Content uploaded by Esat Ayyildiz
Author content
All content in this area was uploaded by Esat Ayyildiz on Jan 11, 2021
Content may be subject to copyright.
MUASIR FİLOLOJİ VE
EDEBİYAT TETKİKLERİ
Doç. Dr. Bahar DEMİR
Dr. Öğr. Üyesi Begüm KURT
Dr. Öğr. Üyesi Engin BÖLÜKMEŞE
Dr. Öğr. Üyesi Esat AYYILDIZ
EDİTÖR
Dr. Öğr. Üyesi Esat AYYILDIZ
YAZARLAR
Dr. Öğr. Üyesi Gülşah PARLAK KALKAN
Öğr. Gör. Dr. Tuba KAPLAN
Arş. Gör. Dr. Ersin ÇETİNKAYA
Türkçe Öğr. Ali KIRİBİŞ
MUASIR FİLOLOJİ VE EDEBİYAT
TETKİKLERİ
EDİTÖR
Dr. Öğr. Üyesi Esat AYYILDIZ
YAZARLAR
Doç. Dr. Bahar DEMİR
Dr. Öğr. Üyesi Begüm KURT
Dr. Öğr. Üyesi Engin BÖLÜKMEŞE
Dr. Öğr. Üyesi Esat AYYILDIZ
Dr. Öğr. Üyesi Gülşah PARLAK KALKAN
Öğr. Gör. Dr. Tuba KAPLAN
Arş. Gör. Dr. Ersin ÇETİNKAYA
Türkçe Öğr. Ali KIRİBİŞ
Copyright © 2020 by iksad publishing house
All rights reserved. No part of this publication may be reproduced,
distributed or transmitted in any form or by
any means, including photocopying, recording or other electronic or
mechanical methods, without the prior written permission of the
publisher, except in the case of
brief quotations embodied in critical reviews and certain other
noncommercial uses permitted by copyright law. Institution of
Economic Development and Social
Researches Publications®
(The Licence Number of Publicator: 2014/31220)
TURKEY TR: +90 342 606 06 75
USA: +1 631 685 0 853
E mail: iksadyayinevi@gmail.com
www.iksadyayinevi.com
It is responsibility of the author to abide by the publishing ethics rules.
Iksad Publications – 2020©
ISBN: 978-625-7279-72-7
Cover Design: İbrahim KAYA
December / 2020
Ankara / Turkey
Size = 16 x 24 cm
İÇİNDEKİLER
EDİTÖRDEN
ÖNSÖZ
Dr. Öğr. Üyesi Esat AYYILDIZ ………………………….…….....………1
BÖLÜM 1
KLASİK ARAP ŞİİRİNDE RAHÎL BÖLÜMLERİ
Dr. Öğr. Üyesi Esat AYYILDIZ……………………..…...…….…………..5
BÖLÜM 2
FAKİR BAYKURT’UN “TELLİ YOL” ESERİNDE
TÜRK VE ALMAN İMGELERİ
Dr. Öğr. Üyesi Engin BÖLÜKMEŞE….……..………………….….…..35
BÖLÜM 3
ÜTOPİK BİR DÜZENDE GERÇEKÇİLİKTEN TOPLUMSAL
GERÇEKÇİLİĞE: M. YE. SALTIKOV-ŞEDRİN ve
SABAHATTİN ALİ
Doç. Dr. Bahar DEMİR, Arş. Gör. Dr. Ersin ÇETİNKAYA....……....67
BÖLÜM 4
TÜRKÇENİN YABANCI DİL OLARAK ÖĞRETİMİ
KAPSAMINDA TÜRKÜLER: ÂŞIK VEYSEL TÜRKÜLERİ
Öğr. Gör. Dr. Tuba KAPLAN………...........................………………125
BÖLÜM 5
İCRA BAĞLAMINDA MALATYA YÖRESİ
TÜRKÜLERİNİN SÖYLENDİKLERİ ORTAMLAR
Dr. Öğr. Üyesi Begüm KURT…………..…………………………….…151
BÖLÜM 6
TV HABER PROGRAMLARINDA YAPILAN DİL
YANLIŞLARI
Dr. Öğr. Üyesi Gülşah PARLAK KALKAN,
Türkçe Öğr. Ali KIRİBİŞ……………………………………………...…195
1
ÖNSÖZ
Edebiyatın, dilin ve söz konusu bu iki kavramın geliştirilmesi
bağlamında yapılan çalışmaların, medeniyetimizin şekillenmesine ve
gelişmesine olan katkılarını sıralamaya kalkmak, sonsuz evrende
yolculuğa çıkmaya benzer. Nitekim beşeriyetin gerçekleştirdiği her
atılımın ve elde ettiği her başarının ardında, dilin ve edebiyat sanatının
muazzam bir rolü vardır. İnsanoğlunu diğer canlılardan ayıran en
önemli özellik, düşünebilme yeteneği ve buna bağlı olarak gelişen
konuşma yetisidir. Geçmişten bugüne, insanın doğaya karşı verdiği
ezeli savaşta kullandığı en büyük silahı ve en büyük avantajı, dilsel
yeteneği ve bu melekesi sayesinde geliştirdiği edebiyat sanatı
olmuştur. Görünüşe göre, kadim insanlar, düşünebilmelerine yahut
düşündüklerini aktarabilmelerine olanak sağlayan en kıymetli
hazinelerinin, konuşma yetisi olduğunun son derece bilincindedir.
Eski Arapların “manṭıḳ” () sözcüğünü “konuşmak” manasına
gelen “nutḳ” () kelimesinden türetmesi, keza Antik Yunanın
“mantık” (λογική / logikí) sözcüğünü yine “konuşma” manasına gelen
λόγος (lógos) kelimesinden türetmiş olması, sıradan bir tesadüften çok
daha fazlasıdır.
Medeniyetler, kültürler, uluslar ve devletler, kendi söylemleriyle
kurulmuş, söylemi daha güçlü olanlar tarafından yıkılmıştır.
Çevrelerini anlamak ve anlamlandırmak adına, önce gördükleri
nesnelere, sonra da göremedikleri kavramlara isim verme uğraşına
giren ilk insanlar, tarih sahnesinin tanık olduğu ilk filologlardır.
Matematiği keşfeden kadim âlimler, sayılara isim verdiklerinde, beş
2
MUASIR FİLOLOJİ VE EDEBİYAT TETKİKLERİ
duyumuzun ötesine uzanan bir evrenin kapısını aralama yolunda
dilden yararlanmışlardır. Duyularımızla algıladıklarımızın tanımlan-
masının ardından, algılarımızı aşan tabiatüstü yaratıkları, ejderhaları,
perileri ve devleri uyduran anlatıcılar, tarihin ilk kurgucularıdır.
Aslında var olmayanın anlatılması, özü itibarıyla yalancılıktan ibaret
olmasına karşın, insanları birleştiren görünmez bir edebî ve manevi
bağ vazifesi görmüştür. Ra, Enki, Zeus ve benzeri sayısız mitolojik
karakterin, edebî bir dille ete kemiğe büründürülmesinin ardında,
insanları veya ulusları yönlendirme ve birleştirme gayesinin yattığı
aşikârdır. İskandinavyalılar Valhalla kurgusuyla askerlerinin
savaşımcı güdülerini perçinlemeyi fazlasıyla başarmışlardır. Kadim
kâhinlerin ve şamanların secili sözleri, büyüsel terennümler, antik
dinî metinler, mitolojik anlatılar ve daha pek çok edebî materyal,
modern edebiyatın ve medeniyetin temellerini ilmek ilmek
dokumuştur.
Günümüzün yaşayan baskın dil ve edebiyatları, hiç kuşkusuz ki,
muazzam bir gelişmişlik seviyesine ulaşmış durumdadır. Geçmişin
henüz tetkik edilememiş edebî ürünleri ile çağdaş edebî eserlerin
birleşiminden meydana gelen bu uçsuz bucaksız bilgi birikimi, ancak
bilim aracılığıyla kıymetli bir hazineye dönüştürülebilir. Bu bağlamda,
filologların pek zorlu bir görevi üstlenmeleri gerekmektedir. Nitekim
geçmişte insanoğlunun gerçekleştirdiği büyük atılımlar, nasıl dil ve
edebiyatın gelişmesi sayesinde vukua gelmişse, gelecekte
gerçekleşecek atılımlar da bu iki kavram sayesinde gelişme imkânı
bulabilecektir. İstikbalde günümüz dillerinin yerini alacağı düşünülen
3
ve adeta telepatiyi andıran, yapay zekânın kullanımıyla kodlamayı
esas alan iki değerli (binary) suni dil, çağımızın telaffuza dayalı
geleneksel konuşma yönteminin tahtını sarsmaya hazırlanıyorken,
bugünkü algılarımızın ötesine ulaşan muazzam filolojik sıçramaların
yaşanacağını düşünmemek elde değildir. Gelecek ne getirirse getirsin,
insan elinden çıkan tüm gelişmelerin, dil ve edebiyatın doğru şekilde
kullanımıyla elde edildiği ve edileceği aşikârdır.
Takdirlerinize sunulan bu kitap çalışmasında, filoloji, dil ve edebiyat
alanında, altı modern çalışma bilim dünyasına kazandırılmaktadır. İlk
bölüm, Arap edebiyatındaki klasik kaside geleneğinde sıkça kullanılan
tematik unsurlardan biri olan raḥîl konusunu ele almaktadır. İkinci
bölüm, Fakir Baykurt’un “Telli Yol” adlı eserindeki Türk ve Alman
imgelerini irdelemektedir. “Ütopik Bir Düzende Gerçekçilikten
Toplumsal Gerçekçiliğe: M. Ye. Saltıkov-Şedrin ve Sabahattin Ali”
başlığını taşıyan üçüncü bölüm, hem Türk hem de Slav dünyasını
yakından ilgilendirmektedir. Dördüncü bölüm, Âşık Veysel türküleri
bağlamında, Türk dilinin yabancı dil olarak öğretilmesi kapsamında
türküler mevzuunu tetkik etmektedir. Beşinci bölüm, icra bağlamında
Malatya yöresi türkülerinin söylendikleri ortamlara ilişkindir. Güncel
bir meseleye değinen altıncı ve son bölüm ise TV haber
programlarında yapılan dil yanlışlıklarını ele almaktadır.
Dr. Öğr. Üyesi Esat AYYILDIZ
Editör
Kars - 2020
4
MUASIR FİLOLOJİ VE EDEBİYAT TETKİKLERİ
5
BÖLÜM 1
KLASİK ARAP ŞİİRİNDE RAHÎL BÖLÜMLERİ
Dr. Öğr. Üyesi Esat AYYILDIZ1
1 Kafkas Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü,
Arap Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Kars, Türkiye, esatayyildiz@hotmail.com,
ORCID ID: 0000-0001-8067-7780
6
MUASIR FİLOLOJİ VE EDEBİYAT TETKİKLERİ
7
GİRİŞ
Kadim Arap dehasının ve üretkenliğinin en belirgin sanat mahsulleri,
sosyal ve edebî yaşamlarında çokça önem verdikleri kaside
formundaki şiirlerdir. Malum olduğu üzere kasideler, klasik dönemde
genellikle birkaç temanın bir araya getirilmesiyle şekillendirilen çok
temalı manzumelerdir. Kaside nazmına girişen şairlerin çoğu zaman
aslî hedefi, genellikle kasidenin üçüncü kısmında yer alan faḫr
(övünme), medîḥ (methiye) yahut hicâ’ (hiciv) bölümünde
anlatacakları mevzulardır (Gu, 2014: 62). Dolayısıyla bahsi geçen bu
kısımlar, esasen kasidenin temel mevzuunu teşkil etmektedir. Ne var
ki bu aslî konuların işlenmesine geçilmeden önce, şairler insanların
ilgisini daha çok çekebilecek konulara da değinmeyi tercih
etmişlerdir. Böylelikle şairin anlatmak istediği aslî mevzuya
geçilinceye kadar, dinleyicilerin ilgilerinin daha etkileyici ve daha hoş
konularla çekilmesi arzulanmıştır.
Tahmin edileceği üzere, insanların en çok hoşuna giden anlatımlar,
genellikle yumuşak ifadelerle aşkın konu edildiği nesîb bölümlerinde
karşımıza çıkmaktadır. Klasik kaside çoğu zaman bu bölümle
başlamakta ve burada terk edilen diyarlardan, ayrılıktan ve nostaljik
unsurlardan bahsedilmektedir (Çetin, 2011: 61). Söz konusu bölümün,
şiirsel açıdan kasidenin en değerli kısmını meydana getirdiğini
söylemek mümkündür. Mamafih nesîb bölümü, daha ciddi konular
olan övgü, övünme yahut yergi bölümlerine dinleyicileri hazırlaması
beklenen bir girizgâh olmaktan öteye geçememektedir. Ayrıca nesîb
bölümü bu aslî temaya geçişte tek başına yeterli olamadığından, nesîb
8
MUASIR FİLOLOJİ VE EDEBİYAT TETKİKLERİ
ile ana tema arasında yer alacak bir geçiş bölümüne daha ihtiyaç
duyulmuş olmalıdır. İşte böylelikle kadim Arap şairlerinin bu boşluğu
doldurmak maksadıyla, çölde geçen yolculuklarını ve karşılaştıkları
zorlukları konu edindikleri raḥîl bölümlerinden istifade etme yoluna
gittiklerini düşünmek makuldür.
Bu çalışmada, kaside bünyesinde yer alan baskın bir tema olmasına
karşın, hak ettiği ilgiyi yeterince görememiş olan raḥîl bölümleri
tetkik edilecektir. Bu bağlamda ilk olarak raḥîl teriminin etimolojisine
değinilecek, ardından mezkûr bölümün mahiyeti ve kaside içerisindeki
konumu irdelenecektir. Daha sonra ise raḥîl bölümünün kasidenin
diğer bölümleriyle olan ilişkisi tetkik edilecektir. Müteakiben raḥîl
şiirlerindeki mekân ve karakter kullanımına değinilecek ve bu
bölümlerde kullanılan belli başlı konular saptanacaktır. Çalışmanın
birincil kaynağı klasik döneme ait şiirler olduğundan, makalede
varılan sonuçların somut bir veri üzerinden ispatlanabilmesi
maksadıyla, son olarak tipik bir raḥîl bölümü Türkçe tercümesiyle
birlikte örnek olarak sunulacak ve detaylı şekilde mütalaa edilecektir.
1. RAḤÎL TERİMİNİN ETİMOLOJİSİ
Arap edebiyatındaki raḥîl (
) terimi, malum olduğu üzere r-ḥ-l
kökünden türetilmiş bir kelimedir. Bu terimin çok eski bir sözcük
olduğunu, hatta belki de Asıl Sâmîceden (Ursemitisch, Proto-
sémitique) diğer alt dillere aktarıldığını düşünmek mümkündür.
Nitekim r-ḥ-l kökünün Saba dilinde ekipman ve koşum takımı gibi
manalara geldiği bilinmektedir (Beeston, Ghul, Müller, & Ryckmans,
9
1982: 116). Keza raḥale yahut raḫale kelimesi, Ge’ez dilinde de
benzeri bir manayla karşımıza çıkmaktadır (Leslau, 2006: 466). Ne
var ki İbranicede raḫel (לחר) sözcüğü dişi koyun manasına
gelmektedir (Kitto, 1849: 2/745). Dolayısıyla Kuzey ve Güney Samî
dilleri arasında, bilemeyeceğimiz bir tarihte, bu kelime bağlamında
küçümsenemeyecek bir anlam farklılaşması vukua gelmiş olmalıdır.
Arap dilinde raḥale (
) fiili, yola çıkmak, ayrılmak, gitmek, göç
etmek, hayvana semer vurmak, eğer takmak gibi manalara
gelmektedir. Raḥḥale () sözcüğü, göçe zorlamak, ayrılmaya
mecbur etmek, kovmak, birisini sürmek, sevk etmek, develeri
yüklemek anlamındadır. Keza erḥale (
) kelimesi, göçe zorlamak,
kovmak, ayrılmaya zorlamak, birisine binek devesini vermek,
binekleri ve develeri çok olmak demektir. Teraḥḥale (
) eylemi,
sürekli göç etmek, göçebe hayatı sürmek, durmaksızın yolculuk
etmek, sefere çıkmak anlamlarındadır. İrteḥale (
) ise yola
koyulmak, gitmek, ayrılmak, göçebe yaşantısı sürdürmek, yolculuk
etmek manasındadır. İsterḥale (
) fiili, binek devesi istemek
yahut birisinden yola koyulmasını talep etmek anlamına gelmektedir.
Yola çıkan yahut göç eden kişiye râḥil ç. râḥilûn/ruḥḥal (
ç.
), binek devesine râḥile ç. revâḥil (
ç.
)
denilmektedir. Raḥl ç. riḥâl ( ç.
) sözcüğü, semer, palan, eğer
manalarındadır. Riḥle ç. riḥal/riḥlât (
ç.
) kelimesi
yolculuk, ruḥle () sözcüğü ise gidilen yer demektir. Raḥḥâl ç.
râḥḥâlûn ( ç. ) tabiri, seyyah manasında kullanılmaktadır.
Raḥîl (
) kelimesi ise, göç, sefer, gidiş, yola koyulma, ayrılma gibi
10
MUASIR FİLOLOJİ VE EDEBİYAT TETKİKLERİ
manalara gelmektedir (İbn Manẓûr, Bty., 11/274-280; Wehr, 1985:
458-460). Anlaşıldığı üzere, Arapçada r-ḥ-l kökünden türetilebilen
tüm bu sözcükler, o veya bu şekilde yolculuk manasıyla doğrudan
doğruya ilişkilidir ve şiirlerde bu tabirlerle sıkça karşılaşılması
olasıdır.
2. RAḤÎL TEMASININ MAHİYETİ VE KASİDE
İÇERİSİNDEKİ KONUMU
Klasik Arap kasidesinin içerisinde, şairin çölde yaptığı yolculukları
anlattığı kısma raḥîl bölümü denilmektedir. Söz konusu kısmın
adlandırılmasında, bu kelimenin niçin seçildiği aşikârdır. Nitekim
şairler bu kısımda genellikle tamamen çöldeki yolculuklarını
anlatmaya odaklanmakta ve çöl atmosferinin dışına çıkmamaktadırlar.
Keza raḥîl bölümünde kasidenin farklı bölümlerine yapılan atıf asgari
düzeydedir ve bu durum genellikle methiye ağırlıklı kasidelerde vuku
bulmaktadır. Kaside içerisindeki dizilim açısından, raḥîl bölümleri,
genellikle kasidenin ikinci kısmında, nesîb bölümünden hemen sonra
yer almaktadır. Zira hatırlanacağı üzere, raḥîl bölümünün kullanımı,
latif aşk temasından aslî temaya yapılacak geçişin anlamlı kılınmasına
hizmet etmektedir.
Raḥîl bölümünün şekillendirilmesinin ve yaygın şekilde kullanılması-
nın ardında, erken dönem Arap yaşantısında deveye verilen muazzam
önem yatmaktadır. Câhiliye şiiri Arapların gündelik hayatıyla
yakından ilişkilidir. Dolayısıyla çölde yapılan uzun ve yorucu
yolculuklar, bedevilerin yaşam tarzlarının önemli bir parçasıdır.
11
Yorucu çöl yolculukları için en elverişli hayvan, sıcak iklime, açlığa,
susuzluğa ve kum fırtınalarına dayanıklılığıyla ön plana çıkan
develerdir. Öyle ki bedevilerin hayatta kalması develerin varlığına
bağlı olduğundan, Sprenger bedeviler için “deve paraziti” tabirini dahi
kullanmaktadır. Atın ehlileştirilmesi insanların en asil kazanımların-
dan sayılıyorsa, göçebelerin bakış açısından devenin ehlileştirilmesi
de en kullanışlı keşif olmuştur. Nitekim ulaşım aracı olarak üstlendiği
çok önemli vazifenin yanı sıra, besin kaynağı olması ve bir takas aracı
olarak işlev görmesi, devenin Arap toplumundaki önemini arttırmıştır.
Gelinlere verilen başlığın, öldürülenlerin ailelerine ödenen kan
parasının, meyser oyunundan elde edilen kârın yahut kabile
liderlerinin servetlerinin, develer üzerinden hesaplandığı malumdur
(Hitti, 2002: 21-22). Hal böyle olunca, Arap edebiyatında asırlar
boyunca işlenecek olan deve motifi, en eski Arap şiirlerinde dahi
karşımıza çıkmaktadır.
Devenin kadim Arapların yaşamındaki muazzam önemi
anlaşıldığında, eski şairlerin niçin durmaksızın develerden bahsettiğini
anlamlandırmak daha kolay olacaktır. Raḥîl bölümünde betimlenen
binekler, genellikle nâḳa () tabir edilen dişi develerdir. Hatta bu
kullanım fazlaca klişeleştirildiğinden, bazen şairlerin bu kelimeye yer
vermeksizin, doğrudan dişi deveyi niteleyen dişil formda bir sıfat
kullanma yoluna gittikleri gözlemlenmektedir (bkz. Beşşâr b. Burd,
1376/1957: 3/75-83).
12
MUASIR FİLOLOJİ VE EDEBİYAT TETKİKLERİ
Ne var ki şairler raḥîl bölümünde bazen atlarıyla çıktıkları
yolculuklardan bahsedebilmektedirler. Daha ziyade Abbâsî dönemi
kasidelerinde, deve temasının yerini atların almaya başladığı
gözlemlenmektedir. Muhtemelen bunun nedeni, dönem şairlerinin
geleneksel şiir formunu modern çağın şartlarına uyarlama çabasından
ileri gelmektedir. Yine de bu durum geniş bir yaygınlık
bulamayacaktır. Öte yandan Abbâsî döneminde bu alanda bazı
yeniliklerle karşılaşıldığı doğrudur. Örneğin; el-Mutenebbî (ö.
354/965) geleneksel raḥîl temasını tiye aldığı bir şiirinde, yayan olarak
yapılan bir yolculuğu konu edinmektedir (Jacobi, 1982: 20). Bu
minvaldeki kullanımlar bir tarafa bırakıldığında, Abbâsî şairleri
tarafından, Câhiliye şiirleriyle neredeyse özdeş olabilecek kadar
benzer olan raḥîl bölümlerinin nazmedildiğini belirtmek gerekir.
3. RAḤÎL BÖLÜMÜNÜN KASİDENİN DİĞER
BÖLÜMLERİYLE İLİŞKİSİ
Raḥîl teması, hiciv, methiye ve övünme gibi pek çok konuyla birlikte
kullanılabilmektedir. Lakin özellikle methiyenin aslî konu olduğu
kasidelerde, raḥîl teması daha anlamlı bir hale gelmektedir. Bu gibi
durumlarda şair, geleneksel olarak nesîb kısmıyla kasideye giriş
yapmakta, daha sonra raḥîl bölümüne geçiş sağlamaktadır. Bu kısımda
çölde karşılaşılan sıkıntılar, övülen kişinin yahut haminin merhametini
kazanmak adına özenle anlatılmaktadır. Hatta memdûḥun şaire
vereceği hediye ve hibelerin miktarını arttırmak adına, bu kısımda
karşılaşılan meşakkatler abartılabilmektedir. Zira methiyelerde şairin
katlandığı bu zorlu yolculuğun yegâne gayesi, memdûḥuna
13
ulaşmaktır. Methiyelerde şairin ve bineğinin tek motivasyonu,
hamilerinin yanına varmak, ondan feyiz almak, ikramlarıyla mesut
olmak, onun cömertliğine ulaşmak yahut konuk severliğiyle rahata
ermektir (bkz. ʿAlḳame el-Faḥl, 1353/1935: 9-16). Bu bağlamda
düşünüldüğünde, şairin duçar olduğu meşakkatleri mübalağalı şekilde
aktarması yahut zihninde hiç yaşanmamış güçlükler kurgulaması
muhtemeldir.
Kasidenin ana konusunun faḫr yani övünme olduğu şiirlerde, raḥîl
bölümünün üstlendiği rol, en az methiyelerdeki kadar yüksektir. Öte
yandan methiye ve fahriye kasidelerinin raḥîl kısımlarının arasında,
belirgin bir farklılığın olduğunu söylemek güçtür. Lakin övünme
ağırlıklı kasidelerin raḥîl kısımlarında şairin amacı, dayanıklılığını,
gücünü, cesaretini, izcilik yeteneklerini ve tahammül seviyesinin
yüksekliğini anlatmaktır. Dolayısıyla çöl yolculuğu adeta şairin
yeteneklerini gösterdiği bir er meydanına dönüştürülmektedir. Bunun
yanı sıra devesinin süratinin ve dayanıklılığının anlatılmasıyla, şair
sahip olduğu varlıklar üzerinden dolaylı yoldan övünmüş olmaktadır.
Hiciv temasıyla raḥîl teması, özü itibariyle fazla uyumlu değildir.
Nitekim yolculuk anlatısının yergiyle insicamlı şekilde kullanılması,
sanıldığından çok daha zordur. Ayrıca hicviyelerin genellikle daha
kısa olması hasebiyle, kasideyi uzatan raḥîl ve nesîb gibi bölümlere
fazlaca rağbet gösterilmemektedir. Buna rağmen bazı yergilerde raḥîl
temasından yararlanıldığı vakidir. Öte yandan alışıldık kaside
sıralamasının, hiciv ağırlıklı manzumelerde daha çok değişim
gösterdiği gözlemlenmektedir. Örneğin; şair kasidesine hedef aldığı
14
MUASIR FİLOLOJİ VE EDEBİYAT TETKİKLERİ
kişiyi hicvederek giriş yapmakta, ardından direkt olarak raḥîl kısmına
geçiş sağlamakta ve kasidesini çok uzatmadan sonlandırmaktadır (eṭ-
Ṭaberî, Bty.: 3/267). Yahut kasideye hedef alınan kişinin birkaç
kelimeyle kınanması suretiyle giriş yapılmakta, ikinci beyitle birlikte
derhal övünmenin ağır bastığı bir raḥîl temasına giriş sağlanmakta ve
kasidenin sonunda tekrar yergiye dönüş yapılmaktadır (İbn Hişâm,
1375/1955: 2/212-213). Dolayısıyla hicviyeler söz konusu olduğunda,
kesin yargılardan kaçınmakta fayda vardır. Bu durumun yegâne
nedeni, hicvin şiirin diğer türleriyle uyum sağlayamamış olmasıdır.
4. RAḤÎL BÖLÜMÜNDEKİ MEKÂN VE KARAKTERLER
Klasik Arap şiirinde mekânsal açıdan en avantajlı konuma sahip olan
tema belki de raḥîl bölümüdür. Zira bu kısımda anlatılan olaylar,
kasidenin diğer bölümlerine nazaran daha geniş bir alanda cereyan
eden hadiseleri ele almaktadır. Nitekim raḥîl bölümünün geçtiği
mekân, Arap yurdunun uçsuz bucaksız çölleridir. Bilindiği üzere
Arabistan iklimi, yeryüzü şekillerinin çeşitliliğine göre farklılık arz
etmektedir. Ne var ki bu bölgenin büyük bir bölümü, sıcak ve kurak
bir kuşakta yer almaktadır. Dolayısıyla burada hararetin son derece
şiddetli olduğu çöl iklimi hâkimdir ve sıcaklık kimi zamanlarda elli
dereceye kadar ulaşabilmektedir. Öte yandan çöllerde gündüzle gece
arasındaki sıcaklık farklılıkları son derece fazladır. Nadiren yağmur
alan bu bölgede yağış görüldüğü zamanlarda ise toprak yapısının
sertliğine bağlı olarak seller meydana gelebilmektedir. Dolayısıyla bu
yağmurlar bereket getirmelerinin yanı sıra, yıkıcı tabiat olaylarına da
sebebiyet vermektedir (Apak, 2014: 21-22).
15
Şairlerin şiirlerinde anlattıkları ortam, Arap yurdunun işte bu çetin
coğrafyasıdır. Öte yandan çöller son derece geniş olmasına karşın,
tenhalığı nedeniyle sadece belli başlı hadiselere tanıklık edebilmek-
tedir. Dolayısıyla şairlerin konu edindiği meseleler de çölde
karşılaşılabilecek hadiselerle sınırlıdır. Güzergâhlarında karşılarına
çıkan su rezervleri, pek çok şiirde kullanılan bir motiftir. Keza çöllerin
ihtiva ettiği bazı bitki ve hayvanlar şiirlere konuk olabilmektedir. Bu
sınırlılığa rağmen, raḥîl bölümündeki anlatım, sürekli hareket eden bir
karaktere yoğunlaştığı için son derece akışkandır. Sonuç itibariyle
şairin önünde, istediği hadiseyi kurgulaması için oldukça geniş bir
ufuk bulunmaktadır. Mamafih bu ufkun, klasik şiirin sarsılması güç
gerçekçiliğiyle sınırlandırıldığını hatırlatmak gerekir.
Genel olarak klasik Arap şiirinde ana karakter yahut protagonist,
şairin bizatihi kendisidir. Doğal olarak bu durum, raḥîl bölümünde de
benzer şekilde devam etmektedir. Anlatıcının beyanları, kendi bakış
açısından ve kendi tecrübelerinden süzülenlerdir. Şiirlerde bazen uzun
çöl yolculuklarında şaire eşlik eden arkadaşlarından da
bahsedilmektedir. Lakin bu arkadaşlara verilen rol, genellikle
fazlasıyla sınırlıdır. Öte yandan şairin bu yolculuktaki asıl arkadaşı,
canını emanet ettiği bineğidir. Dolayısıyla raḥîl bölümündeki ikinci
karakterin yahut deuteragonistin bizzat şairin kendi bineği olduğunu
söylemek çok da yanlış olmayacaktır.
16
MUASIR FİLOLOJİ VE EDEBİYAT TETKİKLERİ
5. RAḤÎL BÖLÜMÜNDEKİ KONULAR
Raḥîl bölümlerinde genellikle hep belli başlı konuların işlendiği
gözlemlenmektedir. Söz konusu bölüme geçiş, malum olduğu üzere
nesîb kısmından sağlanmaktadır. Dolayısıyla bu geçişin şiddetini
kırmak için şairlerin taḫalluṣ sanatını ustaca kullanmaları
gerekmektedir. Şairin bu mahareti sergileyebildiği durumlarda, geçiş
son derece mantıklı bir zemine oturmakta ve dinleyiciler için rahatsız
edici olmayan bir akış sağlanabilmektedir. Bu bağlamda en sık rağbet
gösterilen kullanımlardan birisi, şairin belli dertlerinden uzaklaşmak
maksadıyla, devesinin sırtında bir yolculuğa koyulmasıdır (bkz. Lebîd
b. Rebîʿa, 1962: 297-321). Örneğin; bu minvaldeki şiirlerde şairin
gayesi bazen ayrı düştüğü sevgilisini unutmaktır (bkz. ʿAlḳame el-
Faḥl, 1353/1935: 9-16). Kasidenin ana teması methiye olduğunda,
şairler bu seferlere genellikle hamilerine ulaşmak için çıktıklarını
kurgulamaktadır (bkz. Beşşâr b. Burd, 1376/1957: 3/75-83).
Raḥîl bölümlerinde karşımıza çıkan en bariz konu, şairin devesinin
betimlenmesidir. Hatta raḥîl terimi ile vaṣfu’l-cemel (deve tasviri)
tabiri, kimi zaman birbirleriyle eş anlamlı olarak kullanılabilecek
kadar yakındır. Raḥîl bölümleri genellikle son derece klişeleşmiş
kullanımlarla nazmedildiğinden, betimlenen develer de çoğu zaman
oldukça tipik figürler olarak karşımıza çıkmaktadır. Şaire
yolculuklarında eşlik eden develer, birbiri ardına çıktıkları sayısız
seferler neticesinde tedricen cılızlaşmış, durmaksızın devam eden
yolculukların etkisiyle yıpranmış ve koşu takımları eskimiş hayvanlar
olarak anlatılmaktadır. Ne var ki buna koşut olarak, yorucu
17
tecrübelerine rağmen, şairlerin bineklerinin son derece hızlı ve
dayanıklı olduğu da ifade edilmektedir (bkz. Lebîd b. Rebîʿa, 1962:
297-321). Muhtemelen şairler bu sayede, yolculuklarda elde ettikleri
deneyimleriyle övünmeyi yahut develerinin sayısız yolculuğa
dayanabilecek kadar kuvvetli olduğunu anlatmak istemektedirler.
Kasidelerin deve tasvirine ilişkin kısımlarında, çeşitli tablolardan ve
teşbihlerden istifade edilmektedir. Tahmin edileceği üzere, deveye
yapılan en önemli vurgu, bu hayvanların yolculuk esnasındaki
dayanıklılıklarına ve aşırı sıcaklıklarda dahi seyir halini sürdürebilme
yeteneklerine yoğunlaşmaktadır. Nevzat H. Yanık’ın Arap
şiirlerindeki tasvirleri incelediği kapsamlı eserinde, deve tasvirlerine
müstakil bir bölüm ayrılmış durumdadır. Kadim şairler, develeri
saraya, köprüye yahut gemiye benzetmektedir. Develerin bacaklarını
ise sütunlarla yahut iri gövdeli ağaç dallarıyla teşbih etmektedirler.
Keza develer kimi zaman dağlara, devekuşlarına, yaban ineklerine
yahut yaban sığırlarına benzetilmektedir. Böylelikle bu teşbihlerden
hareketle, söz konusu hayvanların anlatımına da geçiş
sağlanabilmektedir (Yanık, 2010: 41-42). Deve motifinin daha detaylı
şekilde tetkiki için, ʿAbdu’l-Ġanî Zeytunî’nin Câhiliye şiirlerindeki
deve motifini irdelediği makalesine müracaat edilebilir. Söz konusu
çalışma, Türkçeye Mahmut Kafes tarafından güzel bir çeviriyle
kazandırılmış durumdadır (bkz. Zeytunî, 1994-1995: 93-100).
Raḥîl bölümlerinde sıkça tercih edilen kullanımlardan birisi, şairin
yolculuk esnasında karşılaştığı sıkıntıların ve zorlukların durmaksızın
anlatılmasıdır. Malum olduğu üzere çöl seferlerinin en zorlu yanı, aşırı
18
MUASIR FİLOLOJİ VE EDEBİYAT TETKİKLERİ
sıcaklıklar ve su kaynaklarının yetersizliğidir. Dolayısıyla bu iki
olumsuzluk, şairlerin en fazla yoğunlaştığı motiflerdendir. Bazen
tehlikelerle dolu olan güzergâhta, şairin tesadüf ettiği hayvan
leşlerinden bahis açılmaktadır (bkz. ʿAlḳame el-Faḥl, 1353/1935: 9-
16). Bu gibi memento mori motiflerle, ölümün daima şairin ensesinde
olduğu, dinleyicilere derinden duyumsatılmaktadır. Yolculuk
esnasında karşılaşılan tehlikelerin konu edilmesinden, şairin
muhtemelen iki beklentisi vardır. İlk olarak onun bu yolculuğu göze
alabilmiş olması, cesaretinin somutlaşmış bir göstergesi olarak
sunulmaktadır. İkinci ve aslî beklentisi ise hamisinin alakasını
kazanabilmektir. Nitekim daha önce de belirtildiği üzere, katlandığı
zorlukların hatırına, alacağı hibelerin arttırılmasını ümit ediyor
olmalıdır.
Raḥîl bölümlerinin en renkli ve en güzel anlatımları, muhtemelen
doğa olaylarının konu edildiği kısımlarda ortaya çıkmaktadır. Şairlerin
fırtına, şimşek, yıldırım ve sağanak gibi meteorolojik olaylara
değinmesi, yolculuğun süslenmesinde son derece etkili olmaktadır.
Bunun yanı sıra ana karakterin yoluna çıkan otlaklar ve vahalar bahis
mevzuu edilebilmektedir. Keza av köpeklerinin yaban hayvanlarıyla
mücadeleye girişmesi gibi hareketli sahnelere de değinildiği
gözlemlenmektedir (Demirayak, 2014: 115).
19
6. ABBÂSÎ DÖNEMİNE AİT TİPİK BİR RAḤÎL BÖLÜMÜ
ÖRNEĞİ
Raḥîl temasının anlaşılması ve bulunan sonuçların somut bir veri
üzerinden delillendirilmesi için, bu mevzuyu bir kaside üzerinden
örneklendirmekte fayda vardır. Raḥîl şiirlerinin en ideal örneklerine,
genellikle methiyelerde rastlandığından, söz konusu örnek Beşşâr b.
Burd’a (ö. 167/783-84) ait bir övgü kasidesinden seçilmiştir. Şair on
altı beyitlik bir nesîb kısmının ardından, devesiyle memdûḥuna doğru
çıktığı yolculuğu anlatarak şunları söylemektedir (Beşşâr b. Burd,
1376/1957: 3/75-83):
20
MUASIR FİLOLOJİ VE EDEBİYAT TETKİKLERİ
“17. (Kendisine) dokunan çubuk nedeniyle boynu yana
dönen nice dişi deve (benim bineğim olmuştur). Onun
(sürati), adeta susamış (bir çöl hayvanının), sabit (su)
kanallarındaki yürüyüşü gibidir.
18. Eğer öğle sıcağında (bana) yalan söylerse, yaban
hayvanlarının anası (olan vahşi çölde) ona kırbacımla
vuruveririm.
19. Sert ve metin topraklarda (kafa karıştırıcı) serap (at)
koşturduktan sonra, (benim devem de) çöllerde gelişigüzel
koşturur.
20. Kuşluk vaktinde güvercinin sesi nedeniyle ürkmektedir.
Geceleyin ise cırcır böceklerinin şarkı söylemesi dolayısıyla
koşturmaktadır.
21. (Devemi) yıkık bir su kaynağında sulamaya çıkarttım.
(Ancak) az miktardaki sudan tiksindi (ve ondan içmek
istemedi). Uzak bir vadiden gelen bir pınara (gidinceye)
kadar (susuzluğa direndi).
22. (Daha sonra devemi), uzun süre beklediği için bozulan
(ve) taşarcasına dolu olan bir su (kaynağına getirdim).
(Rezervin içindeki su), sağlam (mıntıkalardan gelen)
harikulade dişi eşeklerin otlarla karışmış idrarı gibiydi.
23. (Benim bineğim, çıktıkları sayısız ve uzun yolculuklar
nedeniyle) zayıf düşmüş olan develerin (soyun)dan gelen bir
21
dişi yavrudur. (Yırtıcı bir kuş misali) dalışı, platodaki
(yırtıcılardan) kaçan sağangillerin dalışı gibidir.
24. Gece (üzerimize) perdelerini çekerken, uyku mahmuru
bağırtlakları harekete geçirir. (Böylelikle uçmak için)
tutuşarak (daha fazla) uyku mahmuru olmaksızın (harekete
geçerler).
25. (Bana eşlik eden arkadaşlarımın) uzun vücutlu olan
zayıf develeri, süratleriyle çöle suikast düzenlemektedir.
Yolcuyla (yani benimle birlikte koyuldukları bu yol),
ulaşılacak kişinin bilgeliğine (çıkmaktadır).
26. (Binicisinin) elinde (bulunan) burun dizginlerinin uzun
süre (tutulmuş olması) nedeniyle, (bu develerin) korkmuş
(hayvanlar gibi hareket ettiğini) görürsün. Yahut
cariyelerin yürüyüşü misali yürürler.
27. (Develer) geceleyin ve öğlenin en sıcak vaktinde
(durmaksızın yol aldılar). Öyle ki onları (dizginlemek için
kullanılan) ipler, (yıpranması) nedeniyle, birbiri ardına
değiştirilmek (zorunda kaldı).
28. (Deveme): ‘Bizi ʿUḳbe ile buluştur!’ dediğimde,
yürüyüşünü hızlandırır. Suyun soğukluğuyla şifa bulmak ve
(ona) ulaşan ilk (binek) olmak için (acele eder).”
Görüldüğü üzere, bu kasidede on yedinci beyitle yirmi sekizinci
beytin arası, raḥîl temasına ayrılmış durumdadır. Şair raḥîl temasına
22
MUASIR FİLOLOJİ VE EDEBİYAT TETKİKLERİ
geçiş sağladığında, öncelikli olarak lafı develere getirmektedir. Beytin
başında kullanılan rubbe vâvı, kelimeye “nice” manası katmaktadır ve
şairin bu yolculuğu pek çok kez gerçekleştirdiğine işaret etmektedir.
Daha önce de değindiğimiz üzere, kadim şairler raḥîl bölümünde
genellikle dişi develerle yola çıktıklarını anlatmaktadır. Şair burada
deve sözcüğünü (nâḳa) açıkça zikretmemesine rağmen, eṣʿar
kelimesinin dişil formu olan saʿrâ’ sözcüğünü kullanmaktadır. Bu
kelime, rahatsızlığı nedeniyle boynunu büken develeri nitelemek için
kullanılmaktadır. Hayvanın bu şekilde hareket etmesi, burun kemiğine
yerleştirilen bir tahtadan (ḫişâş) duyduğu rahatsızlıktan kaynaklan-
maktadır. Söz konusu aparatın hayvana takılması, bineğin çok hızlı
şekilde itaat etmesini sağlamaktadır (bkz. Lane, 1865: 740). Hayvanın
itaatkârlığa bu denli alıştırılmış olmasının nedeni, muhtemelen pek
çok sefere çıkmasından ileri gelmektedir. Bu manayı beytin başında
kullanılan vâvu rubbe ile ilişkilendirmek mümkündür. Nitekim şair bu
dizesinde çok yolculuk yaptığını vurgulamayı istemektedir. Raḥîl
temasında teşbih sanatı sıkça kullanıldığından, şair de henüz bölümün
ilk beytinde bu sanattan yararlanmaktadır. Teşbihin belagati,
dinleyiciyi bir unsurdan alıp onu ondan daha hoş başka bir tasvire
götürüyorsa ortaya çıkmaktadır (İpek, 2020: 490). Dolayısıyla teşbih
sanatı, yüksek bir anlamsal dinamizme sahip olan raḥîl bölümleri için
ideal bir belagat unsuru olarak sivrilmektedir ve bu yüzden de sıklıkla
kullanılmaktadır.
İlk dizede karşımıza çıkan teşbih son derece müphemdir. Nitekim şair
devesini susuz kalmış (ṣâdd) bir canlıya benzetmekte; ama bu canlının
23
mahiyetine değinmemektedir. Bahsi geçen hayvanın tespiti güçtür.
Mamafih onun kavurucu sıcaklarda su arayan çevik bir havyan olduğu
ortadadır. Bu canlının ölmemek için su kanalları arasında süratli
şekilde koşturması, devenin hareketliliğine benzetilmektedir. Bu
teşbihte niçin susuz kalmış bir canlının kullanıldığını tahmin etmek
çok da zor değildir. Anlaşılacağı üzere, burada şairin hamisinden
beklediği ihsanlarla çöl hayvanının su kanalından beklediği yaşamsal
sıvı, adeta birbirine denk iki gereksinim olarak gösterilmektedir.
On sekizinci beyitte şair, devesinin yalan söyleme ihtimaline
değinmektedir. Burada bineğinin öğle vaktinin helak edici sıcaklığına
katlanamadığı sırada aldığı görünümüne işaret etmektedir. Ne var ki
devenin bitkinliği, hedefine ulaşmak isteyen şairin hiç de umurunda
değildir. Bineği şairin menziline ulaşmasına engel teşkil ederse, onu
kırbacıyla dize getireceğini beyan etmektedir. Beytin sonunda çöl
imgesi ile besleyici bir anne arasında ilişki kurulmaktadır. Zira burada
yabani hayvanları bünyesinde barındıran sahra, yavrularını besleyip
büyüten bir anneye benzetilmektedir. Şair muhtemelen çöldeki vahşi
hayvanların varlığından bahsedilerek, yaptığı yolculuğun zorluklarla
çevrili olduğunu memdûḥuna hatırlatmak istemektedir. Nitekim
yolculuğun tehlikelerinin vurgulanması, raḥîl şiirlerinde sıkça tercih
edilen bir tekniktir. Bu sayede memdûḥun şairin yorgunluğunu ve
tahammül ettiği zorlukları takdir etmesi beklenmektedir.
On dokuzuncu beyitte, şair bineğinin gidişini betimlemektedir. Burada
anlatmak istediği, devesinin zorlu bir coğrafyada, kısıtlı imkânlar
altında yol aldığı, çöl nedeniyle husule gelen serapların etkisiyle kimi
24
MUASIR FİLOLOJİ VE EDEBİYAT TETKİKLERİ
zaman gelişigüzel ilerlediğidir. Doğal bir fenomen olan serap, dizede
adeta mücessem bir varlıkmışçasına anlatılmaktadır.
Yirminci beyitte, devenin hızlanmasına yol açan unsurlara
değinilmektedir. Devenin kuşluk vaktinde süratle koşturmasının
nedeni, duyduğu güvercin seslerinden korkması ve orayı bir an evvel
terk etmeyi istemesidir. Keza geceleri hızla koşmasının nedeni ise
cırcır böceklerinin sesinden uzaklaşmayı arzulamasıdır. Öte yandan
dizede kuşluk vakti (duḥâ) ile gece (leyl) kelimelerinin kullanılmasını,
tezat oluşturma gayesine bağlamak mümkündür. Nitekim raḥîl
bölümlerinde hem gece hem de gündüz yol alındığının vurgulanması
maksadıyla, tezat sanatından genellikle sıkça istifade edilmektedir.
Yirmi birinci beyitte, çölde karşılaşılan yeni sorunlara değinilmek-
tedir. Çünkü memdûḥa giden yolun zorluklarla çevrili olduğu ve bu
zorluklara tahammül etmenin güçlüğü, raḥîl bölümlerinde defaten
vurgulanmaktadır. Söz konusu dizede değinilen sorun, çok sık
kullanılan bir motif olan susuzluktur. Aslında şairle devesi, bir su
kaynağıyla karşılaşmamış değildir. Ne var ki şairin devesinin, kendisi
için hayati öneme sahip olan bu suyu, kirli olduğu gerekçesiyle
içmediği anlatılmaktadır. Dizede duʿs̱ ûr kelimesiyle, heder olmuş bir
yalak yahut su rezervi kastedilmektedir. Mezkûr kaynağın yıkıldığının
anlatılması, suyun kokuşmuşluğuna yapılan bir kinayedir. Keza “Az
miktardaki sudan tiksindi” ifadesi, kinaye yoluyla devenin sudan
içmediğini anlatmaktadır. Şairin bineği midesini kaldıran bu sudan
içmektense, öldürücü susuzluğu göğüslemeyi ve bir sonraki su
kaynağına kadar beklemeyi tercih etmektedir. Devenin bu tutumu,
25
onun güçlü ve dirayetli bir hayvan olduğunu göstermektedir.
Böylelikle şairin bineğinin asil bir deve olduğu anlatılmak
istenmektedir. Esasen bu kullanıma İslam öncesi şairlerinin şiirlerinde
de rastlamak mümkündür. Örneğin; ʿAlḳame b. ʿAbede (ö. 3/625 [?])
bir beytinde, devesinin beğenmediği kaynaklardan su içmeyi
reddettiğini anlatmakta ve bu gibi durumlarda devenin tekrar yola
çıkmaktan başka çaresinin olmadığını belirtmektedir (bkz. ʿAlḳame
el-Faḥl, 1353/1935: 9-16).
Yirmi ikinci beyitte, şair bir başka su rezervine ulaştığını anlatmak-
tadır. Ne var ki bu kaynaktaki su da oldukça kötü durumdadır.
Hatırlanacağı üzere, ilk karşılaşılan su kaynağı, az miktarda su
içerecek şekilde kurgulanmıştır. Bu ikinci kaynak ise suyla dolup
taşmasına rağmen kokuşmuş bir su ihtiva etmektedir. Şair burada
suyun rengini betimlemek için teşbih sanatına başvurmakta ve onu
dişi eşeklerin otlarla karışmış olan idrarına benzetmektedir. Böylelikle
maruz kaldığı harici etkiler ve zamanın tesiriyle, suyun bozulduğu ve
farklı bir renk aldığı ifade edilmektedir. Bu kurgunun ardında, şairin
çektiği zorlukların anlatılmasının yanı sıra, daha gizli bir anlam da
yatıyor olabilir. Belki de şair bolca su içeren bir kaynağı konu
edinerek, kendisinden başka kimsenin bu bölgeye gelmeye cesaret
edemediğini anlatmayı arzulamaktadır. Nitekim yoldan daha önce
geçen insanlar, söz konusu su rezervini bozulmadan önce bitirememiş,
hatta eksiltmeye dahi muvaffak olamamışlardır. Eğer şairin zihnindeki
anlam bu kadar derin değilse, yalnızca bu kaynağın yolcular
26
MUASIR FİLOLOJİ VE EDEBİYAT TETKİKLERİ
tarafından tercih edilmediğini anlatmaktadır; ama ilk olasılık daha ağır
basmaktadır.
Yirmi üçüncü beyit, şairin devesinin atikliğinin ve tecrübesinin
anlatılmasına hasredilmiştir. Bahis mevzu olan binek, uzun ve yorucu
yolculuklarda deneyim kazanmış soylu develerin soyundan
gelmektedir. Atalarının genlerinden miras aldıkları sayesinde, şairin
devesi de dayanıklı bir hayvan olarak dünyaya gelmiştir. Şair
bineğinin hızını anlatırken teşbih sanatından yararlanmaktadır. Bu
bağlamda devesinin gidişini, sağangiller yahut ebabilgiller (apodidae)
tabir edilen kuş cinsinin hareketliliğine benzetmektedir. Malum
olduğu üzere kırlangıçlara çok benzeyen sağangiller, en hızlı kuşlar
arasında sayılmaktadır (Webster, 2012: 141). Klasik Arap şiirinde
devenin süratinin anlatılması önemli bir meseledir. En ideal ve üstün
binek en hızlı olanıdır. Bu yüzden şair bineğinin süratini vurgulamak
için, onu hızlı kuşlara benzetmekle kalmamış, mübalağayı arttırmak
maksadıyla ifadelerine söz konusu kuşların avcılar tarafından takip
edildiğini de eklemiştir. Burada kastedilen avcılar, en az sağangiller
kadar hızlı olan yırtıcı kuşlardır. Böylelikle doğanın en hızlı
kuşlarından birisi, bizzat kendi yaşamı için hızlı olmak zorunda
kaldığı bir sahnede canlandırılmaktadır.
Yirmi dördüncü beyitte ḳaṭâ şeklinde tabir edilen kuş cinsi bağırtlaktır
(pterocles). Uyku mahmuru olduğu anlatılan bu kuşların, devenin
geçişiyle uyandığının ifade edilmesi, devenin süratini anlatmak için
başvurulan bir kinayedir. Ayrıca bu kuşların uykulu olarak tasvir
edilmesi, gecenin o saatinde söz konusu mekânda şairle devesinden
27
başka kimsenin olmadığını, tüm hayatın ve canlılığın adeta durduğunu
anlatmaktadır. Oysa şair, memdûḥuna ulaşmak maksadıyla, hayatın ve
zamanın neredeyse durduğu bir yerde, yolculuğuna olanca hızıyla
devam etmektedir. Gecenin karanlığıyla perdelerin ilişkilendirilmesi
eski bir kullanımdır. Gecenin insanların üzerine perde indirdiğini
anlatan farklı şiirler mevcuttur (Bkz. Farrin: 2011, 133); ama
bunlardan en meşhuru İmru’u’l-Ḳays’ın (ö. 540 dolayları) ünlü
muʿallaḳasındaki ifadesidir: “Beni sınamak için, türlü türlü kederlerle
deniz dalgaları misali perdelerini üzerime salan nice geceler var
(İmru’u’l-Kays, & vd., 2013: 34).”
Yirmi dördüncü beytin ikinci şaṭrında, hucûd kelimesiyle ġayra hâcid
ifadesinin bir arada kullanılması, terdîd ṭibâḳı (tibâḳu’t-terdîd) olarak
değerlendirilebilir (Hussein, 2015: 149). Nitekim bunlar birbirine zıt
manalarda kullanılmıştır. İbn Reşîḳ bu sanatı bir cinas türü olarak
değerlendirmektedir. Öte yandan terdîd ṭibâḳının sözü güzelleştirmede
pek de etkili olmadığı düşünülmektedir (Cesur, 2015: 76-77). Lakin
raḥîl şiirlerinde karşıt anlamlı kelimelerin sıkça kullanılması, özellikle
yolculuğun sabah akşam devam ettiğinin anlatıldığı ifadelerde, son
derece alışıldık ve yararlı bir durumdur.
Yirmi beşinci beytiyle birlikte, raḥîl bölümünün tamamlanacağının ve
medîḥ bölümünün başlayacağının sinyalleri verilmektedir. Şair yolda
karşılaşılan zorlukların anlatılmasının kâfi geldiğine kanaat getirmiş
olmalıdır. Nitekim artık anlattığı bu güçlüklere kimin uğruna
katlandığını ifade etmeye başlamaktadır. Zira kasidenin yegâne
gayesi, esas itibariyle memdûḥun memnun edilmesidir. Dizede çoğul
28
MUASIR FİLOLOJİ VE EDEBİYAT TETKİKLERİ
develerden bahsedilmesinin nedeni, muhtemelen şairin yol
arkadaşlarının bineklerine yapılan bir atıftır. Develerin çöle suikast
düzenlediklerinin anlatılması, şairin zihninde develerle çölün
birbirleriyle savaşan iki hasım olduğunu tahayyül ettiğini
göstermektedir. Nitekim çölün gayesi kendisini geçmeye çalışanları
kuraklık ve sıcaklığıyla öldürmek, yolcuların gayesiyse bu azılı
düşmanı alt ederek menzillerine ulaşmaktır. Memdûḥa ulaşmasıyla bu
korkunç düşman yenilecek, şair ve devesi muzaffer olabilecektir.
Yirmi altıncı beyitte, develerin hareket ediş biçimine tekrar
değinilmektedir. Devenin dizginin uzun süredir elde tutuluyor olması,
yolculuğun uzun sürmesi hususunda yapılan bir kinayedir. Dizede
develer bir takım korkmuş hayvana benzetilmektedir; ama bunların
cinsine değinilmemektedir. Öte yandan söz konusu hayvanlarla
kurulan teşbihin, yırtıcıların saldırısına uğradıklarında, bahis mevzuu
hayvanların sağa sola kaçışmalarını merkezine aldığı kolayca
anlaşılmaktadır. Şairin devesini bilinçsizce ve can havliyle koşturan
bir sürüye benzetmesinin ardında, çölde kaybolduklarına yapılan bir
atıf yatıyor olabilir. Şayet durum böyleyse, biniciler rotalarını bir
anlığına kaybettikleri için, çölde bir o tarafa bir bu tarafa yalpalamış
olmalıdır. Belki de bu sözler yalnızca binicilerin oluşturduğu seyahat
düzeninin bozulduğuna ve kervanın adeta bir hayvan sürüsü gibi
gayrimuntazam şekilde ilerlediğine işaret etmektedir. Bu ikinci
varsayım daha olasıdır. Nitekim yolun kaybedildiğine dair kesin bir
alamet göstermek mümkün değildir. Beytin ikinci kısmında, develerin
29
yürüyüşü cariyelerin yürüyüşüne benzetilmektedir. Burada develerin
cariyeler kadar estetik şekilde yürüdüğü anlatılmak istenmektedir.
Yirmi yedinci beyitte, raḥîl bölümlerinde sıkça kullanılan tezat
sanatından yeniden yararlanılmaktadır. Nitekim şair burada leyl (gece)
ve tehcir kelimelerini bir arada kullanmaktadır. Malum olduğu üzere
tehcir kelimesi, öğlenin hâcira tabir edilen en sıcak vaktinde yapılan
yolculuğu ifade etmektedir (İbn Manẓûr, Bty., 5/254). Dolayısıyla
gece manasıyla öğlenin en sıcak anında yapılan yolculuğu ifade eden
bu kelimenin birbirlerinin zıddı olarak kullanıldığını kabul etmek
mümkündür. Ayrıca yolculuğun gece ve öğlen yapıldığının
anlatılması, seferin sürekliliğine işaret eden bir kinayedir (Hussein,
2015: 152-153). Çünkü yolculuğun en zor olduğu öğle sıcağında dahi,
şair ve arkadaşları durmaksızın yollarına devam etmişlerdir.
Yirmi sekizinci beyit, raḥîl bölümünün son dizesidir. Şair burada
ʿUḳbe adındaki memdûḥuna gitmesi için devesine talimat
vermektedir. Bu taḫalluṣ kullanımında, şairin lafı yolculuktan alarak
memdûḥuna getirmesi, makul bir düzlemdedir. Şairin bineğinin, yol
boyunca tahammül ettiği çöl şartlarından artık bıkmış olduğu, dizede
kinayeli şekilde anlatılmaktadır. Bu yüzden kendilerini güzel şekilde
ağırlayacak haminin adını duyunca, soğuk sulara kavuşma hayaliyle
yürüyüşünü hızlandırmaktadır. Şairin devesinin suya ilk ulaşacak
binek olduğunun beyan edilmesi, onun süratini anlatmak için
kullanılan bir kinayedir. Ayrıca devenin birinciliğinin kutlanması,
şairin bu seyahatte yalnız olmadığını ve kendisine eşlik eden
30
MUASIR FİLOLOJİ VE EDEBİYAT TETKİKLERİ
arkadaşlarını geçmeyi başardığını göstermektedir. Arzu edilen
menzile ulaşılmasıyla, raḥîl bölümü de sona ermektedir.
SONUÇ
Birkaç farklı temanın bir araya getirilmesiyle teşekkül eden klasik
Arap kasidesinin en belirgin bölümlerinden birisi, şairlerin çölde
yaptıkları uzun yolculukları anlattıkları raḥîl kısmıdır. Raḥîl bölümü
çoğu zaman, aşk temasını işleyen nesîb bölümünden hemen sonra
başlamaktadır. Dolayısıyla raḥîl temasının kaside içerisinde genellikle
ikinci bölümde yer aldığını söylemek mümkündür. Kasidenin alışıldık
düzeni içerisinde, raḥîl bölümünü medîḥ (methiye), faḫr (övünme) ve
hicâ’ (yergi) bölümleri izlemektedir. Elbette bu duruma, özellikle
yergi ağırlıklı kasidelerde, istisnaların gösterilebileceğini hatırlatmakta
fayda vardır.
Arap edebiyatçıları tarafından türetilmiş olan raḥîl terimi, anlaşıldığı
kadarıyla Samî dillerindeki kadim bir köke dayanmaktadır. Ne var ki
Kuzey ve Güney Samî dillerinde bu kökün manası farklılaşmış
olmalıdır. “Göç” yahut “sefer” manasına gelen bu sözcük, zamanla
şairin çölde yaptığı yolculukları anlattığı şiir parçalarının isimlendiril-
mesinde kullanılmaya başlanmıştır.
Raḥîl temasının kadim şairler tarafından sıkça rağbet görmüş olması,
eski Arapların sürdürdükleri konargöçer yaşam tarzıyla doğrudan
ilişkilidir. Zira dönemin şiirleri, insanların gündelik yaşantılarını
yansıtan bir ayna olma hüviyetindedir. Bedevî hayat tarzında develer
son derece önemli bir rol üstlendiğinden, raḥîl şiirlerinde şairlerin
31
bineklerinin genellikle dişi develer olduğu kurgulanmaktadır. Öte
yandan Abbâsî dönemine gelindiğinde, bazı şairlerin at motifini
kullanmaya başladığı yahut ironik şekilde bu yolculuğa yayan olarak
çıktıklarını anlattıkları gözlemlenmektedir.
Raḥîl teması, şiirin diğer temel konularıyla birlikte uyumlu şekilde
kullanılabilmesine rağmen, genellikle methiye ağırlıklı kasidelerde en
iyi performansını sergileme imkânı bulmaktadır. Nitekim methiye
kasidelerinde şairler, söz konusu yolculuklara çoğu zaman
memdûḥlarının ihsan ve cömertliğine ulaşmak için çıkmakta ve tüm
zorluklara onların hatırı için katlandıklarını anlatmaktadırlar. Övünme
ağırlıklı şiirlerde, raḥîl temasının üstlendiği misyon, daha ziyade şairin
dayanıklılığının ve cesaretinin dolaylı yoldan anlatılmasıdır. Çünkü
böylesine tehlikeli yolculuklara çıkılması, yiğitlik ve deneyim
meselesi olarak görülmektedir. Hiciv ağırlıklı kasideler ise tabiatı
gereği raḥîl temasıyla yeterince uyum sağlayamamaktadır. Buna
rağmen iki temanın bir arada kullanıldığı örneklere rastlamak
mümkündür. Ne var ki özellikle hicviyelerde, kaside içirişindeki
konusal dizilimin daha çok değişim gösterebildiği gözlemlenmektedir.
Raḥîl bölümlerinde karşımıza çıkan mekân, uçsuz bucaksız çöllerdir.
Şiirin başkahramanı yahut protagonisti ise şairin bizzat kendisidir.
Şiirlerde şaire arkadaşları eşlik edebilmektedir; ama bunlara verilen
rol genellikle fazlasıyla sınırlıdır. Öte yandan bu kasidelerde, şairin en
belirgin yol arkadaşı devesi olduğundan, onun adeta bir ikincil
karakter yahut deuteragonist mesabesinde görülmesi gerektiği ileri
sürülebilir.
32
MUASIR FİLOLOJİ VE EDEBİYAT TETKİKLERİ
Raḥîl bölümleri konu bakımından son derece sınırlıdır. Şairin
devesinin anlatılmasına ve detaylıca betimlenmesine geniş yer verilen
bu şiirlerde, şairler bineklerini genellikle, sürekli devam eden
yolculuklar nedeniyle cılız düşmüş, ama hızından hiçbir şey
kaybetmemiş, takdire şayan hayvanlar olarak tasvir etmektedirler.
Çölde karşılaşılan sıkıntıların anlatılması ise bu bölümlerde ağır basan
ikinci mevzusudur. Şairler çölde karşılaştıkları sıcaklık, yorgunluk ve
susuzluk gibi belli başlı olumsuzlukları sürekli dile getirerek,
katlanmış oldukları güçlükleri detaylıca anlatmayı arzulamaktadırlar.
Bunun yanı sıra çölde karşılaşılan yaban hayvanlarının anlatılması
yahut şairin bineğinin bu hayvanlarla teşbih edilmesi de raḥîl
şiirlerinde sıkça kullanılan unsurlardandır. Fırtına, şimşek, yıldırım ve
sağanak gibi çeşitli meteorolojik hadiseler, söz konusu şiirlerde yer
verilen diğer motiflerdendir.
33
KAYNAKÇA
ʿAlḳame el-Faḥl (1353/1935). Şerḥu Dîvâni ʿAlḳame el-Faḥl, es-Seyyid Ahmed
Ṣaḳr (Haz.), Kâhire: Mektebetu’l-Maḥmûdiyye.
Apak, A. (2014). Ana Hatlarıyla İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Kültürü (2. Baskı),
İstanbul: Ensar Neşriyat.
Beeston, A. F. L., Ghul M. A., Müller, W. W., & Ryckmans, J. (1982) Sabaic
Dictionary. Louvain-la-Neuve: University of Sanaa.
Beşşâr b. Burd (1376/1957). Dîvânu Beşşâr b. Burd, C. 3, Muhammed eṭ-Ṭâhir ibn
ʿÂşûr (Haz.), M. Ş. Emîn (Tsh.), Kâhire: Maṭbaʿatu Lecneti’t-Te’lîf ve’t-
Terceme ve’n-Neşr.
Cesur, S. (2015). Arap Dili ve Belagatinde Tıbak Sanatı. Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Çetin, N. M. (2011). Eski Arap Şiiri (2. Baskı), İstanbul: Kapı Yayınları.
Demirayak, K. (2014). Arap Edebiyatı Tarihi-I: Cahiliye Dönemi (3. Baskı),
Erzurum: Fenomen.
Farrin, R. (2011). Abundance from the Desert. New York: Syracuse University
Press.
Gu, S. (2014). A Cultural History of the Arabic Language. North Caroline- Londra:
Mc Farland & Company.
Hitti, P. K. (2002). History of The Arabs. New York: Macmillan.
Hussein, A. A. (2015). The Rhetorical Fabric of the Traditional Arabic Qaṣīda in Its
Formative Stages. Wiesbaden: Harrassowitz Verlag.
İbn Hişâm (1375/1955). es-Sîretu’n-Nebevîyye, C. 2, (2. Baskı), M. es-Saḳḳâ, İ. el-
Ebyârî, ‘A. eş-Şelebî (Haz.), Mısır: Mustafa el-Bâbî el-Ḥalebî ve Evlâduhu.
İbn Manẓûr (Bty.). Lisânu’l-‘Arab, C. 5 & 11. Beyrut: Dâr Ṣâdır.
İmru’u’l-Kays, & vd. (2013). Yedi Askı: Arap Edebiyatının Harikaları, Nurettin
Ceviz, Kenan Demirayak, Nevzat H. Yanık (çev.), Ankara: Ankara Okulu.
İpek, M. S. (2020). Teşbih Sanatında “Müşebbeh” İçin Kullanılan Başlıca Rumuzlar
(Arap Şiiri Örneği). Tarih Okulu Dergisi, (44), 489-500.
34
MUASIR FİLOLOJİ VE EDEBİYAT TETKİKLERİ
Jacobi, R. (1982). The Camel-Section of the Panegyrical Ode. Journal of Arabic
Literature, (13), 1-22.
Kitto, J. (1849). A Cyclopaedia of Biblical Literature, C. 2. Edinburgh: Adam and
Charles Black.
Lane, E. W. (1865). An Arabic-English Lexicon: Derived from the Best and the Most
Copious Eastern Sources, C. 1/2. Londra: Williams and Norgate.
Lebîd b. Rebîʿa (1962). Şerḥu Dîvâni Lebîd b. Rebîʿa el-ʿÂmirî, İ. Abbas (Thk.),
Kuveyt: Vizâratu’l-İrşâd ve’l-Enbâ’.
Leslau, W. (2006). Comparative Dictionary of Geʻez. Wiesbaden: Harrassowitz
Verlag.
eṭ-Ṭaberî, M. (Bty.). Târîḫu’ṭ-Ṭaberî, C. 3, (2. Baskı), Muhammed Ebû’l-Faḍl
İbrahim (Thk.), Kâhire: Dâru’l-Ma‘ârif.
Webster, C. (2012). Action Analysis for Animators. ABD: Elsevier.
Wehr, H. (1985). Arabisches Wörterbuch für die Schriftsprache der Gegenwart (5.
Baskı), Wiesbaden: Harrassowitz Verlag.
Yanık. N. H. (2010). Arap Şiirinde Tasvir (Cahiliye – Abbasiler). Erzurum:
Fenomen Yayınları.
Zeytunî, ʿA. (1994-1995). Cahiliye Şiirinde Deve, (Mahmut Kafes, çev.), Selçuk
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, (9-10), 93-100.
217
218
MUASIR FİLOLOJİ VE EDEBİYAT TETKİKLERİ
ISBN: 978-625-7279-72-7