ArticlePDF Available

“ÖLÜMCÜL ÇÖZÜM” FİLMİNDE KAPİTALİZM, REKABET VE İŞSİZLİK SARMALI

Authors:

Abstract

Kapitalist üretim yapısının körüklediği rekabet, hayatın anlamını kariyer başarısı ve bunun sağladığı maddi doyumlara bağlamaktadır. Başarının zenginlik ile ölçüldüğü, başarısızlığın ise değersizlik ile eşitlendiği kapitalist sistem, tüm toplumsal kesimleri olumsuz etkilemektedir. Kişisel çıkara dayanan kazanımların kaybedilmemesi adına insani değerlerin ikinci plana atılmasına zemin hazırlayan kapitalist sistem, insanları acımasız bir rekabetin içine itmektedir. Çalışmanın anlamının değiştiği modern kapitalist toplumlarda başarının sahip olunan metalarla ölçülmesi, işsizliğin bir kimlik bunalımı olarak da algılanmasına yol açmaktadır. İşsiz kitlesinin giderek büyümesine yol açan mevcut üretim örgütlenmesi, kol, zihin ya da emek gücü ile çalışan mavi ya da beyaz yakalı çalışan herkesi tehdit etmektedir. Bu çalışmada, Costa-Gavras’ın Ölümcül Çözüm (2005) adlı filmi kapitalizm, rekabet ve beyaz yakalı işsizliği kavramları bağlamında analiz edilmiştir. Beyaz yakalı bir yöneticinin işsiz kalması sonrasında uğradığı maddi ve manevi yıkım ile içine düştüğü çaresizlikle rakiplerini öldürmeye başlamasını anlatan film, kapitalist rekabet koşullarının acımasızlığını da ortaya sermektedir. Çalışmada çözümleme için betimsel analiz ve göstergebilim yöntemleri birlikte kullanılmıştır. Kapitalist sistemin yetiştirdiği örnek bir beyaz yakalı çalışanın bile bir seri katile dönüşmesinin hikâyesini anlatan Ölümcül Çözüm filminin analizi, çalışan kesimlerin içinde bulunduğu iktisadi sistemin arka planını, mevcut ekonomik yapının neden olduğu psikolojik hezeyanları ve insanın kendi yarattığı sistem içerisinde geldiği acımasız ve parazitvari konumu tartışmaya açmaktadır.
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 19
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
“ÖLÜMCÜL ÇÖZÜM” FİLMİNDE KAPİTALİZM, REKABET VE İŞSİZLİK SARMALI
Doç. Dr. Elif ŞEŞEN*
Dr. Öğr. Üyesi Yavuz AKYILDIZ**
Öz
Kapitalist üretim yapısının körüklediği rekabet, hayatın anlamını kariyer başarısı ve bunun sağladığı maddi
doyumlara bağlamaktadır. Başarının zenginlik ile ölçüldüğü, başarısızlığın ise değersizlik ile eşitlendiği
kapitalist sistem, tüm toplumsal kesimleri olumsuz etkilemektedir. Kişisel çıkara dayanan kazanımların
kaybedilmemesi adına insani değerlerin ikinci plana atılmasına zemin hazırlayan kapitalist sistem, insanları
acımasız bir rekabetin içine itmektedir. Çalışmanın anlamının değiştiği modern kapitalist toplumlarda
başarının sahip olunan metalarla ölçülmesi, işsizliğin bir kimlik bunalımı olarak da algılanmasına yol
açmaktadır. İşsiz kitlesinin giderek büyümesine yol açan mevcut üretim örgütlenmesi, kol, zihin ya da emek
gücü ile çalışan mavi ya da beyaz yakalı çalışan herkesi tehdit etmektedir. Bu çalışmada, Costa-Gavras’ın
Ölümcül Çözüm (2005) adlı filmi kapitalizm, rekabet ve beyaz yakalı işsizliği kavramları bağlamında analiz
edilmiştir. Beyaz yakalı bir yöneticinin işsiz kalması sonrasında uğradığı maddi ve manevi yıkım ile içine
düştüğü çaresizlikle rakiplerini öldürmeye başlamasını anlatan film, kapitalist rekabet koşullarının
acımasızlığını da ortaya sermektedir. Çalışmada çözümleme için betimsel analiz ve göstergebilim yöntemleri
birlikte kullanılmıştır. Kapitalist sistemin yetiştirdiği örnek bir beyaz yakalı çalışanın bile bir seri katile
dönüşmesinin hikâyesini anlatan Ölümcül Çözüm filminin analizi, çalışan kesimlerin içinde bulunduğu iktisadi
sistemin arka planını, mevcut ekonomik yapının neden olduğu psikolojik hezeyanları ve insanın kendi yarattığı
sistem içerisinde geldiği acımasız ve parazitvari konumu tartışmaya açmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kapitalizm, rekabet, işsizlik, beyaz yakalılar.
THE SPIRAL OF CAPITALISM, COMPETITION AND UNEMPLOYMENT IN THE LE
COUPERET FILM
Abstract
The competition fueled by the capitalist production structure connects the meaning of life to career success
and the material satisfaction it provides. The capitalist system, in which success is measured by wealth and
failure is equated with worthlessness, adversely affects all social groups. The capitalist system, which paves
the way to be put human values into the background in order not to lose gains based on self-interest, pushes
people into a ruthless competition. In modern capitalist societies where the meaning of the work has changed,
the measurement of success by commodities leads to the perception of unemployment as an identity crisis. The
current production organization, which causes growing unemployed mass, threatens all blue or white-collar
workers who work with manual, mental or labor power. In this study, film of Costa-Gavras Le Couperet (2005)
has been analyzed in the context of the concepts of capitalism, competition and white-collar unemployment.
The film, which tells how a white-collar manager begins to kill his rivals because of desperation and the
material and moral destruction he has suffered after being unemployed, also reveals the ruthlessness of
capitalist competition conditions. In the study, descriptive analysis and semiotic methods were used together.
The analysis of the Le Couperet film, which tells the story of the transformation of an exemplary white-collar
employee trained by the capitalist system into a serial killer, brings into question the background of the
economic system that the working people are in, the psychological delusions caused by the current economic
structure, and the brutal and parasitic position that man has come to within the system he has created.
Keywords: Capitalism, competition, unemployment, white-collar
* Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü. ORCID: 0000-0002-8513-9647.
elifsesen@gmail.com.
** Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü. ORCID: 0000-0001-6976-2300.
yvzakyldz@gmail.com.
Araştırma Makalesi Sayfa Sayısı: 19-45
Makale Geliş Tarihi: 15.11.2021 Makale Kabul Tarihi: 25.01.2022 Makale Yayın Tarihi: 28.02.2022
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 20
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
1. GİRİŞ
Daha fazla kâr elde etme güdüsüyle sonu gelmeyen ve sürekli olarak kendini üreten rekabet
koşullarını zorunlu kılması, kapitalizme yönelik eleştirilerin başında gelmektedir. Sadece çalışma
hayatı ile sınırlı kalmayan rekabet, kapitalist ekonomik düzen içerisinde yaşayan insanların
hayatlarının hemen her anını ve alanını etkisi altına almakta, hem hem de özel hayatında rakip
olarak gördüğü kişileri ezen, daima rakiplerinden üstün olmak için çırpınan, başarı için her yolu
mubah sayan bir insan profilini de beslemektedir. Kişisel çıkara dayanan kazanımların
kaybedilmemesi adına insani değerlerin ikinci plana atılmasına zemin hazırlayan kapitalist sistem,
insanları acımasız bir rekabetin içine iterken bireyleri kendisi ile başlayıp topluma doğru genişleyen
bir şekilde derin bir yabancılaşma ile karşı karşıya bırakmaktadır. Yabancılaşma, temel olarak insanın
kendisini, yaşamına anlam ve tutarlılık kazandıracak bir amaca sahip olarak tanımlayamamasıdır.
Kapitalist üretim sistemi ve bu sistemin sürdürülebilmesi için gerekli olan iktisadi politikaların
küresel düzeyde hakim olması sonucunda, dünyanın tüm coğrafyalarında, insanların içinde
bulundukları yabancılaşmanın derinliği de artmaya başlamıştır (Yedekci, 2016: 867). İster çalışan
ister işveren olsun kendisine, çevresine ve topluma yabancılaşan insanlar için elindekini kaybetmek;
başarısızlık, işeyaramazlık ve büyük bir yıkım duygusunu beraberinde getirmekte ve bireyler bundan
kaçınabilmek için pek çok şeyi feda etmeyi ve hatta ahlaki sınırları aşan şeyler yapmayı göze alır hale
gelebilmektedirler. İnsanlar için işin ve çalışmanın anlamının dönüştüğü modern kapitalist
toplumlarda başarının sahip olunan metalarla ölçülmesi, işsizliğin sadece çalışmamak olarak değil;
yoksulluk, başarısızlık ve değersizliğin eşlik ettiği bir kimlik bunalımı olarak da algılanmasına yol
açmaktadır. Küresel gündemin önde gelen konularından biri olan işsizlik, günümüzde beyaz yakalılar
da dahil tüm çalışan kesimlerin en büyük kâbusu haline gelmiş görünmektedir. Ücretli emek
içerisindeki en önemli çalışan gruplarından biri olan ancak net bir tanımının yapılması çok da kolay
olmayan beyaz yakalılar (Erdayı, 2012: 78) eğitimli, daha çok idari ya da zihin ve beyin gücüne bağlı
işlerde çalışan kişilerdir. 20. yüzyılın sonuna kadar gelir düzeyi yüksek, orta sınıf içerisinde yer alan
beyaz yakalılar, değişen istihdam yapısı ve ekonomik şartlara bağlı olarak yakın geçmişteki seçkin
konumlarını kaybetmeye başladılar. Ancak beyaz yakalıların genel olarak bu statü kaybını, toplumsal
ve sistemsel bozukluklardan çok, rekabette geri kalmak gibi bireysel sebeplere bağlayıp öfkelerini de
mağduriyetlerinin kaynağı olarak gördükleri, yerlerini alan kişilere yönelttikleri söylenebilir. Bu
durumun nasıl bir trajediye dönüşebileceğini, işten çıkarılan bir beyaz yakalının içine düştüğü çaresiz
durumdan kurtulmak için rakiplerini öldürmeyi bile göze alır hale geldiğini anlatan Costa-Gavras’ın
yönettiği Ölümcül Çözüm (Le Couperet–2005) adlı film çarpıcı bir dille sergilemektedir. Bu çalışma,
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 21
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
kapitalizmin yarattığı yabancılaşmayı; rekabet, tekinsizlik ve güvencesizlik ile büyüyen işsizlik
korkusunun yol açtığı ahlaki çöküntüyü Ölümcül Çözüm filmi üzerinden çözümlemeyi
amaçlamaktadır.
2. Kapitalizm, Rekabet ve Yabancılaşma
Kapitalizm, “Bireylerin tek tek ya da grup halinde, toprak ve genel olarak üretken kaynakların
özel mülkiyetine sahip oldukları ve diledikleri gibi kullanabildikleri bir ekonomik örgütlenme”
(İslatince, 2009: 43) şekli olup temelinde özel mülkiyet, özel girişim ve rekabet bulunmaktadır.
Schumpeter, ‘Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi’ adlı kitabında rekabet ve girişimciliğin, ‘kâr
ekonomisi’ olarak adlandırdığı kapitalizmin itici gücü olduğunu iddia eder. Çünkü feodal lord
kendisini iyi beslemenin ötesinde üretimi geliştirmekle ilgilenmezken, kapitalistler sürekli
birbirleriyle rekabet etmek zorundadır (Swain, 2013: 35). Kapitalist girişimin amacı, basitçe kârdır.
Kapitalizmde “kâr elde etmek amacıyla dikine büyüme, birim başına üretkenliği artırma” sürecidir
(Kılıçbay, 2003: 98). Ancak bu süreç, sadece üretimi değil, tüketimi de etkilemekte ve Wallerstein’e
(2012: 17) göre her alanda yaygın bir metalaştırmaya işaret etmekte olup “kendine dönük bir süreç
olarak kapitalizmde hiçbir toplumsal süreç, özü itibariyle olası metalaştırılmadan” bağışık
kalamamaktadır. Kapitalizmi, sermaye sahibinin işçinin yarattığı artı değere el koyduğu bir sömürü
sistemi olarak gören Marx, her ne kadar bugüne kadarki tüm toplumların tarihini sınıf savaşları olarak
görüp sınıflı toplumun muhtemelen insanlık tarihi kadar eski olduğunu belirtse de ‘yabancılaşmış
emek’, ‘meta üretimi’ ve ‘artı değer’ gibi kavramların kapitalizmle birlikte ortaya çıktığını ifade
etmektedir. Kapitalizmde çalışmanın amacı, bireyin hayatını sürdürmek ve yeniden üretmek için
ihtiyacı olandan daha fazla iş yaparak artı değer üretmesidir. Kapitalizmde çalışma; işin nasıl ve ne
zaman yürütüleceği ile amacının ne olduğunu belirleyen kapitalistin kontrolü altındadır. Kapitalist
toplumsal yapıda para tedarikçisi konumunda olan işveren, diğer tüm arzuların koşulu olan, hiyerarşik
bakımdan üstün, temel arzunun yani ‘hayatta kalmanın’ anahtarını elinde tutar (Lordon, 2013: 37).
Kapitalist pazar ekonomisinin piyasa toplumuna dönüştüğü ölçüde, piyasanın insanların kişisel ve
toplumsal yaşam alanlarına daha fazla nüfuz ettiğini öne süren Michel Sandal’a (20212: 10) göre
sürekli daha fazla kâr mantığıyla hareket eden kapitalizm, aşırı dozda tüketim için sınırsız kişisel
çıkar arayışı ile birlikte, insani değerlere saygı göstermeyen bir tüketici piyasa toplumu üretmiştir.
Kapitalist sistemin insan hayatını sadece maddi doyum üzerine kurduğunu vurgulayan Bierman ve
Klönne (2007: 122) bu sistemde maddi olarak tatmin olan insanın daha mutlu bir yaşam süreceğinin
varsayıldığını ifade etmektedirler. Ancak bir yaşam biçimi olarak kapitalizmin eleştirisi, içerdiği
derin çelişkilerinin yarattığı işlev bozuklukları ve buna bağlı olarak toplumsallaşmayı engelleyen
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 22
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
yapısının yanı sıra adaletsizliğini de ortaya koymaktadır (Fraser ve Jaeggi, 2018: 138). “Neoklasik
ekonominin serbest bıraktığı ve toplumun her alanında piyasa ilişkilerinin genişlemesine aşırı vurgu
yaptığı hiper-tüketici kültür, insani ilişkileri de derinden etkilemektedir. Hiç şüphe yok ki,
günümüzde yeni bir endişe ve kriz ile karşı karşıya kalan kapitalizm ahlaki olarak iflas etmiştir”
(Collier, 2018: 28). Kapitalizmin özü, konjonktürel olarak değişmektedir. Günümüzde de en büyük
güçlerinden biri kendini kolayca uyarlaması ve yeniden dönüşmesidir (Braudel, 2014: 59).
Kapitalizm başlangıcından bu yana birçok krizden geçti ama her derin krizle karşı karşıya kaldığında,
kendisini ortak fayda fikrine uyacak şekilde değiştirmeyi ya da meşrulaştırıcı yeni bir felsefe
keşfetmeyi başardı (Thakur, 2020: 216). Chiapello ve Boltanski (2007: 12) kapitalizmin tarihsel
olarak geçirdiği değişimi; endüstriyel (sanayi) kapitalizm, tekelci kapitalizm ve esnek kapitalizm
olmak üzere üç aşamada incelemektedirler. Her aşama, kapitalizme bağlılığı haklı çıkaran bir
kapitalizm ruhu karakterizedir. Yaklaşık olarak 17. yüzyılda başlayan ve 19. yüzyılın sonlarında sona
eren sanayi kapitalizminde insanlar feodal toplumsal bağlarından koparak ücretli birer fabrika işçisi
olarak çalışmaya başlarken insanlar arası ilişkiler de pazar ilkelerine göre şekillenmeye başlamıştır.
1970’lere kadar süren tekelci kapitalizm aşaması, kapitalist sistemin en fazla büyüdüğü dönem olduğu
kadar 1929 Büyük Bunalım başta olmak üzere yaşanan ciddi kriz ve sıkıntılarla beraber sistemin
giderek artan şekilde eleştirilmeye ve tartışılmaya başlandığı dönem olmuştur. II. Dünya Savaşı’nı
takiben ortaya çıkan Avrupa’daki bunalım ve umutsuzluğu aşmada tam istihdam ve sanayileşmeyle
ekonomik büyüme hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla devletin piyasaya müdahalesine dayanan
Keynes’in refah devleti modeli, politik sorunların kaynak paylaşımındaki adaletle çözülebileceğini
savunuyordu. Ne var ki refah devletinin ömrü kısa oldu. 1980’lerde başlayan esnek kapitalizm
aşamasında ise “İnsan refahının en iyi şekilde özel mülkiyet hakları, bireysel özgürlük, serbest piyasa
ve serbest ticaret ile karakterize edilen kurumsal bir çerçeve içinde girişimci özgürlüklerin maksimize
edilmesiyle geliştirilebileceğini öne süren bir politik ekonomi teorisi” (Harvey, 2006: 145) olarak
tanımlanabilecek neoliberalizm ve küreselleşme ile birlikte iş hayatında geçici istihdam, kısa vadeli
projeler, esnek çalışma gibi çalışma zamanının yeniden yapılandırılmasına yönelik düzenlemeler öne
çıkmıştır (Helgeson, 2016: 3). Bu dönem, ayrıca gücü yapısında emek yoğun çalışan mavi
yakalılardan, entelektüel bilgi birikimi ve zihinsel emek odaklı çalışan beyaz yakalılara doğru bir
dönüşümün yaşandığı bir dönemi ifade etmektedir (Asiltürk, 2018: 528). Sermayenin kullanıldığı
alanlara bağlı bir kapitalist dönemleştirme öneren Robinson (2011: 131) ise bu alanları ticari sermaye,
sanayi sermayesi ve finans (mali) sermayesi olarak saymaktadır. Günümüzde enformasyon
kapitalistlerinin dördüncü ve yeni bir alan ortaya çıkardığı da iddia edilmektedir. Teknolojideki
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 23
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
gelişmelerin ekonomik sistemde köklü değişime yol açtığı, “…zihinsel yapısı ve davranışsal
pratikleri giderek artan bir oranda dijital teknolojinin kısa vadeli doğası tarafından şekillendirilen bu
yeni kapitalizmde, emeğin doğasından işin tanımına, estetik anlayışından en samimi insan ilişkilerine
kadar her şey esnekleşme adı altında süreğen bir belirsizlik” (Vatansever, 2013: 6) haline gelmektedir.
Ülkeler, özellikle teknolojik olarak gelişirken, üretim sistemleri de buna paralel olarak değişmekte
ancak mevcut işgücünün bu gelişmelere ayak uydurması zorlaşmaktadır (Güney, 2009: 135). Tüm
dünyada esnekleşme, küçülmeye yol açmaktadır ve şirketin çapının küçültülmesi ise genellikle “…
daha çok eskimiş, modası geçmiş, ücretleri yüksek olan daha yaşlı, çalışanların sayısını azaltmanın;
yerlerine daha genç, eğitimini yeni tamamlamış, daha düşük ücretli çalışanları geçirmenin kibar
ifadesidir” (Carnoy, 2000: 48). Artık deneyimli çalışanlar da dahil kimsenin iş güvencesinin olmadığı
çalışma hayatındaki mevcut koşullar, tüm çalışanları daha sert bir rekabetin içine itmektedir. Anatole
Kaletsky (2010) ‘Kapitalizm 4.0’ adlı kitabında kapitalizmin yeni versiyonunun, kapitalist sisteme
her zaman güç vermiş olan hırs, inisiyatif, bireycilik, rekabetçi ruh gibi temel insani dürtüleri yok
etmediğini tam aksine arttırdığını yazmaktadır. Blackman’a (2006: 209) göre de oldukça belirleyici
olduğu bu yıllarda değerler, erdemler, başa ve başarısızlıklar yeni ekonomi çerçevesinde tekrar
sorgulanmakta ve bireysellik düşüncesi sıkça vurgulanmaktadır. İnsanlar aslında doğası gereği
ihtiyaçlarını karşılamak için işbirliğine girişirken kapitalist düzende insan ilişkileri sadece bireysel
çıkar üzerine kurulmuştur (Çınar, 2016: 150).
Küresel kapitalizm altında ‘birey’ kavramındaki değişikliklere odaklanan Bauman (2007: 68)
“Rekabet dayanışmanın yerini aldığında, bireyler kendilerini kıt ve yetersiz kaynaklara ulaşmak için
bir yarışa terk edilmiş halde bulurlar” demektedir. İşçiler bulmak için, işveren işçi bulmak için,
yatırımcı kredi bulmak veya pazara ulaşmak için sürekli bir rekabet içindedirler (Çelik ve Dağ, 2017:
52). Başarılı olmak için gereken beceri, zekâ, arzu ya da hırstan yoksun olanları damgalayarak
yoksulluk ve işsizliğin sebebini kişinin kendisinde arayan rekabetçi kapitalist sistemde piyasanın
üstlendiği ahlaki rol, genellikle iş hayatının zorunlu kıldığı rekabeti kaldıramayan ya da yeterince
rekabetçi olamayanların elenmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Rekabetin toplumda hâkim ilişki
biçimine gelmesi özel mülkiyetin ortaya çıkması ve kapitalizme özgü koşulların yerleşmesiyle
mümkün olmuştur. Kapitalist toplumsal düzende “insanlar kendilerini ve başkalarını,
gereksinimlerinin yanıtlanması karşılıklı işbirliği gerektiren toplumsal varlıklar olarak değil, özel ve
rekabet eden varlıklar olarak görürler ve sanki toplum, bencil dünyalardan oluşan anarşik bir
galaksidir” (Ollman, 2012: 324). Rekabetin başta gelen sonuçlarından biri ise yabancılaşmadır.
Kapitalistler de işçiler de birer yabancı olarak sürekli rekabet halindedirler. Daha fazla kazanmayı
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 24
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
amaçlayan kapitalistlerin yanı sıra hem bir işe sahip olabilmek hem de o işe sahip olduktan sonra
orada tutunmak ve daha yüksek konumlara ulaşabilmek için işçiler de birbirleriyle rekabete girişirler
(Damgacı, 2016: 40). Bir başka deyişle rekabet, özel mülkiyet ve yabancılaşma diyalektik bir ilişki
içerisinde birbirine yol açmaktadır.
Yabancılaşma olgusunu ilk defa tartışmaya açan düşünür olan Hegel’e göre insanın temel
yapısı, kendine yabancılaşma ve yabancılaşmadan kurtulma üzerine kurulu olup “sınırsız ihtiyaçlarını
karşılamak için çalışan insan özünü nesnelerde, toplumsal kurumlarda ya da kültürel ürünlerde
dışsallaştırmaktadır.” Kavramı soyut ve idealist değil, somut ve toplumsal bir olgu olarak ele alan
Marx’a göre yabancılaşma, “bir eylem aracılığıyla, bir kişi, grup, kurum veya toplumun; kendi özgün
etkinliğinin sonuçlarına ya da ürünlerine, içinde yaşadığı doğaya veya kendi kendisine yabancı hale
gelmesidir” (Bottomore, 1993: 597). 1844 El Yazmaları’nda Marx, kapitalizmde insanların, ücretli
emeğin, özel mülkiyetin ve işbölümünün doğasında var olan ancak çalışma sürecini kesintiye uğratan
belirli özellikleri nedeniyle yabancılaştığını öne sürer. Üretim araçları ve işçinin üretim sürecinde
yarattığı ürün, kapitalistin kontrolünde işlediği için üreticiden yani işçiden ayrıdır. Bunun sebebi de
birinin (kapitalistin) diğerini (işçiyi) kontrol edebildiği araç olan özel mülkiyettir. Özel mülkiyet,
yabancılaşmış emeğe yol açar, çünkü üretim araçları ve üretimdeki mallar üzerinde kontrol, seçkin
bir azınlığın elindedir. ‘İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı’ adlı eserinde “İşte bu mülkiyetin
ortaya çıkması ile hemen birçok kavga ve çatışma doğdu” diye yazan Rousseau (2002: 137) mülkiyet
ile toplumsal eşitsizlik arasındaki ilişkiyi ortaya koyar. Rousseau için mülkiyetin ortaya çıkışı, tüm
kötülüklerin de başlangıcıdır. Çünkü sürekli bir doyumsuzluk içinde zenginlik, ün ya da mevki
peşinde koşan insanlar arasında üstün tutulma arzusu tutkuları dürtüp çoğaltır ve nihayetinde bütün
insanları birbirinin rakibi, hatta düşmanı haline getirir ve “Rekabette zorunlu olarak her şeyi bastıran
özel çıkar, insanların her birine kötülüğü erdem maskesiyle süsleyip örtmeyi” öğretir (Rousseau,
2009: 145). Yabancılaşmanın en ağır şekilde etkisini hissettirdiği modern kapitalist toplumda insan,
sistemin yarattığı belirsizlik ve çatışma içinde hayatını idame ettirmek mecburiyetinde kalmakta ve
“çevresinde olup biten hemen her şeye, herkese karşı güven ve merhamet duygusunu yitirmektedir”
(Yedekci, 2016: 876). Marx’ın (2009: 32) sözleriyle “İnsanın kendi emeğinin ürününden, kendi
yaşam etkinliğinden kendi türsel varlığından yabancılaşması olgusunun dolaysız bir sonucu insanın
insana yabancılaşması” olarak ortaya çıkmaktadır. İş yeri, yabancılaşmada önemli bir rol oynar çünkü
bireyin kapitalizmin doğasında var olan özelliklerle yüzleştiği ve onlardan etkilendiği gerçek
bağlamdır. Marx (2011: 181) için çalışma “her şeyden önce, insanla doğa arasındaki bir süreçtir”
ancak doğal olan bu süreç, kapitalizmde sadece “başka birisi için meta biçiminde kullanım değeri
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 25
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
yapmaya” dönüşmüştür (Harvey, 2012: 133). Yaşamının büyük kısmını çalışarak geçiren insan için
çalışma “kendisini ifade edip yaratıcılığını ortaya çıkaran bir şey değil, sadece yaşamını
sürdürebilmek için katlanmak zorunda olduğu bir çile” (Silier, 2013: 139) haline gelmiştir. Hâlbuki
çalışma insanın toplumsallığının ürünü olup “yalnızca dünyayla ilişkimizi değil, ay zamanda
toplumsal ilişkilerimizi de baştan sona yapılandırır” (Meda, 2004: 27). Bununla birlikte çalışmaya
yüklenen anlam ve değer arttıkça, işsizliğe yüklenen olumsuz anlam ve değersizlik de artmaktadır.
3. Beyaz Yakalı İşsizliği
İşsizlik “Çalışma gücünde ve arzusunda olan ve cari ücretten çalışmaya razı olup da
bulamayan işgücü” (Yıldırım ve Karaman, 2033: 312) olarak tanımlanabilir. Bir kişinin işsiz
sayılabilmesi için bir işte çalışmıyor, arıyor ve cari ücret düzeyinde kendisine bir teklif
edildiğinde bu teklifi kabul edecek olması gerekmektedir (Ay, 2012: 321). İşsizliğin temelinde işgücü
piyasasındaki yapısal sorunlar, işgücü maliyetleri ve istihdam yaratmayan büyüme gibi nedenler
yatmaktadır. Ekonominin kuralsızlaştırılması, üretim yapısındaki ve işgücündeki yapısal değişim
dünya genelinde istihdamı olumsuz bir biçimde etkileyerek işsizliği kronik bir problem haline
getirmektedir (Uyanık, 2008: 214). 19. yüzyıldan itibaren sendikal literatürde kullanılmaya başlanan
işsizlik son 30 yıldır dünyanın hemen her yerinde her ülkede yakıcı ve kronik bir sorun olarak
gündemin demirbaşıdır (Bora ve Erdoğan, 2017: 13). Örneğin İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya’da
işsizlik oranı ortalaması 1960-1973 döneminde %2,3 düzeyinde iken, aynı oran 1973-1990 dönemi
için %6,8, 1990-2000 için %9,4 olarak gerçekleşmiştir (Arslan ve Ulaş, 2004: 102). Avrupa
ülkelerinde 1973 petrol krizinden sonra işsizlik oranları yaklaşık üç kat artmış olup 2008 krizi
sonrasında bu oranların daha önceki doğal işsizlik oranı seviyesine dönme ihtimali oldukça azalmıştır
(Bolat ve Koçbulut, 2019: 206). 2008 yılı sonlarında ABD ekonomisinde başlayan ve kısa sürede
küresel ekonomiyi etkisi altına alan kriz, pek çok sektörde mevcut işlerin azalmasına yol açmıştır
(İşgücü Piyasası ve Genç İstihdamı Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 2018: 12). 2008 krizi sonrasında
artan işsizlik daha önce bu sorunu yaşamayan Kuzey Avrupa ülkelerinde dahi etkisini göstermiştir.
2019 yılı Uluslararası İşgücü Piyasası Analizi (2019: 105) rakamlarına göre küresel çapta 188 milyon
kişi işsiz olup işsizlik göstergeleri kapsamında dünyadaki işsizlerin %46,3’ü Asya-Pasifik, %17,8’i
Afrika, %17,3’ü Amerika Kıtası, %15,9’u Avrupa ve Merkez Asya, %2,4’ü ise Arap devletlerinde
bulunmaktadır. ILO Raporu (2017) küresel işgücü büyümeye devam ettikçe küresel işsizlik
oranlarının da yüksek kalacağını ortaya koymaktadır. Pew Research (2010) araştırması, işgücündeki
tüm yetişkinlerin %55’inin 2000’li yılların başından beri işsizlik, güvencesizlik, maaş kesintisi ve iş
gücünde azalma yaşadıklarını ortaya koymuştur. Güvencesiz ve esnek çalışma koşullarında iş, bir
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 26
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
metaya; istihdam ise bir ayrıcalığa dönüşmüştür (Gorz, 2001: 82). Dünya genelinde işsizliğe ilişkin
rakamlarda görülen artışın bireysel olduğu kadar toplumsal düzeyde de ciddi yansımaları vardır.
Bireylerin gelir kaybını devletin üstlenmesi, işsizliğin ekonomik yönünü oluştururken psikososyal
etkenler de bireyleri ve toplumları ilgilendiren konuların başında yer almaktadır (Öcal, 2014: 1158).
Paul ve Moser’in (2009) meta-analizi, çalışmaların yapıldığı dönemden veya çalışılan ülkelerin
ekonomik durumundan bağımsız olarak işsizliğin ruh sağlığı üzerindeki zararlı etkilerini gün ışığına
çıkarmıştır. Araştırmalar işsizliğin, kişinin benlik saygısı, hayata dair anlam yapıları ile kaygı
düzeyinin yanı sıra aile hayatını da olumsuz etkilediğini göstermektedir (Larson, 1984: 507). Rifkin
(1995) üretim artışının artık istihdam artışı anlamına gelmediği günümüzde işsizliğin geri
döndürülemez olduğunu ileri sürmektedir. Marx ve Engels, Alman İdeolojisi’nde emek sürecinde
işbölümünün maddi ve zihinsel emek arasında yapıldığını ve böylece mavi yakalı ile beyaz yakalı
çalışanların ortaya çıktığını yazmaktadır. Geçmişte daha çok mavi yakalılar için sorun olarak görülen
işsizlik bugünün yeni ekonomisinde, toplumsal sınıfları aşan bir olgu olarak dikkati çekmektedir
(Raito ve Lahelma, 2015: 723). İşsiz kitlesinin büyümesinin yanı sıra esnek üretim örgütlenmesiyle
çalışma koşullarının değişimi beyaz yakalı çalışanlar için de yapısal güvencesizliğe yol tı. Bu
süreçte zihinsel emeğin proleterleşmesi, zihinsel emeğin imtiyazlı konumunu sarstığı gibi
işbölümünün bulanıklaşması yabancılaşmayı derinleştirmiştir. Zihinsel emek gücünün yani beyaz
yakalıların da yapısal işsizlik tehdidi ile karşı karşıya kalması günümüz işsizlik olgusunun kritik bir
yönüdür. Geçmişte koşulları görece daha iyi olan azınlıktaki beyaz yakalıların, mevcut koşulları her
geçen gün mavi yakalılara daha çok benzemektedir. 1960’larda sendikalı mavi yakalı işçiler toplu
pazarlık ve iş güvencesi gibi haklar için mücadele vererek istihdam standartlarını yükseltiler. Ancak
1980’lerden bu yana istihdam ilişkileri çok daha güvencesiz hale geldi (Ho, 2009). İstihdam
ilişkilerindeki dönüşümün ilk yıllarında, beyaz yakalı işçiler yalnızca mavi yakalı işçilerin bu
durumdan etkileneceğini düşünüyordu. Ancak 21. yüzyılın başına gelindiğinde, artan güvencesizlik
süreçleri bir bütün olarak gücüne yayılmış ve çok sayıda beyaz yakalı işçiyi de işsiz kalmanın
endişeli girdabına sokmuştur (Lopez ve Phillips, 2019: 473). Sermayenin yapısal şiddetinin en yoğun
tezahürlerinden biri, kapitalizmin ürünü olan işsizlik (Erdoğan, 2017: 90) sadece parasızlık değildir;
kapitalist sistem tarafından sömürülmeye bile değer bulunmamak, gözden çıkarılmışlığın ve işe
yaramazlığın açtığı yaralardır. Çünkü çalışmak, üretmek insanın temel niteliklerinden biridir. İşsizlik,
bireyde anlam yapılarının çökmesine ve zaman algısının dağılmasına neden olur. Erving Goffman
çeşitli toplumsal damgalanma biçimlerini incelediği Damga (2014: 48) adlı kitabında Lazarsfeld ve
Zawadski’nin 1930’larda işsizliğin psikolojik etkileri üzerine yaptıkları çalışmadan ve bu çalışmaya
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 27
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
katılanlardan bir kişinin damgalı bireyin gözden düşürülmüş biri haline geldiğindeki duygularını
“İşsiz sıfatını taşımak ne kadar da zor ve onur kırıcı bir şeymiş. Dışarı çıktığımda gözlerimi kaçırıp
yere bakıyorum; çünkü kendimi tamamen kadri kıymeti olmayan biri gibi hissediyorum” sözleriyle
anlattığından bahseder. Esnek kapitalizmde esnekliğe yapılan vurgunun işin anlamını değiştirdiğini
belirten Sennett (2010: 10) işsiz kalma endişesinin kişinin özsaygısını azalttığına dikkati çekmektedir.
Sonuçlarından bağımsız olarak tanımı gereği adil gibi görünen bu oyunda dışlanmış olmak, kişinin
kendi kusuru olarak görüldüğü için oyun dışına itilme, aynı zamanda kahredici bir tahakküm biçimini
almaktadır (Özkazanç, 2005). Emek rejimindeki esnekleşme ve güvencesizleşme, beyaz yakalılar için
yaratıcılık ve insani ilişki deneyiminin kaybının yanı sıra değersizlik ve tatminsizlik duygusu
getirmektedir (Bora ve Erdoğan, 2017: 25). Eğitimli bir beyaz yakalının işsiz kalması yoksullaşmanın
ötesinde statü olarak aşağı düşme anlamına gelir. Çünkü modern kapitalist toplumda iş, aynı zamanda
kimliktir. Alain de Botton, ‘Statü Endişesi’nde (2003) başarının insanın kendi zeka ve yeteneğine
bağlandığı modern kapitalist kültürün zenginliği sadece daha çok paraya sahip olmanın değil, daha
iyi bir insan olmanın da göstergesi olarak saydığını yazmaktadır. Bugün artık “Para, ahlaki bir özellik
edinmiştir. Para kazanmak ile iyi bir insan olmak ve mutlu olmak arasında doğrudan bağ kurulur.”
Fakirlik, başarısızlık ve utanç hissine sebep olmaktadır. İşsizlik de insanı benzer bir değersizlik
duygusuna sürüklemekte, öz değer duygusunun aşınması hayatın ve hatta varoluşun anlamının
sorgulanmasına kadar gidebilmektedir (Bora, 2017: 69). 2008 yılındaki küresel ekonomik krizin
işsizliğin yanında beyaz yakalılar da dahil olmak üzere tüm çalışanlarda işsiz kalma kaygısında
sıçramaya yol açtığını belirten Tanıl Bora (2017: 51) yükseköğrenimin temel vaadi olan
güvencesinin artık üniversite mezunları için de geçerli olmadığına dikkati çekmektedir. Aldıkları
eğitimle kendilerini seçkin bir konumda gören üniversite mezunları işsizliği, liyakatlerinin karşılığını
alamamak olarak yorumlamakta ve bu da mağduriyetin yanı sıra yerlerini alanlara karşı öfke ve hınç
duygularını beslemektedir. Lane’ye (2011) göre beyaz yakalı işçilerin postendüstriyel ekonomide
kitlesel işsizliğe tepkileri neoliberal ideolojinin yükselişiyle açıklanabilir. Neoliberal yeniden
yapılanma süreci, çalışma hayatında işin nasıl anlaşıldığı, yaşandığı ve deneyimlendiği üzerinde bir
dönüşüm yaratmaktadır. Neoliberalizm, beyaz yakalıların, çalışanlar ve işverenler arasındaki değişen
güç dengesine kolektif tepkiler vermek yerine bireysel anlamlandırma çerçeveleri inşa etmelerine ve
bu süreçte, bireysel düzeyde kendilerini ya da yerlerini alan kişiyi suçlamalarına yol açmaktadır.
4. Yöntem
Çalışmada betimsel analiz ve göstergebilim yöntemleri kullanılmıştır. Veriler üzerinden
yapılan tanımsal bir yaklaşım (Wolcott, 1994) olan betimsel analizde, önceden belirlenen çerçeve ile
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 28
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
ilişkili kavram ve temalar altında özetlenen veriler çözümlenir. Betimsel analiz; çerçeve oluşturma,
tematik çerçeveye göre verilerin işlenmesi, bulguların tanımlanması ve yorumlanması olmak üzere
dört aşamada (Altunışık vd., 2010: 322) gerçekleştirilir. Bu çalışmanın temel çerçevesi dahilindeki
anahtar kavramlar kapitalizm, rekabet, yabancılaşma ve beyaz yakalı işsizliği olarak belirlenmiştir.
Çalışmanın örneklemi Costa-Gavras’ın yönettiği Le Couperet (Ölümcül Çözüm/The Ax,) adlı, 2005
yılı yapımı filmdir. Bulguların tanımlanması ve yorumlanması aşamalarında göstergebilimsel analiz
yapılmıştır. Guiraud’un (2016: 8) bir anlatı içindeki gösterge, imge, metafor ile bağlamı ortaya
koymayı amaçlayan sistematik bir yöntem olarak tanımladığı göstergebilim, anlam aktaran araçlar
üzerinden göstergeler arası ilişkileri ele alır. Her gösterge, çağrışımsal bir uyarandır (Guiraud, 2016:
25) ve göstergeler anlam aktarır. Roman, şiir, resim, sinema gibi farklı alanlardaki metinlerin analizi
için kullanılan göstergebilim, iletişim amacıyla oluşturulan ve toplumsal, kültürel, ekonomik, tarihsel
bağlamlarda ortaya çıkan anlamlı yapının nasıl oluştuğunu çözümlemeye çalışır (Sığırcı, 2017). Bu
noktadan hareketle filmdeki ideolojik ve metaforik yapı, betimsel analiz için belirlenen kavramlar
çerçevesinde çözümlenmiştir.
5. Ölümcül Çözüm Filminin Çözümlemesi
Bu bölümde, çalışmaya konu filmin yönetmeni Costa-Gavras’ın yaşam öyküsünden filmdeki
temel anlatı bağlamında kısaca bahsedildikten sonra filmin olay örgüsü özetlenerek ilgili karelerin
görselleri ile beraber analiz edilecektir.
5.1. Filmin Yönetmeni: Costa-Gavras
1933 yılında doğan Constantinos Gavras Yunan asıllı Fransız film yönetmenidir. Costa-Gavras
tüm sinematografisi boyunca politik ve siyasal içerikli filmler çekmiştir ve bu filmler bulundukları
zamanın ruhunu, politik açıdan analiz eden ve yansıtan filmlerdir (Pettey, 2020: 8). Kariyeri boyunca
yirmi dokuz film yönetmiş olan Costa-Gavras’ın Türk Sineması ile önemli bir kesişim noktası
bulunmaktadır. Yılmaz Güney’in Yol (1982) filmiyle Costa-Gavras’ın Kayıp (1982) filmi 1982
yılında Cannes film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü paylaşmıştır*. Bu iki filmin önemli bir ortak
özelliği ise iki filmin de darbe koşullarını anlatıyor olmasıdır. Yılmaz Güney, 12 Eylül 1980’de
Türkiye’de askeriyenin yönetime el koyması sonrasındaki Türkiye atmosferini ve panoramasını
gösterirken, Gavras ise 11 Eylül 1973’de Şili’de gerçekleşen darbeyi ve Amerika’nın bu darbede
oynadığı rolü, darbenin yaşattığı tüm yıkımın panoramasıyla birlikte tasvir etmiştir. Kayıp filmi
1970’li yıllardan itibaren Amerika’nın tüm dünyanın siyasal haritasını şekillendirmede uyguladığı
* https://www.imdb.com/title/tt0084335/awards/?ref_=tt_awd
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 29
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
politikaları ortaya koyması anlamında hem çağdaş hem de cesur bir filmdir. Gavras tıpkı Kayıp
filminde olduğu gibi kariyerindeki diğer filmlerde de hep çağdaş olanın peşinde koşmuştur. Bu
anlamda 1963 yılında çektiği Z (Ölümsüz) filmi, Yunan sol görüşlü aktivist Gregoris Lambrakis’in
1963 yılında sistemli bir şekilde nasıl öldürüldüğünü ve sol karşıtı yapılanmanın farklı devlet
birimleri tarafından nasıl organize edildiğini gösterirken, tartıştığı temel kavram dönemin ruhuna
uygun olarak özgürlük kavramı olmuştur (Hayward, 2020: 19). 1970’li ve 1980’li yıllarda
Sıkıyönetim (1975) ve Kayıp (1982) filmi gibi özgürlük ve aktivizm sorunlarını filmlerinin merkezine
yerleştiren Gavras 1990’li yıllarla birlikte değişen politik atmosfere paralel olarak din, göçmenlik ve
medya* ilişkilerinin politik boyutlarını analiz ettiği filmler yapmıştır. Ancak özellikle son yirmi yıllık
süreçte Costa-Gavras’ın kapitalizmin temel dinamiklerine odaklandığı görülmektedir. Özellikle
çalışmada analizi yapılan Ölümcül Çözüm (2005) filmi 2007-2008’de Amerika Birleşik
Devletleri’nde konut balonu krizi olarak ortaya çıkan ve tüm dünyada çok ciddi bir ekonomik krize
dönüşen dönemi, neredeyse bütün yönleriyle önceden tahmin etmiştir denilebilir. Bu durum
Gavras’ın iyi bir sinemacı olmasının yanında geleceğe dair ekonomik öngörüsünün ne kadar güçlü
olduğunu da göstermektedir. Zira filmin temel iki dinamiğini işten çıkarılma ve konut kredisi
oluşturmaktadır. 2019 yılında yönettiği son filmde dahi seksen altı yaşında olmasına karşın 2015’de
Yunanistan’da yaşanan ekonomik krizi (Adult in the Room) merkeze alan Gavras’ın son on yıl
içerisinde yönettiği bir diğer film de 2012 yapımı Kapital filmidir. Gavras Kapital filminde
kapitalizmin doğasını şirketlerdeki en yüksek mevki sahibi CEO’lar üzerinden tartışmaktadır ve
kapitalizmi kendi kuyruğunu yiyen yılan olarak tarif etmektedir. Özellikle Parazit (2020) filminin
2020 yılında önce Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi alması, arkasından da Oscar
ödüllerinde en iyi film ve en iyi senaryo dahil beş Oscar ödülünü almasıyla birlikte kapitalizmin
günümüzde ulaştığı nokta artan bir ivmeyle sinema diliyle sorgulanmaya başlamıştır. Bu durumun en
önemli örneklerinden biri de çok yakın zamanda (Ekim 2021) gösterime giren Squid Game (2021)
isimli dizinin Netflix tarihinin en çok izlenen programı olmasıdır.* Squid Game (Kalamar Oyunu)
dizisi de tıpkı Ölümcül Çözüm filmi gibi borçlarından kurtulmak isteyen insan(lar)ın hayatta
kalmasının tek yolunun diğer insanları öldürmek olduğu bir dünya düzeninde geçmektedir.
Dolayısıyla Costa-Gavras kapitalizmin ne kadar vahşileştiğini gösteren öncü yönetmenlerin başında
gelmektedir.
5.2. Filmin Konusu ve Olay Örgüsü
* Çılgın Şehir (1997), Âmin (2002), Cennet Batıda (2009)
* https://www.beyazperde.com/haberler/diziler/haberler-100212/
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 30
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
Ölümcül Çözüm filminin ana karakteri Bruno çok uzun süredir aynı şirkette üst düzey yönetici
olarak çalışan bir kimyagerdir ve uzmanlık alanı kâğıttır. İşini tutkuyla yapan Bruno kendisinin
üstündeki yöneticilere de son derece bağlıdır. Başka bir ifadeyle filmin merkezi olan ana karakter, bir
yandan şirketin maksimum kâr etmesi için elinden geleni yaparken diğer yandan da mevcut
yapılanmayı ve şirket otoritesini, içselleştirmiş bir çalışandır. Bruno her anlamda kapitalist ekonomi
içerisinde iş yapan bir şirketin isteyebileceği bir yöneticidir. Ancak ülke ve dünya ekonomisindeki
kötüye gidiş nedeniyle şirket, işçi ve yönetici çıkarma politikasına başvurur ve Bruno’nun işine son
verilir. İyi bir özgeçmişi (CV) olduğunu düşünen Bruno iş başvuruları yapmaya başlar ancak filmde
çok kısa sürede özetlenen iki buçuk yıl boyunca iş bulamaz. Hem psikolojik hem de maddi yönlerden
büyük bir buhrana giren Bruno işe girmek için radikal bir çözüm bulur ve kendisinin başvuracağı iş
tanımına uyan kişileri seri bir şekilde öldürmeye başlar. Bruno, sahte bir iş ilanı vererek rakiplerinin
özgeçmişlerini ve tüm iletişim bilgilerini ele geçirir. Daha sonra da kendisi yerine işe alınabileceğini
düşündüğü insanları öldürmeye başlar. Bu cinayetler sırasında, Bruno öldürme planı yapmadığı iki
kişiyi de öldürmek durumunda kalmıştır. Zekasının ve biraz da şansının yardımıyla tüm polisiye
tehlikeleri de atlatan Bruno yakalanmamayı başarır. Tüm bu seri cinayetlerin sonunda tekrar üst
düzey bir şirkette yönetici olarak işe giren Bruno, filmin son sahnesinde tıpkı kendisinin seri
cinayetleri işlerken yaptığı eylemleri yapan ve Bruno’nun eski halini anımsatan bir kadınla karşılaşır.
Ölümcül Çözüm filminin giriş sekansı klasik betimleyici anlatımla gerçekleşmez ve izleyici
film kronolojisinde ileride gerçekleşecek bir cinayet olayının gerçekleşme anında filme dahil edilir.
Bu hareketli sahnede, filmin ana karakteri Bruno, arabayla yolda kendi halinde evine yürüyerek dönen
bir erkeği takip etmektedir. Takip eden ve edilen kişi yaklaşık aynı yaşlardadır ve planın sonunda
Bruno yolda yürüyen kişiyi arabasıyla ezerek öldürür. Bu cinayet sonrasında Bruno bir otel odasına
gider, titremektedir, banyo yaparken duvarları yumruklamaktadır.
Ana karakterin gerçekleştirdiği eylemin arkasından çok sıkıntıya girdiği gösterilir, kusar ve
intihar etmeye çalışır, ancak yapamaz. Otel odası sekansının ilk bölümünde izleyiciye, Bruno’nun
cinayeti işlemekten duyduğu vicdan azabı farklı çekimlerle gösterilir. Bu eylemler izleyicide ana
karakterin, cinayet eylemini ilk defa yaptığı izlenimi uyandırmaktadır ancak ses kaydetme cihazına
yapılan itiraflarda Bruno’nun iki buçuk yıldır cinayet işlediği ve ilk seferinden sonra daha kolay
olacağını düşündüğü izleyiciye aktarılır. Ancak her işlenen cinayet ana karakter in daha zor
olmuştur. Bruno bir ses kayıt cihazına yaptığı itiraflar aracılığıyla izleyiciye birçok bilgiyi doğrudan
aktarır. Bruno’nun itirafları ve görsel kuşaktaki anlatı şu şekildedir:
Bruno: İki buçuk yıl sonra... Bu geceden sonra sanki hepsinin ilki gibi kolay olacağını
sanmıştım.
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 31
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
Görsel Kuşak: Bruno arabanın penceresinden ateş ederek ilk cinayeti işler ve kaçar.
Bruno: Benim adım Bruno Davert. Bu gece yaptığım şeye katlanamıyorum. Hep iyi bir koca,
iyi bir baba ve sadık bir çalışan oldum. (itiraf)
(Görsel kuşakta ani bir sıçrama yaşanır)
Bruno’nun Üst Yöneticisi: Şirketimize gösterdiğin 15 yıllık çalışma adına, bu küçük hediyeyi
yaratıcı fikirlerini kaydetmek için kabul etmeni diliyorum. Zira o fikirler bizim işimize çok yaramıştı.
Dijital bir ses cihazı. Çin-Japon yapımı.
Görsel Kuşak: Bruno’nun işten çıkarılırken iş arkadaşlarının onu uğurlaması ve ona verilen
hediye olan ses-kayıt cihazı gösterilir.
Bruno: Şirketin amacı taşınma öncesi küçülmeydi. (itiraf)
Bruno’nun Üst Yöneticisi: Senin için telaşlanmıyorum. Bu niteliklere sahipken, çok yakında
bir iş bulursun. Öyle bir ortamda!
Bruno: Yine de işten atılma tazminatım 15 maaştı. Kendimi dünya şampiyonu gibi hissetmiştim.
2 yıl geçti hala bir iş bulamadım. Arabamın taksitleri bitiyor, bu iyi ama evimin daha 10 yıl taksiti
var. Ve bir de hala sevdiğim bir karım var. (Ailem)
Ölümcül Çözüm filminin yukarıda betimlenen giriş bloğunda serbest piyasa ekonomisinin
içerisinde, o sistemin gerekliliklerini yerine getiren insanların dahi işsiz kalmadan da öte, konut
kredisi (mortgage) aracılığıyla uzun yıllar borçlu olduğu bir yapı sinematografik olarak gösterilmiştir.
Film çağdaş toplumlarda orta ve orta üst sınıfın yaşadığı hayatın büyük oranda sahip oldukları
gelirlerden değil, sahip olacaklarını düşündükleri gelirlerden elde ettiğini göstermektedir. Başka bir
ifadeyle insanlar özellikle 2000’li yıllar sonrası varlığını daha çok hissettiren krediler nedeniyle
Şekil 4. Bruno ilk cinayeti işler.
Şekil 3. Bruno ses kayıt cihazına işlediği
cinayetleri itiraf eder.
Şekil 5. Bruno’nun işten çıkarılması
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 32
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
ipotekli hayatlar sürmektedirler. Çalışmanın kuramsal bölümünde de belirtildiği gibi, kapitalizm
sürekli kendisi üzerinde dönen ve temas ettiği her yapıyı kendisine dönüştüren bir yapı olduğu için,
insanlar da sadece süreci yerine getirmesi gereken metalara dönüştürülmüştür (Wallerstein, 2012:
17).
Filmde ana karakterin itiraflarında yer alan cümleler Wallerstein’ın kapitalizm içerisinde her
şeyin metalaşması sürecini doğrudan yansıtan sözel bölümü oluşturmaktadır. Filmin bu sekansı artık
ürünlerin insanlara hizmet ettiği aşamadan, insanların ürünlerin kölesi haline dönüştüğü bir aşamaya
geçildiğini imlemektedir. Bu dönüşümün filmde en belirgin biçimde yer aldığı sahne yine Bruno’nun
itiraflarındaki şu cümlelerledir:
Bruno: O adam yeniden üretilen kağıtlarıyla övünüyordu. Tıpkı benim gibi, yıllar önce Camel
kağıtçılıktan atılmadan önce yaptığım gibi.
Kendisinin bir metadan farklı görünmediğini fark eden ana karakter Bruno, bu sahneden sonra
diğer insanlara, özellikle de piyasadaki rakiplerine birer metaymış gibi bakmaya başlar ve onları
öldürmeye karar verir. Film boyunca öldürülecek beş kişi bu özgeçmişlere sahip kişiler olacaktır. Bu
sayede görüşmelerinde rakibi olmayacaktır. Bruno bu doğrultuda sahte bir ilanı vererek
rakiplerinin kim olduğunu ve iletişim bilgilerini öğrenir Serbest piyasa ekonomisinin rekabetçi yapısı,
filmin giriş bölümünde en çok üzerinde durulan tema olarak sunulmaktadır. Anatole Kaletsky’nin
(2010) belirttiği şekilde yeni kapitalist aşama (Kapitalizm 4.0) makinelerin insanların yükünü
azalttığı bir aşamadan ziyade, insanların birbirlerini artan bir ivmeyle rakip ve düşman görmelerine
yol açan bir aşamadır. Bu yeni kapitalist aşamada başta hırs olmak üzere, bireycilik, rekabetçi ruh,
pragmatizm ve diğer insanları küçümseme ön plana çıkan insani güdüler haline dönüşmektedir.
Filmde sözü edilen yapılar Bruno’nun sözleriyle şu şekilde ifade edilir:
Bruno: Rakiplerimin sırlarını okumak bana çok iyi geldi. Hepsinin çok aptal olduklarını,
kibirden öldüklerini gördüm. Hepsi de doyumsuz birer hayvan. Bu cilalı özgeçmişlerin hepsi birer
düzmece. Sadece beş tanesinin derecesi kariyeri ve deneyimi var. Onlara da deneyim ve kariyer
diyebilirsek. Ama diğerlerinin hiçbiri benden daha iyi değil.
Şekil 6. Ana karakter Bruno'nun yerine işe alınan
yeni yönetici, fabrikayı tanıtmaktadır.
Şekil 7. Bruno'nun piyasadaki rakipleri
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 33
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
Bruno, diğer tüm kapitalist yöneticileri temsil edercesine, sadece kendisinin değerli işler
yaptığını ve sadece kendisinin bazı ayrıcalıkları hak ettiğini düşünmektedir. Bu anlamda Ölümcül
Çözüm filmi aslında tek bir karakterin özel bir durumunu yansıtmamaktadır. Film, kapitalizm
içerisindeki yönetici sınıfın bir stereotipi olarak Bruno karakterini imlemektedir. Bruno bu anlamda
bir karakterden ziyade çağdaş kapitalist sistem içerisindeki orta ve orta üst sınıfın temsilidir.
Bruno’nun gittiği postanede işsizler ordusunu görmesi ise verdiği kararı pekiştiren bir unsur olur.
Ölümcül Çözüm filminin bu sahnesi, konut kredisi sorunuyla birlikte düşünüldüğünde özel mülkiyetin
kökeniyle ilgili bir yapıya işaret eder görünmektedir. Üretim araçları ve üretimdeki bütün süreçlere
ait kontrol seçkin bir azınlık tarafından yönetilmektedir (Rousseau, 2002: 137). Bu nedenle de bir
süre sistem tarafından kullanılan insanlar bir süre sonra sistemin atığı haline gelen insan yığınlarına
dönüşmektedirler. Çünkü maksimum kar oranı için insanlar belirli bir aralıkta sistem tarafından
kullanılıp daha sonra yerine yenileri geldiği için boşa çıkmak durumunda kalırlar. Ana karakter Bruno
bu insan yığınlarını görerek, onlardan biri haline dönüşmemek için kapitalist rekabet koşullarına
uygun ancak ölümcül olan planını uygulamaya başlar. Ancak uzun süreli işsizlikle birlikte gelen
psikolojik yıkımla başa çıkabilmek çok zor bir süreçtir ve Ölümcül Çözüm filminde işsizliğin bu
katmanına da vurgu yapılmaktadır. Çalışmanın kuramsal bölümünde de belirtildiği gibi işsizlik,
insanların kişiliklerine ve öz benliklerine olumsuz etkide bulunmaktadır ve bilimsel çalışmaların da
gösterdiği üzere uzun süreli işsizlik yaşayan insanlar benlik sorunu, hayata karşı anlam kaybı, yüksek
endişe gibi psikolojik problemler yaşamaktadırlar. Filmin ana karakteri olan Bruno da iki yıl süren
işsizliğin ardından öfkeli ve anti-sosyal bir insan olmaya başlamıştır. Bu nedenle Bruno, diğer bulan
insanları ve yakın çevresini patronların yalakası olmakla eleştirir. Başka bir ifadeyle Bruno toplumu
ötekileştirerek kendini toplum yaşamından izole eder. Bu ötekileştirme süreci doğal olarak Onlar-
Ben ayrımını ortaya çıkartır ve Bruno kısa süre içerisinde kendisini toplumun geri kalan kısmıyla bir
savaşa girmiş gibi hissetmeye başlar. Bruno’nun toplumla savaşa girdiğinin önemli göstergelerinden
biri cinayetleri işlemeye başladığı silahın İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma baba yadigarı bir silah
olmasıdır. Bruno’ya göre içerisinde bulunduğu mevcut durum bir dünya savaşıdır. Costa-Gavras bu
noktada çağdaş kapitalizmin dünyaya ve insanlara verdiği zararın dünya savaşlarının insanlara verdiği
zararla neredeyse aynı olduğunu göstermektedir. Tıpkı babası gibi Bruno da kendisini bir savaşın
içinde hissetmektedir. Bruno’nun sosyal hayatındaki bu değişimler ve çalkantılar başta eşi olmak
üzere tüm ailesiyle olan ilişkilerine yansımaktadır. Ana karakter giderek ailesinden uzaklaşır ve kendi
planları üzerine odaklandığı kapalı devre bir evreye geçer.
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 34
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
Filmin giriş bölümünden sonra, gelişme bölümüne uygun olarak olaylar ve durumlar
şekillenmeye başlar. Ana karakter Bruno’nun artık tasarladığı planı eyleme geçirme aşaması ile
birlikte gelişen ve değişen sinematik evren oluşturulur. Bu aşama filmin süre açısından en yük
bölümünü kaplamaktadır. Yaklaşık olarak 13:00-107:00 dakikalarını kapsayan bu bölüm boyunca
Bruno’nun rakiplerini öldürmesi ve bu cinayetlerle paralel olarak gelişen olaylar bir arada
betimlenmektedir. Bruno ilk önce silahla talimler yapar, ardından bir pompacıyı soymaya çalışır
ancak başarılı olamaz. İlk girişimlerin başarısız olması sinema anlatısında çok kullanılan bir kalıp
olan kahramanın yolculuğu anlatısına bir gönderme olarak okunabilir. Klasik anlatı sinemasında
kahraman hedefine ulaşmadan önce başarısızlık yaşadığı ve çaresiz kaldığı bir aşama yaşar
(Campbell, 2017: XX). Ölümcül Çözüm filminde bir anti-kahraman olan Bruno üzerinden kahraman
mitosuna gönderme yapılmaktadır ve mevcut serbest piyasa koşullarında kahramanın cinayetler
işleyen bir anti-kahramana dönüştüğü gösterilmektedir. Çağdaş kapitalist ekonominin merkezinde
yetişen ana karakter Bruno, öldüreceği kişilerin özgeçmişlerini (CV) tıpkı bir insan kaynakları
müdürü gibi incelemektedir. Bir insan kaynakları müdürü işe alacağı insanların özgeçmişlerindeki
birtakım bilgilere göre, çalıştığı şirket için uygun olup olmadığına karar verir. Benzer şekilde Bruno
da öldüreceği kişilerin özgeçmişlerindeki bilgilere göre, kendisine rakip oluşturup
oluşturamayacaklarına göre bir değerlendirme yapar ve kimleri öldürüp kimleri öldürmeyeceğine
karar verir. İşten çıkarmalar dönemsel olduğu için Bruno’nun ölüm listesini belirli bir dönem
aralığında ve kısa sürede bitirmesi gerekecektir. Filmdeki bu göstergeler, insanları öldürmenin
kapitalist sistem içerisinde artık bir işe dönüşmüş olduğuna yapılan vurgulardır. Film, kapitalist işe
alım süreçleri ile cinayetler arasında doğrudan analojiler kurmaktadır. Bruno öldürme sırasını belirler,
bir insan kaynakları müdürü gibi düşünür ve ikinci cinayetten önce şu sözlerle kimi öldüreceğine
karar verir:
Bruno: Edouard Rick. Kimya mühendisi. Amerika’da çalışmış. Sadece altı aydır işsiz.
Kendimden önce onu işe alırdım.
Şekil 8. Bruno baba yadigârı 2. Dünya Savaşı’ndan kalma silahla
antrenman yapar. Kadrajın ön bölümünde savaşta erlerin kullandığı
kasklar vardır.
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 35
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
Aldığı bu karar doğrultusunda Edouard’ı öldürmeye giden Bruno’nun işten kovulduktan
sonraki her arabaya binişi kapitalizm hakkında yeni bir şey keşfettiği bir yolculuğa dönüşmektedir.
Güzel bahçeli villaların içinden geçen Bruno “Acaba, bu güzel dingin bahçelerin altında dünyanın
çalkalandığını kaç kişi hissedebiliyordu?” sorusunu kendine sorarken, başka bir sokakta evindeki
bütün eşyaları satılığa çıkartan bir aileyi görür ve kendisinin de bu duruma gelebileceğini düşünür.
Bu anlamda Bruno, kapitalist sistem içerisinde avantajlı bir konumdayken göremeyeceği durumları
ve içinde yaşadığı dünyayı görmeye başlamıştır. Ölümcül Çözüm filminin ana karakteri Dante’nin
İlahi Komedya (2006) adlı eserindeki gibi bir cehenneme iniş süreci yaşamaya başlamaktadır. Dante,
İlahi Komedya eserinde 13. kantoda genellikle intihar teşebbüsü olarak yorumlanan bölümde
ormanda kaybolur ve her biri farklı bir günahı imgeleyen hayvanlar tarafından saldırıya uğrar.
Leoparın şehveti, kurdun kötü istekleri, aslanın hırsı simgelediği bu ormandan, ana karakter
kurtulmaya çalışmaktadır.
Ölümcül Çözüm filminin ana karakteri de tıpkı Dante’nin İlahi Komedyası’ndaki ana karakter
gibi kendisini cehennemde hissetmektedir. Bu durumu Bruno şu sözlerle ifade eder: “Bir ay maaş
almasan, cehennemi yaşarsın bir de hiç almamayı düşünün”. Bu bölümde alıntılanan iki cümlenin de
gotik öğeler içermesi yönetmenin filmi tasarlarken İlahi Komedya’dan etkilendiğinin
göstergelerinden biri olarak okunabilir.
Ölümcül Çözüm filminin altyapısında bulunan bir diğer edebi eser de William Shakespeare’in
Macbeth (2015) oyunudur. Bruno ikinci cinayetini gerçekleştirmeye gittiğinde bir kadın sürekli ona
bakmaya başlar ve bir yanlış anlama sonucu, kadın Bruno’yu kızı ile ilişkisi olan kişi zanneder. Bu
yanlış anlaşılmadan doğan durumlar sonucunda, ana karakter Bruno kadını öldürmek durumunda
kalır. Zira kadın ön koltukta Bruno’nun silahını yanlışlıkla bulmuştur. Olayın gerçekleştiği ve
Kadın’ın (durumla ilgisi olmayan) öldüğü evin ev sahibi de bir silah sesi duyduğunu polise
bildirirken, Bruno ile göz göze gelir ve Bruno bu kişiyi de öldürmek durumunda kalır. Filmin bu
bölümünde Bruno’nun kendisiyle ve dünyası ile alakası olmayan kişileri de öldürmek zorunda
kaldığı gösterilmektedir. Sistemin içerisinde kalabilmek için bir ölüm makinesine dönüşen Bruno
Şekil 9. Bruno'nun cinayetleri işlediği
bölgelerde, lüks villalarda oturan kişiler.
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 36
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
karakteri, Shakespeare’in trajik Macbeth karakterini andırmaktadır. Film, Shakespeare’den
alıntılayarak “insan bir kere kan dökmeye başlayınca artık durdurulamaz hale gelmeye başlar”
demektedir ancak, çağdaş insanı Macbeth’e dönüştüren iktidar hırsından ziyade serbest piyasa
ekonomisidir. İşlenen tüm cinayetlerden sonra duş alma, arınma, günahlarını itiraf etme gibi
göstergeler de Hristiyan inancına yapılan diğer gotik göndermelerdir.
Filmin ana karakteri Bruno ikinci cinayetten sonra artık bir savaş makinasına dönüşmüştür ve
üçüncü öldüreceği kişi olan Etienne Barnet’in bir restoranda garson olarak çalıştığını görür. Bu durum
Bruno’yu çok şaşırtır. Zira kapitalizmin en önemli yapılarından biri kapasitenin altına düşmemektir.
Kapasitenin altına düşmemek hem şirketlerin kâr miktarı için önemlidir hem de yöneticiler için. Film
içerisinde de bu durum, Bruno’nun yaptığı bir iş görüşmesinde çok kalifiye olduğu gerekçesiyle işe
alınmaması olarak temsil edilmiştir. Bu nedenle de hizmet sektörü Bruno’nun rakibi olabilecek
kapasitedeki insanların CV’si gibi CV’lere sahip insanlar için değildir. Bruno bu sahnede ilk kez
öldüreceği kişiyle konuşur ve iletişime geçer. Böylece izleyici ilk kez bir kurbanın hayatı ve karakteri
ile ilgili bilgi sahibi olur. Barnet’in iki kızı vardır ve komşuları yani diğer insanlar tarafından genel
olarak sevilen bir insandır. Bruno ile Barnet arasındaki geçen konuşma ise hem karakteri derinleştirir
hem de Bruno’nun bazı kırılmalar yaşamasına neden olur:
Barnet: İş mi arıyorsunuz?
Bruno: Çok mu belli oluyor?
Barnet: Tahmin ettim, ben de yaşadım. Hala da arıyorum. Bu işi bulduğum için şanslıyım.
Kâğıt işindeydim. On altı yıl çalıştım, sonra atıldım. Bu aralar cinayet dolu günler yaşıyoruz.
Bruno: Nasıl?
Barnet: Toplum artık çığırından çıktı. Çıldırıyor. Eskiden Çin’de gıdadan tasarruf etmek için
çocukları dağlara bırakırlarmış. Eskimolar da yaşlıları ölsün diye buzullara bırakır, aynı nedenle.
Bizse insanları en üretken oldukları çağda çöpe atıyoruz. İşte kötü olan bu. Kendi kendimizi yok
ediyoruz. Yaşlıların yaz sıcağında ölmesine izin versek, kimini kış aylarında, kimini baharda
temizlesek, ekonomi kurtulur. Biz de iş buluruz. Aslında her şey bu kadar basit. Evet. Bunun yerine
kahroluyoruz değil mi? İş bulmak için her şeyi yapıyoruz ama turbo kapitalizmle başa çıkmak çok
zor. Bruno: Peki ne yapmamız gerekir?
Barnet: Temel olan insan. Onu her şeyin merkezine koyacağız ama artık geç.
Bruno: Elele vermemiz gerek. Ekmek kavgası için mutlaka kavga etmemiz gerek. Müdürler
gülüp, bizim farkımıza varmazken (Ses kayıt cihazına yapılan itiraf)
Şekil 11. Bruno ilk kez bir kurbanıyla
iletişime geçer.
Şekil 12. Bruno'nun aynadaki yansıması
ve kendisi
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 37
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
Barnet kapitalizm hakkında yaptığı yorumlarla, insanlığın genel olarak övündüğü ve
idealleştirdiği çağdaş ltür ve hümanist düşüncenin bir eleştirisini yapmaktadır. Eski Çin veya
Eskimolardan hiçbir farkın olmadığını vurgulayan Barnet, insanın merkezde olmadığı mevcut
yapının vahşi doğasını izleyiciye aktarmaktadır. Bruno ise Barnet ile aralarında geçen bu diyalogdan
sonra duygusal açıdan bir yarılma yaşar. Göstergesel olarak aynı kare içerisinde Bruno’nun kendisi
ve kendisinin aynadaki yansımasının gösterilmesi, ana karakterin kendisiyle dahi arasında duvarlarla
örülü bir mesafenin olduğunu simgelemektedir. Film bu noktada Barnet’in ağzından artık insanın
merkezde olacağı bir sistem yaratmak için çok geç kalındığını vurgulayarak, toplumsal açıdan
pesimist bir bakış geliştirmektedir. Bu bakışa paralel biçimde bu sahnenin sonunda Bruno, Barnet’i
arabayla ezerek öldürür ancak bu sırada araba hasar görmüştür. Arabanın onarımı için tamirciye giden
ana karaktere, arabayı tamir eden kişi, kendi eşinin de hastanede çalıştığını ancak hastanenin
küçülmeye gitmesi sonucunda işten çıkarıldığını söyler. Filmin çıkış tarihi 2005 yılıdır ve Gavras bu
filmle dünyanın yaşadığı en son büyük çaplı ekonomik kriz olan 2007 konut kredisi krizini şaşırtıcı
derece iyi tahmin etmiştir. Zira ana karakterin seri katil olmasındaki temel sebeplerden biri de konut
kredisi taksitlerini ödemektir. Bu anlamda film, içinde bulunduğu zaman diliminin iktisadi yapısını
öngörülü bir şekilde analiz etmiş görünmektedir. Ancak Ölümcül Çözüm filmi genel anlamdaki iktisat
teorisine ve özellikle de Marksist sınıf bilincine sürekli referans vermesi nedeniyle ayzamanda
tarihsel bir filmdir. Filmin bu tarihsel arka planının belirginleştiği birkaç sahne öne çıkmaktadır. Bu
sahnelerden ilki Bruno’nun tamirciye gittiği sahnedir. Tamircideki mavi yakalı çalışan eğer beni
işten atacak olsalar yukarı çıkarım ve patronlarımın gözü önünde beynimi dağıtırım” der. Bu
gönderme kuramsal bölümde de değinildiği gibi Marksist yabancılaşma kavramıyla ve yanlış sınıf
bilinciyle ilişkilidir. Filmin bu sahnesindeki mavi yakalı çalışan, kendi varlığına öylesine
yabancılaşmış durumdadır ki, üst sınıftaki ayrıcalıklı gruba zarar vermektense kendisine zarar vererek
onlara vicdan azabı çektirmeyi umut etmektedir. Alt sınıf hiçbir şekilde üst sınıfa fiziki bir etki de
bulunabileceğini düşünemez. Tıpkı mavi yakalı çalışan gibi beyaz yakalı bir çalışan olan ana karakter
Bruno da kendi işine son veren üst rütbeli yöneticileri öldürmek yerine kendi konumundaki insanları
öldürmeyi tercih etmektedir. Filmde işçi sınıfına dair ideolojij çözümleme çöp toplama işçilerinin
eylem yaptığı sahnede de görülmektedir ancak bu defa Gavras filmin genelindeki karamsar
atmosferin tersine bir gösterge koymaktadır.
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 38
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
Bu sahnede işçiler birleşerek yolu kapatırlar ve eylem yaparlar. Marksist proleter söylemin en
önemli argümanlarının başında “Dünyanın bütün işçilerinin birleşmesi” gelmektedir (Marx ve Engels,
2018: 2). Ölümcül Çözüm filminin modern kapitalist sisteme getirdiği en önemli eleştirilerden bir diğeri
de insanın toplumsal varoluşu üzerine yaptığı olumsuzluklar üzerinedir. Filmde Bruno’nun uzun
süreli işsizliği, karakterde psikolojik ve varoluşsal hezeyanlar yaratmaya başlar. Aile ilişkilerine de
doğrudan sirayet eden bu durum nedeniyle ebeveynler bir aile danışmanına gitme ihtiyacı duyarlar.
Fakat Bruno (erkek) özellikle Marlene’in (kadın) başka bir sevgilisi olduğunu düşünmeye başlar ve
o erkeği bulup öldürmek ister. Başka bir ifadeyle Bruno, sorunun ana kaynağının eşi Marlene
olduğunu düşünür ya da aile ilişkisini bozan bir diğer erkek üzerinde durmaya başlar. Bu kuşkucu
süreç Bruno’nun olmayan insanlar tasarlayarak, bir büyük öteki yaratma inşasında bulunmasına
neden olur. Bu durum da hem bireysel hem de toplumsal paranoyayı artırmaktadır. Marlene, sorunun
ana kaynağının uzayan işsizlik ve bunun neden olduğu olumsuz durum olduğunu söylemesine karşın,
ana karakter bu basit ama gerçekçi yaklaşımı kabul etmek istemez. Bruno, obsesif bir şekilde bir
ilişkinin ancak başka bir erkeğin (kişinin) varlığı nedeniyle bozulabileceğini savunur. Filmin gelişme
bölümündeki bu bölümde üzerinde durduğu nokta -para-güç bağlamında erk ve erkeklik
meselesinin ortaya konmasıdır. Ana karakter Bruno artık işsiz olduğu için bilinçaltında kendisini iğdiş
edilmiş, gücünü yitirmiş bir erkek olarak görmektedir. Bruno’nun bilinçaltında böyle hissettiğinin bir
kanıtı psikoterapi sırasında eşinin başka bir erkekten hoşlandığını düşündüğünü söylemesidir.
Bruno’ya göre genel olarak kadınlar işi ve gücü olan bir erkekle birlikte olurlar, kendi eşi de bu
nedenle onu sevmiştir hatta Bruno için daha da önemlisi, mantıklı ve doğru olan da bir kadının işi,
unvanı ve parası için bir erkekten hoşlanmasıdır. Çünkü ana karakter kendi varoluşu üzerinden
hayatını yapılandıran bir karakter değildir, kendisini sadece ve bu ile oluşturduğu zenginlik
üzerinden tarif edebilmektedir. Bu anlamda Ölümcül Çözüm filmi iş, para ve psikoloji arasındaki
gerilimler üzerinde sürekli birbiri üzerine temas eden sarmal ve çok katmanlı yapılarla örülmüştür.
Marlene, “konuşmak istiyorum, benden uzaklaşıyorsun” gibi rasyonel cümleler kurar ancak ana
Şekil 14. Çöp toplama işçileri eylem
yapmaktadır.
Şekil 13. Bruno arabayı tamir ettirmek için gittiği
tamircide mavi yakalı, yaşlı bir işçiyle konuşur.
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 39
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
karakter bütün bilgiye sahip olduğunu düşünen bir kişidir, onun mantığında eşler arasında ilişkinin
bozulması ancak iktisadi olarak açıklanabilir ve bu doğrultuda ana karakter tam bir homo-
economicus* olarak betimlenmiş olmaktadır. Sistemin insanları doğalında bir homo-economicusa
dönüştürmesiyle ilgili filmdeki en önemli diyaloglar Bruno ve Marlene’e psikolojik danışmanlık
yapan psikologla yapılan konuşmalardır:
Psikolog: İşten çıkarıldığınız zaman ne hissettiniz, öfke, korku ya da rahatlama, hangilerini
hissettiniz?
Bruno: Rahatlama hissettiğim söylenemez.
Psikolog: Neden öfke ve korku hissettiniz?
Bruno: Peki sizce ne hissetmem gerekirdi? Çünkü bayım bütün işsizler böyle hisseder.
Psikolog: Hepsi mi? Emin misiniz? Bunu bir şans olarak görenler yok mudur? Bunu pozitif bir
şey olarak gören yok mudur?
Bruno: Tıpkı sosyal hizmet memurları gibi konuşuyorsunuz.
Psikolog: Çünkü mesajımız aynı.
Bruno: Mesajınız bir palavra, zırvalık, işimi elimden alarak hayatımı elimden aldılar. Dahası
bütün ailemin hayatını mahvettiler. Tamam, iş her şey değildir belki. Peki olmadan neyim ben?
Ben nasıl yaşayacağım? Eskiden arkadaşlarımla birlikte bir aile gibiydik. Birlikte çalışır ve
birbirimizle konuşurduk. Ama işten kovulunca, o aile yok oldu. Hepimiz düşman olduk.
Psikolog: Düşman mı?
Bruno: Daha da kötüsü rakip olduk. Herkes kendi hesabına çalışmaya başladı.
Psikolog: Herkes kendi hesabına sözü sizin için ne ifade ediyor?
Bruno: Evet, bu yarışı kazanabilmek için sadece ama sadece kendime güvenebileceğimi. İçe
kapanmam bu yüzden, hatta uzaklaşmam.
Marlene: Ben buradayım biliyorsun.
Bruno: Peki iş de var mı?
* Hayatın her alanında maksimum kârlılığa odaklanan ve yaşamı katı rasyonel kararlar ile yaşayan, kapitalizm anlayışını
içselleştirmiş, ekonomik insan olarak isimlendirilen terim.
Şekil 15. Psikolog ile görüşme
Şekil 16. Psikolog ile görüşmede Bruno
ve Marlene
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 40
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
Bu sahne hem filmin hem de kavramının hayat içerisinde nasıl bir role sahip olduğunu
göstermektedir. Çalışmanın kuramsal bölümünde belirtildiği gibi para kazanmak artık ahlaki bir
duruma dönüşmüştür. İşsizlik insanın varoluşunu tehdit etmekte, utanç ve başarısızlık duygularını
sürekli hale getirmektedir. İşsizlik nedeniyle insan öz değer duygusunu kaybetmektedir (de Botton,
2003). Ayrıca bu sahne de psikolog sürekli Bruno’nun ne hissettiğine odaklanmaya çalışmaktadır
ancak sistemin temelindeki sorunla hiç ilgilenmemektedir. Bu nedenle de film, sistem içerisindeki ve
sahibi olan bir kişi olarak psikoloğun kısa devre yaptığını göstermiş olur. Psikolog filmin bu
sahnesinde sorunlara çözüm getirebilen biri olarak değil ancak sorunların ne olduğunu dinleyen biri
olarak işlevsiz hale dönüşmüştür. Ayrıca psikolog, iş sahibi biri olduğu için daha kendinden emin ve
güvenlidir, ancak Bruno işsiz birinin takıntılı ve obsesif halini yansıtmaktadır. Bu iki karşı kutbun bir
araya gelmesinden herhangi olumlu bir sürecin doğamayacağı açık bir şekilde gösterilerek, devletin
sağlamaya çalıştığı sosyal yardımların faydasızlığının da altı çizilmiş olur.
Ana karakter olan Bruno’nun işsiz kalması, psikolojik bozuklar yaşamaya başlaması ve ailenin
giderek yoksullaşması çocukları üzerinde de etkili olmaya başlamıştır. Ancak Etienne babasının
aksine yakalanır ve mahkemeye çıkmak zorunda kalır. Ancak aile bireyleri hep beraber çalışarak
Etienne’ye ait tüm delilleri yok ederler. Tıpkı para veya kapitalin kendisi gibi suç da insanları
birleştiren bir gösterge olarak filmde yer almaktadır. Bu noktada film suç ile kapital veya kapitalizm
arasında doğrudan bir ilişki kurmuş olur. Zira bu durum Etienne’yi soruşturan polisin sözleriyle
“günümüzde en çok büyüyen sektör suç sektörü” şeklinde ifade edilmektedir. Polisin kullandığı bu
cümledeki suçu bir sektör olarak tanımlamak özellikle yönetmenin çağdaş kapitalist sistem içerisinde
her şeyin hatta yasa dışı olayların bile sektörleştiği üzerine yapılan vurgudur. Aile üyelerinden birinin
işlediği bir suç durumunda, bütün ailenin organize olarak suçun delillerini ortadan kaldırdığının
betimlenmesi ise Engels’in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni (2019) adlı eserine bir
gönderme olarak okunabilir. Aile, toplumu oluşturan en küçük hücredir ve mevcut kapitalist sistem
içerisinde bu hücre sağlıksız bir hale gelmiştir. Bir anlamda filmde izlediğimiz aile tipik bir
(hastalıklı) ailenin metaforudur ve bu nedenle toplumun kanser olduğu yönünde bir ima
bulunmaktadır. Aile bireyleri arasında geçen diyaloglar filmin genel dramaturgisini yansıtması
açısından önemlidir:
Anne: Ödevin için hangi konuyu seçtin?
Erkek Çocuk: Sonuç, amacı haklı çıkartır mı?
Anne: Sen ne diyorsun?
Erkek Çocuk: Hayır, çıkarmaz.
Kız Çocuk: (Babasının omzuna dokunarak)Oğlunu hapisten çıkarmıyorsa tabii.
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 41
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
Anne: Biraz genişletecek misin?
Erkek Çocuk: Evet, savaş zamanları hariç dedim.
Kız Çocuk: Bana sorarsan, anlam bolluğu denen şey aslında mutlu azınlığa ayrılmış bir lüks,
o kadar.
Anne: Savaş zamanında bile.
Kız Çocuk: Neyi kutluyoruz.
Anne: Kardeşinin dosyası kapandı.
Kız Çocuk: (Babasının omzuna dokunarak) Babam sayesinde.
Film boyunca işlenen konular olan amaç ve sonuç arasındaki ilişki, ayrıcalıklı (zengin) azınlık,
aile arasında suçu ört bas etme gibi konular ailenin bir öğle yemeği sırasında Etienne’nin ödevi
üzerinden konuşulur ve mutlu aile tablosuna geri dönülür, çünkü Bruno’nun öldürdüğü kişiler
başvurusu yapamadığı için o tekrar bir işe girebilmiştir. Ancak filmin sonunda bir kadın karakterin
Bruno’nun şirket tanıtımını yaptığı videoyu izlediğini görürüz ve bu kadın film içerisinde pkı
Bruno’nun yaptığı gibi onun dosyasını arşivler. Filmin son planında Bruno’nun yemek yediği lüks
restorana giden gizemli kadın karakter ile Bruno göz göze gelirler. Bruno gizemli kadının kendisi gibi
davrandığını ve büyük bir ihtimalle kendisini öldürmek için oraya geldiğini anlar. Film tam bu
sahnede biter. Ölümcül Çözüm filmi hikâyeyi yeni bir cinayet döngüsünün başladığı noktada
bitirerek, Bruno’nun sorunlarının çözülmesiyle sistemin değişmediğini göstermiş olur. İzleyicinin iki
saat boyunca tecrübe ettiği olay örgüsü kapitalist sistem içerisinde sürekli tekrarlanmaktadır. Bu
anlamda film, Antik Yunan trajedi eserlerinin mantığına yaklaşmış olur. Film doğrusal değil,
döngüsel ve sürekli tekrarlanan bir olay örgüsünü anlatmaktadır.
6. SONUÇ
Byung-Chul Han (2018) günümüz modern kapitalist toplumunu ‘Performans Toplumu’ olarak
adlandırır ve bu toplumun kurallarına uyum sağlayabilmek için sürekli olarak kendini ve başkalarını
sömüren, depresif ve mağlup bir birey imgesi yarattığını söyler. Bu birey tipinin ileri versiyonu ise
Şekil 17. Filmin son sahnesinde Bruno tıpkı kendisi gibi davranan
kadınla karşı karşıya gelir.
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 42
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
sömürmek ile kalmayıp karşısındakine fiziksel ya da psikolojik olarak zarar verebilen biridir ve bu
bireyin yansımasını modern kapitalizmin acımasız rekabet oyununun dışında kalmamak adına cinayet
işlemek dahil her şeyi yapabilecek hale gelen beyaz yakalı bir işsizin hikayesini anlatan Gavras’ın
Ölümcül Çözüm adlı filminde buluruz. Duyduğu pişmanlığa rağmen rakiplerini öldürmeye devam
eden ana karakter Bruno, aslında bu rekabet oyununun hem mağduru hem faili, hem mağlubu hem de
galibidir. İşsiz kalan ve kendini bir çeşit savaşta gibi hisseden Bruno, muhtemel rakiplerini birer
düşman gibi algılamakta ve öfkesini de insanların birbirlerini düşman gibi görmelerine yol açan
sisteme değil, kişilere yöneltmektedir. İçinde yaşadığımız ileri kapitalist dönemde bireyselleşmenin
artan önemine işaret eden Ulrich Beck (2014) aileden dostluk ilişkilerine, emek piyasasından işçi-
işveren ilişkilerine kadar her tür ilişkide, yavaş yavaş bireyin faydasının toplumun faydasının önüne
geçtiğini belirtmektedir.
Filmde günümüz modern kapitalist toplumunun ahlaki çıkmazları sergilenmekte olup insanlar
arasındaki ilişkilerin temel taşı haline gelmiş olan acımasız rekabetin sadece çalışma hayatı ile sınırlı
kalmadığı da gösterilmeye çalışılmaktadır. Zira önce işini kaybeden Bruno daha sonra neredeyse
ailesini de kaybetme noktasına gelmektedir. Maddiyata dönüşen başarının en önemli değer olarak
görüldüğü günümüz toplumlarında başarısızlığın değersizlik duygusunu da beraberinde getirdiği
Bruno başta olmak üzere işini kaybetmiş diğer karakterlerde de yansıtılmaktadır. Bruno, kendine
acıma ile içinde bulunduğu çaresiz durumdan kurtulmak için başkalarına acımama duyguları arasında
savrulmaktadır. Ancak film değişime dair bir umuda da kapı aralamaz. Bruno’nun rakip olarak
gördüğü kişilerden biri olan Barnet tarafından dile getirilen bu umutsuzluk, Barnet’in Bruno
tarafından öldürülmesiyle perçinlenir. Kapitalizm, rekabet ve işsizlik arasındaki grift sarmal, filmin
son sekansında da ifadesini bulmaktadır. Zira isimler ve kahramanlar değişse de oyunun kuralları
değişmemektedir. Filmin son sahnesinde, kendini tekrar eden bu süreçte, roller değişmiş ve artık avcı,
av olmuş yani yeni bir ölümcül döngü başlamıştır.
KAYNAKLAR
Altunışık, R., Coşkun, R., Bayraktaroğlu, S. ve Yıldırım, E. (2010). Sosyal Bilimlerde Araştırma
Yöntemleri. Sakarya: Sakarya Yayıncılık.
Arslan, B. ve Ulaş, D. (2004). İstihdamın Korunması ve İşten Çıkarılanlara Uygulanan Yardımlar.
http://www.onlinedergi.com/MakaleDosyalari/51/PDF2004_1_10.pdf. (Erişim Tarihi:
25.10.2021).
Asiltürk, A. (2018). İnsan Kaynakları Yönetiminin Geleceği: İK 4.0. Journal of Awareness, 3, s. 527-
544.
Ay, S. (2012). Türkiye’de İşsizliğin Nedenleri: İstihdam Politikaları Üzerine Bir Değerlendirme.
Celal Bayar Üniversitesi İİBF Dergisi, Yönetim ve Ekonomi, 19 (2), s. 321-341.
Bauman, Z. (2007). Liquid Life. Cambridge: Polity Press.
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 43
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
Beck, U. (2014). Risk Toplumu: Başka Bir Modernliğe Doğru (K. Özdoğan, Çev.). İstanbul: İthaki
Yayınları.
Bierman, W. ve Klönne, A. (2007). Kapitalizmin Suç Tarihi (B. Özçelik, Çev.). Ankara: Phoneix
Yayınları.
Blackman, L. (2006). Lifestyle Magazines and the Fiction of Autonomous Self. London: Routledge.
Bolat, S. ve Koçbulut Ö. (2019). Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkelerde İşsizlik Histerisi ve Doğal
Oran Hipotezinin Ampirik Bir Analizi. Maliye Dergisi, 176, s. 201-224.
Bora, T. (2017). Herkes İşsiz Ama Seninki Farklı. T. Bora, A. Bora ve N. Erdoğan (Ed.), Boşuna mı
Okuduk? Türkiye’de Beyaz Yakalı İşsizliği (s. 49-71). İstanbul: İletişim Yayınları.
Bora, T. ve Erdoğan, N. (2017). Cüppenin, Kılıcın ve Kalemin Mahcup Yoksulları, T. Bora, A. Bora
ve N. Erdoğan (Ed.), Boşuna Okuduk? Türkiye’de Beyaz Yakalı İşsizliği (s. 13-44).
İstanbul: İletişim Yayınları.
Bottomore, T. (1993). Marksist Düşünce Sözlüğü (M. Tunçay, Der.). İstanbul: İletişim Yayınları.
Braudel, F. (2014). Kapitalizmin Kısa Tarihi (İ. Yerguz, Çev.). İstanbul: Say.
Campbell, J. (2017). Kahramanın Sonsuz Yolculuğu (S. Gürses, Çev.). İstanbul: İthaki.
Carnoy, M. (2000). Sustaining the New Economy: Work, Family and Community in the Information
Age. Cambridge: Harvard University Press.
Chiapello, E. ve Boltanski, L. (2007). The New Spirit of Capitalism. New York, NY: Verso.
Collier, P. (2018). The Future of Capitalism: Facing the New Anxieties. London: Penguin Books.
Çelik, M. ve Dağ, M. (2017). Kapitalist İktisadi Düşüncenin Geçirdiği Dönüşümler Üzerine Bir
Değerlendirme. BEU Akademik İzdüşüm, 2 (3), s. 50-70.
Çınar, M. U. (2016). Marx, Arendt, Modernite, Yabancılaşma ve Siyaset: Ya da, Modern Çağ’da
İnsanca Bir Yaşam Mümkün mü?. YDÜ Sosyal Bilimler Dergisi, IX (2), s. 140-167.
Damgacı, A. E. (2016). Marksist Yabancılaşma Kuramının Güncelliği Sorunsalı (Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi). Maltepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
de Botton, A. (2003). Statü Endişesi (A. S. Bayer, Çev.). İstanbul: Sel Yayıncılık.
Engels, F. (2019). Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni (M. Tüzel, Çev.). İstanbul: İş Bankası
Kültür Yayınları.
Erdayı, A. U. (2012). Beyaz Yakalıların Tanımlanması Üzerine. Endüstri İlişkileri ve İnsan
Kaynakları Dergisi, 14(3), s. 65-80.
Erdoğan, N. (2017). Sancılı Dil, Hadım Edilen Kendilik ve Aşınan Karakter, T. Bora, A. Bora ve N.
Erdoğan (Ed.), Boşuna mı Okuduk? Türkiye’de Beyaz Yakalı İşsizliği (s. 75-115). İstanbul:
İletişim Yayınları.
Fraser, N. ve Jaeggi R. (2018). Capitalism: A Conversation in Critical Theory. Cambridge: Polity
Press.
Goffman, E. (2014). Damga: Örselenmiş Kimliğin İdare Edilişi Üzerine Notlar. Ankara: Heretik
Yayıncılık.
Gorz, A. (2001). Maddesiz (I. Ergüden, Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Guiraud, P. (2016). Göstergebilim (M. Yalçın, Çev.). Ankara: İmge.
Güney, A. (2009). İşsizlik, Nedenleri, Sonuçları ve Mücadele Yöntemleri. Kamu-İş İş Hukuku ve
İktisat Dergisi, 10(4), s. 135-159.
Han, B. (2018). Yorgunluk Toplumu. İstanbul: Açılım Kitap.
Harvey, D. (2006). Neo-liberalism as Creative Destruction. Human Geography, 88 (2), p. 145-158.
Harvey, D. (2012). Postmodernliğin Durumu (S. Savran, Çev.). İstanbul: Metis.
Hayward, S. (2020). Un Homme de Trop (1967) and Section Spéciale (1975): Justice Unravelled, A
Tale of Two Frances (1941 and 1943), H. B. Pettey (Ed.), The Films of Costa-Gavras: New
Perspectives (p. 13-24), UK: Manchester University Press.
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 44
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
Helgeson, J. (2016). American Labor and Working-Class History, 19001945. Oxford Research
Encyclopedia of American History, p. 1-35.
https://doi.org/10.1093/acrefore/9780199329175.013.330.
Ho, K. (2009). Liquidated. Durham, NC: Duke University Press.
International Labour Organization (ILO) (2017). World Employment and Social Outlook Trends.
http://www.ilo.org/global/research/global-reports/weso/2017/lang-en/index.htm. (Erişim
Tarihi: 09.10.2021).
İslatince, H. (2009). İktisadi Sistemler. Bursa: Ekin Yayın Dağıtım.
Kaletsky, A. (2010). Capitalism 4.0: The Birth of a New Economy in the Aftermath of Crisis. New
York: Perseus Books Group.
Kılıçbay, M. A. (2003). Cumhuriyet ya da Birey Olmak. Ankara: İmge.
Lane, C. (2011). A Company of One: Insecurity, Independence, and the New World of White Collar
Unemployment. Ithaca, NY: Cornell ILR Press.
Larson, J.(1984). The Effect of Husband’s Unemployment on Marital and Family Relations in Blue-
collar Families. Family Relations, 33, p. 503-511.
Lopez, S. ve Phillips, L. (2019). Unemployed: White-Collar Job Searching After the Great
Recession, Work and Occupations. 46 (4), p. 470-510.
Lordon, F. (2013). Kapitalizm, Arzu ve Kölelik (A. Terzi, Çev.). İstanbul: Metis.
Marx, K. (2009). 1844 İktisadi ve Felsefi El Yazmaları Felsefe Yazıları (A. Fethi, Çev.). İstanbul:
Hil Yayınları.
Marx, K. (2011). Kapital I (N. Satlıgan ve M. Selik, Çev.). İstanbul: Yordam.
Marx, K. ve Engels, F. (2018). Komünist Manifesto (T. Bora, Çev.). İstanbul: İletişim Yayınları.
Meda, D. (2004). Emek Kaybolmakta Olan Bir Değer mi? (I. Ergüden, Çev.). İstanbul: İletişim
Yayınları.
Ollman, B. (2012). Yabancılaşma: Marx’ın Kapitalist Toplumdaki İnsan Anlayışı. (A. Kars, Çev.).
İstanbul: Yordam Kitap.
On Birinci Kalkınma Planı (2019-2023). İşgücü Piyasası ve Genç İstihdamı Özel İhtisas Komisyonu
Raporu (2018). Kalkınma Bakanlığı, Ankara.
Öcal, A. T. (2014). Avrupa Birliği’nde Uzun Dönemli İşsizlik Sorunu. Marmara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, 20 (1), s. 1157-1175,
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/787588.
Özkazanç, A. (2005). Türkiye’nin Neo-liberal Dönüşümü ve Liberal Düşünce. Ankara: Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Gelişme ve Toplum Araştırmaları Merkezi Tartışma
Metinleri, No.85.
Paul, K. ve Moser, K. (2009). Unemployment Impairs Mental Health: Meta-analyses. Journal of
Vocational Behavior, 74, p. 264-282.
Pettey, H. B. (2020). Introduction: Costa-Gavras and Microhistoriography: The Case of Amen (2002),
H. B. Pettey (Ed.), The Films of Costa-Gavras: New Perspectives (p. 1-12), UK: Manchester
University Press.
Pew Research (2010). “How the Great Recession has Changed Life in America”,
http://pewsocialtrends.org/files/2010/11/759-recession.pdf. (Erişim Tarihi: 19.10.2021).
Raito, P. ve Lahelma, E. (2015). Coping with Unemployment Among Journalists and Managers.
Work, Employment and Society, 29(5), p.720-737.
Rifkin, J. (1995). The End of Work: The Decline of the Global Labor Force and the Dawn of the Post-
Market Era. New York: Putnam Publishing.
Robinson, W. (2011). Küresel Kapitalizm ve Ulusötesi Kapitalist Hegemonya: Kuramsal Notlar ve
Görgül Deliller. Praksis, 8, s. 125-168.
Uluslararası
Anadolu
Sosyal Bilimler Dergisi
(akademik, hakemli, indexli, uluslarara dergi)
Sayfa 45
Cilt: 6
Sayı: 1
Yıl: 2022
Rousseau, J. J. (2002). İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri Üzerine Konuşma (R.
N. İleri, Çev.). İstanbul: Say Yayınları.
Rousseau, J. J. (2009). Emile ya da Eğitim Üzerine (Y. Avunç, Çev.). İstanbul: Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları.
Sandal, M. (2012). What Money Cannot Buy: The Moral Limits of Market. London: Penguin Books.
Sennett, R. (2010). Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerindeki Etkileri (B.
Yıldırım, Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Sığırcı, İ. (2017). Göstergebilim Uygulamaları. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Silier, Y. (2013). Özgürlük Yanılsaması: Rousseau ve Marx. İstanbul: Yordam.
Swain, D. (2013). Yabancılaşma: Marx’ın Teorisine Bir Giriş. (H. T. Urbarlı, Çev.). İstanbul: Durak
İstanbul.
Thakur, M. (2020). Is Capitalism Facing a Philosophical Crisis?. Social Change, 50 (2), p. 215-235.
Uluslararası İşgücü Piyasası Analizi (2019). Sakarya Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi
(SESAM) Yayınları.
Uyanık, Y. (2008). Neoliberal Küreselleşme Sürecinde İşgücü Piyasaları. Gazi Üniversitesi İİBF
Dergisi, 10 (2), s. 209-222.
Vatansever, A. (2013). Prekarya Geceleri 21. Yüzyıl Dünyasında Geleceği Olmayan Beyaz
Yakalıların Rüyası. LAÜ Sosyal Bilimler Dergisi, IV (II), s. 1-20.
Wallerstein, I. (2012). Tarihsel Kapitalizm ve Kapitalist Uygarlık (N. Alpay, Çev.). İstanbul: Metis.
Wolcott, H. (1994). Transforming Qualitative Data: Description, Analysis, and Interpretation.
London: Sage.
Yedekci, E. (2016). Marx’ın Yabancılaşma Kavramı Bağlamında “Diyet” Filminin İncelenmesi.
Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, 4 (2), s. 865-894.
Yıldırım, K. ve Karaman, D. (2003). Makro Ekonomi. Eskişehir: Eğitim Sağlık ve Bilimsel Araştırma
Çalışmaları Vakfı Yayınları.
Çatışma Beyanı: Bu çalışma ile ilgili taraf olabilecek herhangi bir kişi ya da finansal ilişki ve
dolayısıyla herhangi bir çıkar çatışması bulunmamaktadır.
Destek ve Teşekkür: Çalışmada herhangi bir kurum ya da kuruluştan destek alınmamıştır.
Etik Kurul Kararı: Bu araştırma, Etik Kurul Kararı gerektiren makaleler arasında yer almamaktadır.
Katkı Oranı: Yazarlar makaleye eşit oranda katkıda bulunmuştur.
Article
Full-text available
z Bu çalışmanın amacı tarihsel süreç içerisinde gelişen ve değişen spor filmlerinin dil, içerik ve kapsam açısından incelenmesidir. Bu amaç doğrultusunda dünya spor medyasında otorite sahibi bir kurum olan The Athletic's çalışanlarının iki basamaklı bir seçki stratejisi doğrultusunda oylayarak belirledikleri en iyi 100 spor filmi ile ilgili nitel ve nicel veriler, bu alanda en gelişmiş çevrim içi bir veritabanı olan IMDb'nin analiz ve değerlendirme raporlarından elde edilmiştir. Verilerin analizleri ve görselleştirmeleri SPSS-18 ve Excel programları ile yapılmıştır. Sonuçlara göre, filmler 1942-2019 yılları arasında üretilmiştir. Filmlerin IMDb puan ortalamaları 7.27, Metascore ortalamaları 68.28 olarak hesaplanmıştır. Sonuçlara göre, Beyzbol 15 filmle en çok işlenen konu olmuştur. Bununla birlikte, spor filmleri en çok dram tarzıyla ilişkilendirilmiştir. Nitel analiz sonuçlarına göre; veri toplama sürecinde elde edilen 26,801 kod; 45 kategori ve 13 tema altında toplanmıştır. Oluşan temalar ifade sıklıklarına göre; cinsellik (377), rekabet (329), şiddet (296), antrenman (259), mazlum-kahraman dönüşümü (192), karanlık taraf (187), romantizm (184), ölüm ve din (181), ödül (172), amatör-profesyonel yönelim (95), ırk ve ırkçılık (83), gençlik (80), aile ilişkileri (71) şeklinde isimlendirilmekte ve sıralanmaktadır. Sonuçlara göre; kapitalist kültürün yayılma sürecinde sinemada kullanılan birçok temanın spor filmlerinde de sıklıkla ele alındığı anlaşılmaktadır. Filmlerde sporun, toplumun dikkatini çekebilecek birçok farklı konu ve kavramla özellikle ilişkilendirildiği görülmektedir. Bu sonuçlara göre spor filmleri ulusal ve uluslarası bir iletişim ve propaganda aracı olarak kullanılabilmekte, davranışları ve alışkanlıklarını manupule etmekte önemli bir rol oynamaktadır. Abstract The aim of the study is to examine the sports films in terms of their language, content and scope. For this purpose, qualitative and quantitative data of 100 sports movies were collected from the web page of IMDb, which is the most developed online database. The list of films is defined by the employees of The Athletics which is an authority in the world sports media. Data were analysed and visualized with SPSS 18 and Excel programs. According to the results, the period of films scatters between 1942 and 2019. The average IMDb score of the films is 7.27, and the Metascore average of the films is 68.28. Baseball has been the most covered subject that used in 15 films. Additionally, the result shows that Sports movies in the list mostly created 1*
Article
Full-text available
z Çalışma, 37 gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede 1993-2016 döneminde doğrusal olmayan panel birim kök testlerinden Sıralı Panel Seçim Yöntemi (SPSM) ve Uçar ve Omay (2009) tarafından geliştirilen Fourier fonksiyonlu doğrusal olmayan panel birim kök testlerini kullanarak işsizlik histeresinin geçerliliğini test etmektedir. 37 gelişmiş ve gelişmekte olan ülke için durağanlık sonucuna ulaşılmıştır. Fourier fonksiyonlu panel KSS birim kök testleri, 37 ülke lehinde uzun dönemli güçlü/önemli kanıtlar ortaya koymuştur. Analizden elde edilen sonuca göre tüm ülkelerde işsizlik serisinin durağan olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu sonuç gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler açısından uzun dönemli analizlerin belirlenmesi bakımından önem taşımaktadır. Abstract This study tests the validity of the hysteresis of unemployment rate for 37 developed and developing countries over the period
Article
Full-text available
Bu çalışmada, Marx'ın ve Arendt'in modern çağda yabancılaşma sorununa bakışları ve çözüm önerileri karşılaştırılmaktadır. Amaç, her iki düşünürde insanlık durumu ve yabancılaşma kavramlarının ele alınış biçiminin çözüm önerilerine yansımalarını ortaya koymaktır. Araştırma sonucunda her iki düşünürün çözüm önerilerinin insan doğası ve yabancılaşmayı algılama biçimleri nedeniyle farklılık gösterdiği anlaşılacaktır. Şöyle ki, Marx sorununun kökeninde üretim ilişkilerini gördüğünden çözüm önerisi de zorunlu görev bölümünün ve özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasına dayanmaktadır. Öte yandan, sorunu toplumsal ve siyasal yapıda gören Arendt'e göre çözüm siyasetin özgünlüğü, özgürlüğü ve ortak kamusal alanı yeniden var edecek şekilde düzenlenmesinde yatmaktadır. Çalışmanın bir diğer amacı da her iki düşünürün görüşlerini sentezleyerek ortaya daha tamamlanmış bir modernite okuması koymaktır. Gerek sorunun tespitinde, gerekse çözüm önerisinde ikisinin birbirinden öğrenecekleri vardır. Arendt Marx'ın emeği ve ekonomiyi toplumsal hayatın merkezine koyduğu eleştirisinde haksız olmakla birlikte yine de eserlerinde Marx'ın kuramındaki eksikliklere işaret etmiştir. Marx sadece çalışmanın üzerinde durarak düşünce dünyası, hikâyeler, sonsuzluğa uzanan eylemler gibi önemli insani faaliyetleri göz ardı etmiştir. Marx'la karşılaştırıldığına Arendt ise, ekonomik güç asimetrilerini ve özel mülkiyet, sömürü gibi kavramları özel hayata hapsetmiştir. Bu koşullarda, kamusal alan ve siyasal yaşam Arendt'in arzu ettiği şekilde düzenlense de insan doğasına uygun yaşama koşulları oluşturulamayacaktır.
Book
Being laid off can be a traumatic event. The unemployed worry about how they will pay their bills and find a new job. In the American economy's boom-and-bust business cycle since the 1980s, repeated layoffs have become part of working life. This book finds that the new culture of corporate employment, changes to the job search process, and dual-income marriage have reshaped how today's skilled workers view unemployment. Through interviews with seventy-five unemployed and underemployed high-tech white-collar workers in the Dallas area over the course of the 2000s, the book shows that they have embraced a new definition of employment in which all jobs are temporary and all workers are, or should be, independent “companies of one.” Following the experiences of individual jobseekers over time, the book explores the central role that organized networking events, working spouses, and neoliberal ideology play in forging and reinforcing a new individualist, pro-market response to the increasingly insecure nature of contemporary employment. It also explores how this new perspective is transforming traditional ideas about masculinity and the role of men as breadwinners. Sympathetic to the benefits that this “company of one” ideology can hold for its adherents, the book also details how it hides the true costs of an insecure workforce and makes collective and political responses to job loss and downward mobility unlikely.
Article
A burgeoning literature on white-collar unemployment and job searching has sought over the past two decades to explain why white-collar workers embrace neoliberal labor market restructuring, and why they often blame themselves for the failure of labor markets to provide stable, secure employment. Recent work, especially Sharone, has shown how neoliberal ideology is rooted in the details of American labor market institutions. More recently, however, U.S. employment relations have undergone a reconfiguration, punctuated by the Great Recession, raising new questions about self-blame and system-blame among white-collar job seekers. In this article, the authors draw on a unique data set of 43 white-collar job seekers interviewed in 2012 and 2013 and argue that, in the post-Great Recession period, what Sharone calls the chemistry game is now experienced as unwinnable, unplayable, and rigged. As a result, the authors find white-collar job seekers questioning neoliberalism in important ways and largely blaming structural factors—especially what they perceive as employers’ betrayal of the social contract—for negative labor market outcomes. The anger, disillusionment, and sense of betrayal among white-collar workers that the authors find in the post-Great Recession labor market, the authors suggest, has implications for Burawoy’s influential theory of employment games as well as relevance for the widespread decline in trust in American institutions.
Article
The contemporary crisis of capitalism is more fundamental in the sense that it is indicating an ontic mutation of the system. The resolution of the earlier crisis of capitalism gradually deviated it from the philosophy of its founding fathers. The primary justification of capitalism was its commitment to the ‘common good’, which was replaced by the ‘idea of freedom’ during the resolution of the crisis in the 1970s. The present crisis of capitalism, which started in 2008, is deeper and does not have either the idea of ‘common good’ or the ‘idea of freedom’ as a legitimising philosophy. The resolution of the current crisis is not dependent on human labour as it can be replaced by technology based on Artificial Intelligence and Robotics. There is no sign of developing any new philosophical justification for the newly emerging form of capitalism. The article argues that if this does not happen, then the capitalist state in the future will be more exploitative and oppressive.
Book
Being laid off can be a traumatic event. The unemployed worry about how they will pay their bills and find a new job. In the American economy’s boom-and-bust business cycle since the 1980s, repeated layoffs have become part of working life. In A Company of One, Carrie M. Lane finds that the new culture of corporate employment, changes to the job search process, and dual-income marriage have reshaped how today’s skilled workers view unemployment. Through interviews with seventy-five unemployed and underemployed high-tech white-collar workers in the Dallas area over the course of the 2000s, Lane shows that they have embraced a new definition of employment in which all jobs are temporary and all workers are, or should be, independent “companies of one." Following the experiences of individual jobseekers over time, Lane explores the central role that organized networking events, working spouses, and neoliberal ideology play in forging and reinforcing a new individualist, pro-market response to the increasingly insecure nature of contemporary employment. She also explores how this new perspective is transforming traditional ideas about masculinity and the role of men as breadwinners. Sympathetic to the benefits that this “company of one” ideology can hold for its adherents, Lane also details how it hides the true costs of an insecure workforce and makes collective and political responses to job loss and downward mobility unlikely.