Content uploaded by Global Academy
Author content
All content in this area was uploaded by Global Academy on Feb 19, 2021
Content may be subject to copyright.
Content uploaded by Global Academy
Author content
All content in this area was uploaded by Global Academy on Jan 14, 2021
Content may be subject to copyright.
GÜVENLİK YAZILARI
https://trguvenlikportali.com/guvenlik-yazilari/
Editör: Dr. Fulya Hisarlıoglu, Kadir Has Üniversitesi
No. 55, OCAK 2021
ÖZET
ABD Başkanı Donald Trump döneminde, ABD’nin 2018’de
kamuoyunda İran nükleer anlaşması olarak bilinen Kapsamlı
Ortak Eylem Planı’nından (Joint Comprehensive Plan of
Action, JCPOA) çekilmesiyle yaşanan kriz, ABD-İran
ilişkilerine damgasını vurdu. İran ve P5+1 ülkeleri (Almanya,
Amerika Birleşik Devletleri, Çin, Fransa, İngiltere ve Rusya)
arasında 14 Temmuz 2015’te varılan tarihi uzlaşının, 2000’li
yılların başından itibaren derinleşen İran nükleer krizini
nihayet diplomatik bir çözüme kavuşturduğu düşünülmek-
teydi. Nükleer silahların yayılımını önleme rejimi ve küresel
diplomasinin ihtilafları çözme becerisi açısından da önem arz
eden bu sürecin, ABD’de Kasım 2020’de gerçekleşen
Başkanlık seçimlerini Demokrat Parti’nin adayı Joe Biden’ın
kazanmasıyla, yeniden canlanacağına dair beklentiler
güçlendi. JCPOA’nın geleceği için yeni bir kavşak olan
mevcut konjonktür, hem küresel hem de bölgesel güvenliğe
ilişkin pek çok konuyu da yakından ilgilendirmektedir. Bu yazı
ile nükleer anlaşmaya giden zorlu sürecin kısa bir tahlilinin
ardından, ABD’nin anlaşmadan çekilmesi sonrasında
JCPOA’nın seyri ve İran nükleer programındaki gelişmeler
tartışılacak ve nükleer diplomasinin aciliyeti ve olası patikaları
analiz edilecektir.
Dr. Gülriz Şen
TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi
g.sen@etu.edu.tr
TRUMP DÖNEMİ VE SONRASINDA İRAN’IN NÜKLEER
PROGRAMI ÜZERİNE BİR İNCELEME
ATIF İÇİN:
Şen, Gülriz, “Trump Dönemi ve Sonrasında İran’ın Nükleer Programı Üzerine Bir İnceleme”, Güvenlik Yazıları
Serisi, No. 55, Ocak 2021. https://trguvenlikportali.com/wp-content/uploads/2021/01/IranNukleerKrizi_GulrizSen_v.1.pdf
DOI:
10.13140/RG.2.2.19138.81609
ISSN:
2718-0557
-
Güvenlik Yazıları, No. 55, Ocak 2021
1
Giriş
merika Birleşik Devletleri’nde Kasım 2020’de gerçekleşen
Başkanlık seçimlerini Demokrat Parti’nin adayı Joe Biden’ın
kazanmasıyla, ABD’nin 2018’de kamuoyunda İran nükleer
anlaşması olarak bilinen Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nından (Joint
Comprehensive Plan of Action, JCPOA) çekilmesiyle yaşanan krizin
aşılacağına dair beklentiler güçlendi. Biden, kampanyası sırasında seçildiği
takdirde Washington’ın nükleer anlaşmaya geri döneceğini ilan etmişti.
Ancak bu adım için öncelikle İran’ın anlaşmadaki taahhütlerine geri
dönmesini şart koştu (CNN, 2020). Trump döneminde İran-ABD
ilişkilerindeki kriz büyürken, bu krizden belki de en büyük darbeyi Başkan
Obama döneminde taraflar arasında yoğun diplomasi ile kotarılan nükleer
anlaşma aldı. İran ve P5+1 ülkeleri (Almanya, Amerika Birleşik Devletleri,
Çin, Fransa, İngiltere ve Rusya) arasında 14 Temmuz 2015’te varılan tarihi
uzlaşının, 2000’li yılların başından itibaren derinleşen İran nükleer krizini
nihayet diplomatik bir çözüme kavuşturduğu düşünülmekteydi. Nükleer
anlaşma yalnızca İran-ABD ilişkilerinin seyri açısından değil, nükleer
silahların yayılımını önleme (non-proliferation) rejimi ve küresel
diplomasinin ihtilafları çözme becerisi açısından da önem arz etmektedir.
Aynı şekilde JCPOA’nın geleceği için yeni bir kavşak olan mevcut
konjonktür, sadece ikili ilişkileri değil, diplomasi ve hem küresel hem de
bölgesel güvenliğe ilişkin pek çok konuyu yakından ilgilendirmektedir.
Nükleer krizden JCPOA’ya giden süreçte İran nükleer programı
İran, özellikle Batı ile arasında derin bir krize dönüşen nükleer programına
devrimden önce ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin desteği ile başladı. 1968’de
imzaladığı Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’nın (Treaty on
the Non-Proliferation of Nuclear Weapons, NPT) 1970’de İran Meclisi
tarafından onanıp yürürlüğe girmesinin ardından Şah Muhammed Rıza
Pehlevi iddialı bir nükleer program kurmaya girişti. Sipariş edilen nükleer
reaktörlerin inşası tamamlanamadan gerçekleşen 1979 İran Devrimi nükleer
programı kesintiye uğrattı. 1980’lerin ortalarında askıya aldığı nükleer
programına yeniden başlayan Tahran, devrim sonrasında Batı ittifakından
kopuşu ve dış politikasında izlediği revizyonist ve radikal çizgi nedeniyle
kaygı ve endişe ile takip ediliyordu (Bahgat, 2006). İran’ın nükleer
faaliyetlerinden algılanan tehdit, İran-Irak savaşının son bulduğu ve Tahran’ın
hem ekonomisini hem de başlangıçta çok ağırlık verilmese de askeri
kapasitesini yeniden inşa etme arayışına girdiği 1990’lar boyunca daha çok
gündeme geldi. Bu bağlamda ABD’nin İran’a yönelik siyasetinin içkin bir
boyutu olan yaptırımlar kurumsallaşırken, bu siyasetin önemli bir unsuru da
A
Nükleer anlaşma
yalnızca İran-
ABD ilişkilerinin
seyri açısından
değil, nükleer
silahların
yayılımını önleme
(non-
proliferation)
rejimi ve küresel
diplomasinin
ihtilafları çözme
becerisi
açısından da
önem arz
etmektedir.
Trump Dönemi ve Sonrasında İran’ın Nükleer Programı Üzerine Bir İnceleme
2
2
İran’ın kitle imha silahları arayışında olduğu iddiasıydı. İran suçlamaları
reddediyor, daha sonraları da yapacağı gibi nükleer faaliyetlerinin sivil
maksatlı ve barışçıl olduğunu vurguluyordu.
İran’ın nükleer faaliyetlerinin giderek büyüyen uluslararası ve bölgesel bir
krize dönüşmesinin miladı 2002’de daha önce Uluslararası Atom Enerjisi
Ajansı (IAEA)’ya duyurmadığı Natanz’daki uranyum zenginleştirme tesisi ile
Arak’taki ağır su reaktörüne ait uydu görüntülerinin ortaya çıkması oldu. Bu
ifşa NPT’nin şeffaflık ilkesinin ihlali olarak yorumlanırken, İran tesislerin
faaliyete geçmemiş olması nedeniyle ihlalde bulunduğu suçlamalarını
reddediyordu. 2003-2005 yıllarında İran ve EU-3 arasında kısmen başarılı
müzakerelerden sonuç alınamaması ve 2006 sonrasında İran’ın yeniden
uranyum zenginleştirmeye başlaması ile konu Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi’ne sevk edildi. BM Güvenlik Konseyi’nin kapsam ve şiddeti artan
yaptırımları, askeri müdahale tehdidinin gündemde olduğu diplomatik
tıkanıklığı beraberinde getirse de nihayetinde 2013-2015 arasında çözümü
sağlayacak diplomatik temaslar gerçekleştirildi. İran süreç boyunca nükleer
programının sivil maksatlı olduğunu vurguladı ve nükleer silahlardan
arındırılmış Orta Doğu vizyonunu savundu. Öte yandan, ABD’nin 2007 tarihli
Ulusal İstihbarat Tahmini (NIE) Raporu, İran’ın 2003’ün sonbaharında
uluslararası baskıların da etkisiyle nükleer silah programını durdurduğunu,
IAEA’nın 2011 tarihli raporu ise Tahran’ın atom bombası üretme yönünde
stratejik bir karar vermese de nükleer silah üretimini mümkün kılacak her türlü
araştırmayı sürdürdüğünü ifade ediyordu (Şen, 2021).
İran ve P5+1 ülkeleri arasında 2015’te varılan nükleer uzlaşı karşılıklı tavizler
ve hem İran hem de Washington’ın meselenin diplomatik çözümü için ortak
bir zeminde buluşması ile gerçekleşti (Parsi, 2017). İran’ın anlaşmadan temel
kazanımları, krizin başından itibaren NPT kapsamında “devredilemez ulusal
hakkı” olarak gördüğü ve ısrarla savunduğu topraklarında uranyum
zenginleştirme hakkının tescili ile kısıtlı, denetime açık ve şeffaf bir program
yürütmesi karşılığında nükleer programına yönelik çok ve tek taraflı
yaptırımların kaldırılması oldu. Uluslararası toplum ise anlaşma ile IAEA
vasıtasıyla İran’ın büyük kısıtlamalarla yürüteceği nükleer programını daimî
teftişler ile izleme ve doğrulama (verification) yetkisini elde etti. Taraflar
arasındaki güvensizliğin giderilmesi böylelikle Birlemiş Milletler Güvenlik
Konseyi’nde oy birliği ile alınan 2231 sayılı karar ile uluslararası hukukun bir
parçası haline alan JCPOA’nın koyduğu kurallar ve Ajans’ın teftişleri ile
sağlanacaktı. İran’ın anlaşma yükümlülüklerine uyduğunun teyidi ile JCPOA
uygulamaya girdi ve 16 Ocak 2016’da programa yönelik çok taraflı ve tek
taraflı yaptırımlar kaldırıldı.
Güvenlik Yazıları, No. 55, Ocak 2021
3
Nükleer anlaşma sonrası yeni krizler
Nükleer anlaşma, 2016-2018 arası dönemde İran-ABD ilişkilerinde süren
diğer ikili ve bölgesel krizlerden etkilense de nispeten sorunsuzca yürütüldü.
JCPOA’ya ilk ve en büyük darbe Mayıs 2018’de ABD Başkanı Trump’ın
anlaşmadan çekilme kararı ile geldi. Bu kararı anlaşma öncesi dönemde
nükleer programa yönelik ABD yaptırımlarının yeniden devreye girmesi
izledi. Trump yönetimi bu adımın ardından “daha iyi bir anlaşma” hedefiyle
İran’ı ekonomik olarak yıpratarak diplomasi masasına getirmeyi umduğu
azami baskı politikasını uygulamaya başladı. Bu süreç İran’ı iktisadi olarak
yıpratsa da ABD’nin ümit ettiği bir anlaşma zemini oluşmadı. İranlı yetkililer
anlaşmayı yeniden müzakere etmeyeceklerini defalarca vurguladı. JCPOA’ya
ikinci darbe ise İran’ın ABD’nin anlaşma ile ilgili kararının ilk yıl dönümü
olan 2019 Mayıs’ından itibaren anlaşmadaki taahhütlerinden kademe kademe
çekilmeye başlama kararı ile gerçekleşti. İran anlaşmada kalabilmek için
imzacı diğer devletlerin, özellikle Avrupa ülkelerinin uğradığı maddi zararı
tazmin etmesini ve Amerikan yaptırımlarına karşı çıkmasını bekliyordu.
Beklentilerinin karşılanmaması neticesinde nükleer programa yönelik pek çok
kısıtlamayı dikkatlice tasarlanmış ve anlaşmadan uzaklaşsa dahi anlaşmanın
tamamen dışına çıkmadığı hamlelerle esnetmeye başladı. İranlı yetkililer bu
adımların geri alınabilir olduğunu vurguluyor, anlaşmaya göstereceği uyumun
imzacı devletlerin anlaşmayı korumak ve sürdürmek için atacağı adımlara
bağlı olduğunu ifade ediyordu (Press TV, 5 Ocak 2020).
JCPOA uyarınca İran’ın elindeki uranyum stokunu yüzde doksan yedi
oranında, santrifüjlerini üçte iki oranında azaltması bekleniyordu. İran
anlaşmanın ilk on beş yılı boyunca sadece yüzde 3,67 oranında ve yalnızca
Natanz’daki tesislerinde uranyum zenginleştirebilecek, Fordo’daki yeraltı
tesisini izin verilen sınırlı sayıda santrifüj ile izotop ürettiği nükleer, fizik ve
teknoloji merkezine dönüştürecekti. Anlaşma kapsamında Arak’taki ağır su
reaktörü silah düzeyinde plütonyum üretmeyecek şekilde yeniden
yapılandırılacak ve İran 2031’e kadar yeni reaktörler kuramayacaktı. İran’ın
elinde bulunduracağı düşük oranda zenginleştirilmiş uranyum miktarının
sınırı 300 kg, ağır su miktarı da 130 metrik ton olarak belirlenmişti (BM
Güvenlik Konseyi Kararı 2231, 2015).
İran’ın anlaşmadaki yükümlülüklerine uyduğu IAEA’nın kapsamlı teftiş ve
denetimleri ile defalarca kez teyit edildi. Anlaşma kapsamında İran'a yönelik
Birleşmiş Milletler silah ambargosu beş sene, balistik füze programına
yönelik kısıtlamalar ise sekiz sene daha sürecekti. Bu kısıtlamalardan ilki
belirtilen sürenin dolması ile 18 Ekim 2020’de ABD’nin aksi yöndeki tüm
çabalarına rağmen kaldırıldı. İran açısından değerlendirildiğine 2007’den beri
İran’ın nükleer
faaliyetlerinin
giderek büyüyen
uluslararası ve
bölgesel bir krize
dönüşmesinin
miladı 2002’de
daha önce
Uluslararası Atom
Enerjisi Ajansı’na
duyurmadığı
Natanz’daki
uranyum
zenginleştirme
tesisi ile Arak’taki
ağır su
reaktörüne ait
uydu
görüntülerinin
ortaya çıkması
oldu.
Trump Dönemi ve Sonrasında İran’ın Nükleer Programı Üzerine Bir İnceleme
4
4
süren ve 2010’da ağırlaştırılan BM silah ambargosunun son bulması ABD’nin
çekildiği nükleer anlaşmadan elde ettiği sınırlı sayıda somut kazanımdan biri
oldu.
Öte yandan, İran Mayıs 2019’dan itibaren attığı beş adım ile “uranyum
zenginleştirme kapasitesi, oranı, miktarı ve AR-GE faaliyetleri dâhil olmak
üzere nükleer programı üzerindeki kısıtlayıcı tüm taahhütleri askıya aldığını”
ilan etti (Mehr News Agency, 5 Ocak 2020). İlk adımda anlaşmada izin verilen
uranyum stok limiti ile ilgili kısıtlamaları, ikinci adımda ise yüzde 3,67’lik
uranyum zenginleştirme oranını aşan İran, yüzde 4,5 oranında uranyum
zenginleştirmeye başladı. IAEA’nın Kasım 2020’de yayınlanan son raporuna
göre Tahran’ın sahip olduğu uranyum stoku anlaşma kapsamında izin verilen
miktarın nerdeyse 12 katını bularak 2443 kilograma ulaştı (IAEA Board
Report, 11 Kasım 2020). İran üçüncü adımı ile daha kısa sürede daha fazla
uranyum zenginleştirmesine imkân tanıyacak ileri teknolojili santrifüj
tasarımı için AR-GE faaliyetlerini hızlandıracağını, dördüncü adımda Natanz
dışında Fordo tesisinde de uranyum zenginleştireceğini ve beşinci ve son adım
ile anlaşmada öngörülen santrifüj sayısı limitlerine uymayacağını bildirdi.
Tahran her ne kadar anlaşmadaki taahhütlerinden uzaklaşsa da anlaşmanın
topyekûn çökmemesi için bazı hususları gözetti. Bunlardan ilki 2020’de Ajans
ile yaşanan sorunlara rağmen, JCPOA’nın en önemli kazanımı olan IAEA’nın
İran nükleer tesislerindeki gözlem, denetim ve doğrulama faaliyetlerinin
devam etmesi oldu. Bu sayede İran’ın son adımları sonrasında nükleer
programının kapasitesindeki pek çok değişiklik izlenebildi. İkinci husus ise
İran’ın uranyum zenginleştirme limitindeki artışı yüzde 5’i aşmayacak şekilde
düzenlemesi ve bu süre boyunca düşük düzeyde uranyum zenginleştirmeye
devam etmesi oldu (Şen, 2021).
Ajans’ın Eylül ayındaki raporu İran’ın denetleme prosedürlerine uyduğunu,
Natanz nükleer tesisindeki santrifüj sayısı ile ilgili kısıtlamalara IR-1 tipi
santrifüj sayısında 5060’ı aşmayarak riayet ettiğini tespit ederken, Kasım ayı
raporunda aynı tesiste IR-2 tipi santrifüjlerin de devreye girdiği belirtildi
(Masterson, 2020). Eylül tarihli rapor Arak’taki ağır su reaktörünü hafif su
reaktörüne dönüştürme sürecine devam ettiğini ve ağır su stokunu anlaşma
limitleri dâhilinde tuttuğunu saptadı (IAEA Board Report, 4 Eylül 2020).
IAEA Ekim ayında yaptığı açıklamada İran’ın askıya aldığı yükümlülüklerine
rağmen henüz nükleer bomba üretecek miktarda zenginleştirilmiş uranyuma
sahip olmadığını duyurdu (Tehran Times, 11 Ekim 2020). Ancak nükleer
anlaşmada İran’ın eşik (breakout) kapasitesine ulaşması için gereken
minimum zaman bir yıl olarak öngörülmüşken, bu süre nükleer programdaki
son ilerlemelerin ardından Mayıs ayındaki öngörülerde altı aya, programın
Güvenlik Yazıları, No. 55, Ocak 2021
5
mevcut hali itibariyle de birkaç ay gibi bir zamana indi (Lynch 2020;
Davenport & Masterson, 2020). Tahminlere dayalı bu sürenin 2020
Eylül’ünde Natanz tesislerinde gerçekleşen sabotaj nedeniyle uzamış
olabileceği ve İran’ın uranyum stokunun atom bombasına yetecek miktara
gelmesinin ne teknik ne de siyaseten hemen silahlanma anlamına gelmediği
not edilmelidir. Bu bağlamda her şeyden önce Tahran’ın sivil nükleer
programdan askeri programa geçmesi için gereken siyasi karar ve bu kararı
belirleyecek kâr-zarar analizi önem kazanmaktadır.
İran nükleer programında “Japonya modeli” ne vurgu yaparak, izlediği
nükleer risklerden korunma (nuclear hedging) stratejisi ile nükleer döngünün
tüm unsurlarına sahip olup, karar verdiği takdirde en kısa sürede nükleer silah
üretme seçeneğini elinde tutmak istemiştir (Bowen & Moran, 2015). Zira
teknik açıdan nükleer yakıt döngüsünü tamamlamış ülkeler ellerindeki
teknolojiyi hem sivil hem de askeri maksatlarla kullanabilme kabiliyetine
sahiptir. Bu bakımdan topraklarında uranyum zenginleştirmek, rejime ve
devlete yönelen dış tehditlere karşı “zahiri bir caydırıcılık” ve bir teminat
olarak değerlendirilmiştir (Şen, 2018). Diğer taraftan, İran’ı nükleer silah
üretebilme kabiliyetinden bilfiil nükleer silah yapmaya götürecek şeyin siyasi
bir karar olacağı 1990’lardan itibaren sıklıkla ifade edilmiştir. Bu denli kritik
bir stratejik kararın ise ancak varoluşsal tehdit algılamaları ve güvenlik krizleri
neticesinde pek çok bölgesel ve küresel dinamiği hesaba katarak alınabileceği
düşünülmektedir (Şen, 2021). Hâlihazırda İran’ın ekonomik öncelikleri
dikkate alındığında, nükleer programındaki son ilerlemeyi, yeniden başlaması
kuvvetle muhtemel diplomatik görüşmelerde elini güçlendirecek bir unsur
olarak kullanmak istediği iddia edilebilir.
Nükleer Diplomasinin Yeni Bağlamı ve Hedefleri
Biden yönetimi ve İran arasında nükleer diplomasi için umutlar artarken ABD
seçimlerini izleyen kısa süre içinde yaşanan iki kritik gelişme nükleer
anlaşmanın selameti için bölge ve İran siyasetindeki gelişmelerin de en az
ABD’deki gelişmeler kadar önemli olduğunu tekrar hatırlattı. İran’ın devrim
sonrası nükleer programının mimarı olarak bilinen, aynı zamanda Savunma
Bakanlığı Araştırma ve İnovasyon Kurumu Başkanı olarak da görev yapan
nükleer fizikçi Muhsin Fahrizade’ye Tahran yakınlarında düzenlenen suikast
ve İran’ın suikasttan İsrail’i sorumlu tutması İran ve İsrail arasındaki gerilimi
yeniden tırmandırdı. Tahran’ın stratejik hesaplamasında Fahrizade için
yapılacak misillemenin, en azından şimdilik, ABD ile başlayacak diplomasiye
zarar verebileceği endişesiyle ertelendiği ve İranlı siyasetçilerin bu suikastı
diplomasi umudunu hedef alan bir hamle olarak okuduğu gözlemlenmektedir.
İran’ın
anlaşmadan
temel
kazanımları,
krizin başından
itibaren NPT
kapsamında
“devredilemez
ulusal hakkı”
olarak gördüğü,
denetime açık ve
şeffaf bir
program
yürütmesi
karşılığında
nükleer
programına
yönelik çok ve
tek taraflı
yaptırımların
kaldırılması oldu.
Trump Dönemi ve Sonrasında İran’ın Nükleer Programı Üzerine Bir İnceleme
6
6
Ancak saldırının hemen akabinde iç siyasetten hükümete yönelik baskılar da
artmaya başladı. Muhafazakârların kontrolündeki İran parlamentosu saldırıyı
takip eden dört gün içinde İran’ı nükleer anlaşmadaki taahhütlerinden daha da
uzaklaştıracak “Yaptırımların İptali için Stratejik Eylem Planı” yasasını
hazırlayarak kanunlaşması için Anayasayı Koruyucular Konseyi’ne gönderdi.
2 Aralık’ta yürürlüğe giren yasanın ilk maddesi, kanunun kabulü ertesinde
İran Atom Enerjisi Kurumu’nun vakit kaybetmeksizin yüzde 20 oranında
uranyum zenginleştirme faaliyetlerine başlamasını ve bir yıl içinde en az 120
kilogramlık stok elde etmesini şart koşmaktadır. Yasanın altıncı maddesi ise
yaptırımların kaldırılması için iki ay mühlet tanıyarak, petrol ihracatı ve
bankacılık faaliyetlerine yönelik ağır yaptırımların devam etmesi durumunda,
İran’ın gönüllü olarak uyguladığı Ek Protokol’ün askıya alınması ve nükleer
tesislere NPT kapsamındaki Güvence Denetimleri Anlaşması (Safeguards
Agreement) dışında gerçekleşen ani teftişlerin durdurulması şartını
getirmektedir (Strategic Action Plan to Lift Sanctions and Protect Iranian
Nation’s Interests, 2020). Cumhurbaşkanı Ruhani ve hükümet yetkilileri
yasadan duydukları hoşnutsuzluğu ifade etse de süreç yasanın öngördüğü
şekilde işlemeye başladı. 1 Ocak 2021’de IAEA’yı yüzde 20 oranında
uranyum zenginleştireceği konusunda bilgilendiren İran, 4 Ocak’ta Fordo
tesislerinde bu işleme başladı. İranlı yetkililer diğer adımlar gibi bu adımın da
geri alınabilir olduğunu, ancak bunun için ABD’nin yaptırımları kaldırması
gerektiğini vurgulamaktadır (Tehran Times, 8 Ocak 2021).
Tahlil edilen tüm bu gelişmelerin ışığında, İran nükleer programının barışçıl,
kısıtlı ve denetlenebilir kalmasını teminat altına alan JCPOA’nın korunması
ve sürdürülmesi için mevcut, fakat diğer siyasi ve jeopolitik gerilimlerden
azade olmayan dar diplomasi penceresinin bir an evvel kullanılması elzem
görünmektedir. Haziran 2021’de İran’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı
seçimleri öncesinde, Biden yönetimi ile Ruhani hükümeti arasında daha önce
JCPOA müzakerelerinde birlikte çalışmış ABD’li ve İranlı diplomatların
ABD’nin anlaşmaya dönüşünü sağlayacak diplomatik hamleleri
canlandırması için kritik bir zaman dilimi bulunmaktadır. Bu temaslarda
mesafe kat edilmesi nükleer meseledeki ilerlemeyi, daha doğrusu yeniden
2015 ayarlarına dönüşü, bölgedeki ve ülkelerin iç siyasetlerindeki siyasi
gelişmelerin olası olumsuz etkilerinden koruyabilir. İran, 2021’in başında
attığı son adımlarla bu takvimi yönetmek ve Biden yönetiminin seçeneklerini
sınırlandırmak istemektedir. Tahran vakit kaybetmeksizin Washington’ın
mevcut anlaşmaya geri dönmesini ve yaptırımların kaldırılmasını
beklemektedir. Ruhani yönetimine göre yaptırımların sona ermesi yeni
Başkan’ın bir imzası ile çözülecek denli basit bir işlemdir ve müzakerelere
dahi gerek yoktur (Motamedi, 2020). ABD’de ise nükleer anlaşmanın
Güvenlik Yazıları, No. 55, Ocak 2021
7
hâlihazırdaki haline dönmek veya Tahran’ın ekonomik sorunlarını bir
manivelaya dönüştürerek İran’dan daha fazla taviz talep etmek arasında bir
ikilem olsa da, hem seçilmiş Başkan Biden ve ekibinde hem de imzacı Avrupa
ülkelerinde önceliğin nükleer anlaşmanın mevcut haline bir an evvel
dönülmesi olduğu görüşü ağırlık kazanmaktadır. Fakat İran’ın bölgesel
faaliyetleri ve balistik füze programı konusunda yeni dönemde tartışmaların
derinleşeceği öngörülebilir.
İran, ağır silahlanmış bir bölgede savunması için konvansiyonel bir araç
olarak gördüğü, Irak ile savaşın getirdiği ders ve tecrübelerle kurguladığı ve
nükleer programı ile aynı başlık altında tartışmayı kesin bir dille reddettiği
balistik füze programı konusunda müzakerelere yanaşmamaktadır. Bu yönde
bir diplomasi için Tahran dâhil bölgedeki tüm aktörlerin güvenliğini teminat
altına alacak kolektif fakat mevcut konjonktürde başarılması oldukça güç bir
çözüm üzerinde çalışılması gerekmektedir. Böyle bir adıma geçilebilmesi
için, sadece nükleer krizi çözmek adına yapıldığı vurgulanan ve taraflar
arasındaki derin tarihsel husumeti müzakere, diplomatik iletişim ve IAEA’nın
doğrulama faaliyetleri ile aşmaya çalışan JCPOA’nın yeniden etkin bir şekilde
uygulanmaya başlaması yerinde bir adım olacaktır. Yalnızca böyle bir
gelişme, sonrası için mutlak surette bir iyileşme getirmese de daha ümitvar
süreçlerin kapısını aralayabilir. Diplomasi şansının yitirilmesi ve güven
bunalımının giderilememesi ise gerek İran’ı gerek uluslararası ve bölgesel
siyaseti nükleer krizin 2010 sonrasındaki tırmanışına benzer kısır ve sancılı
bir döngüye sevk edecektir.
İran Mayıs
2019’dan
itibaren attığı
beş adım ile
“uranyum
zenginleştirme
kapasitesi, oranı,
miktarı ve AR-GE
faaliyetleri dâhil
olmak üzere
nükleer
programı
üzerindeki
kısıtlayıcı tüm
taahhütleri
askıya aldığını”
ilan etti.
Trump Dönemi ve Sonrasında İran’ın Nükleer Programı Üzerine Bir İnceleme
8
8
KAYNAKÇA
Bahgat, G. (2006). “Nuclear proliferation: The Islamic Republic of Iran”,
Iranian Studies, Cilt 39 (3), ss. 307-327.
Bowen, W ve M. Moran (2015). “Living with nuclear hedging: the
implications of Iran’s nuclear strategy”, International Affairs, Cilt 91(4), ss.
687–707.
CNN, “Joe Biden: There’s a smarter way to be tough on Iran”, 13 Eylül 2020.
Davenport, K. ve J. Masterson, “The Limits of Breakout Estimates in
Assessing Iran’s Nuclear Program”, Arms Control Association, Cilt 12 (6), 4
Ağustos 2020.
IAEA Board of Governors, “Verification and monitoring in the Islamic
Republic of Iran in light of United Nations Security Council resolution 2231
(2015), 11 Kasım 2020.
Lynch, M. “Despite U.S. Sanctions, Iran Expands Its Nuclear
Stockpile”, Foreign Policy- Column Lynch, 8 Mayıs 2020.
Masterson, J. “Iran Grows Uranium Stockpile”, Arms Control
Assocation, Aralık 2020.
Mehr News Agency, “Iran takes final JCPOA step, removing last limit
on nuclear program”, 5 Ocak 2020.
Motamedi, M., “Rouhani: ‘No negotiations’ needed to restore Iran
nuclear deal”, Al-Jazeera, 9 Aralık 2020.
Parsi, T. (2017). Losing an Enemy: Obama, Iran, and the Triumph of
Diplomacy. New Haven: Yale University Press.
Press TV, “Iran announces decision to take fifth step to scale back JCPOA
commitments”, 5 Ocak 2020.
Strategic Action Plan to Lift Sanctions and Protect Iranian Nation’s Interests,
3 Aralık 2020. https://www.niacouncil.org/publications/iranian-parliament-
bill-on-nuclear-program-full-text-in-english/ (Erişim tarihi: 5 Aralık 2020).
Şen, G. (2017). “Ruhani Döneminde İran-ABD İlişkileri”, İRAM Analiz,
Nisan 2017.
Şen, G. (2018). Devrimden Günümüze İran’ın ABD Politikası: Tarihsel
Sosyolojik Bir Analiz. 2. Baskı, Ankara: ODTÜ Yayıncılık.
Güvenlik Yazıları, No. 55, Ocak 2021
9
Şen, G. (2021). “İran Nükleer Krizi: Diplomasi ve Gerilim Ekseninde Bir
Süreç Analizi (2002-2020)”, Elhan, N. ve O. Karaoğlu (der.), İran: Bir
Ülkenin Akademik Anatomisi. Ankara: İnkılap Yayınevi. (Yayın
aşamasında).
Tehran Times, “Iran short of ‘significant quantity’ of material for
nukes: IAEA”, 11 Ekim 2020.
Tehran Times. “Iran says will halt 20% enrichment if U.S. lifts
sanctions”, 8 Ocak 2021.
UN Security Council Resolution 2231 (2015), http://www.un.org/en/ga/
search/view_doc.asp?symbol=S/RES/2231(2015) (Erişim tarihi: 1 Aralık
2020).
EK OKUMA
Njølstad, O. (2011). Nuclear Proliferation and International Order: Challenges
to the Non-Proliferation Treaty. London: Routledge.
Moussavian, S. H. (2012). The Iranian Nuclear Crisis: A Memoir. Carnegie
Endowment for International Peace.
Burns, J. W. (2019). The Back Channel: A Memoir of American Diplomacy
and the Case for Its Renewal. New York: Random House.
İNTERNET
International Crisis Group, İran sayfası, https://www.crisisgroup.org/middle-
east-north-africa/gulf-and-arabian-peninsula/iran
The Atlantic Council, Iransource, https://www.atlanticcouncil.org/category/
blogs/iransource/
Uluslararası İlişkiler Konseyi (UİK) Derneği, Türkiye’de uluslararası ilişkiler çalışmalarının gelişimine
katkıda bulunmak, ilgili alanlarda çalışanları bir araya getirmek ve çalışmalarını desteklemek amacıyla bir
grup akademisyen, medya çalışanı ve dışişleri mensubu tarafından 2004 yılında tarihinde kurulmuştur. 2010
yılından beri International Studies Association (ISA) ortak kuruluşu ve 2016’dan beri de Balkan Political
Science Association (BPSA) üyesi olan UİK, iki yılda bir düzenlediği Uluslararası İlişkiler Çalışmaları ve
Eğitimi Kongresi ile Güvenlik Akademisi ve Dış Politika Akademisi eğitim programlarını
gerçekleştirmektedir. Uluslararası İlişkiler disiplininin Türkiye’deki gelişimine katkı yapmış öğretim
üyelerine yönelik Ustalara Saygı Ödülü ile genç akademisyenlere yönelik Teşvik Ödülü veren UİK, başta
Uluslararası İlişkiler dergisi ile Güvenlik Çalışmaları serisi olmak üzere kapsamlı bir yayım programı ile
Güvenlik Portalı (GP), Türkiye Barışı Koruma Veri Tabanı (TÜBAKOV), Kavram Avcıları ve Black Sea
Young Reformers Fellowship (BSYRF) projelerini hayata geçirmiştir.
UİK hakkında daha fazla bilgi almak için, lütfen web sayfasını (https:/www.uik.org.tr) ziyaret ediniz.
© UİK 2021
Bu çalışmanın telif hakları Uluslararası İlişkiler Konseyi (UİK)’e ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak
gösterilerek kısmen yapılacak makul alıntılar dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayımlanamaz. Bu
çalışmada yer alan değerlendirmeler yazarına aittir; UİK’in kurumsal görüşünü yansıtmamaktadır.