tamer ve Cicioğlu, 2013, s. 233).
Kan pH’ı arterlerde ortalama 7.40, venlerde 7,37 civarında olup çok küçük
değişiklikler dışında genellikle sabit kabul edilir (Heipertz, 1985, s. 43-50; Noyan,
1983, s. 334; Stone, Pierce, 1987, s. 97-100; Kalyon, 1990, s. 37). Kan pH’nın 7.40 dan
yukarıya çıkması H+ konsantrasyonunun azalması anlamına gelir ve alkali (alkaloz) adı
verilir. PH’nın azalması ise asit (asidoz) adını alır. Kan pH’ı, kişinin maksimal
kapasitesinin yüzde 50’sine kadar pek değişmez. Bu düzeyin üstündeki egzersizlerde ise
pH’nın yavaş yavaş düştüğü, yani asit tarafa kaydığı görülür (Ural, 1972, s. 50-59).
pH’nın düşmesine asit metabolitler neden olmaktadır.
1.5.2.5. Karbondioksit Parsiyel Basıncı (PCO2)
Oksijen, hücreler tarafından kullanıldığı zaman büyük bölümü karbondioksite
dönüşerek PCO2’yi yükseltir. Dokulara gelen arteriyel kandaki karbondioksit parsiyel
basıncı (PCO2) 40 mmHg., dokulardan ayrılan venöz kandaki karbondioksit parsiyel
basıncı (PCO2) ise yaklaşık 45 mmHg. kadardır (Krejcı ve Koch, 1984, s. 43).
Karbondioksit parsiyel basıncı (PCO2)’nın yüksekliği metabolik alkalozu veya solunum
asidozunu PCO2’nin düşüklüğü ise metabolik asidozu veya solunum alkalozunu
gösterir (Birol, Akdemir ve Nedük, 1990, s. 46-51).
PH’nın düşmesi karbondioksit parsiyel basıncı (PCO2)’nın yükselmesi ile ya da
pH’nın yüksekliği PCO2’nin düşmesi ile orantılı olarak değişmektedir (Noble 1986, s.
167; Özer, 1981, s. 117). Dokuların daha yüksek metabolik aktiviteye sahip olması,
venöz kanda PO2’nin daha düşük, PCO2’nin ise daha yüksek olmasını gerekli kılar.
Yüksek şiddetli ve yoğun egzersizlerde O2 tüketimi ve CO2 oluşumu 20 kat artabilir
(Krejcı ve Koch, 1984, s. 43).
1.5.2.6. Oksijen Parsiyel Basıncı (PO2)
Aerobik metabolizmanın en önemli unsurlarından birisi dokunun oksijen (O2)
ihtiyacı olup, oksijen azaldığı durumlarda tepkimeler yavaşlar hatta durur. Kan akımı
dokulara oksijen (O2) desteğini sağlaması nedeni ile özel bir öneme sahiptir (Allen ve
Lamb, 2008, s. 287-332). Yapılan çalışmalarda kasılmalar sırasında kan akımının
32
yavaşladığı, gevşeme sırasında ise arttığı tespit edilmiştir (Abbiss ve Laursen, 2005, s.
865-898; Nicol vd., 1996, s. 401-409). Dinlenmede ve ılımlı egzersizlerde beynin
perfüzyonu tamdır ve serebral oksijenlenme yeterlidir. Ancak yüksek şiddetli
egzersizlerde hiperventilasyon sayesinde perfüzyon artmasına rağmen arteriyel oksijen
açığı tam olarak kompanse edilemez (Allen ve Lamb, 2008, s. 287-332; Nicol vd., 1996,
s. 401-409) .
Herhangi bir nedenle iskelet kas dokusunun oksijenlenmesinde meydana gelen
aksamalar beraberinde kas performansını da olumsuz yönde etkilemektedir. Bu
durumda üretilen iş miktarı düşer. Kaslara O2 desteğinin azalması metabolitlerin
birikmesini hızlandırarak bir yandan metabolik süreci baskılar ve diğer yandan da
merkezi sinir sisteminde inhibitör yanıtın oluşmasını sağlar (Abbiss ve Laursen, 2005, s.
865-898; Allen ve Lamb, 2008, s. 287-332; Nicol vd., 1996, s. 401-409).
Sol kulakçığa ve karıncığa gelen kanın yüzde 98 kadarı, akciğer alveollerinin
kapillerlerinden geçerken tamamen oksijenlenirler. Bu durumda PO2 yaklaşık olarak
104 mmHg. ye çıkar. Arteriyel kan periferik dokulara ulaştığı zaman PO2’si 95 mmHg
kadardır. Öte yandan interstiyel (dokular arası) sıvıda PO2 ortalama olarak 40 mmHg
olur (Krejcı ve Koch, 1984, s. 43).
Eğer bir dokuda kan akımı artarsa, belirli bir zaman içinde dokuya taşınan
oksijen miktarı da artacağından doku PO2’si de yükselir. Hücreler metabolizmaları için
normalden daha az oksijen tüketirlerse interstiyel sıvı PO2’si azalır ve tüketim azalırsa
PO2 yükselir (Krejcı ve Koch, 1984, s. 43). Normal venöz kanda PO2 ortalama 40
mmHg’dir (Noble 1986, s. 167).
Oksijen parsiyel basıncının düşmesi halinde hemoglobin saturasyonu da düşer.
Ancak PO2 nin 60 mmHG nın altına düşene kadar hemoglobinin saturasyonunda ciddi
bir azalma olmaz. Alveoler PO2 60 mmHg iken Hb % saturasyonu 90 dır. (Başoğlu,
Çolak ve Turnagöl, 2005, s. 156-173).
1.5.2.7. Bikarbonat (HCO3)
CO2 plazma ile birleşerek bikarbonat yapar. HCO3 öncelikle plazma tarafından
taşınır. Kasın zorlanması halinde HCO3‘ün yükselmesi 5–30 dakika sürmektedir, ancak
gerçek ortalama değere varması 1–2 saat içinde gerçekleşmekte ve böylece dinlenme
olayı ortaya çıkmaktadır (Steiininger, 1980, s. 40).
33
1.5.2.8. Oksijen Saturasyonu (Oksijen Doyması)
Saturasyon; 1 cc. kanda bulunan O2 miktarının hemoglobin total
saturasyonunda bulunması gereken oranın yüzde olarak tanımlanmasıdır (Gau, 1984, s.
418). Hemoglobinin O2 bağlama derecesi ise, kanın O2 saturasyonu PO2’nin 100 mmHg
olması halinde yüzde 97’dir. Venöz kanda PO2 40 mmHg olduğu zaman O2 saturasyonu
yaklaşık olarak yüzde 75 civarındadır (Karakaş, 1987, s. 133; Noble 1986, s. 167).
1.6. TOPARLANMA
Organizmanın bireysel performansı etkileyecek şekilde kondisyonun
azalmasına karşılık olarak başlangıç kondisyon düzeyine ulaşması için geçen süre
toparlanma olarak ifade edilmektedir. Psikolojik verimlilik ve homeostatik dengenin
tekrar kazanılması ile toparlanma süreci sona erer (Kellmann, 2002, Atalı, 2018, s. 19).
Yüklenme sonrası toparlanmanın amacı, organizmayı dinlendirmek veya
yüklenmeden önceki şartlara yeniden hazırlanmaktır. Toparlanma, organizmanın
antrenmanlar veya müsabakalar arasında yenilenme oranını hızlandırır, yorgunluğu ve
sakatlanma riskini azaltır (Fox, Bowers ve Foss, 1988, s. 122-132; Ural, 1972, s. 50-59).
Laktik asit yorgunluğa neden olan en önemli faktörlerden birisi olduğu belirtilmiş
(Deuser, 1966, s. 66-68), toparlanma veya dinlenme, vücuttaki laktik asidin azalmasıyla
başladığı sonucuna varılmıştır. Maksimal bir yüklenmeden sonra kan ve kasta oluşan
laktik asidin uzaklaştırılması, pasif dinlenme ile yaklaşık 2 saat, aktif dinlenmede ise 1
saat kadar sürdüğü sonucuna varılmıştır (Fox, Bowers ve Foss, 1988, s. 122-132; Ural,
1972, s. 50-59).
Karaciğerde devamlı olarak glikojen sentezlenmekte ve harcanmaktadır. Uzun
süreli kas yüklenmelerinde laktik asit meydana gelir. Egzersiz esnasında vücutta biriken
laktik asidin büyük bir bölümü karaciğerde olmak üzere, böbrek ve diğer dokularda
tekrardan glikojene sentez edildiği kabul edilir (Özer, 1981, s. 117). Laktik asidin bir
kısmı ter ve idrarla dışarıya atılır. Ancak bu yolla laktik asidin uzaklaştırılması fazla
önem taşımaz (Fox, Bowers ve Foss, 1988, s. 122-132; Karakaş, 1987, s. 133). Egzersiz
sonrası toparlanmada, laktik asidin büyük bir kısmı (yüzde 85’ten fazlası) yeniden
glikojene sentez edilir, kalanı ise CO2 ve H2O’ya okside olur (Fox, Bowers ve Foss,
1988, s. 122-132).
34
Organizmanın toparlanabilmesi için yüklenmeler arasındaki istirahatin en az 60
dakika olması gerekir (Boıleau vd., 1983, s. 159-167; Maclaren vd., 1989, s. 29-65;
Javorek, 1987, s. 43-47). Düzenli egzersizler vücudun yorgunluğa karşı koyma
kabiliyetini arttırır. Bu durum; kılcal damarların çoğalıp açılması nedeniyle oksijen ve
enerji maddelerinin temin edilmesi ve yüklenme nedeniyle dokularda artan metabolik
artıkların hızlı bir şekilde atılmasını sağlar (Maclaren vd., 1989, s. 29-65; Javorek,
1987, s. 43-47). Yüklenmeden önce yapılacak iyi bir ısınma ve egzersizden sonra
yapılacak olan 7–8 dakikalık bir hafif tempolu koşu toparlanmayı kolaylaştıracağı
sonucuna varılmıştır (Birukov, 1984, s. 191-192).
Daha fazla biyolojik rezerve sahip olduğu sonucuna varılan 18–22 yaşlarındaki
sporcular, maksimal yüklenmeden sonra toparlanma için daha az zamana ihtiyaç
duymaktadırlar. Antrenmanda uzun ve güçlü geçmişe sahip olan yani daha tecrübeli
sporcular daha etkili bir toparlanma oranına sahip olmaktadırlar. Maksimal
yüklenmeler, metabolik ürünlerin birikmesine ve oksijen azalmasına neden olmaktadır.
Fiziksel çalışmalardan sonra dolaşımın hızlandırılması ile besin maddelerinin dokulara
daha çabuk ulaştırılması ve buralardaki artık maddelerin atılarak toparlanmanın daha
çabuk sağlanması söz konusudur (Ersoy, 1991, s. 68-69; Gümüşdağ, 1991, s. 89-97;
Stamford, 1985, s. 178).
Toparlanma, en fazla yüklenmelerin yer aldığı müsabakalar sonunda oluşan
hasarları iyileştirmek, yorgunluğu en az seviyeye çekmek veya ortadan kaldırmaktır
(Bompa ve Gregoy, 2000, s. 99-107). Aynı zamanda enerji kaynaklarının tekrar
yenilenmesi, enzimatik fonksiyonların normal hale gelmesi, vücut fonksiyonlarının
normalleşmesi ve homostatik dengenin normale dönmesidir (Balsom vd., 1992, s. 528-
533). Müsabakalar sonrası dinlenmenin amacı kasların ve vücudun bütünüyle yüklenme
öncesi konuma dönmesini sağlamaktır (Fox ve ark 2011, s. 31-49).
Egzersiz sonrası toparlanma iki kategoriye ayrılabilir; İlk olarak setler arası
toparlanma, ikincisi antrenmanlar arası toparlanma. Her ikisi için toparlanma,
antrenmanın amacına, antrenmanın şiddetine ve kullanılan enerji sistemlerine bağlıdır.
Enerji rezervleri kasların işlevlerini etkiler ve sahip oldukları özelliklerin bir bölümü ile
de (latent zamanı, kapasite, güç, sınırlayıcı etkenler) ATP’ nin yenilenmesine olanak
sağlarlar. Toparlanama, sporcunun antrenmanlarda ya da müsabakalardaki yoğun
yüklenmelerden sonra ortaya çıkan yorgunluğun en iyi derecede giderilmesine olanak
sağlar; bu durum organizmanın yenilenmesidir (Karatosun, 2010, s. 137-149). Bu
35
nedenle toparlanmaya, yenilenme, tekrar depolama veya fazla tamamlama da
denmektedir (Kutluay, 2010, s. 26).
Egzersiz sırasında enerji kaynağı olarak egzersizin türü, şiddeti ve süresine
bağlı olarak ATP, PC, yağlar ve glikojen enerji kaynağı olarak kullanılmaktadır. Bu
yüzden egzersizde enerji depolarında boşalma meydana gelir. Egzersiz sonrasındaki
toparlanma döneminde kastaki ATP-PC ve glikojen kaynakları ile karaciğerdeki
glikojen de yenilenmektedir (Günay ve ark 2010, s. 126-127).
Yüklenme ve uyum sürecinin yönlendirilmesi, yalnız yüklenmenin öğelerine
bağlı olmayıp dinlenme sonucuna da bağlıdır. Antrenmanın metabolizmada yarattığı
etki ve buna bağlı olarak yüklenmeye uyum süreci büyük ölçüde uygulanmış olan
yüklenmeye göre düzenlenen amaca yönelik dinlenme safhalarına bağlıdır (Sevim 1995,
s. 132-133).
Dinlenme sırasında vücudun kendini toparlayabilmesi, harcanan enerjinin
yenilenmesi ve antrenman sırasında biriken laktik asitin giderilmesine bağlıdır. Her
ikisinde de ATP enerjisine gereksinim vardır (Fox ve vd., 2011, s. 31-49).
Egzersizin başında enerji gereksinimi daha çok kas içinde hazır bulunan ATP’
lerden sağlanmaktadır. Daha sonra egzersizin şiddetine ve süresine göre üç enerji yolu
devreye girmektedir. Egzersiz bittikten sonra organizma enerji tüketimine bir süre daha
devam etmektedir (Ergen ve vd., 2002, s. 22-47).
Toparlanma süreleri; geliştirilmek istenen temel motorik özelliğe yönelik
olarak düzenlenmektedir. Egzersiz içerisindeki ya da antrenmanlar arasındaki
toparlanma süreleri metabolizmanın vereceği hormonal yanıtları da etkilemektedir. Bu
sebeple toparlanma süreleri belirlenirken antrenmanlarda kullanılacak direnç ve
hareketlerin tekrar sayısına göre değerlendirilmeli ve antrenmanın hedefine uygun
sürede tasarlanmaktadır (Fleck ve Kreamer, 2004, s. 188-194).
Günümüzde çoğu spor dalında sporcular günde 2-3 kez oldukça zorlayıcı
antrenmanlar yapmakta ve şampiyonalarda en az 5-6 müsabakaya çıkmaktadırlar. Bu
yüzden sporda toparlanmanın önemi oldukça büyüktür. Sporcunun başarılı ya da
başarısız olmasında etkili ve hızlı bir toparlanmanın çok büyük rolü vardır. Uzun
zamandır spor bilimciler tarafından sporcuların tam bir toparlanma sağlamaları için en
uygun toparlanma yöntemi bulunmaya çalışılmaktadır (Bompa ve Gregory, 2000, s. 99-
107; Powers ve Howley, 2006, s. 76). Uygulanılan toparlanma yöntemlerinin etkilerinin
36
ne olduğunu bilmek ve altlarında yatan temel felsefeyi anlamak çok önemlidir (Barnett,
2006, s. 781- 796). Günümüzde yaygın olarak kullanılan ve araştırma konusu edilen
toparlanma yöntemleri aktif toparlanma, masaj, sıcak ya da soğuk su uygulamaları,
karbonhidrat ve protein yüklemeleri ve farmakolojik destek gibi yöntemlerdir
(Alemdaroğlu ve Koz, 2011 s. 38-46). Hem aerobik hem de anaerobik egzersiz, bir
aktivitenin başlangıcında yakıt olarak karbonhidratları kullanmasına rağmen, vücut
aerobik aktivite sırasında yağ yakmaya geçer. Her iki egzersiz türü de enerji kaynağı
olarak protein kullanmaz, ancak protein egzersiz sırasında kan şekerini dengelemek ve
bitirdikten sonra kas hasarını onaran sporcular için gereklidir (bir sporcunun vücut
ağırlığı başına 1.4-1.8 gram proteine ihtiyacı vardır, normal bir kişinin sadece yaklaşık
0.8gram proteine ihtiyacı vardır) (Orhan, 2021, s. 300).
Aşağıdaki çizelgede insan organizmasındaki biyokimyasal sistemler ve
toparlanma süreleri gösterilmektedir (Calder, 2005).
Tablo 1.1: Biyokimyasal Sistemler ve Toparlanma Süreleri
Sistem
Toparlanma süresi
ATP-PC’nin yeniden doldurulması
2-5 dk
Laktatın atılması
30-60 dk (aktif toparlanma)
60-120 dk (dinlenme)
Kas glikojeninin yeniden doldurulması
48 saate kadar
Birçok sporcu çalışmalarını yoğun bir şekilde yapmakta fakat yüklenme ve
müsabaka sonrası toparlanma çalışmalarını önemsememektedir. Halbuki antrenman
prensibinin temellerinden birisi olan toparlanmanın önemi çok büyük olmasına rağmen
sporcular ve hatta antrenörler tarafından önemsenmeyen ve sıkça göz ardı edilen bir
konudur (Rushall ve Pyke, 1990, s. 220-230).
Yüklenmeler sonunda tam toparlanma olmazsa yorgunluğun devamlı hale
gelmesine, kronik yorgunluk sonucunda ise sakatlıklara neden olmaktadır (Burke,
Loucks ve Broad, 2006, s. 675-685).
1.6.1. Egzersiz Sonrası Toparlanma Süreci
Egzersiz sonrasında metabolik hızdaki artış bir süre daha devam etmekte ve bu
devam eden süreçte karbonhidrat depoları, fosfojen depoları yeniden dolmakta,
miyoglobin oksijenerasyonu sağlanmakta ve dokularda biriken laktik asit
uzaklaştırılmaktadır (Ergen, 1992, s. 28-35). Egzersiz bitiminden sonra devam eden
37
enerji tüketimi toparlanma süreci için gereklidir (Cochrane, 2004, s. 26-32; Özdemir,
2006, s. 8; Willmore ve Costill, 1999, s. 117-118).
Egzersiz bittikten sonra vücut fonksiyonlarımız normale dönme süreci
geçirmektedir. Toparlanma esnasında gerçekleşen fizyolojik olaylar, egzersiz sırasında
meydana gelenler kadar önemlidir. Egzersiz sonrası toparlanmada önemli noktalardan
biri de egzersizde hangi enerji sisteminin kullanıldığıdır (Sarı, 2017, s. 23).
Egzersiz sonrası toparlanma günümüzde daha da önemli bir hal almaktadır.
Sportif mücadeleler daha fazla sıklaşmakta, antrenman sayıları artmaktadır. Buna bağlı
olarak toparlanma sürecinin çok iyi ayarlanması gerekmektedir (Fox, 1988; Günay,
1999; Sarı, 2017, s. 23).
Egzersiz sonrası toparlanma süreci, enerji maddelerinin yeniden sentezlenmesi,
egzersiz sonucu oluşan metabolik artıkların uzaklaştırılması, su elektrolit dengesinin
yeniden sağlanması, oksijen tüketimi ve vücut sıcaklığının düşürülmesi gibi birçok
faktöre bağlı olarak geçekleşmektedir (Sarı, Demirkan ve Kaya, 2016, s. 327-333)
1.6.1.1. Oksijen Borçlanması
Egzersiz sırasında karaciğer, kas ve kanda bulunan enerji kaynakları (ATP-PC
ve glikojen) kullanılmakta, yüklenmelerde ATP resentezi ise egzersizin süresine ve
şiddetine bağlı olarak bu sistemler ile sağlanmaktadır. Egzersiz periyodu
tamamlandığında kas ve kandaki laktik asit uzaklaştırılmakta, harcanan ATP ve PC
depoları yenilenmekte ve miyoglobinin oksijenlenmesi sağlanmaktadır. Bu yenilenme
işlemleri için fazladan O2 tüketimine gider ve tüketilen O2 miktarı egzersizdeki O2
borçlanması ile sonuçlanır (Aydın, 2014, s. 25).
Oksijen borçlanması “egzersizden sonra bütün metabolik sistemlerin
birçoğunun ya da tamamının normale döndürülmesi için, fazladan alınması gereken
oksijen miktarı olarak tanımlanır” (Sönmez, 2002; Sarı, 2017, s. 24).
Tüm bu sürecin içerisinde O2 borcu iki yolla oluşur:
Kaslarda hemoglobine benzer bir madde olan miyoglobine 0.31 ml kadar bağlı
olarak bulunan oksijenle birlikte, kanda hemoglobine bağlı olarak bulunan
yaklaşık 1lt kadar oksijenin ve bütün vücut sıvılarında erimiş halde bulunan
yaklaşık 0.25lt kadar oksijenin egzersizde tüketildiğinden dolayı, egzersiz
sonrası yenilenmesine bağlı olarak,
38
Fosfojen (ATP-PC) ve glikojen yenilenmesine bağlı olarak oluşur. Fosfojen
yenilenmesi için 2 lt glikojen laktik asit sistemi için yaklaşık 8 lt oksijene
ihtiyaç duyulur. Maksimal egzersizden sona oluşan 10-12 lt’lik bir O2
borcunun egzersizin sonlanmasından sonra dinlenme safhasına geçildiğinde bir
saatlik ya da daha uzun süre içinde ödenmesi gerekir (Guyton, 1989; Günay,
1999; Kutluay, 2010, s. 28).
Maksimal egzersiz sonrası O2 borcunun oluşum nedenleri;
Egzersizde aktif kaslara yönelen kanın tekrar normal akış düzeyine dönmesi
için %10 gibi fazladan O2 kullanımı gerekir bu da toparlanmada ödenir
Şiddetli yüklenmelerde akciğer solunumu 8-15 kat artar ve bu nedenle solunum
kasları daha fazla O2 ‘ne ihtiyaç duyar.
Egzersizde sadece aktif olan kasta metabolik artış görülmez. Bunun yanı sıra
solunumsal, dolaşımsal, hormonal, iyonik ve termal mekanizmalarda da atış
görülür. Bu mekanizmalarında normale dönmesi için toparlanma döneminde
daha fazla O2’ne ihtiyaç duyulur.
Tüketilen ATP-PC depolarının toparlanma döneminde yenilenmesi,
Laktik asidin kastan ve kandan uzaklaştırılması (Cori döngüsünde glikojen
sentezi ve oksidasyona hazırlanması),
Enerji metabolizmasında laktik asidin oksidasyonunun,
Gerekli O2 depolarının tamamlanması.
Çekirdek (İç) ısının artışının,
Kalp atım hızı, solunum ve diğer fonksiyonların normale döndürülmesidir.
O2 borcu egzersiz sonrasında belirli bir noktaya ulaştıktan sonra O2 tüketiminin
ölçülüp, bazal O2 tüketiminden çıkartılması ile deneysel olarak hesaplanarak sonuca
ulaşılabilir. O2 borcunun miktarı bazal O2 tüketim miktarından yaklaşık 6 kat fazla
olabilme ihtimali vardır (Fox, 1999, s. 9-33; Muratlı, Şahin ve Kalyoncu, 2005, s. 147-
160).
Oksijen borcu, toparlanma esnasında bazal (istirahat) O2 tüketiminden daha
fazla O2 tüketilmesi veya egzersiz sonrası fazla tüketilen O2 miktarı (ESFOT) olarak
tanımlanabilir. Antrenmanlı sporcularda 30 lt gibi bir düzeyde gerçekleşebilir.
Hafif şiddetteki yüklenmeler sonucunda çoğunlukla aktif sporcularda O2
borçlanması ya görülmez ya da çok az meydana gelir. Egzersiz sonrası ise oluşan bu az
39
oksijen açığı çabucak yerine konur. Ancak egzersizdeki yüklenmeler orta şiddette
çıkarılırsa O2 borcunda bir artma meydana gelir. Bunun sebebi egzersizin şiddeti veya
süresi arttıkça kanda ve kasta laktik asit birikimi artışından kaynaklı olduğudur. Oluşan
O2 borcu yükselecek ve egzersizin yapılması için ihtiyaç duyulan O2 miktarı
karşılanamayacaktır. O2 tüketimi gereksinimin altında kalacaktır. Halbuki orta şiddette
ve uzun süreli egzersizlerde O2 tüketimi O2 gereksinimini karşılar ise kararlı denge
(steady state) oluşur. Bu nedenle oluşan O2 borcu azdır ve bu borç egzersizin
başlangıcından kararlı dengeye ulaşma arasındaki O2 borcundan kaynaklanır (Günay,
Tamer, Cicioğlu, 2010).
1.6.1.2. Kas Fosfojenlerinin Yenilenmesi
Kas fosfojenleri kısa süreli yüklenmeler sonrasında acil enerji kaynağı olarak
her türlü kas aktivitesi sırasında gerekli olurlar. Bu nedenle tekrarlanan egzersiz
periyotları sırasında yenilenmeleri çok önemlidir. Fosfojen çabuk tüketildiği gibi
depolarının yenilenmesi de oldukça hızlı gerçekleşmektedir. Yapılan çalışmalarda ATP-
PC’nin büyük bir kısmının 2 dakika içerisinde, tamamının ise 3-5 dakika içerisinde
yenilendiği sonucuna ulaşılmıştır (Sönmez, 2002). Bu kısa süreli yenilenme ATP-PC
sistemin ağırlıklı olarak kullanıldığı antrenman periyotlarından sonra toparlanmanın
hızlı olacağı anlamına gelmektedir. Bu durum antrenörler için antrenman planlaması
yaparken, mutlak göz önünde bulundurulması gerekir (Kutluay, 2010, s. 30).
Yaklaşık 50 yıldır antrenman veya müsabaka esnasında boşalan kas glikojen
depolarının, yüklenmeler sonrası toparlanma döneminde laktik asitten yenilendiğine
inanılırdı. Ama şimdi bunun böyle olmadığı ispat edildi. Egzersizde boşaltılan kas
glikojen depoların yenilenmesi için egzersizden sonra birkaç gün gerektiği ve bunun
aşağıdaki faktörlerle ilişkili olduğunu söylenebilir (Aydın, 2014, s. 28).
Glikojen depolarının boşalmasına neden olan egzersizin tipi,
Toparlanma döneminde tüketilen karbonhidrat miktarı.
Kas glikojenin boşalımına neden olan iki tür egzersiz söz konusudur. Bu
egzersiz türlerinden biri sürekli-düşük şiddetli-uzun süreli egzersizler bir diğeri ise
aralıklı-yüksek şiddetli-kısa süreli egzersizler (Günay, Tamer ve Cicioğlu, 2010).
40
1.6.1.3. Miyoglobin Oksijenasyonu (Yenilenmesi)
İskelet kasında oksijenin kas hücresine taşınmasını sağlayan ve kandaki
hemoglobin ile benzer bir yapıda olan protein yapıdaki miyoglobin, kırmızı kas
liflerinde daha yüksek oranda bulunmaktadır. Organizmada miyoglobine bağlı oksijen
miktarının her bir kg kas kitlesinde yaklaşık 11 ml ve toplam olarak 300-350 ml kadar
olduğu hesaplanmaktadır.
Miyoglobin egzersiz başında henüz oksijen taşıma sistemi devreye girmeden
önce dokuya oksijen sağlama özelliği nedeniyle önem taşımaktadır. Ayrıca kılcal
damarlardaki hemoglobinden kas liflerindeki mitokondrilere oksijen difüzyonunda rol
oynamaktadır. Oksijenin miyoglobine bağlanma özelliği ortamdaki kısmi oksijen
basıncı ile yakından ilişkidir (Birch, Maclaren, 2005, s. 27-31).
1.6.1.4. Kas Glikojenin Yenilenmesi
Kas glikojeni özellikle kasın performansı ve dayanıklılığı açısından çok önemli
olduğu belirtilmiştir. Kas glikojeni tüm egzersiz tiplerinde ve tüm şiddetlerde
kullanılabilen bir enerji kaynağıdır. Bu sadece glikojenin laktik asit sisteminin temel
enerji kaynağını oluşturmasında değil, aerobik sistem için de gerekli enerji kaynağı
oluşundan kaynaklanmaktadır. Egzersiz sonrasında boşalan kas glikojen depolarının
tekrar yenilenmesi gerekmektedir (Kutluay, 2010, s. 32).
Kaslarında yüksek glikojen konsantrasyonu bulunan sporcular egzersizlere
maksimal 4 saat dayanabildikleri halde, minimal kas glikojenine sahip olanlar 1,5 saat
gibi bir süre dayanaklılık göstermektedir (Günay, Tamer ve Cicioğlu, 2010).
Egzersizde kaybedilen kas glikojeninin yerine konması iki fazlı bir olaydır.
Egzersizi izleyen ve “hızlı faz” olarak adlandırılan ilk 30-60 dakikalık dönemde, kas
glikojeni hızla yerine konur. İnsülinden bağımsız olarak meydana gelen hızlı glikojen
sentezinin nedeni, egzersiz kesildiğinde aniden azalan enerji ihtiyacı nedeniyle,
glikozun glikolitik yola girmek yerine glikojen sentezinde kullanılması, yani
depolanmasıdır. Glikojen sentezinin “yavaş fazı” olarak isimlendirilen ikinci dönemde
ise kas dokusunun artan insülin duyarlılığına bağlı olarak, glikojen sentezi devam eder.
Bu faz, hızlı faza kıyasla belirgin ölçüde yavaş seyir gösterir ve kas glikojen depoları
doldukça daha da yavaşlayarak sona erer. Yavaş fazda kas dokusunun insüline
41
duyarlılığında ortaya çıkan artışın, insülin reseptör sayısının veya aktivitesinin artışına
bağlı olmadığı belirlenmiştir (Ivy, Kuo, 1998, s. 295-304).
1.6.1.5. Laktik Asidin Uzaklaştırılması
Laktik asidin uzaklaştırılması için yüklenme sonrası enerji gereksinimi
meydana gelmektedir. Gerekli olan enerji en fazla aerobik yolla elde edilir. Laktik asit,
glikoz, glikojen ve proteine çevrilebilir aynı zamanda su ve karbondioksite
dönüştürülerek vücuttan atılmaktadır. Kalp ve iskelet kası laktik asidi enerji kaynağı
olarak kullanabilmektedir.
Yüklenme sonrasında yapılan soğuma egzersizlerinin laktik asidin
uzaklaştırılma süresini kısalttığı bilinmektedir. Aşırı yüklenme ile yüksek şiddetteki
alıştırmalar sonunda normale dönmek için gerekli sürenin bilinmesi antrenörler ve
sporcular için önem kazanmıştır. Organizmada yenilenme oluşmadan ve enerji depoları
tamamlanmadan yapılacak çalışmalar gelişme sağlamadığı gibi zarar da verebilmektedir
(Ergen, 1992, s. 60-64; Özdemir, 2006, s. 10; Şahin, 2018, s. 36-37).
1.7. TOPARLANMA ÇEŞİTLERİ
Egzersiz ya da müsabakalar sonrası yapılan toparlanma çalışmaları antrenörler
ve elit sporcular tarafından antrenmanın bir parçası olarak görülmeye başlanmıştır.
Sporcular ağır bir antrenman ya da yarışmadan sonra kas ağrısı, güç kaybı, esneklik ve
dayanıklılık kaybından mümkün olduğunca hızlı bir şekilde kurtularak bir sonraki
antrenman ya da yarışmaya hazırlanmak istemektedirler. Esneklik çalışmaları, sauna,
masaj, düşük yoğunluktaki aerobik egzersizler, yüzme, havuz yürüyüşleri, sıcak/soğuk
su terapileri egzersiz ve yarışma sonrası toparlanmayı hızlandırmak için kullanılan bazı
toparlanma modelleridir (Howatson vd., 2005, s. 416-422; Gulick vd., 1996, s. 145-
152).
Egzersize bağlı kas hasarı sonrası oluşan gerginlik, kas ağrısı, şişme, eklem
hareket açıklığında azalma, kuvvet kaybı bir birkaç gün hatta hafta devam etmektedir
(Dawson vd., 2005, s. 210-221).
Toparlanma farklı yöntemlerle olabilmektedir. Bunlar;
Beslenme, sıvı alımı ve ergojenik yardımcıların kullanımı
Su terapisi veya suya girme terapisi;
42
Normal sıcaklıktaki suya girme terapisi
Kriyoterapi (soğuk uygulama, soğuk terapi)
Thermoterapi (sıcak uygulama, sıcak terapi) 36ºC ve üzerindeki sularla yapılır.
Isıtılmış havuz, banyo, spa gibi yerlerde yapılır. Literatürde 10-20 dk arasında
tavsiye edilmiştir (Wilcock ve vd., 2006, s. 747-765).
Contrast terapi (soğuk-sıcak uygulaması) soğuk ve sıcak suyun dönüşümlü
yapılmasıdır. Genelde her terapi 30-300 sn arasında yapılır ve toplam süre 4-30
dk arasındadır (Wilcock ve vd., 2006, s. 747-765).
Tazyikli su ile yapılan su masajı
Su içinde düşük şiddette egzersiz ya da yüzme
Düşük şiddetli aerobik koşu
Stretching
Masaj;
Klasik masaj
Buz masajı
Anti inflamatuar ve analjezik kullanımı
Electromyostimilasyon (Kas dokusunun elektriksel uyarımı)
Ultrasyon
Hiperbarik oksijen terapisi
Birkaç toparlanma yönteminin birleşimi
Psikolojik rahatlama terapisi
Yaşam tarzının iyileştirilmesi (Barnett, 2006; Eniseler, 2010, s. 337).
1.7.1. Toparlanma Yöntemlerinde Güncel Yaklaşımlar
Egzersiz yapan kişi sayısındaki artışla birlikte egzersiz öncesi idame ve
egzersizden sonra toparlanma gibi egzersiz deneyimini optimize etmek için kullanılan
stratejiler de popülerlik kazanmaktadır (Cheung, Hume ve Maxwell, 2003, s. 145-164;
Schroeder ve Best, 2015, s. 200). Egzersiz öncesi teknikleri (Behm ve Chaouachi, 2011,
s. 2635; Power vd., 2004, s. 1390) ve toparlanma yöntemlerinin (Best vd., 2008, s. 446;
Cheung, Hume ve Maxwell, 2003, s. 145-164) en uygunu günümüzde halen
araştırılmaktadır (Herman vd., 2012, s. 10-75; Okamoto, Masuhara ve Ikuta, 2014, s.
69-70).
43
Günümüze kadar farklı birçok toparlanma yöntemi uygulanmış olmasına
rağmen, son zamanlarda, her yaştan ve yetenekten bireylerde egzersiz esnası ve
sonrasında toparlanmaya yardımcı olmak için kendi kendine myofasyal gevşeme (SMR)
tekniklerinin kullanımı giderek daha popüler hale gelmektedir (Schroeder ve Best,
2015, s. 200).
1.7.1.1. Kendi Kendine Myofasyal Gevşeme
Fasya, baştan ayağa üç boyutlu bir ağ halinde tüm vücuda yayılan sert bağ
dokusudur. Fasya her yerde bulunur, her kası, kemiği, siniri, kan damarını ve organı
hücresel seviyeye kadar çevreler. Genel olarak destek, denge ve yastıklama sağlar. Aynı
zamanda, kas oluşturan bir hareket ve dinamik esneklik sistemidir.
Myofasyal gevşeme, kısıtlı fasyaya gerilmeyi kolaylaştıran, uygulamalı bir
yumuşak doku tekniğidir (Barnes, 1997, s. 232). Yumuşak doku adezyonlarını tedavi
ederken, ağrıyı hafifletirken ve kas toparlanmasını iyileştirirken doku hassasiyetini,
ödemi ve iltihabı azaltmak için kullanılmaktadır (Paolini, 2009, s. 30-34). Yuvarlanma
hareketi sırasında da sürtünme oluşur ve bu sürtünme fasyanın sıcaklığının artmasına,
muhtemelen daha akışkan bir duruma dönüşmesine neden olur. Durumdaki bu
değişiklik, fasyanın farklı katmanları arasındaki fibröz yapışıklıkların parçalanmasına
izin verir ve yumuşak doku uzayabilirliğini geri kazandırır (Sefton, 2004, s. 48-49;
Sullivan vd., 2013, s. 229).
Myofasyal gevşeme teknikleri, hareketliliği arttırmada, propriyosepsiyonu
arttırmada, yaralanmaların önlenmesini desteklemede, doku iyileşmesini teşvik etmede,
inflamasyonu ve bağışıklık fonksiyonunu düzenlemede ve doku direncini optimize
etmede umut verici sonuçlar göstermektedir (Cruikshank, 2018, s. 16-19).
Myofasyal gevşemenin bir alt başlığı olan, kendi kendine myofasyal gevşeme
(Self Myosfascial Release (SMR)) ise, kişilerin kendi vücut kütlelerini bir köpük rulo
üzerinde veya üst vücut kuvvetlerini, etkilenen yumuşak dokulara baskı uygulamak için
bir rulo masaj aleti kullanarak masaj ihtiyacını ortadan kaldıran bir tekniktir
(MacDonald vd., 2013, s. 813; Sullivan vd., 2013, s. 228-236). Hem rehabilitasyon hem
de fitness uzmanları tarafından gerek sporcular gerekse aktif bireyler için genellikle
toparlanmayı, performansı ve myofasyal hareketliliği artırmak için kullanılan popüler
bir müdahaledir (Cheatham vd., 2015, s. 828).
44
Yaygın SMR araçları, köpük rulo ve çeşitli rulo masaj cihazlarıdır. Köpük rulo
ve rulo masaj aletinin özel bir avantajı, her iki tekniğin de bir masaj terapisti veya diğer
benzer personel ihtiyacını ortadan kaldırmasıdır (MacDonald vd., 2013, s. 813). Bu
cihazların akut kas ağrısının (Macdonald vd., 2014, s. 139), gecikmeli kas ağrısının
(DOMS) (Pearcey vd., 2015, s. 10) ve egzersiz sonrası kas performansının etkilerini
azaltarak eklem hareket açıklığını (ROM) (Sullivan vd., 2013, s. 233) ve toparlanma
sürecini iyileştirebileceğini gösteren kanıtlar mevcuttur (Cheatham, vd., 2015, s. 828;
Healey, vd., 2014, s. 61-68). Ancak, SMR'nin popülaritesine rağmen, fizyolojik etkiler
hala araştırılmaktadır ve hareket açıklığı, toparlanma ve performans için optimal
program konusunda tam bir fikir birliği yoktur (Grieve, vd., 2015, s. 544-552).
SMR'nin bir köpük rulo veya masaj rulosu aracılığıyla kullanılması, bu
modalitenin mevcut bilimsel literatürünü geride bırakmıştır. SMR hakkında çok az
hakemli araştırma olmasına rağmen, teorik olarak fasyal adezyonları tedavi etmek ve
normal olmayan yumuşak doku uzayabilirliğini düzeltmek için kullanımı artmaktadır
(Crane vd., 2012, s. 119). SMR'nin masajınkine benzer etkileri olduğuna inanılır
(Sullivan vd., 2013, s. 230) ve Amerikan Masaj Terapi Derneği'ne göre masajın fiziksel
faydaları şunları içerir:
Kas gerginliğini ve sertliğini azaltma,
Kas ağrısını, şişmeyi ve spazmı azaltma,
Daha fazla eklem esnekliği ve ROM,
Gergin kasların ve burkulan bağların daha hızlı iyileşmesi,
Gelişmiş atletik performans (Schroeder ve Best, 2015, s. 200).
DOMS'nin temel olarak bağ dokusu özelliklerindeki değişikliklerden
kaynaklandığı ve köpük yuvarlama veya rulo masajının kas dokusundan ziyade hasarlı
bağ dokusu üzerinde bir etkisi olabileceği varsayılmıştır. Bu, kas performansında
belirgin bir kayıp olmaksızın algılanan ağrıdaki azalmayı açıklayabilir (MacDonald, vd.,
2013, s. 818). Artmış iyileşmenin bir başka varsayılan nedeni, SMR'nin kan akışını
arttırarak kan laktatını, ödem azalmasını ve kasa oksijen verilmesini arttırmasıdır
(Pearcey, 2015, s. 5-13).
45
1.7.1.2. Foam Roller ile Yapılan Myofasyal Gevşeme Egzersizleri
SMR sırasında uygulayıcılar, kısıtlı yumuşak dokulara baskı uygulamak için
vücut ağırlıklarını bir miyofasyal köpük rulo üzerinde kullanırlar. Uygulayıcılar vücut
pozisyonlarını değiştirerek vücudun belirli bölgelerini izole etmek ve yumuşak
dokudaki kısıtlamaları tedavi etmek için silindirleri kullanabilirler (Curran, Fiore ve
Crisco, 2008, s. 432). Hareketler, yumuşak dokuya hem doğrudan hem de süpürme
basıncı uygular, onu gerer ve onunla köpük silindir arasında sürtünme oluşturur.
Silindirin kaslara uyguladığı basınç, bir masaj terapisti tarafından manuel olarak
manipüle edilerek kaslara uygulanan basınca benzediğinden, köpük yuvarlama kendi
kendine uygulanan bir masaj şekli olarak kabul edilebilir (Pearcey vd., 2015, s. 6).
Egzersiz sonrası manuel masaj kas yorgunluğunu azaltabilir (Portillo, vd.,
2014, s. 932-936). Masajla kasların fiziksel olarak uyarılması, lokal kan dolaşımını
artırır ve metabolik atıkları giderir. Manuel masaj, masaj ve verimlilik için uygulama
açısı açısından sınırlı olduğundan, masaj aletleri (örn. masaj topları, yoga sütunları ve
köpük silindirler) geliştirilmiştir (Lai, vd., 2020, s. 2). Masaj uygulaması parasempatik
aktivitedeki (kalp hızı, kan basıncı ve kalp hızı değişkenliği ile ölçüldüğü gibi) ve
hormonal seviyelerdeki (kortizol seviyeleri ile ölçüldüğü gibi) değişiklikler bir gevşeme
tepkisi (fizyolojik mekanizmalar) ile sonuçlanır. Kaygıda azalma ve ruh halindeki
iyileşme de masajdan sonra gevşemeye (psikolojik mekanizmalar) neden olur. Bu
nedenle, masajın bu faydalarının, performansı artırarak ve yaralanma riskini azaltarak
sporculara yardımcı olması beklenmektedir (Weerapong, Hume ve Kolt, 2005, s. 236).
Masaja benzer bir uygulama olan foam roller ile kendi kendine miyofasyal gevşeme
egzersizlerinde de aynı sonuçların oluşması kaçınılmazdır.
Foam Rollerın (FR) kas dengesizliklerini düzelttiği, kas ağrısını hafiflettiği,
eklem stresini hafiflettiği, nöromusküler verimliliği ve hareket aralığını iyileştirdiği
iddia edilerek, bir fiziksel aktivite sonrasında genellikle bir toparlanma aracı olarak
kullanılmaktadır (Barnes, 1997, s. 231-238; Curran, Fiore ve Crisco, 2008, s. 432-442;
Macdonald vd., 2014, s. 131). Foam rollerın fizyolojik etkilerin yanı sıra yorgunluk
hissini azaltarak sporcuların moral ve motivasyon artışını sağladığı ve ergojenik etki
yarattığı da ortaya koyulmuştur (Ogai vd., 2008, s. 535; Weerapong, Hume ve Kolt,
2005, s. 235-256; Weinberg, Jackson ve Kolodny, 1988, s. 202-211).
46
Son zamanlarda, foam roller ile titreşimi birleştiren titreşimli foam roller
ekipmanları da popüler hale gelmeye başlamıştır. Literatürde yer alan çalışmalar,
titreşim simülasyonunun da egzersiz sonrası yorgunluğu ve kas ağrısını azalttığını
doğrulamıştır (Fagnani, vd., 2006, s. 960; Imtiyaz, Veqar ve Shareef, 2014, s. 133-136).
Ayrıca titreşim, lokal kaslardaki kan dolaşımını arttırmaktadır (Maloney-Hinds,
Petrofsky ve Zimmerman, 2008, s. 112-116).
Köpük silindirlerin ve titreşim simülasyonunun faydalarını birleştiren titreşimli
foam rollerlar (VR'ler), kendi kendine myofasyal gevşeme için kullanılmaktadır.
Titreşim uyarımı golgiyi uyarır, kas kasılmasını engeller ve kas gevşemesini destekler.
VR'leri içeren çalışmalar, VR'lerin kasların esnekliğini ve eklem hareket açısını
artırdığını ve ağrıyı azalttığını göstermektedir (Cheatham, Stull ve Kolber, 2019, s. 39-
45; De Benito, 2019, s. 8000; Han, Lee ve Lee, 2017, s. 1844-1847; Garcia- Gutierrez,
vd., 2018, s. 262-267; Lee, vd ., 2018, s. 2580; Lim ve Park, 2019, s. 50-54; Lim, Park
ve Kim, 2019, s. 560-565; Lin, Lee ve Chang, 2020, s. 425-428; Romero-Moraleda, vd.,
2019, s. 172-180).
Mikro dolaşım için, cilt kan akışı (SBF), atık ürünleri uzaklaştırırken ve
organizma etrafına sinyal moleküllerini dağıtırken dokulara hayati oksijen ve besinler
sağlar. Önceki çalışmalar, titreşim simülasyonunun kas sıcaklığını ve cilt kanını
arttırdığını göstermiştir. Ayrıca, egzersiz sonrası gecikmiş kas ağrısını azaltır. Bu akut
fizyolojik reaksiyon mekanizması, kas iyileşmesi ile ilgilidir (Fuller, vd., 2012, s. 1-10;
Lohman, vd., 2011, s. 72-81; Lohman, vd., 2012, s. 415-424: Tzen, vd., 2018, s. 13;
Zange, vd., 2014, s. 1005-1012). Çeşitli mekanizmalar da köpük yuvarlamanın neden
egzersiz sonrası 72 saat boyunca kas hassasiyetini ve performansı iyileştirdiğini
açıklayabilmektedir. En yaygın mekanizmalar, ödemin azalması, kan laktat
uzaklaştırmasının artması ve doku iyileşmesinin artmasıdır (Beachle ve Earle, 2008, s.
350). Bunlar esas olarak kas kan akışındaki artıştan kaynaklanır (Cafarelli, ve Flint,
1992, s. 1; Hovind ve Nielsen, 1974, s. 74-77). Masajla kas kan akışı oksijen dağıtımını
da artırır, bu da adenozin trifosfatın yeniden sentezini ve kalsiyumun sarkoplazmik
retikuluma aktif taşınmasını teşvik eder (Armstrong, 1984, s. 529).
47
İKİNCİ BÖLÜM
GEREÇ VE YÖNTEM
48
2.1. EVREN VE ÖRNEKLEM
2.1.1. Evren
Araştırmanın evrenini, U23 Kadınlar Türkiye Güreş Şampiyonası’nda aktif
olarak mücadele eden sporcular oluşturmuştur.
2.1.2. Örneklem
Araştırma, U23 Kadınlar Türkiye Güreş Şampiyonası’nda mücadele eden
Antalya Asat Spor Kulübü’nde bulunan 10 elit kadın güreşçi üzerinde uygulanmıştır.
Gerçekleştirdiğimiz çalışmada, sporcuların yaş ortalaması 18.80±2.616 yıl; antrenman
yaşı ortalaması 5.40±2.951 yıl; boy uzunlukları ortalaması 166.50±5.759 cm ve vücut
ağırlığı ortalaması 60.30±5.229 kg olarak bulunmuştur. Sporcuların çalışma esnasında
veya öncesinde çalışmayı etkileyebilecek herhangi bir ağır egzersiz yapmamış, herhangi
bir suplement ve alkol almamışlardır. Sporcuların tamamı bu çalışmaya gönüllü olarak
katılmışlardır. Sakatlıklarının olan sporcular bu çalışmaya dahil edilmemişlerdir (Ek-2
Bilgilendirilmiş Gönüllü Onam Formu).
2.2. PROTOKOL
Araştırmaya başlamadan önce, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, Sosyal ve
Beşerî Bilimler Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği Kurulu'ndan etik kurul onayı
alınmıştır (Ek-1 Etik Kurulu Kararı). Sonrasında araştırma için 3 gün sürecek
çalışmaların veri formu hazırlanmıştır (Ek-3 Veri Toplama Formu). Veri formunun ilk
bölümünde, sporcuların demografik ve fiziksel özellikleri (sporcuların adı, soyadı, yaşı,
antrenman yaşı, vücut ağırlığı, boy uzunluğu değerleri ve regl görme dönemleri); ikinci
bölümünde 3 müsabaka üzerinden uygulanacak olan çalışma protokolüne uygun
biçimde düzenlenmiş müsabaka öncesi, sonrası ve toparlanma sonrası olarak ölçümleri
alınacak olan fizyolojik parametreler (laktat, vücut sıcaklığı, sistolik - diastolik kan
basıncı, kalp atım sayısı ve oksijen saturasyonu ölçümleri) ile ilgili başlıklar yer
almıştır.
Testler için gerekli malzemeler, kriterlere uygun olacak şekilde Kütahya
Dumlupınar Üniversitesi ve Afyon Kocatepe Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi'nden
temin edilmiştir. Sporcularla ilgili bilgileri derleme ve salonda yapılacak ölçümlerle
ilgili olarak alanında master derecelerini tamamlayan 3 ve farklı üniversitelerde görev
49
yapan öğretim üyelerinden 2, toplamda 5 kişilik gönüllü bir ekip oluşturulmuştur.
Ölçümlerde görev alan öğretim elemanları ve antrenörler ile bilgilendirme toplantısı
yapılmış, ölçümlerle ilgili ayrıntılı açıklama ve uygulamalar yaptırılmıştır.
Çalışmada yer alacak sporcular belirlendikten sonra, örneklemi oluşturan 10
kişilik sporcu grubu ve antrenörler bir hafta öncesinden çalışmanın içeriği, amacı,
önemi ve test prosedürü hakkında tez sahibi tarafından bilgilendirilmiş, doğru SMR
tekniğini öğretebilmek için pratikler yaptırılmış ve sporculardan gerekli izinler
alınmıştır (Ek-2 Bilgilendirilmiş Gönüllü Onam Formu). Ayrıca sporcular bu süreçte
uyarılmış, araştırma süresince herhangi bir ilaç ve performans artırıcı ergojenik destek
almamaları ve yoğun egzersiz yapmamaları istenmiştir. Uygulanacak protokollerde; 1.
uygulama pasif toparlanma (PT), 2. uygulama aktif toparlanma (AT) ve 3. uygulama
titreşimli foamroller ile toparlanma (TFRT) olarak belirlenmiştir.
Çalışma sporcuların devam eden sezonları içerisinde yapılacak şekilde
planlanmıştı, ancak pandemi sürecinden kaynaklı olarak yeni düzenlenen müsabaka
takvimine göre yeniden planlandı. Bu plan kapsamında çalışma, müsabakalar
sporcuların kuvvet, dayanıklılık gibi temel motorik özellik değişimlerinin dengede
olduğu bir dönem olan ekim ayında gerçekleştirilmiştir.
İlgili formun imzalanmasının ardından, çalışmaya katılacak sporcular ölçüm ve
müsabakalar için, Antalya Spor Salonu’na getirilmiştir. Tesiste öncelikli olarak
sporcularla ilgili genel bilgiler veri formuna girildikten sonra, sırası ile vücut ağırlığı,
boy uzunluğu ölçümleri alınmış ve veri formuna kaydedilmiştir. Daha sonra aynı gün
tesiste yer alan salonda 1. uygulama protokolü için yaptıkları 3 müsabakada da
sporcuların müsabaka öncesi, sonrası ve toparlanma protokolü sonrası sırası ile; laktat,
vücut sıcaklığı, sistolik-diastolik kan basıncı, oksijen saturasyonu ve kalp atım hızları
ölçümleri alınarak veri formuna kaydedilmiştir. Diğer toparlanma protokolleri için
ölçümler 48 saat arayla yapılmak suretiyle sporculara uygulanmıştır. Veri formuna
kaydedilen ölçümler MS, Excel tablolama programında düzenlenmiştir.
Laktat Alım Protokolü
Katılımcıların kan laktat düzeylerini ölçmek için bir laktat analizörü (Lactate
Scout) kullanıldı. Katılımcıların laktik asit (LA) konsantrasyonları, müsabaka öncesi
ısınma sonrasında, müsabaka sonrası ve toparlanma sonrası durumlarında ölçülmüştür.
3 er müsabaka yapılan bu protokolde toplamda 9 kez ölçülmüştür. LA ölçümleri,
50
katılımcıların üçüncü veya dördüncü el parmaklarının distal ucundan alınan kan
örnekleri kullanılarak yapıldı. Parmak uçları önce temizlenip ardından lanset ile delindi
(ilk damla kan silindi ve ikinci damla kullanıldı) ve strip kullanılarak kan laktat
ölçümleri yapıldı. Laktat analiz cihazı, kan alınmadan önce kontrol damlası kullanılarak
standardize edilmiştir (Ocak, vd., 2021, s. 712).
Şekil 2.1: Çalışma Dizaynı
Müsabaka Protokolü
Deneklere kıdemli hakemler yönetiminde 3 müsabaka yaptırılmıştır.
Müsabakalar FİLA kurallarına göre, 3’er dakikalık 2 devre olarak toplam 6
dakika, devreler arası dinlenmeler 30 saniye şeklinde yapılmıştır.
Müsabakalara saat 13.00’da başlanmıştır.
Birinci müsabaka ile ikinci müsabaka arasında 60 dakika; ikinci müsabaka ile
üçüncü müsabaka arasında 30 dakika dinlenme aralığı verilmiştir.
Isınma Protokolü
Katılımcılara müsabakalar öncesi ısınmaları için, ortalama 15 dakika süre
verilmiştir. Bu süre içerisinde 5 dakika jogging, 2 tekrar 20 m sprint, 2 tekrar 10 m
sprint, 5 dakika güreş branşına yönelik teknik uygulama yaptırılmış ve sonrasında 5
dakika dinlendirilerek müsabakaya tabi tutulmuşlardır.
Toparlanma Protokolleri
Çalışmada 3 ayrı toparlanma protokolü uygulanmıştır.
Pasif Toparlanma Yöntemi
Pasif toparlanma protokolünde, sporculara hiçbir uygulama yaptırılmamış,
müsabaka sonrasında sporcular 10 dakika süresince oturtularak dinlendirilmiştir.
51
Aktif Toparlanma Yöntemi
Aktif toparlanma yönteminde sporcular, müsabaka sonrasında toplam 10
dakika sürecek şekilde jog ve dinamik stretching hareketleri uygulamıştır. Dinamik
stretch protokollerinin çeşitli varyasyonları olmasına rağmen, çoğu sürekli ve ritmik
hareketleri içerir.
Dinamik stretch aynı zamanda diğer gerdirme müdahaleleriyle benzer
hareketler içermiş, ancak gerilme, kas aktivasyonu ve ritmik hareketler yoluyla elde
edilmiştir. Sporcular 2 dakikalık jogdan sonra aşağıdaki egzersizleri sırasıyla
gerçekleştirmiştir:
Ayak parmak ucuna dokunup günaydın pozisyonuna kalkarak birkaç adım
atma,
Öne ayak hamlesi yapıp vücutları çapraz olacak şekilde döndürüp normal
pozisyon alma (çift yönlü),
Açık bacak hareketine geçip sağ bacaktan sola bacağa esneyerek geçiş yapma,
Sumo duruşu ile yana uzanır pozisyonda gerdirme (çift yönlü),
Aşağı bakan köpek pozisyonuna geçme,
Kobra duruşunda gerdirme (ritmik bir şekilde),
Yere uzanmış halde kalça döndürme,
Kelebek hareketi,
Bacağı beşik gibi tutup salınma (çift yönlü),
Dizüstü oturur pozisyonda arka kol, ön kol ve boyun esnetmeleri,
Bitirişte yine ayak parmak ucuna dokunup günaydın pozisyonuna kalkarak
birkaç adım alma.
Titreşimli Foam Roller (TFR) ile Uygulanan Myofasyal Gevşeme Tekniği
ile Toparlanma
TFR uygulamasında katılımcılar, TFR cihazını uygulama yapılacak bölgenin
altına getirerek vücut ağırlıklarını da cihazın üzerine uygulayarak ileri geri hareket
etmişlerdir (Akyıldız vd. 2018, s. 219). TFR uygulamasında dinamik stretche benzer
şekilde,
Sırtüstü pozisyondayken trapezius, upper back, gluteal, hamstring ve calves
bölgeleri,
52
Yüzüstü pozisyondayken quadriceps, adductor, triceps brachi ve biceps brachi
bölgeleri ile latissimus dorsi kasları hedef alınmıştır.
Bu uygulama için Hyperice Vyper marka TFR kullanılmıştır.
Şekil 2.2: Hyperice Vyper Vibrating Foam Roller
Katılımcı, her bir kas grubu için 30 sn boyunca egzersizi gerçekleştirmiştir.
Kas grupları arasındaki değişimde 10 sn dinlenme verilmiştir. Uygulama bazı
bölgelerde (gluteal, adductor, latissimus dorsi, triceps brachi ve biceps brachi) iki
taraflı, bazı bölgelerde (calves, hamstring, quadriceps, trapezius, upper back) tek taraflı
olarak toplamda 15 farklı bölgeye uygulanmıştır.
Foamrollera vücut ağırlığını uygulamak ve gerektiği kadar ağırlığı dengelemek
için eller ve ayaklar kullanılarak sporculara ayarlama yaptırılmıştır.
Şekil 2.3: Foam Roller Egzersiz Bölgeleri
53
2.3. VERİ TOPLAMA ARAÇLARI
Sporcuların fiziksel ve fizyolojik parametrelerine ilişkin ölçümler yapılmıştır.
2.3.1. Boy ve Vücut Ağırlığı
Araştırmaya katılan sporcuların boy uzunlukları, 0,01 cm hassaslıkta Holtain
marka stadiometre ile ölçülmüş ve cm cinsinden kaydedilmiştir. Deneklerin vücut
ağırlığı ölçümleri ise, 0,01 kg hassaslığına sahip tartıda yapılmıştır ve kg cinsinden
kaydedilmiştir (Güler, 2018, s. 29).
2.3.2. Fizyolojik Ölçümler
2.3.2.1. Laktat Ölçümleri
Kan laktat örneklerindeki laktik asit analizi; yaptırılacak olan 3 müsabakada da
müsabaka öncesi (ısınma sonrası), müsabakanın hemen sonrası ve uygulanan
toparlanma yöntemi sonrasında olmak üzere 9 kez olmak üzere, 0.5 l kapiler kandan
enzimatik-amperometrik yöntemle 10 sn’ de laktik asit analizi yapan Hazır vd. (2010)
tarafından güvenirliği ve geçerliği test edilmiş, Lactate Scout (+) (LSP, SensLab GmbH,
Germany) marka taşınabilir laktat analizörü ile ölçülmüş ve sonuçlar (mmol/L) olarak
kaydedilmiştir.
Şekil 2.4: Lactate Scout Cihazı
2.3.2.2. Vücut Sıcaklığı Ölçümleri
Vücut sıcaklıkları 22ºC’lik ortamda, yaptırılacak olan 3 müsabakada da
müsabaka öncesi (ısınma sonrası), müsabakanın hemen sonrası ve uygulanan
54
toparlanma yöntemi sonrasında olmak üzere 9 kez, Medisana marka 48620 tabanca tip
infrared uzaktan ateş ölçer FTG ile alın bölgesinden ölçülmüş ve ºC olarak
kaydedilmiştir.
Şekil 2.5: Uzaktan Ateş Ölçer
2.3.2.3. Sistolik-Diastolik Kan Basıncı
Sistolik ve diastolik kan basıncı, yaptırılacak olan 3 müsabakada da müsabaka
öncesi (ısınma sonrası), müsabakanın hemen sonrası ve uygulanan toparlanma yöntemi
sonrasında olmak üzere 9 kez, Medisana 48626 MTL Kol Tipi Dijital Tansiyon Ölçme
Cihazı ile mmHg cinsinden ölçülmüş ve kaydedilmiştir.
Şekil 2.6: Sistolik – Diastolik Kan Basıncı Ölçüm Cihazı
2.3.2.4. Kalp Atım Sayısı Ölçümleri
Kalp atım hızı, adet döngüsünden etkilenmese de tüm kadın katılımcılar,
herhangi bir hormonal etkiden kaçınmak için döngünün erken foliküler fazında
55
incelenmiştir (Okamoto, Masuhara ve Ikuta, 2014, s. 70). Kalp atım sayıları (KAH),
yaptırılacak olan 3 müsabakada da müsabaka öncesi (ısınma sonrası), müsabakanın
hemen sonrası ve uygulanan toparlanma yönteminden sonra Medisana 48626 MTL Kol
Tipi Dijital Tansiyon Ölçme Cihazı ile ölçülmüş ve değerler atım/dk olarak veri
formuna kaydedilmiştir.
Şekil 2.7: Kalp Atım Hızı Ölçüm Cihazı
2.3.2.5. Oksijen Satürasyonu Ölçümleri
Pulse Oksimetre; arteriyel atımı olan arterlerdeki farklı hemoglobinlerin ışık
emilimlerini kaydederek arteriyel kandaki oksijen