Content uploaded by Mehmet Şirin Filiz
Author content
All content in this area was uploaded by Mehmet Şirin Filiz on Apr 15, 2023
Content may be subject to copyright.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
EĞİTİMİN KÜLTÜREL TEMELLERİ ANABİLİM DALI
EĞİTİM FELSEFESİ PROGRAMI
LİBERAL MİLLİYETÇİLİK, ANAYASAL
YURTSEVERLİK VE İSLAMCILIK AÇISINDAN
TÜRKİYE’DE MİLLİ EĞİTİM (2002-2022)
DOKTORA TEZİ
MEHMET ŞİRİN FİLİZ
ANKARA
KASIM, 2022
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
EĞİTİMİN KÜLTÜREL TEMELLERİ ANABİLİM DALI
EĞİTİM FELSEFESİ PROGRAMI
LİBERAL MİLLİYETÇİLİK, ANAYASAL YURTSEVERLİK
VE İSLAMCILIK AÇISINDAN TÜRKİYE’DE MİLLİ
EĞİTİM (2002-2022)
DOKTORA TEZİ
MEHMET ŞİRİN FİLİZ
DANIŞMAN: PROF. DR. HASAN ÜNDER
ANKARA
KASIM, 2022
iii
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Müdürlüğüne,
Mehmet Şirin Filiz adlı öğrencinin hazırladığı “Liberal Milliyetçilik, Anayasal Yurtseverlik
ve İslamcılık Açısından Türkiye’de Milli Eğitim (2002-2022)” başlıklı bu çalışma Eğitim
Eğitimin Kültürel Temelleri Anabilim Dalı/ Eğitim Felsefesi Programı’nda jüri üyelerince
oy çokluğu ile Doktora Tezi olarak kabul edilmiştir.
Jüri Üyeleri İmza
Başkan Prof. Dr. Şeref Halil Turan ……………………..
Üye Prof. Dr. Hasan Ünder ……………………..
Üye Prof. Dr. Mustafa Şen ……………………..
Üye Doç. Dr. Raşit Çelik ……………………..
Üye Doç. Dr. Cengiz Aslan ……………………..
ONAY
Bu tez Ankara Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Öğretim Yönetmeliği’nin ilgili maddeleri
uyarınca, jüri üyeleri tarafından …/…/20... tarihinde, Enstitü Yönetim Kurulu tarafından ise
…/…/20... tarihinde kabul edilmiştir.
……………………………………
Prof. Dr. İlhan YALÇIN
Eğitim Bilimleri Enstitüsü Müdürü
iv
ETİK İLKELERE UYGUNLUK BİLDİRİMİ
Tez içindeki bütün bilgileri akademik yazım kurallarına uygun biçimde raporlaştırdığımı
ve bunları etik ilkelere (atıfta bulunulan tüm yapıtlara kaynaklarda yer verilmesi, tezde
kullanılan bilgi ve belgelere resmi yollarla ulaşılması ve bunların aslı bozulmadan
kullanılması vb.) uygun olarak elde ettiğimi ve sunduğumu bildiririm.
İmza
Mehmet Şirin Filiz
v
ÖZET
LİBERAL MİLLİYETÇİLİK, ANAYASAL YURTSEVERLİK VE İSLAMCILIK
AÇISINDAN TÜRKİYE’DE MİLLİ EĞİTİM (2002-2022)
FİLİZ, Mehmet Şirin
Doktora Tezi, Eğitimin Kültürel Temelleri Anabilim Dalı
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Hasan ÜNDER
Kasım, 2022, xii + 193 Sayfa
Milliyetçiliğin yurttaşlar arasında dayanışmayı sağlama gibi güçlü yönleri olduğu gibi
homojenleştirici bir yönü olması nedeniyle farklı alt kimlikleri görmezden gelebilmektedir.
Bu nedenle bir yandan farklılıklara saygı duyulurken bir yandan da ortak bir kamusal
kültürün nasıl inşa edileceği siyaset felsefecilerin tartıştıkları önemli sorunlardan biridir. Bu
tartışmalara kuramsal olarak “Liberal Milliyetçilik” ve “Anayasal Yurtseverlik” kuramları
önemli katkılarda bulunmaktadırlar. Türkiye’de de siyasal alanda olduğu gibi eğitim alanında
da benzer bir tartışmaya rastlanmaktadır. Bu bağlamda İslamcı köklere sahip olmasına
rağmen AK Parti iktidara geldiği ilk yıllarda farklılıklara saygılı bir yurttaşlık düşüncesi inşa
edeceğini vaat ettiği için AK Parti’nin en çok müdahale ettiği alanlardan biri de eğitimdir.
Bu çalışma AK Parti dönemi eğitim politikalarını “Liberal Milliyetçilik”, “Anayasal
yurtseverlik” ve “İslamcılık” çerçevesinde incelemeyi amaçlamaktadır.
Araştırmada nitel araştırma durum çalışması deseni kullanılmıştır. Çalışmanın
verilerini AK Parti döneminde görev almış bakanların, parti sözcülerinin ve İslamcı
aydınların düşünceleri, mevzuat değişiklikleri ile birlikte farklı kademelerden ders kitapları
ve şura kararları oluşturmaktadır. Ders kitapları ve şura kararları içerik analizi tekniğiyle
incelenmiştir.
AK Parti’nin iktidara geldiği ilk yıllarda muhafazakâr demokrasi söylemini
benimseyerek eğitimde liberal bir dil ve söylem benimsendiği, 2011 yılından itibaren ise dini
vi
söylemler kullanıldığı, 2016 yılından günümüze ise milliyetçi bir dil kullanıldığı sonuçlarına
varılmıştır. AK Parti iktidara ilk geldiği yıllarda demokratik çoğulcu bir eğitim inşa etmeyi
vaat etmiş ancak bunu başaramamıştır. Çalışmada “Liberal milliyetçilik” ve “Anayasal
Yurtseverlik” kuramları çerçevesinde eğitimin toplumsal dayanışmayı sağlamada önemli bir
rolü olduğunu bununla beraber toplumsal dayanışmanın farklı kimlikleri de içerecek
demokratik bir temelde inşa edilmesi gerektiği önerilmektedir.
Anahtar Sözcükler: Liberal Milliyetçilik, Anayasal Yurtseverlik, İslamcılık
vii
ABSTRACT
IN TERMS OF LIBERAL NATIONALISM, CONSTITUTIONAL PATRIOTISM
AND ISLAMISM EDUCATION IN TURKEY (2002-2022)
FİLİZ, Mehmet Şirin
Dissertation, The Department of Cultural Fundamental of Education
Supervisor: Prof. Dr. Hasan ÜNDER
November, 2022, xii + 193 Pages
Nationalism has strong aspects such as providing solidarity among citizens, however,
it can ignore different sub-identities due to its homogenizing purpose. For this reason, how
to build a common public culture while respecting differences is one of the important issues
discussed by political philosophers. Theoretically, “Liberal Nationalism” and “Constitutional
Patriotism” make important contributions to these discussions. In Turkey, a similar
discussion can be seen in the field of education as well as in the political field. In this context,
although AK Party has Islamic roots, it promised to build a citizenship idea that respects
differences in the first years it came to power, one of the fields in which the AK Party
intervened most is education.
This study aims to discuss the policies of education in the AK Party governing period
within the framework of “Liberal Nationalism”, Constitutional Patriotism” and Islamism.
Qualitative research case study design was used in the research. The data sources of the study
consist of the thoughts of the ministers, party spokesmen and Islamist intellectuals who
served in the AK Party governing period, legislative changes, textbooks from different levels
and council decisions. Textbooks and council decisions were analyzed by content analysis
technique.
viii
It has been concluded that in the first years when the AK Party came to power, a liberal
language and discourse was adopted in education by adopting the conservative democracy
discourse, religious discourses were used since 2011, and a nationalist language has been
used since 2016. In the first years when the AK Party came to power, it promised to build a
democratic pluralistic education, but failed to do so. In the study, it is suggested that
education has an important role in providing social solidarity within the framework of
"Liberal nationalism" and "Constitutional patriotism" theories, and that social solidarity
should be built on a democratic basis that will include different identities.
Key Words: Liberal Nationalism, Constitutional Patriotism, Islamism
ix
ÖNSÖZ
Bu çalışmaya başlamadan önce eğitim ve çokkültürlülük ilişkisi ilgi duyduğum
konuların başında geliyordu ancak değerli hocam Prof. Dr. Hasan Ünder’in tavsiyesiyle
“Liberal Milliyetçilik” üzerine okumalar yapmaya başladığımda hem çokkültürlülük hem de
milliyetçilik üzerine düşüncelerim oldukça değişti. Bu okumalar sırasında oldukça geniş bir
literatür ile karşı karşıya kaldığımı fark ettim. Bu tartışmalar beni “Liberal Milliyetçilik” ile
birlikte “Anayasal Yurtseverlik” kuramına yönlendirdi. Kuramsal tartışmalar ile birlikte, bir
yandan Türkiye siyasal tarihini öbür yandan da bu siyasal tarihin eğitime olan etkilerini
araştırmak oldukça yorucu bir süreç oldu benim için. Bu açıdan bütün bu süreç boyunca
tavsiyeleri ile hem çalışmama büyük katkılar sunan hem de yön veren saygıdeğer hocam
Prof. Dr. Hasan Ünder’e teşekkür ederim. Aynı zamanda çalışmam boyunca hem eleştirileri
ile hem de tavsiyeleri ile çalışmama önemli katkılar sunan Prof. Dr. Mustafa Şen hocama
teşekkür ederim.
Mehmet Şirin Filiz
Kasım, 2022
Ankara
x
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ETİK İLKELERE UYGUNLUK BİLDİRİMİ ................................................................. iv
ÖZET ..................................................................................................................................... v
ABSTRACT ........................................................................................................................ vii
ÖNSÖZ ................................................................................................................................. ix
İÇİNDEKİLER ..................................................................................................................... x
TABLOLAR DİZİNİ ........................................................................................................ xiii
ŞEKİLLER DİZİNİ .......................................................................................................... xiii
BÖLÜM 1 .............................................................................................................................. 1
GİRİŞ ..................................................................................................................................... 1
Problem ............................................................................................................................... 1
Amaç ................................................................................................................................... 6
Önem ................................................................................................................................. 10
Sınırlılıklar ........................................................................................................................ 11
BÖLÜM 2 ............................................................................................................................ 12
KURAMSAL ÇERÇEVE .................................................................................................. 12
Milliyetçilik ...................................................................................................................... 12
Etnik Milliyetçilik ......................................................................................................... 14
İlkçilik (Primordializm) ............................................................................................. 16
Tarihsel Anavatan ...................................................................................................... 17
Etnik Devlet ............................................................................................................... 18
Yurttaş (Civic) Milliyetçiliği ......................................................................................... 19
Toplum Sözleşmesi ................................................................................................... 20
Nötr Devlet ................................................................................................................ 23
Liberal Milliyetçilik ...................................................................................................... 27
Kimlik Politikaları ..................................................................................................... 30
Çokkültürlülük ........................................................................................................... 31
Cemaatleşmeye Engel Oma ....................................................................................... 33
xi
Yurttaşlar Arası Dayanışma....................................................................................... 35
Anayasal Yurtseverlik ................................................................................................... 38
Rawls’ın Düşünce Deneyi Gerçekçi Bir Ütopya ....................................................... 40
Habermas’ın İletişimsel Eylemi ................................................................................ 42
Tartışmacı Demokrasi................................................................................................ 44
Yurttaşları Birbirine Bağlayan Rabıta Olarak Anayasa ............................................ 45
Osmanlıcılık’tan Türk İslamcılığ’a Türk Ulusal Kimliğinin Dönüşümü ...................... 49
Osmanlıcılık .............................................................................................................. 49
İslamcılık ................................................................................................................... 52
Türkçülük-Turancılık................................................................................................. 55
Atatürk Milliyetçiliği ................................................................................................. 58
Anadoluculuk ............................................................................................................ 61
Türk İslamcılık .......................................................................................................... 63
BÖLÜM 3 ............................................................................................................................ 68
YÖNTEM ............................................................................................................................ 68
Araştırmanın Modeli ......................................................................................................... 68
Evren ve Örneklem ........................................................................................................... 70
Verilerin Toplanması ........................................................................................................ 72
Verilerin Çözümlenmesi ................................................................................................... 72
BÖLÜM 4 ............................................................................................................................ 76
BULGULAR VE YORUMLAR ........................................................................................ 76
Liberal Milliyetçilik ve Eğitim ......................................................................................... 76
Anayasal Yurtseverlik ve Eğitim ...................................................................................... 81
Millî Görüş Hareketi’nden Muhafazakâr Demokrasiye ................................................... 84
Yurttaşlığın Etnik Temelleri.......................................................................................... 88
Etkin Yurttaşlık ............................................................................................................. 93
Katılımcı Demokrasi ..................................................................................................... 96
Eğitimde Kimlik Politikaları ....................................................................................... 102
Kürtler ...................................................................................................................... 104
Seçmeli Yaşayan Diller Dersi .............................................................................. 108
Andımız’ın Kaldırılması ...................................................................................... 111
Aleviler .................................................................................................................... 113
Başörtülü Kadınlar ................................................................................................... 117
xii
Gayrı Müslimler ...................................................................................................... 123
Mülteciler, Göçmenler ............................................................................................. 124
Küreselleşme ............................................................................................................... 127
Muhafazakâr Demokrasiden İslamcılığa ........................................................................ 132
İmam Hatip Okulları ................................................................................................... 136
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi............................................................................. 144
İslamcılıktan Milliyetçiliğe ............................................................................................. 148
Yeni Osmanlılık .......................................................................................................... 150
Milli Bayramlar ........................................................................................................... 153
BÖLÜM 5 .......................................................................................................................... 156
SONUÇLAR VE ÖNERİLER ......................................................................................... 156
Sonuçlar .......................................................................................................................... 156
Öneriler ........................................................................................................................... 158
KAYNAKLAR .................................................................................................................. 162
EKLER .............................................................................................................................. 189
EK 1. Etik Kurul Onay ................................................................................................... 190
BENZERLİK BİLDİRİMİ .............................................................................................. 191
ÖZGEÇMİŞ ...................................................................................................................... 192
xiii
TABLOLAR DİZİNİ
Tablo Sayfa
Tablo 1. Liberal Milliyetçilik, Anayasal Yurtseverlik ve İslamcılık Arasındaki Temel
Farklılıklar ............................................................................................................................ 65
Tablo 2. İncelenen Ders Kitapları......................................................................................... 71
Tablo 3. İmam Hatip Ortaokulları Yıllara Göre Öğrenci Sayısı ........................................ 139
Tablo 4. İmam Hatip Liselerinin Yıllara Göre Öğrenci Sayısı .......................................... 139
ŞEKİLLER DİZİNİ
Şekil Sayfa
Şekil 1. Türklüğün Bölgeleri ......................................................................................... 90
1
BÖLÜM 1
GİRİŞ
Bu bölümde araştırmanın problemine, amaçlarına, önem ve sınırlılıklarına yer
verilmiştir.
Problem
Modern devletler kamusal yaşamın sürekliliği için gerekli olduğu düşüncesiyle
yurttaşlarının ulusal kimliğe sahip olması için çaba gösterirler. Öte yandan nerdeyse dünya
üzerinde homojen bir ulus veya ulusal kimlik yoktur. Ulusal kimlikler sabit değildirler ve
çoğunlukla da siyasal mücadeleler yoluyla değişip dönüşmektedirler (Miller, 1995, s. 40).
Yurttaşlar ulusal kimliğin dışında da farklı etnik, dini ya da kültürel kimliklere de sahip
olabilirler. Bu kimlikler birbirleri ile zaman zaman çatışabilir ve o kimliklerden biri bütün
kimlikleri kendi içerisinde barındırma iddiası ile öne çıkarak daha alt kimlikleri görmezden
gelebilir (Smith, 1994, s. 20). Bu kimlik yerel kültürel grup bağlarından farklı olarak daha
büyük insan gruplarını içerip yüksek bir kültür olduğu iddiası ile ortaya çıktığı zaman ise
milliyetçiliğe evrilir. Gellner’e (2012, s. 66-69) göre ulus böyle bir “yüksek kültüre” ihtiyaç
duyar, politik bir birim olarak devlet de bu yüksek kültürün koruyucusudur. Bu nedenle
modern ulus devletler belirli bir din, etnik grup ya da kültürü koruyan bir görünüm
kazanırken diğer alt kimlikleri görmezden gelmektedir. Bunun sonucunda da görmezlikten
gelinen kimliklerin de kabul edebileceği kapsayıcı bir ulusal anlatı oluşturamamakta ve bu
alt kimlikler kamusal alanda tanınmayı talep etmektedirler.
Tanınma (recognition) politikalarının savunucularından biri olan Taylor (1994, s. 28)
alt kimliklerin kamusal alanlarda tanımasının önemli olduğunu çünkü siyasal ve kültürel
tanınmanın temelde bu kimliklere mensup olan kişilerin bireysel kimliklerinin gelişimi
açısından önemli olduğunu ifade etmektedir. Bu talepler her ne kadar demokratik talepler
olsalar da yurttaşlığın yeniden tanımlanmasına yönelik olmaları nedeniyle siyasal alanda
krize neden olabilmektedirler. Balibar (2016, s. 76) bunun nedenin yurttaşlık tanımlarının
2
kendi içinde bir dışlama mekanizmasını da barındırabilmesi olduğunu söyler; çünkü kurucu
unsur olduğu düşünülen yurttaşlar karar alma mekanizmalarında eşit değerde söz sahibi
değillerdir. Bu durum ulusal kimliğin savunucuları olarak görülen milliyetçiler ile farklı
kimliklerin kamusal alanlarda tanınması gerektiğini savunan alt kimliklere mensup kişiler
arasında anlaşmazlığın temel kaynağıdır.
Kendilerini milliyetçi olarak tanımlayanlar, alt kimliklerin kamusal alanda tanınmasının
ulusal kimliği aşındıracağını düşünmektedirler. Bu genellikle temelsiz bir endişe değildir;
çünkü günümüzde birçok ulus devlet, mikro milliyetçilikler ile mücadele etmek zorunda
kalmaktadırlar. Bu milliyetçilikler ister şiddet içersin isterse de barışçıl olsun birçok devlet
için varoluşsal bir sorun olarak görülmektedirler. Bu devletlerin birçoğu bu milliyetçiliklerin
taleplerini karşılayamazlar; çünkü çatışan milliyetçilikler arasındaki çelişkileri gidermek
oldukça güçtür. Geçmişte modernliğin sembolü olan ulus devlet bugün hem içerde artan
çokkültürlülük durumu hem de küreselleşmenin getirdiği sorunlar karşısında zor zamanlar
yaşamaktalardır. Bu durum günümüzde özellikle de homojen olmayan ulus devletlerin başa
çıkması gereken başat problemlerden biridir (Miller, 2005, s. 2).
Ulus devletler alt kimlikleri yurttaşlık potasında eritmeyi amaçlamaktalardır. Pek çok
ulus devlet bunda başarılı olsa bile Eriksen’in (2004, s. 12) de ifade ettiği gibi modern
zamanlarda yok olması ya da en azından zayıflaması beklenen etnik ya da dini kültürler
canlanmaktadırlar. Habermas (2012, s. 25-26) da benzer bir şekilde günümüzün dünyasında
homojen bir ulus devletin artık var olmayacağı gerçeğine dikkat çekmektedir. Bununla
beraber Touraine’e (1997, s. 159-160) göre milliyetçi ideoloji bu farklılıklara cevap vermek
yerine çoğu zaman tek bir lider, tek kültür, tek halk etrafında toplumu zorunlu bir şekilde bir
araya getirmeye zorlayacak bir ideolojiye dönüşmektedir.
Milliyetçiliğin homojenleştirme amacı olması nedeniyle bu ideolojiye günümüzün
dünyasında yer olmadığını savunan Post-modernizmin ve küreselleşmenin savunucuları
çağdaş birey için artık yerel kültürel bağların bir önemi olmadığını dünyanın kozmopolit
olduğunu iddia etmektedirler. Benhabib (2006, s. 183) bu tartışmalardan yola çıkarak ulus
devletlerin demografik yapıları hızlı değişirken bireylerin artık aynı anda birçok kimliğin
taşıyıcısı haline geldiğini ifade etmektedir. Vatandaşlık olgusu hızla değişirken kozmopolit
bir hale gelen dünyada yurttaşların ülkeye demokratik bağlılıklarının geliştirilmesi gereklidir.
3
Milliyetçilik, otoriter bir ideoloji olarak görülürken genellikle milliyetçilikle eş anlamlı
kullanılan yurtseverlik ise daha olumlu bir çağrışıma sahiptir. Yurtseverlikte belirli bir toprak
parçasına ve orada yaşayan insanlara karşı siyasal bağlılık önemli olmakla beraber etnik
bağlar geri planda bırakılır. Yurtseverlik açısından sadakat, belirli bir kültüre ya da etnik
gruba değil yurttaşların elbirliği ile inşa ettikleri politik kurumlara olmalıdır. Bununla beraber
her iki ideoloji de kolektif kimlikler olarak halen insanların yaşamında önemli bir rol
oynamaktadır.
Smith’in (2002a, s. 176-177) de ifade ettiği gibi milliyetçilik belirli bir insan topluluğunu
bir toprak parçası üzerinde kardeş haline getirip dayanışma ağlarını sağlamada halen güçlü
bir ideolojidir. Bunun en önemli nedenlerinden biri belirli bir topluma ait olma anlamında
yurttaşlık fikrinin halen insanların bireysel kimliğinin gelişiminde önemli bir rol
oynamasıdır. Viroli (1997) bu çerçevede hem milliyetçilik hem de yurtseverlik duygularının
yurttaşların bir ülkeye onun politik kurumlarına bağlılıklarını sağlamak, bir toplumu bir arada
tutabilmek, toplumsal dayanışmayı güçlendirmek gibi güçlü yanlarına dikkat çekerek bu
duyguların toplumsal yaşamın sürekliliği açısından önemine dikkat çekmektedir. Bununla
birlikte kimlikleri kamusal alanların dışına itilen kişilerin ulusal bağlılıklarının nasıl
sağlanabileceği ise günümüzde özellikle de siyaset felsefecilerinin uğraşmak zorunda
kaldıkları en önemli sorunlardan biridir. MacCormick (2002, s. 177) bu sorundan yola
çıkarak çağdaş dünyada milliyetçiliğin özgür toplum ve adalet ilkeleri makul ölçüde
uzlaştırılabilmesinin yollarının aranması temel bir ihtiyaç olduğunu ifade etmektedir.
Siyasal alanda yapılan bu tartışmaların etkilerinin doğrudan görüldüğü alanlardan biri
de eğitimdir. Eğitim ulusal dayanışmanın sağlanmasında önemli araçlardan biridir. Eğitim
milliyetçi düşüncede ulusu mobilize etme de ortak, dil ve tarihi yaymada ve ortak bilinç
oluşturmada kullanılan önemli araçlardan biridir (Smith, 2002b, s. 180). Bu düşüncenin
öncülerinden biri olan Durkheim’e (2016) göre toplum canlı bir organizmadır ve bu
organizmanın yaşayabilmesi için toplumsal dayanışmaya ihtiyaç duyar. Ona göre Fransız
toplumunun oldukça dağınıktır ve toplumsal dayanışma eğitim aracılığıyla sağlanabilir
çünkü eğitim toplumsal bir olaydır. Eğitimin gelecek nesilleri toplumsallaştırma gibi bir
görevi vardır.
4
Milliyetçilik, ulusal dayanışmayı sağlayabilecek önemli araçlardan biridir. Bu nedenle
Dewey’in (1996, s. 104) de ifade ettiği gibi tarihsel açıdan devlet destekli eğitim tarihinin,
milliyetçilik hareketleri ile eş zamanlı olması bir tesadüf değildir. Özellikle Alman düşünce
geleneği açısından insanlık yerini ulusa; dünya yurttaşlığı düşüncesi yerine devlet yurttaşı
ikame edildi. Eğitim tamamıyla devlet tekelinde olması gereken bir kurum olarak tasarlandı.
Devlet sadece okulun maddi imkânlarını karşılamakla kalmadı ayrıca onun amaçlarını da
belirledi. Bu amaçlar iyi yurttaş, asker ve yönetici yetiştirmekti. Bu bağlamda Weber’in
(1976) gösterdiği gibi farklı kültürlerin Fransız ulusal kimliğini zayıflatacağı
düşünülmekteydi. Ulusal birliğin sağlanması için Fransız ulusal kültürünün kırsal alanlara da
yayılması gerekmekteydi, bu şekilde cahil köylülerden vatansever Fransızlar
yaratılabilecekti. Fransız insanı, yaratmanın en önemli araçlarından biri de eğitimdi.
Ancak eğitim aracılığıyla dayanışma ağları örülürken genellikle alt kimlikler yok olma
riskiyle karşılaşırlar; çünkü milliyetçiliğin otoriter biçimleri genellikle ulusal kimliği eğitim
aracılığıyla yayarak alt kimlikler ile ulusal kimlik arasında var olan gerilimi ulusal kimlik
lehine çözmeye çalışırlar. Bu çoğu zaman oldukça doğal bir durum olarak görülür. Mill
(2001, s. 185) gibi liberaller bile alt kimliklerin ilerlemenin önünde bir engel olduğunu
düşünmekteydiler. Ona göre Fransız olmak Breton ya da Bask olmaktan daha önemliydi
dolayısıyla bu kimlikler göz ardı edilebilirdi.
Ulus devletlerin kendi sınırları içerisinde yaşayan etnik, kültürel ya da dinsel kimlikleri
eğitim aracılığıyla asimile etme çabaları her koşulda Fransa örneğinde olduğu gibi başarıya
ulaşamayabilir. Eğitimin birleştirilmesi tek bir tarih ve kültürel anlatıyı zorunlu kıldı. Simith
(2002a, s. 106) bu nedenle bazı durumlarda ulus devletlerin eğitim uygulamaları periferide
yaşayan dezavantajlı grupların kendi kimliklerini keşfetmelerine neden olabileceğini ifade
etmektedir; çünkü bu gruplar eğitim konusunda ayrımcılığa uğradıklarını düşünürler. Bu
durum onları devletin meşru otoritesini sorgulamaya yöneltirken aynı zamanda ulus
devletlerin temel krizlerinden biri haline de getirmiştir.
Bu tartışmalardan yola çıkarak Miller (1999, s. 38) haklı olarak günümüzde toplumsal
adalet tartışmalarında eğitimin merkezi bir konum işgal ettiğini ifade eder; çünkü alt
kimliklere mensup olanlar çoğunlukla yok sayıldıkları ve adaletsizliğe uğradıkları duygusuna
kapılırlar. Moore’un (2004, s. 2-3) da ifade ettiği gibi bu kişiler kendi kültürlerini korumak
5
için eğitim özelinde farklı çabalar içerisine girmektedirler. Bu gruplara göre kamusal alanın,
temelde herkese eşit mesafede düzenlenmiş olduğu iddia edilse de gerçekte çoğunluğa göre
düzenlenmiştir. Bu gruplara göre onlar eşit vatandaşlık haklarına sahip değildirler; çünkü
kimlikleri kamusal alanın dışına itilmiştir. Bu nedenle kamusal alanlarda kendilerinin de ayrı
bir kimlik olarak tanınmalarını talep etmektedirler. Bunun içinde özellikle de Basklar,
Katalanlar gibi azınlık grupları çocuklarının kendi dilleri ile ve kültürleri hakkında eğitim
almaları için mücadele ettiler.
Alt kimliklere mensup çocuklar kamusal alanın dışına itildiklerinde ev ve aile içerisinde
sosyalleşmektedirler. Bu nedenle birçok ulusal ve dinsel azınlık kamusal eğitim ile mücadele
edebilmek için kendi okullarını kurmaya çabalamaktadırlar (Walzer, 1995, s. 181-184).
Bunların en bilinenlerinden biri ABD’deki Amish toplumudur. Amish toplumu, çocuklarının
kültürünü korumak için zorunlu eğitime karşı çıktılar; çünkü onlara göre zorunlu eğitim
Amish yaşam tarzına yok sayıyordu bu nedenle de uzun süre yargı mücadelesi verdiler
(Burtonwood, 2006, s. 21).
Bir diğer örnek ise Fransa’da 1989 yılında başlayan başörtüsü eylemleridir. Derslere
başörtüleri ile girmek için direnen başörtülü kızların eylemleri Fransa’da büyük yankı
uyandırdı. Benhabib (2006, s. 186-220) bu olaylardan yola çıkarak bir yandan iyi bir
Müslüman bir yandan iyi bir Fransız vatandaşı olmak arasındaki çelişkinin yurttaşlığın temel
krizlerinden biri olduğunu ifade etmektedir. Ona göre bu kriz aslında demokratik
yenilenmenin de bir zorunluluk olduğunu açığa çıkarmıştır. Bu tartışmalardan yola çıkarak
Ben-Porath (2012, s. 381) eğitimcilerin bir yandan toplumsal farklılıklara saygı duyarken
öbür yandan da nasıl ortak bir toplumsal temel inşa edilebileceği üzerine düşünmek zorunda
kaldığını ifade etmektedir.
Eğitim alanında kültürel gruplar arasında meydana gelen adaletsizliklerin genellikle çok-
kültürlü bir eğitim aracılığıyla giderilebileceği savunulmaktadır. Bununla beraber çok-
kültürlü eğitimin savunucuları politik düzenin devamını zaman zaman görmezden
gelmektedirler; çünkü farklılıklara saygı ve etnik baskılara karşı direnci öncelemektedirler.
Çok kültürlü eğitimin karşılaşmak zorunda olduğu temel sorun toplumsal kurumlarını
devamlılığının nasıl sağlanabileceğidir (Callan, 2002, s. 468). Dewey’in (1996, s. 6) de ifade
ettiği gibi toplumsal yaşam sürekli bir yenilenme sürecidir ve bu yenilenme toplumun her bir
6
üyesinin bu yaşama katılmasını sağlamak ile olur bu da ancak demokratik bir eğitim
aracılığıyla sağlanabilir.
Türkiye’de de benzer bir şekilde özgür ve rasyonel birey olarak yurttaş ile farklı
kimliklerin taşıyıcıları olarak yurttaş arasında gerilimler yaşanmaktadır. Bu çerçevede
periferide yaşayan kimliklerin eğitime yönelik talepleri göz ardı edilerek kamusal alanın
dışına itilebilmektedirler (Yavuz, 2009, s. 32). Tekeli (2011, s. 98-101) bu nedenle günümüze
kadar uzanan süreçte eğitim sistemimizin demokrat, farklılıklara saygılı yurttaş
yetiştiremediğini ifade etmektedir.
AK Parti iktidara geldiği ilk yıllarda bu sorunları çözeceğini iddia etti. AB üyelik
sürecinin ülkenin modernleşme sürecine katkı sağlayacağını dile getirerek Türk ulusal
kimliğini de dönüştürmeye çalıştı. Bu siyaset aracılığıyla Kürt sorunu, başörtüsü ve dini
eğitim gibi sorunları siyasetin merkezine taşıdı. Bu kimliklerin nasıl ulusal kimliğin bir
parçası olacağı sorunu, AK partinin ilgilenmesi gereken başat bir sorundu (Duran, 2010, s.
353-354).
AK partinin teorisyenlerinden biri olan Akdoğan (2004, s. 17-20) partinin manifestosu
sayılabilecek Muhafazakâr Demokrasi adlı çalışmasında devletin küçük ama etkili olmasını
yurttaşı tanımlamak yerine yurttaş tarafından tanımlanan bir devlet olması gerekliliğini
savunmaktadır. Bu bakış açısına göre etnik ve dini kimlik siyasetlerine uzak olmak ile
beraber bu kimliklerin demokratikleşme aracılığıyla birbirleri ile uzlaştırılabileceklerini iddia
etti. Bu çerçevede geçmişte MEB müsteşarı olan şimdi ise Hacı Bayram Veli Üniversitesi
rektörü olan Yusuf Tekin, (2018, s. 152) yeni eğitim sisteminin insan haklarını esas alan
demokratik, çoğulcu bir şekilde inşa edildiğini iddia etmektedir. Bu tartışmalardan yola
çıkarak bu çalışmanın problemi AK Parti’nin Akdoğan’ın iddia ettiği gibi ulusal kimlik ile
farklı alt kimlikler arasında var olan bu çelişkilerin giderilip, farklılıklara saygılı demokratik
bir yurttaşlık düşüncesinin inşa edilmesinde, eğitim alanında ne tür politikalar uyguladığıdır.
Amaç
Eğitim politikaları ile ilgili düşünceler, temelde, toplumsal olguları yakından inceleyen
ve alternatif toplum modelleri öneren siyasal ve sosyal teoriler ile yakından ilişkilidirler. Bu
nedenle eğitim araştırmacıları Derrida’dan Habermas’a kadar birçok filozofun
7
düşüncelerinden faydalanırlar. Bu teoriler temelde eğitim ile ilgili içermecilik
(inclusiveness), eşitsizlik (inequality), kimlik (identity), gibi sorunların tartışılması için
kullanılabilecek pratik araçlardır (Murphy, 2013). Aynı zamanda, bu teoriler eğitim ile ilgili
sorunları anlamada ve bu sorunların çözümünde yol göstericidirler. Fakat bir araştırma için
temel problem hangi teorilerin problemi anlamada daha pratik bir araç olabileceğidir.
Örneğin Marksist kuram eğitimde, sosyal sınıflar arasındaki eşitsizlik sorunlarını incelemede
pratik bir araç olabilirken bir ulusal anlatı etrafında toplumsal dayanışmanın nasıl
sağlanabileceği sorusuna anlamlı cevaplar veremeyebilir; çünkü Watson’ın (1977, s. 417)
da ifade ettiği gibi her toplumsal grup üretim ilişkilerin bir parçası değildir. Dolayısıyla bir
araştırmada hangi teorilerin sorunu anlamada ve çözümler üretmede pratik araç olabileceği
öncelikli olarak belirlenmelidir.
Bu araştırmanın problemi etnik, dinsel ve kültürel alt kimlikler ile ulusal kimlik arasında
var olan çelişkilerin giderilmesine ve demokratik bir yurttaşlık düşüncesi inşa edilmesine
yönelik AK Partinin Milli Eğitimde ne tür politikalar uyguladığıdır. Benzer bir şekilde farklı
alt kimliklerin üst ulusal kimlik ile nasıl uzlaştırılabileceği ve demokratik yurttaşlık algısının
nasıl tesis edilebileceği sorunu da siyaset felsefecilerinin tartıştıkları bir sorundur. Bu
çerçevede böyle bir yurttaşlık algısının nasıl tesis edilebileceğine yönelik iki politik kuram
öne çıkmaktadır. Karabulut (2016) doktora çalışmasında bu kuramların “Liberal
Milliyetçilik” ve “Anayasal Yurtseverlik Kuramları” olduğunu ifade etmektedir. Bu
kuramlar bir yandan bireyin bir yurttaş olarak ulusal topluluğa aidiyetini sağlarken bir yandan
da kamusal alanda kültürel çoğulculuğun korunarak demokratik bir siyasal düzenin inşa
edilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Her iki kuramında temelinde yurttaşlık kavramını
demokratik bir zemine oturtmak, demokratik yurttaşlık düşüncesini geliştirmek vardır. Fakat
bunun nasıl gerçekleştireceği konusunda ise birbirlerinden farklılaşmaktadırlar.
Anayasal yurtseverlik kuramı açısından bağlılık yurttaşların tartışma süreçleri
sonucunda inşa ettikleri siyasal kurumlara olmalıdır. Bu kuramının en önemli
savunucularından biri olan Habermas (1994, s. 134) bunun yurttaşlar arasında anayasal
politik kurumlara sadakat duygusunun geliştirilmesi ile sağlanabileceğini savunur. Liberal
milliyetçiler ise ulusal aidiyetin salt siyasal sözleşmeler aracılığıyla kurulamayacağını, ulusal
8
düşüncenin bireysel kimliğin kurucu bir unsuru olduğunu bu nedenle de toplumsal birliğin
içermeci bir ulusal anlatının inşa edilmesi ile sağlanabileceğini iddia etmektedirler.
Liberal milliyetçiler, liberalizmin milliyetçilik ile nasıl uyumlu hale getirilebileceği
sorunu üzerinde düşünülmesi gerektiğini savunurlar (Woons, 2014, s. 87). Onlar
milliyetçiliği modern zamanların kötücül bir ideolojisi olarak değil toplumsal dayanışmayı
sağlayabilecek bir ideoloji olarak görürler. Bu bakış açısına göre, toplumda var olan
uyuşmazlıkların ana nedenlerinden biri ortak bir ulusal anlatının olmamasıdır (Tamir, 2019,
s. 60). Milli kimlikler her koşulda ölümcül değildirler. Bu kimlikler, kişinin kendi yaşam
yolunu bulması bağlamında tamamıyla liberal ilkeler ile bir karşıtlık içerisinde değillerdir
(Miller, 1995, s. 47).
Eğitim alanında liberalizm ve milliyetçilik de birbirleri ile karşıtlık içerisinde olmak
zorunda değildirler. Çocukların bir yandan kendi geleneksel dil ve kültürlerini
geliştirmelerine olanak tanınması ile bir yandan da onların demokratik bir devletin toplumsal
kurumlarını benimsedikleri yurttaşlık eğitimi almaları arasında bir karşıtlık olmak zorunda
değildir (White, 1996, s. 197-198). Göçmen çocukların demokratik bir toplumda nasıl bir
eğitim alması gerektiğini ele alan Walzer (1995, s. 185) açısından devlet eğitimde ortak
müfredat aracılığıyla yurttaşlık algısının devamlılığını sağlamakla beraber toplumun tümüne
özgü olmayan, sadece bazı gruplara ait olan kültürel, dilsel, dinsel, yaşam tarzlarına ilişkin
özellikleri ortak vatandaşlık kimliği potasında birleştirmek ile yükümlüdür. Bu kimlik farklı
tikellikleri içeren bir toplumda ortak program aracılığıyla oluşturulmalıdır. Bu genel kimlik
aynı zamanda onun içerdiği farklı tikellikleri anlamamızı sağlayabilir.
Benzer bir şekilde Almanya özelinde milliyetçiliğe alternatif olarak Habermas (1994)
anayasal yurtseverliği savundu. Bu yurtseverlik biçimi farklı yaşam biçimlerini tanınmasına
dayanarak yurtseverliği milliyetçilikten ayırmaktadır. Ulusal birliğin temeline anayasayı
koyarak farklı yaşam biçimlerinin tanınmasının gerekliliğini savunmaktadır.
Habermas modern toplumların oldukça karmaşık ve çok kültürlü olduğunu bu nedenle
tek bir kontrol merkezinin ve salt bir kültür etrafından toplanamayacağını düşünmektedir.
Böyle toplumlarda bireyler oldukça soyut kimlikler geliştirebilirler, bu kimlikler yerleşik
ulusal kimlikten ya da kültürden oldukça farklılaşabilmektedirler. Böyle toplumlarda kolektif
9
varlık ortak kararlar aracılığıyla var edilmelidir. Toplumsal düzen sadece ahlaki normlar ile
değil aynı zamanda politik kurumlar ve hukuk aracılığıyla sağlanabilir (Finlayson, 2005, s.
106-107).
Habermas’ın projesi bir toplumsal öğrenme projesidir. Eğitimin demokratik becerileri
öğretme ve bunları sonraki nesillere aktarma gibi bir görevi vardır. Bu görev bir ölçüde ırk,
cinsiyet ve din gibi sorunların tartışılmasını da içermektedir. Bu sayede yaratıcı bir iletişim
sağlanabilir (Murphy ve Fleming, 2010, s. 203). Hem Liberal Milliyetçilik hem de Anayasal
Yurtseverlik kuramları demokratik bir eğitimin imkânlarını tartışmak açısından önemlidir.
Her ne kadar AK Parti iktidara geldiği ilk yıllarda bu kuramlar ile paralel bir söylem biçimi
kullansa da İslamcı eğilimleri olan bir partidir. Bu açıdan bu çalışma araştırma sorusundan
hareketle Liberal Milliyetçilik ve Anayasal Yurtseverlik ve İslamcılık açısından AK Parti
dönemi eğitim politikalarını tarihsel bir bakış açısı ile incelemeyi amaçlamaktadır. Bu genel
amaç doğrultusunda aşağıdaki sorulara yanıt aranmıştır:
1. Liberal Milliyetçilik açısından eğitim nasıl olmalıdır?
2. Anayasal Yurtseverlik açısından eğitim nasıl olmalıdır?
3. AK Parti’nin eğitimsel düşüncesi Liberal Milliyetçilik, Anayasal Yurtseverlik
Kuramları ve İslamcılık açısından tarihsel olarak nasıl değişmiştir?
Eğitim alanında AK Parti’nin çoğulculuk anlayışı ile liberal çoğulculuk
anlayışı arasındaki temel farklılıkları nelerdir?
Alt kimliklerin eğitime yönelik talepleri nelerdir?
Alt kimliklerin taleplerine yönelik AK Parti döneminde yapılan
uygulamaları nelerdir?
Alt kimliklerin eğitime yönelik talepleri nasıl uzlaştırılabilir?
AK Parti’nin eğitimi İslamileştirme yönünde yaptığı uygulamalar
nelerdir?
AK Partinin milliyetçilik ile olan ilişkisi ve bunun eğitime yansımalarını
nelerdir?
10
Önem
Türkiye’de eğitim ve milliyetçilik ilişkisini inceleyen farklı çalışmalar vardır. Bunların
en bilinenleri İsmail Kaplan’ın (2005) “Türkiye’de Milli Eğitimin İdeolojisi”, Copeaux’un
(2000) “Türk Tarih Tezinden Türk İslam Sentezine”, ve Gençkal Eroler’in (2019) ulus ve
vatandaş inşası çerçevesinde AK Parti dönemini incelediği “Dindar Nesil Yetiştirmek”
çalışmalarıdır. Ancak bu çalışmalarda daha çok milliyetçiliğin otoriter boyutları üzerinde
durulmaktadır. Bununla beraber toplumsal dayanışma ağlarının eğitim aracılığıyla nasıl
sağlanabileceği üzerinde durulmamıştır. Oysaki bir ulus olma iddiasındaki toplum kendi
içerisinde farklılıklar barındırsa bile bir ulusal anlatıya ihtiyaç duyar. Milliyetçiliğin otoriter
boyutları üstünde duran fakat toplumsal dayanışma ağlarının eğitim aracılığıyla nasıl
sağlanabileceği üstünde durmayan sözü edilen çalışmalar ise bu olguyu çoğunlukla göz ardı
etmektedirler.
Tamir’e (2019, s. 182) göre çağımızın en önemli sorunu insan hakları ve özgürlüğü
savunurken toplumsal dayanışma ve grup kimliğini dengeleyen yeni bir toplumsal sözleşme
sunmaktır. Ona göre bu denge tarihsel olarak nadiren bulundu fakat önemli olan bunu bilinçli
olarak bulmaya çalışmaktır. Liberal milliyetçiler, milliyetçiliği dizginlerken daha adil bir
sosyal düzen inşa etmenin sosyal ve ekonomik boşlukları gidermenin yollarını bulmaya
çalışırlar. Onlara göre milliyetçilik gelecek nesillerin ihtiyaçlarını desteklemek ve
şekillendirmek için kullanılmalı. Modern demokrasilerin geleceği yabancı düşmanlığı ve
etnik-merkezcilik dizginlenirken milliyetçiliğin daha dengeli bir hale getirilmesine bağlıdır.
Benzer bir şekilde Anayasal yurtseverlik kuramının savunucuları da toplumsal farklılıklar ile
anayasal yurttaşlık arasında bir denge kurmaya çalışırlar; çünkü toplumsal yaşamın
devamlılığı için yurttaşların birbirlerini tanımaları, saygı duymaları ve kolektif yaşamın
parçası olmaları önemlidir.
Özellikle de eğitim alanında bu dengeyi sağlamak önemlidir. Eğitim her şeyden önce
insanın karmaşık doğası ile ilgilenmelidir. İnsan dediğimiz varlık tarihsel, sosyal, kültürel
birçok farklı kimliklerin taşıyıcısı olarak başkalarının da bu farklı kimliklerin taşıyıcıları
olabileceklerini bilmelidir. Bu çoklu kimliklerin birbirlerini anlamaları, farklılıkların
çatışmaya dönmesine engel olmak için önemlidir; çünkü eğitimin temel amaçlarından biri bu
çokluk içinde birliği sağlayabilmektir (Morin, 2010, s. 25-37).
11
Klasik eğitim anlayışı öğrencinin kendi dar bölgeciliğinden kurtarıp daha üst bir evrene
yani ulusun bir parçası haline getirme kaygısı güdüyordu. Çocuk içinde bulunduğu toplumun
değerlerinden ziyade ulusal değerleri benimsemeliydi. Fakat çocuk için çoğu zaman içinde
yaşadığı toplumun değerleri önemini korumaya devam edecektir. Dolayısıyla eğitim yerel ile
ulusal ya da bireysel olan ile kamusal olan arasında ayrım yapmak yerine bu alanları
uzlaştırma çabası içerisinde olmalı, yerellikler arasında iletişim inşa etmelidir (Touraine,
2011, s. 353-360). Bu çalışma bu nedenle sadece AK Parti dönemindeki milliyetçilik
politikalarını incelemeyi amaçlamamakta bu dönemin politikaları üzerine kuramsal bir
tartışma yürüterek demokrasi ve eğitim ilişkisini de incelediği için önemlidir.
Sınırlılıklar
Bu araştırma Ak parti dönemindeki Liberal Milliyetçilik, Anayasal Yurtseverlik ve
İslamcılık açısından eğitim politikalarını incelemektedir. Bu politikalar eğitimin bütün
kademlerinde farklılaşan ölçeklerde bulunabilir. Bu politikalar Milli Eğitim Şura Kararları,
ders kitapları mevzuat değişiklikleri ve eğitim uygulamalarında daha iyi gözlemlenebildiği
için araştırma bu veriler ile sınırlandırılmıştır. Bununla beraber bu araştırma için incelenmesi
düşünülen bütün ders kitaplarına ulaşılamadığı için araştırma ulaşılabilen ders kitapları ile
sınırlandırılmıştır.
12
BÖLÜM 2
KURAMSAL ÇERÇEVE
Bu bölümde milliyetçiliğin farklı türlerine yer verilmiştir. Etnik ve Yurttaş
milliyetçilikleri tanıtıldıktan sonra bu milliyetçiliklerin otoriter olabilmelerinden dolayı bu
milliyetçilik türlerine alternatif olarak ortaya çıkan Liberal Milliyetçilik ve Anayasal
Yurtseverlik Kuramları tanıtılmıştır. Daha sonra da Türk ulusal kimliğinin tarihsel
dönüşümüne yer verilmiştir.
Milliyetçilik
Milliyetçilik akademik çevrelerde oldukça tartışılan bununla beraber kendisine oldukça
farklı anlamlar yüklenen bir kavramdır; çünkü milliyetçilik sürekli bir değişim ve dönüşüm
sürecinden geçmektedir. Sosyalistler, muhafazakârlar ve liberaller milliyetçiliği çoğu zaman
kendi amaçlarına uygun hale getirirler (Miller, 1995, s. 2-4). Bu açıdan Watson (1977, s. 5)
milliyetçiliğin bilimsel olarak net bir tanımının yapılamayacağını söyler. Bu nedenle
milliyetçilik üzerine çalışan bir araştırmacı milliyetçiliğin birçok farklı tanımı ile karşı
karşıya kalacaktır. Bu tanımlamalardan bazıları kısaca şöyle sıralanabilir:
Milliyetçilik Anderson’a (2014) göre hayali bir cemaattir, ulusun her bir üyesi bir
diğer üyesi ile hiç karşılaşmamış olsa bile kendini bu büyük ulusun bir parçası olarak
tahayyül eder.
Gellner’e (1992) göre yüksek kültürdür. Bu kültür diğer alt kültürlerden farklılaşarak
ulusun ruhunu temsil eder
Renan’a (2016) göre halk oylamasıdır (daily plebiscite) bir başka deyişle yurttaşların
ortak bir payda buluşabilmesidir. Bu nedenle ona göre ulus belli bir kültür, dil, etnik grup
veya ırka dayalı değildir.
Hobbsawm’a (2010) göre icat edilmiş bir gelenektir. Ulus doğal bir olgu değildir;
ulusun üyeleri kendi sembollerini, geleneklerini var ederler.
Bu tanımlamaların yanı sıra milliyetçiliğin ırk birliğini de milletin ve ulusal kimliğin
tanımlayıcı özellikleri arasında sayan tanımlar vardır. Bu milliyetçilik anlayışı, bir yandan
13
siyasal sınırları ayrı fakat ırkı aynı olan insanları birleştirmeyi amaçlayan “Pan”
milliyetçiliklerine diğer yandan belirli siyasal sınırlar içinde yaşayan farklı ırktan grupların
dışlanmasına yol açar. Bunun tipik örneği Nazilerin milliyetçilik anlayışıdır. Irkçılık (racism)
uzun tarihsel bir geçmişe sahip olsa da daha çok Nazi Almanya’sının Yahudilere yönelik
soykırımları ile özdeşleştirilmiştir; çünkü Naziler kendilerini Aryan ırkından görürken
Yahudileri de yok edilmesi gereken bir grup olarak görüyorlardı. Bu durum “Judenrein” yani
Yahudilerin temizlenmesi anlamına gelmekteydi. Saf bir Almanya oluşturmak için
Yahudilerin Almanya’dan çıkarılması gerekmekteydi. Irkçılık özellikle “Sosyal Darwinizm”
ve emperyalist ırkçılığın yayılmasına paralel olarak derinin rengi, burun şekli, kafatasının
biçimi gibi insan bedenin dışsal görünüm ile özdeşleştirilip daha çok biyolojik anlamlar
içerse de bazı durumlarda kültürel anlamlarda da kullanabilir. Bir başka deyişle biyolojik
ırkçılık olduğu gibi kültürel ırkçılık ta olabilir (Rattanasi, 2007).
Bu en bilinen tanımlamaların yanı sıra daha farklı tanımlamalarına da rastlamak
mümkündür. Hatta bir milliyetçilik türünün bile oldukça farklı yorumlamaları yapılabilir;
çünkü ulusların oluşumunda tarihsel süreç içerisinde birçok farklı neden etkili olabilir.
Bununla beraber genellikle düşünüldüğü gibi uluslar doğal olarak var olmazlar aksine kendi
içerisinde büyük çelişkili durumlar içeren politik olgulardır (Canovan, 1996, s. 13).
Bir ulus nedir? Temelde politik bir birlik, tipik olarak bir devlet midir, ya da dil ve
kültürün bir arada tuttuğu bir topluluk mu? Doğum ile mi oluşur ya da seçim sonucu mudur,
etnik grubun politik türü müdür? Uluslar doğal olarak verili midir yoksa yapay mıdırlar?
Canovan (1996, s. 69) bu sorulardan yola çıkarak ulusun oluşumunda bütün bunların farklı
boyutlarda da olsa etki ettiğini söyler. Ona göre ulus kendini bir toplum olarak görenlerin
kendilerini yönetme şeklidir.
Balibar (2016, s. 48) açısından da bir ulus yurttaşların tarihin bir döneminde siyasal
olarak ortaklaştığı bir toplumsal organizasyon biçimidir. Miller (2005, s. 27) da benzer bir
şekilde ulusların yeter sayıda insan topluluklarının kendilerini bir ulus olarak
düşündüklerinde ortaya çıktığını ifade eder. Ancak ulusun var olması için bu insanları sadece
ortak bir ırka veya dine sahip olması da gerekmez. Her ne kadar bunlar bir ulusun
oluşumunda önemli bir özellik olsalar da ulusu bütünüyle oluşturan özellikler değildir. Her
14
bir ulusun oluşum sürecinde bu etkiler farklı ölçeklerde etki ederler bu nedenle de ulusal
kimlikler oldukça karmaşık ve dinamik bir sürecin sonucunda oluşurlar.
Ulusal kimliğin ne anlama geldiği ile ilgili tartışmalara çok net değildir. Sözgelimi bir
Fransız ya da Norveçli olmak ne ifade eder. Bu sorunun temelinde yatan şey ulusa etnik
aidiyet ile politik aidiyeti ifade eden yurttaşlık (civic) arasındaki çelişki yatar. Kohn (1982,
s. 29-30) bu ayrıma dikkate çekerek milliyetçiliğin batı kaynaklı olduğunu ifade eder. Ona
göre milliyetçiliğin kökeni Aydınlanma çağıdır. Bu dönemde milliyetçiliğin amacı sivil
hakların geliştirilmesi ve orta sınıfa dayalı olarak liberal ve rasyonel bir toplumun gelişimini
sağlamaktır. Milliyetçilik Napolyon savaşlarından sonra merkez ve Doğu Avrupa’ya yayıldı.
Buralarda güçlü bir orta sınıfının olmayışı milliyetçiliği aydınlanma çağının değerlerinden
uzaklaştırıp daha çok kültürel bir hareket haline dönüştürdü. Batı tarzı milliyetçiliğinin
aksine bu kültürel milliyetçilikler kendi tarihsel miraslarına etnik kökenlerine yöneldiler. Bu
ayrışma temelde iki farklı milliyetçilik türünün doğuşuna neden oldu. Biri yurttaş (civic)
diğeri de etnik milliyetçiliktir.
Milliyetçiliğin etnik formu daha çok kültüre dayalı iken yurttaş formu ise politiktir. Etnik
milliyetçilik bireyi etnik topluluğun bir üyesi olarak görürken yurttaş milliyetçiliği ise ulusu
gönüllü bir şekilde bir araya gelmiş bir topluluk olarak kurgular. Etnik milliyetçilik formunda
ulusun kökeninde etnik bir grup var iken. Yurttaş milliyetçiliğinde ise ulusun temelinde
bireysel haklar özgürlükler ve sorumluklar vardır (Keating, 1996, s. 3). Etnik milliyetçilik
Alman milliyetçiliği ile özdeşleştirilirken Yurttaş milliyetçiliği ise Fransız milliyetçiliği
özdeşleştirilmiştir. Fransa’da ulusal bilinç territoryal bir bağlamda gelişirken Almanya’ da
ise romantik kültürel bir milliyetçilik olarak gelişti (Habermas, 1994, s. 146). Etnik
milliyetçilik, genel olarak kötü, yurttaş milliyetçiliği ise iyi olarak tanımlanır. Bununla
beraber her iki milliyetçilik türü de otoriter olabilirler.
Etnik Milliyetçilik
Etnik kavramı eski Yunan’da kâfir ve pagan anlamında kullanılsa da İngilizce
kullanımlarında tam olarak bir karşılığı yoktur. Bu kavram genel olarak ırksal özellikleri
ifade etmek için kullanılmıştır (Eriksen, 2004, s. 15). Burada bireyler açısından ortak olan
şey belli bir klan veya kabileye üye olup onlarla birlikte hareket etmektir (Smith, 2002b, s.
15
45). Smith’e (2002b, s. 47-75) göre etnik toplulukların var olabilmesi için gerekli koşullar
vardır. Bunlar aşağıdaki gibidir:
Etnik topluluğun Türkler, Araplar gibi kolektif bir isminin olması gerekir.
Etnik topluluğun ortak bir soy mitine sahip olması gerekir. Bu mitler genellikle
toplulukların kökenleri hakkındadır.
Ortak topluluğun ortak bir tarihinin de olması lazım. Topluluk ortak tarihsel olaylar
ve kişiler sayesinde birlikteliğini daha ileriye taşıyabilir.
Etnik topluluğun ortak bir kültüre sahip olması lazım, burada kültürden kast edilen
şey bu etnik topluluğu diğer etnik topluluklardan ayıran gelenekler, görenekler, folklor gibi
kurumlardır.
Etnik topluluk belirli bir coğrafya ile özdeşleşmelidir. Etnik topluluğun bu coğrafya
ile özel bir bağı vardır. Bu coğrafya etnik topluluk açısından anavatan olarak tahayyül edilir.
Etnik topluluk belirli ölçülerde sıkıntılı ve zor zamanlarda birbirleri ile dayanışma
duygusuna sahip olmalıdır.
Yerleşiklik ve Nostalji. Etnik topluluk kendi tarihi ile ilgili nostaljik anlatılara sahip
olmalıdır.
Etnik topluluk kurumsallaşmış bir dine inanır.
Devletlerarası savaş etnik bilinci güçlendirir.
Etnik topluluğun yapısı devamlılık arz eder.
Birçok ulusun oluşumunda temelde özel etnik bir grup bulunur birçok etnik grup da bir
ulus olma potansiyeline sahiptir. Etnik gruplar da uluslar gibi ortak bir kültüre, karşılıklı
tanınma ve karmaşık ritüellere sahiptirler fakat temelde ulus gibi politik kendilik bilincine
sahip değildirler. Uluslara özel olan şey kendilerini belirli bir sosyal dayanışma ağı içerinde
anlama çabası içerisinde olmalarıdır. Onların kolektif kimlikleri daha çok politik meşrutiyet
ve egemenliğe, ortak bir kültüre ve belirli bir toprak parçası ile özel bir ilişkiye dayanır.
Bunların dışında bir ulusu ulus yapan şeyler farklılaşsa bile bir grubun kendi hakkında
düşünme biçimidir (Moore, 2004, s. 6-7).
Etnik grup kimlikleri asimilasyon tehlikesi ile karşı karşıya kaldıkları zamanda
kültürlerini canlandırmak için dilden, kültür ve tarih alanına kadar birçok alanda mobilize
16
olurlar (Horowitz, 1985, s. 72). Etnik grup politik sınırlar talep ettiğinde etnik bir grup
olmaktan ulusal bir topluluğu evrilir. Etnik sınırlar ile politik sınırlar birbirleri ile uyumlu
hale getirilmelidir. Yönetenler ile yönetilenler aynı etnik kökenden gelmelidir (Eriksen,
2004, s. 18).
Etnik milliyetçilik açısından devlet kolektif bir özgür ve rasyonel bireylerin oluşturduğu
siyasal bir iradeden ziyade belirli bir ulusun tarihine ve kolektif anılarına dayanır (Keating,
1996, s. 21). Ulusun tarihi bu etnik grubun tarihi ile başlar. Bu açıdan mitler milliyetçi
söylemin yaratılmasında önemli rol oynarlar. Ulusların etnik bir kökenin olmadığı
toplumlarda bile ortak dayanışma ağı güçlendirmek için ortak tarih ve kültür etrafında
şekillenen mitolojik bir anlatı inşa etme ihtiyacı doğar. Bir başka deyişle birçok milliyetçilik
etnik topluluklara ihtiyaç duyarlar (Smith, 1994, s. 73). Etnik milliyetçilik temelde
primordial özellikler barındırır, tarihsel bir anavatana ihtiyaca duyar ve bu tarihsel anavatan
üzerinde siyasal egemenlik kurmak ister.
İlkçilik (Primordializm)
İlkçilik (Primordializm) açısından etnik grup veya ulus değişmez özelliklere sahiptir
(Özkırımlı, 2000, s. 75). Etnik topluluk çok eski zamanlardan beri vardır ve modern
zamanlarda yitirdiği öz-benliğini bulmalıdır. Etnik bilincin temelinde ortak bir soy mitine
dayanan bir tarihsellik anlatısı yatar. Bu aynı zamanda etnik grubun tarihi ile özdeşleşmiştir
(Smith, 1994, s. 41). Bu açıdan etnik milliyetçiliklerde mitler, ulusun inşa edilmesinde ve
varlığının sürdürülmesinde önemli bir yer edinir; çünkü mitler aynı zamanda ulusun tarihini
de oluşturucu elementlerden biridir (Eriksen, 2004, s. 93).
Temelleri Herder’e kadara uzanan bu düşünce açısından her milletin kendine özgü bir
düşünme ve davranış biçimi vardır. Bununla beraber Kohn’a (1965, s. 30-32) göre Herder
modern bağlamında milliyetçi değildi; çünkü o ulusu biyolojik ya da politik birlik değil daha
çok ruhsal ve ahlaksal bir birlik olarak görüyordu. Bu ruhun oluşumunda halk hikâyeleri ve
halk kültürünün önemli bir yeri vardı. O bu nedenle halkın ruhu (Volksgeist) kavramını
geliştirdi. Ulusal ruha ait olan bu temel özellikler unutulduğu, gözden kaybolduğu zaman bile
yeniden keşfedilmelidir. Onu düşüncesinde halk otantik bir görünüm kazanır, halka ait olan
bütün özellikler filoloji, tarih ve arkeoloji gibi onun tarihinde aranmalıdır.
17
Herder daha çok etnik devamlılığın romantik boyutuna dikkat çeker onun açısından ulus
geniş bir ailedir. Aile doğal bir olgudur bu nedenle devlet de tek bir halkın ulusal karakterini
yansıtmalıdır. Herder’in izinden giden Alman milliyetçileri açısından milliyetçilik ayrı bir
dilin var olmasıdır. Bu romantik milliyetçiler aynı zamanda bu dönemde daha çok
tarihselcidirler. Ulusun şu an ne anlam ifade ettiğinden çok geçmişteki durumuna bakmaya
çalıştırlar (Canovan, 1996, s. 8).
Arendt’a (2014, s. 112-113) göre Herder her ne kadar romantik milliyetçiliğin temel
kaynağı olsa da Yahudi dostu gerçek bir hümanisti bununla birlikte o özelde Alman ulusunun
genelde ise bütün ulusların kendilerine özgü bir tarihi ve kültürleri olduklarını düşünüyordu.
Ancak Eriksen’in (2004, s. 35) de ifade ettiği gibi onun milliyetçilik anlayışı bir öteki halkı
dışlamasa da bir başka deyişle her bir halkın kültürünü kendi içinde değerli görse de etnik
topluluklar çoğu zaman kendini öteki üzerinden inşa ederek kendilerini öteki etnik
gruplardan ayrıştırma eğilimindedirler. Bu, etnik milliyetçiliğin olumsuz tarafı olarak bilinir.
Etnik grup kendini çok özel bir grup olarak algılar. Bu varsayıma göre dünyanın
merkezinde bu grup vardır bu da haliyle bu etnik grubun diğer etnik gruplara karşı bir korku
ve üstünlük duygusuna sahip olmasına neden olur. Böyle grupların kendilerine ait tarihsel
bellekleri, mitleri, ritüelleri ve yaşam biçimleri vardır. Bu durum genel olarak etno-
merkezcilik olarak adlandırılır. (Smith, 2002b, s. 76-78). Merkezde yer alan bu etnik grup
etnik devamlılık ile birlikte tarihsel bir anavatana da ihtiyaç duyar.
Tarihsel Anavatan
Etnik kimliğin kuruluşunda ortak tarihsel acılar ya da savaşlar önemli rol oynarlar
çoğunlukla da bu acılar toplulukların tarihsel anavatanı ile ilişkilidir. Bu anavatana hiç
gitmemiş olsalar da onlar o toprağa aittirler, toprak da onlara aittir (Smith, 1994, s. 45).
Ulusal kimlik bir insan topluluğunun belirli bir toprak ile ilişkilendirir bu etnik ve dini kimlik
gibi diğer tür grup kimliklerinden temelde ulusal kimliği ayıran şeydir (Miller, 1995, s. 24-
25). Etnik topluluğun ulusal kimliği ve karakteri bu toprağa dayalı olarak şekillenir (Smith,
2002b, s. 235).
Tarihsel anavatan etnik milliyetçiler için önemlidir; çünkü her zaman bir ulusun etnik
sınırları ile politik sınırları birbiriyle örtüşmez ki bu durum bazı durumlarda iç savaşlara
18
neden olur (Kedourie, 1961, s. 70). Belirli toprak parçaları üzerinde birçok farkı ulus arasında
tartışmalar zaman zaman da savaşlar meydana gelir. Bu tartışmaların temelinde bu
toplulukların bu toprakları kendi tarihsel anavatanlarının bir parçası olarak görmelerinden
kaynaklanır. Fakat İsrail örneğinde olduğu gibi bir toprak parçasını tarihsel anavatan olarak
görmenin aynı zamanda siyasal bir boyutu da vardır. Tarihsel anavatan ulusal kimliğin
kuruluşunda önemli bir rol oynarken ulusun kendi tarihsel anavatanı üzerinde siyasal hakları
olduğu düşüncesi ortaya çıkar (Gans, 2003, s. 99-101). Bu haklar çoğunlukla bir devlet
formunda örgütlenerek ancak elde edilebilir.
Etnik Devlet
Ethni kavramı antik çağda siyasal otoriteden yoksun toplumlar anlamında yani şehir
devletin bir parçası olmayan toplumlar için kullanılıyordu (Amselle, 1998, s. 134). Etnik
milliyetçi modelde etnik grup kendi tarihsel anavatanı üzerinde siyasal bir yapı kurmayı
amaçlar (Smith, 2002a, s. 124). Bir etnik grup siyasal iddialarda bulunup kendi kendini
yönetme talebinde bulunduğunda ise bu etnik grup, bir ulus olduğu iddiasıyla ortaya çıkar
(Connor, 1973, s. 3). Bunun içinde kendine ait bir devletinin olması gerekir.
Milliyetçiler kültürel varlıklarını devam ettirmek için kendilerine ait egemen bir devlet
talep ederler (Kedourie, 1961, s. 117). Milliyetçilik tinsel bir durumdur. Bir milliyetçi
kendini anavatanına, yerel geleneklerine ve anavatanı üzerinde var olan otoriteye karşı derin
bir bağlılık hissetmesi tarih boyunca değişen ölçeklerde de olsa görülebilir bir şeydir fakat
milliyetçilik modern bağlamda ise hem kamusal hem de özel hayatının bütününü kapsayacak
bir form almıştır. Bu anlayışa göre, her bir ulus kendine ait bir devlete sahip olmalı ve bu
devlet, ulusun bütününü de kendi içinde kapsamalıdır (Khon, 1982, s. 9). Etnikliğin, modern
ulusal devletlerin kuruluşunda önemli bir rolü vardır. Bugün birçok devlet farklı etnik
grupları içerisinde barındırsa bile bu devletler egemen bir etnik topluluğun kültürü
çerçevesinde şekillenir (Smith, 1994, s. 70).
Etnik temelli kurulmuş devletlere örnek olarak eski Almanya verilebilir. Alman
anayasasına göre nerede yaşıyor olursa olsun etnik köken olarak Alman olanlar, Alman
vatandaşlığına başvurabilirken Almanya’da yaşayan diğer küçük azınlıklar bu haktan
faydalanamıyordu. En nihayetinde de 1913’ te çıkarılan vatandaşlık yasası ile birlikte Alman
ulusu etnik temelde tanımlandı (Aktürk, 2006, s. 32). Ancak dünya üzerinde etnik olarak
19
homojen olan modern ulus devletler sayıca çok azdır. Bu nedenle içerisinde farklı etnik
unsurlar bulunan devletlerde bu unsurlar arasında çatışmalar meydana gelebilir. Bu
çatışmaların nedeni, ekonomik sosyal veya kültürel olmakla beraber temel sebep ise azınlık
gruplarının egemen grupları asimilasyon ile suçlamalarıdır (Horowitz, 1985).
Etnik romantik milliyetçiler bireyi kendinden daha büyük bir bütünün parçası olarak
kurgular. Bu düşünce çoğunlukla totalitarizme yol açması açısından siyasal düşünürler
tarafından çok desteklenmez (Canovan, 1996, s. 9). Bu milliyetçilik türü dışlayıcı olduğu için
milliyetçiliğin kötü bir türü, etnik aidiyet yerine politik aidiyeti önceleyen yurttaş
milliyetçiliği ise milliyetçiliğin iyi türü olarak adlandırılır.
Yurttaş (Civic) Milliyetçiliği
Yurttaş milliyetçiliği etnik milliyetçiliğin aksine kan bağına değil bireylerin rızalarına
dayalı olarak ulusun üyelerinin kolektif girişimi sonucu inşa edilmiş bir milliyetçilik türüdür.
Daha çok ortak değer ve kurumlara dayalı olarak toplumsal bir uyum gerektirir. Ulusal
kimliğin taşıyıcısı etnik topluluklar değil toplumsal kurumlar tarihsel anılar ve seküler
değerlerdir. Ulusal üyelik doğum veya etnik kökene dayalı değildir. Ortak bir ata miti yoktur.
Belirli bir toplumun territoryal egemenliği esastır (Keating, 1996, s. 5-6).
Bu milliyetçilik türünün ilk temsilcilerinden biri olan Renan’a (2016) göre modern
tasavvurda etnik kategorilerin bir önemi yoktur; çünkü saf bir etnik grup yoktur. Etnik
dayanışma yerine belirli bir zamanda ortak yaşam duygusu bir başka deyişle ulusal ruh, ulusu
oluşturan temel unsurlardan biridir. Bu ruh ortak ve zengin bir mirasa sahip olmakla birlikte
ortak yaşam duygusunu da içerir.
Yurttaş milliyetçiliği Locke’a kadar uzanan sözleşme teorilerine dayanır (Keating, 1996,
s. 8). Locke (2012, s. 111-117) açısından ulus bir yönetimin biçimi değil civitas sözcüğüyle
özdeşleştirilebilecek bağımsız bir toplumdur. Bir başka deyişle yurttaşlar topluluğudur. Bu
milliyetçilik türünde devlet geçmişteki gibi kendi ile üzerinde hükmettiği halk arasında var
olan feodal beyler gibi bütün ara formları kaldırarak vatandaşın üzerinde doğrudan
hükmeder. Bunun için de ortak rızaya dayalı insanlar arasındaki sorunları çözebilecek bir
sözleşmeye ihtiyaç vardır.
20
Yurttaş milliyetçiliğinde devlet zorunlu eğitim ve askerlik aracılığıyla kendi yurttaşlarını
var eder (Hobsbawm, 2010, s. 102-103). Bu şekilde yurttaşlar arasında dayanışma ağlarını
sağlanmaya çalışılır. Yurttaş milliyetçiliği açısından toplumsal dayanışmanın temelinde
yatan şey özgür ve rasyonel bireylerin bir araya gelerek oluşturdukları toplum sözleşmeleri
vardır.
Toplum Sözleşmesi
İnsanlar doğal durumu kendi aralarındaki sorunları çözebilecek bir otorite bulunmadığı
için terk ederler. Kendilerini ve sahip oldukları şeyleri korumak için bir sözleşme aracılığıyla
siyasal bir yönetim kurarlar. Bu açıdan toplum sözleşmeleri teorilerini temelde antik Yunan’a
kadar geri götürmek mümkündür (Boucher ve Kelly, 2005, s. 2). Bununla beraber 17.
yüzyılda sözleşme kuramları daha görünür hale geldi. Bu yüzyıl boyunca krallar ve onların
düşmanları arasındaki mücadeleler ile dinsel mücadelelere şahitlik etti. Bütün bu kanlı
olaylar toplum sözleşmeleri ihtiyacı ortaya çıkardı. Bu da büyük ölçüde İngiltere’ de
meydana geldi. Bu yüzyıl hem büyük devrimlerin hem de iç savaşların çağıydı (Lessnoff,
1986, s. 42).
Hobbes ilk sözleşme teorisyenidir onun öncesinde Hristiyan geleneğine göre din ve
dünya işleri birbirinden ayrı görülür bununla beraber kral-tanrı adına yeryüzünü yönetir.
Luther gibi reformistler bile bu görüşü desteklemektedirler. Bu nedenle hükümdarın
otoritesine karşı çıkmak bir ölçüde tanrının otoritesine karşı çıkmakla eş değerdir (Zarakolu,
2013, s. 41). Hobbes bunu daha dünyevi bir hale getirerek kendi medeni felsefesini (Civil
philosophy) inşa etti. Onun açısından siyaset sürekli savaş durumunda olan insanları
dizginlemek anlamına gelir. Savaşlar insanlığın makûs talihi olmak zorunda değildir.
Savaşlar sadece kötücül insanların eylemlerinden ya da insan doğasından da kaynaklanmaz.
Savaşın temel kaynağı insanlar arasında var olan ilişkilerden kaynaklanır (Forsyth, 2005, s.
42). Bu nedenle toplum bu savaşları sona erdirecek bir toplum sözleşmesine ihtiyaç duyar.
Hobbes siyasal iradenin monarkta toplanmasıyla sadece iç barışın sağlanabileceğini
düşünüyordu (Habermas, 2003, s. 203). Hobbes’un sözleşme teorisine göre insanlar oylama
aracılığıyla iç barışı sağlayıp dışsal koruma sağladıklarında meşru otoriteyi inşa edebilirlerdi
(Forsyth, 2005, s. 42-43). Devlet Hobbes’un sisteminde bir dev olan Leviathan ile
özdeşleşmiştir.
21
Locke ve Grotius temsil ettiği gelenek açısından ise toplum denilen şey karşılıklı çıkarlar
temelinde oluşan rasyonel olarak belirlenmiş toplumsal faaliyetlerin bütünüdür. Buna göre
toplum belirli amaçlar etrafında bir araya gelen siyasal bir varlıktır. Birbirlerine karşı
sorumlulukları olan bu insanların temel amaçları ise ortak çıkarları korumak ve
geliştirmektir. Bu anlayışa göre siyasal otoritenin meşrutiyet kaynağı bireylerin rızalarına
yani toplum sözleşmelerine dayanır (Taylor, 2014, s. 191-192).
Siyasal otorite Locke’ a (2012, s. 28) göre hükümdarın otoritesinden farklı olarak yasa
yapma ve düzenleme hakkına sahip olan güçtür. Bu güç aynı zamandan bu yasaların
korunmasını sağlar ve bunu yaparken temel endişesi kamusal yarardır. “Doğal Özgürlük” bu
bağlamda kendi otoritesi dışında bir otoriteden bağımsız olmaktır “Toplumsal Özgürlük” ise
bu açıdan herhangi bir siyasal otoritenin yasaları altında değil bireyin kendi isteğiyle tabi
olduğu topluluğun yasaları altında yaşamaktır (Locke, 2012, s. 43).
Locke’un sözleşme teorisi radikal bir bireyciliğe dayanırken bir başka önemli sözleşme
teorisyeni olan Rousseau’nun sözleşme teorisi ise komunüteryendir. Rousseau (1990)
İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri Üzerine Konuşma adlı çalışmasında
doğal ve politik eşitsizlikleri sorgular buna göre insan doğal durumda var olan özgürlüğünü
yitirmiştir. İnsan özgür doğar ama her yerde zincire vurulmuştur. Toplum Sözleşmesi ise bu
kitabın devamı niteliğindedir. Rousseau (2013, s. 7) Hobbes’ tan farklı olarak haklı bir güce
boyun eğmeyi meşru görür. Güç tek başına meşruiyetin kaynağı değildir. Bu meşruiyet
yalnızca sözleşme aracılığıyla sağlanır. Rousseau’nun temel endişesi bireyin güvenliğini
sağlarken özgürlüğünü nasıl koruyacağıdır. O, bunun toplum sözleşmesi aracılığıyla
giderilebileceğini iddia eder. Bu sözleşmede tüm taraflar genel iradenin bir parçasıdır bu
şekilde bireysel iradeyi toplumsal düzen ile uzlaştırmış olur (Bertram, 2004, s. 73).
Rousseau’ya (2013, s. 12-14) göre toplum sözleşmesi bütün uluslar için bir
zorunluluktur. Gerçek bir toplum sözleşmesi bir ilk sözleşme ile oy çokluğu yerine oy birliği
ile kurulur. Sözleşmede bütün tarafların çıkarlarını güder sadece bir tarafın çıkarını gözeten
bir sözleşmenin bir anlamı yoktur. Bu nedenle rızalarına muhalif bir şekilde boyunduruk
altına alınmış insanların var olduğu yerde bir “ulustan” bir politik birlikten söz etmek
mümkün değildir. Böyle bir toplumda kamusal yararın varlığından söz edilemez. Toplum
sözleşmesinin temel esprisi herkes bir ötekiyle birleştiği halde kendi özgürlüğüne sahip
22
olmasında yatar. Rousseau ilk sözleşme aracılığıyla halkların politik bir forma sahip olmadan
önce kolektif bir varlığı ya da kolektif bir kimliğe sahip olmaları gerektiğini düşünmektedir
(Bertram, 2004, s. 70).
Rousseau’ya (2013) göre toplum sözleşmesi yurttaşları aynı koşullar altında eşit kılar.
Egemen varlık bütün yurttaşlara eşit bir şekilde davranır. Bu sözleşmenin temel amacı
kamusal yarardır. Birey sadece vatandaşlık aracılığıyla özgür olabilir demokratik- politik
süreç vatandaşın toplumsal yaşamdaki rolünü güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Sözleşme
toplumsal varlığın yaşam kaynağıyken yasa da ona hareket ve sistem vermektedir. Yasalar
bireylere özgü olarak düzenlenmezler bir başka deyişle bazı kişilere ayrıcalıklar tanınabilir
fakat bunlar özel kişiler değildir; yurttaş olarak bu çıkarlardan faydalanabilirler. Cumhuriyet
yasalara dayanır ve bu cumhuriyette yasaları yapan ve yine onlara uyanlar halkın kendisidir.
Bu nedenle Rousseau (2009, s. 160-161) açısından her vatandaş öncelikle topluma karşı
sorumludur.
Rousseau insanın doğal durumda var olan özgürlüğünü yitirmesine neden olan sivil
toplumun ortaya çıkması ile birlikte bu özgürlük ve eşitliği tekrar sivil toplumda inşa etmeye
çalışmaktadır. Fakat bu çabasının bir ölçüde başarısız olduğu söylenebilir. Temelde genel
iradenin her zaman iyiye yöneleceğini ama kendisi için iyi olanı ne olacağını bilemeyeceğini
iddia etse de azınlığın egemen varlık tarafından çoğunluğun oyları ile baskı altına
alınabileceğini ihtimalini göz ardı eder. Bu durum toplumsal bütünlüğün sağlanmasındaki en
önemli engellerden biridir (Lessnoff, 1986, s. 82).
Hegel’in toplum sözleşmelerine yönelik eleştirisinden burada söz etmek gerekir. Ona
göre devlet bir sözleşme aracılığıyla değil aile ve sivil toplumun bir devamı olarak kurulur
birey ancak bir devletin içerisinde toplumsallığının farkına varıp özne olabilir (Lessnoff,
1986, s. 99). Hegel sisteminde her bir toplumsal güç kendini ötekinde görecektir, bu
toplumsal güçlerin birbirleri ile organik bağları onları bir arada tutacaktır (Avineri, 2003, s.
186).
Hegel ve post Hegelciler temelde bireyin iradesinin devlet ile uyumlu olması gerektiğini
savundular. Bir başka deyişle organik bir birlik olmalıydı bu yüzden sözleşme teorilerine
saldırdılar (Boucher ve Kelly, 2005, s. 16). Hegel’in devlet teorisinde temel olan şey
23
sözleşme değil karşılıklı tanınmadır bir başka deyişle birey ve devletin birbirlerine
bağlılığıdır. Devlet bütün toplumsal bağların vücut bulmuş halidir (Haddock, 2005, s. 150).
Bu açıdan yurttaşlar devlet ile tinsel olarak bütünleşmelidir. Benzer bir eleştiriyi ilerde
göreceğimiz gibi liberal milliyetçiler de yurttaş milliyetçiliğinin sözleşmeci ulus anlatısını
eleştirirler. Örneğin Miller’a (2020, s. 26-27) göre bir ulus sadece politik değerlere dayalı
olarak inşa edilemez.
Habermas (2003, s. 196) ise farklı bir açıdan Rousseau’yu eleştirmektedir. Ona göre
Rousseau kamusal tartışmalardan yoksun bir demokrasi tahayyül etmektedir. Habermas,
(1996, s. 449) sözleşmeden ziyade sözleşmenin nasıl kurulduğuna odaklanır; sözleşme
yurttaşların müdahil olduğu kamusal tartışmaların sonucunda inşa edilmelidir. Ancak yurttaş
milliyetçiliğinin sözleşmeci ulus anlatısında bu tartışmaların varlığı oldukça belirsizdir.
Sözleşmeye dayalı ulus anlatısının bir diğeri iddiası da devletin bütün yurttaşlara karşı
nötr olduğu yurttaşların otonom bireyler olduğudur. Cumhuriyetçilik kamusal olanı
öncelerken Locke’tan günümüze kadar uzanan liberal gelenek çoğunluğun egemenliğinin
olası zorbalıklarını göz önüne alarak insan haklarını merkeze aldı. Habermas’a (2012, s. 173)
göre Rousseau ve Kant bu sorunu bireysel iradeyi kolektif iradeyle bütünleştirmeye
çalışmışlardır ancak bunu tam olarak başaramamışlardır. İlerde görüleceği gibi Habermas
bireysellikle kolektivizm arasında var olan çelişkiyi “İletişimsel Eylem Teorisi” ile çözmeye
çalışacaktır.
Nötr Devlet
Klasik liberal teoride birey kendi çıkarları peşinden koşan atomistik bireydir. Negatif
özgürlüğe dayalı bu anlayışta devletin rolü minimaldir. Devletin rolü sadece dış saldırılara
karşı ulusu korumak ve sözleşmeye uyulmadığı durumlarda sözleşmeye zorlamaktır
(Heywood, 2013, s. 61). Bu geleneğin temsilcisi olan Locke (2012, s. 31-32) bireylerin
devletle olan ilişkilerinin nasıl olması gerektiği ile ilgili teorik bir zemin sunar. Buna göre
devlet dinin belirli bir yorumunu destekleyip savunmaz. Dinin siyasete veya siyasetin dine
müdahalesine karşı olur. Devlet sadece toplumsal çıkarları korur bunların özgürlük sağlık ve
mülkiyetin korunmasıdır. Bütün herkes için aynı kanunlar geçerlidir.
24
Bireyci teorilerde ortak endişelere sahip bir toplumsallık politik bir bütün yerine
birbirlerinden bağımsız bireylerden oluşmuş bir kolektivizmde oluşur (Weale, 2013, s. 42).
Oysaki gerçek ahlaki bir otonomi aslında toplumsal bir bağlamda oluşur. Bu düşünce ise
çoğunlukla liberal nötr devlet anlayışı tarafından aşındırıldı buna göre devlet farklı hayat
formları karşısında tarafsızdır bu düşünce bireyi daha çok otonom birey olarak görür
(Boucher ve Kelly, 2005, s. 25).
Politik olarak eşit muamele batı felsefesi geleneğinde Kant ve Locke uzanan liberal
geleneğin yanı sıra Rousseau’nun komüniteryen geleneğine de dayanır. Rousseau her ne
kadar bireysel özgürlüğü koruma endişesi gözetse de liberaller onun teorisine itirazda
bulunurlar. Temel itiraz noktası da Rousseau çoğunluk egemen olsa da azınlığın gerçekten
istediği şeyi elde edebileceğini düşünmesidir (Bertram, 2004, s. 194). John Giray, Frederich
Hayek gibi liberaller, milliyetçiliğin de dâhil olduğu cumhuriyetçi forma karşıydılar. Onlar
açısından vatandaşları birbirlerine bağlayan şey ortak bir kimlikten ziyade hukuktur
(Canovan, 1996, s. 38-39).
Devletin farklı kimliklere karşı tarafsız olması gerektiğini düşünen liberaller açısından
da ulusal kimlik önemlidir. Liberallerin temel iddiası devletin birbirleri ile yarış halinde olan
farklı kimlikler arasında adil olması gerektiğidir. Bu kimlikleri benimseyen insanlar
kimliklerini terk etmeye zorlanmamalıdır. Fakat bu iddia kendilerini liberal demokratik
devlet olarak adlandıran devletlerde bile çoğunlukla havada kalır; çünkü liberal demokratik
devletler iddia ettikleri gibi farklı kimlikler arasında hakemlik yapan bir pozisyonda
değildirler. Bu devletler açısından özel bir dil ya da kültürün öğretilmesi birçok ulusal grubun
yeniden üretilmesine, bazı durumlarda bu kültürlerin ulusal kimliğe alternatif bir kimlik
olarak sahneye çıkmalarına neden olabilir (Moore, 2004, s. 32).
Liberal sözleşmeci teorilerin nötr devlet anlayışı bireyi bir ölçüde kimliksiz bir birey
olarak kurgular ancak Tamir (1993, s. 147) gibi liberal milliyetçiler ise liberallerin devletin
nötr olabileceği anlayışı bir illüzyondan ibaret olduğunu iddia ederler. Devlet nötr bir
pozisyonda olduğunda vatandaşların yaşamında ikinci bir rolü vardır. Yani devletin kendisi
iyi bir yaşam yolu takip etmez. Bu durumda devlet toplumdan soyut ve kişisizleştirilmiş
(impersonal) bir varlık olarak görülür. Devlet, sadece yasayı yansıttığı toplumun bütün
üyelerinin eşit şekilde erişebildiği bir toplumsal kurum olarak görülür. Siyasal kurumları tüm
25
özel grupların çıkarlardan uzakmış gibi gösterir fakat gerçek böyle değildir. Bu bakış açısı
devletin gücü karşısında korumasız olan azınlıkları, kadınları ve diğer muhalif grupları
dezavantajlı bir duruma düşürür. Bu paradoksal bir sonuçtur ve özel bir gruba herhangi bir
ayrıcalık tanımak devlet politikalarına muhalefet emek gibi görünür. Yurttaş (civic) ya da
etnik olsun, bütün milliyetçilikler temelde kültürel milliyetçiliklerdir. Liberalizm ile
özdeşleştirilmiş yurttaş milliyetçiliğinin saf bir formu yoktur en nihayetinde bu milliyetçilik
de belirli bir kültür ortamına ihtiyaç duyar (Nielsen, 1996).
Yurttaş milliyetçiliğinde milliyetçilik genel olarak etnik milliyetçiliğe nazaran toleransa
dayalı olduğu düşünülse de bazı durumlarda bu milliyetçilik türü de şiddete ve baskıya neden
olabilir (Keating, 1996, s. 7). Bunun en temel nedeni Benhabib’in (2006, s. 180) de ifade
ettiği gibi modern ulus devlet açısından yurttaşlık her ne kadar demokratik ve çoğulcu bir
yapıya sahip olduğu düşünülse de bireyleri yurttaşlık potasında eritme amacına sahip
olmasıdır. Bir başka deyişle salt ödev ve hakka dayalı bu milliyetçilik türü her ne kadar ılımlı
bir milliyetçilik türü olarak görülse de kamusal tartışmalardan yoksun bir şekilde
yapıldığında kendi içinde dışlayıcı özellikler barındırabilir.
Yurttaş milliyetçiliği kamusal alan ile özel alanı birbirinden kesin çizgiler ile ayrılmasını
savunur. Ancak bu alanlar bütünüyle birbirlerinden ayrılamazlar. Arendt (1994, s. 78)
kamusal alanın birlikte yaşayan insanların ortak çabası ile inşa edilen bir alan olduğunu ifade
eder. Bu alan yıkıldığında onları bir araya getiren güç de yitirilmiş olacaktır. Yurttaş
milliyetçiliği farklı kültürlere ancak kendi özel kültürlerini dışarda bıraktıklarında
yurttaşlığın imkânlarından faydalanma olanağı tanıyordu. Bu nedenle Arendt (2014, s. 35)
Yahudi sorununu onların ulus devlet ile olan ilişki biçimleri ile açıklamaya çalıştı. Ulus
devlet Yahudilere eşit haklar tanımıştır. Bununla beraber bu durum kendi içinde de bir
dikotomi barındırır; çünkü ulus devlet kendi içinde farklı bir ulusun var olmasına tahammül
edemezdi.
Her ne kadar ulus devlet Yahudilere eşit haklar tanmış olsa da toplumun kendisi bu
eşitliği kabul edecek durumda değildi. Bu nedenle Arendt (2014) sadece Yahudi
cemaatinden ayrı duran bir başka deyişle Yahudi’ye benzemeyenlerin bu ulusa kabul
edilebileceğini iddia etti. Bu kişiler evde Yahudi dışarda ise sadece insan kimliğine
26
bürünüyorlardı. Dreyfus davası bu nedenle Yahudilerin yurttaşlıktan kovulmalarının
sembolü haline geldi.
Arendt’ın Dreyfus davası üzerinden sorunsallaştırdığı yurttaşlık kavramı, yurttaş
milliyetçiliğinin de nasıl totaliter bir hal alabileceğini göstermektedir. Yurttaş milliyetçiliği
vatandaşlığa kabul edilip vatandaşlık haklarını kullanımını sağlarken bireyselliğinizi ve
kimliğinizi oluşturan etnik dini ve kültürel özellikleriniz dışarda bırakmanızı talep edebilir.
Fransa’nın Yahudilere ve Siyahilere yaptığı, temelde buydu. Bu açıdan yurttaş
milliyetçiliğinin etnik milliyetçilik ile benzeşebilmektedir. Her ikisinde de bir
homojenleştirme çabası vardır. Egemen yurttaşın dışındaki etnik ya da dini kültürler, bu
şekilde kamusal alanın dışına itilir.
Bu, liberal milliyetçiliğin sözleşmeci ulus anlatısına yönelik temel eleştirilerinden
biridir. Onlara göre nötr devlet ve eşit vatandaşlık kavramı ulusal kimlik ilgili sorunları
anlamda yetersiz kalır (Moore, 2004, s. 19). Örneğin Miller’a (2005, s. 103-104) göre farklı
toplumsal grupları birbirine bağlayacak yegâne meşru unsur devlettir. Fakat devletin meşru
olması durumu da şüphelidir; çünkü bizi yönetecek kurumlardan önce bir topluma ait olma
hissine sahip olmalıyız bu nedenle cumhuriyetçi yorumu liberalizmden ayıran temel şey
burada toplumsal birliği içermeci bir toplumsal düzende aramasıdır. Bu nedenle Miller
(1995, s. 189) yurttaş milliyetçiğinin toplumsal birlikteliği sağlayamayacağını
düşünmektedirler. Bu tarz milliyetçilik ortak tarih ve kültürü göz ardı ederken vatandaşları
sadece politik olarak eşit görür. Ona göre vatandaşlık daha belirli bir hale getirilmelidir.
Güncel toplumsal rahatsızlıklar sadece ekonomik değil aynı zamanda kimlik krizleridir ve
yurttaş milliyetçiliği bu krizleri çözmede yetersizdir. Tamir’e (2019, s. 165) göre de
anayasacılık evrensel haklar ve eşit üyelik, politik hareketler için önemlidir fakat bunlar da
kişisel yaşamın sınırlı yönlerini içerir. Bunların çoğu toplumsal ve politik uyum için çok ince
bir temeldir. Milliyetçiliğin geri dönmesinin nedeni de budur.
MacCormick (2002, s. 158) buradan hareketle milliyetçiliğin totaliter bir şekle
büründüğünde tek bir ahlaki birliğin var olması gerektiğini vaaz edebileceğini söyler. Fakat
bu söylem temelde farklı kültürel topluluklar arasındaki çelişkileri derinleştirmekten başka
bir şeye yaramamıştır. Miller’e (1995, s. 5) göre bu nedenle liberaller, milliyetçiliği kültürel
çoğulculuğun düşmanı olarak görürler. Küreselleşme çağında bu ilkel anlayışa yer yoktur.
27
Liberaller, milliyetçiliği bir kabile anlayışı olarak gördüler; çünkü liberaller açısından ulusal
amaçlar oldukça şüphelidir. Bu amaçlar kolayca faşizme yönelebilir. Bu nedenle Kymlicka
(2015) gibi siyasal teorisyenler açısından bölünmüş toplumlarda toplumsal dayanışmanın
çokkültürcülüğe dayalı bir yurttaşlık ile sağlanabileceğini ifade etmektedirler. Liberal
milliyetçiler milliyetçiliği terk edilmesi gereken kötücül bir ideoloji olarak değil, liberal
değerlerle ile uyumlu, içermeci bir temele oturtmaya çalışmaktadırlar.
Liberal Milliyetçilik
Liberalizm cömert, soylu gibi değişik anlamlara gelse de daha çok Latince anlamı
özgürlükçü kişi olan liberals ile özdeşleşmiştir. Özgürlükçülük iktisadi alanda olduğu gibi
siyasal alanları da içeren bir anlama sahiptir. Liberalizm ilk kez İspanya’da kendilerini
liberales olarak tanımlayan bir grubun monarşiyi devirmesi ve bu grubun anayasal rejim
kurmak için mücadele eden ideolojisini tanımlamak için kullanılmış olsa bile liberal
düşüncenin kökleri 17. yüzyıl Batı Avrupa’sındaki gelişmelere dayanır. Liberaller bu
dönemden başlayarak mutlak monarşilere karşı mücadele etmişlerdir. Aydınlanma ile birlikte
eşit ve özgür bir özne olarak tarih sahnesine çıkan birey ve onun özgürlüğü liberal düşüncenin
temel inceleme konusunu oluşturur. Liberalizm açısından bireyin özgürlüğü onun dışsal
müdahalelerden özgür olmasıdır. Dış müdahaleler genel olarak mutlakiyetçi ve teokratik
iktidarlar olarak tanımlanmışlardırlar (Birler, 2013, s. 299-303).
Liberal milliyetçiliğin de benzer bir şekilde temel çıkış noktası otoriter yönetimleri karşı
duruştur. Politik bir ideoloji olarak 19. yüzyılın ortalarında özgül olarak da 1840 devrimlerine
dayanan liberal milliyetçilik Giusseppe Mazzini ile özdeşleştirilmiştir. Mazzini açısından
vatan, içinde yaşanan bir evdir ve bu evde herkesin yüklenmesini gereken sorumluluklar
vardır. O bir yandan İtalya’nın birliğini ve bağımsızlığını savunurken, bir yandan da kişisel
özgürlükleri de savundu hatta daha ileri bir noktaya giderek başka topraklarda yaşayan
kişilerin özgürlüklerini de savunmanın ahlaki bir görev olduğunu düşünüyordu. Ona göre bir
ulusun vatandaşı olmak ile diğer halklara karşı ahlaki bir sorumluluğa sahip olmak arasında
bir çelişki yoktur. Özgürlük hem vatanın içerisinde hem de dışında savunulmalıdır. İnsanlık
için ölmek ile ülke için ölmek arasında bir çelişki yoktur (Viroli, 1997, s. 163-165).
28
Mazzini açısından milliyetçilik bir amaç değil halkın kendi kendini yönetmesini
sağlayan bir araçtır; çünkü gerçek bir demokrasi için ulusal egemenlik temel koşullardan
biridir. Bu yüzden onun söyleminde milliyetçilik demokrasinin inşa edilmesinde kullanılacak
önemli bir araçtır. Ona göre ulus primordial özellikler taşıyan doğal bir olgu değildir, ulus
yurttaşlar tarafından kolektif olarak inşa edilir (Rowley, 2012). Bu nedenle Mazzini (2009,
s. 51) açısından dil toprak ve ırk birlikteliği her ne kadar bir ulus olmanın işareti olsalar da
bunlar her durumda bir ulus olmak için zorunlu değildirler. Bir ulusu bir arada tutacak şey
özgürlük eşitlik ve kardeşliktir.
Mazzini ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını savunuyordu. Bu düşünceden
hareketle birleşik bir İtalya fikrini savunurken fikirlerini Avrupa geneline yaymak için “Genç
İtalya” adlı bir örgüt kurdu, ardı sıra Genç Avrupa adlı bir akım ile fikirlerini Avrupa geneline
yaymaya çalıştı (Heywood, 2013, s. 175). Romantik milliyetçi Mazzini, halklar için tanrının
kutsal bir planı olduğuna inanıyordu. Bireylerin, uluslarına karşı sorumlukları vardı.
Bireyciliği ve materyalizmi reddederken bireyi kendi uluslarının özgürlük ve birliği için feda
etmeye davet ediyordu. Onun için bireyin kendini adaması hem geniş anlamda insanlık için
hem de dar anlamda bireysel haklar ve çıkarlar ile de uyumludur (Canovan, 1996, s. 7).
Günümüzde ise özellikle İngilizce konuşan dünyada liberal milliyetçiliğin temsilcileri Miller,
Tamir, Margalit, Raz ve Canovan’ dır (Miller, 2020, s. 23-25). Liberal milliyetçiliğin temel
iddiası liberalizm ile milliyetçilik arasında var olan ilişkiyi tekrardan kurarak milliyetçiliği
otoriter rejimlerin elinden kotarmaktır.
Liberalizm bu şekilde bireyi merkeze alan bir düşünsel sistem olarak algılanırken
milliyetçi düşüncenin ise daha çok toplumcu olduğu düşünülür. Bu nedenle liberal düşünce
ile milliyetçi düşüncenin bir arada var olamayacağı varsayılır. Liberaller, milliyetçilik
kavramını terk ederken; muhafazakâr siyasetçiler bu kavramı daha fazla sahiplenirler. Bu
nedenle liberal düşünce ile milliyetçi düşünce sürekli bir şekilde bir çatışma içindeymiş gibi
görünür. Liberal düşünce açısından bireysel kimlik tarih ve kader tarafından onlara yüklenen
görev ve sorumluluklardan daha önemlidir. Birey kendi seçimin yapabilmeli içinde doğduğu
kültürü kabul edebilmeli veya ret edebilmelidir. Sosyal alanlar bütünüyle bireyin seçimi ile
şekillenen alanlar olmalıdır. Bu nedenle liberal anlayış kültür hakkını bireye bırakır. Bireyin
29
kültür hakkı sadece sosyal alanlarda değil kamusal alanlarda da vardır. Milliyetçiler ise bu
toplumsal algılayışın toplumsal dayanışmayı aşındıracağını düşünürler (Tamir, 1993, s. 5-6).
Cumhuriyetçi temalar içeren liberal milliyetçilik açısından bireyler bağlamsaldırlar ve
onların kimlikleri ulusal bir gruba aidiyetleri ile şekillendirir. Bireysel kimlik ile ulusal
kimlik karşıtlık içerisinde olmak zorunda değildir. Milliyetçiliğin bu türü kendi içerisinde
farklı etnik grupları barındıran liberal tartışmayla yakından ilgilidir (Canovan, 1996, s. 10).
Bu varsayıma göre ulusal kimlik için öngörülen kamusal kültür monolitik olmak zorunda
değildir. Kamusal bir kültür daha çok demokrasiye olan inanç ve hukuk kuralarını içermelidir
(Miller, 1995, s. 26-27).
Ulusal kimlik kişisel kimliğin oluşumuna da katkı da bulunabilir. Uluslar birbirlerine
karşılıklı olarak görevler yükleyen etik toplumlardır. Ulusal kimlikler felsefi olarak
savunulabilir ve de politik olarak da uygulanabilir. Ulusal ilke ulusal devlete zararlı olduğu
düşünülen devlet altı milliyetçiliklerin yarattığı problemlere karşı da bir çözüm olabilir. Bu
ulusal devlet bugünün koşulları dikkate alındığında kültürel olarak homojen bir ulus devlet
olmak zorunda değildir. Daha ziyade bu, karmaşık sorunlara adapte olabilecek bir ulus devlet
olarak inşa edilmelidir (Miller, 2005, s. 6-7).
Liberal milliyetçilik, temelde milliyetçi idealleri teşvik ederken milliyetçilik tarafından
aşındırılmaya çalışılan insani değerleri de korumayı amaçlar. Ulusal kimlik kültürel olarak
homojenlik anlamına gelmemelidir. Ulusal kimlik daha uysal, kapsayıcı akışkan ve içermeci
olmalıdır. Farklı kültürel grupların var olduğu bir toplumda eğer ulusal kimlik bu şekilde inşa
edilmezse karşılıklı güven inşa edilemez (Canovan, 1996, s. 121). Bu nedenle liberal
milliyetçilik özel bir kültürü evrensel insan hakları içerisinde değerlendirir. Bireyi de kendi
ait olduğu toplumsal ve kültürel çevre içerisinde ele alır. Bu açıdan o geleneksel milliyetçi
bakış açılarından ayrılır. Tamir’e (1993, s. 93) göre liberal milliyetçiliğin çok-merkezli
(polycentric) doğası onu faşizm ve ırkçılık ile özdeşleştirilen etnik milliyetçilikten ayırır.
Liberal milliyetçilik liberal ilkelerin homojen bir ulus devlet formunda uygulanabilir
olduğunu düşünen liberalizmden de ayrılır. Özellikle Mill gibi liberaller farklı dilleri
konuşanların olduğu bir toplulukta ortak bir kamusal düşüncenin ve temsili bir hükümetin
oluşmayacağını düşündüler. Bu açıdan ulusun sınırları hükümet ile eşdeğer olmalıdır. Bir
30
başka deyişle klasik liberallerin savundukları liberalizm özgür ve rasyonel birey olarak
yurttaşın kültürünü dışarda bırakarak sadece yurttaş olarak düşünürler. Bu da herhangi bir
hayat tarzını veya dünya görüşünü desteklememeyi gerektiriyordu, toplumun bütün üyeleri
kendi yaşam tarzlarını benimsemekte eşit bir şansa sahip olmalıydılar. Devlet soyut
insanlığın bir temsilcisi dinsel ailesel veya kişisel sorunlara müdahale etmemeyi taahhüt eder.
Fakat liberal devletlerin kendileri de zaman içerisinde özel bir kültürün parçası haline geldi.
Etnik gruplar veya farklı alt kimliklere mensup kişiler liberal devletleri belirli bir kültürü
korumak ile suçluyorlardı; çünkü bu azınlıklar kendilerini kamusal alandan itilmiş
hissediyorlardı (Tamir, 1993, s. 140-141).
Bu tartışmalardan hareketle Tamir (1993, s. 163) açısından liberal milliyetçilik şu
şekilde özetlenebilir. Liberal ilkeler hem ülke içinde hem dışında kabul edilmelidir. Ulusal
politik sistemi özel bir ulusal kültürü yansıtmakla beraber vatandaşlar farklı kültürleri ve
yaşam planlarının takip etmede özgür olacaklardır. Bu liberal milliyetçiliğin geleneksel
liberal görüşten ayrıldığı noktadır; çünkü liberal milliyetçilik kültürü politik yaşamın önemli
bir parçası olarak görür. O sadece belli değerler üzerinde uzlaşma olmasını değil özel kültürel
değerler üzerine de bir uzlaşıdır.
Liberal milliyetçilik bugün Norveç, Finlandiya, İzlanda, Kanada, Belçika ve İskoçya gibi
yerlerde uygulanan bir milliyetçiliktir. Quebec olayında olduğu gibi milliyetçilik ve
liberalizm bir arada var olabileceğini göstermesi açsından önemlidir (Nielsen, 1996, s. 50-
51). Bu nedenle liberal milliyetçilik hem liberalizmden hem de milliyetçilikten beslenir.
Liberal milliyetçilik bu açıdan toplumda bulunan farklı kimliklere karşı tölerans gösterilmesi
gerektiği savunur. Bir başka deyişle ulusal aidiyetlerin gelişmesi için belirli alt kimliklere
haklar verilebilir bu demokratik yaşamın geliştirilmesi açısından önemlidir. Bu da belirli bir
ölçekte kimlik politikalarını gerekli kılar.
Kimlik Politikaları
Yurttaş milliyetçiliği bireyi kendi kültürel bağlamından ayırarak sadece vatandaş olarak
kurguluyordu. Yurttaşın kültürel kimliğini özel alana hapsederek kamusal alanın dışına
itiyordu. Küreselleşme çağında bütün alt kimliklerin de zamanla sönümleneceği
varsayılıyordu ancak beklenen gerçekleşmedi. Yaşadığımız çağda etnik ya da dini
31
kimliklerin aşınacağı bireylerin birbirilerine benzeyeceği iddiası pek gerçekçi
görünmemekte. Bugün etnik topluluklar kendi etnik miraslarına geri dönerken dinsel
köktencilik de dünyanın farklı coğrafyalarında yayılmamaktadır. Bu bir ölçüde kimliğin ne
kadar güçlü bir etken olduğunu göstermektedir (Castells, 2006).
Din, cinsiyet ve etnik aidiyet gibi daha çok kolektif kimliklerin tanınma talepleri her
geçen gün daha görünür bir hal almaktadır. Bu kimlikler onların taşıyıcıları için sosyal
yaşamda oldukça önemlidir. Her bir kişinin bireysel kimliği yanı sıra bir de kolektif bir
kimliği vardır. Bu nedenle çağdaş demokrasiler kimlik sorunlar ile daha yakından ilgilenmek
zorunda kalıyorlar. Çağdaş-politik tartışmaların merkezinde bugün tanınma kavramı vardır.
Tanınma talebi birçok farklı şekilde karşımıza çıkabilir. Bu bazen bir azınlık grup bir alt grup
veya kadınlar gibi dezavantajlı gruplar olabilir. Tanınma daha çok kimlikle ilişkili bir sorun
olarak karşımıza çıkmaktadır (Taylor, 1994, s. 25). Bu sorunlar günümüzde siyasal
tartışmaların merkezinde yer almaktadır.
Liberal milliyetçiler açısından kültürün bireysel kimliğin oluşumunda önemli bir etkisi
vardır bu nedenle özel kültürler korunmalıdır (Moore, 2004, s. 62). Her ne kadar bu durum
ulus devletin doğası ile çelişkili olduğu düşünülse de farklı etnik kimliklerin var olması bir
devletin ulus devlet olması önünde bir engel değildir. Bununla beraber ulus devlet
meşrutiyetini sağlamak için farklı kimliklerin varlığını tanımalı onlara alan açmalıdır.
Tamir ve Miller gibi liberal milliyetçiler devlet gücü aracılığıyla farklı kültürel, dinsel
ve dilsel kimliklerinin korunmasını desteklerler (Moore, 2004, s. 54). Miller’a (1995, s. 88-
90) göre devletin rolü egemen-ulusal kültüre bu kültürü benimsemek istemeyen dezavantajlı
grupların üzerine yüklemek olmamalı, daha çok özel bireylere kendi kültürlerinin
geliştirebilecekleri ortamlar sağlamak olmalıdır. Bunun içine devlet demokratik bir formda
inşa edilmelidir. Sadece demokratik bir devlette ulusal irade kâmil bir manada
gerçekleşebilir. Bu da çokkültürlü politikalara ihtiyaç duyar.
Çokkültürlülük
Ulusal temelli demokrasilerde çoğunlukla azınlık kültürleri, birçok sosyal damgalanma,
asimilasyon gibi farklı problemle yüzleşirler (Kymlicka, 2015, s. 5). Bireysel hakları
reddedenler çoğunlukla kamusal yaşamın bütün kültürlere karşı nötr olması gerektiğini iddia
32
ederler fakat kültür denilen şey sadece özel alana hapsedilemez. Bu durumda çoğunlukla bu
kültürlerden istenen şey kendi kültürleri yok saymaları ona ihanet etmeleridir. Bireyler
sadece kişisel özgürlüklerini elde etmek istemezler aynı zamanda sınıf, ulus veya ırk gibi
özel bir grubun üyesi olarak da tanınmak isterler. Kendi ait oldukları gruplara yönelik
saldırıları kendilerine yapılmış gibi hissederler (Tamir, 2019, s. 46).
Liberal milliyetçilik bu nedenle daha çok çokmerkezlidir. Farklılıklar tarafından var
edilmiş bir dünya var etmek ister (Tamir, 1993, s. 90). Liberal milliyetçiliğin meşru formu
çokkültürlülük ile uyumlu olmalıdır. Çokkültürlülük bireyin ait olduğu toplumsal grup ile
liberal demokrasiler arasında var olan gerilimin yatıştırılmasını sağlar (Kymlicka, 2015, s.
6). Buna göre azınlıkların kendilerini evlerinde hissetmelerini sağlayabilecekleri politikalar
geliştirilmelidir. Onların yönetici grupla aynı dilini ve kültürünü paylaşmadıkları gerçeği
onlara karşı kullanılmamalıdır. Ötekilerin haklarına ve seçimlerine saygı duyulmalı. Ulusal
kimliği beslemek ortak ulustan olmayan vatandaşları hakkında duygudaşlık kurmayı da
gerektirir. Yerli halklar, azınlıklar ve göçmenlerin saygı duyulmaya ve savunulmaya
ihtiyaçları vardır. Hassas grupların sosyal, ekonomik ve kültürel ihtiyaçlarını karşılanmalı
korku ve nefret öznesi haline getirilmesine engel olunmalıdır. Yurttaş milliyetçiliğinin aksine
liberal milliyetçilik kimliğin ve toplumsal üyeliğin rolünü göz ardı etmez. Bu nedenle
dezavantajlı gruplar ve azınlıklar hakkından daha dikkatlidir ve onları iyileştirmeye
toplumsal yaşama katmaya çalışır (Tamir, 2019, s. 179-180).
Liberal milliyetçilik çoğulcudur ulusal grupları sadece tarihsel bir üretim olarak değil
insani bir irade olarak ele alır ve daha hümanist bir geleneği esas alır. O; tanrı, doğa, tarih ve
kültür adına talep edilen her ne varsa insanı çıkarlar üzerine temellenmemişse göz ardı eder.
Temelinde güçlü bireysel seçimler varken milliyetçiliğin toplumsal boyutlarına da inkâr
etmez bir başka deyişle belirli bir toplumun üyesi olarak yaşamanın değerli olduğunu
düşünür (Tamir, 1993, s. 83-84). Farklı toplumsal gruplar arasında var olan gerilimle ya da
adaletsizliği uğrama hissini karşı mücadele etmek için önyargılara, etnik-merkezciliğe,
toplumsal eşitsizliklere ve adaletsizliklere karşı mücadele edilmesi gerekir (Tamir, 2019, s.
50).
Raz (1994, s. 157-160) çok kültürlülüğü bu adaletsizliklere karşı verilmiş liberal bir
cevap olarak tanımlar. Küreselleşen dünyada yaygın kanı insanların birbirlerine daha çok
33
benzeyip kültürel farklılıklarını bir kenara koyacakları yönündedir. Fakat bu kanı bazı
durumlarda geçerliyse de her durumda geçerli değildir. Bazı durumlarda iç içe yaşayan
grupların kendi etnik ve dinsel kimliklerinin farkına varması daha olasıdır. Etnik ve dini
kimlikleri yıllarca baskı altında kalan azınlık grupları bu durumun farkına varıp bu durumun
değişmesini talep edebilirler. Bu da haliyle liberal demokrasileri çokkültürlü durumla ilgili
olarak politika üretmeye yöneltir. Avrupa’nın özelinde farklı kültürleri bir arada yaşatmaya
çalışma deneyimi büyük ölçüde başarıya ulaştı denilebilir. Avrupa’da yaşayan Basklar ve
Katalanlar gibi birçok etnik azınlık dilsel ve kültürel haklar elde ettiler. Kane (1996, s. 540-
570) çokkültürlü politikalar en büyük başarıyı Avusturalya’da elde ettiğini ifade etmektedir.
Avusturalya yıllar boyunca çok kültürlülüğü bir tehlike olarak görüp buna karşı mücadele
etti fakat en sonunda toplumsal birliği sağlamak için kültürel farklılığın kabul edilmesi
gerektiğini kabul etti. Bu yaklaşım bugün liberal demokrasiler tarafından kabul gören bir
yaklaşımdır.
Kültürel olarak çoğulcu bir ortamda bireyler kendi kültürel seçimlerini yapabilirler.
İnsanlar bir öteki kültürle tanıştıklarında kendi kültürleri üzerine eleştirel düşünebilirler;
öteki kültürlerden bir şeyler öğrenirler. Bu nedenle kültürel çoğulculuk önemlidir. Kültürel
çoğulculuk bireylerin kişisel gelişimine de olumlu katkıda bulunur. Ancak birçok totaliter
sistem kültürel çoğulculuğun dayanışma ve yakınlık hissini zayıflattığını düşünmektedirler
(Tamir, 1993, s. 30-31). Bu nedenle Miller (2005, s. 121) gibi liberal milliyetçiler farklı
kültürlerin tanınmasını savunmak ile birlikte bu kültürlerin ulusal kültürün bir parçası olması
gerektiğini savunurlar. Farklı kültürlere tolerans gösterilmesi gerekirken bu kültürlerin
cemaatleşmesine engel olunması gerekir.
Cemaatleşmeye Engel Oma
Anderson (2014, s. 159) açısından Avrupalı aydınlar milliyetçiliğin kökeninin patolojik
bir özelliğinin olduğunu iddia ediyorlardı ve bunun temelinde öteki karşıya duyulan kinin ve
öfkenin var olduğu düşünülüyordu. Fakat milliyetçilik sadece ötekine karşı duyulan kin ve
öfkeden kaynaklanmaz aynı zamanda kaynağında kendi ulusuna duyulan sevgi de vardır.
Özellikle milliyetçi yazında bu sevginin kökleri daha yoğun bir şekilde görülebilir. Liberal
milliyetçiler de bu açıdan milliyetçiliği kötücül bir ideoloji olarak görmezler. Onlar açısından
ulusal kültür bir hapishane veya ayağa vurulmuş bir pranga değildir. Ulusal kimlik birçok
34
insan için hayati derecede önemlidir; çünkü ulusal kimlik bir ölçüde bir topluma ait olma,
güvende olma hissi verir. Bu nedenle insan varlığı için temel değerlerden biridir bununla
beraber ulusal kimlik bireylerin farklı kimliklerini bütünüyle baskılamamalı, onu
yormamalıdır (Nielsen, 1996, s. 43-44).
Çokkültürlü durum ulusal bir kimliğin oluşumunda engel değildir. Farklı etnik kimlikler
ulusal kimlikler ile bütünleşebilir. İç içe geçmiş kimlikler bulunabilir bu şizofren olma
anlamına gelmez daha çok iki kimliğin birbiriyle bütünleşmiş olduğu anlamına gelir. Bu
devletlere örnek olarak İngiltere, Belçika, Kanada ve İspanya örnek olarak verilebilir. Bu
devletler de vatandaşlar iki kimliğin de taşıyıcısıdırlar. Yani hem Katalan hem de İspanyol
hem Qubec hem de Kanadalı kimliklerinin taşıyıcısıdırlar (Miller, 2005, s. 128-129).
Liberal bir ulus inşa etmenin oldukça başarılı yönleri vardır. Böyle bir ulus demokrasi
bireysel hakları ve barış ve güvenliği sağlamada dikkate değer ölçüde başarılıdır. Böyle bir
demokraside devlet kurumları vatandaşların refahını geliştirmek için çaba sarf eder. Fakat
ulusal temele dayanan liberal demokrasiler inşa etmenin de kendi içerisinde zorlukları vardır.
Liberal ulus inşa etme süreçlerinin de kurbanları vardır. Bunlar göçmenler, tarihsel alt
gruplardır. Liberal ulusu savunanlar bu grupları bir yol kazası olarak görürler. Liberal bir
ulus bu risklerden kaçmak için bu farklılıkları da dâhil etmeye yönelik çokkültürlülük
geliştirmelidir. Kiymlicka (2006, s. 128-130) buna evcilleştirilmiş liberal ulus der. Özetle
Liberal milliyetçiler farklılıklara saygılı olan ama aynı zamandan kendi toplumları ile
ilgilenmeyi önceleyen bir milliyetçilik türü inşa etmeye çalışırlar. Liberal milliyetçiler her ne
kadar çok-kültürlü bir yaklaşımı savunsalar da bireylerin kendi kültürel gruplarına olan
sadakatlerini ortak vatandaşlığa yönelmiş bir tehlike, demokratik yurttaşlık için bir engel
olarak görürler. Bunun için de toplumun farklı kültürler arasında bölünmesine engel
olunması gerekir.
Politik olarak belli kültürel grupları tanıma bazı durumlarda gruplar arasına sınırlar
çekerken bu gruplar arasında şiddete de yol açabilir (Miller, 2005, s. 71). Tanınma talebi
egemene karşı yöneliktir ancak bazı durumlarda Amerika’da siyahilerde olduğu gibi egemen
kültürü düşman konumuna koyduğu için durum daha da karmaşık bir hal alabilir. Bu
durumda tanınmayı talep eden kimlik monolitik bir görünüm kazanabilir (Appiah, 1994, s.
153-154).
35
Çağdaş demokrasiler ise bireyler ile birlikte onların ait oldukları kültürel grupların da
haklarının geliştirilmesine yönelir. Fakat bu yapılırken toplumun küçük cemaatlere dönüşme
tehlikesi göz önüne alarak politika geliştirilmelidir (Üstel, 1999, s. 32). Dışarda kalan gruplar
çoğunlukla kendi kültürlerini korumak ve yeniden üretmek isterler fakat bu durumda da
demokratik vatandaşlık olgusunun nasıl tesis edileceği sorunu ortaya çıkar. Bunlara nasıl
cevap verileceği liberal demokrasilerin en önemli sorunlarından biridir.
Belirli gruplar için bir öteki grubu tanımak ya da saygı göstermek her zaman mümkün
olmayabilir. Tanınma politikası bazı durumlarda kendi kendini engelleyen bir duruma yol
açabilir. Bu nedenle kamusal alanda bireylerin grup kimlikleri ile değil vatandaşlar olarak
katıldığı geniş tartışmalar aracılığıyla sağlanmalıdır. Bu kamusal alanın nötr olması anlamına
gelmez. Bu daha çok ortak ulusal kimliğin yurttaşlar tarafından kolektif bir şekilde inşa
edilmesi anlamına gelir. Bununla beraber ulusal kimlikler akışkandır ve asıl problem ulusal
kimliğin farklı alt kimlikler tarafından içeriğini boşaltmandan, demokratik politikaları yok
etmeden kabul edilebilmesini sağlamaktır (Miller, 2005, s. 80).
Liberal milliyetçilik açısından dezavantajlı grupların desteklendiği açık bir toplumda
ulusal ve kültürel sorunlardan kaynaklı problemlerde bir azalış görülebilir. Liberaller,
ulusalcılar gibi toplumu organik bir bütünlük olarak görürler fakat bu organik bütünlük
ulusalcılar gibi bütün homojen bir kültürel bütünlük değildir. Farklı kültürlerin bir arada
yaşamaya çabaladığı organik bir bütünlüktür (Tamir, 1993, s. 17).
Özetle liberal milliyetçiler çoğulculuğu kabul edip bu farklı kimliklerin tanınmasını
savunurken bu kimliklerin taşıyıcıları olan bireylerin kendi kültürel gruplarına
hapsolmalarına da engel olmaya çalışır bunun yolu da farklı kültürel gruplar arasında bir
başka deyişle yurttaşlar arasında dayanışma ağlarının örülmesiyle sağlanabilir.
Yurttaşlar Arası Dayanışma
Milliyetçilik ortak fayda için yurttaşları seferber etme gücüne sahiptir. Bu söylemde
millet büyük bir aile rolüne bürünür (Smith, 1994, s. 147). Milliyetçilik farklı kültürler
arasında sosyal bir bağ inşa eder ve onları birbirine yakınlaştırır. Ulusal anlatıları ortak bir
ulusal bilinç inşa ederek besler (Tamir, 2019, s. 85). Bir ulusun varlığından ancak üyeleri
arasında karşılıklı tanınma var olduğunda söz edilebilir (Miller, 1995, s. 23).
36
Bir devletin içinde yaşayan vatandaşlar birbirlerine güvenmelidirler. Bu demokratik
yurttaşlığın ve katılımcı demokrasilerin öncelikli görevidir. Böyle bir toplumda politik
tartışmalar ve alınan kararlar şeffaf olmalıdır. İkinci olarak da yurttaşlar ortak bir zemin
bulmaya istekli olmalıdırlar. Bu koşullar karşılaşılan problemleri çözmede, toplumsal adaleti
sağlamada ve ortak bir kader inşa etmede oldukça faydalı araçlar olacaktır. Aynı zamanda
yurttaş ve devlet arasındaki uyumu da sağlayabilir (Miller, 1995, s. 96-99).
Milliyetçilik bir ulusun geçmişini, günümüze ve geleceğe bağlayabilir. Bu şekilde
kendilerine süregelen bir sisteme bağlı ve birbirlerine karşı sorumlulukları olduğunu düşünen
bireyler ortak iyiyi elde etmek için çalışacaklar. Bu şekilde bireyler arasında beklentiler
toplumsal zorunlulukların birlikte geliştirilmesi sağlanacak. Bir topluma ait olma hissi
devleti bürokratik bir özellikten geniş bir aileye dönüştürür. Milliyetçilik sayesinde devlet
salt bir araçtan ziyade sevgi ve kader ortaklığına dönüşür (Tamir, 2019, s. 39-40).
Kymlicka (2015, s. 2-3) açısından ulus olma düşüncesinin bireye bir topluluğa ait olma
ve o ulusun üyeleri ile birlikte eyleme gerekliliği hissi verdiğini ifade etmektedir. Bu his
çoğunlukla bir toprak parçası ile özdeşleşmiştir. Buna göre bireyler farklı çıkarlara sahip
olsalar bile birlikte eylemelidirler. Ulusal dayanışma ilerici politikalar inşa etmede önemlidir
aynı zamanda bu politikalar kapsayıcı olmalı ve çokkültürlülük olgusu ile de uzlaşı içinde
olmalı yani bir ölçüde bu dayanışma çok kültürlü bir dayanışma olmalıdır.
Liberal milliyetçiler açısından bir topluma ait olma duygusu toplumsal dayanışma ve
güveni sağlamada önemli bir rol oynar. Örneğin “Biz” kavramı beraber olmak, tarihsel bir
devamlılığa, birlikte eylemeye, belirli bir toprağa birlikte sahip olma ve ortak bir kamusal
kültüre sahip olmak anlamına gelir. Liberal milliyetçilik, kan-toprak bağına dayanan etnik
dışlayıcı milliyetçilik türü yerine milliyetçiliğin daha medeni bir formu olan ortak bir politik
kültür inşa etmeye dayalı, karşılıklı dayanışma esasına dayanan bir toplumsal üyeliği savunur
(Banting, Kymlicka, Harell ve Wallace, 2019).
Ulusal sınırlar ve bağımsızlık öncelikli olarak kendi sınırlarımızdaki yaşayan insanlarla
ile ilgili toplumsal adalet gibi bir derdimiz olmalıdır. Toplumsal adalet karşılıklı taahhüdü
içermelidir. Bir grup insanın ortak ürünlerini adil bir şekilde paylaşması anlamına gelir. Bu
da sosyal dayanışmayı gerektirir. Vatandaşlar birbirlerine karşılıklı olarak güven duygusunu
37
beslemeleri ve ortak iyi geliştirme yükümlülüğü hissetmelidirler (Canovan, 1996, s. 29).
Liberal milliyetçiler açısından toplumsal adalet sadece bir ulus devletin sınırları içerisinde
sağlanabilir; çünkü yurttaşlar bir ulusal devletin üyesi olarak birbirleri için fedakârlıkta
bulunabilirler (Woons, 2014, s. 82).
Toplumsal adalet siyasal toplumun ihtiyaçları üzerine düşünür; kolektif kaynaklar ve
toplumsal dayanışma önemlidir. Demokratik söylemde sadece güven değil ortak bir
sempatiye ihtiyacı vardır bu da kolektif topluluğun birlikte eylemesi için önemlidir
(Canovan, 1996, s. 44).
Liberal milliyetçilik her ne kadar liberal ve çoğulculuğu esas alan bir milliyetçilik türü
olsa da milliyetçiliğin kötü şöhretinden dolayı bu milliyetçilik türüne de çoğu zaman şüphe
ile yaklaşılır. Özellikle de milliyetçiliği alternatif olarak yurtseverlik kavramı önerilir.
Yurtseverlik, milliyetçiliğin düşünsel rakibidir. Her ne kadar yurtseverlik ve milliyetçilik
çoğu zaman eş anlamlı olarak kullanılsa da tarihsel olarak birbirlerinden oldukça ayrışırlar.
Yurtseverlik daha çok toplumsal yaşamı ayakta tutan politik kurumlara olan bağlılık ve
cumhuriyete duyulan sevgi anlamında kullanılırken milliyetçilik ise 18. yüzyılın bir üretimi
olarak kültürel, dinsel ve etnik homojenleştirme çabası olarak ortaya çıkmıştır. Yurtseverlik
düşman olarak despotizmi görürken milliyetçilik ise kültürel yozlaşma ve bölünmeyi asıl
tehlike olarak görür. Yurtseverlik, milliyetçilik gibi saldırgan bir ulusal anlatı yerine daha
çok ülkeye bağlılık ve özgürlük sevgisi gibi kavramları kullanarak yurttaşlık bağlarını
güçlendirmeyi amaçlar. Bu düşüncenin temelinde cumhuriyeti güçlendirme ve onu savunma
vardır (Viroli, 1997, s. 12-19).
Milliyetçilik ile yurtseverlik kavramları arasında var olan bu ilişki biçimini benzer bir
şekilde liberal milliyetçi ve anayasal yurtseverlik kuramları arasında görülmektedir. Her iki
kuramın birbirleriyle uyuştukları ve ayrıştıkları noktalar vardır. Örneğin hem liberal
milliyetçi kuram hem de anayasal yurtseverlik açısından ortak kamusal kimlik devletin meşru
gücünün varlığı için önemlidir. Bununla birlikte ortak kamusal kültürün nasıl olması
gerektiği konusunda ise ayrışırlar. Liberal milliyetçiler daha çok kültüre odaklanırken
anayasal yurtseverlik ise politik olanı önceler (Ariely, 2011, s. 298). Anayasal yurtseverlik
kuramı açısından liberal milliyetçilerin savundukları ulusal kültür kendi içerisinde
asimilasyoncu bir boyut taşır; çünkü liberal milliyetçiler politik olandan ziyade ulusal gurur
38
ya da ulusal kahramanların varlığına önem verirler (Müller, 2007, s. 9). Anayasal yurtseverlik
açısından ise bağlılık ulusa ya da kültüre değil anayasaya olmalıdır.
Anayasal Yurtseverlik
Anayasal yurtseverlik kuramı İkinci Dünya Savaşı sonrası bölünmüş ve ulusal kimliğini
yitirmiş Alman düşüncesinden doğmuştur. Kuramın düşünsel kökleri Karl Jaspers’in
felsefesine kadar geri götürülebilir. Jaspers varoluşçu bir filozof olarak varoluşun ötekiler ile
iletişim içerisinde meydana geleceğine inanmaktaydı (Erdem, 2014, s. 43). Jaspers (2000)
Alman suçu adlı çalışmasında Alman halkının kolektif sorumluluğuna dikkat çeker. Ona göre
Almanlar Nazilerin yaptıklarından sorumludurlar çünkü yurttaşların apolitik olmak gibi bir
lüksleri yoktur. Ona göre bu suçtan arınmanın yolu da Alman toplumun kendi dönüşümünü
sağlamasıdır bunun içinde yurttaşların birbiriyle iletişim içinde olmalı, birbirleri ile
konuşmalarıdır. Almanların suçtaki ortaklığı aynı zamanda onların dayanışmasının kaynağı
olabileceğini iddia eder. Jaspers Almanların omuz omuza vererek demokratik politik
kimliklerini geliştirerek toplumsal entegrasyonu sağlayabileceklerini savunur. Almanları
birbirlerine bağlayan her şey yitirilmişti ve onları birbirlerine sadece hakikat, özgürlük ve
barış tekrardan birbirlerine bağlayabilir.
Jaspers’in politik felsefesinde özgürlüğün yolu hakikati ve barış istemek bunun içinde
toplumsal yaşama aktif bir şekilde katılmaktır (Erdem, 2014). Bununla beraber her ne kadar
anayasal yurtseverlik kuramı Jaspers’in öğrencisi Dolf Sternberger tarafından da dile
getirilmişse de kavram Habermas’ın sayesinde etkili politik bir düşünce olmuştur.
Habermas’a (2012, s. 61) göre İkinci Dünya Savaşı milliyetçilikten kaynaklı dışlayıcı
sistemlerden kurtulmanın gerekliliğini göstermiştir.
Habermas ulus devletin her ne kadar güçlü yönlerinin var olduğunu kabul etse de
milliyetçiliğin etnik kültürel bir temele oturtulduğunda oldukça tehlikeli olabileceğini
düşünür; çünkü milliyetçiler kendilerini bazen küreselleşme bazen de farklı etnik kültürler
tarafından sürekli baskı altında hissettikleri için bütün yurttaşlara tek bir kültürü dayatmaya
çalışırlar. Ona göre bu nedenle milliyetçilik toplumsal dayanışma ağlarını örmek yerine bu
farklılıklara verilebilecek oldukça tehlikeli bir cevaptır çünkü oldukça dışlayıcı ve
saldırgandır. Habermas milliyetçiliğe karşı anayasal yurtseverlik kavramını önerir ona göre
39
yurttaşların kendi yaşam yollarını takip edecekleri tek yoldur. Yurtseverliğin tek meşru
formu anayasal bir devletin evrensel ilkeleri ile yakından ilişkilidir. Almanlar politik
kimliklerini demokratik anayasal bir devletin etrafında şekillendirmeliydiler. Demokratik bir
anayasa politik bir kültür ile beslenmelidir bu politik kültür de sadece çoğunluğun
değerlerinin yansıtıcısı olmamalıdır (Finlayson, 2005, s. 123-128).
Michelman’a (2001, s. 263) göre Habermas temelde kabul edilebilir politik bir rejimin
nasıl olması gerektiği üzerine düşünmektedir. Bu açıdan Habermas (2012) demokratik bir
cumhuriyetin yaşaması için yurtseverliğin gerekli olduğunu düşünmektedir, yurtseverlik ise
milliyetçilik te olduğu gibi belirli bir kültüre dine ya da etnik grup yerine çağdaş toplumun
ve çoğulcu dünyanın gerekliliği olarak daha soyut bir dayanışma formuna ihtiyaç
duymaktadır. Demokratik temelde kurulacak bu politik kültürde dayanışmanın kaynağı
milliyetçilik değil ancak anayasa olabilir. O toplumsal felaketlerden öğrenebileceğini
düşünüyordu. Bu yüzden Auschwitz gibi felaketlerin yaşanmaması için bireylerin içinde
sosyalleşebilecekleri kurumlar inşa etmeye çalışmaktadır bunun için de toplum geçerli
normlar üzerine inşa edilmelidir (Finlayson, 2005, s. 77). Ona göre alternatif toplumsal
bütünlük demokratik bir anayasa aracılığıyla sağlanabilir. Siyasal bağlılık liberal
milliyetçilikte olduğu gibi ulusal kültüre değil anayasaya olmalıdır (Müller, 2007, s. 1-7).
Benhabib’e (2006, s. 27-28) göre de milliyetçilik her hâlükârda bir öteki var eder. O da
Habermas’ın yolundan giderek milliyetçiliğin primordializmin değişmez töz arayışlarının
karşısına demokratik anayasal devleti koyar ve “Demokratik Yenilenmeler” kavramını
geliştirir. Ona göre demokratik yenilenmeler kamusal tartışma ve müzakereleri dayalı
oldukça karmaşık bir süreçtir. Bu sürecin sonunda önceden var olan kurulu düzen değiştirilip
dönüştürülür. Demokrasiyi özümsemiş bir halk bu yinelenmeler aracılığıyla kanunlara salt
itaat eden değil bir başka açıdan bu kanunların yapıcısı olduğu fikrine ulaşır.
Habermas (1994, s. 131-132) açısından çokkültürlü toplumlarda farklı yaşam formlarını
eşit haklar ile birlikte var olması demek, her bir vatandaşın kendisi ve çocuklarının kendi
kültür dünyası içerisinde ayrımcılık ve baskıya maruz kalmadan yaşaması demektir. Bu
nedenle anayasal yurtseverliğin temel amacı yurttaş milliyetçiliğinde olduğu gibi homojen
bireyler yaratmak değil vatandaşların adalete ve ortak yaşama olan inançlarını geliştirmeye
sağlamaya çalışmaktır (Müller, 2007, s. 71-79). Bunun yolu da iletişimci akıl aracılığıyla
40
inşa edilmiş anayasal bir devlettir. Bu devletin temelinde özgür ve rasyonel bireylerin haklar
temelinde kendini politik olarak organize eden bir toplum yatar (Habermas, 1996, s. 176).
Habermas 1990’lı yıllarda John Rawls’ın eserlerine özellikle de onun liberalizm ile ilgili
yorumlarına ve Anayasal demokrasi geleneğine ilgi duydu. Milliyetçiliğe olan güvensizliği
anayasal yurtseverlik kavramını geliştirmesini sağladı (Finlayson, 2005). Habermas kendi
kuramı ile Kant ve Rawls’ın üstesinden gelemedikleri bireyi merkeze alan liberal gelenek ile
kamusal kültürü ve özgürlükleri merkezi alan cumhuriyetçi gelenek arasında var olan
çelişkileri çözdüğünü düşünmektedir (Forbath, 1998, s. 970). En azından teorisini bu
çelişkiyi çözmek üzerine kurdu. Bununla beraber onun teorisi ile Rawls’ın teorisi arasındaki
ayrımı anlamak için Rawls’ın kuramından da burada söz etmek gerekir.
Rawls’ın Düşünce Deneyi Gerçekçi Bir Ütopya
Rawls’ın ahlak teorisi Kant’ın toplum sözleşmesi kuramı ile yakından ilişkilidir. Kant
açısından toplum sözleşmesi ahlaki ve pratik olarak yapılandırılmıştır. Toplum sözleşmesi
özgür ve rasyonel bireylerin barışçıl bir şekilde kolektif çalışması ile oluşur ve bu sözleşmesi
kendi zamanını ve tikel ulusları aşan uluslararası bir yönü vardır (Williams, 2005, s. 135).
Kant’ın toplum sözleşmesi Rawls tarafından yeniden formüle edildi. Ona göre sözleşme
basitçe iki şey arasından birini seçmek değildir. Sözleşme özgür ve rasyonel bireyler arasında
iş birliğini sağlayacak olan adil toplum düşüncesini destekleyecek bir araçtır (Boucher ve
Kelly, 2005, s. 7-8).
Rawls’ın temelde tasarladığı şey birbirleriyle ilişki içinde olmayan rasyonel bireylerin
belirli koşullar altında bir araya gelerek diğer bütün özelliklerinden soyutlanarak toplumsal
bir sözleşmeye öncülük etmeleridir. Bu durumda hiçbiri toplumdaki yerinin sınıfının ya da
sosyal statüsünün ne olduğunun önceden kestiremez. Adaletin ilkeleri bilgisizlik peçesi (a
veil of ignorance) sayesinde sağlanır. Bu şekilde adil bir anlaşma sonucu sağlanır. Bu ilkeler
benzer koşullar altında bütün bireyler için eşitlik sağladığı için adildir. Bireyler koşulları
kendi çıkarlarına göre şekillendiremez (Rawls, 2018).
Rawls (2018, s. 107) Bir Adalet Teorisi adlı eserinde adil ve eşitlikçi bir toplumun nasıl
inşa edileceğini keşfetmeye çabalar. Birbirinden farklı siyasal ve sosyal sınıflardan oluşan
bir toplumda adaletin nasıl inşa edileceği önemli bir sorundur; çünkü bir şekilde belli
41
toplumsal sınıflar diğer sınıflar üzerinde hegemonya kurmaya çalışacaklardır. Kendi
çıkarlarını diğer toplumsal sınıfların da çıkarıymış gibi sunmaya çalışacaklardır. Sözgelimi
egemen uluslar azınlıklar için iyi olan şeyin kendi dil ve kültürlerini terk etmeleri olduğunu
düşünebilirler; çünkü bu şekilde azınlıklar daha büyük topluma adapte olup birçok sosyal
çıkar elde edebileceklerini iddia edebilirler. Fakat bu olgu devleti oluşturan sınıflar arasında
büyük bir fark yarattığı için demokratik eşitlik ilkesine aykırıdır ve karşılıklı avantaj sağlayan
bir durum da değildir. Rawls’a (2018, s. 114) göre hakkaniyet olarak adalet, toplumun
işbirlikçi girişimlerin karşılıklı avantajından oluşur. Hakkaniyet olarak adalet, temel yapıda
birlikte hareket eden insanların büyük menfaatler üretmede toplumsal grupların her birine
belirli haklar vermenin bütünüdür.
Rawls (2006, 2007) temelde halkların sağduyulu vatandaşların barış içerisinde nasıl bir
arada yaşayabileceklerinin imkânlarını sorgular. Ona göre bu girişim gerçekçi bir ütopyadır.
Bir başka deyişle gelecek bir zamanda gerçekleşmesi mümkün olan bir düşünsel sistemdir.
Siyasal bir rejim özgür ve eşit vatandaşlar tarafından adil bir zeminde inşa edildiğinde
birbirlerinden oldukça farklı kapsamlı doktrinlerin desteğini elde edebilir. Bu farklı görüşler
birbirinden farklı ama birbirleriyle örtüşen bir görüş birliği doğurur. Kamusal akıl, kamusal
tartışmaları içerir ve kamusal tartışmalar anayasal bir rejimin inşası için önemlidir. Farklı
dönemlerde değişen toplumsal durumlardan dolayı farklı toplumsal gruplar yeni siyasal
sorunlar ile karşılaşırlar ve bu toplumsal gruplar mevcut siyasal yönetimlerin yeniden
tartışılmasını sağlayacaklardır bu nedenle kamusal akıl sabit bir akıl değildir.
Kamusal akıl fikri temelde demokrasi fikrinin bir parçasıdır. Bu varsayıma göre farklı
dinsel ya da felsefi düşünceler demokratik yönetimler ile çatışmadıkları müddetçe kabul
edilmelidir. Bu akıl hem vatandaşların birbirleri ile olan ilişkilerini hem de devlet ile olan
ilişkilerini de düzenler (Rawls, 2006, s. 143-144). Kamusal aklın olmadığı yerlerde önemli
tarihsel ve kültürel farklılıklar olmasa bile ayrımların olması muhtemeldir (Rawls, 2006, s.
188). Rawls’a (2007) göre iyi düzenlenmiş bir toplumda özgür ve eşit yurttaşlar arasında
karşılıklı dayanışma ağları güçlendirilmelidir. Bu şekilde yurttaşların devlete bağlılık
sorunları giderilebilir. Anayasal bir demokrasi iyi bir adalet ilkesi üzerinde inşa edilmezse
eksik kalır; çünkü böyle bir demokrasi makul vatandaşların desteğinden mahrum kalma
olasılığına sahiptir.
42
Rawls’ın teorisi dağıtıcı adalet hakkında tarihsel bir arka plan sunmakta yetersizdir. Bir
diğer deyişe Rawls’ın orijinal pozisyonu kabul etmek adalet kavramı hakkındaki bütün
tarihsel süreci reddetmek anlamına gelir (Nozick, 1999, s. 202-203). MacCormik’in (2002,
s. 180) de ifade ettiği gibi Kant ve Rawls’ın yaptığı şekilde ahlaki özneler içinde oldukları
sosyal ve kültürel yapıdan soyutlanamazlar. Her birey belirli bir bağlamda kendi kimliğini
kazanır. Bununla beraber Rawls’ın teorisi halkların adalet duygusun tatmin etmek için daha
çok pratik amaçlar için inşa edilmiş bir düşünce deneyini andırır (Forsyth, 2005, s. 46). Bu
nedenle, Benhabib (2006, s. 101) onun teorisinin rasyonaliteye dayalı bir ütopyayı
andırdığını söyler. Bu ütopyada haklara saygı, dinsel ve etnik azınlıklara tolerans göstermek
erkek ve kadınlar arasındaki eşitsizlikleri gidermek esastır.
Habermas ve Rawls’ın liberal akla dayalı düşünceleri en nihayetinde anayasal
sözleşmeciliğin temellerini oluştururlar çünkü her ikisi de anayasal temelde belirli politik
değerlere dayalı olarak vatandaşlar arasından ortak bir anlayış geliştirmeye çabalarlar
(Michelman, 2001). Her ikisinin de temel amacı yeni anayasal bir sözleşme kuramı ortaya
koymaktır fakat bu yeni anayasal sözleşmenin nasıl kurulacağı noktasında ise birbirlerinden
ayrılırlar. Her ne kadar Rawls (2007, s. 424) “Anayasal Yurtseverlik” kuramının bir
temsilcisi olmasa da sözleşmeci bir anayasayı savunması ve tartışmacı demokrasi kuramı ile
ilgili görüşlerinde Habermas’a yakın görüşlere sahiptir. Bununla beraber Habermas,
Rawls’ın yaptığı gibi bir adalet teorisi ortaya koymaya çalışmıyordu o daha çok politik
tartışmaların meşru zeminin ne olması gerektiği üzerine düşünmektedir; çünkü onun
açısından anayasal bir demokrasi ancak iletişimsel bir akıl ile kurulabilirdi (Forbath, 1998, s.
990).
Habermas’ın İletişimsel Eylemi
Habermas’a göre Rawls hak ve özgürlükleri demokrasinin önüne koymuştur. Ona göre
her şeyin açık bir şekilde tartışılması demokratik modele daha uygundur. İletişimsel Eylem
Kuramı’nın temel tezi, aynı zamanda Habermas’ın, Rawls’tan ayrıldığı temel nokta budur.
Onun teorisinin temelinde Nazilerin yaşattığı travmalar büyük rol oynamıştır ve ona göre bu
yaşananların bir nedeni de apolitik yurttaşlardır (Timur, 2008, s. 18-20).
43
Habermas açısından iletişimsel eylem açık tartışmalar aracılığıyla toplumda var olan
problemlerin çözmektir. İletişim önemlidir; çünkü ötekilerin eylemleri sadece bir iletişim
içerisinde anlamlandırılabilir. Toplumsal ilişkiler ancak bu şekilde sürdürülebilir; içinde
yaşadığımız bu dünya yapılandırılabilir. İletişimsel eylemi stratejik eylemden ayıran şey
toplumda ortak bir anlayış geliştirmeyi amaçlamasıdır (Edgar, 2006, s. 21-23).
Habermas (2001b, s. 664) açısından iletişimsel eylem sadece bir anlaşma süreci değildir.
İletişimsel eylem geleneğin ve kültürel bilginin yeniden üretilmesine katkı sağlayarak
toplumsal bütünleşme ve dayanışmayı sağlar bu aynı zamanda kişisel kimliği de yadsımaz.
Rawls’ın müzakereci anlayışından farklı olarak Habermas (2001a, s. 112) açısından
iletişimsel eylemsel dil ve eylem yetisi olan özneler arasında bir başka deyişle gerçek bir
dünyada ancak kurulabilir. Bu dünyada özneler, birbirleri ile bu dünyanın sorunları hakkında
anlaşabilmenin yollarını ararlar.
Anayasal yurtseverlik vatandaşların özgür düşünceye sahip olmalarının ortak iyi
geliştirmede büyük katkı sunacağını varsayar bu açıdan özgür bir tartışmanın rasyonel karar
vermeyi sağlayacağını varsayar bu tartışma sonucunda bireyler kendi aleyhlerinde olan
kararları da kabul ederler (Breda, 2020, s. 185).
Bireyler yasal süreçlere katıldıkları müddetçe hukukun geçerliğinden söz edilebilir,
ancak bu şekilde yurttaşlar bu yasaları kendi yasaları gibi görebilir. Bunun içinde bir iletişim
ortamının sağlanması gereklidir. Bir başka deyişle anayasal devlet demokrasinin olmadığı
bir yerde var olmaz bu nedenle demokratik süreçler kurumsallaşmalıdır (Habermas, 1994, s.
122).
Habermas açısından modern toplumun ortak mekânları özneler arası bir perspektiften
görülmesi gereklidir. İletişim ve eylem bu toplumun köşe taşını oluşturmaktadır. Bu politik
alan demokratik bir rejime ihtiyaç duymaktadır dolayısıyla iletişimsel eylem demokrasi ile
yakından ilişkilidir. İletişimsel aklın güçlenmesi aynı zamanda demokrasinin de güçlenmesi
anlamına gelmektedir. Sadece demokrasi ortak bir anlayış kurumsallaşmasını sağlayabilir
(Vitale, 2006, s. 743).
44
Anayasal yurtseverlik anlayışına göre farklılıklarımıza rağmen toplumsallığımızı
korunmalı ve yeniden inşa edilmelidir. Prosedürcü demokrasi yerine tartışmacı demokrasi
esas alınmalı. Bireysel ve ortak özgürlükleri garanti altına alırken hoşgörü kamusal bir kültür
haline getirilmelidir (Touraine, 2011, s. 18-20). Bu şekilde her bir yurttaşın kendini evde
hissetmesi sağlanabilir. Bunun yolu da tartışmacı bir demokrasi inşa etmekten geçmektedir.
Bu demokrasi anlayışı toplumsal yaşamın temelini oluşturur.
Tartışmacı Demokrasi
Habermas (2012, s. 158-164) liberal demokrasi ve cumhuriyetçi demokrasi yerine
iletişim koşullarına dayalı üçüncü bir demokrasi modelini önerir bu demokrasi modeli
tartışmacı politikaları esas alır ve kendi içerisinde hem liberal hem de cumhuriyetçi öğeler
barındırır. Tartışmacı politika içinde yaşadığımız gerçek dünya ile ilişki içerisindedir.
Tartışma sonuç elde edilen siyasal iletişimler sonucunda sürekli yenilenir ve siyasal
manipülasyonlar tarafından kolayca yönlendirilemez. Bu tartışmalar özgürlükçü bir siyasal
kültür ile içsel bir ilişki içerisindedir. Gerçek bir demokraside politikalar tartışmacı bir
şekilde inşa edilmiş kamuoyu aracılığıyla belirlenir çünkü modern özneler kendileri
tarafından belirlenen kurallara itaat etmeye meyillidirler (Finlayson, 2005, s. 109).
Böyle bir demokrasi anlayışına Habermas ile birlikte Rawls’ın da önemli katkıları
olmuştur. Habermas ve Rawls’ın tartışmacı demokrasi kavramına farklı bakış açılarından da
olsa katkıda bulundular. Her ikisi de tartışmacı demokrasinin hem içeriksel hem de süreçsel
yönlerini savunurlar. Her ikisinin de ortaklaştıkları nokta siyasal tercihlerin meşruiyetin
kaynağı özgür ve rasyonel bireylerin katılımı sonucunda ancak meydana gelebilir (Elster,
1998, s. 5).
Rawls’a (2006, s. 152-153) göre toplumun temel yapısını adil ve işbirlikçi temelde
düzenlenmelidir. Bu iş birliği tartışmacı bir demokrasi (deliberative democracy) ile
sağlanabilir. Böyle bir demokraside tartışma bir monolog değildir. Tartışmanın tarafları
tartışma sonucunda fikirlerinin değişebileceğinin farkındadırlar ve bu demokrasinin temel
ilkesi olarak kabul edilmelidir.
Habermas’ın teorisi liberal demokrasi teorilerinden ayrışarak radikal demokrasi teorisine
dayanır. O radikal demokrasiyi kapsayıcı bir iletişim teorisi içinde değerlendirir; çünkü
45
bunun aracılığıyla toplumsal sorunlar çözülürken demokratik kurumlar da sağlam bir zemine
oturur. Radikal demokrasi aynı zamanda farklı kimliklerin ortaya çıktığı bir zeminde
özellikle de sivil toplum kurumlarının içinde dayanışma ağlarının yeniden tesis edilmesini
sağlar. Tartışmacı bir şekilde kurulmuş bir kimlik modern toplumlar için önemlidir
demokrasi bu açıdan sorun çözme aracıdır (Warren, 1995).
Modern, politik toplumda vatandaşlar toplumsal yaşamlarını etkileyecek birçok konuda
anlaşmazlık içine düşerler. İyi bir demokrasi bu anlaşmazlıkların nasıl giderileceğinin
yollarını sunmak zorundadır. Bu demokrasi türünde demokratik süreçler sonucunda alınan
kararların vatandaşlar ve onların temsilcileri tarafından onaylanması anlamına gelir. Böyle
bir demokrasinin odağında sadece seçim değil karar alma süreçleri merkezde yer alır. Karar
alıcılar adil koşullar temelinde özgür ve rasyonel yurttaşlardır. Yurttaşlar ise temsilcileri
tarafından sadece yönetilen değil özgür ve otonom bireyler olarak yönetime katılan
bireylerdir. Bu açıdan tartışmacı demokrasi adil koşullar temelinde vatandaşlar arasından bir
uyum sağlama imkânı sunduğundan öteki demokrasi teorilerinden ayrılır. Bu teori açısından
vatandaşlar bir müzakere süreci sonucunda birbirlerine bağlıdırlar; çünkü alınan kararlar bir
müzakere süreci sonucunda alınmış olup bütün yurttaşları bağlar. Öteki demokrasi
teorilerinden farklı olarak alınan bu kararlar yeniden düzenlenmeye de daha açıktırlar
(Guttmann ve Thompson, 2004, s. 125-126).
Tartışmacı bir demokrasi vatandaşlar arasında derin ayrılıklar olsa bile karşılıklı saygı
esastır. Bu toleranstan farklıdır çünkü karşılıklı saygı sadece kabul etmeyi değil anlaşmazlık
içinde olduğu öteki ile yapıcı bir ilişki kurar; ortak bir politik zemin bulunmasını sağlar
(Guttmann ve Thompson, 2004, s. 79). Anayasal yurtseverliğin temelinde politik alanların
adil temelde paylaşımı vardır. Bu onu farklı adalet teorileri ile ilişkilendirse de anayasal
yurtseverlik saf pozitivist bir okuma değildir (Müller, 2007, s. 12). Bu kuramın savunucuları
tartışma süreci sonucunda oluşturulmuş politik kimliği-bağlılığı ulusal bir sorumluluk olarak
görürler.
Yurttaşları Birbirine Bağlayan Rabıta Olarak Anayasa
Habermas ortak vatandaşlık algısının ancak anayasa üzerine yapılacak tartışmalar
aracılığıyla geliştirilebileceğini düşünmektedir. Bu anayasa vatandaşların hakları kamusal
46
tartışmaların sonunda belirlenir. Kanunlar ve hukukun kabul edilmesi ya da reddedilmesi için
sadece basitçe oylamaya değil rasyonel açıklamalara başvurulmalıdır. Bu şekilde yapılan bir
anayasa aynı zamanda ulusal kimliğin oluşumuna katkıda bulunur; çünkü Habermas
açısından uluslar anayasalarında kendilerini fark edeceklerdir (Edgar, 2006, s. 40).
Habermas (1996, s. 500) açısından ABD ve İsviçre gibi çokkültürlü toplumlarda politik
kültürün temelinde anayasal ilkeler vardır ve bu kültür aynı etnik ve kültürel orijine dayalı
değildir. Bu açıdan liberal politik kültür anayasal yurtseverliğin paydaşıdır. Bu kültür
yurttaşlar arasında farklı yaşam formların bir arada yaşayabileceğini, birlikte
eyleyebileceğini gösterir. Habermas’a (2018, s. 151) göre ulusal iradenin meşruiyetin ancak
demokratik süreçler sonucunda yurttaşları birbirine bağlayan bir anayasa ile sağlanabilir
Anayasal yurtseverlik ait olma duygusunu Almanya özelinde biyolojik olarak değil
özgür ve rasyonel bireylerin karşılıklı iletişimine dayandırır. Bu açıdan anayasa en azından
Almanya’da hem liberal-demokratik hem de toplumsal bir bağlılık ifade ettiği için yurttaş
milliyetçiliğinin ötesindedir. Ancak Almanya özelinde anayasal yurtseverlik salt rasyonel bir
bağlılık da değildir aynı zamanda kendi içinde ulusal kimliğin bir parçası olan tarihsel
deneyimler ve ortak kültürel hafızayı da barındırır. Bu açıdan anayasal yurtseverlik politik
alanı organize ederek ortak bir ulusal kimlik inşa edici bir teoridir (Abraham, 2008, s. 149).
Toplumsal yaşama dâhil olan özneler sadece özgür ve rasyonel bir şekilde karar vericiler
değillerdir kendilerini ötekiler ile iletişim halinde biz olarak gören öznelerdir. Bireysel özne
kendi kimliğini kolektif çıkarlar ile birleştirir, bireyler ortak iyinin gelişimi için çabalarlar
(Finlayson, 2005, s. 84-85).
Karmaşık toplumlarda vatandaşlar değerler üzerine ortaklaşarak değil hukuk üzerine ve
gücün meşru kullanımı üzerine ortaklaşarak bir arada yaşayabilir. Meşru ilkler, bir uzlaşma
süreci sonucunda elde edilir ki bu anayasal yurtseverlik aracılığıyla tarihsel olarak
yapılandırılmış bir politik kültürün içerisinde gömülü olmak zorundadır; çünkü anayasanın
yapıcısı halkın kendisi olduğu için anayasa toplumsal dayanışmanın kaynağıdır (Habermas,
1994, s. 135).
47
Habermas (2012) ulus devletin üstünlüğünü kabul etmekle beraber teknoloji, ekonomi,
iletişim gibi birçok farklı alanda meydana gelen küreselleşme gibi sorunların egemen ulus
devletleri tek başına çözemeyecekleri sorunlar ile karşı karşıya bıraktığını düşünür. Bu
nedenle de ulus üstü yapıların daha görünür hale geldiklerini düşünür. Ona göre ulus devletler
genellikle kendi sınırları içerisinde yaşayan etnik, dini ya da kültürel grupları asimile ederek
ya da yadsıyarak inşa etmektedirler. Demokratik liberal yaklaşım bu azınlıklar sorununu
çoğu zaman göz ardı eder. Egemen kültür kendi yaşam tarzını diğer alt kültürlere dayatır bu
da haliyle demokratik olduğu düşünülen toplumlarda bile farklı kültürel kökenleri olan
yurttaşları gerçek bir eşitlikten yoksun bırakır. Azınlık kültürler bu durumlarda egemen
kültüre karşı koymayı ahlaki bir görev olarak görür ve bu kültürler arası mücadeleye döner.
Bu sorun ancak farklılıklara saygı temelinde bir içermeci bir yaklaşım ile çözülebilir.
Habermas’ın (2003, 1994) radikal demokrasi anlayışının temelinde bürokratik oligarşi
ve kapitalist egemen sistemin buyurgan otoritesinin sınırlandırması yatar. Ona göre modern
toplumlar varlıkları doğal bir hukuk etrafında bir araya gelen özgür ve eşit ve yurttaşların
oluşturduğu yasal topluma borçludur. Anayasa onların hukukunu garanti altına alınmıştır.
Bireyler de bir arada yaşamak istiyorlarsa bu yasalara uymak zorundadırlar.
Demokratik bir devlet farklı kültürler arasından karşılıklı tanınmayı sağlayabildiği
ölçüde toplumu bir arada tutabilir. Burada devlet vatandaşların talep ettikleri yaşam
formunun düzenleyicisi konumundadır (Habermas, 2012, s. 27). Bu açıdan anayasal
yurtseverlik, demokratik siyasal yönetimin sürdürülebilmesi için verilen bir cevaptır.
Anayasal yurtseverlik, bireylerin birbirlerini adil bir zeminde özgür, eşit ve rasyonel bireyler
olarak tanımalarını kabul eden bir düşüncedir. Bu düşünce aynı zamanda bir arada nasıl
yaşayabiliriz sorusuna cevap arar. Bu her ne kadar oldukça soyut görünse de anayasal
yurtseverlik anlaşmazlık durumlarında bile azınlıklar haksızlığa uğradıklarını hissettikleri
zamanda, anayasal rejimin bir parçası olmaya devam etmelerini sağlar çünkü böyle
durumlarda azınlık gruplarının, çoğunlukla yarışabilecekleri bir dil kullanmalarını izin verir
(Müller, 2007, s. 52-57).
Kymlicka (2015, s. 6), Habermas’ın teorisinin her ne kadar toplumsallığın yeniden inşası
açısından önemli olsa da ulus ötesi bir proje olarak milliyetçiliğin gücünü küçümsediğini
iddia eder. Müller (2007, s. 9) ise anayasal yurtseverlik kuramının sosyolojik olarak
48
toplumsal bütünlüğü sağlamada milliyetçiliğe göre daha uygun bir yol olduğunu ifade eder.
Ona göre anayasal yurtseverlik ulusal karakteri yok etmez aksine ulusal karakteri destekler
fakat anayasal yurtseverlik açısından toplumsal iyiyi milliyetçik değil demokratik bir anayasa
ancak kurabilir (Müller, 2007, s. 42).
Ulusun gönlünde yatan şey anayasadır. Bu nedenle Habermas açısından anayasal
yurtseverlik Alman vatandaşların kalbinde ve gönlünde yaşamalıdır. Anayasanın vatandaşlar
için özel bir anlamı olmalıdır çünkü anayasal yurtseverlik belirli bir tarihsel durumda gelişen
ortak bir tarihsel kimliğin gelişiminin sonucudur (Schwartz, 2011, s. 508). Anayasal
yurtseverlik, tartışmacı bir demokrasi teorisi olarak vatandaşlar arasında ait olma duygusunu
geliştirebilir (Breda, 2020, s. 182).
Anayasal yurtseverlik ve liberal milliyetçilik kuramlarının ortaklaştıkları noktalar ulusal
anlatının monolitik değil çoğulcu bir şekilde inşa edilmesidir fakat ulusal dayanışmanın
kaynağının neler olması gerektiği konusunda ise birbirlerinden ayrışırlar. Burada liberal
milliyetçiler bunun temeline milliyetçiliği koyarken anayasal yurtseverlik kuramının
savunucuları ise tartışmacı bir demokrasinin sonucunda kurulmuş anayasal bir düzenin
koyarlar fakat her iki kuramda günümüz dünyasında ulusal dayanışmanın nasıl sağlanacağı
konusunda önemli kuramsal bir çerçeve sunmaktadırlar.
Her ne kadar her iki kuram arasında düşünsel bir uyuşmazlık olsa da birçok açıdan
birbirleri ile örtüşürler. Bu kuramların en önemli ortak noktaları ise demokratik yaşamın
geliştirilmesinin aynı zamanda ulusal aidiyetleri de güçlendireceğidir. Bunun içinde
farklılıklara saygılı, toleransa dayalı bir yurttaşlık düşüncesi inşa edilmesi gerekliliğini
vurgulamaktadırlar. Bu kuramsal tartışmalar aynı zamanda Türkiye’deki siyasal durumu
anlamlandırmak için de önemli araçlardır. Her ulusal anlatının kendine içkin açmazları,
güçlükleri vardır. Türk milliyetçiliği de bu çerçevede kendine ait açmazları ve güçlükleri ile
birlikte tarihsel olarak oldukça değişken siyasal ve sosyal süreçlerden geçerek şekillenmiştir.
Türk milliyetçiliği toplumda var olan farklılıklar karşısında zor zamanlar yaşamaktadır. Bu
nedenle burada Türk milliyetçiliğinin tarihsel serüveninden söz etmek gereklidir.
49
Osmanlıcılık’tan Türk İslamcılığ’a Türk Ulusal Kimliğinin Dönüşümü
Türk ulusal kimliğinin tarihsel olarak gelişimini anlamak için Tanzimat’a kadar uzanan
düşünsel geleneğe gitmek gerekir çünkü Tanzimat, Osmanlı toplumun batılılaşma
hareketlerinin başlangıcıdır ve milliyetçilik fikrinin kökenleri de burada aramak gerekir.
Ülken’in (2008, s. 12) de ifade ettiği gibi milliyetçilik fikri Türkiye’ye batıdan gelmişti
ancak bu fikir dağınık ulusların birleşmesinde önemli bir düşünsel zemin hazırlarken
Osmanlılar için ise bölünme ve parçalanmanın nedeni olmuştur.
Çokuluslu bir devlet olarak Osmanlı Devleti’nde aydınlar birçok farklı etnik unsurun
nasıl bir arada yaşayabileceği üzerine düşünmüşlerdir. Akçura (1976) bunu İslamcılık,
Osmanlıcılık ve Türkçülük olarak formüle etmiştir. Bu üç akım birbirlerinden oldukça farklı
olsalar da ortaklaştıkları nokta Osmanlı sınırları içerişinde yaşayan insanlar arasında
dayanışma ağlarının hangi temelde sağlanacağıdır. Bunların ilki Osmanlıcılık düşüncesidir
Osmanlıcılık
Tanzimat’tan itibaren Mustafa Reşit Paşa gibi Osmanlı yönetici sınıfları, Batı’nın etkisi
ile kendi içerisinde farklı kültürleri içerip dağınık bir görüntü sergileyen Osmanlı devletini
bir arada tutabilmek için birçok idari, hukuki ve iktisadi tedbir almaya yöneldiler. Tanzimat,
Türkiye tarihinin ilk yarı anayasal belgelerinden biri olarak imparatorluk sınırları içerisinde
yaşayan Müslüman ve Hristiyan halklar arasındaki ilişkileri düzenlerken bir yandan da
Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı medeniyetine yönelme çabalarından biri olarak da
düşünülebilir. Bu çerçevede Osmanlı aydınları İttihad-ı Anasır fikrine dayalı bir Osmanlı
yurttaşları düşüncesi ile imparatorluğu gelişen milliyetçilik akımları karşısında
koruyabileceklerini düşünüyorlardı. Bu söylem biçiminde hürriyet ve müsavat söylemleri
merkezi bir yer teşkil ederler. Bu nedenle İnalcık’ın (2006) da ifade ettiği gibi Tanzimat,
Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan yolda özgür ve eşit yurttaşlık fikrine uzanan süreçte bir
mihenk taşıdır.
Tanzimatçıların ardından Genç Osmanlılar gelir. Mardin’e (2008, s. 305) göre bu grup
liberal anayasacı bir grup olarak tanımlamak mümkün olmak ile beraber temel amaçları
özgürlük değil dağılmaya başlayan Osmanlı devletini parçalanmaktan kurtarmaktı. Onlara
50
göre daha fazla özgürlük demek; Osmanlı’dan ayrılmak isteyen etnik grupların bu isteklerini
bir tarafa bırakmalarını sağlayacaktı.
Kohn (1982, s. 62) ise Mardin’den farklı olarak Genç Osmanlılar hareketini liberal
milliyetçi bir hareket olarak tanımlar. Ona göre 1876 anayasası da liberal bir anayasadır.
Liberal söylem hem aydınlar arsında hem de eğitimden siyasete kadar birçok farklı alanda
görülebilir. Aynı zamanda Namık Kemal’in Vatan Yahut Silistre adlı oyunu Türk modern
ulusal bilincinin uyanışını sağlamıştır. Genç Osmanlılar 1860’lı yıllarının İtalyanları gibi
liberal bir temelde ulusal birliği sağlamaya çalıştıklarını iddia eder. Ancak Berkes (2003, s.
285-295) Genç Osmanlılar hareketinin, Mazzini’nin liberal milliyetçi hareketi gibi bir
hareket olduğu fikrine katılmaz; çünkü Avrupa’daki Genç akımları, liberal olmalarının yanı
sıra devrimci, milliyetçi anayasacıdırlar. Ancak Namık Kemal de dâhil olmak üzere Türk
aydınları Avrupa’da meydan gelen bu fikri tartışmalara bildikleri halde meşru ayaklanma
hakkını savunmamışlardır. Namık Kemal ne tam devrimci ne de tam Batıcı olabilmiştir.
Bununla beraber onun Osmanlı sınırları içerisinde anayasacılık görüşü, vatan ve millet gibi
kavramların tartışılmasına önemli katkılarda bulunduğu yadsınamaz.
Namık Kemal bütün unsurların Osmanlı Devleti’ne bağlanması gerektiğini
düşünüyordu. Bu şekilde ancak devletin kurtarılması ve yüceltilmesi sağlanabilirdi. Ona göre
vatan Türk, Arap, Arnavut, Rum ve Yahudilerin hep birlikte yaşadığı Osmanlı camiasıydı bu
açıdan o bir Osmanlı yurtseveriydi (Mardin, 1991, s. 96). Bununla beraber Berkes’in (1984,
s. 39-41) de ifade ettiği gibi onun temel uğraşısı Batılı değerler ile İslam arasında bir çelişki
olmadığını göstermeye çalışmaktır. Hanioğlu (2008, s. 104) da bu iddiayı destekler ona göre
de Genç Osmanlılar da anayasal düzeni İslami bir temele oturtmaya çalışmışlardı. Bir başka
deyişle İslami kavramları Montesquieu, Danton ve Rousseau gibi çağdaş Avrupa
düşünürlerinin düşünceleri ile uzlaştırmaya gayret ettiler.
Genç Osmanlılar II. Abdülhamit döneminde Jön Türk oldular (Ülken, 1992, s. 76). Jön
Türkler de fikirsel olarak anayasacılığı savunmuşlardır. Mardin’in (1991, s. 14-15) de ifade
ettiği gibi Jön Türklerin ortak amacı Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan farklı kültürlere bir
Osmanlılık bilinci aşılamak gerekliliğiydi. Temel amaçları anayasal bir yönetim aracılığıyla
padişahın yetkilerini sınırlayarak kişisel ve toplumsal özgürlüğü sağlamak gibi gözükse de
aslında istedikleri şey artan milliyetçi akımları karşı Osmanlı sınırları içerisinde farklı
51
unsurları bir arada tutmaya çalışmaktı. Özgürlük ve anayasacılık ise bunu sağlamada sadece
bir araç olacaktı. İstedikleri şey bu unsurlardan bir Osmanlı vatandaşı yaratmaya çalışmaktı.
Ancak Jön Türklerin bütün çabalarına rağmen özellikle de azınlıkların Osmanlı’yı kendi
ülkeleri olarak görmelerini sağlayamadı (Mardin, 1991, s. 353). Osmanlıcıların savundukları
hürriyet ve meşrutiyet fikri imparatorluğun içinde farklı milletlerin kendi milliyetçi
anlayışlarını doğurmasına neden oldu bu da imparatorluğun parçalanmasına neden oldu
(Ülken, 1992, s. 63).
İkinci Meşrutiyet’e kadar, Batıcılar, Osmanlıcılar, İslamcılar, Türkçüler siyasal olarak
aynı çizgiydiler. Ancak bu tarihten sonra ayrışmaya başladılar; çünkü bu tarihe kadar
Tanzimat’tan beri savunulan hürriyet ve müsavat fikri Meşrutiyet ile birlikte gerçekleşmiş
ama beklenen sonucu vermemişti. Çoğu artık Tanzimatçıların savunduğu medeniyet ve
ilerleme fikrinin işe yarayacağından emin değildi (Ülken, 1992, s. 160).
1908 devrimi ile Osmanlıcılık düşüncesinin savunucuları amaçlarına ulaşmış iktidar
gelmişlerdi ancak devrimciler umdukları sonuçları elde edemediler. Düşünce özgürlüğü,
bireysel özgürlükler hürriyet ve eşitlik gibi kullandıkları söylemlerin çok azı gerçekleşmişti.
İttihat ve Terakki Cemiyeti liberal söylemlerini bir tarafa bırakarak otoriter bir rotaya girdi.
Cemiyet güçlü bir merkezileşme politikasına girişti. Bunlar periferide yaşayan etnik
grupların tepkisine neden olurken. Önceden var olan Ermeni ve Yunan milliyetçiliklerine ek
olarak Arap ve Kürt milliyetçilikleri de gelişmeye başladı. Bu arada İttihat ve Terakki
döneminde Türklük ve Osmanlılık arasında var olan ayrım silikleşirken Türklük daha
görünür bir hal aldı (Hanioğlu, 2008, s. 150-167). Örneğin İttihat ve Terakki karşıtı olarak
kurulan İttihat ve İtilaf partisinin savunduğu İttihad-ı Anasır fikrine dayalı olarak çoğulculuk
fikirlerini savunmasına rağmen parti uzun ömürlü olmamıştır çünkü partinin İttihat ve
Terakki Cemiyeti gibi dayandığı sınıfsal bir zemin yoktu (Tunaya, 1988, s. 273-313). Bu
parti siyasal olarak tükenirken öte yanda İttihat ve Terakki içerisinde de Türklük vurgusu ön
plana çıkmaya başladı.
Türk milliyetçi hareketinin ilk öncüleri Yeni Osmanlılar ya da Jön Türkler olarak bilinen
grup olduğu söylenebilir. Tanzimatçılar ve bu grup arasında bir Osmanlı milleti ve vatanı var
etme noktasında ortaklaşma vardı. Bu şekilde iki hareketin de ortak noktası Osmanlı vatanı
üzerinde İttihad-ı Anasırı meydana getirmekti. Bu nedenle Türk milleti tabirini kullanmaktan
52
kaçındılar (Ülken, 2008, s. 154-1555). Bu grubun temel düşüncesi Osmanlıcılık kimliğini
çoğulcu bir anlam içermesi gerektiğidir. Bu açıdan her ne kadar Osmanlıcılar doğrudan
Liberal milliyetçi olarak görülemeseler bile söylem biçimi olarak liberal milliyetçiliğe yakın
görüşler içeresindedirler. Bu görüşler farklı unsurları birbirine bağlayan bir Osmanlılık
kimliği inşa etmektir. Bu birliğin temeli de anayasaya dayalı olacağı için anayasacılık ta
Osmanlılık düşüncesinin dayandığı temel zeminlerden biridir. Bununla beraber bu düşünce
biçiminin önemli bir açıdan liberal milliyetçilikten ayrılmaktadır. Osmanlıcılık düşüncesi
her ne kadar İmparatorluk sınırları içerisinde diğer etnik azınlıklara karşı hoşgörülü olmayı
ve onlara bazı hakları verilmesini savunsa da bu gruplara mensup kişilerin kendi dar
cemaatlerinin mahkûm etmiştir. Kymlicka (1995, s. 156) özellikle Osmanlı Millet
Sistemi’nde olduğu gibi dini gruplara tolerans göstermenin aslında liberal ilkelere uyumlu
olmadığını ifade etmektedir; çünkü bu gruplara üye olanları kendi gruplarının baskılarına
karşı savunmasız bırakmıştır ve bu durum liberal toleransın sınırlarını aşmaktadır.
Osmanlı Millet Sistemi her ne kadar hoşgörüye dayalı olsa da bu sistem liberal milliyetçi
söylemdeki gibi liberal ilkeler ile uyumlu değildir. Bunun temelinde yatan şey bu grupların
liberal, demokrat bir karakterlerinin olmamasıdır; çünkü liberal demokrat bir karaktere sahip
olmayan gruplara haklar vermek bu gruplara mensup kişilere kendi dar çevrelerine mahkûm
etmek anlamına gelebilir. Osmanlı’da yaşanan da bir ölçü de buydu. Özellikle Müslüman
olmayan etnik unsurlar Osmanlı ulusal kimliği yerine kendi kimliklerine sadakat gösterdiler.
Kara’nın (2014, s. 27) ifade ettiği gibi Osmanlıcılık akımının özellikle İmparatorluğun
Müslüman olmayan unsurları birleştirmesinde başarısız olması nedeniyle İslamcılık hareketi
Osmanlıcık hareketinin bir devamı ve Türkçülük akımının gelişiminin öncesinde görünmeye
başladı. Osmanlıcılık düşüncesinin İttihad-ı Anasır fikri yerini İttihad- ı İslam fikrini bıraktı.
İslamcılık
İslamcı hareket 1840’lı yıllardan gelişmeye başlarken İslamcıların temel iddiası
Tanzimat’tan beri Osmanlıların salt bir Batı taklitçisi düşünce içerisinde olduklarıdır
(Mardin, 1991, s. 92). İslamcılar açısından gerçek kurtuluş bütün Müslümanlar arasında
gerçekleşebilecek Rönesans ile mümkün olabilir. Bu da ancak Batı’yı salt taklit ile değil
İslamiyet’e bağlı kalarak mümkün olabilirdi. İslamcılar temel tartışmaları Batı’nın öne
sürdükleri fikirlerin cevap vermek oldu. Kimi zaman Ernest Renan’ın İslam ile ilgili öne
53
sürdüğü fikirlere cevap vermek gibi. İslamcılar Batı karşısında neden geri kaldıkları sorusu
ile başlasalar da buna net bir cevap vermekte zorlanıyorlardı. Bu nedenle bazı sloganlar
üretmek zorunda kalıyorlardı. “İslamiyet mân-i terakki değildir.” gibi (Kara, 2014, s. 21-26).
Bulaç’a (2005, s. 52-64) göre bunlar ilk nesil İslamcılarıdır (1856-1924). Bunlar Batılı
reformların içerik veya formunda değişiklik yapılmadan aynen alınmasına karşı çıkıyorlardı.
Bu dönemin temel faktörleri sömürgecilik karşıtlığı, ilerleme fikri, bilime olan inanç,
teknolojik alanlarda gelişme ihtiyacı, kültürler arası iletişim ve modern devlet fikrinin ortaya
çıkışıdır. Fransız Devrimi’nden kaynaklı özgürlük ve eşitlik, modern devlet fikri İslamcıları;
İslami devleti fikri arayışına girdiler. Hilafet yerine İslam devleti ya da cumhuriyeti gibi
kavramlar tartışıldı.
Bu dönemde özellikle Cemalettin Efganî ve Muhammed Abduh, İkbal, Ferid Vecdi ve
Kazanlı Musa Carullah gibi isimlerinden söz etmek mümkündür. Bunlar modernist İslamcı
kanadı temsil ediyorken Ahmet Naim gibi gelenekçi İslamcılar Batı’dan teknik dışında
alınabilecek bir şey olmadığı kanaatindeydiler. Modernist İslamcılar, geleneksel İslam
düşüncesinin artık modern çağın ihtiyaçlarına cevap veremediğini bu nedenle bu geleneğin
çağdaş düşünce ile uyumlu hale getirilmesini savundular (Ülken, 1992, s. 276).
Süleyman Nazif, Ahmet Naim Babanzade gibi İslamcılar Türkçülük akımına karşı
çıktılar çünkü onlara göre Türklük diye bir şey yoktu bu akımı savununalar İslam yerine Türk
ismini ikame ederek Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan kavimlerin bölünmesine neden
olabilirlerdi (Berkes, 2003, s. 436).
İslamcılar 1912 yılında İttihat ve Terakki hükümeti düşünceye kadar Türkçüler ile
çatışmadılar; çünkü onları ciddiye almıyorlardı. İslamcılar ile Türkçülerin ilk karşı karşıya
gelişi Ahmet Naim Babanzade’nin Türkçülüğün uzun bir eleştirisini yaptığı “İslam’da
Davayı Kavmiyet Yoktur” adlı uzun makalesi ile başlar. Türkçülüğü, Türkçülük ve Türk
İslamcılık olarak ayırdıktan sonra Türk İslamcılığın İslam ile bağlaşamayacağını çünkü bir
kimsenin aynı anda hem Türkçü hem de İslamcı olamayacağı fikri savunur. Bu makalenin
muhatabı temelde Yusuf Akçura, Ahmed Ağaoğlu ve Ziya Gökalp’tır (Kara, 2014, s. 34-44).
54
Her ne kadar, Ahmed Naim Babanzade ve Mehmet Akif gibi İslamcılar Türkçülüğe karşı
olmuş olsalar da birçok İslamcı İttihat ve Terakki Cemiyetinde yer almaya devam ettiler hatta
Şemsettin Günaltay gibi bazı İslamcılar Cumhuriyet döneminde önemli görevler aldılar
(Kara, 2014, s. 47-52). Mehmet Akif ise milli mücadele döneminde aktif rol aldı ona göre
Osmanlının bağımsız bir devlet olarak var olması imparatorlukta yaşayan halkların selameti
için önemliydi. Bu açılardan Mehmet Akif de dâhil olmak üzere İslamcılar arasında Osmanlı
vatanına bağlı olmak anlamında bir ulusal bağlılıktan söz edilebilir.
Ülken’e (2008, s. 173) göre hem İslamcılar hem de Osmanlıcılar açısından Türkçülük,
bölücülüğe neden oluyordu. 1908-1918 yıllar arasındaki gelişmelerin sonucu olarak devletin
temelini oluşturan unsurlar Müslüman ümmetinde Türk milletine evirildi. Türk milleti artık
laik bir anlam içerecek bir şekilde kullanılmaya başlandı. Türk milleti ulus anlamında kesin
bir biçimde 1. Dünya savaşı sonunda ortaya çıktı. Türk milliyetçiliğinin Türk toplumunun
sorunları için anlamlı bir çözüm olabileceği fikri ortaya çıktı (Watson, 1977, s. 257). Bu süreç
boyunca imparatorluğun Müslüman unsurları arasında da ayrılıkçı fikirler yayılmaya başladı.
Bu nedenle İslamcılık imparatorluk içerisinden yaşayan farlı etnik unsurları bir arada
tutmada başarısız olmuştur denilebilir. İslamcılık her ne kadar kendi içerisi de çoğulcu bir
anlam ifade etse de İmparatorluğun Müslüman olan unsurlarını da bu fikre inandırmada
başarısız oldu. Bu nedenle Türkçülük düşüncesi ön plana çıktı. Örneğin Hüseyin Cahit Yalçın
İttihat ve İtilaf politikalarına rağmen Meşrutiyet’te vatanı benimsemiş yegâne unsur Türkler
olduğunu belirtir:
Meşrutiyete gelince her halde görünüyor ki, memleketi kurtaracak biricik çare
diye yıllardan beri arkasından çıldırmış olduğumuz Meşrutiyet için en büyük
tehlike Osmanlı camiası içindeki Türk’ten gayrı unsurlardan geliyordu. Zira,
memleketi yegâne benimsemiş unsur, memleket içindeki samimi unsur her
fedakarlığa katlanacak, her zahmeti çekecek unsur Türklerdi. Memleket yalnız
Türkler için “Vatan” idi. Vatan kelimesi ağızdan çıktığı zaman buna yalnız
Türk’ün kalbi cevap veriyordu. Bulgar için vatan Makedonya’yı da alıp Sofya ile
birleşmekti. Belki İstanbul’a kadar sarkmak isteyecekti.
Rum için vatan, Anadolu’nun bazı parçalarını da koparmak şartı ile
İstanbul’du.
Ermeni, Anadolu’nun parçalayarak kendisine mahsus bir yurt yapmayı
düşünüyordu.
55
Arap, Arnavut? Bunlar belki müphem bir din bağıyla İstanbul’a bağlı idiler.
Fakat en çok para verene, en çok menfaat sağlayana dönmeyeceklerine nasıl
emniyet edilebilirdi.
Şu hâlde memleketin mukadderatına hâkim olmak ve en esaslı kararlar almak
hakkını Türk’ün elinde bulunmak zaruretti.
Fakat bu zarureti ilan eden Meşrutiyet prensipleri ile nasıl bağdaştırmalıydı?
Meşrutiyet çoğunluğun hükümeti olduğuna göre, çoğunluğu haiz olmayan-
gerçekten de o zaman diğer unsurların nüfusu Türklerden fazlaydı- bir unsuru
hükümetin başında tutmak nasıl kabil olacaktı? İşte Meşrutiyet bu halledilemez
meselelerle karşılaşacaktı. İttihat ve Terakki bu kayaya çarparak parçalandı ve
mahvoldu. Meşrutiyet, tarihi tehlikeyi anlayan Türk’ün unsurlar tufanı içinde
boğulmamak için çırpınmasının tarihidir.”
Bu yük, bir fani insan omuzlarının kaldıramayacağı kadar ağırdı. Bu
zelzeleler kasırgalar, hortumlar, feyezanlar gibi tabi afetlere karşı koymaya benzer
ümitsiz bir cidaldi.
Bahusus bu devlet kavgasına girişecek olanlar böyle müthiş iş için hiç
hazırlanmamış, görgüsüz, bilgisiz, hayalperest gençlerden ibarettiler (Cahit, 1938,
s. 214, Akt. , Bayur, 1952).
Hem Osmanlıcık hem de İslamcılık kendileri içerisinde bir ölçüde çoğulculuk içerirler.
Ama Osmanlı son döneminde meydana gelen gelişmeler çoğulculuğun İmparatorluğun
bekası için bir tehlike oluşturacağı düşüncesini açığa çıkarmıştı. Bu nedenle Âdem-i
Merkeziyet ve çoğulculuk gibi fikirler zemin kaybederken Türkçülük düşüncesi siyasal
yaşamda daha görünür bir hal aldı.
Türkçülük-Turancılık
Türk milliyetçiliğinin ilk düşünsel öncüleri Ahmet Vefik Paşa ve Süleyman Paşa’dır
(Gökalp, 2003, s. 30). Bu iki isim Osmanlı namı yerine Türk ulusu tabirini kullanmak
gerektiğini düşünmüşlerdir çünkü onlara göre Osmanlı bir devlet Türk ise bir milletin
ismidir. Turancı anlamda Türkçülük fikri ise ilk olarak Hüseyinzade Ali tarafından dile
getirildi. Her ne kadar Hüseyinzade siyasal olarak Osmanlıcı olsa da Türkleşmek,
Avrupalılaşmak, İslamlaşmak fikrini ilk dile getirenlerdendi. Türklüğü en geniş haliyle Turan
ideali olarak algıladı ve ona göre bu durum Osmanlı devletinin mevcut durumuyla
çelişmiyordu. Gökalp, Hüseyinzade’nin etkisiyle Türkçülük fikrini benimsedi.
56
Hüseyinzade’de fikri düzeyde kalan Turancılık fikri, Gökalp’te aktif mücadeleci bir hale
bürünmüştür (Ülken, 2008, s. 170).
Türkçülük düşüncesinin savunucularından Gökalp’a (2003, s. 36-37) göre Osmanlıcılık
kozmopolit; İslamcılık ise ultramonten
1
olduğu için ülkeye zararlıdırlar. Türkçülük ise
toplumu bir arada tutabilecek yegâne düşünceydi. Benzer bir şekilde Akçura da Osmanlıcılık
ve İslamcılık düşüncelerini işe yaramayacağını düşünüyordu bu yüzden Tatar-Türk
ulusçuluğu akımlarına katılmıştı (Berkes, 2003, s. 399). Akçura Paris’te geçirdiği yıllarda
artık ulusal sorun ile ilgili düşünceleri netleşmişti. O bir Osmanlı milleti yaratmanın anlamsız
bir çaba olduğunu düşünüyordu, imparatorluğu ancak Türk milliyetçiliği kurtarabilirdi
(Goergeon, 1996, s. 35).
1902 yılındaki kongreden sonra Jön Türkler arasında milliyetçi eğilimler görülmeye
başladı. Artık bir ırka dayalı ulus devlet kurma düşüncesin görünür bir hal aldı (Hanioğlu,
1985, s. 649). İttihat ve Terakki Cemiyeti özelikle de 1911 kongresinden sonra Osmanlıcılık
fikrini bir tarafa bırakarak milliyetçi ve İslamcı bir ajandayı benimsemiştir. Bu programda
milliyetçik, Batılılaşmak hatta laikleşme anlamına geliyordu. Burada milliyetçilik, Türk
milliyetçi bilincinin geliştirilmesi anlamında kullanılmıştır. Bu açıdan dilde, eğitimde ve
edebiyatta Türkçecilik; cemiyetin öncelediği konular arasında yer alırken. Türk ocakları bu
fikirlerin yayılmasında öncü bir rol oynarken bir eğitimci olarak da Ziya Gökalp bu
düşüncenin en önemli temsilcilerinden biridir (Tunaya, 1960, s. 48-49). Ziya Gökalp İkinci
Meşrutiyet’ten sonra dağınık bir şekilde bulunan bu fikri derli toplu bir hale getirmiştir
Gökalp, “Üç Tarzı Siyaset’i” yeniden formüle ederek bunlar arasında bir sentez inşa
etmeye çalıştı. Buna göre yurttaşlar, ilim açısından Batılı, dini açıdan Müslüman ve ulus
anlamında Türkçü olmalıydılar (Ülken, 2008, s. 173). Gökalp’ın bu fikirlerini “Türkleşmek
İslamlaşmak ve Muasırlaşmak” şeklinde formüle etti. Ziya Gökalp Türk siyasal geleneği
1
Ultramonten dağın ötesi anlamına gelmektedir. Bu kelime ile kast edilen şey dağın ötesinde yaşayan
Papalıktır. Yerel hükümetler ve Papalık arasında çıkan uyuşmazlıklarda Papalığın safını tutanlar
ultramonten olarak adlandırılır. Burada Gökalp’ın ultramontenlikten kast ettiği şey halifeliğin safını
tutanlar olabilir (Britannica, 2022).
57
üzerinde günümüze uzanan etkisi yadsınamaz. Gökalp’ın, Cumhuriyet’in teorik temellerini
attığı söylenebilir (Heyd, 2010, s. 184). Pek çok Türk aydını adeta onu Türk ulusunun rehberi
olarak görmüştürler. Cumhuriyetin kurucu ideolojisi Gökalp’ın cumhuriyetçi ve
milliyetçiliğinden önemli izler taşımaktadır (Parla, 1993, s. 209-212). Gökalp (2003, s. 43-
49) İslamcılık, Osmanlıcılık ve Türkçülüğün eleştirisini yaptıktan sonra kendi özgün
düşüncesini ortaya koydu. Ona göre saf bir kavim yoktur, ulus ne ırksal ne kavimsel ne
coğrafî ne siyasal ne de bireycilerin iddia ettiği gibi iradîdir. Ulusal dayanışmanın kaynağı
dil, din tarih ve kültür birliğidir ve bu kültür eğitim aracılığıyla ortak bir ülküye sahip olan
ulusun ilerlemesine yardımcı olabilirdi.
Her ne kadar Gökalp Turancılık fikrini realist görmese de Turan’ı Türklerin ideal vatanı
olarak görür. Bu vatan Türklerin yerleşik olduğu, Türkçenin konuşulduğu kutsal bir vatandır
(Ülken, 1992, s. 325). Ancak Gökalp, Turanı ulaşılması gereken bir ideal olarak görse de
Gökalp’ın milliyetçiliği ırkçılık olarak tanımlanamaz; çünkü ona göre Türk tarih ve
kültürünü benimseyen bir Arap da Türk olarak kabul edilebilir. Ancak tasarladığı tarih ve
kültür birliği belirli etnik bir grup olarak Türk tarihi ve kültürüdür. Ziya Gökalp’ın
milliyetçiliği temelde Fransız milliyetçiliğine dayanan yurttaş milliyetçiliğine dayansa da
ulusu genetik ve kültürel bir varlık olarak gören romantik Alman milliyetçiliğinin de
yansımalarını görmek mümkündür. Buna göre ulusun ruhu (Volkgeist) kültürün bütün
alanlarında kendisini gösterir (Heyd, 2010, s. 178). Aksakal’a göre (2015, s. 87-88) Gökalp
“Volkgeist” kavramından Herder’in düşünceleri etrafında, Durkheim aracılığıyla
etkilenmişti. Bu açıdan Gökalp Herder gibi ulusu genetik bir başka deyişle ırksal bir
birliktelik olarak değil kültürel bir birliktelik olarak görüyordu. Bu açıdan Gökalp’ın
düşüncesi daha sonra Mustafa Kemal’de de görülebileceği gibi yurttaş milliyetçiliği ile
paraleldir.
Gökalp (2003, s. 105) Türklüğü ve Müslümanlığını koruyarak Batı uygarlığının bir
parçası olunabileceği tezini savunmuştur. Bunu şu şekilde formüle etmiştir. Türk ulusundan,
İslam ümmetinden, Batı uygarlığındanım. Gökalp İslam’ı Türk kimliğinin bir parçası olarak
görse de İslamcılık düşüncesine karşı çıkar. İslamcılığın her ne kadar anti sömürgeci bir yanı
olduğu düşünülse de gericilik teokrasi ve klerikalizm barındırdığını ve bu nedenle Müslüman
kavimlerin gelişimini engellediğini söyler (Gökalp, 2003, s. 128). Ancak Gökalp’ın
58
düşüncesinde Türk kimliğinin bileşeni olan İslam; Mustafa Kemal’in düşün dünyasında
zaman içerisinde yitirilecektir.
Atatürk Milliyetçiliği
Mardin’e (2000, s. 404) göre Genç Osmanlıları Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularının
entelektüel selefleri olarak adlandırmak yanlış olmasa gerek fakat İslam, onların teorik
çerçevelerinin bir parçası iken Mustafa Kemal’in düşüncelerinde bu boyut ortadan
kalkmıştır.
2
Mustafa Kemal bir bütün olarak Batılılaşmayı gerçek bir ideal olarak Türk
toplumunun ulaşması gereken bir hedef olarak görüyordu.
İlk dönem İslamcıları Batılılaşmayı İslami bir temele oturtmaya çalışıyorlardı. Onların
yanı sıra bütünüyle Batılılaşmanın gerekliliğini savunanlar da vardı. Bunların başında da
Abdullah Cevdet geliyordu. Batıcılara göre Osmanlının temel sorunu yeterince
Batılılaşmamaktır. Muasır bir medeniyet ve devlet yapısına ulaşmanın en temel yolu her
alanda Batılılaşmaktır; çünkü Batı kültüründe sanatta, bilimde kısacası her alanda Asya
toplumlarından ilerdedir (Tunaya, 1960, s. 79-80).
İnalcık’a (2005, s. 362-364) göre Mustafa Kemal’in düşüncesinin şekillenmesinde 1890-
1914 yılları arasındaki Türk Aydınlanma Çağının önemli bir etkisi vardır. Özellikle de bu
dönemler arasından yaygınlaşmaya başlayan sivil Batıcı eğitimin sayısında, Batıcı bir dünya
görüşünün ortaya çıkışı görülür. Devletin bir halk temeline oturtarak eşit yurttaşlar yaratma
düşüncesi onun gençliğinde aydınlar tarafından tartışılan konulardı. Mustafa Kemal milleti
ve milletin temsilcilerinin münevverler olması gerektiğini düşünüyordu ve bu açıdan da Türk
toplumunun olması gereken yer kesinlikle Batıydı. Bu münevverlerin yetiştirmek için
inkılaplar kesinlikle gerekliydi. Bu açıdan ona göre Batı medeniyeti de bir bütün olarak kabul
edilmeliydi (Tunaya, 1960, s. 111-112).
2
Her ne kadar Mardin Mustafa Kemal’in düşüncesinde İslam teorik boyutta kalktığını ifade etse de bu
durum tartışmalıdır. Ünder’in (1991) de ifade ettiği gibi bu dönemde İslam yine de korunur ve sahiplenir.
Buna Lozan’da Müslümanları çoğunluk sayılması, dini bayramların kutlanmasının kesintisiz devam
etmesi, Türk bayrağında İslami sembollerin aynen kalması Diyanet İşleri Başkanlığı kurulması gibi
örnekler verilebilir.
59
Bir Batıcı olarak Abdullah Cevdet toplumun maneviyatını besleyecek unsurları dinin
dışında arıyordu. Benzer bir şey Mustafa Kemal’de de görülür (Mardin, 2008, s. 233).
Mustafa Kemal’in temel düşüncesi dinin yerine milliyetçiliği koymaktı bu şekilde
cumhuriyetin temelini seküler değerlere dayandırmak istiyordu. Rousseau gibi bireylerin
özgürlüğüne değil özgürlüğü genel iradeye tabi olmakta gördü (Hanioğlu, 2011, s. 132-134).
Mustafa Kemal (2010, s. 44-45) İslam’ı Türk ulusal kimliğinin bir parçası olarak görmüyor
hatta Türk milliyetçiliğini zayıflattığını düşünüyordu. Bu nedenle Türk milliyetçiliği İslam’ı
dışarda bırakmalı kendi tarihsel köklerine dönmeli din duygusunu değil, ulusal duyguyu
benimseyerek uygar ulusların bir parçası haline gelmeliydi. Bu açıdan Atatürk milliyetçiliği
Fransız devrimine, pozitivizme ve solidaristime dayanarak toplumsal dayanışmanın temeline
İslam yerine milliyetçiliği ve laikliği yerleştirmeyi amaç edinerek modern bir devlet inşa
etmeye çalışmaktır (Kazancıgil, 2000, s. 137).
Mustafa Kemal, sadece İslam’ı değil, Gökalp ve Akçura’nın düşüncesinde var olan
Turancı düşünceyi de dışarda bıraktı çünkü 1918’den sonra ki mevcut durum Turancılık
fikrinin rasyonel olmadığını ortaya koymuştu bu yüzden Türkçülük gerçek bir tarih ve
coğrafyaya dayandırmalıydı (Ülken, 2008, s. 172). Mustafa Kemal sınır ötesi etnik
milliyetçiliği bir tarafa bırakarak onun yerine toprağa dayalı yurttaş milliyetçiliğini kabul etti.
Yurttaşlık ve hukuk kuralarına dayalı Batı tarzı seküler bir ulus inşa etmeye çalıştı (Smith,
2002b, s. 195). Özellikle de Birinci Dünya Savaşından sonra İmparatorluğun kaybettiği farklı
coğrafyalardan gelen Pomaklar, Çerkezler, Arnavutlar ve Rumca konuşan Müslümanların
yanı sıra ülke içerisinde de Ermeni, Kürt, Rum ve Yahudilerden oluşan oldukça farklı etnik
gruplar vardı. Bu nedenle Ünder (1988, s. 134-135) Mustafa Kemal’in bu farklılıkları
bütünleştiren kültürel bir Türk toplumu inşa etmeye çalıştığını ifade etmektedir. Özetle
Mustafa Kemal etnik ve dinsel farklılıkları Türk vatandaşlığı ortak potasında eritmeye
çalışmış olduğu söylenebilir.
Mustafa Kemal’e göre Türk ulusu Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halkın adıdır ancak
onun düşüncesinde bu ulus bir kavme dayalı bir ulus değildir. Türkler çok geniş bir
coğrafyaya yayılmış bu nedenle de birçok farklı kavimle bir arada yaşamış iç içe geçmiştir.
Bu açıdan onun milliyetçiliği etnik olarak adlandırılamasa da bu ulusun merkezinde Türk,
dili ve kültürü yatar. Atatürk milliyetçiliği ülkede var olan etnik farklılıklarını ahlak, kültür
60
ve ortak geçmiş üzerinde Türk kimliğine bağlanması öngörülmektedir. Ulusal sınırlar
içerisinde yaşayan farklı etnik topluluklar ise etnik bilinçlerini dışarda bırakarak Türk
ulusunun gerçek bir yurttaşı olabilirler (Atatürk, 2010, s. 46).
Her milliyetçilik türü kendi içerisinde farklı ölçeklerde de olsa etnik unsurlar barındırır.
Fransız milliyetçiliği yurttaş milliyetçiliği olmakla beraber Fransız etnik kültürünü de içinde
barındırır (Smith, 1994, s. 30). Benzer bir şekilde Atatürk milliyetçiliği yurttaş milliyetçiğine
dayansa da etnik unsurları da kendi içinde barındırır. Türk ulusal kimliğinin bir ayağını da
etnik temeller oluşturur. Buna göre ulusa ortak köken arayışı cumhuriyetçi temalar ile
bütünleşmiştir. Bu etnikliğin seküler bir boyutu vardır fakat bu etnikliği bilinen anlamda ırkçı
olarak tanımlanamaz (Yıldız, 2001, s. 16-17). Bununla beraber Mustafa Kemal ile birlikte
Cumhuriyet’in kurucu kadroları etnik vurguların Cumhuriyet’in yaşatılması ve
sürdürülmesindeki öneminin farkındaydılar. Bu kadro açısından içerisinde farklı etnik
unsurlar barındıran Osmanlı’nın yaşama şansı yoktu çünkü her bir etnik grup kendi istikbali
peşinde koşmaktaydı. Bu nedenle vatanı ancak Türkler sevk ve idare ettiğinde
yaşayabilecekti. Bu durumu Hüseyin Cahit Yalçın bu durumu şu şekilde ifade etmektedir:
Bütün parçaları köhne bir beden gibi sarsak bir hale gelerek dağılmaya
mahkûm bir vaziyette bulunan Osmanlı İmparatorluğu’na bu rejim (İkinci
Meşrutiyet) taze bir hayat vermedi. O kadar gayri mütecanis, karmakarışık, Babil
Kulesi manzarası arz eden bir siyasi uzviyeti bu rejime intibak ettirmeye imkân
yoktu. Harbi umuminin müthiş kasırgaları ve girdapları içinde bu rejim de ortadan
kalktı.
On beş yıl içinde yapılan şey, koskoca bir hükümet binasıdır. Metin, sağlam,
milli, kuvvetli bir hükümet. Altı yüz senelik Osmanlı İmparatorluğu üç kıtaya kol
atmış geniş topraklar ile çürük bir tarla korkuluğu gibi, en hafif bir politika rüzgârı
ile sarsılırken, şimdi Türk Cumhuriyeti beynelmilel politika sahasında metin bir
vakar ve ciddiyet ile yer alıyor ve her muhitten hürmet görüyor (Yalçın, 1938, s.
5).”
Atatürk’ün Türk tarih ve kimliğine dayalı Batı ile bütünleşmiş seküler ulus inşa etme
çabalarının önünde ülkede var olan farklı etnik unsurlar dışında da engeller vardı. Bunların
başında da Anadolu’da etnik olarak Türk olmalarına rağmen Batılılaşma ülküsüne
benimsemeyen önemli bir kitlenin var olmasıydı. İnalcık’ın (2005, s. 366-367) da ifade ettiği
gibi Atatürk’ün düşünce dünyasında bir bütünlük olarak modernleşme fikri yukardan aşağıya
doğru hızlı bir şekilde olmalıdır. Modernleşme bütün toplumsal alanlarda meydana gelmeli
61
muasır medeniyetler seviyesine bu şekilde ulaşılabilir. Ancak bu hızlı modernleşme sürecine
karşı Anadolu’da bir direnç vardı.
Mardin’in (1991, s. 354) de ifade ettiği gibi Türkiye’de homojen bir kültür yoktur. Bu
yüzden Atatürk’ün devrimleri istenildiği gibi başarıya ulaşamamıştır. Bunun en temel
nedenlerinden biri Cumhuriyet aydının, taşra köylüsüne otoriter yaklaşımının büyük bir
etkisi vardır. Devrimler merkez ile taşra arasında var olan ayrılıkları gidermemiş aksine daha
da derinleştirmiştir. Gellner (2012, s. 115-117) bu nedenle Cumhuriyet’in vatandaşlık esası
ile ülkedeki farklı kültürleri yurttaşlık potasında eritmeye çalıştığını ancak bunda tam olarak
başarılı olamadığını, Türkiye’de çevrede kalan Anadolu köylüsünü bu Batılılaşma ülküsüne
inandıramadığını ifade etmektedir.
Bu nedenle de Anadolu kültürünü merkeze alan yeni bir milliyetçilik anlayışı doğdu.
Atatürk’ün ölümünden sonra onun Batılılaşma düşüncesi büyük eleştirilere uğramış ve elitist
salt Batı taklitçiliği olarak görülmüştür. 1940’lı yıllardan itibaren Cumhuriyet’in Türk-
Müslüman kültürünü yok etmeye çalıştığı tezleri ortaya atılmıştır (Mardin, 1991, s. 21).
Anadoluculuk
Tachau (1963) Mustafa Kemal’in her ne kadar Osmanlılık namını kaldırsa da
Kemalistlerin Türk ulusal kimliği ile ne ifade etmek istediklerinin net olmadığını iddia
etmektedir çünkü Türk ulusal kimliğinin Cumhuriyet’in dışında kalan Türkleri de kapsayıp
kapsamayacağı ya da Anadolu sınırları içerisinde kalan azınlıkların durumunun ne olacağı
net değildir. Bu nedenlerden dolayı Anadoluculuk akımı Türk ulusal kimliğinin daha belirgin
hale getirilme çabasının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Hilmi ziya Ülken, Mükremin Halil Yinanç, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Remzi Oğuz
Arık, Necip Asım Yazıksız, Mustafa Şekip Tunç gibi önemli temsilcileri olan Anadoluculuk
Turancı milliyetçiliğe karşı Anadolu merkezli bir milliyetçiliği esas alır. Bu milliyetçiliğin
temelinde etnik olarak Anadolu Türkleri ve din olarak da Müslümanlık yer alır. Bu açıdan
İslam halklarını merkeze alan İslamcı düşünce ile Kafkasya ve Orta Asya Türklerini içeren
Turancı düşünceden farklı bir milliyetçi düşünce olarak ortaya çıkar (Korkmaz, 2014).
62
Bora’ya (2017, s. 25) göre Anadolucular, eski Yunan’ı İyonya medeniyeti üzerinden
Anadolu ile ilişkilendirip Türk yapmaya girişirler. Fakat bu Anadolucuların Orta Asya
köklerini reddettikleri anlamına gelmez. Anadolucuların en önemli temsilcilerinden biri olan
Hilmi Ziya Ülken (2008, s. 340), Türk milletini etnik olarak Orta Asya Turani kavimlerinden
olan Oğuzlara dayandırır. Oğuzların Anadolu ve Rumeli’ye yerleşmesinden sonra meydana
getirdiği kültür birliğiyle Türk milletini kurmuştur. Ona göre bu yeni yurda yerleşmiş Türk
kavmi kendi şahsiyetini kaybetmemiştir (Ülken, 2008, s. 340). Bununla beraber Ülken (2008,
s. 281); Türk kültürünün köklerini Akdeniz’e dayandırır; çünkü ona göre Türklerin tarihi
kaderi bu bölgeye yerleştikten sonra başlamıştır. Ona göre birbirinden yalıtılmış bir uluslar
topluluğu yoktur. Osmanlılar, Anadolu ve Rumeli’yi fethettikten sonra aynı zamanda Roma
ve Bizans kültürlerin varisi de oldular (Ülken, 1992, s. 23-24). Dolayısıyla Türklük, Anadolu
kültürü ile iç içe geçmiştir.
Ülken’e (2008, s. 13) göre hümanizm vatan ve milliyetçilik ile çatışan kavramlar
değildir. Onun Anadoluculuğu, Anadolu’da yaşayan farklı halkların kültürel unsurların
beslenen hümanist bir anlayıştır. Temelinde yatan şey memleket sevgisidir. Anadoluculuk
daha çok toprağa dayalı bir milliyetçilik türüdür. Ona göre ulus tarihsel olaylara dayalı olarak
meydana gelen herhangi bir sınıfın hâkimiyeti olmadığı; yurttaşların aynı dili ve duyguları
paylaştığı vatan üzerinde yaşayan bilinçli bir halk kitlesidir (Ülken, 2008, s. 177). Ulusal
hayatın temelinde hak ve görev eşitliğine dayalı demokrasi fikri vardır. Toplumun bütün
kesimleri eşitliğine dayalı olan bir yurttaş milletidir. Eğitimin amacı da bu çerçevede
demokratik bir yurttaşlık eğitimi olmalıdır. Bu eğitim genel ve mecburidir. Bu eğitimin amacı
Avrupalılaşmak olmalıdır ve Avrupalılaşmak millileşmek ile çelişmez (Ülken, 2008, s. 73-
76).
Anadoluculuk kendi içerisinde muhafazakâr ve laik Anadoluculuk olarak ayrıştı. Laik
Anadolucular bir başka deyişle mavi Anadolucular Cevat Şakir, Azra Erhat ve Sabahattin
Eyyüpoğlu gibi isimler; İyonya kadar uzanan bir Anadolu kültürünü savunurken; Nurettin
Topçu bunlardan ayrışarak Anadolu’nun tarihini İslam ile başlatarak Türk İslam
milliyetçiliğinin önemli savunucularından biri olmuştur. O aynı zamanda bugün bile
muhafazakâr Türk milliyetçiliğin en önemli fikir adamlarından bir olmuştur (Çağan, 2016,
s. 177-179).
63
Türk İslamcılık
Türk İslamcı geleneğinin en önemli temsilcilerinden bir olan Topçu (1997, s. 186),
ulusun tarihini Türklerin Anadolu’ya yerleşmesiyle başlatır. Ona göre Osmanlı bir ruha
sahiptir ve bu ruhun temelinde İslam vardır ancak bu ruh Makedonya’dan gelen bir grup
tarafından yerle bir edilmiştir. Kast ettiği kişiler ittihatçılardır. Bunları çete olarak
nitelendiren Topçu başlarında da Ziya Gökalp’ın olduğunu ifade eder. Ona göre Selanik’ten
gelen milliyetçi akım milliyetçiliği İslam’dan koparmaya çalışan mason bir harekettir.
Cumhuriyetin de milliyetçiliğin de bir fikir ya da davaları yoktur. Dini milliyetçilikten ayıran
anlayışa da karşıdır. Ona göre Anadolucular milliyetçiliği yeniden Anadolu’nun toplumsal
ve tarihsel gerçekliğine dayandırırlar. Milliyetçiliğin kalbine İslam’ı koydular. Aynı
zamanda Turancıların milliyetçiliği Orta Asya’ya dayandıran anlayışına da karşı çıktılar
(Topçu, 2008, s. 155-159).
Topçu (1997, s. 20), İstiklal savaşından sonraki canlanışı kaba kuvvetin canlanışı olarak
adlandırır. Ona göre bu kuvvet imanın gücünden yoksun salt bir kaba kuvvettir. O hem Arap
taklitçiliğine hem de Batı taklitçiliğine karşıdır. Ona göre milliyetçilik, milletin tarihinde
saklıdır. O dilde, dinde ve sanatta kendini gösterir. Geçmişte divan edebiyatında Arap
taklitçiliği yapılırken şimdilerde ise Batı kaynaklı yabancı sözcükler ile dil tahrif ediliyor.
Dilin ve dinin terk edilmesi sahte bir milliyetçilik anlayışını ortaya çıkarır. Din de toplumsal
bir kurum olarak milletin karakterini şekillendirir. Topçu, Türk milliyetçiliğinin tekrar ayağa
kalkması için eğitim üzerinde var olan baskıcı kurumların bütünüyle kaldırılması gerektiğini
düşünür. Bu aynı zamanda onuna açısından yeni bir istiklal mücadelesi; Türklüğün yeniden
tarih sahnesine çıkmasının yoludur.
Anadolu’da Topçu dışında da Atatürk’ün inkılapçı Batıcılığına karşı farklı gelenekçi
hareketleri vardır. Bunların en etkilileri Said-i Nursi’nin temsil ettiği Nurculuk, Nakşilik ve
Necip Fazıl’ın Büyük Doğucu hareketleridir. Bu gelenekçi görüşler Demokrat Parti çatısında
toplanırken, Adnan Menderes, Atatürk inkılaplarını tutan ve tutmayan inkılaplar olarak
ayırarak bunların bir kısmına ilerici, aydınlanmacı ama özelikle de laiklik yorumlarına karşı
durmuşlardır (Tunaya, 1960, s. 180-190).
64
Necip Fazıl’ın İslamcı düşüncesinde Türklük ve Müslümanlık birbirlerinden ayrı şeyler
değildir. Türkler İslam dünyasının kalbinde; onun merkezindedir. Bu nedenle Necip Fazıl,
Topçu gibi Türk İslam düşüncesinin fikir babalarından biridir. Türk -İslamcı düşüncede
Türkiye, İslam’ın yeniden dirileceği coğrafyanın adıdır. Bu aynı zamanda Necip Fazıl’ın
söyleminde adeta Türkün kaderi tanrı tarafından ona verilmiş bir görevdir (Özdenören, 2005,
s. 136-139).
Türklüğün İslam ile çelişkili olmadığı görüşü Said Nursi tarafından da dile getirilmiştir.
Said Nursi etnik olarak Türk değildi. Mardin’e (1992, s. 66) göre siyasal olarak Osmanlı
pozitivistlerinin etkisi altında kalmıştı. Nursi, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Batıcı-
seküler politikaların karşısında olmasından dolayı sürgün edildi, zaman zaman da Kürtçülük
yapmak ile suçlandı. Ancak milliyetçiliğin gücünün farkında olan Nursî (2004, s. 367)
ulusunu sevmek anlamında yeni bir milliyetçilik tanımlaması yapmaya çalıştı. Ona göre
milliyetçiliği müspet ve menfi milliyetçilik olarak ayırmak gerekiyordu. Her bireyin kendi
ulusunu sevmesi ve onun yüceltilmesi için çalışmasını normal olarak gördü. Ancak ötekini
yok sayan milliyetçiliğe karşı durdu. Bu çerçevede Türklüğü saldırgan olmayan milliyetçilik
anlayışı ile İslami temelde uzlaştırmaya çalıştı. Ona göre Türkler, İslamiyet’e hizmet ettikleri
müddetçe eski parlak günlerine döneceklerdir. Nursi’nin düşüncesinde İslamiyet Türklüğün
değil, Türklük İslamiyet’in hizmetinde olmalıdır. Ancak takipçileri arasında özellikle de
Nurcu olmamakla birlikte onun düşüncelerinden beslenen bir hareket olarak Fethullahçılık
içinde Türkçü temalar yoğun bir şekilde işlendi.
Türkiye’de sadece Cumhuriyet karşıtları arasında değil aynı zamanda CHP içinde de
İslami temalar daha görünür bir hal aldı. Binnaz Toprak (2000, s. 315) bunu Türkiye’de dinin
denetim işlevi olarak adlandırdı. Ona göre Türkiye’de Kemalist devrimin temel amacı olan
Batılılaşma çerçevesinde sert bir laiklik uygulandı çünkü toplumu İslami bir çizgi yerine
Batılı bir çizgiye getirme gibi bir amacı vardı ancak buna rağmen dinin her zaman devlet
üzerinde bir denetim olmuştur. 1947 yılında yapılan CHP kurultayında parti kendi laiklik
anlayışını özeleştiriye tabi tutmuştur, buna göre partinin dini eğitimi ihmal ettiği görüşü
savunulmuştur. Bu tarihlerden itibaren Halk Partisi kendi laiklik programından sapmıştır.
Çok partili hayata geçiş ile birlikte bu denetim daha açık bir şekilde görünmeye başlamıştır.
65
Bulaç (2005, s. 49) bu nesli İkinci Nesil İslamcılar olarak adlandırır. 1950-2000 yılları
arasında ortaya çıkan bu İslamcılar kurucu bir görev üstlenmiş gerçek kurtuluşu İslam’a geri
dönmek olarak algılamışlardır. Bu neslin ortaya çıkışındaki asıl etken 1946 yılında çok partili
hayata geçiştir. Soğuk savaş döneminden kaynaklı olarak bu nesil kendilerini çatışmacı bir
kültür içinde bulmuşlardır. Toplumsal idealleri tek yönlüdür ve bütün toplumsal alanlar buna
göre düzenlenmelidir. Bu nedenle Yavuz’un (2005) da ifade ettiği gibi bu dönemde
Nurculuk, Nakşibendilik ve Millî Görüş hareketi gibi farklı aktörler vardır Her ne kadar
Türkiye’de Mısır ve İran kökenli birçok farklı İslami harekete rastlansa da AK Parti bu
düşünsel gelenekten gelmektedir. Bu tartışmalar ışığında Liberal Milliyetçilik, Anayasal
Yurtseverlik ve İslamcılık arasındaki temel farklılıklar aşağıdaki tabloda gösterildiği gibi
ifade edilebilir.
Tablo 1.
Liberal Milliyetçilik, Anayasal Yurtseverlik ve İslamcılık Arasındaki Temel Farklılıklar
Liberal Milliyetçilik
Anayasal Yurtseverlik
İslamcılık
İtalyan birleşme
hareketlerine dayanır.
2. Dünya savaşı sonrasında
Alman politik düşüncesinden
doğmuştur.
İslamcılık hareketi 1840’li
yıllardaki gelişmelere dayanır
Geçmişte Mazzini
günümüz dünyasında ise
Tamir, Miller, Margalit
Raz ve Canovan en
önemli temsilcileridir
Düşünsel kökenleri Jaspers’a
dayanmak ile birlikte
günümüz dünyasında en
önemli temsilcilerinin
başında Müller ve Habermas
gelir.
İlk öncüleri, Cemalettin
Efgan’i, Muhammed Abduh,
İkbal, Ferid Vecdi ve Kazanlı
Musa Carullah gibi kişilerdir.
Romantiktir.
Rasyoneldir.
Mistik bir boyut içermek ile
beraber dini argümanlar
rasyonalize edilmeye çalışılır.
(Devam ediyor)
66
Tablo 1. (Devam)
Liberal Milliyetçilik, Anayasal Yurtseverlik ve İslamcılık Arasındaki Temel Farklılıklar
Milliyetçiliği savunur;
çünkü insanların belirli
bir toprağa ve ulusa ait
olmalarının onların
bireysel kimliklerinin
gelişimine olumlu katkı
sağlayabileceğini
düşünülür.
Milliyetçiliğe karşı
mesafelidir; çünkü
totalitarizm ve faşizme
yönelme tehlikesi olduğunu
düşünülür.
İlk dönem İslamcılar etnik
milliyetçiliğe mesafeli
olmakla beraber bir İslam
ülkesi olarak Osmanlı
vatanını sahiplenmek
anlamında ulusal bağlılığa
önem vermekteydiler. Son
dönemde ise etnik Türklüğün
İslam ile uyumlu hale
getirilebileceği düşüncesi
baskın gelmektedir.
Ulusal tarihe ve
sembollere önem verir.
Ulusun geçmişte ne anlam
ifade ettiğinden ziyade şu an
ne anlam ifade ettiği ile
ilgilenir.
Ulusal aidiyetler İslam’ın
ortaya koyduğu değerler ile
uyumlu olmalıdırlar
Ulusal iradenin kâmil bir
manada gelişimin
sağlanabilmesi için
demokrasinin gelişimi
önemlidir.
Modern toplumun bir arada
tutabilecek, bir başka deyişle
ulusal iradenin tam olarak
gerçekleşebilmesi için
iletişimci bir aklın var olması
gerektiği düşünülür.
Batı kaynaklı olan,
modernlik, ilerleme,
demokrasi, cumhuriyet gibi
fikirlerden etkilenmişlerdir.
Ancak bu fikirlerin İslam ile
uyumlu hale getirilmesi
önemlidir.
Etnik ve kültürel bağlar
yurttaşların bireysel
kimliklerinin
gelişiminde önemlidir.
Ancak bu bağlar ulusal
kimlik ile çatıştığında
ulusal kimlik merkeze
konur.
Etnik ve kültürel bağlara
karşı tolerans gösterilir.
Bununla beraber bu bağlara
sahip olan kişiler kendi
aleyhlerinde bir karar
alındığında bile buna rıza
gösterirler. Çünkü kamusal
yaşamın sürekliliği için
yurttaşlar anayasaya bağlılık
göstermelidir.
Etnik ve kültürel bağlara
saygı İslami referanslar
aracılığıyla tolere edilebilir.
Bu anlamda kendi içerisinde
bir çoğulcu anlayış barındır.
67
AK Parti İslamcı bir gelenekten gelmesine rağmen hem liberal milliyetçilik hem de
anayasal yurtseverlik kuramlarının argümanlarını kullanmıştır. Bu nedenle de AK Partinin
eğitim politikalarını kavrayabilmek için bu kuramların temel özelliklerinden hareketle AK
Parti dönemi eğitim politikaları incelenmelidir.
68
BÖLÜM 3
YÖNTEM
Bu bölümde çalışmanın modeli, veri kaynakları ve verilerin analizine yer verilmiştir.
Araştırmanın Modeli
Türk Milli Eğitimi’nde AK Parti dönemi eğitim politikalarını, “Liberal milliyetçilik” ve
“Anayasal Yurtseverlik” ve İslamcılık çerçevesinde incelemeyi amaçlayan bu çalışma nitel
bir araştırmadır. Nitel araştırmalar; psikoloji, sosyoloji, felsefe gibi farklı disiplinler ile farklı
kuramsal temellere dayanır (Yıldırım ve Şimşek, 2011, s. 35). Nitel araştırmalar nicel
araştırmalara göre araştırmacıya daha geniş bir bakış açısı ve derin bilgi sağlayabilirler
(Büyüköztürk vd. , 2013, s. 234). Nitel araştırmalar oldukça karmaşık bir problemi ayrıntılı
bir şekilde incelemede bütüncül ve karmaşık bir resim çizilmesinde kullanılır. Mevcut
teoriler bir problemi çözmede yetersiz kaldığında teori inşa etmeye yararlar (Creswell, 2013,
s. 47-48).
Çalışmada durum çalışması deseni kullanılmıştır. Durum çalışmaları belirli bir olgunun
bütün boyutları ile araştırılmasıdır. Yin’in (2004, s. 3-8) de belirttiği gibi durum
çalışmalarında teorik kavramlar durumun anlaşılmasında, tanımlanmasında ve
açıklanmasında önemlidir. Burada amaç durumun anlaşılmasında öncül kavramlar bulmaktır.
Teorik kavramlar araştırmanın adımlarının belirlenmesi, literatür ile olan ilişkisinin
anlaşılmasını sağlar. Bir başka deyişle durumu uygun literatürün içerisine yerleştirilmesidir.
Durum çalışmasında elde edilen çıkarımlar belirli bir konu hakkında bilgi ve anlayış üretirler.
Teorinin iyi bir şekilde kullanılması durum araştırmasının sınırlarının belirleyerek elde edilen
sonuçların da genelleştirilmesini sağlayacaktır.
Durum çalışmalarında araştırmacı bir olguyu bütünüyle anlamak için seçebilir. Merriam
(2009, s. 47) durum araştırmasının sınırları belirli bir sistem hakkında derinlikli bir inceleme
ve tasvir olduğunu ifade eder. Durum çalışmalarının farklı türleri vardır bunlardan biri de
tarihsel durum çalışmalarıdır. Böyle araştırmalar daha çok tasvir edicidir. Bu durum
69
çalışmalarında bir olgunun tarihsel olarak nasıl değişip dönüştüğü izlenmeye çalışılır.
Araştırmacı araştırılan olgunun bütüncül bir şekilde tarihsel bir perspektiften sunmaya
çalışır.
Tarihsel bir araştırmada amaç geçmişte meydana gelen olayları çok boyutlu olarak
inceleyip ayrıntılı bir şekilde ortaya koymaktır. Tarihsel araştırmanın temel faydası geçmişte
uygulanan eğitim politikalarının sonuçlarının etkili olup olmadığının anlaşılmasıdır (Turan-
Özpolat, 2019, s. 303). Tarihsel bir araştırma eğitim alanında yeni sorular sormaya,
varsayımlarımızı sorgulamaya ve araştırmacıyı kendini daha büyük bir dünyanın parçası
olarak görmesini sağlar.
Tarihsel araştırma aynı zamanda bağlamsal araştırmadır. Araştırılan olgu kendi
bağlamından soyutlanarak incelenemez. Böyle bir araştırma genel olmak yerine daha özgül
olmalıdır. Tarihsel bir araştırma geçmişi sadece belgelemez aynı zamanda anlamaya ve
açıklamaya çalışır. Bu yorumlama aracılığıyla geçmişi günümüze bağlar (Edson, 2005, s. 45-
46).
Tarihsel bir araştırma eğitimde süregelen benzer sorunların tekrar etmesini engeller
(Best ve Kahn, 2006, s. 83). Tarihsel bir araştırma günümüz problemlerin nasıl oluştuğunu
anlamada güncel sorunlara çözüm sağlamada ve insan deneyimlerinin zenginliğini ve
karmaşıklığını göstermesi açısından da önemlidir (Turan-Özpolat, 2019, s. 309). Böyle bir
araştırma kendimizi, ötekileri ve içinde yaşadığımız dünyayı görme biçimimizi tarihsel bir
anlatı içerisinde görmemizi sağlar (Pring, 2013, s. 43). Sadece geçmişi anlamamızı sağlamaz
aynı zamanda geleceği de şekillendirmemize yarar. Çağdaş problemlere çözüm önerileri
sağlar. Özellikle de böyle bir araştırma eğitimcileri, geleceğin eğitiminin nasıl
şekillendirilmesi gerektiğini anlamalarını sağlar (Cohen, Manion ve Morrison, 2007, s. 192).
Bu nedenlerden dolayı bu araştırma için tarihsel durum araştırması modeli seçilmiştir. Bu
araştırma modelinde amaç sadece AK Parti dönemindeki mevcut durumun tarihsel olarak
tasvir edilmesi değil aynı zamanda “Liberal Milliyetçilik” ve “Anayasal Yurtseverlik” ve
“İslamcılık” açısından hareketle durumun tartışılmasındadır.
70
Evren ve Örneklem
Tarihsel bir araştırmada başlıca veri toplama araçlarından biri dokümanlardır. Bunlar
ders kitaplar öğrenci çalışma kitapları, öğrencilerin kişisel dosyaları okul gazeteleri, yıllıklar,
bültenler, haritalar, resimler, fotoğraflar, müfredat, hatta binalar ve binaların dekorasyonunda
kullanılan mobilya ve duvar resimleri bile olabilir (Best ve Kahn, 2006, s. 92-93). Doküman
incelemeleri özellikle tarihçi ve arkeologların kullandıkları araştırmalarda temelde yazılı
dokümanların incelenmesine dayanır. Eğitim ile ilgili araştırmalarda ise ders kitapları, ders
programları, öğrenci ödev ve sınavları, eğitim ile ilgili yasaların, yönetmeliklerin,
genelgelerin, resmî belgelerin tümüdür. Dokümanlar bir nitel araştırmada etkili bir şekilde
kullanıldığında gözlem ya da görüşmeye fazla ihtiyaç kalmaz. Dokümanlar özellikle evrenin
büyük olduğu ve uzun bir tarihsel dönemi içeren araştırmalarda önemli verilerdir. Gözlem ya
da görüşmede meydana gelebilecek duygusal tepkiselliği en aza indirgeyebilir. Aynı
zamanda gözden geçirilmiş, düzenlenmiş olmaları onları nitelikli veri haline getirir (Yıldırım
ve Şimşek, 2011, s. 187-190).
Ders kitapları ortak tarihsel belleğin öğretilmesine yararken bir yandan da ötekinin kim
olduğunun öğretilmesine yarar. Metinler politik, kültürel ve ekonomik savaşların ve
uzlaşıların sonuçlarıdırlar. Bir başka deyişle eğitim ve güç ilişkileri birbirlerinden
ayrılamazlar. Ders kitapları resmi bilginin doğrudan aktarıldığı materyaller olarak bu güç
ilişkilerinin sonucunda oluşur (Apple, 2000). Bu araştırmanın evreni AK Parti dönemi eğitim
politikalarıdır. Bu politikalar ise en iyi ders kitaplarında, milli eğitim şura karalarında,
mevzuat değişikliklerinde gözlemlenebilir. Bununla birlikte bu araştırmada kullanılan ders
kitapları oldukça geniş bir evren olduğu için araştırmada farklı kademelerden belirli ders
kitapları seçilmiştir. Her ne kadar bütün ders kitaplarından farklılaşan ölçeklerde ulusal
anlatıya rastlansa da bu araştırmada milliyetçi temaların daha görünür olması nedeniyle
aşağıda listesi verilen ders kitapları araştırma için seçilmiştir.
71
Tablo 2.
İncelenen Ders Kitapları
Kitabın Adı
Okutulan Kademe
Sosyal Bilgiler
4-5-6-7
Hayat Bilgisi
1-2-3
Tarih
9-12
Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve
Atatürkçülük
8-12
Demokrasi ve İnsan Hakları
9
Vatandaşlık ve İnsan Hakları Eğitimi
7-8
Demokrasi ve İnsan Hakları
9
İnsan Hakları Yurttaşlık ve Demokrasi
4
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi
4-12
Türkçe
1-8
Ders kitapları ve Şura Kararları dışında bir toplumdaki eğitim, o toplumun kültüründen,
iyi insan ve iyi yaşam anlayışlarından, iyi toplum anlayışından, tarihsel koşullarından,
uluslararası ilişkilerden, siyasal sisteminden, ekonomik yapısından, geleceğe dönük
ideallerinden ayrılamaz. Çoğulcu bir toplum, bu konularda, farklı görüşler içerir. Bu görüşler
etrafından farklı gruplaşmalar, farklı siyasal kümeleşmeler oluşur. Formal eğitim
kurumlarında verilen eğitim az veya çok bu görüşlerden hangisinin hâkim durumda olduğuna
bağlı olarak şekillenir. Dolayısıyla genel toplum düzeyinde yapılan kültür, kimlik, siyasal
sistem, uygarlık tartışmaları formal eğitim alanında olup bitenlere ışık tutar. Türkiye toplumu
da kültürel kimlik, ideal insan ve toplum anlayışları, uygarlık ideali, siyasal sistem,
dolayısıyla eğitimin amaçları konularında farklı görüşler içerir. Bu konudaki tartışmalar
formal eğitim alanında olup bitenleri, alınan kararları anlamamıza ışık tutacaktır. Bu nedenle,
AK Parti döneminde formal eğitim alanında olanları anlamak açısından AK Partinin siyasal
ideolojisini, toplum ve insan idealini ele alan belgeler ve önemli yayınlar da bu çalışmanın
72
başvurduğu verilerdir. Bunlar AK Parti döneminde görev almış bakanların, parti sözcülerinin
ve İslamcı aydınlara ait olan metinlerdir.
Verilerin Toplanması
Bu araştırmanın temel veri kaynakları ise Milli eğitim şura kararları, istatistikler ve
eğitim müfredatlarındaki değişiklikler MEB’in internet sitesinden elden, ders kitapları Milli
Eğitim Bakanlığına bağlı Ferit Ragıp Tuncor Arşiv ve Dokümantasyon Kütüphanesi’nden
elde edilmiştir.
Verilerin Çözümlenmesi
Nitel bir araştırmada veri analizi için veriler öncelikli olarak kodlanır. Kodlama elde
edilen veriyi yorumlamak, araştırma boyunca örüntüler oluşturmak demektir. Kodlama
süreci kanaate dayalıdır bu nedenle araştırmacı kodlama sürecine kendi kişiliğini ve
eğilimlerini de katar. Kod burada görsel, işitsel, ya da dil temelli bir veriyi betimlemek için
kullanılan bir sözcük ya da kısa bir ifade olarak adlandırılabilir. Kodlamalar araştırmacıya
veriye analitik bir mercekten bakma imkânı sunar (Saldana, 2019, s. 4-10).
Kodlama sadece tasvir etme süreci değil aynı zamanda kavramsal bir analiz sürecidir.
Kodlama eldeki verinin kavramlar ile ilişkilendirilmesini sağlarken, farklı kavramlar
arasında var olan ilişkileri de açığa çıkarır. Bu analitik süreç veriyi sadece tasvir etmenin
ötesine de geçerek araştırmacıya veri hakkında teori üretme imkânı da sağlar (Schreier, 2012,
s. 39).
Araştırma sürecinde veriler tek sefer de kodlanamayabilir. Bazı durumlarda birkaç sefer
yeniden kodlanabilir. Bu süreç bizi veri ile ilgili daha fazla soru sormaya yönlendirirken
verileri küçük anlam birimlerine ayırmamızı; aynı zamanda bu parçalardan anlamlı bir
bütünlüğe ulaşmamızı sağlar. Bu süreç dilin ve imgelerin derinlikli bir şekilde incelenmesini
gerektirir (Saldana, 2019, s. 9-12). Kodlama sürecinde araştırmacıdan beklenen şey
bütünüyle nesnel olması değildir. Eldeki verilerden yola çıkarak dünyayı daha iyi
anlayabilmek için bir keşif çabasıdır. Bu nedenle kodlama aracılığıyla temelde yapılan şey
eldeki verinin içinde gömülü olan teoriyi açığa çıkarmaktır (Basit, 2003).
73
Kodlama süreci analizin kendisidir. Kodlama araştırmacıya bir veriden bir fikre, oradan
da bu fikirle ilgili diğer verilere götürür. Kodlama süreci sonucunda veriler olgunlaşarak
kategoriler ve temalar oluşturularak bir kuram oluşturulabilir. Veriler kodlandıktan sonra
kategoriler ve temalar olarak yeniden organize edilir. Bu soyut verilerin anlamlı hale
getirilmesinde hem tüme varım hem de tümdengelimsel süreçler ileri geri birlikte
kullanılabilir (Creswell, 2013, s. 45).
Veriler hem elle hem de bilgisayar destekli programlar aracılığıyla ile kodlanabilir.
Saldana’ya (2019, s. 28-36) göre özellikle de doktora çalışmalarında kodlanacak verinin
büyüklüğünden kaynaklı olarak bilgisayar destekli kodlamalar yapılmalıdır. Bilgisayar
destekli kodlamalar araştırmacıya örüntüleri hızlı bir şekilde keşfetme imkânı verir. Ancak
yine de verilerin elle ya da bilgisayar destekli programlar ile kodlanacağı tamamıyla
araştırmanın yapısıyla ve araştırmacının uzmanlığıyla ilgilidir (Basit, 2003). Bu çalışma için
ise bilgisayar destekli kodlama yapılamadı bunun nedeni incelenen ders kitapları da dâhil
olmak üzere araştırmada kullanılan verilerin büyük kısmının dijital formatlarının
olmamasıdır. Ders kitapları araştırmacı tarafından MEB’in arşiv kütüphanesinde basılı
materyaller üzerinden incelenmiştir. Bu nedenle kodlamalar elle yapıldı.
İncelenen veriler kodlanırken “Liberal Milliyetçi”, “Anayasal Yurtseverlik” ve
“İslamcılık” ta var olan temel tartışmalardan hareket edildi. Bu tartışmalar şunlardır:
Yurttaşlığın yapısı ve tanımları
Demokrasinin yapısı
Ülkede var olan alt kimlikler, bu kimliklerin hâkim kimlikle ile
olan ilişkileri
Göçmenlik sorunu
Küreselleşme
Ulusal kimliğin yapısı ve akışkanlığı
Bu tartışmalar ışığında Türkiye’deki AK Parti dönemindeki eğitim sorunları kodlandı.
Daha sonra kategoriler ve temalar oluşturuldu. Araştırma tarihsel bir araştırma olduğu için
üç tarihsel tema belirlendi. Bu temalar AK Partinin muhafazakâr demokrasi söylemi ile
iktidara geldiği ilk yıllar olan ve Avrupa Birliği adaylık sürecinden önemli ilerlemelerin
74
meydana geldiği 2005-2011 dönemi, İslami söylemin ağırlıklı olduğu 2011’den 2016 yılına
kadar olan dönem ve Milliyetçi söylemin ağırlıkta olduğu 2016 yılından günümüze kadar
olan dönemler olarak temalandırıldı.
Bunlar yapılırken incelenen metinler içerik analizine tabi tutulmuştur. Literatürde çoğu
zaman kodlama, söylem analizi ve içerik analizi birbirleri ile karıştırılmaktadır. Kodlama ile
içerik analizi her ne kadar çoğu zaman birbirleri yerine kullanılsa da bazı açılardan ayrılırlar.
Scherier (2012, s. 40-44) kodlama ve içerik analizi arasındaki temel farkın kodlamanın
analitik bir süreçken içerik analizinin ise betimleme süreci olduğunu ifade etmektedir. Buna
göre içerik analizinde yapılan temel şey incelenen metnin tasvir edilmesidir
Krippendorff (2004, s. 18) içerik analizinin metinlerden tekrarlanabilir ve geçerli
çıkarımlar sağlayabilen bir araştırma tekniği olduğunu ifade etmektedir. Ona göre içerik
analizi tekniği araştırmacının çalışılan olgu hakkında yeni kavramlar yeni bilgiler edinmesini
sağlar. Bu araştırma tekniğinde veriler tekrarlanabilir olduğu için güvenilirdir. Araştırma
sonuçları dikkatli bir incelemeye açık olduğu için de geçerlidir
İçerik analizi elde var olan verinin sistematik bir şekilde tanımlanmasını sağlayan bir
metottur. Veriler kodlama sürecinde olduğu gibi kodlara ve kategorilere bölünerek yapılır.
Bu eldeki verinin tanımlanması ve yorumlanmasını bu şekilde metnin ifade ettiği anlamların
açığa çıkarılmasını sağlar; çünkü veri tek başına bir şey ifade etmez anlam bu verinin alıcı
tarafından yorumlanması aracılığıyla açığa çıkar. Metnin yorumlayıcısı olarak araştırmacı
okuduğu ya da gördüğü kelimeleri imajlar ile ilişkilendirir. Anlam verinin içinde hazır ve
nazır bulunmaz bu daha çok araştırmacı tarafından yeniden yapılandırılır. Bu araştırmacının
tamamıyla öznel olduğu anlamına gelmez. En nihayetinde araştırmacının bakış açısını
şekillendiren incelediği verilerdir (Schreier, 2012, s. 1-4).
İçerik analizinde temel düşünce metnin daha alt kategoriler şeklinde sınıflandırılmasıdır.
Her bir kategori bir ya da daha fazla kelimeden oluşabilir. Kategorileri içeren bu kelimeler
ya da söz öbekleri kategoriler temelde benzer anlamlar içerir. Bu yapılırken geçerli çıkarımlar
metinlerden elde edilmelidir. Bu analizin geçerliliğin sağlanması açısından önemlidir. Farklı
kişiler de metni aynı şekilde kodlamalıdırlar. Ancak yine de içerik analizin basit bir yolu
yoktur. Bazen seçilen kategoriler ya da kelimeler belirsizlikler içerebilir (Weber, 1990, s. 12-
75
13). Schreier (2012, s. 6) niteliksel içerik analizinin aşamalarını aşağıdaki gibi
sıralamaktadır.
Araştırma sorusuna karar vermek
İncelenecek materyalleri seçmek
Kodlama çerçevesini inşa etmek
Materyallerinizi küçük kod birliklerine bölmek
Kodlama çerçevelerini düzeltmek gözden geçirmek
Kodlamaları değerlendirmek ve yeniden düzenlemek
Temel analizi yapmak
Bulgularınızı yorumlamak ve sunmak
İçerik analizinde iki ana yaklaşım vardır bunlardan ilki kavramsal analizdir. Bu
yaklaşıma göre metinde yer alan kelimelerin, ifadelerin, temalar bir başka deyişle
kavramların tekrar etme sıklığı incelenir. Kavramsal analiz aynı zamanda tematik bir
analizdir. Kavramlar temalar ya da analizini yapacağınız temel sorunlardır. Kavramsal
süreçte nelerin kodlanacağının listesi belirlenmelidir ve bunların hangilerinin araştırma
sorusu ile ilgili olduğu belirlenmelidir. Diğer yaklaşım ise ilişkisel yaklaşımdır. Bu
yaklaşımda analize öncelikli olarak temalar ve sorunların neler olduğu ile başlanır, daha
sonra da bu temalar ve sorunlar arasındaki ilişkinin ne olduğu keşfedilmeye çalışılır. Bu
yaklaşımda kelimeler ve söz öbekleri arasında ilişki araştırmacı tarafından inşa edilir. Anlam
metinde yer alan kavramlar, söz öbekleri ve kelimeler arasındaki var olan ilişkiler aracılığıyla
inşa edilir. İçerik analizinde her iki yaklaşımında üstünlükleri vardır (Wilkinson ve
Birmingham, 2003). Bu araştırmada içerik analizi yapılırken her iki yaklaşımdan
faydalanılmıştır. Ders kitapları ve şura kararları incelenirken özelikle de metinlerdeki tarihsel
süreç içerisindeki dilsel ve görsel değişimler izlenerek bunların durum ile olan ilişkisi
anlamlandırılmaya çalışılmıştır.
76
BÖLÜM 4
BULGULAR VE YORUMLAR
Bu bölümde araştırmanın bulgularına ve yorumlarına yer verilmiştir. Öncelikli olarak
“Liberal Milliyetçilik” ve “Anayasal Yurtseverlik” kuramlarının eğitim ile olan ilişkilerine
yer verilmiş daha sonra AK Parti döneminde yapılan eğitim politikaları bu kuramlar
çerçevesinde tartışılmıştır.
Liberal Milliyetçilik ve Eğitim
Liberal milliyetçilik açısından eğitimin nasıl olması gerektiği ile ilgili literatürde
yapılmış bağımsız bir çalışma yoktur. Bununla birlikte liberal milliyetçiler eğitim sorununu
tartışmışlardır. Bu tartışmalara ilk olarak Mazzini’nin (2009, s. 52) kendi yazılarında
rastlanmaktadır. Onun açısından gerçek bir demokrasi ancak kamusal eğitim aracılığıyla inşa
edilebilir. Ulusun gerçek birlikteliği için bu şarttır. Eğitim hem ulusal kültürü hem de
demokrasiyi geliştirmenin yoludur. Demokrasinin anlamı liberal milliyetçi söylemde
içermecilik yoluyla maksimum düzeyde farklı kimlikler arasında bir uzlaşı arayışıdır. Bu
nedenle liberal milliyetçiler eğitimde faklı kimliklerin tanınmasını içerecek bir ulusal anlatı
geliştirilmesi gerektiğini düşünürler. Ancak bu durum oldukça tartışmalıdır.
Cumhuriyetçi (republicanism) gelenek bu durumun ulusal kimliği aşındıracağını
düşünülmektedir çünkü bu gelenek ulusal değerleri öncelemektedir. Bu varsayıma göre
herhangi bir kültüre, dil ve kültürel hakları vermek onların ulusal kültüre ve kimliğe
bağlılıklarını zayıflatır. Liberaller ise farklı argümanlar kullanarak özel gruplara kültürel
haklar verilmesine karşı çıkarlar. Onlara göre çocukların kendi kültürleri aracılığıyla
öğrenmeleri durumunda ana akımdan bir başka deyişle toplumun genelinden ekonomik,
sosyal ve politik olarak oldukça ayrı düşerek kendi dar cemaatlerine mahkûm olacaklardır
(Feinberg, 1995, s. 203-205).
Cumhuriyetçi eğitim geleneğini savunanları temel argümanı ulusal eğitimin ancak bütün
kesimlere karşı nötr olması durumunda adil olabileceğidir; çünkü çocuklar kendi dar kültürel
77
çevrelerinden sıyrıldıklarında özgür ve rasyonel bir birey olarak ulusun gerçek bir yurttaşı
olabileceklerdir. Liberal milliyetçi Tamir (2019, s. 138) ise bu argümanlara karşı çıkar ona
göre her ne kadar tek bir ahlaki anlatıyı dayatan ulusal eğitimin sınıflar arası eşitsizliğin
giderilmesinde önemli bir araç olduğu düşünülse de temelde böyle bir eğitim, sosyal ve
kültürel eşitsizlikleri gidermek yerine daha da derinleştirebilir. Ona göre kültürel bir topluma
ait olmak sadece bir toplumsal grubun içinde yaşamanın getirdiği psikolojik bir durum
değildir aynı zamanda bireyin dünyayı yorumlama biçimini şekillendiren epistemolojik bir
ihtiyaçtır; çünkü kimlik denilen olgu toplumsal bir bağlamda oluşur (Tamir, 2019, s. 45). Bir
başka deyişle liberal milliyetçi gelenek açısından birey kendi kimliğini kamusal bir alan olan
okul dışında bırakmak zorunda kalmaz. Okul bireyin bir yandan bireysel kimliğinin
gelişimine alan açarken bir yandan da ulusal kimliğin bir parçası olmasını sağlar.
Hem cumhuriyetçi hem de liberal geleneklerin yanıldıkları nokta farklı etnik ve dini
toplulukların kimliklerinin bu gruplara üye olan kişiler açısından öneminin farkında
olmamalarıdır. Bu gruplar için sahip oldukları değerleri korumak ve sürdürmek önemlidir.
Kendi kültürel gruplarından koparılıp sadece ulusal kimliğe sahip olmak, asimilasyon
anlamına gelmektedir. Bu gruplar çocuklarının da kendi kültürel değerlerinden bağımsız
olarak büyümelerini istememektedirler (Walzer, 2004, s. 14).
Liberal milliyetçiler bu nedenle alt kimliklerin eğitim alanından dışlanmadan ulusal
değerlerin verilmesi gerektiğini düşünürler. Devlet sadece bu grupları tolere eden değil aynı
zamanda onlara eşit haklar tanıyan bir kurum olarak da inşa edilmelidir. Ulusal kimlik bu
kimliklerin üzerine konumlandırılmamalıdır. Miller’a (1995, s. 119-121) göre bu da tek
başına yeterli değildir. Kişisel kimlikler birçok farklı şekilde karşımıza çıkabilirler bunlar
sadece kültürel kimlikler ile sınırlı değildirler. Bazı durumlarda kadın ya da farklı bir dine
mensup olmak da bunların bir parçası olabilir. Çoğulcu toplumlarda birbirleri ile çatışan ya
da birleşen birçok farklı kimlik olabilir. Bu kimlikler ile ulusal kimlik arasında bir çatışma
olmak zorunda değildir. Bireyin kendi kimliğinin yanı sıra ulusal kimliği de kabul etmemesi
için görünürde bir neden yoktur. Problem, ulusal kimlik ile alt kimliklerin bazı durumlarda
uyuşmamasında ortaya çıkar. Bu durumlarda liberal milliyetçilik açısından devlet her şeyi
kuşatan, egemen olan bir tarzda inşa edilmek yerine barışçıl bir şekilde öteki kimlikler ile bir
78
arada yaşamanın yollarını aramalıdır ve bunun en iyi yolu da vatandaşlık eğitiminden
geçmektedir.
Eğitim demokratik yaşamın sürekliliğini sağlamak gibi bir misyona sahip olduğu için
Liberal Milliyetçiler açısından yurttaşların bir ulusal kimliğe sahip olması önemlidir; çünkü
bu kimliğin belirli bir insan topluluğunu diğerlerinden ayıran özelliklere sahip olduğunu
düşünürler. Miller (2005, s. 30) bir ulusa mensup kişilerin rastgele bir araya gelmiş insan
toplulukları olmadığını ifade etmektedir. Yurttaşları birbirlerine bağlayan farklı ortak
değerler olabilir ancak bu değerler biyolojik ya da kan bağına dayanmak zorunda değildir.
Ulusal kimlik demokratik, çoğulcu ve liberal değerler ile de uyumlu olabilir.
Tamir (2019, s. 179) böyle bir ulusal kimliğin inşası için yurttaşlara ait olma duygusu
verilmesi gerektiğini ancak bunun yurttaşlar arasında bütün konularda bir fikir birliği
sağlamak anlamına gelmeyeceğini söyler. Yurttaşların bağlılığı demokratik değerlere dayalı
ulusal kültüre olmalıdır. Ulusal aidiyet kamusal söylem ve eğitim aracılığıyla
güçlendirilmelidir. Liberal milliyetçilik açsıdan çok-kültürlü eğitim ile ulusal eğitim arasında
tercih yapmak bir zorunluluk değildir. Bunlar birbirlerine alternatif olan eğitim modelleri
değildirler. Muhalif azınlıklar üzerinde otorite kuran milliyetçiliğe karşı olmakla beraber
ulusal kimliklerin buharlaşmasını savunan çokkültürlülük de savunulmaz. Ulusal kimlikler
ve çok-kültürlü grup kimlikleri birlikte var olabilmelidir. Bunlar birbirleri ile çatışmak
zorunda değildir. Böyle bir ulus anlayışında bireyler bir yandan kendi etnik ve grup
kimliklerini ifade edip geliştirirken bir yandan da ulusal kimliği de taşırlar (Miller, 1995, s.
153).
Çalışmanın literatür kısmında da ifade edildiği gibi liberal milliyetçiler açısından
yurttaşlık yurttaş milliyetçiliğinden farklı olarak çoğulcu bir anlam içermektedir. Bu nedenle
liberal milliyetçiler açısından eğitim, yurttaş milliyetçiliğinde olduğu gibi tek bir ahlaki
dünya görüşüne göre inşa edilmek zorunda değildir, aksine eğitim çok kültürlü vatandaşlık
olgusunu toplumda var etmek için kullanılabilecek en önemli araçlarından biridir; çünkü
kamusal bir hizmet olan eğitim alanından dışlanan farklı kimliklerin kendilerini ulusal
kimliğin bir parçası olarak görmeleri mümkün değildir. Bu da demokratik toplumsal yaşama
zarar verebilir; çünkü MacCormick’in (2002, s. 167) de ifade ettiği gibi demokrasi bir ölçüde
79
sadakat ve kolektif dayanışmaya ihtiyaç duyar. Demokratik kurumların sürdürülmesi için
karşılıklı saygı temel ihtiyaçtır.
Çokkültürlü eğitimin amacı demokratik bir eğitim ile benzer olmalıdır. Böyle bir
eğitimle alternatif kimlikler teşvik edilmeli bütün kimlikler birbirleriyle diyalog halinde
olmalıdır. Çocuklar toplumda kendi kimlikleri ile var olabilmelidir. Fakat demokratik bir
eğitim çok yönlüdür ve sadece çok-kültürlü eğitimin kabul edilmesi demokratik bir eğitim
için yeterli değildir (Feinberg, 1995, s. 210).
Çok-kültürlü eğitim ulusal eğitimin bir parçası olmalıdır. Bu modern bir devlet için bir
tercih değil bir zorunluluktur. Ulusal eğitim özel anlatıları aşan, bütün ulusa hizmet eden bir
eğitim olarak bütün vatandaşların kendilerini eşit gördükleri bir eğitimdir. Bu nedenle
kamusal eğitimin dışına itilen yoksullar, kadınlar ve renkli halklar bu eğitimi talep etme ve
savunma hakkına sahiptirler. Kamusal eğitim totaliter yönetimlere karşı özgürlüğü
korumanın en önemli yolu olarak kabul edilir (Tamir, 2019, s. 79).
Yurttaşlık eğitimi ulusal kimliğin aktarılmasında önemli bir rol oynar fakat bu eğitim
kültürel çoğulculuğun gerçeklerini göz önüne alarak çok hassas bir şekilde inşa edilmelidir.
Azınlık grupları ulusal kimliğin sadece basit alıcıları olarak değil aynı zamanda bu ulusal
kimliğin inşasında da gelecekte rol alabilecekleri beklenmelidir (Miller, 1995, s. 180-181).
Alt kimliklerine saygı duyulurken aynı zamanda onlara ulusal değerler de aktarılmalıdır.
Bunun için de eğitimcilerin, kültürün eğitim sürecinde bu grupların yaşamlarında oynadığı
rolü daha yakından anlamaya ihtiyaçları vardır. Onların kültürlerini dışlamak yerine ulusal
kültürün bir parçası haline getirmek gereklidir. Kendi kültürlerinden koparılmış çocuklar
içinde yaşadıkları topluma yabancılaşacaklardır. Kültür kapalı bir sistem olarak
anlaşılmamalıdır. Kültür dış dünyayı algılamamızı sağlayan bir pencere olmalıdır; onun içine
hapsolduğumuz bir hücre değildir (Feinberg, 1995, s. 204-205).
Liberal milliyetçiler bir çatışma durumunda demokratik yurttaşlığa sadakati öncelerler.
Politik eğitim kültürel kimliği ortak bir vatandaşlık doğrultusunda şekillendirmelidir
(Mendus, 1995, s. 191). Bu nedenle liberal milliyetçilik farklı kültürleri kendi kültürel
80
kimliklerine hapseden birçok-kültürlülüğü değil farklı kültürleri yurttaşlık potasında eritmeyi
savunan çokkültürlü yurttaşlığı savunur.
Radikal çokkültürcüler etnik grupların kültürlerini dokunmadan olduğu gibi bir diğer
kuşaklara aktarımını savunurlar. Oysaki devletler meşru olarak farklı etnik gruplara mensup
çocukları ulusal kimliğe adapte olması için eğitme hakkına sahiptir (Miller, 1995, s. 142).
Çocuklar yarının vatandaşları olarak toplumsal yaşama katılacaklarsa ülkenin tarihini,
vatandaşlığın anlamını ve demokratik değerleri de bilmek zorundadırlar; çünkü onlar sadece
mensup oldukları kültürlerin çocukları değil aynı zamanda ülkenin geleceğine karar verecek
olan cumhuriyetin çocuklarıdır bu yüzden sorumluklarını da öğrenmelidirler (Walzer, 2004,
s. 52). Bu nedenle, Tamir (2019, s. 83-89) ulus devletin daha aşağı sınıfları eğitim aracılığıyla
kolektif bilincin parçası haline getirilmesini savunur bunun yolu da demokratik değerlere
bağlılığı sağlayan bir yurttaşlık eğitimidir.
Kamusal yaşamın devamı için vatandaşlık eğitimi kaçınılmaz bir şekilde zorunlu
olmalıdır. Çünkü o etnik ve dini grupların iddialarına engel olurken onların bir başka kimlik
de kazanmalarını sağlar. Demokratik karar verme süreçlerine katılan saygın bir kişi haline
gelirler. Demokratik yaşam, imparatorluk dönemi aksine kamusal alanda ortak bir yaşam
kültürüne ihtiyaç duyar belirli bir politik kültür, vatandaşlar tarafından paylaşılmalıdır
(Walzer, 2004, s. 62).
Bireyler çok kültürlü politik bir sistemde farklı hayat tarzlarına, geleneklere sahip olan
ötekilere saygı duymayı öğrenmelidirler. Onların da politik sistemin bir parçası olarak eşit
oldukları anlayışı yaygınlaştırılmalıdır. Vatandaşlık eğitimi politik toplumun bütün üyeleri
arasında yoldaşlık duygusu geliştirmelidir. Fakat bu ötekileri egemen kültüre asimile etmeye
yönelmemeli onların kültürel farklılıklarına saygı duymalıdır. Bütün çocuklar öteki ulusal
grupların tarihini, geleneklerini öğrenmeli ve onlara saygı duymaları gerektiğini de
öğrenmelidirler (Tamir, 1995, s. 165-166).
Demokrasi politik bir mücadele alanıdır. Yönetenler sürekli değişebilir birbirleri ile
çelişen bir sürü vaatte bulunabilirler. Politik farklılıklar demokrasinin bir gereği olmakla
birlikte bazı durumlarda yıkıcı bir etkiye de sahip olabilirler. Bazı siyasi liderler uzlaşma
oluşturmaya çalışırken ötekiler kendi dar çıkarları peşinde olabilirler. Bu nedenle eğitim
81
demokratik bir sistemin en önemli parçalarından biridir. Kamusal eğitim vatandaşlarına
toleransı, tahammülü, karşılıklı anlayışı ve sabretmeyi öğretmelidir. Bunun olmadığı
durumlarda demokratik alanın dışına itilenler kendi kapalı toplumlarında yaşamak zorunda
kalacaklardır (Walzer, 1995, s. 188).
Bu tartışmalardan yola çıkarak denilebilir ki toplumsal bir uyum ve düzen için çok
kültürlü bir eğitim liberallerin endişe duydukları gibi bireyi sadece kendi kültürüne hapsedip
seçme şansını elinden almaz daha ziyade bireye kültürler arasında bir seçim yapma imkânı
sağlar. Çok kültürlü bir eğitimde çocuklar kendi kültürlerini öğrenirken öteki kültürlere de
saygı duymaları gerektiğini öğrenirler. Farklı kültürlerin bir arada yaşamasına olanak
sağlayan bir düzen olarak demokrasinin de temelde ihtiyaç duyduğu şey budur. Kendi
kültürümüz ile birlikte öteki kültürleri de öğrenmek demokratik bir eğitimin ön-koşuldur.
Böyle bir eğitimde bütün kültürler birbirleri hakkında bilgi edinir; öteki kültür hakkında bilgi
edinen çocuk kendi kültürü üzerine de düşünmeyi öğrenir (Feinberg, 1995, s. 215-216).
Dolayısıyla eğitim bu farklı kimlik ve kültürleri dışarda bırakmak yerine çoğulcu bir ulusal
anlatı içeresinde, ulusal kimliğin bir parçası haline getirebilir. Özetlemek gerekirse liberal
milliyetçiliğin eğitim ile ilgili iki temel önermesinden söz etmek mümkündür. Bunlardan ilki
alt kimliklere eğitimde alan açmak diğeri de alt kimliklere mensup kişilerin de ortak ulusal
kimliğe sahip olmalarını sağlamaktır.
Anayasal Yurtseverlik ve Eğitim
Anayasal yurtseverlik kuramı açısından da liberal milliyetçilik durumunda olduğu gibi
anayasal yurtseverlik ve eğitim ilişkisi üzerine yapılmış bağımsız bir çalışma olmamakla
beraber anayasal yurtseverlik kuramının en önemli temsilcilerinden biri olan Habermas ve
onun eğitim anlayışı üzerine yapılmış çalışmalar bulunmaktadır. Bu nedenle burada daha
çok bu çalışmalardan faydalanarak anayasal yurtseverlik açısından eğitimin nasıl olması
gerektiği açıklanmaya çalışılmıştır.
Anayasal yurtseverlik açısından sadakat ulusal kültüre değil yurttaşların el birliği ile
inşa ettikleri politik kurumlara olmalıdır. Dolayısıyla başta Habermas olmak üzere anayasal
yurtseverliğin savunucuları demokratik toplumsal düzeni ulusal anlatılara karşı öncelerler
fakat bu toplumda var olan çoğulluk durumunu göz ardı ettikleri anlamına gelmez. Bu
82
nedenle eğitim çoğulcu bir şekilde inşa edilirken demokratik siyasal kurumlara karşı da
bağlılık öğretilmelidir. Bu çerçevede Habermas’ın eğitim yaklaşımı katılımcıdır,
demokratiktir ayrıca eleştirel olduğu için de sosyal değişimlere katkı sağlar (Ewert, 1991, s.
358). Onun iletişimsel eylem kuramı eğitim alanında soyut kavramlardan ziyade toplumsal
sorunların da tartışıldığı bir okul inşa etmeye yöneliktir; çünkü onun açısından okul
toplumsal varlık ile ilgili bilgi üretir. Habermas’ın teorisi öğrencileri sosyal, duygusal, ahlaki
ve ruhsal alanlarda olmak üzere birçok farklı alanda eğitmeyi amaçlar bir başka deyişle
yaşamın sorunlarını okulun merkezine taşır bu şekilde öğrenciler toplumsal yaşama adapte
olabileceklerdir (Lovat, 2013).
Habermas’ın iletişimsel eylem kuramı demokratik bir yaşam formunun nasıl inşa
edilmesi gerektiği hakkında bir anlayış sağlar. Bu açıdan onun tartışmacı demokrasi kuramı
farklı bakış açılarına sahip bireylerin iletişim kurmasını sağlar. Demokrasiyi daha katılımcı
hale getirmenin en iyi aracı da eğitim sisteminin kendisidir. Eğitim sistemi katılımcı hale
getirildiği zaman öğrenciler kendilerini daha çoğulcu bir sosyal öğrenme ortamında
bulacaklar. Öğrenciler farklı perspektiflerden yaşama bakmayı öğrenirken haklarını daha
aktif bir şekilde nasıl kullanabileceklerini fark edip sorumluluk üstlenebileceklerdir
(Englund, 2010, s. 21).
Anayasal yurtseverlik açısından yurttaşların bir araya geldikleri, birbirleri ile iletişim
halinde oldukları kamusal bir mekân olarak okul farklı kimliklere açık olmalıdır. Her ne
kadar Gutmann anayasal yurtseverlik kuramının bir temsilcisi olmasa da özellikle de
“Tartışmacı Demokrasi” kuramına önemli katkılarda bulunmuştur. Bununla beraber
Democratic Education adlı çalışmasında demokrasi ve eğitim arasındaki ilişkiyi
sorunsallaştırır. Gutmann’a (1999, s. 287) göre demokratik bir eğitim, vatandaşların bilinçli
bir sosyal üretime yöneltmelidir. Bir başka deyişle vatandaşlar demokrasiyi beraber
geliştirebilecekleri inancına sahip olmalıdırlar. Politik eğitim yurttaşları her türlü ayrımcılığa
karşı gelecek nesilleri toplumun yeniden üretimi için bilgi ve beceriler ile donatmadır. Bu
nedenle öğrencilerin demokratik kurumlara bağlılıkları sağlanması bir zorunluluktur.
Okul yurttaşların bir araya geldiği kamusal bir mekândır. Yurttaşlar bu mekânda
birbirlerini tanırlar. Bu açıdan Habermas’ın iletişimsel eylem teorisi toplumsal uyumu
sağlamada eğitim alanında aydınlatıcıdır; çünkü onun teorisi karşılıklı anlayışa dayalıdır ve
83
bu toplumsal dayanışmayı sağlarken toplumun yeniden üretilmesini öngörür. Onun teorisi
açısından okul öğrenciler arasında dayanışma ağlarını ören toplumsal bir organizasyondur.
Okul, yurttaşların bir araya geldikleri karşılıklı iletişim aracılığıyla çoğulcu bir toplum inşa
etmelerini sağlar. Birbirlerini dinlemeyi öğrenen vatandaşlar iletişimin önemini
öğreneceklerdir (Crick ve Joldersma, 2007, s. 87).
Okulun rolü çocuklara görev ve haklarını öğreterek geleceğin aktif vatandaşlar
yetiştirmektir. Çocuklar politik aktörler olarak adil düzenin inşasından ve geliştirilmesinde
aktif rol oynayacaklar. Ben Porath’ın (2012, s. 383-395) da ifade ettiği gibi okul bir devlet
için toplumda var olan farklılıklar ortak idealler altında ortak bir vatandaşlık kimliği inşa
etmede kullanılabilecek en önemli araçlardan biridir. Ortak kimlik etnik ve dinsel bütün alt
toplumsal bağlantıları aşacak düzeyde inşa edilmelidir. Bununla beraber bütün vatandaşların
ortak bir kadere sahip olduğu duygusu, hissiyatı vermelidir. Bir başka deyişle vatandaşlar
sadece hukuki olarak değil, duygusal olarak da birbirlerine bağlı hale getirilmelidir. Bu
devletin temel amacı olmalıdır. Ortak kader algılayışı ulusal üyeliğin sosyal ve toplumsal
bağlarını geliştirmeye yönelmelidir. Bu da ancak vatandaşlık eğitiminin toplumda var olan
çoğulculuğa tahammül ederek ve onun demokratik vatandaşlık ekseninde geliştirerek
sağlanabilir. Bu şekilde toplumda var olan farklı toplumsal gruplar toplumun geleceği
hakkında söz söyleyebilirler. Aynı zamanda toplumsal farklılık ve ulusal birlik bir arada var
olabilmelidir.
Demokratik bir eğitim yarının vatandaşları olarak öğrencilerin katılımcı bir yurttaşlık
becerisi ve algısının geliştirilmesinin sağlanmasıdır. Bu çerçevede eğitimsel otorite
ebeveynler, vatandaşlar, eğitimciler ve öğrencileri de kapsar. Böyle bir eğitimde bunların
hiçbirini dışarda bırakmaz. Devlet ve ebeveynlerin çocuklardan beklentileri varken
çocukların da kendi iyi yaşam anlayışlarının inşa etmelerine zemin hazırlar (Gutmann, 1999,
s. 42-43). Özetle anayasal yurtseverlik kuramı açısından okul, yurttaşların bir araya geldiği
kamusal alanlar olarak toplumsal sorunlar üzerine tartıştıkları; bu sorunları çözüm üretmeye
çalıştıkları mekânlardır. Bu kurama göre yurttaşlar aktiftirler. Yurttaşlar elbirliği ile eğitim
üzerinde söz sahibidirler. Eğitim kurumları bizatihi yurttaşlar tarafından inşa edilen
kurumlardır.
84
Hem anayasal yurtseverlik yurt severlik kuramları eğitim ile ilgili temel görüşlerini şu
şekilde ifade edilebilir:
Alt kimliklerin, farklı kültürlere eğitime yönelik talepleri göz önünde bulundurulur.
Marjinal grup ya da kimlikler tolere edilemez.
Alt kimlikler ile ulusal kimliğin çatışması durumunda ulusal kimlik öncelenir.
Ülkeye ve onun değerlerine sadakat önemlidir. Bunun için de farklı kimliklerin ortak
vatanı paylaştıkları duygusu verilmelidir.
Demokratik değerlere bağlılık önemlidir.
AK Parti’de iktidara ilk geldiği yıllarda eğitim alanında bu kuramlara yakın bir söylem
biçimi geliştirdi. Bunun için de İslamcı kimliğini bırakarak muhafazakâr demokrat bir
kimliği benimsediğini dile getirdi.
Millî Görüş Hareketi’nden Muhafazakâr Demokrasiye
AK Parti’nin düşünsel arka planını kavrayabilmek için öncelikli olarak AK Parti’nin
içinden çıktığı Millî Görüş Hareketi’nden söz etmek gerekir. Yavuz’a (2005, s. 279-280)
göre Millî Görüş hareketinin fikir babası Necmettin Erbakan’ın Konya milletvekili olarak
seçilmesini sağlayan Mehmet Zahit Kotkudur. Ona göre Türk halkının gerçek mayası
İslam’dır. Türk halkına Osmanlı ve İslam kimlikleri yeniden kazandırılmalıdır.
Çakır (2005, s. 544-545), Millî Görüş sıfatının ulusal olmaktan ziyade ümmetçi bir vurgu
taşıdığını iddia eder. Millî Görüş hareketi, Adalet Partisi’nin içinde İslami yönleri ağır basan
milletvekillerinin bir arayışı sonuç olarak ortaya çıkmıştır. Hareketin ilişkileri oldukça
değişkendir 70’lerde daha sola meyilli bir söylem geliştirirken hem CHP hem de MÇP ile
ittifak yapmıştır. Bu nedenle sağcılık ve solculuk arasında gidip gelirler. Ancak hareket her
ne kadar Batılı anlamda ulus kavramına karşı olsa da Türk halkının gerçek kimliğini İslam
ile kazanabilecekleri fikrindedir.
Bununla beraber Millî görüş hareketi Türkiye’de özellikle de dış kaynaklı İslamcı
hareketlerin aksine devrimci değil reformcu bir harekettir. Örneğin Yavuz’un (2005, s. 286-
292) da ifade ettiği gibi MSP Türkiye’de İslami liberalizmin tekrardan canlanmasını sağladı.
Buna göre Osmanlı reformcuları gibi halkına Batılı kurumları ve teknolojiyi
85
benimseyebilecekleri, aynı zamanda da kendi kültürel kodlarını da koruyabileceklerdir.
Bununla birlikte her ne kadar Özal ve DYP hükümetleri dönemlerinde taşradaki İslami
gruplar ile yakın ilişkililer kurulup birçok yeni İmam Hatip Lisesi açılsa da İslami kimlik
Refah Partisi ile özdeşlemiştir (Yavuz, 2005, s. 291-292). Bu da Millî Görüş hareketinin,
Cumhuriyetin düşmanı olarak görülmesine neden olmuştur. Bu geleneğe mensup partiler
irticai faaliyet suçlamaları ile kapatılmıştır. 28 Şubat sürecinde ise Millî Görüş hareketinin
bütünüyle önü kesilmeye çalışılmıştır.
28 Şubat sonrasında İslamcılar demokrasiye Batının bir ürünü olduğu için karşı çıkmak
yerine ona İslam içeresinde bir yer bulmaya çalıştılar. Bu çerçevede Türkiye’de demokrasiyi
geliştireceği gerekçesi ile Millî Görüş hareketi geleneğinden gelen Fazilet Partisi, Avrupa
Birliğine giriş sürecini desteklemiştir (Gülalp, 2003, s. 171). Ancak bu geleneğin içinden eski
yöntemler ile başarıya ulaşamayacaklarını anlayan yenilikçi kanat AK Parti’yi kurmuştur.
Parti Almanya’daki Hristiyan demokratlar ile kendi arasında bir analoji kurmuştur (Hale,
2010). Partinin temel iddiası muhafazakârlığın demokrasinin gelişiminin önünde bir engel
olmadığıdır (Akdoğan, 2004). Bu bağlamda AK Parti demokrasi, insan hakları, özgürlük ve
hukukun üstünlüğünü benimseyen liberal bir söylem geliştirerek AB ve ABD ile yakın
çalışmıştır bu da neo-liberal bir çizgide ona hareket alanı sağlamıştır (Koyuncu, 2014, s. 57-
58). Özellikle de Türkiye’nin tarihsel olarak Avrupa Birliği’nin bir parçası olma isteği
nedeniyle AK Parti, Avrupa Birliği sürecinde demokrasi, çokkültürlülük ve insan hakları gibi
söylemleri kullanarak eğitim alanında büyük değişiklikler meydana getirilmesini sağlamıştır.
Eğitim alanında AK Parti’nin demokratik ve çoğulcu bir söylem biçimini benimsemesi
Avrupa Birliği Sürecinin hızlanması ile eş zamanlıdır. 28 Şubat sürecinde liberal aydınların
da desteğini alarak iktidara gelen AK Parti “muhafazakâr demokrasi” söylemini kullandı.
Otoriter milliyetçiliğin zemin kaybetmesiyle birlikte Türkiye’de liberal değerlerin ve
demokratikleşmenin önü kısmi de olsa açıldı (Özel ve Sarıkaya, 2005, s. 466-471). AK Parti
bu dönemde Avrupa Birliği’nin önemli savunucularından biri oldu. Örneğin Akdoğan
(2004b) Türkiye’nin tarihsel olarak Avrupa Birliği’nin bir parçası olduğunu ve Türkiye’nin
Avrupa Birliği’ne girmesinin, Türkiye’ye siyasal açıdan istikrar getirirken Avrupa Birliği’nin
çokkültürlü yapısını da daha da güçlendireceğini savundu.
86
AK Parti Avrupa Birliği’nin de desteği ile çoğulcu, farklılıklara saygılı bir dil kullandı.
Yavuz’un (2009, s. 2-16) da ifade ettiği gibi Türkiye’deki siyasal ve toplumsal değişimin
temelinde bu süreç vardır. Ak Parti 2001 ekonomik krizinden sonra restorasyon görevi ile
iktidara geldiğinde Kopenhag kriterlerini uygulamaya girişti. Avrupa Birliği’ne giriş süreci
Türkiye’de birçok farklı kimliği dönüşümünü de sağladı. Parti bu süreçte Kopenhag kriterleri
çerçevesinde demokratik reformlar yaparken birçok farklı çevrenin de desteğini aldı.
Bunların başında İslamcı aktivistler, liberaller ve bir kısım Türk ve Kürt milliyetçileridir.
Parti yöneticileri görece sert İslamcı yorumlarını da bir kenara bıraktılar.
Parti farklı kesimlerden aldığı bu destekler ile eğitim alanında değişen ölçeklerde
müdahaleler de bulundu. Bunu yaparken de çoğunlukla Avrupa Birliği, demokratikleşme ve
sivilleşme gibi söylemleri kullandı. AB’ye katılım süreci ile birlikte farklı yasal düzenlemeler
ile birlikte farklı dil ve dinlerin önündeki engeller kaldırılarak demokratik yaşamın gelişimi
için önemli adımlar atılmıştır (Kadıoğlu, 2012b, s. 53).
AK Parti Avrupa Birliği sürecinde sadece savunmak ile kalmadı samimi olduğunu
göstermek için birçok alanda reform yaptı, eğitim de bu alanlardan biridir. AK Parti’nin ilk
milli eğitim bakanı olan Erkan Mumcu, Yüksek Öğretim Yasasının AB kriterlerine göre
demokratikleştirme vaadinde bulundu. Mumcu AB’de var olan her şeyi getirme vaadinde
bulundu. Bunlar daha çok demokrasi getirme gibi vaatlerdi (Okçabol, 2013, s. 152-157).
Bu çerçevede 2006 yılında yapılan 17. Millî Eğitim Şurası’nda küreselleşme ve AB
sürecinde Türk eğitimi tartışıldı. Katılımcılardan bazıları eğitimin ulusal olması gerektiği bu
nedenle Avrupa Birliği’nin eğitim alanındaki dayatmalarının kabul edilemeyeceği yönünde
itiraz edince, Hüseyin Çelik Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye belirli bir eğitim modeli
dayatmadığını iddia etti (Millî Eğitim Bakanlığı, 2007a, s. 243). Bununla beraber Avrupa
Birliği’ne aday olan bir ülkenin eğitim alanında reformlar yapmaması beklenemezdi. Bu
nedenle Akyüz (2007, s. 428-429) Türkiye’nin her alanda olduğu gibi eğitim alanında
batılılaşma hareketlerine dikkat çeker. 2006 yılında özellikle Türkiye Avrupa Birliği’ne
girmek için büyük bir istek içerisindeydi. AB Türkiye’nin katılması için birçok kriter öne
sürmüştü. Eğitim alanında AB belirli programlar yayınlamıştı bunlar Sokrates, Erasmus ve
Comenius Programıdır. MEB bu programlara uyum sağlamak için çabalara girişti. Akyüz’e
göre AB’nin bu çerçevede Türkiye’den olası talepleri şunlardı:
87
Okul yönetimlerinde demokratikleşme ve katılımcılığı sağlamak.
MEB’in merkeziyetçi örgüt yapısı değiştirmeli ve yerelleşmeye doğru
gidilmeliydi.
Öğretmen yetiştirmenin niteliğini yükseltmek, öğretmene kendini geliştirme,
iş doyumu, yüksek motivasyon imkanlarını sağlamak.
Her düzeydeki eğitim öğretimin nitelik ve nicelik açısından çok daha üst
düzeye çıkarmak.
Zorunlu eğitimi 8 yıldan 10 ya da 12 yıla çıkarmak.
Cinsiyet ya da bölgelerden kaynaklanan eğitimde fırsat ve imkân eşitsizliğini
gidermede çok yol almak.
Ana dilde eğitim öğretimi gerçekleştirmek.
Azınlık ve yabancı okulları, bunların vakıfları, mal edinmeleri, genişletmeleri
ile ilgili yeni düzenlemeler yapmak ve onlara yeni imkânlar sağlamak.
Programları, dersleri, ders kitaplarını “Avrupa Birliği” vatandaşı olma”
açısından gözden geçirip yeniden düzenlemek ve yetiştirilecek “vatandaş” tipinde bu
olguyu göz önünde tutmak.
Avrupa Birliği sürecinde AK Parti, Akyüz’ün ifade ettiği bu maddelerin bir kısmını
yerine getirmiştir. AK Parti iktidara geldiği ilk yıllarda eğitim alanında liberal çoğulcu bir
söylem kullanmıştır. Hüseyin Çelik şurada toplumsal farklılıklara dikkat çekerek bu
farklılıklar ile birlikte yaşamaya mecbur olduğumuzu ifade etti. Şura’nın hoşgörüyü ve
kardeşliği esas alması gerektiğini ve kavga zeminini ortadan kaldırmanın gerekliliğini
vurguladı (Millî Eğitim Bakanlığı, 2007a, s. 284). Diğer şuralara göre bu şuranın daha
çoğulcu olduğu söylenebilir. En azından farklı kesimlerden katılımcılar vardır. 2004 yılında
yapılan yeni müfredat ile yapılandırmacı yaklaşım esas alınarak temelde AB standartlarının
dikkate alındığı iddia edildi. Bu açıdan müfredatın daha demokratik ve liberal olduğu
söylenebilir.
AK Parti iktidara geldiği ilk yıllarda müfredat ve ders kitaplarında bazı yenilikler yaptı.
MEB eski müsteşarı Tekin’e (2018, s. 152) göre bu dönemde müfredat ve ders kitapları
gözden geçirilerek farklı inanç ve etnik gruplara yönelik ayrımcı ve dışlayıcı ifadeler
çıkarılmıştır. Tekin’in söylemleri kısmi olarak doğrudur; çünkü AK Parti öncesinde
farklılıkları görmezden gelen bir milliyetçilik türüne rastlanmaktadır. Milliyetçilik kendini
hem içerde hem de dışarda saldırı altında gören etnik temaların yoğun bir şekilde işlendiği
bir dönemdir. Ancak öteki etnik topluluklara yönelik dışlayıcı ifadelerin bir kısmı çıkarılmış
olsa bile yurttaşlık vurgusunda AK Parti döneminde de etnik vurgular göze çarpar.
88
Yurttaşlığın Etnik Temelleri
Eriksen (2004, s. 140) etnik temelli milliyetçiliklerde eğitimin, etnik kültürün somut hale
getirilip sürdürülmesinde önemli bir rol oynadığını özellikle de tarih eğitimi hayati bir rol
oynar tarihsel olaylar manipüle edilerek mitik bir hale getirildiğini ifade etmektedir. Bu
şekilde etnik topluluğa ait bizim kültürümüz ve bizim tarihimiz yaratılır. Böyle bir eğitimin
amacı ulus ile özdeşleştirilmiş etnik topluluğun tarihini, kültürünü ve dilini yaymaktır.
Türkiye’de eğitim alanında etnik vurguların görülmesi Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar
geri götürülebilir. Özellikle de 1930’lu yıllar dünya genelinde etnik milliyetçilik yaygın bir
ideolojiydi bu da haliyle Türkiye’de de belli bir ölçekte milliyetçi dil ve tarih tezlerinin ortaya
çıkmasına neden oldu. Bu nedenle de bu tezlere ait olan etnik vurgular bu dönemde ders
kitaplarında gözlemlenebilir (Yıldız, 2001, s. 229). Bu özellikler Cumhuriyet dönemi, Türk
milliyetçiliğinin kurucu unsurlarıdır. Örneğin Gökalp’a (2003, s. 200) göre Türk tarihi orta
Asya’dan başlar ve burası onların yurdudur.
Milliyetçiler açısından anavatan önemli bir unsur olduğu için ulus bu anavatan ile
özdeşleşmelidir. Bu nedenle Türk milliyetçiliği kendi tarihsel kökenlerini keşfetmeye
yöneldi. Buna göre Türk tarihi Hititler’e kadar uzanıyordu. Eti Bank da Hititler’e atfen
kuruldu (Watson, 1977, s. 259). Bu düşünce biçimi kendi dönemi içerisinde anlaşılabilir,
çünkü Türk milliyetçiliği saldırganlıklar karşısında savunma refleksi ile hareket etmekteydi.
Bunun için de Türkleri Anadolu’dan çıkarmak isteyen güçlere karşı Anadolu’nun
sahiplenilmesi gerekmekteydi. Bununla beraber Cumhuriyet’in kurucuları Türk vatandaşlığı
tanımını hukuksal bir zemine oturtmaya çalıştılar ancak zaman zaman etnik vurguları da ön
plana çıkarmışlardır. Bu olguyu Türk vatandaşlığı tanımının ne olması gerektiği ile ilgili
tartışmalarda görülebilir. Örneğin Türk yurttaşlığı 88. Maddeye göre aşağıdaki şekilde
tanımlanır.
Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur.
Türkiye’de veya hariçte doğan veyahut Türkiye’de mütemekkin bir ecnebi babanı
sulbünden Türkiye’de doğup da memleket dahilinde ikamet sinni rüşte vusulünde
resmen Türklüğü ihtiyar eden veyahut Vatandaşlık Kanûn’u mucibince Türklüğe
kabul olunan herkes Türk’tür. Türklük sıfatı kanunen muayyen olan ahvâlde izâa
edilir. (T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1340, s. 908)
89
Bu madde tartışılırken meclis çatısı altında çok yönlü tartışmalar olmuştur. Hamdullah
Suphi Bey açısından Türkiye’ de yaşayan ve etnik kökeni farklı olan herkes Türk harsını
kabul edip Türk dilini öğrendikten sonra Türk olarak kabul edilir. Aksi durumda ülkede
çatışmalar meydana gelecektir. Bu duruma da Ermenileri örnek olarak gösterir. Ermeniler
uzun yıllar Türk kültürünü benimseyip, bu dilde şiirler yazmışlardır. Ancak ne zaman ki
kendi etnik kimliklerinin farkına vardıklarında araya nifak girdi. Şimdi ayrı bir dilleri ve
mektepleri var. Ermenileri sadece Türk olarak tanımlamak yetmez ruh ve düşün dünyalarını
da şekillendirmek lazım. Bu nedenle Ermenilerin mektepleri kapatılmalıdır. Ermeniliği terk
edip Türk harsını kabul etmeleri sağlanmalıdır. Bu madde bu haliyle meclisten geçmemelidir.
Celal Nuri evrensel hukukun ihtiyaçlarından bahseder. Onun açısından bir kimse Türkçe
konuşup Müslüman olsa da Gümülcineli olduktan sonra Yunan’dır. Filibeli bir Müslüman
Bulgar’dır ve uluslararası hukukta bu şekilde muamele görecektir. Bu kişileri Türkiye değil
mensubu oldukları devletler koruyup kollayacaklardır. Eskiden var olan Osmanlı sıfatını
kaldırarak bu sıfat yerine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı sıfatını koyuyoruz der. Fakat yine
de Celal Nuri’ye göre Türkiye Cumhuriyet’inin öz vatandaşı Müslüman, Hanefiyül mezhep
ve Türkçe konuşan kişilerdir (T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1340, s. 910).
Mecliste meydana gelen bu tartışmalar halen güncelliğini korumaktadır. Türklük her ne
kadar Celal Nuri’nin söyleminde olumlu bir çağrışıma sahip olsa da bir başka deyişle kendi
içerisinde nötr olma iddiası içerse de pratik alanda nötr değildir. Kadıoğlu’nun (2012b, s. 34)
da ifade ettiği gibi bu vatandaşlık tanımı nötr değildir. Türk ulusal kimliğinin temelinde
dinsel olarak Müslümanlık; dilsel olarak Türkçe ve kültürel özellikler vardır. Bu nedenle de
Cumhuriyet’in ortaya kurduğu yurttaşlık tanımı hukuki bir anlam içerse de etnik Türklük,
ulusun kurucu unsurlarından biri olmaya devam etmiştir. Cagaptay (2006, s. 160) etnik Türk
ile yurttaş Türk arasındaki çelişkilere dikkat çekmektedir. Ona göre Türklüğün bölgeleri
aşağıdaki şekildeki gibidir.
90
Şekil 1. Türklüğün Bölgeleri
Kaynak: (Cagaptay, 2006, s. 160).
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde ulusun etnik temelde tanımlanması anlaşılabilir bir
durumdur çünkü çok etnikli Osmanlı’nın yıkılışına şahit olan Cumhuriyet’in kurucuları
merkezinde etnik bir topluluk olan modern bir ulus devlet inşa edilmesiyle devletin
devamlılığının sağlanabileceğini düşünmekteydiler. Bu nedenle de Durgun’un (2011, s. 69)
da ifade ettiği gibi Cumhuriyet, Osmanlı ile var olan bağını koparmak için Türk ulusunun
kökenlerini kadim bir tarihe bağlamak ihtiyacı duydu.
1930 yıllında Türk Tarih Tezi çerçevesinde ulusun kökenleri eski Türk tarihiyle
ilişkilendirildi. Bu çerçevede Şemseddin Günaltay gibi tarihçilerin de katıldığı toplantıda
Türk Tarihi Orta Asya’daki Türk tarihi ile ilişkilendirildi. Turan Havzası Türklerin asıl vatanı
olarak belirlendi (Mardin, 1991, s. 292). Bu açıdan Tarihsel anavatan Orta Asya’ya kadar
uzanır. Anlatılan tarih salt bir Türkiye tarihi değil Türk etnik grubunun tarihidir.
Findley’e (2008, s. 253) göre 1930’lu yılların başında şekillenmeye başlayan milliyetçi
dil ve tarih teorileri zamanla etkisini yitirmişti. Bununla beraber her ne kadar AK Parti’nin
yöneticileri pek çok kere milliyetçiliği ayaklar altına aldıklarını söyleseler de yurttaşlığın
etnik kökenine olan vurgu eğitim alanında bu dönemde de devamlılık gösterir. Örneğin 2003
yılında okutulan Sosyal Bilgiler 4 sınıf ders kitabında Türklerin ilk yurdunun Orta Asya
olduğu belirtilir. Buradaki coğrafya tanıtılırken yaşamları ayrıntılı bir şekilde anlatılır
(Şenünver ve diğerleri, 2003, s. 118). 2021 yılında aynı kademede okutulan ders kitabında
Müslüman Olmayan
Territoryal
Türk olmayan
dindar
Etnik Türk
91
ise bu vurgulara rastlanmamaktadır. “Geçmişimi Öğreniyorum” adlı temanın altında
Türklerin Orta Asya geçmişine değinilmezken milli kültürün öğelerinin dil, tarih ve kültür
birliği olduğu vurgulanır (Tüysüz, 2021, s. 33-49). Fakat bu Türklerin tarihsel anavatanı
olarak Orta Asya’nın müfredattan çıktığı anlamına gelmez nitekim Sosyal Bilgiler 7. sınıf
ders kitabında, Türk tarihinde yolculuk adlı temada Türklerin Orta Asya kökenine vurgu
yapıldıktan sonra Türklerin yeni yurdunun Anadolu olduğu anlatılır (Komisyon, 2015, s. 54).
Özellikle de etnik vurgular tarih kitaplarında yoğun bir şekilde vurgulanmaktadır. AK Parti
öncesi tarih ders kitaplarında Türk ulusunun primordial özeliklere göre tanımlanmasına
rastlanır. Buna göre Türk ulusunun tarihi Orta Asya’dan başlayıp Anadolu devam etmektedir.
Bu durumun AK Parti döneminden bir devamlılık gösterdiği söylenebilir.
Cumhuriyet her ne kadar Türkçülüğü Türkiye ile sınırlasa da Gökalp’a (2003, s. 53-55)
göre İran, Azerbaycan ve Türk ülkeleri Türk etnografyasının parçalarıdır. Gökalp Türkçülük
ile Turancılık arasında ayrım yapar. Buna göre Turancılık gerçekleştirmesi zor olan uzak bir
ülküdür. Bu ülkü aslında bir devamlılık gösterir. Özellikle de Sovyetlerin yıkılmasından
sonra Türk devletleri topluluğu fikri tekrardan canlanmaya başladı.
Avrupa Birliği, Küreselleşme Teması ile yapılan Şura, küreselleşmenin bütün dünyada
var olan bir olgu olduğu bu nedenle sadece Avrupa ülkeleri ile değil Türk Cumhuriyetleri ile
de öğrenci değişimi programları yapılması gerektiği vurgulanır. Bu çerçevede Orta
Asya’daki Türk Cumhuriyetleri ile ilişkiler geliştirilmiştir. Örneğin “Kardeş okul projesi” ile
Türk cumhuriyetlerine yardım edilmesi sağlanmıştır (Cankar, 2017, s. 120). Ders
kitaplarında pek çok yerde Türk dünyası ile kader birliği vurgusuna rastlamak mümkündür.
Sonuç olarak AK Parti döneminde de eğitim alanında etnik vurgularda bir devamlılık
gözlenmektedir.
Türklüğün etnik temellerine vurgu yapmak tek başına olumsuz değildir; çünkü pek çok
ulusun merkezinde belirli bir etnik topluluk ve dil vardır. Fakat bazı durumlarda Morin’in
(2010, s. 69) de ifade ettiği gibi her ne kadar etnik yaklaşımların temelinde kendi etnik
topluluğuna duyulan sevgi yer alsa da yabancı düşmanlığını besleyen hatta ırkçılığa
varabilecek boyutlar da içinde barındırır. Böyle bir durumun yaşanmaması için ülkede
yaşayan farklı etnik kimlik ve grupları da içermeli ve onları ulusal kimliğin bir parçası haline
getirilmelidir.
92
Tamir’in (1993, s. 167) de ifade ettiği gibi etnik milliyetçilikle mücadele etmenin yolu
ulusal ilgilerin ve çıkarların reddedilmesi değil onlara alternatif bir bakış açısı sağlamaktır.
Ancak ders kitaplarında ileride görüleceği gibi farklı etnik toplulukların yaşadığı ifade edilse
de bu etnik topluluklar genel olarak görünmez kılınmaktadır. Bu da aslında Yusuf Tekin’in
ders kitaplarındaki dışlayıcı ifadelerin temizlendiği iddiasını geçersiz kılar; çünkü
görmezden gelme de bir tür dışlamadır. Oysaki çocukların beraber yaşadıkları farklı etnik
topluluklar hakkında kamusal bir mekân olan okulda, bilgi sahibi olmaları demokratik
toplumsal yaşamın sürekliliği açısından önemlidir; çünkü Smith’in (2002a, s. 94) de ifade
ettiği gibi neredeyse hiçbir devlet etnik olarak homojen değildir. Bu açıdan ulus devlet eğer
etnik temelli olarak tanımlanırsa Portekiz, İzlanda ve kısmen Japonya dışında ulus devlet
yoktur. Türkiye de benzer bir şekilde etnik olarak homojen değildir dolayısıyla bu
farklılıkları görmezden gelinmek yerine birbiriyle uzlaştırmalıdır.
Liberal milliyetçilik açısından kültürel ve etnik grup kimlikleri sadece özel alanlarda
değil aynı zamanda kamusal alanlarda da görünür hale gelebilmeli her bir grup ve kimlik eşit
değerde saygı görmeli özellikle de eğitim materyalleri bir kültürel normun diğerinden daha
üstün olduğunu söyleyen ayrımcı ifadelerden arındırılmalıdır (Miller, 1995, s. 132).
Liberal milliyetçiler okul müfredatlarına çok etnikli toplumlara da ulusal kimliğin
güçlendirecek bir şekilde inşa edilmesini savunurlar. Bu şekilde eğitim aracılığıyla ulusal
dayanışmanın güçlendirilebileceği kanaatindedirler. Ancak bu ulusal müfredat, farklı
kültürlere de alan açan onları tanıyan bir ulusal kimliktir bir başka deyişle çok merkezli bir
ulusal kimliktir (Burtonwood, 2006, s. 99-106).
Gutmann (1999, s. 306-307) da benzer bir şekilde farklı etnik toplulukların yaşadıkları
ülkelerde tarih eğitiminin nasıl olması gerektiği üzerinde durmaktadır. Ona göre demokratik
bir eğitim politik olarak tanınmayı da içerir fakat çoğu zaman özellikle de tarih kitaplarında
alt grupların kimlikleri göz ardı edilir. Örneğin Amerika’da tarih kitaplarında ulusal
kahramanlar daha çok egemen etnik gruplara aittirler. Bu durum haliyle her vatandaşın eşit
ölçüde saygı duyulduğu demokratik vatandaşlık algısının zayıflamasına neden olur. Callan
da (2002, s. 476) bu tartışmalardan yola çıkarak çokkültürlü bir toplumun tarihi ile
demokratik-yurtseverliğin bütünüyle birbirleriyle uzlaşmaz olmayacağını ifade etmektedir.
Bunlar arasında bir uzlaşıya varmak hem mümkündür hem de demokratik bir toplum için de
93
gereklidir. Ancak Türkiye’de her ne kadar AK Parti siyasal alanlarda bu farklılıklara vurgu
yapsa da eğitime bu farklılıklar yansımamıştır. AK Parti döneminde gerek dini söylemden
gerekse Avrupa Birliği sürecinden kaynaklı olsa da ülkenin çok etnikli yapısına sınırlı bir
şekilde vurgu yapılmaktadır. Parti her ne kadar ülkede Arapların, Çerkezlerin, Kürtlerin ve
farklı etnik unsurların yaşadığı vurgusunu yapsa da bu söylem biçimi ders kitaplarına yeteri
kadar yansımamıştır bu nedenle Türk yurttaşlığının merkezinde halen etnik Türklüğün var
olduğu söylenebilir. Bununla beraber AK Parti bu dönemde yurttaşlık tanımında değişiklik
yaparak yurttaşı etkin yurttaş olarak tanımladı.
Etkin Yurttaşlık
Ulusal kimliğin nötr olması iddiası ile alt kimliklerin görmezden gelinmesi bir yandan
da etnik tanımlamalar içermesi liberal milliyetçiliğin ve anayasal yurtseverlik kuramlarının
yurttaş milliyetçiliğine yönelik temel eleştirilerinden biridir. Türkiye’de de yaşanan böyle bir
durumdur. Ancak AK parti döneminde yurttaşlığın içeriğinde bir değişim olmasa da
tanımlanma biçiminde bir değişiklik meydan geldi. Bu dönemde yurttaş Avrupa Birliği
sürecinin de etkisiyle siyasal otoriteye salt itaat eden değil siyasal ve toplumsal tartışmalara
katılan etkin yurttaş olarak tanımlandı.
Ersanlı (2019, s. 51) 1990’lı yıllarda okutulan ders kitaplarında yurttaşlık tanımının
sınırlı olduğunu, yurttaşın siyasetin belirleyicisi olmadığını ifade etmektedir. Yurttaşın
mensubu olduğu ulusa karşı görevleri vardır. AK Parti’nin iktidara geldiği ilk yıllar olan
2000’li yılların başında da yurttaş görev ve sorumluluklar ile yükümlü olmakla beraber
haklara sahip kişi olarak tasvir edilmektedir. Örneğin 2000 yılında 8. Sınıfta okutulan
İlköğretim Vatandaşlık ve İnsan Hakları Eğitimi ders kitabında vatandaş şu şekilde
tanımlanır:
Vatandaş, aynı ülkede yaşayan ve devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan kişi
demektir. Vatandaşlar, yaşadığı ülkenin yasalarına karşı görev ve sorumluluklar
üstlenir. Vatandaşların seçme ve seçilme gibi hakları vardır (Çiftçi, ve diğerleri,
2000, s. 15).
Burada görüldüğü gibi yurttaş görev ve haklar ile donatılmış kişidir. Bununla beraber bu
yurttaşlık tanımından farklı olarak AK Parti döneminde yurttaş etkin yurttaş olarak
tanımlandı. Balibar’a (2016, s. 88) göre etkin yurttaşlık bir ölçüde dışlanan bireyin yurttaş
94
olma çabasını içerir. Etkin yurttaş bir hakka dayalı eyleyen kişi değil bizatihi o hakkı tesis
eden kişidir. Bir başka deyişle bir hakkın tanınması için mücadele eden kişidir. Etkin
yurttaşlar güçlü demokrasilerin ihtiyaç duyduğu yurttaşlardır. Etkin yurttaşlıkta klasik
yurttaşlık tanımının aksine yurttaşlar politikaların salt uygulayıcıları değil aynı zamanda
onları yapanlar oldukları için demokratik toplumsal yapıya bağlılıkları güçlenecektir. Bu
nedenle Taylor (2014, s. 226) gerçekten özgür bir ülkede vatandaşların yönetime aktif bir
şekilde katılması beklenildiğini ifade etmektedir çünkü vatandaşlar yönetimi ilgilendiren her
bir meselenin aynı zamanda kendileri ile ilgili olduğunu bilmektedir. Bireyciliğin yaygın
olduğu toplumlarda özyönetim ile ilgili karar verme süreçlerine çok az kişi katılmak
isteyecektir. Bu yönetim biçiminde bireyler işler yolunda gittiği sürece herkes kendi bireyci
yaşamı ile ilgilenecektir. Yönetim zaman zaman seçim yoluyla meşrutiyetini pekiştirecektir.
Katılımın olmadığı yerde toplumsal kurumlar birer birer ortadan kaldırılırken yurttaş devlet
karşısında savunmasız kalacak özgürlüğün yitirecektir.
AK Parti ilk yıllarda benzer bir söylem biçimi kullara yurttaş ile devlet arasındaki
mesafenin kapatılması gerekliliğini ifade etti. Bunun için de yerelden yönetim ve katılımcı
demokrasi gibi kavramları kullanırken yurttaşı da etkin yurttaş olarak tanımladı (Sobacı ve
Köseoğlu, 2018, s. 168). Bu durum ders kitaplarına yansıdı. Örneğin 4. Sınıfta okutulan
Sosyal Bilgiler ders kitabında “Etkin Yurttaşlık” teması yer alırken yine 4. Sınıfta okutulan
İnsan Hakları Yurttaşlık ve Demokrasi kitabında da yurttaş sadece görev ve sorumluluklar
üstlenen yurttaş değildir; aynı zamanda “aktif yurttaştır” da. Aktif Yurttaş ise şu şekilde
tanımlanır:
Adalet ve eşitlik toplumsal yaşamı düzenleyen iki temel ilkedir. Bu iki temel ilkenin
eksikliği toplumsal hayatı olumsuz etkiler. Aktif Yurttaşların çevrelerindeki olayları
adalet ve eşitlik açısından değerlendirerek neyin adaletli, neyin adaletsiz; neyin
eşitlik, neyin eşitsizlik olduğunu ayırt etmeleri ve gerektiğinde sorumluluk almaları
beklenir (Ülger ve Dombaycı, 2015, s. 103).
Burada görülebileceği gibi aktif yurttaş sadece kendisine görev ve haklar ile donatılmış
yurttaş değil aynı zamanda çevresinde meydana gelen sorunlara karşı duyarlı olan adalet ve
eşitliği önceleyen yurttaştır. Ülger ve Dombaycı tarafından hazırlanan bu ders kitabında etnik
ve farklı kimliklere yerlere verilmiştir. Bu açıdan hazırlanan bu ders kitabının liberal
milliyetçilik ve anayasal yurtseverlik kuramları ile paralel bir söylem biçimi benimsenmiş
95
olduğu söylenebilir; çünkü ülkede Kürtler gibi farklı etnik kimlikler yer aldığını ve Kürtler
ile Türklerin ortak vatanı paylaştıkları vurgulanmaktadır (Ülger ve Dombaycı, 2015). Ancak
daha sonra okutulan ders kitaplarında ilerde görülebileceği gibi Kürtler gibi farklı etnik
kimliklere yer verilmemiştir. Örneğin İlkokul 4 İnsan Hakları, Yurttaşlık ve Demokrasi
kitabında yurttaşların zaman zaman uyuşmazlıklar ile karşılaşabilecekleri bu uyuşmazlıkların
ise barışçıl bir şekilde çözülmesi gerektiği vurgusuna rastlanmaktadır. Bu tanımlamalara göre
yurttaşlar arasında din, dil, ırk ve cinsiyet ayrımını yapılamayacağı vurgulanmamaktır.
Bununla birlikte toplumda var olabilecek olası ayrımcılıkların neler olabilecekleri ise
belirtilmemektedir (Altay ve diğerleri, 2021). Bu nedenle etkin yurttaşlık eğitimde gerçek
sorunlara odaklanmak yerine salt bir tanımdan öteye geçememektedir; çünkü etnik ya da
kültürel temelde değil daha çok fiziksel farklılık vurgulanmaktadır. Ayrımcılık teması da
daha çok fiziksel ayrımcılık üzerinden vurgulanmaktadır.
Barber (2003, s. 219) güçlü demokrasilerde yurttaşların demokratik süreçlere aktif
olarak katılması gerektiğini ifade etmektedir. Böyle demokrasilerde yurttaşlar birbirilerine
ne sadece kan bağıyla ne de sadece klasik sözleşme kuramlarıyla bağlıdırlar. Yurttaşlar ortak
sorunlarına ortak çözümler için bir araya gelmiş topluluklardır. Ortak eyleme, bir topluluğu
topluluk yapan en önemli unsurlardan biridir; çünkü ortak eyleme aynı zamanda
vatandaşların ortak amaçlara yönelttiği için güçlü bir entegrasyon da sağlayabilir.
Benzer bir şekilde liberal milliyetçiler açısından yurttaşlar politik sorunlara karşısında
aktif olmak zorundadır; çünkü demokratik değerlere inanan yurttaşların apolitik olmak gibi
bir lüksleri yoktur. Örneğin Miller (2005) cumhuriyetçi yurttaşlığı savunur. Ona göre
liberalizm ve cumhuriyetçilik birbirinden ayrılamaz. Çoğulculuğa karşı her ne kadar liberal
ve özgürlükçü görüşün daha iyi bir cevap olabileceği düşünülse de cumhuriyetçi yurttaşlık
toplumsal birlik ve beraberliği sağlamak için önemlidir. Cumhuriyetçi yurttaşlık temelde
farklı toplumsal grupları kamusal tartışmaları dâhil etmeyi amaçlar. Farklı önceliklere sahip
olan bu gruplar politik sorunlarına uygun çözümler bulabilirler. Demokratik karar verme
süreçlerine aktif olarak katılmak bu açıdan önemlidir. Kamusal tartışmalara katılanlardan
belli ilkeleri önceden kabul etmeleri istenmez; bu ilkeler tartışma sürecinin sonucunda ortak
bir akıl aracılığıyla belirlenir. Toplumu bir arada tutacak şey vatandaşlık hakkındaki bu ortak
algıdır.
96
Liberal milliyetçiler açsısından iyi düzenlenmiş bir demokraside yurttaşlar etkindirler.
Yurttaşlar yasaların yapıcılarının kendileri olduklarını bildikleri için bu yasalara uymaları
kolaylaşacaktır çünkü demokratik rejimin meşruiyeti onun vatandaşlarının desteğine bağlıdır
(Tamir, 2019, s. 35). Böyle bir yurttaşlık düşüncesi bireyin politik aidiyetini de
güçlendirecektir.
Anayasal yurtseverlik kuramı açısından da yurttaşların politik yaşama katılımı
önemlidir. Bir başka deyişle yurttaşlar etkin yurttaşlar olmalıdırlar. Bunun için de yurttaşların
iletişimci bir akla sahip olmaları gereklidir. Habermas (2012, s. 152-153) bu nedenle klasik
liberal yurttaşlık ile cumhuriyetçi yurttaşlık arasında bir ayrım yapar. Klasik liberal
yaklaşımda yurttaşlar kendilerine verilen öznel haklar ile birlikte vardırlar. Yasalar
çerçevesinde belirlenen sınırlar içerisinde bu haklarını kullandıkları sürece devletin
güvencesi altındadırlar. Devlet bu alanlara müdahale etmez kişi bu şekilde baskılardan
korunmuş olur. Bunlar negatif haklar olarak bilinir. Cumhuriyetçi yaklaşımda ise yurttaşlık
negatif anlamda değil pozitif anlamda tanımlanır. Yurttaş siyasal yönetime aktif bir şekilde
katılır.
Demokratik bir düzenin devamlılığı için etkin yurttaşlık bu açıdan önemlidir. Hem
tartışmacı hem de demokrasi anlayışlarına göre kararlar geniş kamusal tartışmaların
sonucunda alınmalıdır (Vitale, 2006, s. 745). Bunun için de etkin vatandaşlar hem katılımcı
hem tartışmacı demokrasilerin ihtiyaç hissettiği yurttaşlardır. Ancak AK Parti bu dönemde
yurttaşı “etkin yurttaş” olarak tanımlamasına rağmen ders kitaplarına yansıyan biçimi ile
aktif yurttaşlık çoğulcu bir anlam içermekten uzaktır; çünkü sözü edilen farklılıklar fiziksel
farklılıklardır. AK Parti yurttaşı sadece etkin yurttaş olarak tanımlamak ile kalmamış aynı
zamanda demokrasi tanımında da bir değişikliği giderek demokrasiyi “katılımcı demokrasi”
olarak adlandırmıştır.
Katılımcı Demokrasi
Türkiye’de İslamcıların demokrasi ile olan ilişkisi oldukça karmaşıktır. Örneğin
azınlıkta olsalar da bazı İslamcı gruplar demokrasinin zaten İslam dışı olduğunu bu nedenle
de siyasal partiler aracılığıyla bu süreçlere katılmanın İslam’ın özü ile bağdaşmayacağını
savunurken ana akım İslamcılar ise çeşitli partiler de siyaset yapmayı bu şekilde mevcut
97
sistemi dönüştürülebileceğini düşünmüşlerdir. Gülap (2003, s. 115) İslam’ın demokrasi ile
ne kadar uyumlu olduğundan bağımsız olarak Türkiye’de İslamcı hareketlerin demokratik
bir kültürün gelişime katkılarının yetersiz olduğunu; çünkü başta Refah Partisi olmak üzere
İslamcıların temel amaçlarının siyasal iktidarı ele geçirmek olduğunu bu çerçevede ise
demokrasinin sadece bir araç olduğunu ifade etmektedir.
İslamcıların demokrasi ile sorunlu olan ilişkilerine rağmen AK Parti iktidara ilk geldiği
yıllarda ise yeni bir demokrasi tanımı yapmaya çalıştı. Bu çerçevede eski demokrasi
anlayışını eleştiriye tabi tuttu. Örneğin Aslan’a (2018, s. 89) göre Kemalizm anti demokratik
hegemonik bir sistem inşa etmiştir. AK Parti ise gerçek bir demokrasi inşa etmeye çalışmıştır.
Benzer bir şekilde Aktay (2018, s. 237), AK Parti’nin temelde Avrupa standartlarında bir
demokrasi inşa edeceğini ifade etmiştir. Akdoğan’a (2004) göre ise bu demokrasi toplumsal
alanlardaki farklılıkların, hoşgörü ve diyalogla çözülebilmesini sağlayan katılımcı
demokrasidir. Ona göre Demokrasi sadece çoğunluğun iradesinin tecellisi değildir aynı
zamanda azınlığın iradesinin gerçekleştirilmesini sağlamalıdır. Katılımcı demokrasilerde
farklılıklara saygı esastır; bu farklılıklar tanınmalı ve geliştirilmelidir. Bu açıdan Türkiye’de
demokrasinin gelişebilmesi için demokratik kültür geliştirilmelidir. Akdoğan’ın sözlerinden
de anlaşılacağı gibi o temsili demokrasiyi eleştirirken buna karşın katılımcı demokrasiyi
savunur.
Bu demokrasi söylemi çerçevesinde 2004 yılında TBMM ve MEB arasında yapılan bir
protokol ile “Demokrasi Eğitimi ve Okul Meclisleri Projesi” yapıldı. Bu projenin temel
amacı, farklılıklara rağmen insanların bir arada barış ve huzur içinde yaşayabilme iradesinin
gösterebilmeleri amaçlanmıştır. Bir yandan kendi kültürünü özümserken bir yandan da
dünyaya açık bireyler yetiştirilmesi amaçlanmıştır. Proje tüm örgün eğitim kurumlarında
uygulanmıştır.
Cumhuriyetimizin demokrasi ile güçlendirilmesi, öğrencilerimizde yerleşik bir
demokrasi kültürünün oluşturulması; hakeza hoşgörü ve çoğulculuk bilincinin
geliştirilmesi, kendi kültürünü özümsemiş millî ve manevî değerlere bağlı, evrensel
değerleri benimseyen nesillerin yetiştirilmesi ayrıca öğrencilere seçme, seçilme ve
oy kullanma kültürünün kazandırılması; katılımcı olma, iletişim kurabilme,
demokratik liderliği benimseyebilme ve kamuoyu oluşturabilme becerilerinin
kazandırılması amaçlanmaktadır (Milli Eğitim Bakanlığı, 2006).
98
Burada görülebileceği gibi projenin amaçlarından biri Cumhuriyetin demokrasi ile
güçlendirilmesi ve katılımcılığın esas alınmasıdır. Benzer bir şekilde ders kitaplarında da
demokrasinin tanımının değişimini görmek mümkündür. AK Parti iktidara gelmeden önce
Demokrasi ve İnsan Hakları 1998-1999 döneminden 2005 yılına kadar müfredatta yer
alıyordu ancak 2005 yılında bu dersi müfredattan çıkartılarak başka derslerin bir parçası
haline getirildi. Avrupa Konseyinin desteklediği bir proje kapsamında 2009 yılında İnsan
Hakları ve Demokrasi ayrı bir ders olarak tekrardan müfredata girdi (Asrak-Hasdemir, 2012).
4. Sınıfta okutulan Demokrasi ve İnsan Hakları ders kitabında sıklıkla Demokratik bir
toplumda ortak yaşam kültürü, uzlaşı, farklılıklara saygı, barış ve çokluktaki birlik gibi
temalar görülmektedir. Bunlara ek olarak iyi bir yurttaşın sadece kanunlara uyan kişi değil
bu kanunların uyulup uyulmadığını da takip eden yurttaş olduğu vurgusunu rastlanır. Bu
yurttaş demokratik süreçlere katılım sağlayan yurttaştır.
Demokrasi kültürünü benimsemiş toplumlarda aktif yurttaş olmak önemlidir. Aktif
yurttaş üzerine düşen sorumlulukları yerine getirir ve hakkını arar. Kendi hakkını
aramanın yanı sıra başkalarının da hakkını gözetir ve onları cesaretlendirir. Aktif
yurttaş eleştirel ve sorgulayıcıdır çevresinde yaşanan olaylara karşı duyarlıdır (Altay,
ve diğerleri, 2021, s. 96).
Burada ifade edildiği gibi iyi bir demokrasinin katılımcılığı esas alan aktif yurttaşlara
sahip olması gereklidir; bu yurttaşlar eleştireldir ve toplumsal sorunlara katılarak sorumluluk
üstlenir. Ancak bu farklılıkların neler olduğuna hangi bireylerin ne tür ayrımcılıklara
uğradıkları hakkında ise bilgi verilmez. Bir başka deyişle insan hakları ve demokrasi
söyleminde bir değişim olsa da Türkiye’de var olan farklılıkların neler olduğundan söz
edilmez. Oysa katılımcı demokrasilerin temel özelliği farklı kimliklere sahip olan yurttaşların
içerilmesidir.
Katılımcı (participatory) demokrasi, tartışmacı (deliberative) demokrasi ile genellikle
eş anlamda kullanılsa da birbirlerinden bazı açılardan ayrışırlar. Tartışmacı demokrasi
kavramı Habermas’ın İletişimsel Eylem teorisinin bir parçası iken katılımcı demokrasi ise
Carole Pateman, C.B. Machperson tarafından dile getirilmiştir. Bu demokrasi türü temsili
demokrasiden ayrışarak siyasal pratiklerin merkezine yurttaşların kamusal tartışmalara
katılımını koyar. Katılımcı demokraside amaç sadece siyasal temsilciler ile sınırlandırılmış
demokrasi türünü dönüştürerek oylama süreci dışında da politik tartışmalara katılan aktif
99
vatandaşlara ihtiyaç duymasıdır. Kamu ile ilgili tartışmalara katılımın sosyal eşitsizliklerin
giderilebileceği düşünülür (Vitale, 2006, s. 749-750). Katılımcı demokraside amaç en geniş
sayıda insan kitlesinin tartışma sürecine katılması iken tartışmacı demokraside ise tartışma
sürecini kendisi önemlidir.
Katılımcı demokraside temel hedef sosyal adalet ve bölüşüm açısından demokrasinin
daha geliştirilip katılımcı hale getirilmesidir. Bu demokrasinin temel amacı daha fazla
demokrasi elde ederek demokrasinin eksiklerini gidermeye çalışmaktır. Böyle bir demokrasi
yaşamın bütün alanlarına yayılırken yurttaşlar karar alma süreçlerine aktif olarak katılırlar.
Katılımcı demokrasinin temelinde kendileri ile ilgili pek çok uygulamada yurttaşlar karar
verme süreçlerine aktif olarak yer edinirler. Bu demokrasi türü sadece seçim günü
yurttaşların belirleme hakları olan temsili demokrasiden daha ileri bir demokrasi anlayışıdır.
Yurttaşlar bütün karar alma süreçlerinde erk sahibidirler. Sadece etkin olan siyasetçilerin
değil daha geniş ölçüde yurttaşların sesinin de kamusal tartışmalarda duyulmasını sağlar.
Yurttaşlar sadece oy veren nesneler değil karar alma süreçlerinde etkin oldukları için
politikacılar ve yurttaşlar arasında var olan mesafe kapanır. Bu politik kültürde değişime
olumlu katkı sağlarken daha adil bir düzenin inşa edilmesine imkân verebilir. Katılımcı
demokrasiler farklı toplumsal aktörleri bir araya getirdiği için bu güçler arasında bir denge
de sağlar (Vera-Zavala, 2006, s. 18-21).
Touraine’nin (2011, s. 28) de ifade ettiği gibi toplumsal kurumlar, öznelerin birbirleri ile
iletişim halinde olabilecekleri bir tarzda inşa edilmelidirler. Bu da salt genel iradeye dayalı
eski eski demokrasi algısının bir tarafa bırakılmasını gerektirmektedir. Böyle bir demokrasi
modeli de yurttaşların toplumsal sorunlara aktif olarak katıldıkları bir demokrasi modelidir.
Barber’ e (2003, s. 117-120) göre bu nedenle katılımcı demokrasi güçlü bir demokrasi
modelidir. Buna göre vatandaşların ortak bir amaç için karşılıklı bir şekilde eyleyerek kendi
kendilerini yönettikleri bir demokrasi modeldir. Bu demokrasi çoğulcu sosyolojik duruma
uygundur. Ona göre güçlü demokrasi modernizmin getirdiği sorunlara en iyi şekilde cevap
verebilecek demokrasi modelidir.
Young’a (2000) göre demokratik pratikler ve süreçleri daha adil bir toplum inşa etmek
için kullanmak oldukça zordur çoğu zaman demokratik süreçlerin en ilerde olduğu
toplumlarda bile bu süreçler beklenen düzeyde işlememektedir. Bu süreçler sonucunda
100
beklenen şey demokratik pratikleri geliştirmektir. Demokrasiye atfedilen oy kullanma hakkı
demokrasinin minimal düzeyde bir gerekliliğidir. Demokrasi ise bundan çok daha derin bir
anlayışı gerektirir. Gerçek bir demokrasi ise bir şekilde marjinelleştirilmiş ya da bastırılmış
toplumsal kesimleri politik yaşama katmayı başarabilen bir sistemdir. Demokrasi sadece
vatandaşların kendi çıkarları peşinden koşup iktidarı ele geçirmeye çalıştıkları bir sistem
değildir aynı zamanda o, kolektif bir problem çözme aracıdır. Kaynağını da akıldan ve
toplumun farklı kesimlerinin eleştirel görüşlerinden alır
Katılımcı bir demokraside demokratik kurumlar, kamusal tartışmaların neticesinde inşa
edilir. Her bir birey bu tartışmalarda yer almalıdır. Bu süreçler sonucunda alınan kararlar
ancak meşru kararlar olabilir (Weale, 2013, s. 9-15). Bu da ancak kültürel çeşitliliğe saygı
duymak ile sağlanabilir bu açıdan Demokrasi diyalojik olmalıdır. İyi düzenlenmemiş
demokrasi hassas toplumsal meseleler ile ilgilenmediğinde anlamını yitirir. Bu durumda
bütün hak talepleri toplumsal bütüne yönelmiş dış tehditler olarak algılanır. Demokratik bir
düzende ise bu talepler siyasal alana çekilmeye çalışılır (Touraine, 1997, s. 93). Bu da gerçek
bir manada bir demokrasi kültürünün inşa edilmesi önündeki engellerden biridir; çünkü
Barber’in (2003, s. 173-177) de ifade ettiği gibi demokrasi sadece özel alanlara sığdırılamaz
etkili kamusal tartışmalar gereklidir. Bu demokratik konuşmalar karşılıklı olarak birbirini
dinlemeye dayalı olmalıdır. Siyasal konuşmalar dünyayı yeniden kavramamıza sağlamalıdır.
Her ne kadar ders kitaplarında Barber’in tanımına benzer bir demokrasi tanımı yapılsa
da bu özneler oldukça soyut öznelerdir bir başka deyişle kendi kültürel ve sosyal bağlamında
koparılmış hayali bir tartışma ve uzlaşı süreci ders kitaplarında görülmektedir. Aktif
Yurttaşlık tanımında da olduğu gibi katılımcı demokrasi tanımlaması da çoğulcu bir anlam
içermekten uzaktır; çünkü katılımcı bir demokrasi farklı kimlikleri demokratik yurttaşlık
potasından eritmeyi amaçlar. Ancak ders kitaplarında görüldüğü şekliyle ülkede yer alan
farklı kimliklerin neler oldukları yansımamıştır. Touraine (1997, s. 201-202) de ifade ettiği
gibi farklı kimliklerin birbirleri ile diyalog içinde olmadığı bir demokraside ortak bir kimlik
inşa edilemez. Demokratik bir toplum bir ötekinin varlığının kabul edilmesi ile inşa edilebilir.
Olası en büyük kültürel çeşitliliğin var olduğu yerde bir demokrasiden söz edilebilir. Bu
kültürel çeşitlilik ulusal kimliği aşındırmaz aksine demokratik bir yaşamın gerekliliğidir.
101
Kamusal alan toplumsal meseleleri tartışmak için toplumun üyelerinin bir araya geldiği
ev dışı bütün ortak iletişim ortamları olarak tanımlanabilir. Kamusal alan modern topluma
özgü olmak ile birlikte modern despotik toplumlarda bu alan oldukça sınırlıdır çünkü en
başından beri toplumsal tartışmaların yürütüldüğü süreç dikkat ile kontrol edilir, böyle
toplumlarda ortada sanki bir iletişim süreci varmış gibi gösterilmeye çalışılır. Ancak
toplumsal uyum ve düzen için toplumsal kurumlar öznelerin birbirleri ile iletişim halinde
olabilecekleri bir tarzda inşa edilmelidir. Okullar kamusal mekânlar olarak yurttaşların bir
araya geldikleri iletişim içinde oldukları alanlardan biridir (Taylor, 2014, s. 222).
Dewey’in (1996, s. 216) de ifade ettiği gibi demokratik bir toplumun devamlılığı
sağlayabilmesi için eğitim dar bir çevrenin yararını gözeten değil geniş halk kitlelerinin
içeren hümanist bir bakış açısı sunmalıdır. Wringe (1995, s. 285-289) bu nedenle çocuklara
kültürel kimlikleri kabul edilirken bir yandan demokratik değerler aşılanması gerektiğini
ifade etmektedir. Özünde olması gereken şey ortak değerler inşa etmeye çalışmaktır.
Demokrasiye bağlılık uzlaşı karşılıklı saygıya dayalı bir diyalog inşa etmeye çalışılmalıdır.
Eğitimin amaçları açıklık ve rasyonaliteye dayanmalı, ortak vatandaşlığı ilerletmeyi
amaçlamalı. Bu demokratik değerlere dayalı ulusal kimlik kamusal alanın bütününe yaymayı
amaçlamalıdır. Bunlar demokratik bir eğitim için önemlidir.
Liberal milliyetçiler açısından ulusal değerler temelde demokratik değerler ile uyumlu
olmalıdır. Mazzini (2009, s. 66-79) kendi yaşadığı çağda demokrasinin gerçek bir
savunucusuydu çünkü ona göre bir ulus demokratik bir temelde inşa edilmeliydi çünkü
ulusun savunulması aynı zamanda demokrasinin de savunulmasını gerektirir. Benzer bir
şekilde anayasal yurtseverlik kuramının savunucuları da ulusal kimliğin demokratik bir
temelde inşa edilmesi gerektiğini düşünürler. Bu açıdan Habermas’ın tartışmacı demokrasi
kavramı böyle bir ulusal inşa süreci için iyi bir teorik zemin sunmaktadır. Bu nedenle de
günümüzde özellikle de katılımcı ve tartışmacı demokrasiler daha ileri demokrasi türleri
olarak ön plana çıkmaktadırlar.
AK Parti’nin ilk döneminde teorik olarak eğitimde kullanılan etkin yurttaşlık ve
katılımcı demokrasi içerik olarak olmasa bile söylemsel olarak liberal milliyetçilik ve
anayasal yurtseverlik kuramlarının argümanları ile paraleldir. Bu çerçevede AK Parti eğitim
102
alanında farklı uygulamalar aracılığıyla eğitim alanında kısmi de olsa farklı kimliklere alan
açmıştır. Bu durum AK Parti’nin genel kimlik politikaları ile de yakından ilişkilidir.
Eğitimde Kimlik Politikaları
Endüstri çağında beklenen şey bütün etnik bağlar dâhil bütün tikel bağların yok olup
gitmesiydi haliyle milliyetçilik te zayıflayacaktı fakat beklenen bu durum gerçekleşmedi
(Gellner, 2012, s. 62). Modern devlet hukuka dayalı bir araç olmak yerine zaman zaman
istenmeyen azınlık gruplarının üzerinde hegemonya kurma aracına dönüştü (Benhabib, 2006,
s. 64-65). Bu nedene ulus devlet bugün birçok farklı grup tarafından hedef tahtasına oturtuldu
artık haklar bireysel haklardan ziyade kolektif grup hakları çerçevesinde tartışılıyor. Bu
haklar artık sadece devletin vermesi gereken haklar olarak değil evrensel insan hakları
bağlamında tartışılıyor (Keating, 1996, s. 27).
Modern liberal düşünce klasik liberalizmde var olan eksiklikleri telafi etmeye çalışırken
kolektivizme yöneldi ve pozitif özgürlük anlayışını benimsendi. Klasik liberallerin aksine
modern liberaller devletin sosyal alanlarda aktif olarak rol alması gerektiğini
düşünmektedirler. Buna göre devlet vatandaşların daha fazla sorumluluk üstlenmelerini
sağlayabilecek ortam sağlamalıdır. Bu düşünce yeni tür bir liberalizmin doğuşuna neden
oldu. (Heywood, 2013, s. 70-75). Özellikle de Rawls bu tartışmalara önemli katkılarda
bulunmuştur. Walzer (1994, s. 99) bu açıdan iki farklı liberalizm tanımı yapar. Ona göre
birinci tür liberalizm daha çok bireysel haklara odaklanır buna göre devlet nötr olmalıdır bir
başka deyişle devletin kültürel veya dinsel bir amacı olmamalıdır. İkinci tür liberalizmde ise
vatandaşların temel hakları korunduğu sürece devletin belirli kültürleri veya bir dini
desteklemesi kabul edilebilir.
Habermas’a (1994, s. 113) göre birinci tür liberalizm kamusal ve özel alanların birlikte
var olduğu ayrımını yapmada başarısız olmuştur. Kamusal kararlar bazı grupları dezavantajlı
konuma koyabilir. Bu grupların kimlikleri kamusal alanın dışına itebilir. Modern devlet onun
sınırları içerisinde var olan farklı kimlikleri tanıyacak adil politik kurumlar inşa etmelidir.
Bu nedenle Taylor (2011, s. 43-45) kimliğin başkaları tarafından tanınması bir ihtiyaç
olduğunu ifade etmektedir. Bu tanınma ötekiler ile bir diyalog içinde gerçekleşmelidir.
Diyalog süreci bazen uzlaşı bazen de çatışmacı olabilir. Kimliğin oluşumu yalıtılmış olarak
103
değil ötekiler ile diyalog içerisinde oluşur ki bu modern çağ ile ortaya çıkmış bir olgudur. Bu
nedenle modern siyasal söylemde kimliklerin kamusal alanlarda tanınması, bir başka deyişle
belirli gruplara kolektif haklar verilmesi demokratik bir düzenin gelişimi açısından önemli
olduğu düşünülmektedir. Bu olgu hem liberal milliyetçiler hem de anayasal yurtseverlik
kuramcıları tarafından savunulur. Bu tartışmaların en çok yaşandığı alanlardan biri de eğitim
alanıdır.
Türkiye’de de bu tartışmalara rastlanmaktadır. Cumhuriyetin kurucuları bireylerin özgür
ve rasyonel bir yurttaş olarak kamusal yaşama dâhil olabilmesi için kendi tikel kültürel
kimliklerini bir tarafa bırakmaları gerektiğini düşünmekteydiler. Ancak bu kimlikler zaman
içerisinde kamusal alanlarda tanınmayı talep etmeye başladılar.
Güvenç’in de (1995, s. 16) ifade ettiği gibi ulusal kimlik çoğunlukla farklı alt kimlikleri
görmezden geldi. Karpat (2010, s. 338) benzer bir şekilde Avrupa’da milliyetçiliğin daha çok
liberal gelenek ile uyumlu bir şekilde gelişirken, Türkiye’de ise bütün toplumsal alanlarda
egemen olmaya çalışan tekelci bir görünüm kazandığına ifade eder. Özellikle siyasal ve
kültürel alanda çoğulculuk gibi fikirlere karşı milliyetçilik bir savunma aracı olarak görüldü.
Bu da haliyle farklı dil ve kültürlere karşı hoşgörüsüzlüğe neden oldu.
Kimlik sorunları modern Türkiye’nin siyasal yaşamının başat sorunlarından biri olmaya
devam etmektedir. Bu kimlikler her ne kadar görmezden gelinmeye çalışılmışsa da 90’lı
yıllardan beri bir canlanma sürecine girmiştir. Bu haliyle Türkiye de yurttaşlık sorununu
tekrardan gündeme getirmiştir. Bunların gündeme gelmesinde küreselleşme ve AB’ye üyelik
sürecinin de önemli bir katkısı vardır. Bu da farlılıklarımız ile birlikte ortak bir yaşamın nasıl
inşa edilebileceği sorusunu gündeme getirmiştir (Keyman, 2012, s. 225-227).
AK Parti’nin iktidara geldiği ilk yıllarda, katılımcı demokrasi ve çoğulculuk söylemi ile
kimlik politikalarını siyasetin merkezine yerleştirdi. Koyuncu’nun (2014, s. 22) da ifade
ettiği gibi AK Parti Cumhuriyet’in inşa sürecindeki kadar güçlü bir ulusal kimlik inşa etme
sürecine girdi. Bu ulusal kimlik bir ölçüde Namık Kemal’e kadar uzanan İslamcı mirasın
sentezi ile oluşturulmaya çalışıldı. Ancak AK Parti düşünsel açıdan Namık Kemal gibi ilk
dönem İslamcılardan bazı noktalarda ayrılır. Namık Kemal İslam’a modern dünyada yer
bulmaya çalışırken AK Parti döneminde ise İslamcılar modernliğin eleştirisine giriştiler.
104
Ünder’in (2012, s. 34) de ifade ettiği gibi İslamcılar modernist söyleme karşı post-modern ve
post-pozitivist eleştirinin argümanlarından faydalandılar; çünkü doğrudan laiklik karşıtı
olmanın tehlikeleri vardı.
Kimlik politikalarının bu kadar çok ön plana çıkmasının bir diğer nedeni de AK Parti’nin
ulusalcı bürokrasiye karşı müttefikler bulma arayışından kaynaklanır. AK Parti bu amaçla
bürokratik oligarşi diye adlandırdığı ulusalcılara karşı birçok farklı toplumsal kesim ile
ittifaklar geliştirdi. Bunun için de bu toplumsal gruplara yönelik açılımlar gerçekleştirmiştir.
Bu gruplardan biri de Kürtlerdir. Kürtlere yönelik açılımların en önemlisi dil ve kültürel
hakların önündeki bir kısım engellerin kaldırılmasıdır. AK Parti Demokratik Açılım ya da
Kürt açılımı olarak bilinen açılımlara aracılığıyla 2013 yılına kadar reformlar yaparak başta
Kürtlere olmak üzere etnik, dini kültürlere yönelik ayrımcılıkları tedricen kaldırmaya
çalışmıştır (Aktürk, 2018, s. 297-298). Bu reformlar eğitim alanında da görülebilir. Üstel’e
(1999, s. 147-150) göre bu farklılıklar genelde başörtüsü, cem evleri, dil ve kültürel haklar
etrafında tartışılmaktadır. Son zamanlarda yoğun göç nedeniyle bu tartışmalara mülteciler de
eklendi.
Kürtler
Türkiye’de Kürt ve Türk ilişkileri uzun tarihsel bir geçmişe sahiptir ancak burada AK
Parti’nin Kürtler ile kurduğu ilişki üzerinde durulacaktır. Kürt milliyetçiliğinin tarihsel
gelişimi ile ilgili Bozarslan’ın (2005a), Vali’nin (2005a; 2005b; 2013) ve Bruinessen (2013)
çalışmalarına bakılabilir.
Kürtlerin kimlik talepleri Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar geri götürülebilir.
Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda Kürtlük, Lazlık gibi alt kimliklerin ulusal kimliği
zayıflatacağını düşünülmekteydi. Heper’e (2016) göre bu, Kürt kimliğini tanımamak
anlamına gelmiyordu. Cumhuriyet 1990’lara kadar örtük bir şekilde, ondan sonrasında ise
açık bir şekilde Kürt kimliğini tanımıştır. Bir başka deyişle Kürtlerin kimliği hiçbir zaman
inkâr edilmemiştir. Sadece Cumhuriyet’in vatandaşı olmak etnik Kürt kimliğine karşı
öncelemiştir; çünkü ona göre ne Mustafa Kemal ne de İsmet İnönü etnik temelde bir
milliyetçiliği savunmamış tam tersine etnik Türk milliyetçiliği yapanlara karşı bile
105
durmuşlardır. Bu nedenle “Ne Mutlu Türküm” ifadesi içine doğulan bir etniklik anlamda
değil cumhuriyetin vatandaşı olma anlamında kullanılmıştır.
Cumhuriyetin kurulduğu dönemlerde yurttaşlar cumhuriyetin değerlerini
benimsediklerinde alt kimliklerin zamanla önemini yitireceği belki de ortadan kalkacağı
popüler bir görüştü ancak Castells’in (2006) gösterdiği gibi dünya genelinde yok olması
beklenen pek çok kültür yeniden canlanmaktadır ve demokratik toplumların bu kimliklerin
taleplerini demokratik bir zemine çekmeleri bir zorunluluktur. Bu bağlamda Kürtlerin kimlik
talepleri günümüze uzanan tarihsel süreçte zaman zaman zayıflayıp güçlense de resmi
düzeyde 1990’lardan beri belli belirsiz bir tanınma sürecine girmiştir. AK Parti döneminde
ise bu durum daha resmi bir hal almıştır. Bunda AK Parti’nin Kürtler ile kurduğu ilişki
biçiminin de önemli bir etkisi vardır.
Yavuz’a (2009, s. 196) göre AK Parti ve Kürtler arasındaki ilişkide İslamcı kimliğin
etkisi olmakla birlikte bu ilişkinin temelinde Kemalizm karşıtlığı yatar; çünkü Kemalist
milliyetçilik her iki grubu da baskı altına almıştır. Yavuz’un bu iddiasını AK Parti’ye yakın
isimler de destekler. Örneğin SETA Vakfı araştırmacılarından biri olan Aslan’a (2018, s. 87)
göre Kemalizm bir oligarşidir ve İslamcılık ile Kürt milliyetçiliğini merkezin dışına itmiştir
bu oligarşik düzene karşı her iki kesim de itiraz etmiştir. Yine benzer bir şekilde Kökçe
(2017, s. 32-35) AK Parti’nin siyaseten dışlanmış toplumsal kesimlerin sorunlarını gündeme
taşımış olduğunu ifade etmektedir. Bu nedenle de AK Partiye oy veren toplumsal kesimler
ile Kürt sorunu gündeme getiren aktörler arasında siyaseten dışlanmışlık noktasında bir
ortaklaşma var olduğunu iddia eder.
Bu iddiaların haklı boyutları var olmakla beraber AK Parti ve Kürtler arasındaki ilişkinin
tek boyutu siyasal dışlanmışlık değildir. AK Parti ile Kürtler arasındaki bu olumlu ilişkinin
bir diğer nedeni de İslamcı partilerin siyasal alanda etnik bir dil kullanmamaya özen
göstermeleridir. Bu durum AK Parti için de geçerlidir (Yavuz, 2009, s. 2). Milliyetçiliği
ayakları altına aldığını dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kürt ve Türk
milliyetçiliklerinin ikisine de karşı olduğunu ifade ederek etnik bir dil kullanmamaya çalıştı.
Bu çerçevede Kürtler ile Türklerin ortak tarihsel geçmişlerinin öneminden bahsetmiş.
Erdoğan Malazgirt Zaferi’ne özel bir önem atfetti. Bu şekilde Kürtlerin de içinde yer aldığı
yeni bir ulus inşa etmeye çalışmıştır (Duran, 2018, s. 56).
106
AK parti bu söylemlerden dolayı 2002 yılında iktidara geldiğinde Kürtlerin de makul
çoğunluğunun desteğini almıştı. Aynı zamanda partinin yönetici pozisyonunda da pek çok
Kürt vardı. Bu nedenle AK Parti genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2005 yılındaki
“Kürt sorunu benim sorunumdur.” diyerek sorunun siyasal zemine taşınmasını sağladı
(Kökçe, 2017, s. 190). AB’nin de teşvikiyle çokkültürlü politikalar geliştirdi. Kürt sorunu
sadece azgelişmişlik sorunu değil aynı zamanda demokratik bir devletin doğası gereği olan
farklılıkların tanınması sorunu olarak tanımladı. Bu çerçevede devlet televizyonları haftanın
belirli saatlerinde yayın yapmaya başladı (Hale, 2010, s. 113). Partinin Kürtlere yönelik
açılımları Kürtler nezdinde karşılık buldu. AK Parti, Kürtlerin en yoğun mobilize olduğu
partilerinden biri oldu. Açılımların yanı sıra Kürtler ve Türkler arasındaki din kardeşliği
vurgusu da bunda etkili olmuştur (Alptekin ve Köse, 2018, s. 320).
Parti, Kürt meselesini farklı isimler ile gündeme getirmiştir. Bu önce Kürt açılımın daha
sonra demokratik açılım ve en nihayetinde is “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” adını aldı.
Kamusal alanlarda Kürtlere bazı kültürel ve dilsel haklar tanındı bu da etnik Kürt kimliğine
ulus devlet alanında meşru bir zemin sağladı. Türk vatandaşlığı yerine Türkiye vatandaşlığı
vurgusu daha öne çıktı. Bununla beraber bu kardeşlik projesinde zaman zaman demokratik
vatandaşlık yerine dini referanslar da kullanıldı (Koyuncu, 2014, s. 218).
Bütün bu açılımlara rağmen Kürtler hala ders kitaplarında çok sınırlı sayıda yer
edinebilmektedirler. Kürtlere Tarih 9. Sınıf ders kitabında yer verilmektedir. Bu kitapta
Türklerin İslamiyet’e girişi ile birlikte Kürtlerin nasıl Müslüman olduğu anlatılır (Yüksel, ve
diğerleri, 2017, s. 182). Kürtlere 4. Sınıf İnsan Hakları Yurttaşlık ve Demokrasi kitabında
yer verilmiştir. Burada Kürtler ile Türklerin ortak vatanı paylaştıkları vurgusu yapıldıktan
sonra, Kürt edebiyatından da örnekler verilir. Buna ek olarak Kürtlerin Milli Şairi olan
Ahmed-i Hani’den de bir dörtlüğe yer verilmektedir (Ülger ve Dombaycı, 2015). Daha
sonraki yıllarda okutulan Demokrasi ve İnsan Hakları ders kitaplarında bu ibarelere yer
verilmedi.
Bununla beraber ilerde görüleceği gibi ders kitaplarında Türkiye’de Kürtler ile birlikte
Ermeniler ve Süryaniler gibi farklı etnik toplulukların yaşadığı vurgulansa bile bunlar çok
sınırlı ifadelerdir. Oysaki bir ülkede yaşayan farklı etnik toplulukların birbirleri hakkında
kamusal bir alan olan okulda bilgi edinmeleri yurttaşların birbirlerini tanımlarını sağlarken
107
ortak vatan olgusunu pekiştirecektir. Miller (1995, s. 19-21) bu nedenle farklı etnik
toplulukların bir arada yaşadığı bir toplumda temelde yapılması gereken şeyin farklı etnik
toplulukların kendilerini güvende hissetmelerini sağlamak olduğunu ifade etmektedir. Bunun
için de bu toplulukların kimliklerinin güvence altına alınması bir başka deyişle kamusal
alanlarda tanınması önemlidir.
Touraine (2011, s. 383) Fransa’da okulun kültürler arası iletişimini sağlayamadığını bu
nedenle demokratik bir okul kültürü inşa edilemediğini ifade etmektedir. Benzer bir durum
Türkiye’de de yaşanmaktadır. Demokratik bir eğitim için farklı kimliklerin okulda iletişim
içinde olduğu bir okul kültürü inşa edilmelidir; çünkü kimliklerin tanınma talepleri de sadece
özel alanlara hapsedilemez. Bu taleplerin okul aracılığıyla kamusal kültürün bir parçası
hâline getirilmesi demokratik toplumsal düzenin güçlendirilmesi ve geliştirilmesi açısından
önemlidir. Bunun yolu da başta ders kitapları olmak üzere müfredatın farklı kimliklere alan
açması ile sağlanabilir. Toplumsal kurumlar öznelerin birbirleri ile iletişim halinde
olabilecekleri bir tarzda inşa edilmelidir.
Feinberg (1995, s. 213-216) de Touraine benzer bir şekilde çocukların kendi kültürleri
ile birlikte öteki kültürleri de öğrenmelerinin demokratik bir eğitimin ön koşulu olduğunu
ifade etmektedir. Böyle bir eğitimde bütün kültürler birbirleri hakkında bilgi edinir. Öteki
kültür hakkında bilgi edinen çocuk kendi kültürü üzerine de düşünmeyi öğrenir. Her ne kadar
çokkültürlü bir eğitim toplumda var olan sorunları bütünüyle çözebilecek hazır bir reçeteye
sahip olmasa da toplumda var olan farklılıklar karşı uyum ve toleransı teşvik ederken bu
kültürlerin davranışların özünde tarihsel ve kültürel olarak yapılandırılmış olduklarının
farkına varılmasını sağlar. Toplumsal bir uyum ve siyasal bir düzen için çok kültürlü bir
eğitim liberallerin endişe duydukları açıdan bireyi sadece kendi kültürüne hapsedip seçme
şansını elinden almaz daha ziyade onun kültürler arasında bir seçim yapmasını da
sağlayabilecek güce sahiptir. Çokkültürlü bir eğitimde çocuklar kendi kültürlerini öğrenirken
öteki kültürlere de saygı duymayı öğrenir. Farklı kültürlerin bir arada yaşamasına olanak
sağlayan bir düzen olarak demokrasinin de temelde ihtiyaç duyduğu şey budur.
Hem liberal milliyetçiler hem de anayasal yurtseverlik kuramlarının savunucuları eğitim
alanında farklı kimliklere alan açmanın demokrasinin geliştireceğini düşünmektedir. Bu
nedenle de okul ve ders kitaplarının bu kimliklerin içerileceği şekilde düzenlenmesi
108
önemlidir. AK Parti her ne kadar siyasal alanda buna yakın söylem biçimleri geliştirse de bu
olgular ders kitaplarına yeteri ölçüde yansımamıştır. Bununla beraber Kürtler her ne kadar
kitaplarda yeteri kadar yer bulamasalar da AK Parti’nin Kürt kimliğinin tanınmasına yönelik
yaptığı iki önemli açılım vardır. Bunlardan biri müfredata seçmeli Yaşayan Diller Dersinin
eklenmesi diğeri de Andımız’ın kaldırılmasıdır.
Seçmeli Yaşayan Diller Dersi
Milliyetçiler açısından ulusal inşa süreçlerinde dilin önemli bir yeri vardır. Dilsel
birliktelik bir ulus olmanın ön koşullarından biri olarak görülmektedir. Dil aynı zamanda ulus
devlet olmanın temel kriteridir bu nedenle de ulus devletler çoğu zaman kamusal alanlarda
farklı dillerin kullanılmasının ulusal kimliği zayıflatacağını düşünürler.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle Avrupa’da yok olmak üzere olan pek çok dil
ve kültür tekrardan canlanmaya başladı. Savaşın getirdiği yıkıcı milliyetçiliğe karşı bu farklı
dil ve kültürlerin korunmasına yönelik çokkültürcü bir tartışma başladı. Bu tartışmaların
merkezinde de dil hakları vardır, çünkü farklı etnik grupları ve kültürleri barındıran
toplumların bir arada yaşayabilmesi için farklı dil ve kültürlerin tanınması önemliydi. Bu
çerçevede Avrupa Konvensiyonu, Bölgesel Azınlık Dilleri İçin Şartname imzaladı (Europen
Charter for Regional of Minorited Languages). Bu antlaşma ile bu diller büyük ölçüde
koruma altına alınmaya çalışıldı (Koçak, 2013, s. 30).
Türkiye’de ise dil hakları temelde ayrışmanın kaynağı olarak görüldü. Örneğin Heper’e
(2016, s. 353) göre herhangi bir topluluğa grup hakları vermek onların devlete bağlılığını
zayıflatabilir. Kürtlere anadilde eğitim hakkı vermek bu tür haklar çerçevesine girdiği için
devlet bu hakları vermekten kaçınmıştır. Cumhuriyet’in bir yurttaşı olmak için resmi dil
öğrenilmek zorundadır çünkü yurttaşların kendi anadillerini öğrenmelerinin resmi dili
öğrenmelerinin önünde bir engel olduğu düşünülür. Bu nedenle Kürtçenin kamusal alanlarda
kullanılmasının ulusal kimliği aşındıracağı düşünüldüğü için yasaklandı. Bu durum ise Kürt
yurttaşların tepkileri ile karşılaştı.
Kürtlerin anadil eğitim talebiyle ilgili birçok farklı etkinlik düzenlemiştir. Bu etkinlikler
farklı kurum ve kuruluşlar adı altında yapılsa da temel talep dilin kamusal alanlarda
kullanılmasının önündeki engellerin kaldırılmasına yöneliktir. Ancak bu talepler çoğunlukla
109
soruşturma ve cezalar aracılığıyla bastırılmaya çalışılmıştır. Bunların en bilinen örneği ise
Eğitim Sen’in tüzüğünde anadilde eğitim talebinin var olmasından dolayı sendika hakkında
2004 yılında dava açılmasıdır. Sendika yöneticileri kararı protesto etmeleri üzerine bu kez de
yöneticiler hakkında dava açılması talep edilmiştir (Eğitim Sen, 2004). Sendika baskılardan
dolayı anadilde eğitim talebinin tüzüğünden çıkarsa da sonraki yıllarda bu talebi tekrardan
tüzüğüne ekledi. Bu talepler aynı zamanda dindar çevrelerden olumlu yankı buldu; çünkü
İslamcılar açısından da dil hakları insan hakkı olmasının yanı sıra İslami bir haktır. Kuran’da
Rum Süresi 22. Ayette “Onun kanıtlarından biri de gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve
renklerinizin farklı olmasıdır. Kuşkusuz bunda bilenler için ibretler vardır.” ifade
edilmektedir. Bu nedenle İslamcılar açık bir şekilde herhangi bir dilin yasaklı olmasını
savunamazlar. Bu nedenlerden dolayı Avrupa Birliği’nin yerel dillerin korunmasına yönelik
politikaları AK Parti’ye bu alanda rahat hareket etmesini sağlamıştır.
Kürtçenin önündeki engellerin kaldırılarak Kürt kimliğinin tanınması Özal dönemine
kadar geri götürebilir. 1991 yılında çıkarılan 2932 sayılı kanun ile Kürtçe yayıncılığın
önündeki engeller kandırıldı (McDowall, 1996, s. 18). AK Parti döneminde ise bu açılımlar
hız kazanmıştır. Hüseyin Çelik döneminde, özel öğretim kapsamında yapılan değişiklikler
ile 2004 yılında Kürtçe kurs programı açılmasına izin verildi (Cankar, 2017, s. 90).
MEB eski müsteşarı Tekin’e (2018, s. 153) göre Türkçenin resmi dil olduğu göz ardı
edilmeksizin farklı dil ve lehçelerde eğitim öğretim görme hakkının kullanılabilmesi için
başta Kürtçe olmak üzere Yaşayan Dil ve Lehçeler müfredatının geliştirilmesi çalışmaları
yapılmıştır. Bu Türkiye için kültürel zenginliğinin yansıtılması açısından önemlidir.
Seçmeli ders adı altında Kürtçe MEB’e bağlı okullarda halen okutulmaktadır. Bu dersi
vermek için az sayıda da olsa Kürtçe öğretmeni atanmaktadır. Seçmeli yaşayan diller dersi
sadece Kürtçe ile sınırlı değildir. Bu ders kapsamında okullarda, Adigece, Abazaca, Lazca,
Gürcüce, Boşnakça ve Arnavutça gibi diller de öğretilmekte. Ancak bu derslerin
seçilmesinde uygulamada bazı problemler yaşanmakta. Kurt (2020, s. 263-264) doktora
çalışmasında bu problemlere dikkat çeker. Bu problemlerin başında da hangi derslerin
seçileceğine okul idaresinin karar vermesi gelir. Okul idareleri ise farklı gerekçeler ile bu
ders yerine farklı derslerin seçilmesi sağlamaktalar. Her ne kadar uygulamada bazı
110
problemler yaşansa da bu dillerin kamusal alanlarda tanınması ve öğretilmesi demokratik
kültürün gelişimi açısından önemlidir.
Hem liberal milliyetçiler hem de Anayasal Yurtseverlik kuramının savunucuları farklı
dil ve kültürlerin korunmasının onlara kamusal alanlarda alan açmanın toplumsal birlikteliği
güçlendireceğini düşünürler. Örneğin, Miller (1995, s. 122) herhangi bir etnik grubun dilinin
tanınmasının önemine dikkat çekerek, dilin tanınması etnik grup için hayati bir öneme sahip
olduğunu ifade eder. Benzer bir şekilde Paten ve Kymlicka (2007) açısından da kültürel
değerlerin en başında yer alan dil salt bir iletişim aracı değildir, kültür aktarımın sağlayan ve
kimlik inşa etmede kullanılan en önemli araçtır. Bu nedenle bireyin diline karşı yapılan
kısıtlamalar çoğunlukla onların kimliğine karşı da yapılmıştır. Dil hakları bu nedenle siyasal
alandaki tartışmaların merkezinde yer alır. En nihayetinden dilin yasaklı olması durumu
bireysel kimliğin gelişimini olumsuz etkiler. Bu konuyla ilgili yapılmış pek çok çalışma
olmakla birlikte Kürt yurttaşların dillerinin yasaklanmasının çocuklarını üzerinde yarattığı
olumsuz etkiler ile ilgili Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırma Enstitüsü tarafından
yapılmış olan adlı Dil Yarası adlı çalışmaya bakılabilir (Coşkun, Derince ve Uçarlar, 2010).
Dilin yasaklı olması durumunu kimlik dışında da adaletle ilgili bir yönü de vardır. Dilleri
kamusal alanın dışına itilmiş olan kimlikler, adaletsizliğe uğradıklarını düşünürler; çünkü
egemen dili kullanan akranlarına nazaran eğitim alanında dezavantajlı konumdadırlar. Bir
yandan yeni bir dil öğrenirken bir yandan da kendi dillerine karşı yabancılaşırlar. Bu
durumda her iki dilin de aktif bir kullanıcısı olamazlar. Eğitimde dil temelli adaletsizlik ile
ilgili yapılmış farklı çalışmalar olmakla beraber Eğitim Sen tarafından yayınlanan Çok Dilli
Eğitim Yoluyla Toplumsal Adalet adlı çalışma örnek olarak verilebilir (Skutnabb-Kangas,
2013). Bu bir çeviri çalışma olsa da dünyadaki örneklerden yola çıkarak dil temelli
adaletsizliğin eğitim yoluyla nasıl giderilebileceği anlaşılması açısından önemlidir.
Rawls’ a (2018, s. 306) göre sosyal sermayenin devamının sağlanması ile birlikte devlet
eşit eğitim imkânlarını destekleyerek bu hakkı teminat altına almak zorundadır. Eğitimsel
ayrıcalıklar içinde doğulan toplumsal grupla yakından ilişkilidir. Adil bir düzen bu
ayrımcılığı sadece engellenmek ile sağlanamaz. Eşitsizliğin giderilmesinde farklı araçlar da
kullanılarak dezavantajlı gruplara da benzer yetenekleri elde etmeleri sağlanmalıdır (Costa,
2011, s. 22). Bu açıdan belirli kültürel gruplara belirli haklar vermek bu grupların
111
adaletsizliğe uğradıkları hissinin giderilmesini de sağlanabilir çünkü iyi düzenlenmiş bir
toplumda eğitim toplumsal adaletin geliştirilmesinde önemli bir araçtır. Eğitim alanında
dezavantajlı olan kesimlerin devlet tarafından desteklenmesi bir ölçüde toplumsal adaleti
sağlayabilir. Kürtlerin de eğitim alanında dillerinin tanınmasına bu çerçevede
değerlendirilebilir. Bu açıdan Seçmeli Yaşayan Diller dersinin eksiklerine rağmen okullarda
okutulması önemli bir demokratik gelişmedir.
Andımız’ın Kaldırılması
Andımız metni her ne kadar uzun yıllardan beri tartışılan bir metin olsa da 18. Milli
Eğitim Şurası’nda andımızın kaldırılması gündeme getirildi. Katılımcılardan bazıları gerekçe
olarak da bu andın her sabah okunmasının askeri bir anlayışın yansıması olmasını gösterdiler
(Milli Eğitim Bakanlığı, 2011b, s. 610). Andımız her ne kadar Kürtler tarafından
benimsenmese de İslamcılar açısından olumlu bir çağrışıma sahip değildi çünkü andımızın
yazarı olan Reşit Galip aynı zamanda Türkçe ezanın mimarlarından biridir. Ezanın Türkçe
okunması ise İslamcılar açısından ciddi bir problemdi. Mehmet Akif’ten Said Nursi’ye kadar
İslamcılar buna karşıydılar; çünkü bunu İslam’ın özünden bir sapma olarak görüyorlardı. Bu
bağlamda Demokrat Parti’nin en önemli vaatlerinden biri de ezanın tekrardan Arapça olarak
okutulmasıydı ve iktidara geldiği yıllarda bu vaadini gerçekleştirdi. Nursi (2003, s. 421)
ezanın tekrardan özüne döndüren Adnan Menderes’ten övgüyle söz ederken onu bir İslam
kahramanı olarak adlandırır.
Andımız’ın yazarından bağımsız olarak içeriği de İslamcılar için problemlidir; çünkü
İslam’a göre bir Müslüman varlığını ancak Allah’a adayabilir. Doğruluğun ve iyiliğin yegâne
kaynağı İslam’dır. İslamcılar açısından her sabah andımızı okumak çocukları daha erdemli
yapmazdı. Örneğin 18. Milli Eğitim Şurasında Erzurum’dan katılan bir Din Kültürü
Öğretmeni Andımızın her sabah öğrenciler tarafından okunduğu ama bunun çocukların
gelişimine olumlu bir katkıda bulunmadığı ifade etti (Milli Eğitim Bakanlığı, 2011b, s. 233).
Özetle ifade etmek gerekirse Andımız İslamcılar tarafından da benimsenen bir metin değildi.
İslamcılardan bağımsız olarak Kürtler, andımıza farklı gerekçeler ile itiraz ettiler.
Kürtler açısından andımızda geçen Türk ibaresi bir yurttaşlık tanımı değil etnik bir
tanımlamaydı. Kürtler ve İslamcılar farklı gerekçelere sahip olsalar da Andımız’ın
112
kaldırılması noktasında ise ortak bir tavır sergilediler. 2009 yılında Andımız’ın kaldırılması
için Diyarbakır’da bir Avukat tarafından dava açıldı. Daha sonra Mazlum Der gibi İslamcı
sivil toplum kuruşlarının öncülüğünde pek çok sivil toplum kuruluşu andımızın kaldırılması
için kampanyası başlattılar. Mazlum Der andımızın ayrımcı dışlayıcı ve temel insan haklarına
aykırı olması gerekçesiyle pek çok ilde eylem ve etkinlikler düzenledi (Mazlum Der, 2009).
Aktürk (2018, s. 308) 2013 yılında yapılan reform aracılığıyla özellikle Kürt yurttaşları
rahatsız olduğu Andımız, demokratikleşme paketi çerçevesinde kaldırıldığını ifade
etmektedir. Ancak AK Parti bunu Kürt açılımının bir parçası olarak yaptık dese de gerçekte
kaldırılan şey Andımız’ın her sabah okul bahçesinde okutulma uygulamasıdır. Andımız bir
metin olarak 1-2-3- sınıflarda okutulan ders kitaplarında halen bulunmaktadır. Andımız’ın
kaldırılmasına karşı Türk Eğitim Sen dava açtı ama dava Danıştay tarafından reddedildi.
Sonuç olarak oldukça tartışmalı olan Andımız sadece okullarda okutulma uygulaması
kaldırılsa da milliyetçi çevreler tarafından hala gündemde tutuluyor. Örneğin İYİ Parti
TBMM’e başkanlığına Andımız’ın tekrardan okutulması için kanun teklifinde bulundu (İyi
Parti, 2022). İYİ Parti Andımız’ın kaldırılmasını gündemde tutmaya devam etmektedir. İYİ
Parti grup toplantısında toplu bir şekilde Andımız’ı okudu (Gazeteduvar, 2022). İYİ Parti’nin
seçim vaatlerinden biri de Andımız’ın tekrardan okutulmasıdır.
Marşlar ve ulusal semboller ulusal dayanışmayı güçlendirebilirler ancak bu marşların ve
sembollerin ulusun makul çoğunluğu tarafından benimsenmesi gerekir aksi takdirde bir baskı
aracı haline gelirler. Andımız da bu çerçevede değerlendirilebilir. Andımız ile ilgi temel
tartışmanın nedeni etnik Türk ile yurttaş Türk arasındaki çelişkilerden kaynaklanmaktadır.
Kürtler açısından Andımız etnik bir çağrışıma sahip olmak ile birlikte kendi içerisinde
asimilasyonist bir anlam içerir.
Liberal milliyetçiler açısından devletin rolü egemen kültürel kimliği benimsemek
istemeyen dezavantajlı grupların üzerine bu kimliği yüklemek olmamalı. Bunun için de
devlet demokratik bir formda inşa edilmelidir. Miller’a (1995, s. 88-90) göre ulusal irade ile
demokrasinin gelişimi arasında var olan birliktelik tarihsel bir yol kazası değildir. Ulusal
irade demokratik bir devlette ancak kendi gösterebilir.
113
Liberal milliyetçi söylemde etnik grup aidiyeti ve ulus arasında var olan ayrım tam
olarak anlaşıldığı vakit her bir kültürel grubun kendine ait bir devletinin var olması gerektiği
düşüncesi de bir ölçekte bir kenara bırakılabilir; çünkü etnik köken her zaman milliyetçilik
için bir ölçüt olmayabilir. Örneğin Amerikan halkı ortak bir etnik kökene sahip değildir.
Bununla beraber bu toplumlarda farklılıklara rağmen birlikte yaşam iradesi güçlüdür. Kohn
(1965, s. 10) bunu yurttaşlık esasına dayalı bir milliyetçilik olarak adlandırır ki bu belirli bir
zihin durumuna denk düşer. Bu milliyetçilik türü toplumsal organizasyonun meşru bir formu
olduğu söylenebilir.
Habermas (2012, s. 23) açısından da ulus devletin kendi içerisinde iki farkı yüzü vardır.
Birincisi yurttaşlık düşüncesidir bu demokratik meşruiyetini vatandaşların özgürlükçü ve eşit
siyasi ortaklığından alır; diğeri de ortak dil ve tarih etrafında toplanan halk topluluğudur. Biri
cumhuriyetçiliğe diğeri de milliyetçiliği dayanır. Kozmopolit bir devlet vatandaşlığı etno-
merkezli devlet vatandaşlığına tercih edildiği sürece bu ikisi arasında var olan ikilem
aşılabilir. Andımız etrafında meydana gelen tartışmanın temelinde de etnik aidiyetler ve ulus
kavramları arasında var olan çelişkiden kaynaklanmaktadır. Hem liberal milliyetçi hem de
anayasal yurtseverlik kuramları açısından bu çelişkiler giderildiğinde demokratik bir toplum
inşa edilebilir.
Aleviler
Aleviliğin bir kültür bir inanç ya da bir felsefe olduğuna yönelik birçok farklı
tanımlamaya rastlamak mümkündür bu da kapsayıcı bir Alevilik tanımlaması yapmayı
zorlaştırır (Dönmez, 2004, s. 56). Bununla beraber Türkiye’de Aleviliğin İslam coğrafyasının
öteki kısımlarında var olan Şia geleneğinden oldukça farklılaşmış olduğu söylenebilir. Zelyut
(2015, s. 15) Türkiye’de Alevilerin İslam coğrafyasını öteki kısımlarından farklı olarak
kendilerini Şia değil Alevi olarak tanımladığını ifade etmektedir.
Bununla beraber Türkiye’de tek bir Alevilik geleneğinden söz edilemez. Hatta ders
kitaplarına giren şekliyle Alevilik ve Bektaşilik bile aynı şey değildirler. Alevilik ve
Bektaşilik birçok ortak özelliği sahip olmalarının yanı sıra birbirlerinden oldukça farklı
kavramlardır. Bektaşilik kaideleri ve ritüelleri olan Sufi bir tarikat iken Alevilik ise kökenleri
Hz. Aliye dayanan bir kimliktir. Bektaşi tarikatları herkese açıkken Alevi olmak ise; Alevi
114
bir aile içerisinde doğmayı gerektirir bir başka deyişle Alevilik’te soyun önemli bir yeri
vardır (Küçük, 2003, s. 28). Fakat her ikisi üzerinde de Hacı Bektaş Veli’nin etkisinin var
olduğu yadsınamaz. Bununla beraber Bektaşiler tekkelerde yerleşik bir hayat sürerken
Kızılbaşlar yarı göçebe bir hayat yaşar. Alevilerden, Osmanlı belgelerinde çoğunlukla Rafızi
olarak söz edilmiş, sonrasında ise Alevi olarak anılmaya başlamışlardır (Melikoff, 2010, s.
9).
Hacı Bektaş Veli önemli mutasavvıflarından biridir. İlk mutasavvıf olarak kabul edilen
Hoca Ahmed Yesevi, Hacı Bektaş Veli ile birlikte Alevi Bektaşiliğin fikri temellerini atmıştır
(Dönmez, 2004, s. 62). Hacı Bektaş Veli ve halifeleri Anadolu’nun Türkleşmesine önemli
rol oynadılar. Aynı zamana Bektaşi dervişleri Anadolu Türklüğünü, Arap ve Fars kültürüne
karşı da korumuş oldukları düşünülmektedir (Erdoğan, 1993, s. 41). Bunun yanı sıra Yeni
Çeri ocaklarının kuruluşunda da Bektaşilerin önemli rolleri oldukları bilinmektedir (Erdoğan,
1993, s. 30).
Kurtuluş Savaşı döneminde Bektaşiler önemli roller üstlenmişlerdir. Tarikat
önderlerinin öneminin farklında olan Mustafa Kemal birçok tarikat önderinden faydalandı
bunların arasında Bektaşi tarikatları vardı; özellikle de Çelebiyan kolu ilişki içerisinde
bulunan Mustafa Kemal, Hacı Bektaş’ın mekânını da ziyaret etti. Bazı Bektaşiler bu
ziyaretten yola çıkarak Mustafa Kemal’in Bektaşiliği girdiğine iddia etmektedirler (Küçük,
2003, s. 130-131).
Çelebi kolu milli mücadele sırasında milliyetçiler ile aleviler arasında önemli rol
oynadılar. Bu tarikat dil ve kültür anlamında ibadetlerini Arapça ya da Farsça değil Türkçe
yaparlar aynı zamanda Türklüğün en görünür olduğu tarikatlardan biridir (Küçük, 2003, s.
203). Melikoff (2010, s. 9) Bektaşilerin Mustafa Kemal’in kurmak istediği laik devleti
desteklediğini ifade etmektedir. Bununla beraber Yıldırım’ın (2018, s. 62) da ifade ettiği gibi
kurulan yeni cumhuriyette Alevilik, Sünni dindarlık gibi kendine bir yer bulamadı. Gerçi
Mustafa Kemal dini kamusal alanın dışına itmişti ancak Sünni İslam anlayışı tekrardan
egemen olmaya başlarken Alevilik ise kendine bir yer bulamamıştı. Bir yandan da Alevilik
farklı toplumsal nedenlerden dolayı değişip dönüşmeye başladı.
115
Geleneksel Alevilik kırsal alanlardan şehirlere yoğun göçler ile birlikte zemin kaybetti.
Büyük şehirlerin etrafında alevi gettoları oluştu. Özellikle de 1950’li yıllardan sonra Alevi
kimliği şehirli bir hal aldı (Zelyut, 2015, s. 36). Yıldırım’a (2018, s. 23-33) göre modernizmin
ve kentleşmenin etkisi ile Aleviler, Alevi kimliğinin geleneksel bileşenlerinin birçoğunu terk
ettiler. Post modern dünyanın etkisi ile mikro yerel aidiyetlerin ortaya çıkması ile birlikte
Aleviler tekrardan kendi değer ve inançlarına geri döndüler. Kentleşen Aleviler buralarda
kamusal haklarını öğrendiler her ne kadar bu kimliğin anlaşılması için devlet nezdinde
oldukça farklı çalışmalar yapılsa da bu kimlik henüz kamusal alanlarda kendine yeterince yer
bulamadı.
Kültürlerini tehlike altında gören Alevi yurttaşlar uzun yıllardan beridir kimliklerinin
tanınması için çabalamışlardır. Bu çerçevede hem yurt içinde hem de yurtdışında birçok
Alevi Derneği ve federasyonu kurulmuş ve daha çok sivil alanda örgütlenmişlerdir (Bal,
2002, s. 14). Aleviliğin siyasal açıdan tanınması sorunu açısından AK Parti döneminde
oldukça hareketli bir dönemdir. Alevi kökenli bazı isimler AK Parti’den milletvekili olarak
seçilirken Alevi iftarları düzenlendi. Çalıştaylar aracılığıyla Alevilerin sorunları dinlenerek
raporlar hazırlandı (Tuğsuz, 2018).
Alevilerin en büyük eleştirilerinden biri de eğitim sisteminin Sünni inanışa göre
düzenlenmesidir. Bu eleştiriler çerçevesinde, 2010 yılında ise Alevilik İslam’ın farklı
yorumları başlığı altında müfredata girmiştir. Aşlamacı (2018, s. 186) Aleviliğin müfredatı
girmesinin müfredatın çoğulcu bir yapıya kavuşması için yeterli olduğunu düşünmektedir.
Benzer bir şekilde Hüseyin Çelik de CHP’nin yıllarca Alevi vatandaşları sömürdüğünü
Aleviliği gerçek değerini AK Parti döneminde verildiğini çünkü kendi bakanlığı döneminde
Aleviliğe müfredatta yer verildiğini iddia etti (Habertürk, 2014). Bu iddia kısmen doğrudur
çünkü Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’nun Türkleştirilmesinde önemli bir şahsiyet olduğu
Sosyal Bilgiler ders kitaplarında vurgulanmaktadır (Komisyon, 2015, s. 55). Aynı zamanda
Hacı Bektaş Veli’nin olumlu bir şekilde resmedilmesine Türkçe 5 ders kitabında da
rastlanmaktadır. Bu kitapta Hacı Bektaş Veli adlı bir metne yer verilmektedir. Hacı Bektaş
Veli’nin ağzından birlik ve beraberliğin önemine vurgu yapılmaktadır (Başar ve Köken,
2010). Yine benzer bir şekilde Aleviliğe İslam Düşüncesinde Yorumlar ünitesinde “İslam
Düşüncesinde Tasavvufi Yorumlar” başlığı altında yer verildi. Bu başlık altında cem evleri,
116
cem ayinlerine, muharrem orucuna ve farklı ritüellere yaklaşık on sayfa yer verilmiştir
(Çamyar ve Yaldız, 2019).
Bunlara rağmen Aleviliğin tanınmış olduğu iddiası kendi içerisinden bir dikotomi
barındırır. Müfredatta yer verilen Aleviliğin belirli bir formuna yer verilmişti. Her ne kadar
Anadolu Aleviliği ile benzeşen yönleri olsa da Arap Aleviliği’ne (Bal, 2002, s. 152) ve yine
Dersim merkezli Kürt Aleviliği’ne (Gezik, 2020) yer verilmedi. Bununla beraber Alevi
yurttaşların temel talebi Alevilik inancının müfredata girmesi değil Sünni İslam inancına
göre düzenlenmiş “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersinin zorunlu ders olarak okutulmasıdır.
Millî Eğitim Bakanlığı bu dersin herhangi bir inancı desteklemediğini iddia etse de bu
yanıltıcıdır. Alevi veliler sorunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşımış mahkeme
velileri Din Kültür ve Ahlak Bilgisi Derslerini nesnel, eleştirel ve çoğulcu olmadığı
noktasında haklı bularak başvurucuların lehinde karar vermiştir. En nihayetinde 2022 yılında
Anayasa mahkemesi de AİHM kararlarına benzer bir karar verdi. Anayasa mahkemesi
Anayasanın 24. Maddesinin 4. Fıkrası ile güvence altına alınan ebeveynlerin eğitim ve
öğretimin kendi dini ve felsefesi inançlarına göre yapılmasını sağlama hakkının ihlal
edildiğine hükmetti (Erdem, 2022). MEB ise bu kararlara cevap olarak bu dersi zorunlu
olmaktan çıkarmak yerine müfredata Aleviliğe yer vererek sorunu çözdüğünü
düşünmektedir.
Sünni yurttaşların Alevilik inancını öğrenmeleri demokratik yurttaşlık algısının gelişimi
açısından önemlidir çünkü kimlik ötekiler ile diyalog içerisinde oluşur birey sadece kendi
deneyimleri ile öğrenmez yalnız ötekilerin deneyimleri ile de öğrenir. Tamir’in (1993, s. 41-
42) de ifade ettiği gibi liberal milliyetçilik çoğulculuğu ve farklılıklara saygıyı esas alan bir
devlet modeli tasarlar. Belirli kültürel topluluklara bazı açılardan imtiyaz vermek tolerans
göstermek onların kültürlerini korumaya çalışmak toplumsal dayanışmayı güçlendirebilir.
Çocukların kendi kültürleri ile birlikte öteki kültürleri de öğrenmeleri çokkültürlü bir
toplumda demokratik bir eğitim için ön-koşuldur. Böyle bir eğitimde bütün kültürler
birbirleri hakkında bilgi edinir. Öteki kültür hakkında bilgi edinen çocuk kendi kültürü
üzerine de düşünmeyi öğrenir (Feinberg, 1995, s. 213-215). Her ne kadar çokkültürlü bir
eğitim toplumda var olan sorunları bütünüyle çözebilecek hazır bir reçeteye sahip olmasa da
toplumda var olan farklılıklar karşı uyum ve toleransı teşvik ederken bu kültürlerin
117
davranışların özünde tarihsel ve kültürel olarak yapılandırılmış olduklarının farkına
varılmasını sağlar. Dewey’in (1996, s. 93-97) de ifade ettiği gibi okul yurttaşların ortak
değerler edindiği kamusal bir mekândır. Olası en çok ortak değere sahip olabilmek için
toplumsal grupların eşit imkânlara sahip olmaları gerekir. Farklı toplumsal gruplar arasında
aktif bir iletişim olmalıdır. Eğitim özelinde böyle bir ortaklaşma inşa edilebilmesi,
demokratik toplumsal yaşam için vazgeçilmezdir
Ancak Alevi yurttaşlar için sorun Alevilik inancının ya da kimliğinin Sünni yurttaşlara
tanıtılması değildir. Bu her ne kadar önemli olsa bile bu kimliğe farklı derslerin çatısı altında
yer verilebilirdi. MEB bunu yapmak yerine Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini zorunlu
olma durumunu meşru kılmak için Alevilik inancını bu dersin içine yerleştirerek Din Kültürü
dersinin zorunlu olarak okutmaya devam etmektedir. Bu açıdan Alevi yurttaşların sorunu
güncelliğini korumaya devam etmektedir.
Başörtülü Kadınlar
Başörtüsü sorunu her ne kadar Kürt kimliği ya da Alevi Kimliği gibi tarihsel bir sorun
olarak görülemese de bu sorun da bazı durumlar da ulusal kimliği zayıflatacağı
düşünülmektedir. Benhabib (2013, s. 220) Türkiye, Almanya ve Fransa örneklerinden yola
çıkaran başörtüsü sorunun liberal demokrasilerin uğraşmak zorunda kaldıkları temel
sorunlarından biri olduğunu ifade etmektedir. Bir yandan etno-kültürel gruplar kadın
bedenine yönelik bir sembol olan başörtüsünü sahiplenirken öte yandan laikliği savunanlar
açısından başörtüsü laik devletin egemenliğine karşı bir meydan okuma olarak
görülmektedir. Bu sorun aynı zamanda bu ülkelerde ulusal kimliğin küreselleşme ve
çokkültürlülük çağında karşılaştığı ikilemi de sembolize eder. Bu problemin başlangıcını
Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar geri götürmek mümkündür; çünkü Cumhuriyet’in
kurucuları açısından modern kadın aynı zamanda ilerici değerleri sembolize eder. Bu yüzden
başta Mustafa Kemal olmak üzere Cumhuriyet’in kurucuları kadın haklarının gelişimine
önem vermişlerdir.
Kandiyoti’ye (2013, s. 198-200) göre Ortadoğu’da kadın haklarının gelişiminde aydın
erkekler önemli roller oynarlar. Bu açıdan modernlik ve kadın haklarının gelişimi eş
zamanlıdır. Jayawardena (2016, s. 25-43) da üçüncü dünya ülkelerindeki feminist hareketleri
118
ele aldığı çalışmasında feminizmin ulus inşa süreçleri ile paralelliğine dikkat çekerek
Türkiye’de de kadın haklarının gelişimini Tanzimat’a kadar geri götürür. Ancak kadınların
pek çok hakka erişimi ve kamusal alanlarda görünümü Mustafa Kemal’in yaptığı devrimler
sayesinde olmuştur. Mustafa Kemal kadınların modern ve seküler bir eğitim almaları
gerektiğini düşünüyordu; çünkü bunun kadınların kurtuluşunda oynadığı rolün farkındaydı.
Kadınların kamusal alanlarda görünmeye başlaması Cumhuriyetin modernleşmesinin
sembolüdür. Göle’ye (2013, s. 24) göre kadınlar hem bu modernleşmenin sembolü hem de
aktörüdürler. Kadınlar, cumhuriyetin özgür ve rasyonel yurttaşının sembolize ederler. Kadın
özgürlüğünün en önemli göstergesi de kadınların modern kıyafetler ile kamusal yaşama dâhil
olmalarıdır. Bu yüzden AK Parti öncesi ders kitaplarında “Cumhuriyet Yönetiminin
Getirdiği Yenilikler” başlığı altında yeni alfabe ile birlikte kılık kıyafet alanında yapılan
yeniliklere de yer verilir. Bu yenilikler kapsamında kullanılan resimler de çarşaf geçmişi
temsil ederken modern kıyafetler de Cumhuriyet kadınını temsil eder (Komisyon, 2002).
Çarşaf, laikliği savunanlar tarafından modernlik karşıtlığını sembolize eder. Özellikle
cumhuriyetçi kadın dernekleri çarşaf ile mücadeleyi politik ajandalarının merkezine
koydular. Sadece cumhuriyetçi kadınlar değil muhafazakâr milliyetçiliğin temsil eden
Alparslan Türkeş bile çarşafı çağdışı olarak adlandırdı (Aksoy, 2005). Başörtüsü sorunu
laikliği savunanlar ile İslamcılar arasındaki temel çatışmaların bir sembolü haline geldi. Göle
(2013, s. 21) bu nedenle Müslüman toplumlarda kamusal alanın kadının bedenin görünürlüğü
etrafından meydana gelen çatışmalar aracılığıyla belirlendiğini iddia etmektedir. Kadıoğlu
da (2012b, s. 43) bu olguya dikkat çekerek Türkiye’de laiklik ve İslamcılık arasında var olan
gerilimin sonucu olarak başörtüsünün gericiliğin sembolü olarak görüldüğünü
söylemektedir. Ona göre kamusal yaşamın dışına itilen başörtülü kadınlar bir ölçüde
azınlıklar ile benzer bir kaderi paylaştılar.
Benzer bir tartışma Avrupa’da da yaşandı. Başörtüsü tartışmaları özellikle de göçmen
topluluklarının Avrupa’da kamusal alanlarda görünür olmaları ile başladı. Müslüman
topluluklara mensup kişilerin başörtüsü ile eğitim alma talepleri kamuoyunda tartışmalara
neden oldu ancak bu tartışmaların en yoğun bir şekilde yaşandığı yer Fransa’dır; çünkü
Fransa laisizmi cumhuriyetin temel ilkelerinden biri olarak görüyordu. Fransa’da Laisitenin
Uygulanışına İlişkin Stasi Raporu’nda başörtüsü sorun geniş bir ölçekte tartışıldı. Buna göre
119
özgür ve rasyonel vatandaş olarak birey ancak laisizm sayesinde var olabilirdi. Birey ait
olduğu kimliklerin taşıyıcısı olmakla beraber onun kölesi olmamalıydı ancak bu şekilde
cumhuriyetin gerçek bir yurttaşı olunabilirdi. Sadece laisizm toplumda çoğulculuğun
koruyucusu olabilirdi çünkü cemaatçi düşünce çağdaş toplumun düşmanı ve parçalanmanın
kaynağıydı. Kamusal alanlar bütün dinlere nötr oldukları müddetçe din ve vicdan özgürlüğü
sağlanabilirdi. Cemaatçi düşünce sözleşmeci cumhuriyetin düşmanıdır bunun içinde okulun
herhangi bir dinsel inanışı destekler görünümde olmaması gerekiyordu.
Raporda bu tartışmaların devamında göçmen topluluklara yönelik başörtüsü yasağının
savunur gerekçe olarak da başörtüsü takan kadınları kendi kültürel gettolarından kurtarıp
cumhuriyetin gerçek bir yurttaşı halline getirmektir; çünkü cumhuriyetin bir yurttaşı
olamayan bu kadınlar genç yaşlarda ebeveynleri tarafından okullardan alıp evlendirilip tercih
etmedikleri bir hayata zorlanabilirlerdi (Komisyon, 2005, s. 44).
Türkiye’de de radikal laikliği savunanlar benzer argümanlar kullandılar. Onlara göre
kadınlar kendi dar cemaatlerinden kurtarılıp Cumhuriyet’in gerçek bir yurttaşı haline
getirilmeliydiler. Bu nedenle 28 Şubat’tan sonra İslamcılığın önüne geçmek için doğrudan
eğitim alanına yöneldi. 12 yaş altı çocukların kuran kurslarına katılmaları yasaklanırken
İmam Hatipliler ise kararlardan en çok etkilenenler oldu. İmam hatiplerin ortaokul kısımlar
kapatılırken üniversite giriş sınavlarında yapılan değişiklikler ile katsayı engeli getirildi. Bu
imam hatiplilerin farklı bölümlerde eğitim almalar engellendi. Eğitimin bütün kademlerinde
getirilen başörtüsü yasakları
3
İslamcıları kamusal alanlardan tecrit edilmiş oldu (Coşkun ve
Şentürk, s. 167-168).
Ancak laikliği savunanların Fransa ile kurdukları analoji bazı açılardan Türkiye’deki
durum ile uyuşmaz. Kuru’nun (2010, s. 197) da belirttiği gibi başörtüsü sorunu Türkiye’de;
Fransa’da olandan oldukça farklıydı. Fransa’da yasa sadece kamu okullarını kapsarken
3
Her ne kadar başörtüsü yasağı sorunu 28 Şubat ile gündeme gelmişse de sorunun bir geçmişe dayanır bu
konuyla ilgili Aksoy’un (2005, s. 12-13) çalışmasına bakılabilir. Aksoy bu çalışmasında başörtüsünün
yasaklanması ve serbest bırakılması ile ilgili kronolojik bir düzende ele alırken sorunun kaynağının
Türkiye’nin modernleşme krizi olarak görür.
120
Türkiye’de bütün alanları kapsamaktaydı. Fransa’da başörtüsü göçmenleri temsil ederken
Türkiye’de ise başörtüsü takan kadınlar bu ülkeye sonradan gelmiş kişiler değildi aksine
başörtüsü yasağı toplumun büyük çoğunluğu tarafından da desteklenmiyordu.
28 Şubat kararları başörtülü kadınları cumhuriyetin bir yurttaşı haline getirmemiş aksine
onları kamusal alanların dışına iterek kendi kültürel alanlarına hapsetmiştir; çünkü zaten bazı
İslamcılar kadınların kamusal alanlarda bulunmalarını istemiyorlardı. Örneğin kadınların
1975 yılında İmam Hatip okullarına kayıt yaptırabilmesi İslamcı kesim içerisinden olumsuz
tepkilere de neden olmuştur. Bazıları bu okulların karma olması nedeniyle kültürü
yozlaştıracağını düşünmüşlerdir (Aksoy, 2005, s. 158). İslamcı erkekler belki de bu nedenden
dolayı İslamcı kadın hareketlerine yeteri kadar destek vermemişlerdir. Ancak Yılmaz (2015,
s. 46) başörtüsü sorununu bir mağduriyet sembolü olarak kullanmışlardır. Kadınlar ise
inançları ile bireysellik arasında kalmışlardır. Bu durum ile birlikte önceden var olan İslamcı
kadın hareketleri daha görünür bir hal almıştır.
Göle (2013, s. 34-35) özellikle de 1990’lı yıllardan sonra İslamcıların laik kamusal alana
meydan okuyup bu alanlarda görünür olmak istediğini söyler. İslamcı kadınlar bu meydan
okumanın baş aktördürler. İslamcı kadınlar meslek sahibi olup onlara biçilen geleneksel
annelik ve zevcelik rollerinden sıyrıldılar. Feminizm bu kadınlar için entelektüel bir araç
haline geldi. Bu kadınlar hem laikler ile hem de İslamcılar ile karşı karşıya gelirken yeni
kamusal tartışmaların da başlamasına ön ayak oldular.
Yılmaz (2015, s. 18-22) İslamcı kadın hareketini post-kolonyal kuram bağlamında ele
aldı. Şehirli ve eğitimli olan bu kadınların sadece maruz kaldıkları haksızlıklara karşı değil
aynı zamanda İslamcı erkeklere de yönelik önemli eleştiriler getirmiş olduklarını
belirtmektedir. İslamcı entelektüel bir kadın olan Cihan Aktaş bu kadınlardan biridir. Aktaş
(2011, s. 17) İslamcı kadın kimliğinin nasıl bastırılıp yok sayıldığına dikkat çekerek sadece
egemeni değil kendi mahallesini de eleştirir çünkü ona göre Müslüman kadının kimliği her
iki kesim tarafından paranteze alınır. İslamcı kadınlar başörtüsü yasağından dolayı rastgele
evlilikler yapmış, birçoğu yetenekli olmalarına rağmen kendi çevrelerinde ucuz iş gücü
olarak görülmüşlerdir. Bu açıdan başörtülü kadınlar her iki kesim tarafından madun hale
getirilmişlerdir. Bununla birlikte Biçer ‘in (2021, s. 28) de ifade ettiği gibi İslamcı kadınlar
kendi mahallerini eleştirseler de başörtüsü hala onların kimliklerinin kurucu unsurlarından
121
biridir. Dolayısıyla başörtüleri ile kamusal alanlarda yer bulabilmeleri onlar için hayati bir
öneme sahiptir.
AK Partili kadınlar siyasette diğer kadınlardan daha aktif olarak katılım gösterdiklerini
düşünmektedirler. Bu kadınlara göre kamusal alan tartışmaların odağında Müslüman
kadınlar vardır. Bu kadınlar referanslarını Avrupa Birliği ülkelerinden ve Kopenhag
kriterlerine dayandırdılar. Bu açıdan duruşları İslami olsa da bir ölçüde seküler ve
moderndirler (Sözen, 2010, s. 316-320). Bu nedenlerden dolayı İslamcı kadınlar başörtüsü
yasağına karşı hak söylemini kullandılar. Birçok farklı platformda bu söylemlerini aktif bir
şekilde dile getirdiler. 2007 yılına gelinene kadar feministler de dâhil olmak üzere Türkiye
toplumunun kahir ekseriyeti bu yasağın uygulanmasına karşı çıkıyordu (Arat, 2016, s. 365-
366).
Hem AK Parti hem de İslamcı kadınlar başörtüsü savunurken, Avrupa değerlerini ve
kısmen de feminist literatürü kullanmışlardır. Bu literatürün eğitim alanında da yansımalarını
görünmektedir. Örneğin Milli Eğitim Bakanlığı ve UNICEF işbirliği ile Haydi Kızlar Okula
projesi gerçekleştirildi. Eğitim Bir Sen başkanı Ahmet Gündoğdu şurada savunur bu projeyi,
ona göre bu proje sayesinde binlerce kız çocuğu okula kazandırılmıştır (Millî Eğitim
Bakanlığı, 2007a, s. 237).
Aynı zamanda toplumsal cinsiyet, cinsiyet ayrımcılığı ve kadına yönelik şiddet gibi
konularında farklı kademe ve derslerde yer verildiği de görülmektedir. Örneğin 9. Sınıfta
okutulan seçmeli Demokrasi ve İnsan Hakları Ders Kitabı Toplumsal Cinsiyet eşitliğinin
nasıl sağlanabileceğine yer verilmektedir (Bayrak, 2021, s. 102). 6. Sınıfta okutulan Sosyal
Bilgiler ders kitabında Ön yargılarımı kırıyorum başlığı altında “Cinsiyet Ayrımcılığı”
konusu işlenmektedir (Yılmaz, Bayraktar, Özden, Akpınar ve Evin, 2018a, s. 25).
AK Parti başörtülü kadınlara yönelik kısıtlamaları yine hak söylemi çerçevesinde
tedricen kaldırmıştır. Örneğin 2010 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde okumakta olan Z.Ü
başörtüsünden dolayı sınıftan zorla çıkartılmış bunun üzerine YÖK bir açıklama yaparak
herhangi bir öğrencinin sınıftan çıkarılmasının suç olduğunu dile getirmiştir. ÖSYM 2010
ALES sınavının kılavuzunda yer alan “başı açık olma” zorunluluğunun çıkardı. Aynı yıl
122
ÖSYM, öğrencilerin başörtüsü ile sınava girebileceklerin ifade etmiştir. (Cankar, 2017, s.
138).
Daha sonra başörtüsünden dolayı mesleğini bırakmak zorunda kalan öğretmenlerin
mesleğe geri dönmesi sağlandı (Tekin, 2018, s. 153). Başörtüsü bu şekilde sadece eğitim
alanında değil diğer alanlarda sorun olmaktan çıktı. Artık başörtülü kadınlar bütün kamusal
alanlarda yer edinebilmektedir. Geçmişte gericiliğin simgesi olan çarşaf da artık ders
kitaplarında bulunmuyor ayrıca başörtülü kadın imgesi de ders kitaplarında değişti. Daha
önce yaşlıların giydiği sembolik bir takı olan başörtüsü; okulda, okul çalışanlarının da
giyebildiği normal bir giysi haline aldı. Örneğin Hayat Bilgisi Ders Kitabı 1 de başörtülü
müdür yardımcısına yer verilmiştir (Alemdar, 2021, s. 34). Farklı ders kitaplarında başörtülü
öğretmen resimlerine yer verilmiştir. Bununla birlikte 3. Sınıf Hayat Bilgisi ders kitabında
“Cumhuriyet ile Birlikte” başlığı altında cumhuriyetin getirdiği yeniliklerden söz edilirken
daha önce olduğu gibi kılık kıyafet ile ilgili değişiklikler değinilmemektedir. Bunun yerine
kadınların cumhuriyet ile birlikte seçme ve seçilme hakkına sahip oldukları vurgusu
yapılırken metinde bir seçim sandığı resim edilirken oy kullanan kişi ise başörtülü bir
kadındır (Çelikbaş, Gürel ve Özcan, 2019, s. 121). Sonuç itibariyle başörtüsü eğitim
alanında bir sorun olmaktan çıktı artık başörtülü kadınlar eğitimin bütün kademelerinde hem
öğrenci hem de öğretmen olarak bulunabiliyorlar. Bu temelde demokratik yaşamın gelişmesi
açısından önemlidir.
Hem liberal milliyetçiler hem de anayasal yurtseverlik kuramları açısından toplumsal
gruplar arasında düşmanlığı azaltarak farklı sosyal grupların bir arada yaşamalarının
zeminini sağlamak toplumsal dayanışmayı güçlendirecektir. Farklı yaşam biçimlerine
tolerans göstermek toplumsal dayanışmayı güçlendirecektir; çünkü tüm vatandaşlar
kendilerine adil bir şekilde muamele edildiği hissetmelidirler (Müller, 2007, s. 71; Tamir,
2019, s. 180). Adaletsizliklere maruz kalma hissi toplumsal şiddetin en önemli nedenlerinden
biridir bu da toplumsal ayrışmaları derinleştirir.
Bununla beraber Benhabib’ de (2013, s. 229) ifade ettiği gibi AK Parti her ne kadar bu
sorunun çözümünde demokrasi ve hak söylemini kullanmış olsa da AK Parti’nin demokratik
değerleri ne ölçüde benimsediği muallaktır; çünkü başörtüsü takma hakkını savunmak kadar
başörtüsü takmama hakkını da savunmak gereklidir. Bu güçlü ve katılımcı bir demokrasi için
123
ön koşulardan biridir. Ancak AK Parti çoğulluklar arasında uzlaşı arayışı ile çıktığı yolda
belirli kimlikleri daha ayrıcalıklı hale getirmeye çabalamaktadır. Başörtülü kadın kimliği de
bu kimliklerden biridir.
Gayrı Müslimler
Daha önce ifade edildiği gibi her ne kadar Mustafa Kemal İslam’ı Türk ulusal
kimliğinin dışında bırakmış olsa da İslam Mustafa Kemal’in ardından Türk ulusal kimliğinin
bir parçası olmaya devam etmiştir. Bu nedenle özellikle de gayrı Müslim yurttaşlar ötekini
temsil ederler. Çayır (2014, s. 33) “Ders Kitaplarında İnsan Hakları” adlı proje kapsamında
2014 yılında yaptığı bir çalışmada ders kitaplarında gayrı Müslim yurttaşların görünmez
kılındığı eskiden kalmış figürler olarak resmedildiklerini ifade eder. Bu bir ölçekte Türkiye
halkının yüzde doksan dokuzunun Müslüman olması ön kabulünden kaynaklanır. AK Parti
döneminde her ne kadar gayrı Müslimlerin azınlık olduğu kabul edilse bile bu azınlıklara
karşı olumlu bir dil kullanılmıştır; hatta bazı vakıf ve derneklerin daha önce el konulmuş
mallarının geri iadesi sağlanmıştır. Bu şekilde Avrupa Birliği’ne azınlık haklarına saygılı bir
yönetim imajı verilmeye çalışılmıştır.
Gayri Müslim yurttaşlar her ne kadar halen sınırlı sayıda ders kitaplarında yer
edinebiliyorlarsa da onlara yönelik olumlu bir değişimin varlığından söz edilebilir. Örneğin
2015 yılı Türkçe Ders kitabında Zaman ve Mekân teması altında “Hoşgörüler Diyarı Mardin”
adlı bir metne yer verilir. Metinde Mardin’in isminin hem Arapça hem de Süryanice anlamı
verildikten sonra Müslüman ve Hristiyanların nasıl bir arada kardeşçe yaşadıkları anlatılır.
Mardin’de camiler ve kiliseler iç içedir Müslüman ve Süryani ustalar beraber kardeşçe
yaşadıkları vurgulanır (Komisyon, 2015a, s. 90-94). Süryanilere aynı zamanda tarih
kitaplarında da yer verilir.
Süryanilerin olumlu bir imgeye sahip olmaları anlaşılabilir bir durumdur; çünkü bu
grubun ne Osmanlı döneminde ne de Cumhuriyet döneminde siyasal bir talebi olmadığı için
ülke hafızasında olumsuz bir imgeye sahip değildir. Ancak Ermeniler açısından aynı şey
söylenemez. Ermeniler çoğunlukla tarihsel düşman olarak adlandırılırlar. Ancak Ermeni
yurttaşlara karşı ders kitaplarında daha yumuşak bir dil kullanıldığı söylenebilir. Örneğin
Ermeni olayları anlatılırken isyanın bazı Ermeniler tarafından çıkarıldığı buna rağmen bazı
124
Ermenilerin Osmanlı safından yer aldığı günümüzde de Anadolu’nun farklı yerlerinde
yaşayan Ermenilerin var olduğu anlatılır. Ülkede, Ermeniler gibi farklı etnik ve dilsel
farklılıkların var olmasının bir zenginlik kaynağı olduğu ifade edilir (Baydar ve Öztürk,
2019, s. 47). İnsan Hakları ve Yurttaşlık Ders Kitabında Ermenistan Cumhuriyeti
tanıtıldıktan sonra Türkiye’de de yaşayan pek çok Ermeni yurttaşın yaşadığı vurgulandıktan
sonra Ermeni şair ve romancı Hovhannes Tumanyan’dan bir dörtlüğe yer verilmektedir
(Ülger ve Dombaycı, 2015). Ancak daha öncede ifade edildiği bu kitap ders kitabı olarak
artık okutulmamakta. Buradan yola çıkarak gayrimüslim yurttaşlara yönelik geçmişte olumlu
bir dilin var olduğundan, bunun nedeninin de Avrupa Birliği ile olan ilişkileri geliştirilmek
istenmesi olduğu söylenebilir. Bununla beraber azınlıkta olsalar bile ülkedeki farklı
kimliklerin müfredata bir şekilde girmiş olmaları önemlidir.
Hem liberal milliyetçilik hem de anayasal yurtseverlik kuramları açısından farklı dini
kültürlerin tanınmasının demokratik yaşamı güçlendireceği varsayılır; çünkü yurttaşların
beraber yaşadıkları farklı kimlikleri tanımalarının ortak eyleme duygusunu geliştireceği
düşünülmektedir. Örneğin Mazzini (2009) açısından ulus kendi içerisinde çoğulcu bir şekilde
inşa edilmelidir. Benzer bir şekilde Tamir’de (2013) farklı kültürel kimliklerin içerildiği bir
toplumda bu kimliklere mensup olan kişilerin kimliklerinin onların kişisel yaşamındaki
önemine dikkat çekerek bu kimliklere tolerans göstermenin onların ulusal aidiyetlerini
güçlendireceğine dikkat çekmektedir. Bu nedenle farklı alt kimliklere alan açan demokratik
bir eğitim ile ulusal bir eğitimin birbirleri uyumlu olacağını ifade etmektedir.
Mülteciler, Göçmenler
Ulus devletlerin etnik dini ya da kültürel farklılıklar dışında karşı kaşıya kaldıkları en
önemli sorunlardan biri de mülteciler sorunudur. Benhabib’in (2006, s. 12) de ifade ettiği
gibi kitlesel göçler bugün birçok liberal demokrasinin kendi yapısal çelişkilerinin daha
görünür bir hal almasını neden oldu. Bu demokrasiler bir yandan kendi toplumsal yapılarını
korumakla evrensel insan hakları arasına saygı duymak arasında ikilemler yaşıyorlar.
Habermas (1994, s. 118) da göç sorununa dikkat çekerek alt kültürlerin tanınma talebinin tek
bir formu olmadığını, kimi durumlarda göç aracılığıyla da yeni alt kültürlerin oluşabileceğine
dikkat çeker.
125
Türkiye de benzer problemler ile uğraşmaktadır. Her ne kadar Türkiye Uzakdoğu
Asya’dan ve Ortadoğu’dan göç alsa da özellikle Suriye’de yaşanan savaştan kaynaklı olarak
kitlesel göçlere maruz kaldı. Bu durum özelikle de milliyetçi çevreler tarafından, gelecekte
ulusal kimliği zayıflatacağı düşünülmektedir. Göçmen çocukların eğitimi konusunda ciddi
sıkıntıların yaşanması ile birlikte, Türkiye’nin bu konuda Kürtlerin ve Alevilerin tanınma
taleplerine nazaran daha içermeci olduğu söylenebilir. Suriyeli çocukları eğitime
kazandırılması için birçok farklı politika uygulanmıştır. İlk olarak kamplarda yaşayan
çocuklara Arapça müfredat ile eğitim verilmiş, 2015 yılında MEB Strateji Planında
göçmenler yönelik çalışmalar yapılacağını beyan etmiş ve en nihayetinde ise Suriyeli
çocukların MEB’e bağlı eğitim kurumlarında eğitim alabilmelerinin önü açılmıştır (Emin ve
Barkçin, 2018).
MEB mülteci çocuklara eğitim imkânlarından faydalanma imkânları sağlamak ile
birlikte, bu çocuklara yönelik ayrımcılığın önüne geçmek için farklı kültürler bir arada başlığı
altında Suriye’den ve Gürcistan’dan göçmen çocuklara yer verilmiştir. Aynı zamanda Hayat
Bilgisi 1. Sınıf Ders Kitabı’nda da ülkemizde savaş ya da başka zorunlu nedenlerden dolayı
göç eden çocuklar ile birlikte yaşarız denerek bu çocukların farklı kültürlere sahip
olabilecekleri vurgulanırken onlara saygı duyulması gerektiği de ifade edilir (Alemdar, 2021,
s. 149-150). Hayat Bilgisi 3. Sınıf Ders Kitabı’nda benzer bir şekilde Suriyeli Arkadaşlarımı
Seviyorum metninde Affan ve Bilal adlı iki Suriyeli çocuktan söz ediliyor, metinde
çocukların çektikleri zorluklardan söz edildikten sonra el birliği ile bu çocuklara nasıl yardım
edildiği ifade edilmektedir (Ataşçı, 2021, s. 140-141). Özetle ifade etmek gerekirse mülteci
çocuklara yönelik MEB’in politikalarının, içermeci olduğu söylenebilir. Ancak bu
içermecilik demokratik toplum düzenin geliştirme amacından mı ya da İslamcı anlayıştan
kaynaklı olduğu muallaktır; çünkü partinin siyasal temsilcilerinin referansları daha çok dini
argümanlardır. Bu argümanların en başında da ensar ve muhacir özdeşleştirmesi gelmektedir.
Bununla beraber mülteci çocukları ulusal kimliğin bir parçası haline getirmenin önünde
bir dizi zorluk vardır. Touraine (1997, s. 330) bu zorluklara dikkat çekerek ulusun kolektif
bir özne olarak ortak bir belleğe sahip olduğunu ifade eder, bu nedenle ulusa yeni katılanlar
bazı zorlukla karşılaşacaklardır; çünkü bu kişilerin sadece topluluğun normlarını kabul
etmeleri yetmez aynı zamanda kolektif belleklerini bir tarafa bırakmak zorunda
126
kalacaklardır. Bununla beraber sadece ulusa yeni katılan göçmenler değil aynı zamandan
ulusal toplumun üyeleri de bu yeni gelenleri kabul etmekte zorlanacaklardır. Ekonomik
statülerini kaybetmeleri, bireyleri ötekilere karşı ön yargılı olmaya yöneltir. Bu da yeni
gelenlere karşı kendilerini koruma güdüsüne yönlendirir.
Kymlicka (2015, s. 1-10) bu tartışmalardan yola çıkarak göçmenlere karşı gösterilen
toleransın özellikle de ulusun daha alt kesimleri için bir adaletsizlik algısının oluşmasına
neden olabileceğini ancak yine de ulusal dayanışmanın refah devletinin biçimlendirilmesinde
önemli rol oynadığını bu nedenle göçmenlerinden bu dayanışmaya dâhil edilmesi gerektiğini
ifade eder. Miller (1995, s. 129-130) da benzer bir şekilde milliyetçiliğin, muhafazakârların
tasarladığı biçimde otoriter olmak zorunda olmadığını; ulusal kimliklerin sürekli bir
akışkanlık arz ettiğini fakat bu ulusların toplumsal bir çözülme yaşadıkları anlamına
gelmediğini ifade eder.
Ulusların temelde ihtiyaç duyduğu şey yeni gelen göçmenlerden mevcut politik durumu
kabul edip; geldikleri ülkenin toplumu ile diyalog halinde yeni ortak bir kimlik inşa
etmelerine olanak sağlamaktır. Bu açıdan liberal milliyetçiler topluma yeni katılanların yani
göçmenlerin ve azınlıkların ulusal kimlik inşa etme süreçlerini dâhil olmaları gerektiğini
bunun aynı zamanda farklı gruplar arasında dayanışma ağının güçlenmesini sağladığını
düşünürler (Banting, Kymlicka, Harell ve Wallace, 2019). Ancak hem liberal milliyetçiler
hem de anayasal yurtseverlik kuramlarının savunucuları her ne kadar göçmenlik sorununu
insan hakları çerçevesinde de ele alsalar da demografik yapıyı bozabilecek göç olgusunu
karşı çıkarlar; çünkü bu ölçekte bir göçün ortak bir ulusal kimlik potasında eritmek oldukça
güç olabilir. Örneğin Habermas (1994, s. 138) açısından demokratik bir anayasal devlet
göçmenleri, vatandaşlar ile aynı yaşam yolunu takip edebilmeleri için belirli bir düzeyde
asimile etme hakkına sahiptir. Ancak kontrolsüz göç politikaları uygulandığında yeni
gelenlerin ev sahibi topluma adapte olmaları oldukça güç olacaktır. Bu açıdan özellikle de
son yıllarda kontrolsüz göç olgusundan dolayı Türkiye’nin de böyle bir sorun ile karşı karşıya
kalma riski vardır; çünkü bu ölçekte büyük bir nüfusa ülkenin değerlerini eğitim aracılığıyla
benimsetmek oldukça zor olabilir.
127
Küreselleşme
Milliyetçiler küreselleşmenin ulusal kültürü zayıflatacağını düşünürken özellikle de
liberal çevreler ve İslamcılar ise küreselleşmenin günümüz dünyasının bir gerçeği olduğunu
savundular; çünkü küreselleşme bu çevreler için siyasal alanda hareket imkânı
sağlamaktaydı. Gülap’a (2003, s. 56) göre hem modernizm hem de seküler milliyetçiliğin
küresel çapta zayıflamasının bir sonucu olarak İslamcı hareketler tekrardan görünür bir hal
aldı. Türkiye’de ise İslamcı hareket, dünyadaki örnekleri gibi küreselleşme karşıtı değil,
aksine küreselleşen dünya düzeninde kendilerine yer bulabilmek için küreselleşme
argümanlarını kullandılar. İslamcılar postmodern kimlik siyaseti, çokkültürcülük gibi
düşüncelerin argümanlarını Kemalist modernleşmeyi eleştirme aracı olarak kullandılar. Bu
nedenlerden dolayı küreselleşme sürecine İslamcılar olumlu bakmışlardır; çünkü baskıcı
rejimlerden dolayı yer edinemedikleri kamusal alanlarda farklı kimliklere saygı ve
çokkültürlülük gibi söylemlerden dolayı kendilerine alan açmaya çalışmışlardır.
Bu dönemin İslamcılarını Bulaç (2005, s. 49) üçüncü nesil İslamcı hareket olarak
tanımlar. Ona göre 2000 sonrasında ortaya çıkan bu nesil dönüştürücü bir misyona sahip
olmakla beraber çoğulcu toplum, sivil inisiyatif gibi kavramları kullanmışlardır.
Küreselleşmenin etkisiyle dünyayı okuma biçimleri değişti. Farklı kimliksel söylemlere açık
hale gelen İslamcılık, kamusal alanlarda çoğulcu bir söylem biçim geliştirdi. Bunun en
önemli nedeni de küreselleşme ve AB üyeliği sürecidir. Bu açıdan AK Parti’nin
küreselleşmeyi savunması anlaşılabilir. İslamcılar içinde bulundukları otoriter milliyetçiliğe
karşı küreselleşmenin argümanlarını kullanarak kamusal alanlarda kendilerine yer bulmaya
çalışmışlardır. Dağı’ya (2010, s. 122) göre AK Parti 28 Şubat sürecinin devamında asker-
yargı kıskacında süregelen baskılara direnebilmek için insan hakları ve demokrasi söylemini
kullanmıştır, bu söylem ona demokratik alanda meşruiyet kazandırmayı sağlamıştır. Bunun
içinde liberal demokratlar ile ortaklaşma gereği duydu. Bu çerçevede Avrupa Birliği sürecini
de kullanarak, demokrasiyi yeniden tanımlayarak katılımcı demokrasi söylemini kullandı.
Bunun içinde küreselleşme söylemi uygun bir zemin sağlayabilirdi. Bu nedenle Partinin
küreselleşme sürecine yaklaşımı tartışmalıdır. Benzer bir tartışmaya eğitim alanında da
rastlanmaktadır.
128
Küreselleşmenin savunucuları ile milliyetçiler arasında 17. Milli Eğitim Şurasında
rastlanmaktadır. Ulusal Eğitim Derneği Başkanı AB değerlerine ve Küreselleşmeye karşı
çıkar. Temel argümanı eğitimin ulusal olması gerektiğidir, bu açıdan iyi bir eğitim sistemi
için AB’ye ihtiyaç duyulmadığını dile getirir. Ona göre Avrupa Birliği ve küreselcilik ulusal
kimlik için oldukça zararlıdır. Eğitim Sen’in hazırladığı rapora referans vererek Ders
Kitaplarının insan haklarına saygılı olmadığı şeklinde raporlar hazırlandığı ve bunun ulusal
kimliğe zararlı olduğunu ifade eder. Bu iddialara cevap olarak Hüseyin Çelik vatanın
sevgisine ve insan haklarının önemine vurgu yaptıktan sonra. Ulusalcılığı söyle tanımlar.
Bakınız askeri birliklerin üzerinde şöyle bir şey yazar “Vatanını en çok seven,
işini en iyi yapan insandır.” Bu milleti sevmek; bu milletin ruh ve mana köküne bağlı
olmak; bunlara sahip çıkmak vatanperverlik, Milliyetçilik farklı bir şeydir, bir ideoloji
haline getirilen ve adına ulusalcılık denen ideoloji farklı bir şeydir. Ben o ideolojiye
karşıyım (Millî Eğitim Bakanlığı, 2007a, s. 256-259).
Şura’da Avrupa değerlerinin Türkiye’nin değerleri ile uyuşmadığını tartışması yaşanır
katılımcılardan biri bu iddiaya karşı çıkar ona göre Avrupa Birliği değerleri Türkiye’nin
demokratikleşme projelerinden biridir. Bu değerler demokrasi ve insan haklarına saygı,
hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü azınlıklara saygıdır. (Millî Eğitim Bakanlığı, 2007a).
Sonuç olarak Şura’da küreselleşme süreci ile ilgili kararlar alınır.
Küreselleşme süreci eğitimcilerin de desteğini aldı. Örneğin Akyüz’e (2007, s. 429) göre
küreselleşme ulusal eğitim ile çatışmaz aksine ulusal eğitim küreselleşen dünyaya bilgi
toplumuna ayak uydurduğu sürece başarıya ulaşacaktır. Tezcan (2002, s. 449) küreselciliğin,
yerelliğin karşıtı olarak görülmemesi gerektiğini, farklı kültürlerin demokrasi anlayışları ile
tanışmak bir ölçekte küresel bir demokrasi anlayışının gelişmesine yardımcı olabileceğini
bunun aynı zamanda etkili bir vatandaşlık anlayışı da sağlayabileceğini ifade etmektedir.
Okul, küreselleşen dünyanın evrensel değerleri ile çelişmeyecek bir ulusal kimlik inşa
etmelidir.
Sonuç olarak küreselleşme ve Avrupa değerleri müfredatın bir parçası haline geldi. 2005
yılında davranışçı yaklaşım bir tarafa bırakılarak yapılandırmacı yaklaşıma dayalı olarak yeni
eğitim programları yapılarak yeni ders kitapları dağıtılmaya başlandı. Yeni program
hazırlanırken Talim ve Terbiye Kurulu, akademisyenlerin ve farklı sivil toplum
kuruluşlarının da görüşünü almak için toplantılar düzenledi. Bu çerçevede yeni programların
129
hem Avrupa Birliği’ne hem de milli manevi değerler ile uyumlu olduğu vurgulandı (Çayır,
2009).
Durgun (2011, s. 308) 2006 yılında Sosyal Bilgiler eğitim programların küresel
vatandaşlık eğitimin bir hedefi olarak belirlendiğini, coğrafya ders kitaplarında İşçi Göçleri,
Küresel Kentler, Kimlik gibi konular işlenmeye başlandığını söyler. Ders kitaplarında artık
“ulus ve vatan” değil “dünya ve bölge” merkezli bir anlayış görülür. Tezcan’ın (2002, s. 53)
da ifade ettiği gibi bunlarla beraber küreselleşme sürecinin bir parçası olarak Erasmus gibi
öğrenci değişim programları kapsamında yurt dışına öğrenciler gönderildi.
2011 yılında 652 sayılı KHK ile Eğitim sisteminin amaçlarından Atatürk milliyetçiliğine
bağlılığına ek olarak “Küresel düzeyde rekabet gücüne sahip ekonomik sistemin gerektirdiği
bilgi ve becerilerle donatarak geleceğe hazırlayan eğitim ve öğretim” hedefi getirildi
(Okçabol, 2013, s. 209).
Ders kitaplarında başta Hayat Bilgisi olmak üzere küresel yurttaşlık teması
işlenmektedir. Sosyal Bilgiler 7. sınıf ders kitabında ise Küresel Bağlantılar ünitesine yer
verilmiştir. Bu ünite altında Türkiye’de ve Dünya’da Barış, İnsanları Tanıyoruz ve Küresel
Sorunlara Çözüm Üretiyorum gibi konulara yer verilmiştir. Bu ünitede özellikle de BM,
NATO, UNESCO, AGİT, Avrupa Konseyi, İslam Birliği Teşkilatı, Türk Konseyi gibi
uluslararası teşkilatların önemine değinilmiştir (Gültekin, Akpınar, Nohutcu, Özerdoğan ve
Aygun, 2019, s. 220-238). Küreselleşme en nihayetinde müfredatın bir parçası oldu.
Küreselleşme kavramının ekonomik, politik, kültürel ve dilsel olmak üzere birçok farklı
boyutu vardır. Genel olarak milliyetçiler tarafından küreselleşme bir ölçüde homojenleştirici
bir anlam içerdiği ayrıca yerel kültürleri zayıflattığı için kötücül olarak görülebilir.
Küreselciler artık ulus devletin eski etkisini yitirdiğini ve sınırların önemini kaybettiğini, ulus
devletlerin kendi sınırları içerisindeki sosyal yaşamı bile belirleyemediklerini; çünkü
dünyanın küçük bir köy haline geldiğini iddia ederler. Bu çağda ulus ötesi organizasyonlar
daha önemlidir (Steger, 2003, s. 61-64).
Liberal milliyetçiler küreselleşme karşıtı olmasalar da ulusal aidiyetleri öncelerler.
Örneğin Miller (2007, s. 25) bireyi dünya vatandaşı olarak kurgulamanın onu kendi siyasal
130
bağlamında koparmak anlamına geleceğini iddia eder. Miller’a (2005, s. 26) göre bir ulusun
kendi toplumuna karşı olan yükümlülüğü insanlığa karşı olan yükümlülüklerinden daha özel
bir anlam ifade eder fakat bu insanlığa karşı yükümlülüklerimiz olmadığı anlamına gelmez,
daha çok kendi ulusal sınırları içerisindeki sorunlar ile ilgilenmek anlamına gelir.
Liberal milliyetçilik açısından ulusal dayanışma aynı zamanda toplumsal adaleti de
sağlayabilir çünkü ulus devlet bir yandan dayanışma ağlarını örerken bir yandan da toplumsal
adalet ilkelerini çiğneyenleri cezalandırma gücüne sahiptir. Bu nedenle toplumsal adalet
ulusal politik toplum ile sınırlı olmalıdır fakat bu bütünüyle ulusal sınırların dışında
toplumsal adalet ile ilgilenmemek anlamına gelmemelidir (Miller, 1999, s. 19-20). Örneğin
Mazzini (2009, s. 54-60) açısından milliyetçilik ve kozmopolitizm birbirlerini dışlayan şeyler
değildir aksini birbirlerini tamamlar. Bir yurttaş kendi ulustaşlarını sevdiği gibi bütün
insanlığı da sevebilir. Çünkü onun açısından toplumsal bütünlük mümkün olan en geniş
açıdan değerlendirilmelidir. Mazzini en nihayetinde bir tür olarak insanlığın bütünlüğünü
savunur; çünkü bütün insanlık evrensel hukukun bir parçasıdır. Ancak yine de liberal
milliyetçiler ulusal olanı öncelerler.
Canovan (1996, s. 115) da benzer bir şekilde politik toplumun ideal bir versiyonunun
belirli bir zaman ve mekân ile sınırlı olduğunu ifade eder. Benzer bir şekilde Tamir (2019, s.
155) de milliyetçiliğe alternatif olduğu düşünülen küreselciliğin, milliyetçiliğin yerine
geçemediğini çünkü insan olmanın en temel ihtiyaçlarını gidermede yetersiz olduğu görüşü
savunur çünkü insanların özel bir topluma ait olmaya ihtiyaçları vardır. Küreselleşme ise
insanı yersiz yurtsuz hale getirdiği için insanın bu ihtiyaçlarına cevap vermez.
Bu nedenle liberal demokrat teorisyenler her ne kadar evrensel insan hakları açısından
düşünseler ve ulus devleti tarih dışı ve kötücül olarak görseler de küreselleşmeye meyilli
yönetim biçimlerinin, gücün nasıl yönetileceği gibi önemli bir sorunu henüz çözemediler.
Liberal-demokratlar bile anayasal bağlılıktan söz ederken bizim anayasamız derler. Kolektif
kimlik, liberal demokratlar için önemli bir sorundur. Etkili bir kolektif kimlik var etmek için
elimizde hala ulus dışında bir şey yoktur (Canovan, 1996, s. 80). Bununla beraber liberal
milliyetçiler küreselleşen dünyanın farkındadırlar. Bu nedenle Miller (2007, s. 18-20) küresel
adaletin, devletleri kendi egemenliklerinden ya da ulusal kültürlerinden vazgeçerek
131
sağlanamayacağını belirtir. Bu uyum ancak farklı ulusal devletlerin ilkeler bazında uzlaşması
ile sağlanabilir.
Anayasal yurtseverlik kuramının savunucuları ise bir siyasal topluluk olarak belirli
politik değerlere sahip olmanın önemin farkında olmak ile birlikte ulus ötesi organizasyonları
da önemserler. Bu açıdan bireyin hem ulus devletin vatandaşı hem de bir dünya vatandaşı
olması arasında bir çelişki görmezler. Habermas (2012, s. 85-86) bu çerçevede Kant’ın dünya
vatandaşlığı tanımını tartışır. Ona göre Kant devletin olmadığı bir dünya vatandaşlığı değil
devletlerin oluşturduğu bir federasyon tasarlamıştır. Habermas, Kant’ın düşüncesini yeniden
yorumlayarak her bireyin hem bir dünya vatandaşı hem de hukuksal anlamda bir devletin
vatandaşı olabileceği görüşünü savunur; bunlar arasında sanıldığı gibi çelişki yoktur.
Benhabib (2006, s. 48-49) de benzer bir görüştedir ona göre de Kant bütün insanların yasal
çerçevesinde bir araya geldikleri belli bir sivil düzenin parçası olarak kurgular ancak Kant’ın
kozmopolit yurttaşları evrensel dünya düzenin bir parçası olsalar da kendilerine ait bir
cumhuriyete ihtiyaç duyarlar.
Küreselleşmenin ulus devletlerin yapısına zarar verip vermediğinden bağımsız olarak
bazı küreselleşme araştırmacıları ulus ötesi organizasyonları sayesinde yerel demokrasilerin
farklı demokrasiler ile karşılaşmaları neticesinde, kendi dar alanlarından sıyrılıp daha
kozmopolit değerlere sahip olan bir demokratik anlayış geliştirebileceğini düşünürler. Politik
küreselleşme, kozmopolit bir demokrasini ortaya çıkmasını sağlarken farklı kimlikler saygı
ve tolere edebilirliği geliştirebileceği şeklinde olumlu bir görüş vardır (Steger, 2003, s. 67-
68). Keyman (2012, s. 235) bu açıdan küreselleşme sürecinin çokkültürlülük ile ilgili
olduğunu ifade etmektedir. AK Parti ise küreselleşmeyi daha çok çokkültürlülük ve dünya
yurttaşlığı gibi söylemler aracılığıyla eğitim alanında kendine alan açmada kullanmış olduğu
söylenebilir çünkü ilerde görülebileceği gibi parti eğitim alanında 15 Temmuz sonrasında
küreselleşmenin argümanlarını bir tarafa bırakarak oldukça milliyetçi bir çizgiye evrilmiştir.
Bununla beraber AK Parti bu dönemdeki demokrasi ve çoğulculuk gibi argümanlarını da bir
tarafa bırakarak eğitim alanını İslamileştirmeye yönelmiştir.
132
Muhafazakâr Demokrasiden İslamcılığa
AK Parti, Avrupa Birliği sürecinde hak söylemini kullanmasının yanı sıra Türkiye’deki
laiklik yorumlarını da eleştirmiştir. Bunun içinde Türkiye’de laikliğin, dinin devlet işlerinden
ayrılması anlamında değil daha çok dinin devlet tarafından baskı altına alındığı argümanını
kullanmıştır. Bu iddiadan bağımsız olarak Türkiye’de laiklik kavramı hep tartışmalı
olmuştur. Ortaylı’ya (2000, s. 132) göre Türkiye’de laikleşme süreci 1876 Anayasasına kadar
geri götürülebilir çünkü bu anayasada Hristiyan yurttaşların da yönetime katılması
öngörülüyordu. Fakat laikleşme süreci çoğunlukla sancılı olmuştur çünkü Gökalp’tan beri
İslam, Türk ulusal kimliğinin bir parçası olmuştur. Gökalp (2003, s. 132), İslam’ın toplumsal
yaşamın normlarını belirlemesine karşı olsa da dinin toplumsal birlik ve beraberliği
sağlamada rol oynadığının farkındaydı. Bu nedenle önce ulustaşımızı sonra dindaşımızı en
nihayetinde bütün insanlığı sevmemiz gerektiğini ifade etmekteydi.
Türkiye’de özellikle eğitim alanında kapsamlı laikleşme süreci Mustafa Kemal
döneminde gerçekleşti. Mardin’in (1991, s. 282) de ifade ettiği gibi eğitim sistemi
Durkheim’ci görüş etkisi altında, milliyetçi temelde, organik bir dayanışma yaratma amacı
gütse de erken cumhuriyet döneminde bunda kısmen başarılı olabilmiştir; çünkü eğitim
yaygınlaştırılması ile birlikte kırsal ve taşralı olanın eğitim sistemine dâhil olması ile kendi
düşüncelerini eğitim sisteminin içine taşımışlardır.
İslam, Mustafa Kemal sonrasında ise tekrardan Türk kimliğinin kurucu bir unsuru
olmaya başlamıştır. Geçkal Eroler’in (2019, s. 302) belirttiği gibi Topçunun yazdığı Maarif
Davası AK Parti döneminin eğitim politikalarının da bir simgesi olmuştur. Özellikle de Türk
İslam düşüncesinin öncüsü olan Topçu’nun (1997) düşünceleri eğitim alanında etkili
olmuştur. Ona göre okul millettin değerlerinden kopuk salt işçiler yetiştirmekte, çocuklara
bir karakter aşılamamaktadır. Amerikan eğitim sisteminin taklit etmekten ibaret olan bu
sistem İslam’a ve Anadolu ahlakına aykırıdır. O yüzden çocuklar vatanseverlik, milliyetçilik
ve ahlak gibi değerlerden yoksun olarak yaşıyorlar. Onun felsefesinde Türklük ve
Müslümanlık birbirlerini dışlayan değil birbirlerini tamamlayan kavramlardır. Bu anlayışa
göre ideal nesli eğitmek gerekir ki burada okul ne medresedir ne de salt Batının bir taklididir.
Okul ilhamını Kuran’dan almalı ama ruhu Anadolu’ya ait olmalıdır.
133
Topçunun resmettiği gibi olmasa da eğitim sisteminde İslam zaten Türk ulusal
kimliğinin bir bileşeniydi. Örneğin Kafesoğlu (1970, s. 278) İslam’ı Türk ulusal kimliğini
oluşturan unsurlarından biri olarak tasvir eder. Ona göre Türk milliyetçiliği laik olmakla
beraber din karşıtı değildir. Copeaux (2000) gösterdiği gibi İslam 1980’li yıllardan sonra da
Türk kimliğinin bir parçasıydı. Bu bağlamda her ne kadar Millî Görüş Hareketi İslamcı
olarak tanımlansa da diğer siyasal partiler tarafından da İslam, Türk ulusal kimliğinin bir
parçası olarak görülüyordu. Örneğin hem Özal hem de Demirel’in partileri, taşradaki İslami
gruplar ile yakından ilişkiler kurmuş onlardan oy almışlardır (Yavuz, 2005, s. 291-292).
İslamcılar açısından ise Türk İslam sentezi problemlidir; çünkü bu sentezin bir bileşeni
de laikliktir. Bir başka deyişle Yavuz’un (2009, s. 146) da belirttiği gibi Türkiye’de din laik
cumhuriyetin kontrolü altındadır. Sekülerizm, Türkiye’de Fransa ve Amerika örneklerinde
olduğu gibi din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak algılanmadı bunun yerine daha
çok dinin devlet kontrolünde olması gerekliliği şeklinde yorumlandı. Bu nedenle
Türköne’nin (1994, s. 5) de ifade ettiği gibi Türkiye’de uygulanan model Batılı anlamda bir
laiklik modeli değildir. Bu model laikliği savunanlardan ziyade İslamcılar tarafından
eleştirildi.
AK Parti iktidara geldiği yıllarda yeni bir laiklik tartışmasına girişti buna göre otoriter
olmayan milletin değerleri ile barışık bir laiklik anlayışı geliştirilmeliydi. Aynı zamanda
Milli Görüş gömleğini çıkardığını ilan eden parti, laik kesimleri de endişelerini göz önüne
bulundurmaya çalıştı. Akdoğan (2004, s. 81) yeni bir muhafazakârlık tanımlaması yapmaya
girişti. Ona göre muhafazakârlık dini, ideolojik bir yaklaşım olarak görerek toplumu
dindarlaştırma amacı gütmez. Akdoğan’ın bu söylem biçimini benimsemesinin temelinde
kamusal alanda dine alan açmaya çabalamasıdır. Benzer bir tartışmayı anayasal yurtseverlik
kuramının savunucuları da yaparlar. Örneğin Habermas ve Rawls kamusal alanın bütünüyle
seküler değerlere dayanması gerektiğini düşünüyorlardı. Ancak hem Rawls hem de
Habermas dini, kültürlerin kamusal alanlarda daha görünür hale gelmeleri nedeniyle dini
söylem biçimlerine kamusal alanlarda yer bulmaya çalıştılar.
Rawls (2006) daha önce kamusal alandan dışladığı dine bir yer bulmaya çalışır. Ona
göre herhangi bir dini anlayış seküler bir dil kullanması halinde kabul edilebilir. Rawls (2007,
s. 23-25) benzer bir şekilde din gibi farklı otoriteleri benimseyenlerin aynı zamanda
134
demokratik rejimleri nasıl kabul edebileceklerini sorunsallaştırılmaktadır. Buna göre makul
kapsamlı doktrinler liberal bir karaktere sahip olmasalar da kabul edilebileceğini ifade
etmektedir. Habermas (2005, s. 103) da dinin, inanç gruplarının beklenmedik bir şekilde
artan önemine dikkat çekerek yurttaşların kamusal aklın seküler olduğunu farkında
olmalarının bir zorunluluk olduğunu ifade etmekle beraber bunun dindar yurttaşların kamusal
tartışmalarda, dini bir söylem kullanmaları önünde bir engel olmadığını düşünmektedir. Bu
şekilde dindar olan ya da olmayan yurttaşlar birbirlerinden bir şeyler öğrenebilirler.
Habermas’ın yapmaya çalıştığı şey dini kamusal tartışmaların bir parçası haline getirmektir.
Fakat en nihayetinde dindar yurttaşlar kamusal alanda seküler aklın önceliğini kabul etmek
zorundadırlar.
Calhoun (2017, s. 117-118) da kamusal alanın dini değerlere göre şekillenmesi ile dini
argümanların kamusal tartışmalarda kullanılabilmesi arasındaki meşru bir zemin nasıl
olabileceğini tartışır. Ona göre kamusal kültür bu farklılıkların iletişimi ortaya çıkacak bir
kültür inşa etme açısından önemlidir; çünkü ona göre din kamusal aklın bir parçasıdır ve din
kamusal tartışmaların dışında bırakılamaz. Benhabib (2006, s. 203), bu tartışmalardan yola
çıkarak kamusal alanın çoğulculuğuna dikkat çekerek yaşam biçimleri bütünüyle farklı
olanların bir arada yaşamayı öğrenmek dışında başka bir alternatifi olmadığını ifade
etmektedir. Bununla beraber Habermas (1994, s. 133-134) bütün dini argümanların kabul
edilebileceğini savunmuyordu. Ona göre çokkültürlü bir toplumda ulusal anayasa yalnızca
köktenci olmayan kültürleri tolere edebilirdi; çünkü köktenci kültürleri kabul etmek
demokratik toplumsal yaşamın yok edilmesini kabul etmek anlamına gelmektedir.
AK Parti ilk döneminde bu argümanları kullandı. Akdoğan (2004b, s. 29) Avrupa Birliği
ve cumhuriyetçi bütünleşme ile ilgili olarak Habermas’a gönderme yaptı; bununla birlikte
AK Parti kamusal alanda, dini söylemlere yer bulma çabası daha sonra kamusal alanın
bütünüyle dinselleştirilmesine evrildi. Koyuncu’ya (2014, s. 157-165) göre AK Parti
kendisini ulusun yerine koydu. Partinin temel sloganı “Biz Bize Benzeriz” oldu. Bu
varsayıma göre seçkinler ve halk ayrımı yapıldı. Halk daha çok muhafazakâr, dini değerleri
benimseyenlerden oluşuyordu. Seçkinler de laik cumhuriyetçilerdi. Türk ulusunu oluşturan
bu seçkinler değil Müslüman Anadolu halkıydı. Dolayısıyla eğitimin amacı da milletin
135
değerlerini benimseyen bireyler yetiştirmek olmalıydı. Bu da Dindar Nesil” olarak
adlandırdı (Gençkal-Eroler, 2019). Bu durum laikliği savunanların tepkisine neden oldu.
Laikliği savunanlara göre parti gizli bir ajandaya sahipti, asıl amacı laikliği ortadan
kaldırmaktı. 17. Milli Eğitim Şurası’nda da bu tartışmalara rastlanmaktadır. Ancak Hüseyin
Çelik bu iddiaları kesin bir dille reddetti (Millî Eğitim Bakanlığı, 2007a, s. 283). Bununla
beraber Şurada, eğitimde dini argümanlar yoğun bir şekilde kullanıldı. Bu duruma paralel
olarak 18. Millî Eğitim Şurasında eğitimde İslamlaşma eğilimleri daha açık bir şekilde
görülür. Şura tartışmalarında AB değerlerine eskisi kadar vurgu yapılmadı. Değerler eğitimi
daha çok dini bir çerçevede tartışıldı. Katılımcıların çoğu din kültürü öğretmeni ya da İmam
Hatip Liselerinde görevli öğretmenlerdi. Tartışmalar daha çok değerler eğitiminin dini bir
zemine nasıl oturtulacağı üzerine yoğunlaştı (Milli Eğitim Bakanlığı, 2011b, s. 204-210). Bu
çerçevede bazı katılımcılar Kuran-ı Kerim’in değerler eğitimi kapsamında okutulmasını
savundu ancak komisyon başkanı mevcut yapının henüz böyle bir şeye hazır olmadığını ifade
etti (Milli Eğitim Bakanlığı, 2011b, s. 243). Bu gelişmelere paralel olarak Ünder’in (2012, s.
41) de ifade ettiği gibi dindar nesil idealinin gerçekleştirilmesi için kamusal alanın yeniden
düzenlenmesi gerekiyordu. AK Parti kamusal alanda dini söyleme yer bulma iddiasıyla
başladı fakat en nihayetinde kamusal alanı dönüştürmeye yöneldi.
Parti birçok farklı uygulama ile eğitim alanını düzenlemeye yöneldi. Örneğin Seçmeli
Siyer ve Kuran dersleri seçmeli statüsünde olsalar da seçilmeleri için özellikle çaba sarf edildi
(Okçabol, 2013, s. 240). Hükümetin yanı sıra hükümete yakın bir sendika olma özelliğiyle
bilinen Eğitim Bir Sen de bu derslerin okullarda seçilmesi için özel bir çaba sarf etti
(Gençkal-Eroler, 2019, s. 158). Bununla beraber AK Parti döneminde birçok İslamcı sivil
toplum kurumları kamunun kaynakları kullanarak desteklenmiştir. Örneğin MEB 2017
yılında İslamcı vakıflar olan Ensar Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti ve Birlik Vakfı ile protokol
imzaladı. Bu protokollere MEB’in bu vakıflara karşı yükümlülükleri vardır.
Protokol kapsamında yapılacak faaliyetler ilgili Vakıf ile ortaklaşa belirlenen
kulüplerin ortaöğretim kurumlarında kurulmasına imkân tanır.
Protokol kapsamında yapılacak faaliyetlerle ilgili taşra teşkilatı ile gerekli
olan koordinasyonu sağlar.
Protokol kapsamında yapılacak olan sanatsal, sportif, sosyal kültürel, bilimsel
ve teknolojik gelişimi desteklemeye yönelik eğitim, seminer, proje, gezi, kitap
136
okuma, yarışma, kamp gibi etkinliklere yaygın ve örgün eğitimdeki
kursiyer/öğrencilerin katılımı konusunda Vakıf ile koordineli çalışır (Eğitim İş,
2017).
Bu protokole Eğitim Sen yargıya taşıdı yapılan itiraz sonucu Danıştay 8. Dairesinin
aldığı kararla iptal edildi (Eğitim Sen, 2020). Ancak bu yargı kararlarına rağmen MEB farklı
İslamcı dernek vakıflar ile halen farklı ölçeklerde de olsa iş birliği protokolleri yapmaktadır.
Bir diğer uygulama da AK Parti döneminde Kutlu Doğum etkinlikleri, çevreden merkeze
doğru gelmesidir. Kamusal alanlarda bu etkinlikler daha görünür bir hal aldı. Bazı liselerde
Kutlu Doğum de facto bir şekilde kutlandı. Koyuncu’ya (2014, s. 182-183) göre bu
etkinliklere temel itiraz noktası bu etkinliklerin ulusal bayramlara alternatif olarak inşa
edilmeye çalışılmasıdır. Ancak daha önce de facto şekilde kutlanan bu etkinliklere 19. Milli
Eğitim Şurası’nda belirli gün ve haftalar kapsamına alınmasına karar verildi (Millî Eğitim
Bakanlığı, 2019). Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından belirlenecek bir haftada Mevlidi Nebi
haftası olarak belirli gün ve haftalar çizelgesine eklendi. Bu çerçevede Topçunun tahayyül
ettiği okul tipolojisi tedricen inşa edilmeye çalışıldı. Bunların en başında da İmam Hatip
Okullarının ayrıcalıklı konum getirilmesi gelmektedir.
İmam Hatip Okulları
Türkiye’de din eğitimi veren okullar olarak İmam Hatip okullarına yaklaşım tarihsel
süreç içerisinden oldukça farklı dönemlerden geçmiştir. Bunun temel nedeni bu okulların salt
dini eğitim veren okullar olarak görülmemesinden kaynaklanmaktadır. Özgür (2015, s. 60)
imam hatip okullarının Türkiye’de iki zihniyet savaşının ortasında yer aldığını ifade
etmektedir. Bu iki zihniyet laik çevreler ile İslamcılardır. İmam Hatipler her ne kadar meslek
okulları kategorisinde olsalar da hiçbir zaman salt imam yetiştiren okullar olarak algılanmadı.
Topçuya (1997, s. 164) göre imam hatipler zamanında meslek olarak açılmıştır ama din bir
meslek değildir. Bu okullar asıl amaçlarına hizmet etmelidirler. Din öğretiminin yanı sıra en
az bir batı dili, felsefe ve sosyoloji dersleri de okutulmalıydı. Bu nedenle İmam Hatipler bir
ölçüde muhafazakâr camia açısından dini ve dünyevi bilginin bütünleştiği okullardır. Bundan
kaynaklı olarak bu okullar üzerine yapılan tartışma çoğunlukla ihtiyaçtan ziyade laikliği
savunanlar ve İslamcılar arasında meydana gelen politik mücadelelerin merkezi olmuştur.
137
İmam Hatipler, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat kanunu
gereği olarak açıldı açılanlar daha sonra birer ikişer 1927 yılında kapandı (Sakaoğlu, 1992,
s. 27). 1950-51 yıllarında imam-hatip ortaokulları ve liseleri 19 yıl kapalı kalmalarının
ardından tekrar açılmaya başladılar; zamanla da sayıları artmaya devam etti (Akyüz, 2007, s.
352). 1980 darbesinden sonra darbeciler her ne kadar eğitim alanında Atatürk milliyetçiliğini
yaygınlaştırılmasını savunsalar da din eğitimi vermenin de toplumsal birlik ve beraberliği
sağlayacağını düşünüyorlardı bu nedenle Din Kültürü dersini Anayasa ile zorunlu hale
getirirken İmam Hatip okullarının açılmasını da teşvik ettiler.
Özal döneminde eğitim alanında dinselleşme devam etti. Bu dönemde yabancı dil
eğitimine önem verilirken, imam hatip sayılarında ciddi bir artış meydana geldi (2012, s. 355-
356). Gülap (2003, s. 109) bu okulların İslamcılar üzerindeki etkisine dikkat çekerek 1980’lı
ve 1990’lı yıllarda İslamcı hareketlerin önderlerinin imam hatip kökenli olduğunu ifade
etmektedir. Bu okulların İslamcı hareketlerin insan kaynağını oluşturması nedeniyle 28
Şubat’ın mimarlarının hedefi haline gelmişlerdir. 28 Şubat 1997 yılında Milli Güvenlik
Kurulu’nun Refah Yol hükümetine bildirdiği karara istinaden kesintisiz eğitim 8 yıla
çıkarılmış imam hatiplerin ortaokul kısmı kapatılmış. İmam hatipler katsayı engeline takılmış
bu da haliyle imam hatiplere yönelik ilgiyi azaltmıştır (Akyüz, 2007, s. 373). Bu şekilde
imam hatiplerin önü kesilmiştir. Ancak AK Parti’nin 2002 yılında iktidara gelmesiyle birlikte
bu okullar tekrardan canlanmaya başlamıştır (Özgür, 2015).
Akyüz’e (2007, s. 373) göre 2003 yılında yani AK Parti’nin iktidara geldiği ilk yıllarda
536 İmam hatip lisesi ve bu okullarda okuyan 105000 öğrenci vardı. Bu sayı gittikçe
artacaktır; çünkü pek çok AK Partili yetkili imam hatipleri en gözde okul haline
getireceklerini ifade etmektedirler; çünkü partinin en önemli vaatlerinden biri de bu okulların
önündeki engellerin kaldırılmasıydı. Özgür’ün (2015, s. 145) de ifade ettiği gibi imam
hatipliler ile AK Parti arasından ilişkiler oldukça değişkendir. Ak Parti’nin birçok
yöneticisinin İmam Hatipli olmasının yanı sıra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da
imam hatipli olması, imam hatip camiası tarafından saygın bir yere sahip olmasını
sağlamıştır.
AK Parti bu okullara yönelik engellerin kaldırılması için ilk olarak 2004 yılında katsayı
engelini kaldırmak istedi ama bu büyük tepkiler ile karşılandı. Genel Kurmay laikliği
138
zedeleyeceğini açıkladı; üniversite rektörleri Anıtkabir’e yürüdüler. Yasa TBMM’den geçse
de Cumhurbaşkanı tarafından reddedildi. 2006 yılında imam hatip lisesi mezunlarına ayrıca
açık öğretim diploması vererek bu sorun çözülmeye çalışıldı ancak bu yönetmeliğin
yürütülmesi de Danıştay tarafından durduruldu (Akyüz, 2007, s. 373-374).
2009 yılında YÖK katsayı farkını kaldırdı. Ancak Danıştay’a açılan dava sonucu
katsayılar tekrar düzenlenmiştir. 2012 yılında İmam hatiplerin orta kısımları tekrardan 4+4+4
kapsamında açıldı. Bu uygulamaya bazı veliler itiraz etti çünkü bazı okullar velilerin
görüşleri alınmadan imam hatip ortaokuluna dönüştürülerek burada okuyan çocukların
kayıtları da otomatik olarak bu okullara yapıldı (Gençkal-Eroler, 2019, s. 150). Ancak bu
itirazlar bir sonuç vermedi AK Parti bu okulların önündeki engelleri kaldırmak ile yetinmedi
bu okulların gelişmesini teşvik etti. İmam hatipler modern muhafazakâr bir nesil inşa etmek
için yeniden inşa edildi. Bu okullarının sayısı artarken bu okullar siyasal irade tarafından
doğrudan desteklendi. Buna göre; bu okullardan mezun olan gençler organik entelektüeller
olarak dindar nesil yetiştirilmesine hizmet etmeleri beklenmekteydi (Coşkun ve Şentürk, s.
170).
AK Parti öğrencilerin imam hatip okullarını seçmeleri için bu okulları özel olarak
desteklemektedir. Kimi zaman ücretsiz servis ve yurt tesis ederken okul yöneticileri ve cami
imamları bu okulların seçilmesi için özel çaba göstermektedir (Okçabol, 2013, s. 248). Parti
bunları yaparken zaman zaman AB politikalarını da kullanmaktadır. Örneğin AB ve OECD
ülkelerinin meslek liselerini geliştirilmesi politikası gereğince genel liseleri kaldırarak
liselere giriş sınavı ile öğrencileri Anadolu liselerine, bu puanları alamayanları ise imam hatip
liselerine yönlendirildiler (Gençkal-Eroler, 2019, s. 95-98). Mesleki ve Teknik liselerinin
geliştirilmesi düşüncesi en çok imam-hatipleri geliştirme ve onları avantajlı konuma getirme
amacı güttüğü görülebilmektedir.
Eğitim Sen MEB Örgün Eğitim İstatistikleri Işığında Eğitimin Durumu başlığı altında
bir rapor yayınladı. Aşağıda yıllara göre bu okulların sayısında ve bu okullara kayıt yaptıran
öğrenci sayılarında meydana gelen değişim gösterilmektedir.
139
Tablo 3.
İmam Hatip Ortaokulları Yıllara Göre Öğrenci Sayısı
Bağımsız
İHO
İHL içinde
İHO
Toplam
İHO
Öğrenci
Sayısı
2012/’13
730
369
1099
94.467
2013/’14
946
415
1361
240.015
2014/’15
1219
378
1597
385.830
2015/’16
2326
345
2671
651.954
2016/’17
2326
345
2671
651.954
2017/’18
2859
427
3286
723.108
2018/’19
2847
547
3394
761.785
2019/’20
2822
615
3.437
777.439
2020/’21
2758
669
3427
714.297
2020/’21
396
127.280
8.232
8.232
Tablo 4.
İmam Hatip Liselerinin Yıllara Göre Öğrenci Sayısı
Eğitim Yılı
Öğrenci Sayısı
Okul Sayısı
2002/’03
71.100
450
2003/’04
90.606
452
2004/’05
96.851
452
2005/’06
108.064
453
2006/’07
120.668
455
(Devam ediyor)
140
Tablo 4. (Devam)
İmam Hatip Liselerinin Yıllara Göre Öğrenci Sayısı
2007/’08
129.274
456
2008/’09
143.637
458
2009/’10
198.581
465
2010/’11
235.639
493
2011/’12
268.245
537
2012/’13
380.771
708
2013/’14
474.096
854
2014/’15
546.443
1.017
2015/’16
555.870
1.149
2016/’17
506.516
1.452
2017/’18
514.806
1.604
2018/’19
498.002
1623
2019/’20
495.659
1650
2020/’21
568.175
1672
İstatistiklerde de görüldüğü gibi hem İHL hem de İHO okullarında sayısal bir artış
olmuştur. Eğitim Sen raporuna göre farklı liseler ve ortaokullarda sınıflar oldukça kalabalık
olmasına rağmen ve ayrıca talep olmamasına rağmen yeni imam hatipler yapılmaktadır.
Rapora göre bu okulların geliştirilmesi için devlet imkânları seferber edilirken Milli Eğitim
Bakanlığı ’da özel gayret göstermektedir. Diğer kamu okullarına yeteri kadar ödenek
verilmezken bu okullar ödenek talepleri ise karşılık bulmaktadır. Bu okullar kamunun diğer
okulları karşısında oldukça ayrıcalıklı konumdadırlar (Eğitim Sen, 2022, s. 14). AK Parti bu
okulların önündeki engelleri kaldırmak ile yetinmemiş öteki kamu okulları karşısında
avantajlı duruma getirmeye çalışmaktadır; bu ise eğitimde toplumsal adalet açısından
141
oldukça sorunludur çünkü toplumun belirli kesimlerini dezavantajlı konumlarından çıkarmak
yerine ötekilere karşı avantajlı duruma getirmeyi amaçlamaktadır.
İmam Hatipliler geçmişte dezavantajlı konuma düşürülmüşlerdir bu okulların önündeki
engellerin kaldırılması toplumsal dayanışma açısından önemli olmakla beraber MEB bu
okulların önündeki engelleri kaldırmakla kalmadı aynı zamanda bu okulları diğer kamu
okulları karşısında avantajlı konuma getirmeye çalışmaktadır. Bazı okullar imam hatiplere
dönüştürülürken veliler de çocuklarını bu okullara göndermek zorunda bırakıldılar (Çelebi,
2013).
Liberal bir devlette din okullarının yerinin ne olması gerektiği tartışmalıdır. Özellikle de
seküler değerlere dayalı bir devlette bu okulların ekonomik olarak desteklenmesi temel
sorunlardan biridir. Bu durum seküler ve otonom yurttaşlık algısını geliştirmek isteyen
devletler açısından bir sorun teşkil eder. Laik bir toplumda dini okulların eğitimde yerinin ne
olması gerektiği konusunda farklı yaklaşımlar vardır. Örneğin Fransa’da bütün dini
sembollerin okul dışında tutulurken, Hollanda ise belirli düzenlemeler çerçevesinde bazı dini
okulları destekler. İngiltere uzun tartışmalardan sonra Hristiyan ve Yahudi okullarının yanı
sıra İslami okulları da fonlama kararı aldı. Kanada ise sadece Katolik okulları
desteklemektedir (Feinberg, 2006).
Macmullen (2007) bu okulların demokratik devletin doğasına aykırı olduklarını düşünür
çünkü her ne kadar bazı din okullarının eğitim müfredatı devlet politikaları ile örtüşse bile
demokratik devlet için bir tehlike oluşturabilirler; çünkü demokratik değerleri benimsemek
ile devlet otoritesine itaat etmek farklı şeylerdir. Örneğin Amerika’da Katolik okullar öteki
inançlardan da öğrenci kabul eder bu okullarda liberal olmayan ebeveynlerin tercihlerin
sonucunda çocuklara dini doğmalar aşılanarak seküler demokratik değerleri de
aşındırabilirler. Bu okullarda okuyan çocuklar kendi dar çevrelerine mahkûm edilirken bir
devletin devamlılığını sağlayabilecek yurttaşlık değerleri de zayıflayabilir; çünkü doğası
gereği dini doğmalar liberal çoğulcu toplumun yapısı ile bir çatışma içerisinde olabilir.
Çocuklar aynı zamanda devlet tarafından bu doğmalara karşı korunmalıdır. Demokratik bir
devletin devamlılığı ve sürekliliği için yurttaşlar karşılıklı tolerans ve saygı gibi politik
değerleri kazanmalıdırlar. Ancak dini okullar doğaları gereği bunu yapamazlar. Bu nedenle
ortak bir kamusal akıl ancak seküler okullar aracılığıyla inşa edilebilir. Örneğin Kymlicka
142
(1999) ayrı din okulları kurma fikrine karşı çıkar. Ona göre bu okullar ortak vatandaşlık
düşüncesinin ilerletilmesine engel oluşturacaklardır. Vatandaşların birbirlerinin kültürleri ve
inançları hakkında sadece bilgi edinmeleri değil aynı zamanda birbirlerini tanımaları
toplumsal uyumu güçlendirebilir. Bu nedenle yurttaşların ortak okullarda eğitim alması
önemlidir. Bu şekilde öğrencilerin kendileri ile aynı inancı paylaşmayan yurttaşların var
olduğunu bilmekle kalmayacak onların da kamusal aklın bir parçası olduklarını
kavrayacaklardır. Ayrı din okullarının kurulmasına izin vermek bu açıdan toplumsal uyuma
zarar verecektir.
Kymlicka ve Macmullen’in aksine Feinberg (2006) dini okulların ve dini eğitimin liberal
demokratik çoğulcu toplumun doğası ile uyumlu hale getirilebileceği görüşündedir çünkü
onun açısından her ne kadar seküler bir bakış açısına sahip olsa da dinler pek çok açıdan
insani değerlerin gelişimini sağlayabilir. Örneğin sadaka verme, hayvanları sevme onlar ile
ilgilenme, yolda kalmışlara yardım etme gibi erdemler toplumda özellikle de dini söylemler
aracılığıyla yaygınlaştırılır. Bu açıdan dini okullar bu insani değerlerin gelişimine yardımcı
olabilir. Bu değerler liberalizm ve çoğulculuk ile de uyumlu olabilirler. Asıl tartışılması
gereken ise dinin hangi formunun öğretileceğidir. Onun bakış açısına göre belirli bir dinin
destekleyicisinin tarafsız olması beklenemez ama bir dini desteklemek otomatik olarak öteki
dinlere karşı düşmanlığı da gerektirmez. Ona göre vatandaşların dini kimliklerine saygı
duymak ve dindar yurttaşların çocuklarının dini eğitim almalarını sağlamak demokratik
kültürü geliştirecektir. Fakat aynı zamanda öteki yurttaşların da dini eğitim alan çocuklardan
liberal çoğulcu değerlere saygı beklemeye hakları vardır. Eğitimden beklenen şey farklı
yaşam biçimleri arasından iletişim sağlamaktır. Bu, siyasal bir uyum sağlarken demokratik
bir düzenin de ön koşuludur; çünkü demokratik bir eğitim öngörülebilir bir politik düzene
ihtiyaç duyar.
İmam Hatip olayında problem ebeveynlerin çocuklarının bu okullarda okutmak istemesi
değildir. Yukarıda da ifade edildiği gibi batılı bazı ülkelerde de din okulları bulunmaktadır.
Bunların bazıları kamu tarafından fonlanmaktadır, ebeveynlerin çocuklarını bu okullarda
okutmak istemeleri laiklik açısından bir sorun teşkil etmez. Ancak bu çocukların tamamıyla
dini eğitime maruz kalmaları anlamına da gelmez. Din ağırlıklı okullarda eğitim alsalar bile
çocukların demokratik değerleri benimsemeleri gerekir ki aksi takdirde çocuklar kendi dar
143
çevrelerine mahkûm edileceklerdir. Bunun da Gutmann’ın (1999, s. 33) da ifade ettiği gibi
bazı sakıncaları vardır; çünkü ailelerin çocukların eğitimi üzerinde tam kontrolü olduğu bir
çokkültürlülük anlayışı oldukça yüzeysel kalabilir.
Liberal demokrasiler genel olarak grupların kendi yaptıkları organizasyonları bir hak
olarak görebilirler. Örneğin kendi ibadethaneleri açıp dua etmek gibi ya da geleneksel dillerin
öğretilmesi için kurumlar inşa edilmesi gibi bunlara görece daha kabul edilebilir. Fakat bütün
kültürel hakları kabul etmek o kadar da kolay değildir. Çocuğun kültürel devamı sağlamak
ve yeniden üretmek için eğitim üzerinde tam kontrol sağlanması gibi. Oysaki modern
dünyada birey sadece bir topluluğa ait olamaz. Bu iki kimlik birbirleriyle çatışmak zorunda
değildir. Bunun en önemli koşulu da farklı kimliklerin birbirlerine alan açmasıdır. Radikal
ve genelleştirici talepler olmadığı sürece uzlaşma yolları aranmalıdır (Walzer, 2004, s. 44-
49). Farklılıklar sosyal yaşamımızı zenginleştirir ve bunun gerçekleşebilmesi için de
çocukların farklı yaşam tarzlarına da maruz kalmaları gerekir. Bu şekilde çocuklara karşılıklı
saygı duygusu kazandırılabilirken toplumsal farklılıkları da bilirler çünkü insan ancak
ötekiler ile bir toplumsallık ilişki içeresinden bir kişilik kazanabilir. Bir başka deyişle bireysel
kimliğimiz toplumsal bir bağlamda oluşur (Dewey, 1996, s. 138).
Liberal milliyetçiler ve Anayasal Yurtseverlik kuramları açısından bu belirli dini
anlayışlara tolerans gösterilebilir bu çerçevede demokratik toplumlarda ebeveynlerin
çocukların dini okullarda eğitim görmelerini istemeleri sağlanabilir. Bununla beraber bu
okullarda hangi dini anlayışın öğretileceği önemli sorunlardan biridir. Bu nedenle bu
okullarda din eğitimi verilse bile öğrencilere demokratik bir devletin yurttaşlık değerlerinin
benimsetilmesi gerekmektedir. Bu demokratik bir düzenin devamlılığı için önemlidir.
İmam hatip örneğinde ise sorun devletin ebeveynlerin çocuklarını kendi inançlarına
çerçevesinde eğitim almalarına saygı göstermesi değildir; asıl sorun AK Parti döneminde bu
okullar aracılığıyla kamusal alanların dinselleştirilmeye çalışması devletin özel bir dini ya da
dünya görüşünü destekleyerek diğer kimlikler karşısında avantajlı konuma getirmeye
çalışmasıdır. Bu ise kamusal bir hizmet olan eğitim alanında eşitsizliklere neden olur. Farklı
kimlikleri kamusal alanların dışına itmek ne kadar adil olmayan bir durum ise özel
kimliklerin kamu aracılığıyla desteklenmesi, öteki kimliklere karşı avantajlı konuma
getirilmeye çalışılması da adil değildir. AK Parti sadece bu okulları desteklemek ile
144
kalmamış kamu okullarında da dini eğitimin yaygınlaştırılması için özel çaba sarf etmiştir.
İmam Hatip okullarının yanı sıra kamusal alanı dinselleştirme çabalarının bir diğer yönünü
de Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersinin müfredat içindeki konumunun güçlendirilmesi
gelmektedir.
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi
Tevhid-i Tedrisat kanunun temel gerekçesi yurttaşlar arasında düşünce ve duygu
birlikteliğini sağlamaktı. Bunun içinde din eğitimi dışarda bırakılarak çağdaş, laik, ulusal bir
eğitimin gerekliliğini vurguluyordu. Bunun için de bu ulusal kültürün yurt geneline yayılması
gerekiyordu, ulusal eğitimin amacı bu olmalıydı. Bu açıdan 1927 yılında Türkiye’de sadece
Müslümanların yaşamadığı gerekçe gösterilerek ilkokul, ortaokul ve liselerde din dersi
kaldırıldı. Cumhuriyet ahlak anlayışını seküler değerler üzerine inşa etti. Buna göre bütün
yurttaşların birbirlerine ve ülkelerine karşı sorumlulukları vardır. Ahlaklı yurttaş bu değerlere
bağlı olan yurttaştır. Bu nedenle de 1926 yılına kadar okutulan Ahlâk ve Malumat-ı Vataniye
dersi yerine Yurt Bilgisi dersi konuldu.1948-1949 döneminde din dersi CHP Kurultay’ında
tartışıldıktan sonra tekrardan ilkokulların müfredatına konuldu, sonraki yıllarda bu ortaokul
ve liselere yayıldı (Sakaoğlu, 1992). Bu ders 1956-57 yıllarında ortaokullarda okutulmaya
başlandı. Bu dersi istemeyenler dilekçe ile bunu okula bildirmeleri gerekiyordu. Liselerde ise
1967-1968 yılında Adalet Partisi hükümeti tarafından okutulmaya başlandı, 1974-1975
yılında ise CHP-Milli Selamet hükümeti tarafından bu ders zorunlu hale getirildi. 1982-1983
yılında ise Din ve Ahlak Bilgisi dersi adı altında birleştirilerek ortaokulda 2 saat, liselerde 1
saat zorunlu olarak okutulmasına karar verildi (Akyüz, 2007, s. 352-353).
12 Eylül darbecileri her ne kadar Din Kültürü dersini zorunlu kılsalar da bu dersin içeriği
laiklik ile uyumlu bir şekilde düzenlendi. Örneğin 2001 yılında okutulan İlköğretim Din
Kültürü ve Ahlâk Bilgisi 8 ders kitabının “Lâiklik ve İslâmlık” ünitesinde İslam’ın laiklik ile
uyumlu bir din olduğu anlatılmaktadır. Bunun için de Kuran’dan “Dinde zorlama yoktur,
“Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır.” “Sizin dininiz size, benim dinim banadır.”
“Onların üzerinde bir zorba değilsin.” gibi ayetlerden örnekler getirilir. Bu çerçevede iyi bir
dindarın aynı zamanda yasalara itaat eden kişi olduğu vurgulanır (Fığlalı, 2001, s. 46-51).
145
Sünni İslam inancına göre düzenlenen bu derse çoğunlukla liberal ve sol çevreler itiraz
etse de bu ders özellikle de Alevi yurttaşların üzerinde olumsuz bir etki bırakmaktadır; çünkü
bu ders, zaman zaman sadece Sünni inancın öğretilmesi ile kalmaz aynı zamanda bu inancın
pratiklerinin uygulanmasını da içerir. Bunun birçok farklı örneği vardır. Örneğin
çoğunluğunun Alevi inancına mensup olan Çorum Yahya Kemal Bayatlı okulunda Din
Kültürü öğretmeninin öğrencilere camide namaz kıldırmaya çalışması tepkilere neden
olmuştur (Çınar, 2010). Bu nedenle bu derse yönelik olarak ciddi itirazlar Alevi yurttaşlar
tarafından getirilmiştir. Alevi inancına mensup aileler bu dersin zorunlu olmasına itiraz etti
konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşındı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu
aileleri 2007 yılında verdiği bir karar ile haklı buldu. Bu karardan 1 yıl sonra Danıştay da
benzer bir karar vermiştir. Buna göre Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi objektif ve nesnel
bir şekilde hazırlamamış belli bir inancın savunusunu yaptığı için eğitim hakkı ihlal
edilmiştir; kararı vermiştir (Kaya, 2012, s. 225). Ancak MEB bu dersin içeriğine Alevilik
inancını ekleyerek objektif haline getirdiğini savundu. En nihayetinde daha önce de ifade
edildiği gibi Anayasa Mahkemesi de başvurucu velileri haklı bulmasına rağmen bu kararlar
halen uygulanmamaktadır. Bu ders halen MEB’in zorunlu dersler çizelgesinde yer almakta.
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi dinin sosyal yaşamdaki rolünün öğretilmesi olarak
algılanmadı bu derse ahlak bilgisi eklenmesi, Cumhuriyet’in ahlakı seküler temellere oturtan
anlayışından bir kopmanın göstergesidir. Örneğin Topçuya (1997) göre Milli Eğitim, milli
vasfını yitirmiş din düşmanı yapıya bürünmüştür. Topçu’ya göre her şeyden önce çocuklara
din sevgisi aşılanmalıdır. Bu çerçevede çocuklar Efes’ten önce Yavuz Selim’in türbesini
ziyaret etmelidirler. Din dersleri ilkokuldan başlayarak verilmeli. İslam medeniyeti ve tarihi
Kuran’dan parçalar ve İslam felsefesi okullarda okutulmalıdır. Ancak yine Topçuya’ (1997,
s. 166) göre okullarda okutulan din dersleri manasını yitirip sadece bir nottan ibarettir. Kimi
zaman dinin küçük görülmesinden başka bir işe yaramıyor. Oysaki din yaşamın bütün alanını
kapsar bu çerçevede din salt bir ders olarak değil bütün dersleri bir bileşeni olarak
okutulmalıdır. Dolayısıyla ona göre müfredat tamamıyla bu dersin merkezde olduğu bir
şekilde düzenlenmelidir.
Topçunun düşünceleri AK Parti tarafından uygulanmaktadır. Parti birçok söyleminde
AB’ye referans verip AB de olan her şeyi getireceğiz dese de zorunlu din dersini kaldırmak
146
yerine bu dersi gittikçe daha önemli bir konuma getiriyor (Okçabol, 2013, s. 129). Buna karşı
toplumda ciddi itirazlar gelmiyor; çünkü Kaplan’ın (2006) Religious Nationalism adlı
çalışmasında ifade ettiği gibi bu ders temelde milliyetçi söylem ile uyumludur. Bu varsayıma
göre İslam en akılcı ve rasyonel dindir, Türkler ise bu dine hizmet eden en büyük uluslardan
biridir. Bu söylem biçimi çoğunlukla sadece İslamcılar tarafından değil aynı zamanda
milliyetçi çevrelerden de destek görmektedir. Bu nedenle de bu dersin müfredat içerisinde
ağırlığı artmaktadır.
Din derslerinin saatini arttırılmasını yanı sıra ÖSYM sınavlarının sosyal bilimler testine
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri eklenerek bu dersin konumunu daha da
güçlendirilmiştir (Gençkal-Eroler, 2019, s. 163-164). Bununla beraber diğer ders kitaplarında
da dini temalara rastlamak ile birlikte İslam’ın Türk ulusal kimliğinin bir bileşeni haline
getirildiği söylenebilir. Örneğin Sosyal Bilgiler 6. sınıf ders kitabında Türkiye haritası
eşliğinde kültürü oluşturan önemli unsurlardan söz edilmektedir. Bunlar “Dil, Din, Tarih,
Mimari ve Gelenek ve Göreneklerdir” Bir başka deyişle dinin Türk kültürünün kurucu bir
unsuru olduğu vurgulanmıştır (Yıldırım, Kaplan, Kuru ve Yılmaz, 2019, s. 18).
Gelecekte de Din Kültürü dersinin müfredat içerisinde ağırlığının artacak gibi görünüyor
çünkü 19. Milli Eğitim Şurasında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin ilkokul 1-2-3
sınıflarda da okutulması ve dersin çoğulcu bir anlayışa yer verilmesi kararlaştırıldı (Millî
Eğitim Bakanlığı, 2019). Her ne kadar Şura kararları tavsiye niteliğinde de olsa bu kararların
gelecekte uygulanmaması için bir engel görülmemektedir. Sonuç olarak Din Kültürü ve
Ahlak Bilgisi dersi geçmişte de AK Parti döneminde de sadece çocuklara din bilgisi vermek
olmadığı seküler ahlaka karşı dini bir ahlak aşılamak olduğu görülebilir.
Kamu okullarında din derslerinin yerinin ne olması gerektiği ile ilgili tartışmalar liberal
demokrasilerin ilgilenmek zorunda kaldıkları sorunlardan biridir. Bu demokrasilerde din
derslerine farklı yaklaşımlar olsa da özellikle de İngiltere’de Türkiye’dekine benzer bir süreç
yaşandı. İngiltere’de din dersleri 1950’li yılların sonuna kadar Hristiyan öğretisinin bir
parçasıydı. Bu dönemde din eğitimi aynı zamanda vatandaşlık eğitiminin bir parçasıydı;
çünkü Hristiyanlığın İngiliz vatandaşlarını birbirine bağlayan önemli bir güç olduğu
düşünülüyordu. 1970’li yıllarda artan sekülerleşme ve modern çoğulculuktan dolayı dinsel
çoğulculuk adına farklı dinler de bu ders kapsamında öğretilmeye başlandı (Jackson, 2004,
147
s. 5). Jackson (2004) İngiltere’de kamu okullarında din eğitiminin yerinin ne olması
gerektiğini tartışarak din eğitiminin vatandaşlık eğitimi ve kültürler arası iletişimin
sağlanmasında önemli bir yerinin olduğunu vurgulamaktadır. Böyle bir din eğitimi aynı
zamanda toplumsal uyumu da güçlendirecektir.
Türkiye’de de Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri Cumhuriyet’ten günümüze
farklılaşan ölçeklerde İngiltere’de olduğu gibi İslam teolojisinin bir parçası olarak ve birlik
ve beraberliği güçlendirici bir ders olarak görüldü. Ünder (1998, s. 187-199) Atatürk
döneminde din eğitimini ele aldığı çalışmasında, bu dönemdeki dine eğitimini üç farklı
dönemde ele alır. 1924-1926 yılları ilk dönemde Türkiye devletinin dinin İslam olduğu
hükmünden hareketle vatandaşların devlet ile olan bağında dinin önemli vardır. Bu çerçevede
bu görüş ile uyumlu bir din eğitimi vardır. İlkokullarda din dersleri vardır. Bu derslerin temel
amacı öğrencileri iyi bir Müslüman yapmaktır. 1926-1930 yılları arasındaki ikinci dönemde
ise din karşıtı milliyetçi görüşlerin ortaya çıktığı dönemdir. Bu dönemde din dersleri İslam
hurafelerden arındırılarak Cumhuriyet’in inşa etmek istediği değerler ile uyumlu hale
getirilmeye çalışılmıştır. 1930 yılları sonrasında ise CHP’nin laiklik ilkesini kabul etmesiyle
birlikte din karşıtı bir söylem görülür dini değerler yerine seküler değerlere dayalı bir ulusal
anlatı benimsenir. Bu açıdan ders kitaplarında İslam eleştirisi görülse bile tamamıyla dinden
bir kopmada olmaz.
AK Parti öncesinde din derslerinde 1926-1930 yılları arasındakine benzer bir durum
görülebilir. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarında “Dinimiz İslam” “Evrensel Bir
Din Olarak İslam” gibi söylem biçimlerini rastlamak mümkündür. Dinin toplumsal
birlikteliği güçlendireceğine yönelik bir düşünce biçimi incelenen ders kitaplarında
gözlenmektedir. Örneğin, Lise 2 Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitabında Milli Birlik ve
Beraberlik başlığı altında devletin ve milletin bütünleşmesi başlığı altında vatanın birlik ve
beraberliği dini bir zemine oturtulur. Bunun için de hem Mustafa Kemal’in sözlerinden hem
de konu ile ilgili ayet ve hadislerden örnekler verilmektedir (Arslan ve Eryılmaz, 2000, s.
64.). AK Parti döneminde de ise Aleviliğe yer verilmesi bir açıdan kültürler arası iletişim
açısından olumlu olsa bile Din Kültürü ders kitapların da halen taraflı bir anlatıma
rastlanmaktadır. Bu açıdan ders farklı kültürler arasında iletişim ağı sağlayarak ortak
148
vatandaşlık algısını ilerletilmesini sağlamak yerine dinin belirli bir yorumunun öğretilmesi
işlevi görmektedir.
Liberal ve milliyetçilik ve Anayasal Yurtseverlik açısından dinsel görüşlere tolerans
gösterilebilir ama bu kamusal alanın seküler olduğu gerçeği aşındırılmadan yapılmalıdır. Bu
açıdan Din Kültürü dersinin geçmişte seküler temeller oturtulması ve dinin daha ılımlı bir
yorumunun anlatılması her ne kadar olumlu olsa bile bu ders kapsamında sadece ülkede yer
alan farklı dinsel inançların öğretilmedi. Bu derslerin içerikleri incelendiğinde dersin taraflı
bir anlatıma sahip olduğu görülebilir. Bu olgu daha önce de ifade edildiği gibi Anayasa
mahkemesi kararıyla tespit edilmiştir. Bu durum, yani belirli inançlar arasında taraflı bir
anlatımın olması demokratik seküler bir yaşamın geliştirilmesine olumlu bir katkı sunmaz.
Sonuç olarak MEB kamusal bir hizmet olarak eğitimde farklı ölçeklerde de olsa
dinselleşme uygulamalarına devam etmektedir bununla birlikte temeli İslam olan yeni bir
ulusal kimlik de inşa etmeye çalışmaktadır. Bunun için de 15 Temmuz sonrası siyasal ortam
elverişli bir zemin sunmuştur.
İslamcılıktan Milliyetçiliğe
İslamcıların milliyetçilik ile olan ilişkisi oldukça karmaşıktır. İlk İslamcı neslin
öncülerinden biri olan Ahmed Naim Babanzade açısından bir insan aynı anda İslamcı hem
Türkçü olamazdı. Benzer bir şekilde Gülalp’ın (2003, s. 39) da ifade ettiği gibi çağdaş İslamcı
düşünce açısından milliyetçilik batılı bir düşünce olarak İslami düşüncenin içerisinde yer
edinemezdi. Bu nedenle İslamcılar milliyetçilik sonrasında nasıl bir kimlik inşa edileceği
üzerine kafa yormaktadırlar. Bunun temel nedenlerinden biri de İslamcıların milliyetçiliği
seküler bir ideoloji olarak görmeleridir.
AK Parti özelinde ise Kutay (2018, s. 51) Milli Görüş Hareketin İslam referanslı Türk
milliyetçiliğine dikkat çekerek bu tarz bir milliyetçiliğin Namık Kemal’e kadar geri
götürülebileceğini ifade eder. Bora (2017, s. 135) da MSP’nin halefi olacak olan Refah
Partisi’nin düşün dünyasında, İslamcılığının milliyetçilikle iç içe geçmiş olduğunu iddia
eder. Özellikle Yunan, Rus ya da Sırp gibi ötekiler söz konusu olduğunda İslamcı hareket
oldukça milliyetçi pozisyon alabilmektedir. Ancak AK Parti iktidara geldiği ilk yıllarda Milli
Görüş Kimliğini bir tarafa bırakırken milliyetçi bir dil ve söylem geliştirmekten kaçındı.
149
İslamcılar her ne kadar kendileri de Batı karşıtı olsalar bile Türkiye’de var olan seküler
milliyetçiliğe karşı batı kaynaklı olan çoğulculuk gibi söylemleri kullanmışlardır; çünkü bu
argümanlar sayesinde kamusal alanda yer edinebiliyorlardı. Bu çerçevede AK Parti’nin ilk
dönemlerinde milliyetçilik karşıtı söylemleri anlaşılabilir. Bu söylemler temelde AB
sürecinden kaynaklı çokkültürlülük söylemleri de uyumluydu. Ancak 15 Temmuz sonrası
dönemde genel olarak İslamcıların özel olarak da AK Partinin milliyetçiliğe karşı mesafeli
olan söylemleri değişti. Atatürk milliyetçiliğine alternatif bir milliyetçilik türü inşa etme
çabasına girdi. Bunun için de özellikle alternatif bir tarih anlatısına ihtiyaç duydu; çünkü inşa
etmek istediği ulusal kimliği bu tarih anlatısına dayandırmak zorundaydı. Bu bağlamda
Akdoğan’ (2004, s. 54) muhafazakârlar açısından ulusal bilincin ortak tarihsel bellek
aracılığıyla inşa edebileceğini ifade etmektedir. Osmanlı tarihi bu çerçevede AK Partinin inşa
etmek istediği ulusal kimliğin sembolü haline geldi.
Bora (2017, s. 41) Cumhuriyet’in öteki imgesinin eski Türkiye yani Osmanlı olduğunu
ifade etmektedir. Osmanlı dine dayalı eski medeniyeti temsil eder. Türköne’ye (1994, s. 8-9)
göre bunun nedenin cumhuriyetin kendi köklerini inşa edebilmek kendi anlatısını var etmek
ihtiyacından kaynaklandığını söyler. Bu durum haliyle Osmanlı’yı andıracak sembollerin
dışarda bırakılmasını gerektirmekteydi. Muhafazakârlar açısından cumhuriyetin görmezden
geldiği Osmanlı, olumlu bir imgeye sahiptir. Örneğin Topçu’ya (1997, s. 168-169) göre
ulusal tarihin cumhuriyet ile birlikte başladığı bir yalandan başka bir şey değil iktidarı ele
geçiren bir zümre ulusal tarihe karşı kin kusmakta, geçmişin büyük görkemli tarihini
unutturmak istemektedir. Bu nedenle Çınar’ın (2020, s. 19-22) da ifade ettiği gibi AK Parti
geçmişin iktidarına karşı bir bellek mücadelesi vermektedir. AK Parti’nin temel argümanı
laik pozitivist geleneğin ülkeyi gerçek değerlerine bir başka deyişle AK Parti’nin savunduğu
değerlere yabancılaştırdığıdır. Bu yabancılaşmadan kurtulmak için Cumhuriyet öncesi tarihe
geri dönülmelidir. Bunun için de AK Parti yeni bir kuruluş ve diriliş anlatısı yaratmaya
çalışmakta bunun zeminini de Yeni Osmanlılık kimliğinde aramaktadır.
Tokdoğan (2018, s. 46) bu tartışmalardan yola çıkarak Ak Parti’nin Cumhuriyet’in
sembolleri yerine Osmanlı geçmişini yücelten sembolleri ikame etmeye çalıştığını ifade
etmektedir. Bu şekilde yeni bir ulusal kimlik inşa etme çabasına girişmektedir. Ak Parti’nin
kültür politikaları eğitim de dâhil olmak üzere Osmanlı kültürünü tekrardan canlandırmak ve
150
yaymak üzerine kuruludur. Bu anlatıya göre Osmanlı yitirilmiş altın çağı sembolize eder
(Tokdoğan, 2018, s. 92). Partinin inşa etmeye çalıştığı bu yeni ulusal kimlikte Osmanlı tarihi
ve kültürü ise önemli bir rol oynamaktadır. Bu yeni ulusal kimlik inşa etme çabalarını eğitim
alanında görmek mümkündür.
Yeni Osmanlılık
Osmanlı Tarihi, Kemalist Tarihçilik anlatısında olumsuz bir imgeye sahipti. Büşra
Ersanlı (2019, s. 66) bu olgulara dikkat çekerek Kemalist tarihçilerin Osmanlı tarihine karşı
hep mesafeli olduklarını ifade etmektedir.
AK Parti öncesinde ders kitaplarında Osmanlı tarihine karşı olan bu söylem biçimlerinin
bir kısmı terk edilerek Osmanlı’nın olumlandığı görülebilir. Ancak her ne kadar Osmanlı
olumlansa da Cumhuriyet’in modern bir ulus devlet, Osmanlı’nın geçmişin başarısızlığının
sembolü olduğu vurgusuna rastlanmaktaydı. Cumhuriyet ulusun etno seküler kökenine vurgu
yaparken Osmanlı ise kendi içerisinde birçok farklı unsurlar barındırırdı bu ulusları
birleştirici unsur ise İslam’dır, Osmanlı İslam’a bağlılığı sayesinde bir cihan devleti
olmuştur.
AK Parti döneminde Osmanlı’nın değişen imgesine görünür bir hal aldı. Bu çerçevede
Osmanlı’nın kazandığı zaferler olan Kut-ül Amare ve İstanbul’un fethi gibi olaylar MEB’in
belirli gün ve haftalar çizelgesine eklendi buradaki temel amaç Osmanlı’nın daha önce
resmedildiği gibi başarısızlıklar ile değil zaferler ile dolu bir tarih olduğu gösterme
arzusundan kaynaklanır. Benzer bir şekilde Osmanlı Devletinden ders kitaplarında oldukça
olumlu bir şekilde söz edilir. Örneğin Osmanlı, tarih kitaplarından adaletin ve barışın bir
simgesi olarak anlatılır. Bu nedenle tarih ders kitaplarında bu vurguya özellikle rastlarız. Her
ne kadar bütün imparatorluklar gibi Osmanlı tarihinde Türklerin de dâhil olduğu birçok farklı
isyana rastlansa da 10. sınıf Tarih Ders kitabında Osmanlı’nın toplum yapısı anlatılırken
çeşitli etnik unsurların bir arada kardeş yaşadığı vurgulanmaktadır (Turan, Genç, Çelik, Genç
ve Türedi, 2015, s. 64). Yine benzer bir şekilde 7. sınıf Türkçe ders kitabında Toplum
Hayatında Osmanlı’nın Dürüstlüğü başlıklı bir metine yer verilir bu metinde Ferdinand adlı
bir tüccarın Osmanlı toplumunun dürüstlüğü karşısındaki şaşkınlığı anlatılır. İstanbul’da
sükûnet dürüstlük asayiş ve erdem hâkim olduğu vurgulanır (Komisyon, 2015b, s. 103-108).
151
Sonuç olarak Osmanlı dönemi geçmişin başarısız bir devleti olarak değil ahlak, barış ve
adaletin hâkim olduğu bir dönem olarak resmedilir bu söylem biçimi aynı zamanda AK
Parti’nin oluşturmak istediği yeni ulusal kimlik ile de uyumludur. Bununla beraber bu yeni
ulusal kimlik ulusal kahramanlara ihtiyaç hissetmektedir. Bunun için de II. Abdulhamit
tarihsel bir kahraman olarak ders kitaplarında imgesi değişti.
Her ne kadar Koyuncu (2014, s. 110) Mehmet Akif Ersoy’un yeni ulusal kimliğin
inşasında önemli bir sembol olarak ortaya çıktığını ifade etse de bu dönemi gerçekten
sembolize eden kişi II. Abdülhamit’tir. Mehmet Akif her ne kadar yaşadığı dönemde
baskılardan dolayı ülkeyi terk etmek zorunda kalsa da Cumhuriyet onun milliyetçi yönünü
hiçbir zaman görmezden gelmemiştir. Ders kitaplarında AK Parti dönemi öncesinde milli
şair olarak yer edinmiştir. Bunun yanı sıra Mehmet Akif’in İslamcılığı ile Abdülhamit’in
İslamcılığı birbirlerinden oldukça farklıdır. Akif’in selefi Namık Kemal ve Ali Suavi, Ziya
Paşa Agâh Efendi gibi kişilerdir. Bu kişiler Tunaya’nın (1960, s. 33-34) da ifade ettiği gibi
bütün farklılıklarına ve İslamcı düşüncelerine rağmen padişahın otoritesine karşı çıkarak
iktidara karşı bireysel özgürlükleri savunmuşlardır. İslam adına yapılsa dahi Akif despotizme
karşıydı bu nedenle de Abdülhamit’i çok sert dille eleştirdi. Bu yüzden Akif’in İslamcılığı
ile Abdülhamit’in İslamcılığı birbirlerinden oldukça farklıdır.
Mardin’e (1991, s. 93-92) göre Abdülhamit döneminde İslamcılık dış etkilere
dayanıyordu. Onun İslamcılığı daha çok İslam’ın siyasal amaçlar için kullanılmasıdır; çünkü
onun İslamcılığı Panslavizm gibi akımlara karşı geliştirilen Panislamizm’dir. Her ne kadar
İslamcılık akımının temsilcisi olarak ders kitaplarında Mehmet Akif gösterilse de (Turan,
Genç, Çelik, Genç ve Türedi, 2015, s. 196). Abdülhamit’in Panislamist politikaları Yeni
Osmanlılık kimliği için daha uygun bir zemin sunmaktadır. Abdülhamit yıkılmak üzere olan
Osmanlı İmparatorluğu’nu uzun yıllar ayakta tutabilmiş ancak darbe ile iktidardan
indirilmiştir. II. Abdülhamit’e yönelik bu olumlu bakış ders kitaplarında da görülebilir.
Örneğin Tarih 10. sınıf ders kitabında şu şekilde söz edilir:
“Hayırsever cömert bir insan olan II. Abdülhamit sıradan bir vatandaş gibi
yaşardı. Yunan seferi sırasında, kendisine hazinede yeterli para bulunmadığı
söylenince atalarından kalma şahsi servetinden masrafları karşılamıştır. Boş
vakitlerini marangozhanede geçirir, harika eşyalar yapar, bunları sattırır ve parasını
fakir fukaraya dağıttırırdı.” (Turan, Genç, Çelik, Genç ve Türedi, 2015, s. 182).
152
Burada görülebileceği gibi Abdülhamit bir padişah olarak değil takva sahibi bir derviş
olarak resmedilmektedir. Tarih kitaplarında Abdülhamit’in erdemlerine oldukça yer verilir.
Örneğin Tarih 11. sınıf ders kitaplarında Abdülhamit’in Hicaz Demiryolu’nun Yapılmasını
sağladığı, yeni okullar açtığını, Darülaceze’nin açılması sayesinde Osmanlı’nın
Abdülhamit’in eliyle nasıl bir sosyal devlet haline getirildiği ayrıntılı bir şekilde
anlatılmaktadır. Abdülhamit 1909 darbesi ile iktidardan indirilmiş mağdur bir padişah olarak
gösterilmektedir. Metnin devamında 1913 yılında ki darbeden de söz edildikten sonra hemen
sonra ise 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü’ne yer verilmektedir (Yüksel, ve
diğerleri, 2019, s. 148-183). Bu nedenle denilebilir ki 15 Temmuz darbesi de yeni ulusal
kimliğin inşasında önemli bir yeri vardır. 15 Temmuz yeni bir yerli ve milli söyleminin inşa
edilmesini sağlamıştır (Duran, 2018, s. 60).
Liberal milliyetçilik açısından ortak bir ulusal kimlik inşa etmek için tarihi olaylara daha
seçkinci yaklaşmak gerekir. Ancak bu tarih çoğu zaman ulusun kendi içerisinde birçok
anlaşmazlığın kaynağı olabilir çünkü bazı olaylar ulusun belirli kesimleri için gurur kaynağı
olabilirken bazı gruplar için olumsuz bir hatıraya sahip olabilir. Bu açıdan ortak bir tarihsel
anlatıya dayalı bir ulusal kimlik inşa etmek oldukça güçtür. Bu özellikle de liberal
milliyetçiler ilgilenmek zorunda oldukları önemli sorunlardan biridir. Liberal milliyetçiler
açısından tarih öğretimi duygusal olmaktan ziyade hem eleştirel hem de duygusal olarak inşa
edilirken toplumsal dayanışmayı da güçlendirmelidir (Moore, 2004, s. 46). Bu nedenle
Miller (2020, s. 27-28) ulusal inşa süreçlerine bütün grupların katılması önemli olmakla
beraber bu gruplardan herhangi biri ulusun gerçek koruyucusu gibi davranmaması gerektiğini
ifade etmektedir; çünkü böyle durumlarda sürekli yeni ulusal kahramanlar ya da hainler
ortaya çıkabilir. Böyle durumlarda başta tarih öğretimi olmak üzere eğitim alanında
tartışmalar meydana gelir. II. Abdulhamit’in ders kitaplarında değişen imgesinin nedeninin
bir ölçüde bu olduğu söylenebilir.
Farklı ulusal kimlikleri yüceltmek yerine bu kimlikleri uzlaştırıcı bir dil kullanmak
gereklidir. Eğer farklı ulusal kimlikler, salt belirli bir kimliğin değil kendi kimliklerinin de
kamusal alanlarda var olduğunu görürlerse politik topluma adapte olmaları daha da
kolaylaşacaktır. Ancak tarih ders kitaplarında görüldüğü kadarıyla AK Parti döneminde
farklı tarihsel anlatılar arasında bir uzlaşı bulmak yerine kendi alternatif tarih anlatısını
153
oluşturmaya çabaladı. Bununla beraber Cumhuriyetin sembolize eden bayramlar yerine
alternatif milli bayramlar aracılığıyla Osmanlı’yı yücelten yeni bir ulusal kimlik inşa etmeye
çalıştı.
Milli Bayramlar
Milli bayramlar AK Parti ile cumhuriyetçiler arasındaki en çok çekişmelerin yaşandığı
alanlardan biri olduğunu ifade etmektedir (Çınar, 2020, s. 197). Bazı toplumsal kesimler AK
Parti’yi adeta işgalci olarak görmüş ve partiyi bu törenlerin dışına itmeye çalışmışlardır. AK
Parti de bu çerçevede iktidara geldiği ilk yıllarda Cumhuriyet’i sembolize eden Milli Gün ve
Bayramların formatında sivilleşme ve halka mal edilmesi iddiası ile değişiklikler yaptı
(Yılmaz ve Güler, 2016, s. 19). 19 Mayıs gibi stadyumlarda birçok farklı etkinlikle kutlanan
bayramlara son verildi. 18 Mart Çanakkale Zaferi ve 30 Ağustos Zafer Bayramı etkinlikleri
ise daha önce ordu tarafından düzenlenirken 2012 yılında Cumhurbaşkanlığının ev
sahipliğinde yapılmıştır (Koyuncu B. , 2014, s. 71).
Çınar (2020, s. 27) bu uygulamalardan yola çıkarak AK Parti’nin 19 Mayıs Gençlik ve
Spor Bayramı yerine 29 Mayıs İstanbul’un Fethini, 23 Nisan Çocuk Bayramı yerine Kutlu
Doğum Haftası ve Kut-ül Amare zaferini, 30 Ağustos’un yerine Çanakkale Zaferini ve 29
Ekim Bayramı yerine 15 Temmuz’u ikame etmek istediğini iddia eder. Kültürel alanlardan
bu durumun görülmesi ile beraber MEB’in belirli gün ve haftalar çizelgesine İstanbul’un
Fethi ve Kut-ül Amare zaferleri eklendi.
Kût-ül Amare zaferine ders kitaplarında da yer verilmiştir. Türkçe 4. sınıf ders kitabında
Millî Mücadele ve Atatürk Teması altında Kût-ül Amare serbest okuma metnine yer
verilmiştir. Yine Çanakkale Türküsüne yer verilmiş. Metinde bu zaferin Osmanlı’nın son
zaferi olduğu özelikle de vurgulanmıştır (Yalçın, 2019, s. 89). Yine Çanakkale Zaferi ders
kitaplarında yer verilmesinin yanı sıra bu zaferin birleştirici yönüne vurgu yapmak için 18
Mart Çanakkale Eğitim Gezileri Projesi yapıldı. Bu projenin amacı Çanakkale Zaferinin
önemini kavramak ve ulusal bilincin geliştirilmesi sağlamaktır. Farklı coğrafyalarda yaşayan
binlerce öğrencinin bu gezilere katılması sağlanmıştır. Daha sonra bu gezilere Amasya,
Samsun Sivas, Erzurum, Afyonkarahisar, Kütahya ve İzmir’de eklenerek “Cumhuriyet
Gezileri Eğitim Projesi” adı ile devam etti (Milli Eğitim Bakanlığı, 2011).
154
Her ulus kahramanlık destanlarına ihtiyaç duyar ancak AK Parti uzun yıllar iktidarda
olmasına rağmen cumhuriyetin inşa ettiği bir tarzda ulusal kurtuluş anlatısına sahip değildi
bu da onun güçlü bir ulusal anlatı inşa etmesinin önündeki engellerden biriydi. 15 Temmuz
darbesi AK Parti’nin kendi ulusal anlatısını inşa etmesine olanak sağladı. 15 Temmuz günü
ulusun birlik ve beraberlik içerisin ülkeye işgal etmek isteyen iç ve dış düşmanlara karşı
direniş günü olarak anlatıldı. Örneğin Mahir Ünal’a (2018, s. 271) göre 15 Temmuz yeni bir
Milli Birlik ve Beraberlik ruhunun ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu ruh özünde AK Parti’nin
inşa etmek istediği yeni ulusal ruhtur.
15 Temmuz bu nedenle belirli gün ve haftalar eklenmekle birlikte ders kitapların da geniş
bir biçimde yer aldı. 19. Milli Eğitim Şurasında Ortaokulda ve liselerde okutulan T.C. İnkılap
Tarihi ve Atatürkçülük dersinin programının gözden geçirilerek güncel anlayışlar açısından
yeniden yazılması kararı alındı (Millî Eğitim Bakanlığı, 2019). Bu çerçevede Türkiye
Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük 12 adlı kitapta Türkiye’deki askeri darbelere yer
verilirken. 28 Şubat darbesine ve 27 Nisan E-muhtırasına da yer verilmiştir. Bu darbenin
hemen ardından 15 Temmuz darbesine de yer verilirken. Tankın üzerine çıkmış halkın
bayraklar ile görüntüsü yer verilmiştir. Burada milli iradeye özellikle vurgu yapılmaktadır
(Çevik, Koç ve Şerbetçi, 2019, s. 222-233). 15 Temmuz Darbesinde Sosyal Bilgiler 4. sınıf
ders kitabında da yer verilmiştir “Özgürlük ve Bağımsızlık” başlığı altında Cumhuriyet ile
başlayan özgürlük ve bağımsızlık sürecinin 15 Temmuz darbesi ile devam ettiği mesajı
verilmektedir (Tüysüz, Sosyal Bilgiler Ders Kitabı, 2021, s. 167-170).
15 Temmuz darbe girişimi Türkçe kitaplarında da oldukça geniş bir yer buldu. Türkçe
4. sınıf ders kitabında Milli Mücadele ve Atatürk teması altında yer verilmiş bu anlatıya göre
yurttaşların imandan aldıkları güçle nasıl darbeye karşı durdukları anlatılarak 15 Temmuz’un
bir kurtuluş mücadelesi olduğu ifade edilmektedir (Yalçın, 2019). 15 Temmuz 1876 yılından
beri devam ede gelen darbelerin sürecinin bir parçası olarak ele alınır. Tarih 11. sınıf ders
kitabında önceki 1876 ve 1908 darbelerine yer verilir. Bu darbeden ise ulusun bütün
farklılıklarını bir kenara bırakarak başarısızlığa uğrattığı anlatılmaktadır (Yüksel, ve
diğerleri, 2019, s. 182-183). Tarih 11. sınıf Beceri Temelli Etkinlik Kitabı’nda ise
öğrencilerden 1876 darbesi ile 15 Temmuz darbesi arasında analoji kurulması istenirken
aralarındaki farkın ne olduğu sorusu öğrencilere yöneltilir. Öğrencilerden beklenen cevap ise
155
15 Temmuz darbesinin siyasi iktidarı değiştiremediği 1876 yılındaki darbenin aksine geniş
halk kitlelerinin tepkisine neden olduğu mesajı verilmektedir (2022, s. 92).
Sonuç olarak denilebilir ki AK Parti bu süreçte alternatif zafer ve kutlamaları öne
çıkarırken bir yandan var olan milli bayramların seküler ve askeri boyutlarından arındırmaya
çalışmıştır. Bu şekilde yeni bir ulusal kimlik inşa etmeye çalışmıştır. AK Parti hem kamusal
alanlarda hem de kültürel alanlarda birçok değişiklik yaparak Batıcı bir Türklük yerine İslami
referanslı bir Türklük algısı inşa etmeye çalışmıştır (Kutay, 2018, s. 60). 15 Temmuz
aracılığıyla yeni bir ulusal kimlik inşa etmeye çalışmıştır denilebilir; bu kimliğin kurucu
unsura da gücünü imandan alarak darbeye karşı direnen muhafazakâr mütedeyyin toplumsal
kesimlerdir. Gençkal Eroler’in (2019, s. 99) de çalışmasında gösterdiği gibi; AK Parti ulusal
kimliği toplumsal değerler ile bütünleştirme iddiası ile iktidara geldi ancak vardığı nihai
noktada İslami değerleri içeren ulusal bir kimlik inşa etmeye çalıştığı söylenebilir.
Tamir (2019, s. 57) insanların belirli bir topluma ait olma arzularının onları ulusal
anlatılara icat etmeye yönelteceğini söyler. Bu anlatı çoğunlukla modern ulus devletler
tarafından üretilir. Ulusal kültürü ve dili yayan okullar inşa edilir. Ulusal müzeler tiyatrolar
yayınlar yapılır. Ulusal günler ve ritüeller marşlar icra edilir. Bütün bunlar ulusunu ruhunu
canlı tutmaya yarar. Bu ulusal hikâye sıklıkla ulusal bayramlar aracılığıyla kendini tekrar
eder. Touraine (1997, s. 116) benzer bir şekilde her ulusun kolektif sembollere sahip
olduğunu ve bu sembollerin ulusal bilincin oluşmasında önemli rol oynadığını ifade eder.
Habermas (2001b, s. 479) da neredeyse bütün toplumların kolektif duygularını dinsel
törenlerden pek de farklı olmayan kitlesel toplantılar aracılığıyla zaman zaman canlandırmak
istediklerini çünkü bunun onların toplumsallıklarının yeniden kuruluşlarında önemli rol
oynadığını ifade eder. Bu çerçevede ulusal törenler ulusun kolektif bilincinin oluşumuna
önemli katkılarda bulunurlar. AK Parti bu çerçevede alternatif ulusal bayramlar ve günler
aracılığıyla tahayyül ettiği bir ulusal kimlik inşa etmek istemektedir bu algılayış ise kapsayıcı
olmaktan uzak olduğu için kapsayıcı bir ulusal kimlik oluşumunun önünde engeldir.
156
BÖLÜM 5
SONUÇLAR VE ÖNERİLER
Bu bölümde araştırmadan elde edilen sonuçlarına ve bu sonuçlar doğrultusunda eğitimde
politika yapıcılarına önerilere yer verilmiştir.
Sonuçlar
İyi düzenlenmiş demokrasilerde eğitim üzerine yapılan tartışmalar toplumsal gelişim
açısından önemlidir çünkü bu tartışmalar sonucunda eğitim alanındaki farklı düşünceler
uzlaştırılabilir. Bu tartışmaların sağlık bir şekilde yürütülebilmesinde siyasal teorilerin
önemli bir yeri vardır. Bu çalışmada, bu nedenle “Liberal Milliyetçilik ve “Anayasal
Yurtseverlik” ve İslamcılık açısından AK Parti dönemindeki eğitim politikalarını incelendi.
Bu çerçevede araştırmada elde edilen sonuçlar şunlardır:
Liberal milliyetçilik ve anayasal yurtseverlik kuramlarının temelinde yatan şey
ortak kamusal kültürün demokratik bir yurttaşlık düşüncesi aracılığıyla inşa
edilebileceğidir. Böyle bir demokrasi farklı kültür ve kimliklerin en üst düzeyde
içerilmesi yoluyla inşa edilebilir. Bunun yolu da bu kimliklerin başta eğitim
olmak üzere kamusal alanlarda tanınmasından geçmektedir.
Kültürel çoğulculuğun kabul edilmesi, farklılıkların tanınması, temelde ulusal
birliği sağlayabilme potansiyeline sahipken toplumsallığın yeniden inşa edilmesi
açısından oldukça önemlidir. Bu demokratik yaşamın vazgeçilmez bir parçasıdır.
Bunun yolu da farklı kimliklerin dilsel ve kültürel taleplerinin başta eğitim olmak
üzere kamusal alanlarda görmezden gelmek yerine politik olarak tanınmasından
geçmektedir. Bu ulusal eğitimin göz ardı edilmesi anlamına gelmez; çünkü
yurttaşlık eğitimi günümüzün dünyasında halen önemini korumaktadır. Bir ulus
olma iddiası içerisinde olan her toplum yurttaşlar arasında ortak bir kamusal
kültür inşa etmeye ihtiyaç hisseder. Bu çoğu zaman aşılama olarak görülse de
demokratik toplumun sürekliliği için hayati bir önem arz etmektedir; çünkü
demokratik bir eğitim aynı zamanda yurttaşlar arasında asgari düzeyde bir
157
ortaklaşmaya ihtiyaç duyar. Böyle bir eğitimde çokkültürlülük, yurtseverlik veya
ulusal sadakat birbirlerinin karşıtı olan kavramlar değillerdir.
Alt kimliklerin eğitime yönelik talepleri olduğu gibi demokratik bir devletin
yurttaşları olarak devletin de bu kimliklere mensup kişilerden beklentileri vardır.
Bu karşılıklı talepler ancak demokratik bir uzlaşı aracılığıyla giderilebilir; çünkü
demokratik bir eğitim içermecidir, farklı kimlik ve kültürleri ortak yurttaşlık
potasında eritmeyi amaçlasa da modern toplumlarda yurttaşlık fikri çoğulcu bir
anlam içerir.
AK Parti iktidara geldiği ilk yıllarda eğitim alanında Liberal Milliyetçilik ve
Anayasal Yurtseverlik kuramları ile paralel bir söylem kullandı. Bu çerçevede
Alevi, Gayrı Müslim, Başörtülü, Mülteci ve Kürt kimliği gibi farklı kimliklerin
eğitim alanında tanıması için bazı adamlar attı. Benzer bir şekilde, etkin
vatandaşlık, katılımcı demokrasi, farklılıklara saygı, kültürel çoğulculuk, uzlaşı
ve barış gibi söylem biçimlerinin ders kitaplarına farklılaşan ölçeklerde yansıdı.
Bu söylem biçimlerinin eğitimde görülmesinin nedeni Avrupa Birliği süreci
olduğu söylenebilir. Ancak bu söylem biçimleri ders kitaplarına yansımış olsa
bile mülteci ve göçmen çocuklar haricinde ülkede yer alan etnik ya da dini
farklılıklar olarak değil daha çok fiziksel farklılıklar şeklinde ele alınmaktadır.
Avrupa Birliği ile girilen bu ilişki biçimi çok uzun süreli olmamıştır. Özellikle
de 2011 yılından sonra AK Parti eğitim alanında demokrasi, çoğulculuk gibi
söylemleri bir tarafa bırakarak, eğitim alanını İslamileştirme çabasına girmiştir.
Bu çabaların en başında da organik aydın yetiştirme amacıyla İmam Hatip
Okullarının yaygınlaştırılmaya çalışılarak bu okulların diğer kamu okulları
karşısında daha avantajlı hale getirilmeye çalışılması gelmektedir. Bununla
beraber Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin müfredat içerisinde güçlendirmeye
çalışarak diğer kamu okullarında da dini bir anlayış geliştirmeye çalışmıştır.
İslamcı düşünceye daha sonra milliyetçilik te eklenmiştir. Bu nedenle her iki
kimliği de içerdiği düşünülen “Yeni Osmanlılık” düşüncesi ön plana çıkmıştır.
Bu çerçevede ders kitaplarında da görüldüğü gibi kültürel alanlarda Cumhuriyet
döneminde şekillenen Osmanlı imgesinde değişmeler meydana gelirken
alternatif bir Osmanlı imgesi eğitim alanında görünür hale getirilmiştir. Bu
158
açıdan AK Parti iktidara geldiği ilk yıllardaki “Muhafazakâr Demokrat” bir
ulusal kimlik inşa etme iddiasının aksine İslam referanslı bir ulusal kimliği inşa
etmeye çalışmıştır. 15 Temmuz darbesinden sonra AK Parti muhafazakâr-
demokrat olarak adlandırdığı çizgiyi terk etmiş, yerli ve milli siyaset iddiasıyla
daha milliyetçi bir çizgiye evirilmiştir. Fakat bu çizgi bütün toplumsal kesimleri
kuşatabilecek bir zemine sahip değildir; çünkü yerli ve millilikten kast edilen şey
Türk İslam mefkûresinin bir parçasıdır. AK Parti son yıllarda eğitim politikaları
bu mefkûreye uygun yurttaş yetiştirme amacı gütmektedir. Bu da demokratik bir
eğitimin inşa edilmesinin önündeki önemli sorunlarından biri olmaya devam
edecek gibi görünmektedir. Geçmişte başörtüsü ve İmam Hatip okulları
çerçevesinden mağduriyet söylemi geliştiren AK Parti, bugün dindar nesil
yetiştirme ideali ile Kürt, seküler ve Alevi yurttaşların taleplerini göz ardı
etmektedir. Eğitimde aktif, katılımcı, demokrat yurttaş yetiştirme iddiası bir
söylem olarak ders kitaplarında halen mevcut olmak ile birlikte böyle bir
yurttaşlık düşüncesi eğitim politikalarının geneline yansımamıştır.
Öneriler
İleri demokrasilerde yurttaşlık eğitimi kaçınılmaz bir şekilde zorunlu olmaya
devam etmektedir; çünkü bu tür demokrasiler aynı zamanda bir ulusal anlatıya da
ihtiyaç duymaktadırlar. Böyle bir ulusal anlatının nasıl inşa edilmesine yönelik
liberal milliyetçilik ve anayasal yurtseverlik kuramları önemli bir teorik zemin
sunmaktadırlar. Bu kuramlar açısından kamusal alanlar çoğulcu bir şekilde
düzenlenmelidir. Demokratik süreç kamusal tartışma ve müzakereleri dayalı bir
süreçtir. Bu sürecin sonunda önceden var olan kurulu düzen değiştirilip
dönüştürülür. Demokrasiyi özümsemiş bir toplum bu süreçler aracılığıyla
kanunlara salt itaat eden değil aynı zamanda bu kanunların yapıcısı olduğu fikrine
ulaşır. Bu açıdan Türkiye’de eğitim özelinde böyle bir demokratik sürece ihtiyaç
duyulmaktadır çünkü günümüzün çokkültürlü dünyasında tekil bir ulusal anlatı
yurttaşlara dayatılamaz. Eğitim farklı kimlikleri de içerecek bir şekilde
düzenlenmelidir. Bir başka deyişle farklı kimlikler eğitimde tanınmalıdır. Böyle
bir eğitim anlayışı ulusal kimliği yok saymaz aksine ulusal kimliği modern dünya
159
ve demokratik değerlerle uzlaştırmaya çalışır. Eğitim alanında farklı kimliklere
alan açılmadığı durumlarda, okul eşitsizlikleri azaltmak yerine çoğaltır. Hoşgörü
dediğimiz şey demokrasiden ayrılamaz aynı zamanda başkalarının yaptıkları
tercihe saygı duymayı da kendi içinde barındırır. Bunun gerçekleşmesi için de ilk
olarak eğitim alanının düzenlenmesi gereklidir.
Vatandaşların kolektif bir şekilde eğitimin amaçlarını belirleyemedikleri sadece
egemen grubun karar verici mercide olduğu bir yerde demokratik bir eğitimden
söz edilemez. Demokratik bir eğitim geniş kamusal tartışmaların sonucunda inşa
edilebilir. Yurttaşlar ancak bir öteki ile ortak çıkarlarını koruyan bir kamusal aklı
paylaştıklarını düşündükleri zaman birbirlerine değer vereceklerdir. Bu nedenle
de başta Milli Eğitim Şuraları olmak üzere eğitim üzerine alınacak kararlarda
demokratik süreçler işletilmelidir.
Ders kitapları ve müfredat “Liberal Milliyetçilik” ve “Anayasal Yurtseverlik”
kuramlarını ortaya koyduğu demokratik anlayış açısından farklı alt kimliklerin de
içermecilik aracılığıyla ulusal anlatının bir parçası haline getirilmesi
sağlanmalıdır. Ders kitaplarında her ne kadar bir çatışma ve uzlaşı sürecinden
bahsedilse de bunlar Türkiye toplumun önemli sorunları ilgili değildir. Bu açıdan
demokratik bir yurttaş yetiştirmekten uzaktır. Demokratik yurttaşlar her ne kadar
farklı alt kimliklere sahip olsalar bile üst kimlikle uyumlu yaşayabilecekleri bir
yaşam tarzı geliştirebilen yurttaşlardır. Demokratik bir toplum düzeni düşmanlık
üzerine değil muhaliflik üzerine inşa edilmelidir. Demokratik bir tartışma bu
muhalif gruplar arasında bir mücadele ve ikna süreci olmalıdır. Bu mücadele aynı
zamanda yurttaşların birbirleri ile iletişim kurdukları birbirlerinin kalplerini ve
zihinlerini kazanmaya çalıştıkları bir zemin de oluşturur. Ders kitapları böyle bir
anlayışı geliştirmek üzerine düzenlenmelidir.
Demokratik kültür kişilerin sadece ait oldukları alt kimliklere hapsedilmesine de
evrenselcilik iddiası ile tikel kültürlerin yok edilmesine de karşıdır. Demokratik
kültür, kültürel çeşitlilikle birlikte bütünleşmeyi arama çabasıdır. Demokrasi,
bireyi sadece bir yurttaş olarak değil farklı kültürel bağları olan özgür bir birey
olarak tanımlar. Bu kabul edildiğinde yurttaşlar topluluğu aracılığıyla var edilmek
istenen kimliksiz yurttaş algısı bir tarafa bırakılacak toplumsal eyleyenlerin
160
gönüllü birlikteliğine dayanan bir toplumsallığa adım atılacaktır. Bu ilişki biçimi
gizli ajandalara sahip olmayan karşılıklı güven ve saygıyı esas alır. Bu açıdan
sadece farklı alt kimliklerin tanındığı demokratik bir okul kültürü de inşa
edilmelidir.
Sadece Türkiye’de değil dünyada da eğitim alanında alt kültürel değerlerin
tanınması modern bir olgu olmakla birlikte her bir kültürel grup kendini büyük
toplumun bir parçası olarak görebilmesi demokratik kültürü geliştirecektir. Her
bir grup ötekinin de isteklerini dinlemeli ve ılıman olmalıdır. Demokratik rejimler
vatandaşlarına ortak bir geçmiş ve ortak bir geleceğe sahip olan kolektif bir varlık
kazandırmalıdır. Bu da eğitim aracılığıyla yurttaşlara kazandırılabilir. Türkiye’de
bu nedenle böyle bir yurttaşlık eğitimine ihtiyaç duyulmaktadır.
Bir ulusal toprağın parçası olmak o toprak üzerinden yaşayan bireylerin ya da
grupların birbirlerini karşılıklı tanımasına bağlıdır. Bu tanınma bu gruplar
arasında ortak bir vatana aidiyet duygusunu geliştirilmesini sağlar. Bu nedenle
tarafsız olma iddiası ile farklı dil ve kültürleri kamusal alanların dışında tutmak,
toplumsal birliği sağlamak yerine farklılıkları daha da derinleştirebilir. Ulusal
kimliğin bir parçası olamayan farklı kimlikler kendi anlatılarını oluştururlar.
Türkiye’de bu nedenle Kürt- Türk, Alevi-Sünni, dindar- seküler arasında bir
karşıtlık olmak zorunda değildir. Bu kimlikler eğitim alanında tanıdıklarında
ortak yurttaşlık düşüncesinde ilerleme gerçekleşirken bu kimlikler kendilerine
kamusal aklın bir parçası olarak göreceklerdir. Bu nedenle kamusal bir alan olarak
okulda bu farklı kimlikleri içermesi sağlanmalıdır.
Liberal milliyetçilik ve Anayasal Yurtseverlik kuramları farklı alt kimliklerin
içerilmesini önem verdikleri kadar ulusal aidiyeti ve siyasal sadakati de
önemserler. Bu nedenle farklı alt kimlikleri ulusal kimliği benimsemelerini de
önemserler bu durum demokratik düzenin devamı için de önemlidir. Çocuklara
kültürel kimlikleri kabul edilirken bir yandan demokratik değerler aşılanmalıdır.
Özünde olması gereken şey ortak değerler inşa etmeye çalışmaktır. Demokrasiye
bağlılık uzlaşı karşılıklı saygıya dayalı bir diyalog inşa etmeye çalışılmalıdır.
Eğitimin amaçları açıklık ve rasyonaliteye dayanmalı, ortak vatandaşlığı
ilerletmeyi amaçlamalı. Bu demokratik değerlere dayalı ulusal kimliğin kamusal
161
alanın bütününe yayılması amaçlanmalıdır. Bu açıdan Türkiye’de farklı alt
kimliklerin eğitim alanında tanınması tek başına yeterli değildir aynı zamanda bu
kimliklere mensup kişilerin demokratik ve ulusal değerleri benimsemesi
demokratik düzenin devamlılığı sağlanması açısından önemlidir.
162
KAYNAKLAR
Abraham, D. (2008). Constitutional Patriotism, Citizenship, And Belonging. International
Journal of Constitutional Law, 6(1), 137-152.
doi:https://doi.org/10.1093/icon/mom038
Açıl, Ö., Güvenç, H., Hayta, A. ve Kılıç, S. (2019). Ortaokul ve İmam Hatip Ortaokulu
Sosyaal Bilgiler 7. İzmir: Çağlayan Yayınları.
Akçura, Y. (1976). Üç Tarz-ı Siyaset. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Akdoğan, Y. (2004). AK Parti ve Muhafazakar Demokrasi. İstanbul: Alfa Yayınları.
Akdoğan, Y. (2004b). Kırk Yıllık Düş Avrupa Birliği'nin Siyasal Geleceği ve Türkiye.
İstanbul: Alfa Yayınları.
Aksakal, H. (2015). Türk Politik Kültüründe Romantizm. İstanbul: İletişim Yayınları
Aksoy, M. (2005). Başörtüsü-Türban, Batılılaşma-Modernleşme Laiklik ve Örtünme.
İstanbul: Kitapyayınevi Yayınları.
Aktaş, C. (2011). İktidar Parantezi Kadın, Dil, Kimlik. İstanbul: İz Yayınları.
Aktay, Y. (2018). Adalet ve Kalkınnma Arasında AK Parti. N. Miş ve A. Aslan içinde,
Kuruluşundan Bugüne AK Parti (s. 231-261). İstanbul: Seta Yayınları.
Aktürk, Ş. (2006, Eylül). Etnik Kategori ve Milliyetçilik. Doğu Batı Dergisi, s. 23-57.
Aktürk, Ş. (2018). AK Parti ve Türkiye'nin Sivil Haklar Hareketi: Dindar Muhafazakarlığa
ve Etnik Kimliklere Yönelilk Siyasi Tecridin Kaldırılması. N. Miş ve A. Aslan içinde,
Kuruluşundan Bugüne AK Parti (s. 297-315). İstanbul: Seta Yayınları.
Aktürk, Ş. (2018). AK Parti ve Türkiye'nin Sivil Haklar Hareketi: Dindar Muhafazakarlığa
ve Etnik Kimliklere Yönelilk Siyasi Tecridin Kaldırılması. N. Miş ve A. Aslan içinde,
Kuruluşundan Bugüne AK Parti (s. 297-315). İstanbul: Seta Yayınları.
Akyüz, Y. (2007). Türk Eğitim Tarihi. Ankara: Pegem Yayınları.
Alemdar, Ç. (2021). Hayat Bilgisi Ders Kitabı. Ankara: Pasifik Yayınları.
Alptekin, H. ve Köse, T. (2018). AK Parti'nin Kürt Politikası. N. Miş ve A. Aslan içinde,
Kuruluşundan Bugüne AK Parti (s. 315-339). İstanbul: Seta Yayınları.
163
Altan, A., Arhan, S., Başar, S., Özaykut, S., Öztürker, G., Yılmaz, D. ve Yüksel, Y. (2009).
İlköğretim Tükçe 7 Ders Kitabı. Ankara: Saray Yayınları.
Altan, A., Arhan, S., Başar, S., Özaykut, S., Öztürker, G., Yılmaz, D. ve Yüksel, Y. (2010).
İlköğretim 7 Öğrenci Çalışma Kitabı. Ankara: Özgün Yayınları.
Altan, A., Arhan, S., Başar, S., Özaykut, S., Öztürker, G., Yılmaz, D. ve Yüksel, Y. (2011).
İlköğretim Türkçe 7 Ders Kitabı. Ankara: Özgün Yayınları.
Altan, A., Arhan, S., Başar, S., Öztürker, G. ve Yılmaz, D. (2009). İlköğretim Türkçe 8 Ders
Kitabı. Ankara: Saray Yayınları.
Altay, N., Ay, S., Ertek, Z. Ö., Polat, H., Selmanoğlu, E. ve Yalçın, H. (2021). İlkokul 4 İnsan
Hakları Yurttaşlık ve Demokrasi. Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
Amselle, J. L. (1998). Etni ve Kabile. j. Leca içinde, Uluslar ve Milliyetçilik (S. İdemen,
Çev., s. 134-135). İstanbul: Metis Yayınları.
Anderson, B. (2014). Hayali Cemaatler, Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması. (İ. Savaşır,
Çev.) İstanbul: Metis Yayınları.
Appiah, K. A. (1994). Identity, Authenticity, Survival: Multicultural Societies and Social
Reproduction. In A. Gutmann (Ed.), Multiculturalism Examining the Politics of
Recognition (s. 149-165). New Jersey: Princeton University Press.
Apple, M. W. (2000). Offical Knowledge Democratic Education in a Conservative Age. New
York and Londo: Routledge.
Arat, Y. (2016). 1980 sonrası Kadın Sorunları ve Kadın Hareketleri. M. Kabasakal içinde,
Türkiye'de Siyasal Yaşam, Dün, bugün, Yarın, (s. 357-370). İstanbul: İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları.
Ardanuç, K., Çökmez, A., Küçüktepe, B. ve Toprak, G. (2009). İlköğretim Türkçe 3 Ders
Kitabı. Ankara: Saray Yayınları.
Arendt, H. (1994). İnsanlık Durumu Seçme Eserler 1. (B. S. Şener, Çev.) İstanbul: İletişim
Yayınları.
Arendt, H. (2014). Totalitarizmin Kaynakları/1 Antisemitizm. (B. S. Şener, Çev.) İstanbul:
İletişim Yayınları.
Arhan, S. ve Coşkun, S. (2014). İlköğretim Türkçe 2 Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı 1.
Kitap. Ankara: Başak Yayınları.
Arhan, S. ve Coşkun, S. (2014). İlköğretim Türkçe 2 Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı 2.
Kitap. Ankara: Başak Yayınları.
Arhan, S., Başar, S. ve Demirel, T. (2014). İlköğretim Türkçe 8 Ders Kitabı. Ankara: Saray
Yayınları.
164
Arslan, A. ve Eryılmaz R. (2000). Lise Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi 2. İstanbul: Serhat
Yayınları
Ariely, G. (2011). Constitutional Patriotism, Liberal Nationalism and Membership in the
Nation: An empirical Assessment. Acta Politica, 3(46), pp. 294-319.
Aslan, A. (2018). Post- Kemalist Türkiye'de Siyaset. N. Miş ve A. Aslan içinde,
Kuruluşundan Bugüne Ak Parti (s. 13-47). İstanbul: Seta Yayınları.
Aslan, A. (2018). Yerli ve Milli Siyaset. İ. Çağlar ve A. Aslan içinde, Kuruluşundan Bugüne
Ak Parti (s. 77-105). İstanbul: Seta Yayınları.
Asrak-Hasdemir, T. (2012). Fights over Human Rights: A Strange Story of Citizenship and
Democracy Education. In K. I. Akkaymak , Neoliberal Transformation of Education
in Turkey Political and Ideological Analysis of Educational Reforms in the Age of the
AKP (pp. 205-219). New York: Palgrave Macmillan.
Aşlamacı, İ. (2018). Din Eğitimi Politika ve Uygulamalarında AK Parti'nin 15 Yılı. İ. Çağlar
ve A. Aslan içinde, Kuruluşundan Bugüne AK Parti (s. 181-211). İstanbul: Seta
Yayınları.
Ataşçı, A. (2021). İlkokul Hayat Bilgisi 3. Sınıf Ders Kitabı. Ankara: Pasifik Yayınları.
Atatürk, M. K. (2010). Medeni Bilgiler. İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları.
Atlıhan, A., Özel-Eren, E. ve Fidan, Ö. N. (2008). Hayat Bilgisi 3. Ankara: İmpress.
Avineri, S. (2003). Hegel's Theory of the Modern State. New York : Cambridge Universty
Press .
Ayata, A. İ., Kaya, O. ve Şatır, E. (2001). İlköğretim Tükçe 5 Ders Kitabı. İstanbul: Milli
Eğitim Bakanlığı Yayınları.
Aydın, G. ve Demirel, T. (2010). İlköğretim Tükçe 3 Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı 1.
Kitap. İstanbul: Kelebek Yayınları.
Aydın, G. ve Demirel, T. (2010). İlköğretim Türkçe 3 Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı 2.
Kitap. İstanbul: Kelebek Yayınları.
Aydın, G. ve Demirel, T. (2014a). İlköğretim Türkçe 3 Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı 1.
Kitap. Ankara: Başak Yayınları.
Aydın, G. ve Demirel, T. (2014b). İlköğretim Türkçe 3 Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı 2.
Kitap. Ankara: Başak Yayınları.
Aydın, M. (2002). Liseler İçin Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi III. İstanbul: Mili Eğitim
Yayınları.
Bal, H. (2002). Alevi-Bektaşi Kültürü. Isparta: Fakülte Kitapevi Yayınları Yayınları.
165
Balibar, E. (2016). Yurttaşlık. (M. Erşen, Çev.) İstanbul: Monokl Yayınları.
Banting, K., Kymlicka, W., Harell, A., & Wallace, R. (2019, 05 20). Beyond National
Identity: Liberal Nationalism, Shared And Solidarity. 02 21, 2021 tarihinde
researchgate.net:
https://www.researchgate.net/publication/333223788_Beyond_National_Identity_Lib
eral_Nationalism_Shared_Membership_and_Solidarity/citation/download
Barber, B. R. (2003). Strong Democracy Participatory Politics For A New Age. Berkeley
And Los Angeles: University of California Press.
Basit, T. (2003). Manual or Electronic? The Role of Coding in Qualitative Analysis.
Educational Research, 143-154. doi:http://dx.doi.org/10.1080/0013188032000133548
Başar, S. ve Köken, S. Z. (2010). İlköğretim Türkçe 5 Ders Kitabı. İstanbul: Kelebek
Yayınları.
Başar, S. ve Zeybek-Köken, S. (2014). İlköğretim Türkçe 5 Ders Kitabı. Ankara: Saray
Yayınları.
Başar, S. ve Zeybek-Köken, S. (2014). İlköğretim Türkçe 5 Öğrenci Çalışma Kitabı. Ankara:
Saray Yayınları.
Başaran, A., Sert, A. ve İlgün, L. (2003). Liseler İçin Osmanlı Tarihi. İstanbu: Milsan
Yayınları.
Başol, S., Ünal, F., Azer, H., Yıldız, A. ve Evirgen, Ö. F. (2010). İlköğretim Sosyal Bilgiler
Ders Kitabı 5. İstanbul: Bediralp Yayınları.
Başol, S., Yıldırım, T., Koyuncu, M., Yıldız, A. ve Evirgen, Ö. F. (2016). İlköğretim Türkiye
Cumuriyeti İnkailap Tarihi ve Atatürkçülük 8. Ankara: Saray Yayınları.
Baydar, S. ve Öztürk, F. (2019). Türkiye Cumhuriyeti İnkilap Tarihi ve Atatürkçülük, Ankara
Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi.
Bayur, H. (1952), Türk İnkılabı Tarihi, 1(1), Ankara: Türk Tarih Kurumu
Bayrak, B. (2021). Ortaöğretim Demokrasi ve İnsan Hakları Ders Kitabı. Ankara: Ata
Yayınları.
Benhabib, S. (2006). Ötekilerin Hakları Yabancılar, Yerliler, Vatandaşlar. (B. Akkıyal,
Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları.
Benhabib, Ş. (2013). Buhran Çağında Haysiyet Zor Zamanlarda İnsan Hakları. (B. Yıldırım,
Çev.) İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.
Ben-Porath, S. (2012). Citizenship As Shared Fate: Education For Membership In A Diverse
Democracy. Educational Theory, 62(2), 381-395. https://doi.org/10.1111/j.1741-
5446.2012.00452.x
166
Berkes, N. (1984). Teokrasi ve Laiklik. İstanbul: Adam Yayınları.
Berkes, N. (2003). Türkiye'de Çağdaşlaşma. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Bertram, C. (2004). Rousseau and the Social Contract. London and New York: Routledge.
Best, J. W., & Kahn, j. W. (2006). Research in Education. Boston: Pearson.
Biçer, T. M. (2021). Başörtülü Yoksul Kadınların Ötekileri. İstanbul: İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları.
Birler, Ö. (2013). Liberalizm. G. Atılgan ve A. Aytekin içinde, Siyaset Bilimi, Kavramlar,
İdeolojiler, Disiplinler Arası ilişkiler (s. 299-315). İstanbul: Yordam Kitap.
Bolay, S. H. (2002). Ortaöğretim Din Kültürü ve Âhlak Bilgisi Lise II. İstanbul: Milli Eğitim
Basımevi.
Bora, T. (1995). Milliyetçiliğin Kara Baharı. İstanbul: Birikim Yayınları.
Bora, T. (2017). Türk Sağının Üç Hâli Milliyetçilik, Muhafazakârlık, İslâmcılık. İstanbul:
İletişim Yayınları.
Boucher, D., & Kelly, P. (2005). The Social Contract and Its Critics. In D. Boucher, & P.
Kelly (Eds.), The Social Contract From Hobbes To Rawls (pp. 1-35). London and New
York: Routledge.
Bozarslan, H. (2005a). Türkiye' de Kürt Miliyetçiliği: Zımni Sözleşmeden İsyana (1919-
1925). A. Vali içinde, Kürt Milliyetçiliğinin Kökenleri (F. Adsay, Ü. Aydoğmuş ve S.
Kılıç, Çev., s. 199-231). İstanbul: Avesta Yayınları.
Breda, V. (2020). Constitutional Patriotism. In M. Sardoč (Ed.), Handbook of Patriotism (pp.
179-190). Cham: Springer.
Bruinessen, M. V. (2013). Ağa Şeyh Devlet. (B. Yalkut, Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları.
Bulaç, A. (2005). İslâm'ın Üç Tarzı Siyaseti veya İslâmcıların Üç Nesli. Y. Aktay (Ed.)
içinde, İslamcılık- Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce (s. 48-68). İstanbul: İletişim
Yayınları.
Burtonwood, N. (2006). Cultural Diversity, Liberal Pluralism and Schools Isiah Berlin And
Education. London And New York: Routledge.
Cagaptay, S. (2006). Islam, Secularism, and Nationalism in Modern Turkey Who is Turk.
London And New York : Routledge.
Calhoun, C. (2017). Sekülerizm, Vatandaşlık ve Kamusal Alan. C. Calhoun, M.
Juergensmeyer ve Van Antwerpen (Editörler) içinde, Laikliği Yeniden Düşünmek (s.
115-139). Ankara: Nika Yayınları.
167
Callan, E. (2002). Democratic Patriotism and Multicultural Education. Stuides in Philosophy
and Education, 21(6), 465-477.
Cankar, B. (2017). Milli Eğitim Bakanları ve Eğitim Faaliyetleri(1999-2016) Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi. Kırıkkale: Kırıkkale Üniversitesi.
Canovan, M. (1996). Nationhood and Political Theory. Cheltenham: Edward Elgar.
Castells, M. (2006). Kimliğin Gücü/Enformasyon Çağı Ekonomi, Toplum ve Kültür Cilt 2.
(E. Kılıç, Çev.) İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Cazgır, V., Genç, İ., Çelik, M., Genç, C. ve Türedi, Ş. (2011). Ortaöğretim Tarih 10. Ankara:
Milli eğitim Bakanlığı Basımevi.
Cazgır, V., Yavuz, S. ve Ceyhun, N. (2007). Lise Tarih 2. Ankara: ÖzgünYayınları.
Cohen, L., Manion, L., & Morrison, K. (2007). Research Methods in Education. London And
New York: Routledge.
Connor, W. (1973). The Politics of Ethnonationalism. Journal of ınternational Affairs, 1-21.
Copeaux, E. (2000). Türk Tarih Tezinden Türk İslam Sentezine. (A. Berktay, Çev.) İstanbul:
Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Costa, M. V. (2011). Rawls Citizenship and Education. New York: Routledge.
Coşar, S. (2008). Milliyetçi Liberalizmden Liberal Milliyetçiliğe. T. Bora ve M. Gültekingül
içinde, Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 4 Milliyetçilik (s. 718-731). İstanbul:
İletişim Yayınları.
Coşkun, O., Emecen, M., Yurt, M., Dedeoğlu-Okuyucu, S. ve Arhan, S. (2009). İlköğretim
Türkçe 2 Öğrenci Çalışma Kitabı. İstanbul: Bediralp Yayınları.
Coşkun, V., Derince, Ş. ve Uçarlar, N. (2010). Dil Yarası. İstanbul: Disa Yayınları.
Creswell, J. W. (2013). Nitel Araştırma Yöntemleri Beş Yaklaşıma Göre Nitel Araştırma ve
Araştırma Deseni. (M. Bütün ve S. B. Demir, Çev.) Ankara: Siyasal Kitapevi
Yayınları.
Crick, R. D., & Joldersma, C. W. (2007). Habermas, Lifelong Learning and Citizenship
Education. Studies in Philosophy and Education, 26(2), 77-95. doi:10.1007/s11217-
006-9015-1
Çağan, K. (2016). Nurettin Topçu: Anadoluculuk Ya Da Türk İslam Milliyetçiliği. M. K.
Arıcan, M. Orçan ve M. E. Kala (Dü) içinde, 40 Yıl Sonra Nurettin Topçu "Nurettin
Topçu Bugün Bize Ne Söyler" (s. 173-190). Ankara: Türkiye Yazarlar Birliği Yayınları.
Çakır, R. (2005). Milli Görüş Hareketi. Y. Aktay (Dü.) içinde, İslamcılık- Modern Türkiye'de
Siyasi Düşünce (s. 544-550). İstanbul: İletişim Yayınları.
168
Çamyar, S. ve Yaldız, H. (2019). Ortaokul ve İmam Hatip Ortaokulu Din Kültürü ve Ahlak
Bilgisi 7 Ders Kitabı. Ankara: Gün Yayınları.
Çanakçı, H., Özaykut, S., Taşdemir, K., Yardımcı, S. ve Yetimoğlu, E. B. (2009). İlköğretim
Türkçe 4 Ders Kitabı. İstanbul: Bediralp.
Çarkoğlu, A. (2010). Türkiye'de Yeni Nesil İslamcılar Değişen Seçmen İçinde Adalet ve
Kalkınm Partisi'nin Temelleri. H. Yavuz (Ed.) içinde, AK Parti Toplumsal Değişimin
Yeni Aktörleri (s. 209-235). İstanbul: Kitapyayınevi Yayınları.
Çayır, K. (2009). "Avrupalı Olmadan Önce Biz Olmalıyız". Yeni Öğretim Programları ve
Ders Kitapları Işığında Türkiye Modernleşmesine Dair Bir Okuma. Kuram ve
Uygulamada Eğitim Bilimleri, 1659-1690.
Çayır, K. (2014). "Biz" Kimiz? Ders Kitaplarında Kimlik, Yurttaşlık, Haklar. İstanbul: Tarih
Vakfı Yayınları.
Çelebi, S. (2013). Öğrenciler Sürgün Aileler Mağdur.
https://www.gazetekadikoy.com.tr/gundem/grenciler-srgn-aileler-magdur
Çelikbaş, E., Gürel, F. ve Özcan, N. (2019). Hayat Bilgisi Ders Kitabı 3. Ankara: Milli
Eğitim Basımevi.
Çetin, N., Kutluay, M. ve Avlar, M. (2004). Liseler İçin Genel Türk Tarihi. İstanbul: Milli
Eğitim Basımevi.
Çevik, A., Koç, G. ve Şerbetçi, K. (2019). Türkiye Cumhuriyeti İnkilap Tarihi ve
Atatürkçülük 12. Ankara: Milli Eğitim Basımevi.
Çiftçi, F., Yüksel, İ., Yıldız, R., Kıvrak, M., Öztürk, R., Cerano, A. ve Efe, F. (2000).
İlköğretim Vatandaşlık Ve İnsan Hakları Eğitimi 8. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
Çiftçi, F., Yüksel, İ., Yıldız, R., Kıvrak, M., Öztürk, R., Cereno, A. ve Efe, F. (2000b).
İlköğretim Vatandaşlık ve İnsan Hakları Eğitimi 8. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
Çınar, R. Ü. (2020). Ecdadın İcadı AKP İktidarında Bellek Mücadelesi. İstanbul: İletişim
Yayınları.
Çınar, Y. (2010). Alevi Öğrencilere Camide Namaz Kıldırdılar İddiası.
https://www.haberturk.com/yasam/haber/586069-alevi-ogrencilere-namaz-
kildirdilar-iddiasi-aht
Dağı, İ. D. (2010). Adalet ve Kalkınma Partisi: Güvenlik ve Meşruiyet Arayaşında Kimlik,
Siyaset ve İnsan Hakları Söylemi. H. Yavuz (Ed.) içinde, Ak Parti Toplumsal
Değişimin Yeni Aktörleri (s. 121-141). İstanbul: Kitapyayınevi Yayınları.
Dalkılıç, H. ve Gölge, N. (2010). Hayat Bilgisi 1 Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı 2. Kitap.
İstanbul: Bediralp Yayınları.
169
Demiroğlu, R. ve Gökahmetoğlu, E. (2014). İlköğretim Tükçe 1 Ders ve Öğrenci Çalışma
Kitabı. Ankara: Başak Yayınları.
Derince, Ş. (2012). Anadili Temelli Çokdilli ve Çokdiyalektli Dinamik Eğitim: Kürt
Öğrencilerin Eğitiminde Kullanılabilecek Modeller. Disa Yayınları.
Dewey, J. (1996). Demokrasi ve Eğitim. (T. Yılmaz, Çev.) İzmir: Ege Üniversitesi.
Doğan, S., Güden, M., Pınar, H. ve Demir, H. (2001). İlköğretim Türkçe Ders Kitabı 1.
İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi.
Doğruer, S., Kurter, S. ve Gündoğdu, M. (2001). İlköğretim Türkçe Ders Kitabı 7. istanbul:
Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi.
Dönmez, M. (2004). Alevilik ve Tasavvuf. H. Engin ve İ. Engin içinde, Alevilik (s. 53-68).
İstanbul: Kitapevi Yayınları.
Duran, B. (2010). AKP ve Dönüşümün Aracı Olarak Politika. H. Yavuz içinde, AK Parti
Toplumsal Değişimin Yeni Aktörleri (s. 333-359). İstanbul: Kitapyayınevi Yayınları.
Duran, B. (2018). AK Parti'nin İdeolojik Dönüşümün Kodları. N. Miş ve A. Aslan içinde,
Kuruluşundan Bugüne AK Parti (s. 47-75). İstanbul: Seta Yayınları.
Durgun, S. (2011). Memalik-i Şahane'den Vatan'a. İstanbul: İletişim Yayınları.
Durkehim, E. (2016). Ahlak ve Toplum. (D. Çenesiz, Çev.) İstanbul: Pinhan Yayınları.
Edgar, A. (2006). Habermas The Key Concepts. London And New York: Routledge.
Edson, C. H. (2005). Our Past and Present: Historical Inquiry in Education. In R. R. Sherman,
& R. B. Webb, Qualitative Research in Education: Focus and Methods (pp. 42-57).
London and New York: Routledge.
Eğitim Sen (2004). Eğitim Sen Dava Notlar. www.egitimsen.org.tr,
https://egitimsen.org.tr/wp-content/uploads/2016/11/E%C4%9Fitim-Sen-Dava-
Notlar%C4%B1.pdf
Eğitim İş (2017). Yeni Milli Eğitim Bakanlığımız: İslami Vakıflar.
https://www.egitimis.org.tr/guncel/sendika-haberleri/yeni-milli-egitim-bakanligimiz-
islami-vakiflar-2468/#.Y43QoHZByUl
Eğitim Sen (2020). Eğitim Sen Haklı Çıktı: Yargı Ensar Vakfı Protokolü'nün Yanlış
Olduğuna Karar Verdi. https://egitimsen.org.tr/egitim-sen-hakli-cikti-yargi-ensar-
vakfi-protokolunun-yanlis-olduguna-karar-verdi/
170
Eğitim Sen (2022). Meb Örgün Eğitim İstatistikleri Işığında Eğitimin Durumu.
https://egitimsen.org.tr/: https://egitimsen.org.tr/wp-content/uploads/2021/09/MEB-
%C3%96rg%C3%BCn-E%C4%9Fitim-%C4%B0statistikleri.pdf adresinden alındı
Elster, J. (1998). Intoduction. In J. Elster (Ed.), Deliberative Democracy. Cambridge:
Cambridge University Press.
Emin, M. N. ve Barkçin, M. (2018). Ak Parti'nin Suriyeli Çocuklara Yönelik Eğitim
Politikaları. Kayıp Nesli Kurtarmak. İ. Çağlar ve A. Aslan içinde, Kuruluşundan
Bugüne AK Parti (s. 211-229). İstanbul: Seta Yayınları.
Englund, T. (2010). Educational Implications of the Idea of Deliberative Democracy.In M.
Murphy, & T. Fleming (Eds), Habermas, Critical Theory and Education (s. 19-33).
New York and London: Routledge.
Erdem, H. H. (2014). Karl Jaspers Felsefesine Giriş. İstanbul: Bilge Kültür Sanat Yayınları.
Erdem, A. K. (2022). Anayasa Mahkemesi' nin, Zorunlu Din Dersi Kararı Alevileri
Sevindirdi, AK Partili Yılmaz Tepki Gösterdi.
https://www.indyturk.com/node/496266/haber/anayasa-mahkemesinin-zorunlu-din-
dersi-karar%C4%B1-alevileri-sevindirdi-ak-partili
Erdoğan, K. (1993). Bektaşilik. İstanbul: İletişim Yayınları.
Eriksen, T. H. (2004). Etnisite ve Milliyetçilik. (E. Uşaklı, Çev.) İstanbul: Avesta Yayınları.
Erol, A., Altan, A., Arhan, S., Başar, S., Gülbahar, B., Kansu, S., . . . Yüksel, Y. (2009).
İlköğretim Türkçe 6 Ders Kitabı. İstanbul: Doğan Yayınları.
Erol, A., Özger-Bingöl, M., Yalçın, S. Ç., Demiroğlu, R., Irmak, A. ve Ceylan, M. (2009).
İlköğretim Türkçe 1 Ders Kitabı. İstanbul: Bediralp Yayınları.
Ersanlı, B. (2019). Tarih Eğitiminde "Sen Kimsin?" Siyaseti: Türkiye'den Orta Asya'ya.
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Evirgen, Ö. F., Özdural, Z., Özkan, J. ve Öztürk, S. (2017). Sosyal Bİlgiler Ders Kitabı 4.
Ankara: Saray Yayınları.
Ewert, G. D. (1991). Habermas and Education: A Comprehensive Overview of the Influence
of Habermas in Educational Literature. Review of Educational Research, 61(3), 345-
378.
Feinberg, W. (1995). Liberalism and the Aims of Multicultural Education. Journal of
Philosophy of Education, 29(2), 203-216.
Feinberg, W. (2006). For Goodness Sake: Religious Schools and Education for Democratic
Citizenry . London and New York: Routledge.
171
Fığlalı, E. R. (2001). İlköğretim Din Kültürü Ve Ahlâk Bilgisi 8. İstanbul: Milli Eğitim
Yayınları.
Findley, C. V. (2008). Dünya Tarihinde Türkler. (A. Anadol, Çev.) İstanbul: Kitapyayınevi
Yayınları.
Findley, C. V. (2012). Modern Türkiye Tarihi İslam Milliyetçilik ve Modernlik. (G. Ayas,
Çev.) İstanbul: Timaş Yayınları.
Finlayson, J. G. (2005). Habermas A Very Short Introduction. New York: Oxford University
Press.
Forbath, W. E. (1998). Habermas's Constitution: A History, Guide, and Critique. Law &
Social Inquiry, 23(4), 969-1016. 02 16, 2022 tarihinde
https://www.jstor.org/stable/828944 adresinden alındı
Forsyth, M. (2005). Hobbes's Contractarianism: A Comprative Analaysis. D. Boucher, & P.
Kelly içinde, The Socal Contract From Hobbes To Rawls (s. 35-51). Londan And New
York: Routledge.
Gans, C. (2003). The Limits of Nationalism. New Yok: Cambridge University Press.
Gellner, E. (1992). Uluslar ve Ulusçuluk. (G. G. Büşra Ersanlı Bahar, Çev.) İstanbul: İnsan
Yayınları.
Gellner, E. (2012). Milliyetçiliğe Bakmak. (C. Özertürk, S. Özertürk ve N. Soyarık, Çev.)
İstanbul: İletişim Yayınları.
Genç, E., Polat, M. M., Başol, S., Kaya, N. ve Azer, H. (2006). İlköğretim Sosyal Bilgiler
Ders Kitabı 6. İstanbul: Milsan Yayınları.
Gençkal-Eroler, E. (2019). Dindar Nesil Yetiştirmek Türkiye'nin Eğitim Politikalarında Ulus
ve Vatandaş İnşası(202-2016). İstanbul: İletişim Yayınları.
Gezik, E. (2020). Alevi Kürtler. İstanbul: İletişim Yayınları.
Goergeon, F. (1996). Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri Yusuf Akçura(1876-1935). (A. Er,
Çev.) Ankara: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Gökalp, Z. (2003). Türkçülüğün Esasları. İstanbul: Bordo Siyah Klasik Yayınları.
Göle, N. (2013). Modernist Kamusal Alan ve İslami Ahlak. N. Göle içinde, Nilüfer Göle
İslam'ın Yeni Kamusal Yüzleri İslam ve Kamusal Alan Üzerine Bir Atölye Çalışması
(s. 19). İstanbul: Metis Yayınları.
Gören, N., Yener, Z., İldeniz, A. ve Aksal, S. H. (2009). İlköğretim Türkçe 5 Öğrenci Ders
Kitabı. Ankara: Saray Yayınları.
172
Gören, N., Yener, Z., İldeniz, A., Aksal, S. H. ve Sarıöz, N. (2009). İlköğretim Türkçe 2 Ders
Kitabı. İstanbul: Bediralp Yayınları.
Gutmann, A. (1994). Introduction. In A. Gutmann(Ed.), Multiculturalism Examining The
Politics of Recognition (pp. 3-25). New Jersey: Princeton University Press.
Gutmann, A. (1999). Democratic Education with A New Preface And Epilogue. Princeton,
New Jersey: Princeton University Press.
Guttmann, A., & Thompson, D. (2004). Why Deliberative Democracy? New Jersey:
Princeton University.
Gülalp, H. (2003). Kimlikler Siyaseti Türkiye'de Siyasal İslamın Temelleri. İstanbul: Metis
Yayınları.
Gültekin, G., Akpınar, M., Nohutcu, M., Özerdoğan, P. ve Aygun, S. (2019). Sosyal Bilgiler
Ders Kitabı 7. Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi.
Gültekin, İ. ve Pekdemir, A. Z. (2010). İlköğretim Türkçe 4 Ders Kitabı. İstanbul: Kelebek
Yayınları.
Gültekin, İ. ve Pekdemir, A. Z. (2010). İlköğretim Türkçe 4 Öğrenci Çalışma Kitabı.
İstanbul: Kelebek Yayınları.
Güvenç, B. (1995). Türk Kimliği Kültür Tarihinin Kaynakları. İstanbul: Remzi Kitapevi
Yayınları.
Habermas, J. (1994). Struggles for Recognition in the Democratic Constitutional State. In A.
Gutmann içinde, Multiculturalism Examining The Politics of Recognition (S. W.
Nicholsen Trans, pp. 107-149). New Jersey: Princeton University Press.
Habermas, J. (1996). Between Facts And Norms Contributions to A Discourse of Law And
Democracy. (W. Rehg, Trans.) Cambridge: the MIT Press.
Habermas, J. (2001a). İletişimsel Eylem Kuramı 1. Cilt Eylem Rasyonelliği ve Toplumsal
Rasyonelleşme. (M. Tüzel, Çev.) İstanbul: Kabalcı Yayınları.
Habermas, J. (2001b). İletişimsel Eylem Kuram 2. Cilt İşlevselci Aklın Eleştirisi Üzerine. (M.
Tüzel, Çev.) İstanbul: Kabalcı Yayınları.
Habermas, J. (2003). Kamusallığın Yapısal Dönüşümü. (T. Bora ve M. Sancar, Çev.)
İstanbul: İletişim Yayınları.
Habermas, J. (2005). Religion in the Public Sphere. Philosophia Africana, 8(2), 99-110.
doi:https://doi.org/10.5325/philafri.8.2.0099
Habermas, J. (2012). ''Öteki'' Olmak ''Öteki'' yle Yaşamak Siyaset Kuramı Yazıları. (İ. Aka,
Çev.) İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
173
Habermas, J. (2018). Küreselleşme ve Milli Devletin Geleceği. İstanbul: Yarın Yayınları.
Haddock, B. (2005). Hegel's Critique of The Theory of Social Contract. In D. Boucher, & P.
Kelly, The Social Contract From Hobbes To Rawls (pp.. 149-165). London And New
York: Routledge.
Hale, W. (2010). Hristiyan Demokrasi ve AKP, Benzerlikler ve Zıtlıklar. H. Yavuz içinde,
AK Parti Toplumsal Değişimin Yeni Aktörleri (s. 97-121). İstanbul: Kitapyayınevi
Yayınları.
Hanioğlu, M. Ş. (1985). Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük (1889-1602).
İstanbul: İletişim Yayınları.
Hanioğlu, M. Ş. (2008). A Brief History of The Late Ottoman Empire. Princeton: Princeton
University Press.
Hanioğlu, M. Ş. (2011). Atatürk An İntellectulal Biography. Princeton: Princeton University
Press.
Heper, M. (2016). Osmanlı-Cumhuriyet Geleneği ve Kürt Sorunu. M. Kabasakal içinde,
Türkiye'de Siyasal Yaşam, Dün, Bugün, Yarın (s. 333-357). İstanbul: İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları.
Heyd, U. (2010). Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri. (A. G. Bozkurt, Çev.) İstanbul: İlgi
Yayınları.
Heywood, A. (2013). Siyasî İdeolojiler. (A. K. Bayram, Ö. Tüfekçi, H. İnaç, Ş. Akın, & B.
Kalkan, Çev.) Ankara: Adres Yayınları.
Hobsbawm, E. J. (2010). Milletler ve Milliyetçilik. (O. Akınhay, Çev.) İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Horowitz, D. (1985). Ethnic Groups in Conflict. Berkeley, Los Angeles, London: University
Of California Press.
İnalcık, H. (2005). Atatürk ve Atatürkçülük. Doğu Batı, 346-386.
İnalcık, H. (2006). Tanzimat Nedir? H. İnalcık ve M. Seyitdanlıoğlu (Dü) içinde, Tanzimat,
Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu (s. 13-37). Ankara: Phoneix Yayınları.
Jaspers, K. (2000). The Question of German Guilt. (E. B. Ashton, Trans.) New York:
Forhdam Univeristy Press.
Jayawardena, K. (2016). Feminism And Nationalism In The Third World. London, New
York: Verso.
Kadıoğlu, A. (2012a). Türkiye'de Vatandaşlığın Anatomisi. A. Kadıoğlu (Ed.) içinde,
Vatandaşlığın Dönüşümü Üyelikten Haklara (C. Cemgil, Çev., s. 168-185). İstanbul:
Metis Yayınları.
174
Kadıoğlu, A. (2012b). Vatandaşlığın Ulustan Arındırılması: Türkiye Örneği. A. Kadıoğlu
(Dü.) içinde, Vatandaşlığın Dönüşümü Üyelikten Haklara (C. Cemgil, Çev., s. 31-55).
İstanbul: Metis Yayınları.
Kafesoğlu, İ. (1970). Türk milliyetçiliğinin Meseleleri. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
Kancı, T. ve Altınay, A. G. (2011). Küçük Askerleri ve Küçük Ayşeleri Eğitmek: Ders
Kitaplarında Askerileştirilmiş ve Cinsiyetlendirilmiş Vatandaşlık. M. Carlson ve F.
Gök içinde, Çokkültürlü Toplumlarda Eğitim (s. 47-73). İstanbul: İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları.
Kandiyoti, D. (2013). Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar, Kimlikler Ve Toplumsal Dönüşümler.
(B. Aksu, F. Sayılan, Ş. Tekeli, H. Tapınç ve F. Özbay, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları.
Kane, J. (1996). From Ethnic Exclusion to Ethnic Diversty: The Australian Path to
Multiculturalism. In Kymlicka,W.(Ed.), Ethnicity and Group Rights. New York and
London: New york Universty Press.
Kapar, M. A., Yüksel, E., Bildik, F., Şahin, K., Şafak, L., Ardıç, M., . . . Yıldız, S. (2017).
Ortaöğretim Tarih 9 Ders Kitabı. Ankara: Tuna Yayınları.
Kaplan, İ. (2005). Türkiye’ de Milli Eğitim İdeolojisi. İstanbul: İletişim Yayınları.
Kaplan, S. (2006). Religious Nationalism. Comparative Studies of South Asia, Africa and the
Middle East, 665-671.
Kara, İ. (2014). Türkiye'de İslâmcılık Düşüncesi 1 Metinler Kişiler. İstanbul: Dergâh
Yayınları.
Karabulut, T. (2016). Demokratik Yurttaşlığın Krizini Yeniden Düşünmek: Liberal
Milliyetçilik ve Anayasal Yurtseverlik Kuramları.(Yayınlanmamış Doktora Tezi),
Ankara: Ankara Üniversitesi, Türkiye.
Karpat, K. H. (2010). Türk Demokrasi Tarihi. İstanbul: Timaş Yayınları.
Kaya, N. (2012). Türkiye'nin Eğitim Sisteminde Azınlıklar ve Ayrımcılık Kavramsal
Çerçeve ve Temel Sorunlar. K. Çayr ve M. Ayan-Ceyhan içinde, Ayrımcılık Çok
Boyutlu Yaklaşımlar (s. 213-231). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Kazancıgil, A. (2000). Türkiye'de Modern Devletin Oluşumu ve Kemalizm. E. Kalaycıoğlu
ve A. Y. Sarıbay (Editörler) içinde, Türkiye'de Politik Değişim ve Modernleşme (s.
137-155). İstanbul: Alfa Yayınları.
Keating, M. (1996). Nations Against the State The New Politics of Nationalism in Quebec,
Catalonia and Scotland. New York: Palgrave Macmillan.
Kedourie, E. (1961). Nationalism. London: Hutchinson Universty Library.
175
Keyman, E. F. (2012). Türkiye'de Çokkültürlü Anayasal Vatandaşlık. A. Kadıoğlu (Dü.)
içinde, Vatandaşlığın Dönüşümü Üyelikten Haklara (C. Cemgil, Çev., s. 218-245).
İstanbul: Metis Yayınları.
Khon, H. (1982). Nationalism its Meaning and History. Malabar, Florida: Robert E. Krieger
Publishng Company.
Koçak, M. (2013). Çok-Kültürlülük Açısından Dil Hakları. Ankara: Liberte Yayınları.
Kohn, H. (1965). Nationalism Its Meaning and History. Florida: Roberte E. Krieger.
Komisyon. (2002). 2. Sınıf Hayat Bilgisi . Ankara: Milli Eğitim Basımevi.
Komisyon. (2003a). Hayat Bilgisi 1 . İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
Komisyon. (2003b). Hayat Bilgisi 2. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
Komisyon. (2003c). Hayat Bilgisi 3. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
Komisyon. (2004a). Milli Güvenlik Bilgisi. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
Komisyon. (2004b). İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi 7. İstanbul: Milli Eğitim
Basımevi.
Komisyon. (2005). Fransa'da Laisitenin Uygulanışına İlişkin Statisi Raporu. T. Ilgaz içinde,
Avrupa'da Türban Tartışmaları, Avrupa'da Laiklik, Demokrasi ve İslâm Tartışmaları
(s. 29-129). Ankara: Paragraf Yayınları.
Komisyon. (2005a). İlköğretim Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi 4. İstanbul: Milli Eğitim
Basımevi.
Komisyon. (2005b). İlköğretim Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi 5. İstanbul: Milli Eğitim
Basımevi.
Komisyon. (2005c). İlköğretim Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi 6. İstanbul: Milli Eğitim
Basımevi.
Komisyon. (2005d). İlköğretim Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi 7. İstanbul: Milli Eğitim
Basımevi.
Komisyon. (2012). İlköğretim Sosyal Bilgiler Ders Kitabı 7. Ankara: Başak Yayınları.
Komisyon. (2013). Ortaöğretim Türkiye Cumhuriyeti ve İnkilap Tarihi ve Atatürkçülük.
Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi.
Komisyon. (2014a). İlköğretim Sosyal Bilgiler Ders Kitabı 6. Ankara: Saray Yayınları.
Komisyon. (2014b). İlköğretim Türkçe 6 Ders Kitabı. Ankara: Saray Yayınları.
176
Komisyon. (2014a). İlköğretim Türkçe 6 Öğrenci Çalışma Kitabı. Ankara: Saray Yayınları.
Komisyon. (2014b). İlköğretim Türkçe 7 Ders Kitabı. Ankara: Ada Yayınları.
Komisyon. (2014c). İlöğretim Türke 7 Öğrenci Çalışma Kitabı. Ankara: Ada Yayınları.
Komisyon. (2015a). Sosyal Bilgiler 7. Ankara : Milli Eğitim Basımevi.
Komisyon. (2015b). Türkçe 6 Ders Kitabı. Ankara: Milli Eğitim Basımevi.
Komisyon. (2015c). Türkçe 7 Ders Kitabı. Ankara: Milli Eğitim Basımevi .
Komisyon. (2016). İlköğretim Türkçe 7 Ders Kitabı. Ankara: Semih Yayınları.
Kopraman, K. Y., Yediyıldız, B., Ercan, H. Y., Ergenç, Ö., Genç, R., İzgi, Ö. ve Önsoy, R.
(2003). Tarih 1. Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi.
Korkmaz, T. (2014). Erken Cumhuriyet Döneminde Farklı Bir Milliyetçilik Anlayışı Olarak
Anadoluculuk: Tipoloji ve Kuramlar Bağlamında Bir Değerlendirme Yayınlanmamış
Doktora Tezi. Sakarya: Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türkiye.
Koyuncu Kaya, M., Dağ, Ö., Koçak, E. ve Yıldırım, T. (2012). Sosyal Bilgiler Ders ve
Öğrenci Çalışma Kitabı(Birinci Kitap) 4. İstanbul: Dergah Yayınları.
Koyuncu, B. (2014). "Benim Milletim..." Ak Parti İktidarı Din ve Ulusal Kimlik. İstanbul:
İletişim Yayınları.
Koyuncu, M., Dağ, Ö., Koçak, E., Yıldırım, T., & Ünal, M. (2010). Sosyal Bilgiler Ders
Kitabı 4. İstanbul: Kelebek Yayınları.
Kökçe, H. (2017). AK Parti ve Kürtler. İstanbul: Kopernik Yayınları.
Köycü, A., Gümüş, H., & Altun, E. (2001). İlköğretim Türkçe 4 Ders Kitabı. İstanbul: Mili
Eğitim Bakanlığı Basımevi.
Krippendorff, K. (2004). Content Analaysis An Introduction to Its Methodology. Thousand
Oaks: Sage Publications.
Kurt, Ş. (2020). Türkiye'de Kürtçe Öğretim Deneyimin İncelenmesi(1968-
2020)(Yayınlanmamış Doktora Tezi). Diyarbakır: Dicle Üniversitesi, Türkiye.
Kuru, A. T. (2010). Laikliğin Yeniden Yorumlanması. A. Yavuz içinde, Ak Parti Toplumsal
Değişimin Yeni Aktörleri (s. 183-209). İstanbul: Kitapyayınevi Yayınları.
Kutay, M. T. (2018). Kültürel İktidarın El Değiştirmesi ve Türklüğün Yeniden İnşası. İ.
Çağlar ve A. Aslan içinde, Kuruluşundan Bugüne AK Parti (s. 49-63). İstanbul: Seta
Yayınları.
Küçük, H. (2003). Kurtuluş Savaşı'nda Bektaşiler. İstanbul: Kitap yayınevi Yayınları.
177
Kymlicka, W. (1995). Multicultural Citizenship. New York: Oxford Universty Press.
Kymlicka, W. (1995). Education for citizenship, in J.M. Halstead and T.H. McLaughlin
(eds), Education in Morality, London: Routledge.
Kymlicka, W. (2002). Contemprary Political Philosophy An Introduction. New York:
Oxford Universty Press.
Kymlicka, W. (2006). Liberal Nationalism And Cosmopolitan Justice. S. Benhabib içinde,
Another Cosmopolitanism (pp. 128-149). New York: Oxford University Press.
Kymlicka, W. (2015). Solidarity in Diverse Societies: Beyond Neoliberal Multiculturalism
And Welfare Chauvinism. A SpringerOpen Journal, 3-17. doi:10.1186/s40878-015-
0017-4
Kymlicka, W., & Patten, A. (2007). Introduction: Language Rights and Political Theory
Context, Issues and Approaches. In W. Kymlicka, & A. Patten (Eds.), Language Rights
and Political Theory (pp. 1-52). Oxford and New York: Oxford University Press.
Lessnoff, M. (1986). Social Contract. London: Macmillan.
Locke, J. (2012). Hoşgörü Üzerine Bir Mektup. (M. Yürüşen, Çev.) İstanbul: Liberte
Yayınları.
Locke, J. (2012). Hükümet Üstüne İkinci Tez. (A. Doğan, Çev.) İlya İzmir Yayınevi.
Lovat, T. (2013). Jürgen Habermas: Eucation's Reluctant Hero. In M. Murphy (Eds.), Social
Theory And Education Research, Understanding Foucault, Habermas, Bourdieu and
Derrida (pp. 69-84). London And New york: Routledge.
MacCormick, N. (2002). Questioning Sovereignty. New York: Oxford University Press.
Macit, A., Menküç, D., Türk-Soydaş, D., Pesen, N. M., & Kırman, S. (2018). Ortaokul Din
Kültürü ve Ahlak Bilgisi 7. Sınıf. Ankara: S.E.K Yayınları.
Macmulen, I. (2007). Faith in Schools? Autonomy, Citizenship and Religious Education in
The Liberal State. Princeton And Oxford: Princeton University.
Maden, M., Kablan, M. ve Sever, A. (2007). Tarih 1. (S. Yılmaz, Dü.) İstanbul: Rotamat
Yayınları.
Mardin, Ş. (1991). Türk Modernleşmesi. İstanbul: İletişim Yayınları.
Mardin, Ş. (1992). Bediüzzaman Said Nursi Olayı. (M. Çulhaoğlu, Çev.) İstanbul: İletişim
Yayınları.
Mardin, Ş. (2000). The Genesis of Young Ottoman Thought A Study in Modernization of
Turkish Political Ideas. New York: Syracuse University Press.
178
Mardin, Ş. (2008). Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908. İstanbul: İletişim Yayınları.
Mazlum Der. (2009). Andımız Militarist Bir Anlayışın Ürünü.
https://mazlumder.org/tr/main/faaliyetler/basin-aciklamalari/1/andimiz-militarist-
anlayisin-urunu/5404
Mazzini, G. (2009). A Cosmopolitanism of Nations Giuseppe Mazzini's Writings on
Democracy, Nation Building and İnternational Relations. (S. Recchia, N. Urbinati, Dü,
& S. Recchia, Trans.) Princeton and Oxford: Princeton University Press.
McDowall, D. (1996). The Kurds. London: Minorty Right Groups.
Melikoff, I. (2010). Bektaşilik/Kızılbaşlık: Tarihsel Bölünme ve Sonuçları. T. Olsson, E.
Özdalga ve C. Raudvere (Editörler) içinde, Alevi Kimliği (B. Kurt-Torun ve H. Torun,
Çev., s. 3-13). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Mendus, S. (1995). Toleration and Recognition: Education In A Multicultural Society.
Journal of Philosophy of Education, 29(2), 191-201.
Merriam, S. B. (2009). Qualitative Research A Guide to Design and Implementation. San
Francisco: Jossey Bass.
Michelman, F. I. (2001). Orality, Identity and "Constitutional Patriotism". Ratio Juris, 14(3),
253-271. doi:https://philpapers.org/go.pl?id=MICMIA-
2&proxyId=&u=https%3A%2F%2Fdx.doi.org%2F10.1111%2Fraju.2001.14.issue-3
Mill, J. S. (2001). Representative Goverment. Ontario: Botoche Books.
Miller, D. (1995). On Nationality. Oxford: Clarendon Press.
Miller, D. (1999). Principles of Social Justice. London: Harvard University Press.
Miller, D. (2005). Citizenship And National Identity. Cambridge: Polity Press.
Miller, D. (2007). National Responsibility And Global Justice. New York: Oxford University
Press.
Miller, D. (2020). The Coherence of Liberal Nationalism. In D. Miller, & G.
Gustavsson(Eds.), Liberal Nationalismm and Its Critics Normative and Emprical
Questions (pp. 23-38). New York: Oxford University Press.
Miller, D., & Gustavsson, G. (2020). Introduction: Why Liberal Nationalism Today? In D.
Miller, & G. Gustavsson(Eds.), Liberal Nationalismm and Its Critics Normative and
Emprical Questions (pp. 1-23). New York: Oxford University Press.
Milli Eğitim Bakanlığı. (2002). İlköğretim Okulu Programları. İstanbul: Milli Eğitim
Bakanlığı Basımevi.
179
Mili Eğitim Bakanlığı. (2006). Milli Eğitim Bakanlığı Demokras Eğitimi ve Okul Meclisleri
Yönergesi. http://mevzuat.meb.gov.tr/dosyalar/286.pdf .
Mili Eğitim Bakanlığı. (2006). Türkiye'ye Sesleniş. Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı
Basımevi.
Millî Eğitim Bakanlığı. (2007a). 17. Millî Eğitim Şûrası. Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı
Basımevi.
Milli Eğitim Bakanlığı. (2011). Cumhuriyet Eğitim Gezileri Projesi.
http://mevzuat.meb.gov.tr/dosyalar/1443.pdf
Milli Eğitim Bakanlığı. (2011a). 18. Milli Eğitim Şurası Cilt1. Ankara: Millî Eğitim
Bakanlığı Basımevi.
Milli Eğitim Bakanlığı. (2011b). 18. Millî Eğitim Şurası Cilt2. Ankara: Milli Eğitim
Bakanlığı Basımevi.
Millî Eğitim Bakanlığı. (2019). 19. Millî Eğitim Şûrası Kararları. Ankara : Milli Eğitim
Bakanlığı Basımevi.
Moore, M. (2004). The Ethics of Nationalism. New York: Oxford University Press.
Morin, E. (2010). Geleceğin Eğitimi İçin Gerekli Yedi Bilgi. (H. Dilli, Çev.) İstanbul: İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Mumcu, A. ve Su, M. K. (2001). Lise ve Dengi Okullar İçin Türkiye Cumhuriyeti İnkilâp
Tarihi ve Atatürükçülük. İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi.
Murphy, M. (2013). Social Theory and Education Research: An Introduction. M. Murphy
(Ed.) içinde, Social Theory and Education Research, Understanding Foucault,
Habermas, Bourdieu And Derrida (pp. 3-19). London and New York: Routledge.
Murphy, M., & Fleming, T. (2010). Taking Aim at the Heart of Education, Critical Theory
and the Future of Learning. In M. Murphy, & T. Fleming (Eds.), Habermas, Critical
Theory and Education (pp. 201-209). New York and London: Routledge.
Müller, J. W. (2007). Constitutional Patriotism. Princeton And Oxford: Princeton University
Press.
Nielsen, K. (1996-1997). Cultural Nationalism, Neither Ethnic Nor Civic. The Philosophical
Forum, 28(1-2), 42-51.
Nozick, R. (1999). Anarchy State, And Utopia. Oxforda and Cambridge: Blackwell.
Nursi, S. (2000). Bediüzzaman Said Nursi Tarihçe-i Hayatı. İstanbul: Zehra Yayınları.
Nursi, S. (2003). Emirdağ Lahikası. İstanbul: Zehra Yayınları.
180
Nursi, S. (2004). Mektubat. İstanbul: Zehra Yayınları.
Okçabol, R. (2013). AKP İktidarında Eğitim, Eğitimin Piyasalaşması ve Gericileşmesi.
Ankara: Ütopya Yayınları.
Okur, Y., Aksoy, M., Kızıltan, H., Sever, A., Öztürk, M. ve Karaman, M. (2014).
Ortaöğretim Tarih 11. Ankara: Korza Yayınları.
Okur, Y., Genç, İ., Özcan, T., Yurtbay, M. ve Sever, A. (2011). Ortaöğretim Tarih 9. Ankara:
Evren Yayınları.
Ortaylı, İ. (2000). Osmanlı Devletinde Laiklik Hareketleri Üzerine. E. Kalaycıoğlu ve A. Y.
Sarıbay (Editörler), Türkiye'de Politik Değişim ve Modernleşme (s. 125-137). İstanbul:
Alfa yayınları.
Ortaylı, İ. (2016). Avrupa ve Biz Seçme Eserler I. İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları.
Özdemir, A. ve Çınar, F. (2010). Hayat Bilgisi 2 Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı 2. Kitap.
istanbul: Kelebek Yayınları.
Özdemir, A. ve Yıldız, M. (2008). Hayat Bilgisi 2. Ankara: İmpress.
Özdenören, R. (2005). Necip Fazıl Kısakürek. Y. Aktay (Ed.), İslamcılık- Modern Türkiye'de
Siyasi Düşünce (s. 136-157). İstanbul: İletişim Yayınları.
Özel, S. ve Sarıkaya, A. (2005). Türkiye'de Liberalizmin Prangaları. M. Yılmaz (Ed.),
Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce 7- Liberalizm (s. 452-453). İstanbul: İletişim
Yayınları.
Özel-Eren, E. ve Doğan, N. C. (2010). Hayat Bilgisi 3 Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı 3
2.Kitap. İstanbul: Kelebek Yayınları.
Özgür, İ. (2015). İmam Hatip Okulları İnanç, Siyaset ve Eğitim. (H. Yalın ve E. Özkan, Çev.)
İstanbul: Kitapyayınevi Yayınları.
Özkan, H., Gürsoy, H. ve Vardar, M. E. (2001). İlköğretim Türkçe 3 Ders Kitabı. İstanbul:
Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi.
Özkırımlı, U. (2000). Theories of Nationalism A Critical Introduction. New York: Macmillan
Press.
Öztürk, S. ve Elbistan, F. (2008). Hayat Bilgisi 1. İstanbul: Kelebek Yayınları.
Özyürek, H. ve Kozinoğlu, F. N. (2001). İlköğretim Türkçe 2 Ders Kitabı. İstanbul: Milli
Eğitim Bakanlığı Basımevi.
Parla, T. (1993). Ziya Gökalp Kemalizm ve Türkiye'de Korporatizm. İstanbul: İletişim
Yayınları.
181
Polat, M. M., Kaya, N., Koyuncu, M. ve Özcan, A. (2008). İlköğretim Sosyal Bilgiler 7 Ders
Kitabı. İstanbul: Doğan Yayınları.
Pring, R. (2013). Eğitim Araştırmalarının Felsefesi. (D. Köksal, Çev.) Ankara: Nobel
Yayınları.
Rattanasi, A. (2007). Racism A Very Short Introduction. New York: Oxford University
Press
Rawls, J. (2006). Halkların Yasası Ve Kamusal Akıl Düşüncesinin Yeniden Ele Alınması. (G.
Evrin, Çev.) İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Rawls, J. (2007). Siyasal Liberalizm. (M. Bilgin, Çev.) İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları.
Rawls, J. (2018). Bir Adalet Teorisi. (V. A. Coşar, Çev.) Ankara: Phoenix.
Raz, J. (1994). Multiculturalism: A Liberal Perspective," in Ethics in the Public Domain:
Essays in the Morality of Law and Politics. Oxford: Clarendon Press.
Renan, E. (2016). Ulus Nedir? (G. Yavaş, Çev.) İstanbul: Pinhan Yayınları.
Resmî Gazete (2015), 2016-2107 Eğitim ve Öğretim Yılında Özel Okullarda Öğrenim
Görecek Öğrenciler İçin Eğitim ve Öğretim Desteği Verilmesine İlişkin Tebliği,
https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2015/07/20150725-16.htm
Rousseau, J. J. (1990). İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri Üzerine
Konuşma. (R. N. İleri, Çev.) İstanbul: Say Yayınları.
Rousseau, J. J. (2009). Emile Ya Da Eğitim Üzerine. (Ü. Akagündüz, Çev.) İstanbul: Selis
Yayınları.
Rousseau, J. J. (2013). Toplum Sözleşmesi. (V. Günyol, Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları.
Rowley, D. G. (2012). Giuseppe Mazzini and Democratic Logic of Nationalism. The Journal
of Association for The Study of Ethnicity and Nationalism, 1(18), 39-56.
doi:10.1111/j.1469-8129.2011.00501.x
Sakaoğlu, N. (1992). Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları.
Saldana, J. (2019). Nitel Araştırmacılar için Kodlama El Kitabı. (S. Ş. Şad, Çev.) Ankara:
Pegem Yayınları.
Schreier, M. (2012). Qualitative Content Analaysis in Practice. Sage: London.
Schwartz, A. (2011). Partiotism or Integrity? Constitutional Community in Divided
Societies. Oxford Journal of Legal Studies, 31(3), 503-526. doi:10.1093/ojls/gqr010
182
Skutnabb-Kangas, T. (Ed..). (2013). Çok Dilli Eğitim Yoluyla Toplumsal Adalet. Ankara:
Eğitim Sen Yayınları.
Smith, A. D. (1994). Milli Kimlik. (B. S. Şener, Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları.
Smith, A. D. (2002a). Küreselleşme Çağında Milliyetçilik. (D. Kömürcü, Çev.) İstanbul:
Everest Yayınları.
Smith, A. D. (2002b). Ulusların Etnik Kökeni. (H. K. Sonay Bayramoğlu, Çev.) Ankara: Dost
Yayınları.
Sobacı, M. Z. ve Köseoğlu, Ö. (2018). AK Parti ve Türk Kamu Yönetiminde Reform
Serüveni: Demokratikleşme Yolunda Atılan Adımlar. N. Miş ve A. Aslan içinde,
Kuruluşundan Bugüne Ak Parti (s. 159-181). İstanbul: Seta Yayınları.
Sözen, E. (2010). AK Parti'nin Kadın Siyaseti ve AK Partili Kadın Kimlikleri. H. Yavuz
içinde, Ak Parti Toplumsal Değişimin Yeni Aktörleri (s. 309-333). İstanbul:
Kitapyayınevi Yayınları.
Steger, M. B. (2003). Globalization A Very Short Introduction. Oxford: Oxford Universty
Press.
Şenünver, G., Karabulut, E., Kesim, H. S., Turgut, R., Ercan, N., Küçükbaycan, M., . . . Akay,
A. (1999). Sosya Bilgiler 7. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
Şenünver, G., Karabulut, E., Kesim, H. S., Turgut, R., Ercan, N., Küçükbaycan, M., . . . Akay,
A. (1999). Sosyal Bigiler 5. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
Şenünver, G., Karabulut, E., Kesim, H. S., Turgut, R., Ercan, N., Küçükbaycan, M., . . . Akay,
A. (1999). Sosyal Bilgiler 4. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
Şenünver, G., Karabulut, E., Kesim, H. S., Turgut, R., Ercan, N., Küçükbaycan, M., . . . Akay,
A. (2001). İlköğretim Okulu Sosyal Bilgiler 5. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
Şenünver, G., Karabulut, E., Kesim, H. S., Turgut, R., Ercan, N., Küçükbaycan, M., . . . Akay,
A. (2001). İlköğretim Okulu Sosyal Bilgiler 6. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
Şenünver, G., Karabulut, E., Kesim, H. S., Turgut, R., Ercan, N., Küçükbaycan, M., . . . Akay,
A. (2001). İlköğretim Okulu Sosyal Bilgiler 7. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
Şenünver, G., Karabulut, E., Kesim, H. S., Turgut, R., Ercan, N., Küçükbaycan, M., . . . Akay,
A. (2001). Sosyal Bilgiler 4. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
Şenünver, G., Karabulut, E., Kesim, H. S., Turgut, R., Ercan, N., Küçükbaycan, M., . . . Akay,
A. (2003b). Tarih 2 Ders Kitabı. İstanbul: Milsan.
Şenünver, G., Karabulut, E., Kesim, S., Turgut, R., Ercan, N., Küçükbaycan, M., . . . Akay,
A. (2003). Sosyal Bilgiler 4. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
183
Şenünver, G., Kesim, H. S., Turgut, R., Akay, A. ve Ercan, N. (2001). İlköğretim Okulları
İçin Türkiye Cumhuriyeti İnkilâp Tarihi ve Atatürkçülük 8. İstanbul: Milli Eğitim
Basımevi.
Jackson, R. (20049. Rethiking, Religious Education and Plurality. , London and New York:
RoutledgeFalmer
T.B.M.M. Zabıt Ceridesi. (1340, 04 20). T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 8/1, 892-944. 09 20, 2022
tarihinde https://www.tbmm.gov.tr/:
https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d02/c008/tbmm02008042.
pdf
Tachau, F. (1963). The Search For National Identity Among The Turks. Die Welt des Islams,
3(8), pp. 165-176, https://doi.org/10.2307/1570234
Taktak, A., Göçer, A. ve Dinçer, H. (2006). İlköğretiim Vatandaşlık ve İnsan Hakları Eğitimi.
Ankara: Semih Yayınları.
Tamir, Y. (1993). Liberal Nationalism. New Jersey: Princeton Universty Press.
Tamir, Y. (1995). Two Concepts of Multculturalism. Journal of Philosophy of Education,
29(2), 161-172.
Tamir, y. (2013). Democarcy , Nationalism an Education. Educational Philosophy and
Theory, 24(1), 17-27, https://doi.org/10.1111/j.1469-5812.1992.tb00216.x
Tamir, Y. (2019). Why Nationallsm. Princeton and Oxford: Princeton University Press.
Tarih Beceri Temelli Etkinlik Kitabı. (2022, 02 25). www.ogmmateryal.eba.gov.tr:
https://ogmmateryal.eba.gov.tr/panel/upload/etkilesimli/kitap/beceri_temelli/11/tarih/
index.html#p=16 adresinden alındı
Taylor, C. (1994). The Politics of Recognition. In A. Gutman (Ed.), Multiculturalism (pp.
25-75). New- Jersey: Princeton University.
Taylor, C. (2011). Modernliğin Sıkıntıları. (U. Canbilen, Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Taylor, C. (2014). Seküler Çağ. (D. Körpe, Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları.
Tekeli, İ. (2011). Türkiye İçin Eğitim Yazıları. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Tekerek, M., Kaya, N., Alıç, M. D., Yılbat, B., Yıldırım, T., Koyuncu, M. ve Ulusoy, K.
(2005). Sosyal Bilgiler 4 Ders Kitabı. İstanbul: .
Tekerek, M., Kaya, N., Kaya, N., Azer, H., Alıç, M. D., Yılbat, B., . . . Ulusoy, K. (2005).
İlköğretim Sosyal Bilgiler Ders Kitabı 5. Ankara: İma Yayınları.
184
Tekin, Y. (2018). Eğitim Alanında Yaşanan Dönüşüm Bağlamında Ak Partinin 15 Yılı. İ.
Çağlar ve A. Aslan içinde, Kuruluşundan Bugüne AK Parti (s. 139-157). İstanbul: Seta
Yayınları.
Tezcan, M. (2002). Postmodern ve Küresel Toplumda Eğitim. Ankara: Anı Yayınları.
The Editors of Encyclopedia of Britannica. (2022). Ultramontanism.
https://www.britannica.com/topic/Ultramontanism
Timur, T. (2008). Habermas'ı Okumak. İstanbul: Yordam Kitap Yayınları.
Tokdoğan, N. (2018). Yeni Osmanlıcılık Hınç, Nostalji, Narsisizm. İstanbul: İletişim
Yayınları.
Topçu, N. (1997). Türkiye'nin Maarif Davası. İstanbul: Dergah Yayınları.
Topçu, N. (2008). Ahlâk Nizâmı. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Toprak, B. (2000). Türkiye'de Dinin Denetim işlevi. E. Kalaycıoğlu ve A. Y. Sarıbay
(Editörler) içinde, Türkiye' de Politik Değişim ve Modernleşme (s. 309-319). İstanbul:
Alfa Yayınları.
Touraine, A. (1997). Demokrasi Nedir? (O. Kunal, Çev.) İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Touraine, A. (2011). Eşitliklerimiz ve Farklılıklarımız Birlikte Yaşayabilecek miyiz. (O.
Kunal, Çev.) İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Tuğsuz, N. (2018). AK Parti Döneminde Alevilerin Merkeze Mesafesi. N. Miş ve A. Aslan
içinde, Kurluşundan Bugüne AK Parti (s. 339-361). İstanbul: Seta Yayınları.
Tunaya, T. Z. (1988). Türkiye'de Siyasal Partile Cilt 1 İkinci Meşrutiyet Dönemi. İstanbul:
Hürriyet Vakfı Yayınları.
Tunaya, T. Z. (1960). Türkiye'nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri. İstanbul:
Yedigün Matbaası Yayınları.
Turan, V., Genç, İ., Çelik, M., Genç, C. ve Türedi, Ş. (2015). Tarih 10. Ankara: Milli Eğitim
Bakanlığı Basımevi.
Turan-Özpolat, E. (2019). Tarihsel Araştırma. S. Şen ve İ. Yıldırım içinde, Eğitimde
Araştırma Yöntemleri (s. 301-313). Ankara: Nobel Yayınları.
Türköne, M. (1994). Modernleşme Laiklik ve Demokrasi. Ankara: Ark Yayınları.
Tüysüz, S. (2018). Sosyal Bilgiler Ders Kitabı 4. Ankara: Tuna Yayınları.
Tüysüz, S. (2019). Tarih 9. Ankara: Tuna Yayınları.
Tüysüz, S. (2021). Sosyal Bilgiler 4. Ankara: Tuna Yayınları.
185
Tüysüz, S. (2021). Sosyal Bilgiler Ders Kitabı. Ankara: Tuna Yayınları.
Uysal, S. ve Elbistan, F. (2008). Hayat Bilgisi 1 Ders Kitabı. (M. Güven, S. Güven veG.
Karabağ, Dü) Ankara: Semih Yayınları.
Ülger, M. ve Dombaycı, M. A. (2015). İnsan Hakları Yurttaşlık ve Demokrasi. Ankara: Milli
Eğitim Basımevi.
Ülken, H. Z. (1992). Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi. İstanbul: Ülken Yayınları.
Ülken, H. Z. (2008). Millet ve Tarih Şuuru. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları.
Ünal, M. (2018). AK Parti Döneminde Demokratikleşme Adımları. N. Miş, & A. Aslan
içinde, Kuruluşundan Bugüne AK Parti (s. 261-275). İstanbul: Seta Yayınları.
Ünal, M., Öner, M. Y. ve Bayrak, N. (2001). İlköğretim Türkçe Ders Kitabı 6. İstanbul: Milli
Eğitim Bakanlığı Basımevi.
Ünder, H.(1998). Kemalizm Işığında Atatürk Döneminde (1923-1938) Eğitsel Değerler
(Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara: Ankara Üniversitesi, Türkiye.
Ünder, H. (2012). Constructivism and the Curriculum Reform of the AKP. In K. I.
Akkaymak(Ed.), Neoliberal Transformation of Education in Turkey Political and
Ideological Analysis of Educational Reforms in the Age of the AKP (pp. 33-47). New
York: Palgrave Macmillan.
Üstel, F. (1999). Yurttaşlık ve Demokrasi. Ankara: Dost Yayınları.
Üstel, F. (2008). "Makbul Vatandaş" ın Peşinde II. Meşrutiyet' ten Bugüne Vatandaşlık
Eğitim. İstanbul: İletişim Yayınları.
Vali, A. (2005a). Kürtlerin Soykütükleri: Kürt Tarih Yazımında Ulus ve Ulusal Kimliğin
İnşası. A. Vali içinde, Kürt Milliyetçiliğinin Kökenleri (F. Adsay, Ü. Aydoğmuş ve S.
Kılıç, Çev., s. 83-135). İstanbul: Avesta Yayınları.
Vali, A. (2005b). Milliyetçilik ve Köken Sorunu. Kürt Milliyetçiliğinin Kökenleri (F. Adsay,
U. Aydoğmuş ve S. Kılıç, Çev., s. 19-35). içinde Avesta Yayınları.
Vali, A. (2013). Kürt Tarihi Kimliği ve Siyaseti. (İ. Bingöl, Çev.) İstanbul: Avesta Yayınları.
Vera-Zavala, A. (2006). Katılımcı Demokrasi Dünyadaki Katılımcı Demokrasi Deneyimleri.
(N. Aras, Çev.) Ankara: Dipnot Yayınları.
Viroli, M. (1997). Vatan Aşkı, Yurtseverlik ve Milliyetçilik Üzerine Bir Deneme. (A. Yılmaz,
Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Vitale, D. (2006). Between Deliberative and Participatory Democracy. Philosophy Social
Criticism, 32(6), 739-766. doi:https://doi.org/10.1177/0191453706064022
186
Walzer, M. (1995). Education, Democratic Citizenship and Multiculturalism. Journal
Philosphy of Education, 29(2), 181-189.
Walzer, M. (2004). Politics and Passion Towar a More Egalitarian Liberalism. New Haven
London: Yale University Press.
Warren, M. E. (1995). The Self in Discursive Democracy. In S. K. White (Ed.), The
Cambridge Companion to Habermas (pp. 167-201). Cambridge: Cambridge
University Press.
Watson, H. S. (1977). Nations and States, An Enquiry into the Origins of Nations and Politics
of Nationalism. London: Universty Printing House, Cambridge.
Weale, A. (2013). Democratic Justice the Socail Contract. New York: Oxford University
Press.
Weber, E. (1976). Peasants into Frenchmen The Modernization of Rural France, 1870-1914.
California: Stanford University Press.
Weber, R. P. (1990). Basic Content Analaysis. Newbury Park: Sage.
West, C. (2014). Yeni Kültürel Farklılık Politikası. F. Mollaer(Ed.), Tanınma, Özdeşlik ve
Farklılık (s. 183-206). Ankara: Doğubatı Yayınları.
White, J. (1996). Liberalism Nationality and Education. Studies in Philosophy and
Education(15), 193-199.
Wilkinson, D., & Birmingham, P. (2003). Using Research Instruments A Guide For
Researchers. London: Routledge Farmer.
Williams, H. (2005). Kant On the Social Contract. In D. Boucher, & P. Kelly, The Social
Contract From Hobbes To Rawls (pp. 135-149). London And New York: Routledge.
Woons, M. (2014). Social Justice Beyond the Nation-State: Liberal Nationalism in
Multinational Contexts. St Antony's International Review, 10(1), 82-109. 02 26, 2021
tarihinde https://www.jstor.org/stable/26229072?seq=1#metadata_info_tab_contents
adresinden alındı
Wringe, C. (1995). Eucational Rights in Multicultural Communities. Journal of Philosophy
of Education, 29(2), 285-292.
Yalçın, H.C. (1938), Cumhuriyetin 15. Yıl Dönümü, Yedigün 12(294), s. 5
Yalçın, H.C. (1962), On Yılın Hatıraları, Yakın Tarihi 1(7), s. 214
Yalçın, I. U. (2019). İlkokul Türkçe Ders Kitabı 4. Sınıf. Ankara: Özgün Yayınları.
Yavuz, H. (2005). Modernleşen Müslümanlar Nurcular, Nakşiler, Milli Görüş ve Ak Parti.
(A. Yıldız, Çev.) İstanbul: Kitap Yayınevi Yayınları.
187
Yavuz, M. H. (2009). Secularism and Democracy in Turkey. Cambridge: Cambridge
University Press.
Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2011). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. Ankara:
Seçkin Yayınları.
Yıldırım, C., Kaplan, F., Kuru, H. ve Yılmaz, M. (2019). Ortaokul ve İmam Hatip Ortaokulu
6 Ders Kitabı. İzmir: Çağlayan Matbaası.
Yıldırım, C., Kaplan, F., Kuru, H. ve Yılmaz, M. (2019). Ortaokul ve İmam Hatip Ortaokulu
Sosyal Bilgiler 6 Ders Kitabı. İzmir: Çağlayan Yayınları.
Yıldırım, R. (2018). Geleneksel Alevilik İnanç, İbadetler, Kurumlar, Toplumsal Yapı,
Kolektif Bellek. İstanbul: İletişim Yayınları.
Yıldız, A. (2001). "Ne Mutlu Türküm Diyebilene" Türk Ulusal Kimliğinin Etno-Seküler
Sınırları". İstanbul: İletişim Yayınları.
Yılmaz, A. ve Güler, T. (2016). Kamu Yönetiminde Değişim ve Dönüşüm 2000'li Yıllarda
Türk Kamu Yönetiminin Değişim ve Dönüşümün Dinamikleri. S. Aslan ve Y.
Demirhan içinde, Türk Siyasal Hayatında AK Parti Dönemi (s. 5-45). Ekin: Bursa.
Yılmaz, F. G., Bayraktar, H., Özden, M. K., Akpınar, M. ve Evin, Ö. (2018a). Ortaokul ve
İmam Hatip Ortaokulu Ders Kitabı 6. İstanbul: Netbil Yayınları.
Yılmaz, F. G., Bayraktar, H., Özden, M. K., Akpınar, M. ve Evin, Ö. (2018a). Ortaokul ve
İmam Hatip Ortaokulu Sosyal Bilgiler Ders Kitabı 6. İstanbul: Netbil Yayınları.
Yılmaz, F., Doğan, H. İ., Özkan, S., & Öztürk, Y. (2019). Ortaöğretim Din Kültürü ve Ahlak
Bilgisi 12. Ankara: Korza Yayınları.
Yılmaz, Z. (2015). Dişil Dindarlık İslâmcı Kadın Hareketinin Dönüşümü. İstanbul: İletişim
Yayınları.
Yin, R. K. (2004). Applications of Case Stduy Research. Thousand Oaks: Sage Publications.
Young, I. M. (2000). Inclusion and Democracy. New York: Oxford Universty Press.
Youtube, (2013), Recep Tayyip Erdoğan "Demokrasi Bizim İçin Amaç Değil Araçtır"
https://www.youtube.com/watch?v=qY52kEMQyBA
Yüksel, E., Kapar, M. A., Bağcı, Ö., Bildik, F., Şahin, K., Şafak, L., . . . Ardıç, Y. (2019).
Tarih 11. Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi.
Yüksel, E., Kapar, M. A., Bağcı, Ö., Bildik, F., Şahin, K., Şafak, L., . . . Ardıç, Y. (2019).
Tarih 11 Ders Kitabı. Ankara: Milli Eğitim Basımevi.
Yüksel, E., Kapar, M. A., Bildik, F., Kazım, Ş., Şafak, L., Ardıç, M., . . . Yıldız, S. (2017).
Ortaöğretim Tarih 9 Ders Kitabı. Ankara: Milli Eğitim Basımevi.
188
Zarakolu, C. D. (2013). Thomas Hobbes'un Siyaset Felsefesi. İstanbul: Belge Yayınları.
Zelyut, R. (2015). Türk Aleviliği Anadolu Aleviliğinin Kültürel Kökeni. Ankara: Kripto
Yayınları.
189
EKLER
190
EK 1. Etik Kurul Onay
191
BENZERLİK BİLDİRİMİ
“Liberal Milliyetçilik ve Anayasal Yurtseverlik Kuramı Açısından Türkiye’de Milli
Eğitim(2002-2022)” başlıklı tezimin (ön bölüm, kaynaklar ve ekler hariç) Turnitin İntihali
Engelleme Programı aracılığıyla incelenmiş ve ilgili rapor danışmanım tarafından da kontrol
edilmiştir. Kontrol sırasında (1) “Beş sözcükten daha az olan benzeşmeler” (2) “Kaynaklar”
(3) “Doğrudan Alıntılar” dışarıda tutulmuştur. Benzerlik kontrolüne ilişkin elde edilen
raporlardan elde edilen sonuçlar aşağıda sunulmuştur.
Rapor Tarihi
12.10.2022
Gönderim Numarası
1923341811
Sayfa Sayısı
196
Sözcük Sayısı
49127
Karakter Sayısı
332577
Benzerlik Oranı
3
Savunma Tarihi
04.11.2022
Yukarıda belirtilen sonuçları gösteren Turnitin İntihali Engelleme Programı’na ilişkin
orijinal raporu, sonuçlarda herhangi bir değişiklik yapmaksızın bu beyanım ekinde Enstitüye
teslim ettiğimi, tezimin %10’da fazla benzerlik oranı içerdiğinin belirlenmesi durumunda,
bundan doğabilecek tüm yasal sorumluluğumu kabul ettiğimi bildirir, saygılarımı sunarım.
Öğrencinin Adı Soyadı: Mehmet Şirin FİLİZ
Tarih: 04.11.2022
İmza:…………………….
192
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler
Adı ve Soyadı : Mehmet Şirin Filiz
E-Posta Adresi : mehmetsirinfiliz@gmail.com
İş Deneyimi :
Unvan
Görev Yeri
Yıl
Öğretmen
Diyarbakır/Bismil
2007-2013
Araştırma
Görevlisi
Mardin Artuklu Üniversitesi
2013- Devam Ediyor
Akademik Bilgiler
Öğrenim Durumu:
Derece
Bölüm/Program
Üniversite
Yıl
Lisans
Sınıf Öğretmenliği
Dicle Üniversitesi
2003-2007
Yüksek Lisans
Kürt Dili ve Kültürü
Mardin Artuklu
Üniversitesi
2010-2014
Doktora
Kürt Dili ve Kültürü
Dicle Üniversitesi
2016-2020
Doktora
Eğitim Felsefesi
Ankara
Üniversitesi
2015-2022
Yayınlar:
Filiz, M.Ş.(2019). Positivism, Said Nursi and The Kurds. The Journal of Mesopotamian
Studies (4) 1, 103-118. http://jms.artuklu.edu.tr/en/pub/issue/42888/487666
193
Mehmet Şirin Filiz, Liberal Milliyetçilik ve Anayasal Yurtseverlik Kuramları Açısından
Türkiye’de Milli Eğitim (2002-2022)