Conference PaperPDF Available

TÜRKİYE’DE FAİZ İLE ENFLASYON İLİŞKİSİ ÜZERİNE BİR ÇALIŞMA

Authors:
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
EDİTÖR:
DR. GÜLTEKİN GÜRÇAY
SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN KİTABI
1. CİLT
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
TÜRKİYE’DE FAİZ İLE ENFLASYON İLİŞKİSİ ÜZERİNE BİR ÇALIŞMA
A Study On The Relationship Between Interest Rate and Inflation in Turkey
Emek Aslı Cinel
Giresun Üniversitesi
ÖZET
Şüphesiz Türkiye gündeminin en güncel konularından biri faiz ile enflasyon arasındaki
ilişkidir. Son yıllarda ülkemizde faiz ve enflasyon oranı arasındaki ilişkinin yönü sık sık
tartışmalara neden olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Faiz oranı ekonominin ve dış
istikrarını sağlamaya yönelik olarak uygulanan para politikalarının önemli bir aracıdır. Piyasa
faiz oranlarının üzerinde enflasyon ve enflasyona yönelik beklentiler önemli bir etki
oluşturmaktadır. Faiz oranlarıyla enflasyonun ilişkisi, merkez bankalarının para politikaları
uygulamalarında önem kazanmaktadır. Faiz, enflasyon hedeflerini tutturmakla ve fiyat
istikrarını sağlamakla yükümlü olan merkez bankasının elindeki temel amaçlardan biri
olmaktadır. Merkez bankası faiz oranında yapılan değişiklik enflasyon üzerindeki etkisini
faiz, varlık fiyatları, döviz kuru ve beklentiler kanalı yoluyla ortaya çıkarmaktadır. Enflasyona
karşı faiz politikasını uygularken ekonomide mevcut olan talep ve maliyet enflasyonlarını
tutarlı bir şekilde tespit etmek gerekmektedir. Ülkemizde sıklıkla ortaya çıkan enflasyon
türleri talep ve maliyet enflasyonlarıdır. Talepteki yükselmeyle başlayan süreçte talep
enflasyonu, maliyetlerin arttığı süreçte de maliyet enflasyonu yaşanmaktadır. Enflasyonun
kaynağının belirlenmesi sürecinde nedenler ve sonuçlar zincirleme görünümle birbirinin
yerini almaktadır. Bu çalışmada amaç, enflasyon mu faiz oranını etkiler yoksa faiz
oranlarında ortaya çıkan değişiklikler mi enflasyonu tetikler sorularına cevap aramak,
ülkemizde kronik bir hal almış olan enflasyon ile faiz oranı arasındaki ilişkinin literatür
taramasını yapmak ve faiz oranlarının enflasyon oranı üzerindeki etkilerini değerlendirmektir.
Anahtar Kelimeler: Faiz, Enflasyon, Fiyat.
ABSTRACT
There is no doubt that one of the most current issues of Turkey’s agenda is the relationship
between inflation and interest. Recently the way of relationship between inflation and interest
rate in our country has often been in the subject of disputations and these disputations are stil
going on. Interest rate is an important instrument of monetary policies implemented to ensure
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
the internal and external stability of the economy. Inflation and expectations for inflation have
a significant impact on market interest rates. The relationship between inflation and interest
rates is important in the monetary policies of central banks. Interest is one of the main
objectives of the central bank which is obliged to keep the inflation targets and ensure the
price stability. The change in the interest rate of the central bank reveals its effect on inflation
through interest, asset prices, exchange rate and expectations channel. Implementing the
interest rate policy against inflation, it is necessary to consistently identify the demand and
cost inflation in the economy. The types of inflation that occur frequently in our country are
demand and cost inflations. Demand inflation is experienced in the process that starts with the
increase in demand and cost inflation is experienced in the process of increasing costs. In the
process of determining the source of inflation, the causes and consequences are replaced by a
chained outlook. The purpose of our study is to answer the questions whether inflation affects
interest rate or the changes in the interest rates triggers inflation and to make literature review
of the relationship between inflation and interest rate which has become chronic in our
country and to evaluate the effects of interest rates on the inflation rates.
Keywords: Interest, Inflation, Price.
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
GİRİŞ
Son yıllarda ülkemizde faiz oranları ile enflasyon ilişkisi önemli tartışmalara sebep
olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Merkez bankalarının ana görevi fiyat istikrarını
sürdürmek ve sağlamak olmakla birlikte para politikalarını uygulamakla da yükümlüdürler.
Uyguladığı para politikalarıyla para arzının kontrolünü sağlamaktadırlar. Faiz oranlarında
değişikliklerde bulunarak ekonomiyi istikrara kavuşturmayı amaçlamaktadırlar. Faiz
oranlarının belirlenmesiyle enflasyon, deflasyon, döviz kuru, cari açık gibi kalemlerin
kontrolünün sağlanması hedeflenmektedir. Bu durum uygulanan farklı politikaların başarılı
olmasıyla mümkündür.
Merkez bankası para arzı üzerinde değişiklik yapmak için para politikaları
uygulamaktadır. Para politikalarını enflasyon ya da deflasyonun ortaya çıkmasını önleyerek,
tam istihdamı sağlamak ve bu durumun devamını sağlamak amacıyla gerçekleştirmektedir.
Merkez bankası bu politikaları uygularken ekonominin içinde bulunduğu duruma
bakmaktadır. Eğer ekonomi bir durgunluk içerisinde ise para arzının kontrolüyle,
durgunluğun sona ermesini sağlamaya çalışmaktadır. Para arzında ortaya çıkan farklılıklarsa
çok çeşitli ekonomik faktörü dolaylı yoldan etkilemektedir. En büyük etkisini faiz oranlarında
göstermektedir. Para politikaları ekonominin içinde bulunduğu duruma göre genişletici ya da
daraltıcı şekilde uygulanmaktadır.
Genişletici para politikaları; para arzının artırılıp, faiz oranlarının düşürülmesi
amaçlanarak yapılmaktadır. Bu şekilde faizin düşmesi, kredilere talebin artması ve ekonomide
canlanmanın sağlanması amaçlanmaktadır. Daraltıcı para politikası ise bu durumun tam tersi
olarak ortaya çıkmaktadır. Daraltıcı para politikasıyla para arzının düşürülerek faiz oranlarının
artırılması ve sonuç olarak da ekonominin yavaşlatılması sağlanmaktadır. Merkez bankası bu
politikaları uygularken bankaları kullanmaktadır. Bankaların rezerv karşılıklarının
yükseltilmesi veya düşürülmesi biçiminde politikaları yürürlüğe koymaktadır.
Bir kısım iktisatçı enflasyonun bir sebep olduğunu ifade ederek, faizlerin enflasyona
bağlı olduğunu söylemektedir. Böylece faizlerin bir sonuç olduğunu, sorunun enflasyon
olduğunu, enflasyon düşerse faizlerinde düşeceğini ifade etmektedir. Diğer bir kısım iktisatçı
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
ise faizin kurun da enflasyonun da belirleyicisi olduğunu savunmakta faizlerin bir sebep
olduğunu belirtmektedir.
Çalışmada amaç, Türkiye’de özellikle 2000 ve sonrası dönemde faiz ve enflasyon
oranları arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Bu doğrultuda faiz ve enflasyon hedefleri ile
gerçekleşen enflasyon ve faiz oranları üzerinde durulmakta, elde edilen sonuçlar ile
ülkemizde hangi enflasyon türünün ağırlıklı olarak ortaya çıktığı tespit edilmekte, faizin mi
enflasyondan yoksa enflasyonun mu faizden ortaya çıktığı araştırılmakta ve genel bir
değerlendirme yapılmaktadır.
ENFLASYON VE ÇEŞİTLERİ
Fiyatlar genel seviyesinin devamlı olarak artmasına enflasyon denir. Enflasyonun
varlığını kabullenebilmek için mal ve hizmetlerden oluşan bir sepetin fiyatının yükselmesi
gerekmektedir. Sepetin içerisinde yer alan mal ve hizmetlerin fiyatı sadece bir defa
yükselmişse bu durum fiyat artışı olarak tanımlanmaktadır (Eğilmez, 2014).
Türkiye’nin ekonomik olarak en önemli sorunlarından biri olan yüksek enflasyon
toplumun her kesimini olumsuz olarak etkilemektedir. Enflasyonist ortamda bireylerin elde
ettikleri gelir giderek azalmakta ve satın alma gücü düşmektedir. Bu anlamda enflasyonu
azaltmak amacıyla ortaya konulan politikalar fiyat istikrarı yaratıp sürdürülebilir ve yüksek
büyümeyi sağlayabilmelidir (Merkez Bankası, 2004).
Enflasyonun ortaya çıkış nedenlerini iki kısma ayırmak mümkündür. İlk olarak eğer
talep arzı aşıyorsa enflasyon oluşmaktadır. Mal ve hizmetlere olan talep söz konusu mal ve
hizmetlerin üretilerek arz edilen miktarını geçiyorsa enflasyon meydana gelmekte ve buna
talep enflasyonu denilmektedir. İkinci olarak üretim faktörlerine (emek, kira, faiz, kar payı)
ya da üretimde yararlanılan girdilere yönelik harcamaların (enerji giderleri, hammadde
giderleri vb) tutarı yükselirse bu yükseliş fiyatlara yansımakta ve enflasyon ortaya
çıkmaktadır. Bu şekilde oluşan enflasyona da arz ya da maliyet enflasyonu denilmektedir
(Eğilmez, 2014).
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
Enflasyonla faiz arasındaki ilişkiyi tam olarak tanımlayabilmek için öncelikli olarak
enflasyonun türünü araştırmak gerekmektedir. Monetarist iktisatçılar, Friedman’ın “enflasyon
her zaman ve her yerde parasal bir olgudur” sözünü destekleyerek enflasyonun para arzındaki
artıştan kaynaklandığını belirtmektedirler. Para arzının yükselmesine bağlı olarak talep de
yükselmektedir. Talep artışı nedeniyle fiyatlar da artmakta ve enflasyon ortaya çıkmaktadır.
Arz yönlü iktisatçılar, enflasyonun artan maliyetler sebebiyle oluştuğunu vurgulamakta ve
vergi oranlarının yüksek oluşu ile denetimlerin yetersizliğinin maliyetlerin yükselmesine yol
açtığını savunmaktadırlar. Ancak enflasyon hem talep hem de maliyet artışı nedeniyle
oluşabilmektedir. Enflasyon talep ve maliyet nedenli nitelikler taşıyabilmektedir. Ortaya
çıkışına neden olan etkenler göz önüne alınarak en çok ortaya çıkan enflasyon çeşitleri talep
enflasyonu, maliyet enflasyonu ve yapısal enflasyon olmak üzere üçe ayrılmaktadır (Eğilmez,
2014).
Talep Enflasyonu
Bir ekonomide genel ve sektörel olarak mal ve hizmet talebinin arz tarafından
karşılanmama durumundan doğan enflasyon çeşidi talep enflasyonu olarak tanımlanmaktadır
(Unay, 2001: 322). Talep enflasyonu bir ekonomide, cari fiyatlarla toplam talebin toplam mal
ve hizmet arzını geçmesi sonucu oluşan enflasyondur (Uluatam, 2001: 38).
Bir ekonomide toplam harcamaları meydana getiren tüketim, yatırım veya kamu
harcamalarında oluşacak artışlar hem üretim artışına hem de fiyatların artmasına neden
olabilmektedir. Firmalar piyasaya sundukları malların fiyatları yükseldiğinde karlarını
arttırmak amacıyla üretimlerini genişletmektedir. Eğer ekonomi atıl ya da tam istihdam
düzeyinin altında bir düzeyde üretimde bulunuyorsa ve ekonomide işsizlik seviyesi yüksek
düzeydeyse toplam talepte ortaya çıkacak artış üretim seviyesini yükseltmekte, istihdam
düzeyi artarken, işsizlik oranları düşmekte, fiyatlar genel seviyesinde ufak bir yükseliş
oluşmaktadır. Ekonomi tam istihdama veya potansiyel gelir seviyesine yaklaştıkça, üretimde
düşük, fiyatlar genel düzeyinde daha fazla düzeylerde yükselişler oluşmaktadır. Bu şartlar
altında firmalar üretimi genişletmekte zorluk çekmekte, toplam talepte oluşan yükselişler
enflasyonist etki oluşturmaktadır (Tunca, 2011: 260).
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
Kamu kesiminin kazancından çok harcama yaratması; yani kamu kesimi açıkları da
talep enflasyonunu oluşturmaktadır. Kamu kesimindeki açıkların enflasyona yol açması için
bu açıkların özel kesim tasarruflarıyla giderilemiyor olması gerekir. Talep enflasyonu söz
konusu olduğunda talep arzı geçmektedir ya da piyasada mevcut olan mal ve hizmetten daha
fazlası talep edilmekte olup fiyatlar yükselmekte ve enflasyon oluşmaktadır. Bu durumun
ortaya çıkışını engellemek için faizleri artırılarak talep düşürülmeli ve insanlar tüketim yerine
tasarrufa yönlendirilmelidir (Sadun, 2003: 146).
Talep enflasyonu söz konusu olduğunda faiz ile enflasyon arasında negatif yönlü bir
ilişki ortaya çıkmaktadır. Faiz azalırsa enflasyon artmakta yani enflasyon yükselirse azaltmak
için faizi yükseltmek gerekmektedir.
Ekonomide talep enflasyonu olup olmadığını araştırırken para arzında talepte
yükselme yaratacak bir artış olup olmadığına bakmak gerekmektedir. Para arzı genel kabul
gören geniş para arzı (M3) ile ölçülmektedir. Talepteki yükselme sıklıkla tüketici anketleriyle,
tüketici güven endeksi rakamlarıyla ve hanehalklarının nihai tüketim harcamalarının GSYH
içindeki payıyla değerlendirilmektedir.
Maliyet Enflasyonu
Enflasyonist süreç, gücü piyasasındaki tekelci gurupların davranışlarına ve eksik
rekabet şartlarında çalışan üreticilerin durumlarına bağlanmaktadır. Gerek iş piyasasında
gerekse mal piyasasında görülen eksik rekabet koşulları maliyet enflasyonunun ortaya
çıkmasında en büyük neden olarak ortaya çıkarmaktadır (Orhan, 1995: 60).
Ekonomide arz enflasyonu olup olmadığını araştırırken üretim faktör gelirlerinin
(ücret, faiz, rant, kar) artıp artmadığı kontrol edilmelidir. Üretimde kullanılan girdi
fiyatlarındaki yükseliş ve kurlardaki artış arz enflasyonunu tetikleyen diğer unsurlar olarak
görülmektedir. Maliyet enflasyonunun söz konusu olduğu bir durumda üretim faktörleri ve
girdilerinin fiyatları talebin haricindeki sebeplerle artmaktadır. Örneğin ücretler sendikalar
sayesinde yükselmekte veya enerji maliyetleri petrol ve doğalgaz fiyatlarının uluslararası
alanda yükselmesi sebebiyle artmakta ve enflasyon oluşmaktadır. Bu durumda faizi
yükselttiğimizde enflasyon da artmaktadır. Çünkü faiz de bir maliyet sebebidir (finansman
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
maliyeti) ve faizdeki yükseliş enflasyonu tetiklemektedir. Bu durumda faiz ile enflasyon
arasındaki ilişki pozitif yönlüdür. Faiz arttığında enflasyon artmakta ya da enflasyon
arttığında azaltmak amacıyla faizi de azaltmak gerekmektedir.
Eğer ekonomide talep enflasyonu söz konusuysa faizleri yükseltmek şartıyla tüketimi
yani talebi azaltmak tercih edilmekte ve böylece enflasyon düşürülmektedir. Diğer taraftan
eğer ekonomide sadece maliyet enflasyonu söz konusuysa faizlerde düşüşe gidilerek
maliyetler üzerindeki baskı bir miktar hafifletilebilir ve enflasyonda azalma sağlanabilir.
Ancak bunun başarılı olması diğer üretim girdilerinin fiyatlarındaki yükselmede bir azalmanın
gerçekleşmesini gerekmektedir (Eğilmez, 2014).
Talep enflasyonu ve maliyet enflasyonu bir arada yaşanıyorsa öncelikli olarak
enflasyonun hangi ağırlıkta talep, hangi ağırlıkta maliyet sebepli oluştuğunu tespit etmek
gerekmektedir. Eğer talep ve maliyet enflasyonunun etkileri eşitse faizleri kullanmak o
ekonomi için çok etkili olamayacaktır. Bu şartlar altında faizi yükselterek talep enflasyonunu
azaltmanın getirisi maliyet enflasyonunu yükselterek oluşacak giderle yok edilmiş olacak ve
faiz gereksiz yere artırılacaktır. Bu durumun tersi olarak maliyet enflasyonunu azaltmak
amacıyla ortaya çıkan faiz düşüşü talep enflasyonunu daha fazla yükseltecek ve gelir gider
düzeyi eşitlenecektir. Sonuç olarak faiz azalırken enflasyonda herhangi bir farklılık
olmayacaktır. Faizi enflasyonla mücadelede bir araç olarak kullanırken ekonomideki talep ve
maliyet enflasyonlarını ve bunların oluşum sebeplerini iyi analiz etmek gerekmektedir.
(Eğilmez, 2014).
Yapısal Enflasyon
Özellikle az gelişmiş ülkelerde, nitelikli gücü darlığı, ödemeler dengesi açıkları,
yeterli olmayan sermaye gibi ekonominin niteliğindeki dengesizlikler ve darboğazlarla
birlikte oluşan enflasyona yapısal enflasyon denilir. Az gelişmiş ülkelerin ekonomileri tarım
ağırlıklıdır. Tarımsal ürünler arzı yeterli düzeyde esnek değildir. Nüfus artışı oldukça
yüksektir. Köylerden şehirlere göç oranı fazladır. Dış ticaret dengesi sık sık açık vermektedir.
Piyasalarda tekelci yapı fazladır. Tasarruf ve yatırımlar düşüktür. Sermaye piyasaları
yetersizdir. Ekonomik yapıdaki bu dengesizlikler nedeniyle özellikle az gelişmiş ve
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
gelişmekte olan ülkelerde yapısal enflasyon sıkça ortaya çıkan bir enflasyon türüdür (Ataç,
2000: 128).
Yapısal enflasyon ekonomik yapının esnek olmaması nedeniyle ortaya çıkan enflasyon
çeşidi olarak tanımlanabilir. Özellikle azgelişmiş ekonomilerde enflasyonun önemli bir sebebi
olarak gösterilebilir. Ekonomik yapının katı olması nedeniyle belirli sektörlerde ortaya çıkan
üretim, bu sektörlerde oluşan talep farklılıklarına hemen uyum göstermemektedir. Bunun
sebeplerinden bir tanesi kaynak hareketliliğinin az olmasıdır. Buna ilave olarak sermaye,
döviz, vasıflı gücü eksikliği gibi faktörler de bu durumu yaratabilmektedir. Bundan dolayı,
belirli bir sektörün ürünlerinde oluşan talep artışları üretimde yükselişe değil söz konusu
sektörlerde fiyat ve ücret yükselmelerine sebep olmaktadır. Çünkü ekonominin genelinde bir
talep artışı söz konusu değildir. Talebin artış gösterdiği endüstrilerde ücretler ve fiyatlar
artarken talebin azaldığı endüstrilerde ücret ve fiyatlarda azalmalar görülmektedir. Bu şekilde
kısmi talep genişlemesi ve ekonomik yapının katılığı neticesinde oluşan fiyat ve ücret artışları
para arzının devamlı yükseldiği dönemlerde zamanla ekonominin tamamına yayılmakta ve
genel bir enflasyona dönüşmektedir(http://www.nedir.com/yapısal-enflasyon).
ENFLASYON TEORİLERİ
Başlıca enflasyon teorilerine ilişkin yaklaşımlar Klasik Yaklaşım, Keynesyen
Yaklaşım, Monetarist Yaklaşım, Yapısalcı Yaklaşım, Yeni Klasik Yaklaşım ve Arz Yönlü
Yaklaşım olarak incelenmiştir.
Klasik Teori Yaklaşımı
Klasik iktisat teorisi ekonominin her zaman tam istihdam seviyesinde dengeye geldiği,
her arzın kendi talebini yarattığı, ücret fiyatların esnek olduğu, paranın tek fonksiyonunun
mübadele aracı olma fonksiyonu olduğu gibi varsayımlara dayanmaktadır (Şahin, 2002). Bu
varsayımlardan hareketle, Klasik iktisatçılar para arzındaki bir artış ile enflasyonu aynı şey
olarak ele almışlardır. Fiyatlar düzeyi doğrudan doğruya ve aynı oranda olmak üzere para
miktarına bağlı görülmektedir. Para miktarı arttığı zaman enflasyon ortaya çıkmakta, para
miktarındaki bu artış durunca enflasyon kendiliğinden durmaktadır (Orhan, 1995).
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
Keynesyen Yaklaşım
Keynes’e göre enflasyonun nedeni talep fazlalığıdır. Talep fazlalığının sebebi ise kısa
vadede üretimin arttırılamaması yani arz yetersizliğidir. Keynesyen teoride para yalnız işlem
ve ihtiyat güdüsüyle değil aynı zamanda spekülasyon güdüsüyle de talep edilmektedir.
Keynesyen modellerde para arzındaki değişmeler üretimi esas olarak faiz oranlarındaki ve
yatırım harcamalarındaki değişmeler kanalı ile etkilemektedir (Şahin, 2002: 26).
Keynesgil enflasyonist açık modeline göre, enflasyonun başlama noktası olarak,
ekonominin tam istihdam düzeyi alınmaktadır. Tam istihdam gelir seviyesine ulaşıldığında,
toplam talebin artması ile cari fiyatlar genel düzeyinde, toplam üretim düzeyi ve toplam talep
arasında üretim düzeyi bakımından bir açık söz konusu olmaktadır. Keynes’e göre bu açık
enflasyonist baskı unsurdur ve fiyatlar genel düzeyini yükselterek eskisine oranla daha yüksek
bir fiyat düzeyinde toplam üretimi toplam talebe eşitlemektedir. Bu nedenle beliren bu açığa
enflasyon boşluğu denilmektedir. Para piyasası dengede iken mal piyasasında fiyatların
artması enflasyonist açık nedeniyle fiyatları yükselteceğinden para talebini attıracaktır. Para
talebindeki bu artış muamele amacıyla para talebinden kaynaklanmaktadır. Para arzındaki bir
değişme yoksa yani sabit kabul edilirse muamele amacıyla para talebindeki artış, spekülatif
amaçlı para talebinden karşılanacak ve tahvil arzı artacaktır. Tahvil arzının artması tahvil
fiyatını düşürecektir ve faiz oranları yükselecektir. Yatırım harcamalarını belirleyen unsurlar
sermayenin marjinal verimliliği ve faiz oranlarıdır. Faiz oranlarının yükselmesi yatırım
harcamalarını azaltacağından toplam talep azalacak ve enflasyon boşluğu ortadan kalkacaktır
(Demir, 1997: 9).
Keynesyen kuramda enflasyonun diğer nedenleri ise, işçilerin pazarlık gücündeki artış,
kısa dönemde azalan verimler yasasının geçerli oluşu ve karşılaşılan dar boğazlardır (Tunay,
1994). Bu yaklaşımda para arzı önemli sayılmamakta, fakat para arzının harcama akımının
ana faktörleri üzerindeki etkileri yoluyla meydana getirdiği tesirler göz önüne alınmaktadır.
Keynesgil enflasyon analizinde para arzı artışı her zaman enflasyonist bir sonuç
doğurmayabilir. Para arzı artışının ancak toplam talebin ana unsurlarını etkileyerek
harcamalarda da bir genişleme doğurduğu, bu toplam talep artışının da tam istihdam
düzeyinde sağlanan toplam üretim ya da toplam arzla karşılama olanağı bulunmadığı
durumlarda ancak enflasyon bir talep fazlası olarak göz önüne alındığından ekonomi tam
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
istihdama ulaşıncaya kadar önemli bir enflasyon ortaya çıkmamaktadır. Çünkü tam istihdama
kadar toplam arz elastik bulunduğundan toplam harcamalardaki yükseliş, toplam arzla
dengelenebilecek ve önemli bir fiyat yükselişi olmayacaktır. Para miktarındaki artış milli
gelirin değerindeki artışa eşdeğer olduğu takdirde ancak hızlı bir enflasyonun devamlı bir
biçimde artacağı kabul edilmektedir. Ne var ki para miktarındaki artış enflasyonun sebebi
değildir. Buna rağmen para arzı artışlarının enflasyon için gerekli bir şart olduğu da gözden
kaçırılmamaktadır. Bu enflasyonist süreç gelirin yeniden bölüşüme uğramasıyla birlikte
yatırım - tasarruf dengesinde görülen değişmeler enflasyon üzerinde önemli bir sonuç
yaratabilecek güçtedir (Orhan, 1995: 48-50)
Keynes yaklaşıma göre enflasyonu frenlemede en verimli politika araçları maliye
politikası araçlarıdır. Çünkü enflasyon talebin yüksek olmasından doğmaktadır. Talep kısıcı
politikaların belirleyici maliye politikası araçları olan kamu harcamaları ve kamu gelirleri
talebi düşürmede en önemli araçlardır. Para politikası çok etkili olmamaktadır (Şahin, 2002:
26).
Monetarist Yaklaşım
Milton Friedman'ın önderlik ettiği Monetarist Okul mensupları tarafından ileri sürülen
teorik yaklaşımdır. Klasik miktar teorisine benzer bir biçimde Monetarist Okul, fiyatlar genel
düzeyini belirlemede en önemli faktörün para miktarı olduğu görüşündedir. Friedman, para
arzını frenlemeyen ülkelerin enflasyonu önlemede başarılı olamadığını ileri sürerek
enflasyonu, tamamen parasal bir olay olarak yorumlamaktadır (Dere, 1998). Friedman, Klasik
Miktar teorisini, para ve faiz teorisindeki Keynes sonrası gelişmeleri de içine alacak biçimde
tekrar yorumlayarak para talebi teorisi şekline getirmiştir.
Monetaristlere göre enflasyonun nedeni çok miktardaki paranın az sayıda malın
peşinde koşması olduğundan, mal miktarını aşan ölçülerde artan para arzı önlenebildiği
takdirde, enflasyon artışları durdurulabilecektir. Yani ekonomide yaratılan para miktarı,
ekonominin gelişme hızı ile aynı seviyede tutulmalıdır. Görüşlerini desteklemek açısından
monetaristler genel fiyat düzeyindeki artışlar ile para yaratılması arasında mevcut olan tarihsel
korelasyonların tutarlılığını göstermektedir. Monetarist talep enflasyonu yaklaşımında
enflasyonist baskının temelinde yatan kaynağın toplam talebi canlandırmak için
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
gerçekleştirilen para arzı artışları olduğu belirtilmektedir. Enflasyonu hızlandırmak
hükümetlerin bilinçli bir arzusu değildir. Ancak kısa dönemli politik uygunluk tam istihdamın
sağlanması gibi zorunluluklar, enflasyonist baskıları kaçınılmaz hale getirmektedir (Orhan,
1995: 52).
Monetaristler geçmişteki enflasyonun kaynağı olarak, yeni altın ve gümüş
kaynaklarının bulunması, genişleyen teknolojik değişmelerin ortaya çıkmış olması ve savaş
finansmanı için para basılması olduğunu savunmuştur (Orhan, 1995: 51). Friedman, para arzı,
enflasyon ilişkisini Amerikan tarihinden örneklerle açıklamaktadır. Hükümetlerin gelirlerini
arttırmak için vergi artışları, borçlanma ve karşılıksız para basma yollarına başvurduklarını ve
sonuncusunun yanlışlığını dile getirmektedir. Bütçe açıklarının finansmanı enflasyon
sorununda büyük önem taşımaktadır. Eğer açıkları para basarak finanse etmek yoluna
gidilirse enflasyon kaçınılmaz olacaktır (Tunay, 1994: 20).
Monetaristler enflasyonla mücadelede gerek para gerekse maliye politikalarının
kullanımına karşı çıkmamışlar, nedenini ise gecikmeler sorunu ile açıklamışlardır.
Enflasyonist bir ortamda uygulanacak sıkı bir para politikasının etkileri anında
görülmeyecektir. Etkiler görülmeye başladığı zaman ise ekonomiye durgunluk hakim
olabilecektir. Onlara göre ekonomik istikrar ya da çok düşük oranlardaki bir enflasyonun
sağlanması için yapılacak şey para miktarının her dönem sabit hızla arttırılmasıdır. Bu artış
hızı ulusal gelirdeki uzun dönem artış ortalamasıyla paralellik göstermelidir (Şahin, 2002: 28-
29).
Yapısalcı Yaklaşım
Öncülüğünü Latin Amerikalı iktisatçıların yaptığı yapısalcı okul tarafından, az
gelişmiş ülkelerde uygulanan Monetarist politikaların, bu ülkelerde yaşanan enflasyon
problemine çözüm getirememesi sonucu, 1960’lı yıllarda Monetarizme karşı bir tepki olarak
doğmuştur (Büyükakın,1995: 59-60). Bu görüşün temel savı enflasyonun incelenmesinde
enflasyonist baskıların nedenleri ve enflasyonist mekanizmalar arasında bir ayrımın var
olması gerektiğidir. Enflasyonu başlatan nedenler ekonomide karşılaşılan farklı sorunlardır
(İslatice, 1992).
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
Yapısalcı yaklaşıma göre az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki parasal
büyüklükler enflasyon karşısında değişerek parasal genişlemeye yol açmaktadırlar. Yapısalcı
yaklaşım savunucularına göre enflasyondan para arzına doğru tek yönlü bir nedensellik
mevcuttur (Işığıçok, 1994).
Yapısalcılar enflasyonu yapısal bir problem olarak gördükleri için enflasyonla
mücadelede yapısal düzensizliklerin giderilmesinin zorunlu olduğunu savunmuşlardır. Onlara
göre yapısal aksaklıkların giderilmesinde para ve maliye politikaları gelişmiş ve sanayileşmiş
ülkelerde başarılı olabilir. Ancak az gelişmiş ülkelerde yetersiz kalır. Çünkü enflasyon
gelişmeye bağlı olan bir kavramdır. Ekonomik açıdan ilerleme ve yapısal gelişme ekonominin
kendi kendine gelişmesini sağlayacak seviyede olmalıdır. Kalkınma olmadıkça fiyatlarda
istikrar söz konusu olmayacaktır (Şahin, 2002: 29).
Yeni Klasik Yaklaşım
Yeni klasik yaklaşım negatif yönlü arz şoklarının fiyatlar ya da verimlilikteki
etkilerine vurgu yapmaktadır. Ekonomideki ilerlemenin düşüş seyrine geçmesinde arz şokları
belirleyici olmaktadır. Sürekli ve negatif yönlü arz şokları ekonominin reel kesimi üzerinde
etkili olup para arzı ile paranın dolanım hızı değişmezken fiyat artışları yaratabilmektedir
(Kibritçioğlu ve diğer., 2002).
Rasyonel bekleyişler teorisi karar birimlerinin gelecekteki ekonomik olayları ve
hükümetin enflasyonla mücadeleye yönelik kararlarını tahmin ederek ekonominin geleceği ve
özellikle enflasyon oranı konusunda kendilerinin zarar görmeyecekleri şekilde hareket
edecekleri varsayımına dayanmaktadır.
Arz Yönlü Yaklaşım
Arz yönlü iktisatçılara göre vergi oranlarının yüksek oluşu, denetimlerin yetersiz
kalması gibi nedenlerle enflasyon ağırlıklı olarak maliyet enflasyonu olarak ortaya
çıkmaktadır. Halbuki enflasyon hem talep hem de maliyet kökenli olabilmektedir.
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
Arz yönlü iktisat Keynesyen teoriye dayalı olan iktisadi düşünceye bütçe, vergi
sistemi, para politikaları açısından tamamıyla ters düşmektedir. Arz yönlü iktisat politikası
maliye politikalarıyla toplam talep üzerinde herhangi bir değişiklik yaratılamamaktadır.
Toplam talebin denetlenmesi amacıyla bütçe politikasını uygulamak sonuç vermemektedir.
Toplam talebin bileşenleri olan kamu harcamaları, vergi gelirleri ve dış ticaret açığı istihdam,
gelir, üretim artışını sağlamada yetersizdir (Türk, 1999: 31).
ENFLASYONUN NEDENLERİ
Enflasyonun çok çeşitli nedenleri olmakla ve ülkeden ülkeye değişmekle birlikte bu
bölümde başlıca enflasyon nedenlerine değinilecektir.
Parasal Nedenler
Enflasyon parasal bir olayı ifade etmektedir. Parasal faktörlerdeki dengesizliğin temel
sebebi negatif kamu bütçesidir. Kamu harcamalarının farklı nedenlerle artması ve devletin
yetersiz vergi gelirine bağlı olarak bütçeyi emisyonla finanse etmesi enflasyonu yaratan
sebeplerin başında gelmektedir (Düğer, 1980: 462).
Dışsal Nedenler
Bir ekonomide kendi içinde enflasyona neden olacak parasal hareketler olmasa
bununla birlikte mal ve hizmetlerin arz-talep dengesi tahmin edilen düzeyde gerçekleşse dahi
dış dünyada ortaya çıkabilecek olan fiyat yükselişleri dış alım sonucunda ekonomiye
yansıyacak ve ekonomideki fiyatlar genel düzeyini yükseltici etki yapabilecektir. Gelişmekte
olan ülkeler ve az gelişmiş ülkeler, yatırım malları ve sanayi hammaddeleriyle, ileri teknoloji
gerektiren bu gibi tüketim mallarında dışa bağımlı olarak yaşamaktadırlar. Talebi esnek
olmayan ve az gelişmiş ekonomiler için gerekli olan bu malların fiyatlarındaki artışlar ithalat
yoluyla ekonomiye girmekte ve ithal enflasyona neden olmaktadır. Yabancı para birimlerinin
değerlerindeki değişmeler de aynı dış fiyat artışları gibi ekonomideki fiyatlar genel düzeyini
olumsuz etkilemektedir. Özellikle az gelişmiş ülkelerde ve enflasyonla yaşayan ülkelerde para
ikamesi olgusu gelişmiştir. Bu nedenle milli paralarının değerini çlü bir yabancı paraya
bağlarlar. Yabancı paraların kendi aralarında meydana gelen parite değişimleri milli paraya
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
daima olumsuz yönde etki ederek milli paranın değerini düşürücü rol oynar. Dolayısıyla da
dış ticaret yoluyla fiyatlar genel düzeyine yansıyarak gereksiz fiyat artışlarına yol açar
(Düğer, 1980: 462).
Yapısal Nedenler
Ülkelerin ekonomik yapıları gelişmişlik düzeylerine bağlı olarak çeşitlilik
göstermektedir. Azgelişmiş ekonomilerde yetersiz teknoloji kullanımı, sağlıklı olmayan
yönetim sistemi, disiplinsiz organizasyon, sermaye azlığı, aşırı istihdam, dışa bağımlılık,
ölçek ekonomisinin yetersizliği sebepleriyle ortaya çıkan ekonomik yapı enflasyon yaratır.
Ayrıca fakirlikten çıkarken oluşan ve tetiklenen tüketim istekleri enflasyon oluşturan
ekonomiye ilave bir itme sağlar (Düğer, 1980: 463).
Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kırsal kesimden şehir merkezlerine göç
hareketi arttığından yeni ihtiyaçların artmasına neden olmaktadır. Örneğin eğitim, sağlık
kültür vb. gibi harcamalar da artmaktadır. Devletin yaptığı bu gibi harcamalarda artış olmakta
ve devletin gelirleri azalmaktadır. Böylece nüfus artış hızı tasarruf ve sermaye birikimini de
olumsuz yönde etkilemektedir (Bulut, 2001).
Güvensizlik ve Beklentiler
Güven unsurunun kaybolduğu ülkelerde zaman unsuru daralmaktadır. Politikacılar
popülist politikalarla ayakta kalmaya çalışırken kamu gelir artışını azaltmakta ve politik
amaçlı büyüme ve istihdamı yükselterek harcamaları arttırmaktadır (Bulut, 2001: 303).
Enflasyonun kalıcı olması beklentisi yeni enflasyonları körüklemektedir. Beklentiler
kökleştikçe gerçekleşen enflasyonla aynı seyri izlemektedir. Halkın, özel sektörün ve kamu
sektörünün içindeki alacak ve borç ilişkilerinde beklentilere göre faiz oranları
uygulanmaktadır. Enflasyon beklentilerinin arttığı dönemlerde borçlara ödenecek olan faiz
oranları da artacak ve böylelikle borçludan alacaklıya bir gelir transferi gerçekleşecektir
(Dornbusch ve Fischer, 1998: 523).
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
FAİZ İLE ENFLASYON ARASINDAKİ İLİŞKİNİN LİTERATÜR
DERLEMESİ
Literatürde faiz ile enflasyon oranları arasındaki ilişkiyi araştıran birçok çalışma
mevcuttur. Bu çalışmalardan bir kısmı şu şekildedir:
Kesriyeli (1994), Türkiye için 1980:Q1-1993:Q4 dönemleri için Johansen
eşbütünleşme analizi ile yaptığı araştırmada enflasyon ve nominal faiz oranları arasında uzun
dönemli bir ilişkinin olduğunu göstermektedir. Benzer bir başka araştırmayı Granville ve
Mallick (2004), İngiltere için 1900-2000 dönemleri arasında Johansen eşbütünleşme testini
uygulayarak yapmışlar ve enflasyonla nominal faiz oranı arasında uzun dönemli bir ilişkinin
varlığından söz etmişlerdir. Türkiye’de faizle enflasyon oranı arasındaki ilişkiyi araştıran bir
başka çalışmada Şimşek ve Kadılar (2006), 1987:Q1-2004:Q4 dönemlerini alarak ARDL
eşbütünleşme analizini kullanmışlardır. Araştırma sonucunda yine uzun dönemde faiz oranı
ile enflasyon arasında ilişkinin var olduğu neticesine ulaşmışlardır.
Atkins ve Coe (2002), Kanada ve ABD ekonomilerinde 1953:01-2003:12 dönemleri
için ARDL sınır testi ile enflasyon ve nominal faiz oranları arasındaki ilişkiyi gösteren Fisher
etkisinin bu ülkeler için geçerli olduğu kanısına ulaşmışlardır. Fisher etkisi aynı zamanda
beklenen enflasyonun nominal faiz oranlarına doğrudan yansıması durumudur. Corneiro ve
diğer. (2002), Arjantin, Brezilya ve Meksika için 1980:01-1997:12 dönemlerini alarak
Johansen eşbütünleşme analizi ile yaptıkları çalışmalarında Fisher etkisinin geçerli olup
olmadığını araştırmışlar ve sonuç olarak Fisher etkisinin Arjantin ve Brezilya için var olduğu
sonucuna ulaşmışlardır. Diğer taraftan Bajo-Rubio ve diğer. (2005), İspanya için 1963:Q1-
2002:Q4 dönemlerini kullanarak eşbütünleşme analiziyle enflasyon ve nominal faiz oranı
arasında doğrusal olmayan bir eşbütünleşme ilişkisinin varlığını tespit etmişlerdir. Çalışma
sonucunda İspanya için Fisher etkisinin geçerliliği belirtilmiştir. Türkiye için Fisher etkisinin
geçerli olup olmadığını araştırdıkları çalışmalarında Gül ve Açıkalın (2007), 1990:01-2003:12
dönemleri için Johansen eşbütünleşme analizini kullanarak Fisher etkisinin Türkiye için ciddi
derecede geçerli olduğu tespitine varmışlardır. Günümüze daha yakın tarihli bir başka
araştırmada İncekara ve diğer. (2012), Türkiye için 1989:Q1-2011:Q4 dönemlerini kullanarak
Johansen eşbütünleşme analizi ile yaptıkları araştırmalarında diğer çalışmalara benzer olarak
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
reel faiz oranları belirleyici olmadan nominal faiz oranları ile enflasyon arasında pozitif yönlü
ilişkinin varlığı ve uzun dönemde Fisher etkisinin Türkiye için geçerliliğini tespit etmişlerdir.
Berument ve Jelassi (2002), 26 farklı ülkeyi inceleyerek 1966-1998 döneminde aylık
verileri alarak ARCH yöntemiyle oluşturdukları çalışmalar neticesinde Fisher etkisinin 12
adet gelişmiş ülkenin 9’unda geçersiz olduğu, 14 adet gelişmekte olan ülkenin ise 7’sinde
doğru olmadığı neticesine ulaşmışlardır. Turgutlu (2004), Türkiye için 1978:Q1-2003:Q4
dönemlerini kullanarak Engle-Granger koentegrasyon, parçalı durağanlık ve parçalı
koentegrasyon testlerini uygulamıştır. Sonuç olarak Fisher hipotezi kabul görmezken, parçalı
koentegrasyon testiyle Fisher hipotezinin geçerliliği kabul edilmiştir. Westerlund (2005), 14
OECD ülkesi için 1980:01-1999:12 dönemlerini kullanarak panel eşbütünleşme analizi ile
yaptığı çalışma sonucunda 14 OECD ülkesi için Fisher hipotezinin geçerli olduğunu
belirtmiştir. Yılancı (2009), Türkiye için 1989:Q1-2004:Q4 dönemlerini alarak doğrusal
olmayan eşbütünleşme ve Engle-Granger analizini yapmış, nominal faizle enflasyon arasında
uzun dönemli bir ilişkinin mevcut olmadığını, ülkemizde Fisher hipotezinin geçerli
olmadığını belirtmiştir.
Sever ve Mızrak (2007), Türkiye’de 1987:01-2006:06 dönemlerini alarak VAR
analizini kullanarak oluşturdukları çalışmalarında döviz kuru, enflasyon ve faiz oranının
birbirlerini nasıl etkilediklerini incelemişler ve sonuç olarak döviz kurunda ortaya çıkan
farklılıkların enflasyon ve faiz oranları üzerinde etkisinin olduğunu savunmuşlardır. Yakın
tarihli araştırmalarında Doğan ve diğer. (2016), Türkiye için 2003:01-2015:02 dönemlerini
almış, ADF-Phillips Perron ve Granger nedensellik ile Johansen Eşbütünleşme testlerini
kullanmışlardır. Sonuç olarak enflasyondan faiz oranına doğru bir nedensellik ilişkisi
mevcutken, faiz oranından enflasyon oranına doğru bir nedensellik ilişkisinin mevcut
olmadığını tespit etmişlerdir.
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
Tablo 1: Ampirik Literatür Özeti
YAZAR
ÜLKE
DÖNEM
DEĞİŞKENLER
SONUÇ
Kesriyeli
(1994)
Türkiye
1980:Q1
1993:Q4
Enflasyon, Nominal
Faiz
Enflasyon ile nominal faiz
arasındaki ilişki uzun dönemlidir.
Atkins ve
Coe
(2002)
Kanada,
ABD
1953:01
2003:12
Enflasyon, Nominal
Faiz
Fisher etkisi her iki ülke için
geçerlidir.
Berument ve
Jelassi
(2002)
26 farklı
ülke
1966-1998
Enflasyon, Nominal
Faiz
Fisher hipotezi 12 GÜ'nin 9’unda
geçersiz, 14 GOÜ'nin 7’sinde
geçersizdir.
Corneiro ve
diğer. (2002)
Arjantin,
Brezilya,
Meksika
1980:01
1997:12
Enflasyon, Nominal
Faiz
Fisher etkisi Arjantin ve Brezilya
için geçerlidir.
Granville ve
Mallick
(2004)
İngiltere
1900-2000
Enflasyon, Nominal
Faiz
Enflasyon ve nominal faiz
arasındaki ilişki uzun dönemlidir.
Turgutlu
(2004)
Türkiye
1978:Q1
2003:Q4
Enflasyon, Nominal
Faiz
Parçalı koentegrasyon testine göre
Fisher hipotezi geçerlidir.
Bajo-Rubio
ve diğer.
(2005)
İspanya
1963:Q1
2002:Q4
Enflasyon, Nominal
Faiz
Fisher etkisi İspanya için
geçerlidir.
Westerlund
(2005)
14 OECD
ülkesi
1980:01
1999:12
Enflasyon, Nominal
Faiz
Fisher etkisi 14 OECD ülkesi için
de geçerlidir.
Şimşek ve
Kadılar
(2006)
Türkiye
1987:Q1
2004:Q4
Enflasyon, Nominal
Faiz
Faizle enflasyon arasında ilişki
ancak uzun dönemde mevcuttur.
Sever ve
Mızrak
(2007)
Türkiye
1987:01
2006:06
Enflasyon, Nominal
Faiz, Döviz Kuru
Döviz kurunda meydana gelen
değişmeler enflasyon ve faiz
oranlarını etkiler.
Gül ve
Açıkalın
(2007)
Türkiye
1990:01
2003:12
Enflasyon, Nominal
Faiz
Fisher etkisi Türkiye için kuvvetli
bir şekilde geçerlidir.
Yılancı
(2009)
Türkiye
1989:Q1
2004:Q4
Enflasyon, Nominal
Faiz
Fisher etkisi Türkiye için geçerli
değildir.
İncekara ve
diğer. (2012)
Türkiye
1989:Q1
2011:Q4
Enflasyon, Nominal
Faiz, Reel Faiz
Nominal faiz oranlarıyla
enflasyon arasında pozitif bir
ilişki vardır.
Doğan ve
diğer. (2016)
Türkiye
2003:01
2015:02
Enflasyon, Nominal
Faiz
Enflasyondan faiz oranına
nedensellik mevcuttur.
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE FAİZ ORANLARI VE ENFLASYON İLİŞKİSİ
Türkiye’de 1980 döneminin ortalarından başlayarak faiz oranlarına yön veren esas
etken, kamu kesiminin sürekli yükselen borçlanma ihtiyacıdır. Kamunun, fon piyasalarında
yükselen talep baskısı, faizlerin düşmesini ortadan kaldırmış, reel faizlerin yüksek olmasını
sağlamıştır. Bu durum spekülatif kazancı tetiklemiş, özel sektörün istihdam ve üretim
yaratabileceği kesimleri azaltmış, aynı zamanda kamu finansman gereksiniminin
borçlanmayla giderilmesi, yaratılan fonların borç ödemek için kullanılması sonucunda kamu
kesimi yatırımları düşmüş buna bağlı olarak büyüme de azalmıştır (Tarı ve Kumcu, 2005: 15).
1989 yılında gerçekleşen finansal serbestleşme politikasıyla, fonların çekilebilmesine
yönelik olarak hazine bonosu, devlet tahvillerinin faizleri artırılmış; 1990’lı yıllardan
başlayarak, ekonomi faiz-döviz kısır döngüsüne girmiştir. Yüksek faiz oranları, özel sektörün
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
yatırımlarını dışlarken, merkez bankasının faiz oranlarını azaltma çabaları ise TL’ye olan
talebi düşürerek, sermaye girişlerinin tersine dönmesine neden olmuştur. Bunun yanı sıra,
enflasyon ve enflasyonun yükseleceği öngörüsü de faiz oranlarının azalmasını engellemiştir
(Tarı ve Kumcu, 2005: 16).
Tablo 2: Türkiye’de Hedeflenen ve Gerçekleşen Enflasyon Rakamları ile Faiz Oranları
YILLAR
HEDEFLENEN
ENFLASYON
(%)
GERÇEKLEŞEN
ENFLASYON
(%)
GECELİK
BORÇ
ALMA
(%)
GECELİK
BORÇ
VERME
(%)
GEÇ LİKİDİTE
PENCERESİ
BORÇ ALMA
(%)
GEÇ LİKİDİTE
PENCERESİ
BORÇ VERME
(%)
2002
35
29,7
44
51
5
61
2003
20
18,4
26
31
5
36
2004
12
9,3
18
22
5
26
2005
8
7,7
13,5
17,5
5
21,5
2006
5
9,7
17,5
22,5
13,5
25,5
2007
4
8,4
15,75
20
11,75
23
2008
4
10,1
15
17,5
11
20,5
2009
7,5
6,5
6,5
9
2,5
12
2010
6,5
6,4
1,5
9
0
12
2011
5,5
10,4
5
12,5
0
15,5
2012
5
6,2
5
9,5
0
12
2013
5
7,4
3,5
7,75
0
10,25
2014
5
8,2
7,5
11,25
0
12,75
2015
5
8,8
7,25
10,75
0
12,25
2016
5
8,5
7,25
8,5
0
10
2017
5
11,9
7,25
8,5
0
10
2018
5
20,3
22,50
25,5
0
27
Kaynak: TCMB (2018)
2000’li yıllara bakıldığında özellikle 2009 yılı ve sonrasında Türkiye’de enflasyon
düştükçe faiz oranlarının düştüğü, enflasyon arttıkça da faiz oranlarının arttığı görünmektedir.
Ülkemizde faizin enflasyondan düşük seyrettiği dönemlerden sonra faiz oranlarında sert
düzeltmelerin ortaya çıktığı görünmektedir. 2001 yılında uygulanan enflasyon hedeflemesinin
2006 yılında fiili enflasyon hedeflemesine dönüştürülmesinin bireylerin tercihleri ve
beklentileri üzerinde olumlu etkiler yarattığı gözlenmektedir. Ancak enflasyon oranlarını
aşağı çekme hususunda istikrarlı olunamadığı görülmektedir.
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
rkiye ekonomisinde 1980-2002 döneminde enflasyon devam etmiştir. Örtük
enflasyon hedeflemesine geçilen 2002 yılından günümüze Merkez Bankasının fiyat istikrarını
sağlamak için para politikası aracı olan kısa vadeli faiz oranlarını verimli biçimde
kullanmasıyla enflasyon oranlarının düştüğü gözlenmektedir. Dolayısıyla 2003-2004
döneminde uygulanan enflasyon hedeflemesi ile faiz ve enflasyonda meydana gelen azalışlar
ülkemizi yüksek faiz ve enflasyon kısır döngüsünden çıkarmıştır. Merkez Bankası 2010
yılında enflasyonu kontrol altına almak amacıyla yeni yöntem arayışlarında bulunurken
politika araçlarını da faiz koridoru uygulaması, haftalık repo faizi, likidite yönetimi, zorunlu
karşılık ve rezerv opsiyonu mekanizması ve aktarım biçimi olarak da krediler ve döviz kuru
olarak belirlemiştir. Bu şekilde oluşturulan araçlarla enflasyon önceki dönemlere göre ciddi
biçimde azaltılmıştır (Torun ve Karanfil, 2016: 487).
2010 yılı sonrası Türkiye’de enflasyon ve faiz oranları arasındaki ilişkiye baktığımızda
enflasyon yükselirken faiz oranlarının da yükselme eğilimine girdiği gözlenmektedir. 2002,
2003, 2004, 2005 ve 2009 yılları haricinde enflasyon hedeflerinin tutturulamadığı göze
çarpmaktadır. Ülkemizde hedeflenen enflasyonun gerçekleşen enflasyonun altında kalması
beklenmeyen enflasyonun ortaya çıkmasını sağlamış olup gelir ve servetin adil olmayan bir
şekilde dağılımına yol açmıştır.
Son yıllarda enflasyon ve faiz oranlarında görülen azalmaya karşın reel döviz kuru
artmıştır. Tasarrufların yetersiz oluşu ve özellikle özel kesimin tasarruflarındaki azalışlar
nedeniyle cari açık yükselmiştir. Faiz oranlarındaki azalış hane halklarının tasarruflarını
azaltıp tüketimlerini yükseltmelerine yol açmıştır. Tasarruf açığı giderek artmış ve tüketim
yükselmiştir. Bunun sonucunda 2003 yılından başlayarak toplam kredi düzeyinde gözle
görünür bir yükseliş ortaya çıkmıştır. Enflasyon hedeflemesinin başladığı dönemle birlikte
reel döviz kuru yükselişleri beklenen ihracat yükselişine neden olmamış ancak kredi
düzeyinde bir artış olmasına yol açmıştır. Sonuçta enflasyon hedeflemesi uygulamasıyla
birlikte sonra faiz oranlarındaki azalışla para arzının arzu edilen düzeylerde yükselme
göstermesine karşın enflasyonun azaldığı göze çarpmaktadır (Torun ve Karanfil, 2016: 488).
Enflasyon kendisi haricinde en çok faizde oluşan farklılıklardan dolayı değişmektedir.
Faiz, enflasyonu belirli bir hedefe ulaştırmakla yükümlü olan merkez bankasının elindeki
temel araçtır. Ekonominin potansiyelini zorladığı dönemlerde merkez bankası faizleri
artırarak talebi düşürür. Aksi halde, bu aşırı ısınma kapasiteyi zorladığı için enflasyon oluşur.
Talep düşünce üretim de normal seviyeye döner, fiyatlar üzerindeki yukarı yönlü baskı düşer
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
ve enflasyon riski giderilir. Enflasyonun bir başka sebebi de maliyet kaynaklı fiyat
yükselişleridir. Türkiye’de sık görülen türü, döviz kurundaki yükselişin ithal ara malı
fiyatlarını ve dövizle borçlanma maliyetlerini artırmak suretiyle fiyatlar üzerinde oluşturduğu
baskıdır. Bu durumda da merkez bankası faizleri artırarak kurdaki yükselişi düşürmekte ve
maliyetleri azaltarak enflasyonu aşağı çekmektedir (Eğilmez, 2017).
Tablo 3: Türkiye’de Enflasyonun Temel Belirleyicileri
YILLAR
TÜKETİCİ
GÜVEN
ENDEKSİ
(%)
YERLEŞİK HANEHALKI VE
HANEHALKINA HİZMET EDEN
KAR AMACI OLMAYAN
KURULUŞLARIN NİHAİ
TÜKETİM HARCAMALARININ
GSYİH İÇİNDEKİ PAYI
(%)
GENİŞ PARA
ARZI (M3)
(%)
2006
78
62
22
2007
80
62
15
2008
56
61
24
2009
65
62
13
2010
77
63
18
2011
78
63
15
2012
73
62
10
2013
75
61
21
2014
67
60
11
2015
73
60
16
2016
63
59
17
2017
65
59
17
2018
58
56
18
Kaynak: TÜİK, TCMB (2018)
Türkiye’de yıllık ortalama manşet enflasyonun (TÜFE ile ölçülen enflasyon) talep
enflasyonu mu, arz enflasyonu mu yoksa her ikisini de kapsayan bir enflasyon mu olduğu
sorusuna cevap verebilmek için öncelikle talebi etkileyen faktörleri incelemek gerekmektedir.
Eğer ekonominin genelinde talep enflasyonu söz konusu ise para arzında talepte yükselmeyi
sağlayacak bir artış olup olmadığı araştırılmalıdır. Para arzını ölçmede kullanılan en geniş
tanımıyla para arzına (M3) baktığımızda Tablo 3’e göre 2006-2018 döneminde her ne kadar
para arzında artış ve azalışlar görülmekte olsa da 2018 yılında 2006 yılına oranla para arzı
azalmıştır. Diğer taraftan talepte artış olup olmadığını gözlemlemek amacıyla tüketicilerin
kişisel mali durum ve genel ekonomiye ilişkin değerlendirmeleriyle harcama ve tasarruf
eğilimlerini izlemek amacıyla yürütülen tüketici eğilim anketinin farklı sorularına verilen
yanıtların değerlendirilmesiyle oluşturulan tüketici güven endeksi verilerine baktığımızda
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
2006 yılında %78 olan endeksin 2018 yılında ciddi bir düşüş sergileyerek %58 seviyesine
ulaştığı görülmektedir. Dolayısıyla talep artmamakta azalmaktadır. İkinci bir talep göstergesi
olan yerleşik hane halkı ve hane halkına hizmet eden kar amacı olmayan kuruluşların nihai
tüketim harcamalarının GSYİH içindeki payı incelendiğinde bu oranın da azalarak 2018
yılında %56 düzeyine geldiği izlenmektedir. Talepte düşüş söz konusudur.
Türkiye’de tarım haricinde yer alan (sanayi, hizmet ve inşaat sektörleri) firmalarda
maliyet yaratıcı kalemlerin hammadde ve personel giderlerinde yer aldığı görülmektedir.
Enflasyonu tetikleyen temel iki faktör girdi fiyatları ve ücretlerdir. Türkiye’de ortaya çıkan
enflasyon sıklıkla yüksek kur ve yüksek petrol fiyatlarının neden olduğu maliyet artışlarından
beslenmektedir.
SONUÇ
Faiz oranları ve enflasyon arasındaki ilişki son dönemde ülkemizde en fazla tartışılan
konulardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Döviz kurlarının uzun zamandır
değişmemesinin sebebini iktisatçıların bazıları faiz oranının yüksek oluşuyla açıklamaktadır.
Yüksek faizin ülkemize kısa vadeli sermaye girişini artırdığını ve bu durumun da Türk
Lirasını değerli kılarak kurları baskı altına aldığını ve enflasyonu körüklediğini
savunmaktadırlar. Bu sebeple kısa vadeli faiz oranlarını daha çabuk ve daha çok azaltması
için merkez bankasına baskı yapılmaktadır. Merkez bankası ise kısa vadeli faiz oranları ve
enflasyon arasındaki ilişkinin çok yönlü ve karmaşık bir nitelikte olduğunu belirtmekte, faiz
oranlarındaki düşüşün artması halinde kurların azalmasının da söz konusu olabileceğini ifade
etmektedir (TCMB, 2003).
Faiz oranı ve enflasyon arasındaki ilişkinin yönüyle ilgili olarak literatürde bir
uzlaşma söz konusu değildir. Dışa açık ve sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir
ekonomide, yurtiçi faiz oranlarının artması sermaye girişini yükselterek ulusal paranın değer
kazanmasına ve sonuç olarak döviz kurunun azalmasına sebep olabilmektedir. Ancak faizin
para talebini etkilemesi döviz kuru ile arasında doğru orantılı bir ilişkinin oluşabilmesine de
olanak sağlamaktadır. Faiz oranlarının artması yurtiçinde yerli paraya olan talebi kısarak
enflasyonun artmasına sebep olabilmektedir. Böylece yerli para değer kaybetmekte ve döviz
kuru yükselmektedir (Karaca, 2005).
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
Bir ülkedeki enflasyon hem talepten hem de maliyetten kaynaklanan faktörlerce ortaya
çıkabilmektedir. Eğer arzdan daha fazla oranda talep varsa yani talep enflasyonu söz konusu
ise üretimden daha çok talep olduğundan fiyatlar yükselip enflasyona yol açmaktadır. Bu
durumda faiz oranları yükseltilerek talep azaltılmalı ve bireyler tasarrufa teşvik edilmelidir.
Talep enflasyonu olduğunda faiz ile enflasyon arasında ters orantı olmaktadır. Enflasyonu
azaltmak için faizi yükseltmek gerekmektedir. Eğer ekonomide maliyet enflasyonu varsa yani
üretim faktörleri ve girdilerinin fiyatları talebin haricindeki sebeplerle yükseliyorsa bu
durumda faizin de maliyet yaratması nedeniyle faiz artırıldığında enflasyon da artmaktadır.
Dolayısıyla ekonomide enflasyon maliyet enflasyonu kaynaklıysa faiz arttığında enflasyon da
artmaktadır. Burada faizi düşürerek enflasyonu frenleyebilmek için diğer üretim faktörlerinin
fiyat artışları yavaşlamış olmalıdır.
Ekonomide talep ve maliyet enflasyonu birlikte göründüğü durumda öncelikli olarak
enflasyon üzerindeki ağırlıkları araştırılmalıdır. Eğer enflasyonun oluşmasında talep ve
maliyet enflasyonu aynı ağırlığa sahipse faiz oranını değiştirmek etkisiz olacaktır. Çünkü faiz
yükseltilip talep enflasyonu azaltıldığında maliyet enflasyonu artacaktır. Sonuç olarak faiz
arttığı halde enflasyon değişmeyecektir.
Sonuçta, Türkiye ekonomisi için, faiz oranları enflasyon üzerinde etkilidir. Yukarıda
da açıklandığı üzere faiz oranları enflasyonu hem talep hem de maliyet yönüyle
etkileyebilmektedir. Fiyat artışlarındaki en etkili iki kalemin hammadde fiyatları ve ücretler
olduğu gözlenmektedir. Faiz oranlarının artması talep yönlü enflasyonu azaltırken maliyet
yönlü enflasyonu artırmaktadır. 2002’den başlayarak faizin azalması sonucunda enflasyon
oranlarının 2012’den günümüze arttığı görülmektedir. Diğer taraftan 2009’dan bu yana
enflasyonla gösterge faiz arasında doğru orantılı bir ilişki olduğu gözlenmektedir. Yani
enflasyon azaldıkça faiz azalmış, enflasyon yükseldikçe faiz de yükselmiş bulunmaktadır.
Türkiye’de ortaya çıkan enflasyonun sıklıkla yüksek kur ve petrol fiyatlarının oluşturduğu
maliyet yükselişlerinden doğduğu gözlenmektedir. Faiz giderlerinin, toplam maliyetler
içindeki yüzdesinin oldukça düşük seviyede olması nedeniyle enflasyonun temel belirleyicisi
olmadığı görülmektedir. Bu durum da yüksek faizin enflasyona neden olduğu savını
çürütmektedir. 2017, 2018 ve 2019 yıllarında enflasyonun çift hanelere ulaştığı da
bilinmektedir. Bu bağlamda ülkemizde talep enflasyonu ortaya çıksa bile son dönemde hem
faiz oranlarının hem de enflasyon oranlarının düşmesine bağlı olarak maliyet enflasyonun
ağırlıklı olarak görüldüğü söylenebilmektedir. Hammadde, elektrik ve akaryakıtta dışa
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
bağımlılık oranımız dikkate alındığında ve kurla fiyatlama da hesaba katıldığında ortaya çıkan
tablo aynı olmaktadır.
Bu bağlamda faizler düşürülmeye devam ederse talep enflasyonun ortaya çıkması
beklendiği için enflasyon yukarı doğru seyredecektir. Enflasyon oranlarını azaltmak için
hükümet faiz oranlarını artırmalı, tüketim harcamalarını da kısmalıdır. Bu şekilde hem yerli
paranın değeri korunmalı hem de ülkemiz enflasyon baskısından kurtarılmalıdır.
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
KAYNAKLAR
Ataç, B. (2000). Maliye Politikası, Eskişehir: Eğitim, Sağlık ve Bilimsel Araştırma
Çalışmaları Vakfı Yayınları.
Atkins, F. ve Coe, P. (2002). An ARDL Bounds Test of the Long-run Fisher Effect in the
United States and Canada, Journal of Macroeconomics, 24(2): 255-266.
Bajo R., Diaz R. ve Esteve, V. (2005). Is the Fisher effect nonlinear? Some evidence for
Spain, 1963-2002, Appied Financial Economics, 15(12): 849-854.
Berument, H. ve Jelassi, M. (2002). The Fisher Hypothesis: A Multi-Country Analysis,
Applied Economics, (34): 1645-1655.
Bulut, C. (2001). Türkiye Ekonomisi Artan Kamu Açıklarının Enflasyon, Faiz Oranı ve Döviz
Kuru Üzerindeki Etkileri, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
Büyükakın, T. (1995). Enflasyon Teorileri ve Türkiye’de 1980 Sonrası Enflasyon, Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Corneiro, P., James J. ve Edward J. (2002). Evaluating Marginal Policy Changes and the
Average Effect of Treatment for Individuals at the Margin, Econometrica, 78(1): 377
394.
Demir, A. (1997). Enflasyon Kuramları Türkiye’de Enflasyonun Parasal ve Yapısal
Faktörlerle Analizi, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Ankara.
Dere, B. (1998). Enflasyonun Nedenleri ve Önleme Çareleri,
http://arsiv.zaman.com.tr/1999/02/02/yazarlar/15.html (14.01.2018).
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
Doğan B., Eroğlu Ö. ve Değer, O. (2016). Enflasyon ve Faiz Oranı Arasındaki Nedensellik
İlişkisi: Türkiye Örneği, Çankırı Karatekin Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Dergisi, 1(6): 405-425.
Dornbusch, R. ve Fischer, S. (1998). Makro Ekonomi, (Çev.) Ak, S., Ak, M., Fisunoğlu, E.,
ve Yıldırım, R., Ankara: Akademi Yayın Hizmetleri.
Düğer, H. (1980). Enflasyon ve Parasal Dinamikler , (Ekonometrik Analiz, Türkiye: 1963-
1977), Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi, Erzurum.
Eğilmez, M. (2014). Enflasyon ile Faiz İlişkisi,
http://www.mahfiegilmez.com/2014/05/enflasyon-ile-faiz-iliskisi.html (12.02.2018).
Eğilmez, M. (2017). Kendime Yazılar, http://www.mahfiegilmez.com/p/ekonomi-
sozlugu.html (10.01.2018).
Enflasyonla İlgili Genel Tanım ve Kavramlar, http://www.nedir.com/yapısal-enflasyon
(20.11.2017).
Granville, B. ve Mallick, S. (2004). Fisher Hypothesis: UK Evidence over a Century, Applied
Economics Letters, 11(2), 87-90.
Gül, E. ve Açıkalın, S. (2007). An Examination of the Fisher Hypothesis: The Case of
Turkey, Applied Economics, 10(1), 1-5.
Işığıçok, E. (1994). Zaman Serilerinde Nedensellik Çözümlemesi, Bursa: Güçlendirme Vakfı
Yayınları: 94.
İncekara, A., Demez, S. ve Ustaoğlu, M. (2012). “Türk Ekonomisi için Fisher Etkisinin
Geçerliliği: Eşbütünleşme Analizi’’, 8. Uluslararası Stratejik Yönetim Konferansı
(58), 396-405.
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
İslatice, H. (1992). Monetarist Yaklaşım Çerçevesinde Parasal Genişleme ve Enflasyon:
Türkiye İçin Uygulama (1970 – 1990), Doktora Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Eskişehir.
Karaca, O. (2005). Türkiye’de Faiz Oranı ile Döviz Kuru Arasındaki İlişki: Faizlerin
Düşürülmesi Kurları Yükseltir mi?, http ://www.tek. org.tr. (30.01.2018).
Kesriyeli, M. (1994). Policy Regime Changes and Testing for the Fisher and Hypotheses: The
Turkish Evidence, The Central Bank of the Republic of Turkey Discussion Paper, No.
9411.
Kibritçioğlu, A., Rittenberg, L., Selçuk, F. (2002). Inflation and Disinflation in Turkey,
Aldershot, UK&Burlington, Ashgato, 43-76.
Orhan, Z. (1995). Başlıca Enflasyon Teorileri ve İstikrar Politikaları, İstanbul: Filiz Kitabevi.
Sadun, A. (2003). 100 Soruda Para ve Para Politikası, İstanbul: Gerçek Yayınları.
Sever, E. ve Mızrak, Z. (2007). Döviz Kuru, Enflasyon ve Faiz Oranı Arasındaki İlişkiler:
Türkiye Örneği, Selçuk Üniversitesi İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi,
265-283.
Şahin, A. (2002). Enflasyon Teorileri ve 1980 Sonrası Türkiye’de Enflasyon, Yüksek Lisans
Tezi, Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Şimşek, M. ve Kadılar, C. (2006). Fisher Etkisinin Türkiye Verileri ile Testi, Doğuş
Üniversitesi Dergisi, 7(1): 99-111.
Tarı, R. ve Kumcu, F. (2005). Türkiye’de İstikrarsız Büyümenin Analizi (1983-2003
Dönemi), Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 15(9) : 156-179.
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
TCMB (2003). Merkez Bankası Faiz Oranlarının Düşürülmesine İlişkin Basın Duyurusu,
Sayı: 31.
TCMB (2004). Merkez Bankası Basın Duyurusu, Sayı: 42.
TCMB/EnflasyonHedefleri,http://www.tcmb.gov.tr./wps/wcm/connect/tcmb+tr/tcmb+tr/main
+menu/para+politikası/fiyat+istikrari/enflasyon+hedefleri (29.12.2017).
TCMB/FaizOranları,http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/tcmb+tr/tcmb+tr/main+page+
site+area/tcmb+faiz+oranları/gec+likidite+penceresi+%28lon%29;http://www.tcmb.g
ov.tr/wps/wcm/connect/tcmb+tr/tcmb+tr/main+page+site+area/tcmb+faiz+oranları/fai
z-oranları(30.12.2017).
Torun, M. ve Karanfil, M. (2016). 1980-2013 Dönemi Türkiye Ekonomisinde Enflasyon ve
Faiz Oranı Arasındaki İlişki, Yönetim Bilimleri Dergisi, 27(14): 473-490.
Tunay, B. (1994). Türkiye’de Para Arzı ve Enflasyon İlişkisine Dair Farklı Model
Denemeleri, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık
Enstitüsü, İstanbul.
Tunca, Z. (2011). Makro İktisat, İstanbul: Geçit Kitabevi.
Turgutlu, E. (2004). Fisher Hipotezinin Tutarlılığının Testi: Parçalı Durağanlık ve Parçalı
Koentegrasyon Analizi, Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF Dergisi, 19(2): 55-74.
Türk, İ. (1999). Kamu Maliyesi, 3. Baskı, Ankara: Turhan Kitabevi.
Uluatam, Ö. (2001). Makro İktisat, Ankara: Savaş Yayınları.
Unay, C. (2001). Makro Ekonomi, Yayın No:13, 8. Baskı, Bursa: Vipaş A.Ş.
www.karadenizkongresi.org ISBN: 978-605-06766-0-0 SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ TAM METİN TABI
UBAK ULUSLARARASI BİLİMLER AKADEMİSİ
2020
Westerlund, J. (2005). Panel Cointegration Tests of the Fisher Hypothesis, Lund University
Department of Economics Working Papers, 10, 1-34.
Yılancı, V. (2009). Fisher Hipotezinin Türkiye İçin Sınanması: Doğrusal Olmayan
Eşbütünleşme Analizi, Atatürk Üniverisitesi İİBF Dergisi, 23(4): 205-213.
ResearchGate has not been able to resolve any citations for this publication.
Article
Full-text available
In this paper the role of non-linearities in the relationship between nominal interest rates and inflation is examined, in order to shed some additional light on the mostly unfavourable evidence on the presence of a full Fisher effect. The analysis is applied to the case of Spain for the period 1963-2002, which allows previous results on the subject to be re-examined and extended. The empirical methodology makes use of recent developments on threshold cointegration, so that cointegration between a pair of variables should be expected only once a certain threshold was reached.
Article
Full-text available
This paper tests whether the Fisher hypothesis holds for a sample of 26 countries by assessing the long run relationship between nominal interest rates and inflation rates taking into consideration the short run dynamics of interest rates. The empirical evidence supports the hypothesis that there is a one-to-one relationship between the interest rate and inflation for more than half of the countries under study. Copyright 2002 by Taylor and Francis Group
Article
Full-text available
Using annual data over a long time horizon from 1900 to 2000 for the UK, this study finds the existence of a Fisher relation via Johansen cointegration tests. The cointegrating relationship between the two variables suggests a significant long-run equilibrium with a positive coefficient of more than one during the stated period.
Article
PDF (2002): http://acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4660/5176.pdf Based on its outward-oriented development strategy, respectable growth, increased integration into world trade and financial markets, and imperfect though vibrant and wide-based democracy, Turkey is often cited as a development model for other countries in the region and elsewhere. Countering this positive picture of the Turkish economy over the last two decades, however, is the incompleteness of its reform process: the boom-bust nature of its growth, persistently high inflation, delays in privatising state-owned enterprises, and high and persistent government budget deficits. In January 2000 Turkey embarked on an ambitious IMF-backed stabilization program designed to correct the weaknesses in its economy, and, in particular, to reduce inflation to single digits by the end of 2002. Since then, though, Turkey has experienced two financial crises and redesigned its stabilization program to bring inflation down more gradually. This collection analyzes the nature of Turkey's inflation and the likely costs and benefits of disinflation. List of Contributors: O. Cevdet Akçay, C. Emre Alper, M. Hakan Berument, Selahattin Dibooğlu, Haluk Erlat, Ahmet Ertuğrul, Aykut Kibritçioğlu, N. Kamuran Malatyalı, Tevfik F. Nas, Süleyman Özmucur, Mark J. Perry, Libby Rittenberg, and Faruk Selçuk. Dani Rodrik (Harvard University): "This is a long overdue book on Turkey's unhappy experience with macroeconomic policy during the last two decades, which culminated in a devastating crash in 2001. To their credit, the authors refuse to resort to simple-minded explanations. Loose fiscal policy, inadequate structural reform, poor oversight of the financial system and ill-advised IMF policies all play a role in the story. But the main theme running through the authors' sophisticated analyses is the complexity of an economy caught between an immature political system and even more fickle financial markets." Patrick Conway (University of North Carolina at Chapel Hill): "Turkey over the last two decades provides a cautionary tale on the perils of inflationary and disinflationary policy. The authors have employed the tools of time series econometrics to explore the implications of Turkish macroeconomic and financial-sector experience, and have assembled an analysis of the Turkish dilemma that will be of great use to developing-country policy-makers everywhere."
Article
This study examines the famous Fisher Hypothesis (FH) for Turkey. FH asserts that nominal interest rates adjust on a one-to-one basis to expected changes in inflation rates. Using the Johansen cointegration method for the Turkish monthly interest rate and inflation rate data, we find that it is possible to determine the long-run relationship—but not the one-to-one basis—between nominal interest rates and inflation. Our findings suggest that full FH does not hold but there is a very powerfull Fisher effect in the case of Turkey from 1990 to 2003.
Article
We investigate the empirical validity of the long-run Fisher effect using a technique capable of testing for the existence of a long-run relationship regardless of whether the underlying time series are individually I(1) or I(0). Using a variety of interest rates for the United States and Canada we find evidence supporting the existence of a long-run relationship in which the response of the nominal interest rate to a change in inflation is close to (and consistent with) unity. We interpret this as evidence in favor of the Fisher effect. However, our results do not support the tax adjusted Fisher effect for Canada and provide only mixed evidence for the United States.
Maliye Politikası, Eskişehir: Eğitim, Sağlık ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları Vakfı Yayınları
  • B Ataç
Ataç, B. (2000). Maliye Politikası, Eskişehir: Eğitim, Sağlık ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları Vakfı Yayınları.