ArticlePDF Available

İskenderoğlu, Muammer. “Thomas Bauer, Müphemlik Kültürü ve İslâm: Farklı bir İslâm Tarihi Okuması”. Din & Felsefe Araştırmaları 3/5 (2020): 122-126.

Authors:

Abstract

Thomas Bauer, İslâm geleneğinde birçok konunun tarihsel süreç içinde nasıl ele alındığının dışardan nasıl göründüğüne ayna tutuyor. Yazar tarih boyunca İslâm geleneği içindeki çeşitliliğe dikkat çekerek modern dönemde bu çeşitliliğin nasıl görmezden gelindiğini örneklerle gösteriyor. Bauer’in eseri giriş bölümünü takiben “Kültürel Müphemlik”, “Tanrı Çeşitlemeli Konuşur mu?”, “Tanrı Çokanlamlı Konuşur mu?”, “Rahmet Olarak Görüş Farklılıkları”, “İslâm’ın İslâmîleştirilmesi”, “Sözün Ciddiyeti ve Söz Oyunu”, “Zevkin Müphemliği”, “Dünyaya Sakin Bakış” ve “Kesinliği Ararken” başlıklarını taşıyan bölümlerden oluşuyor.
!!
Religion and Philosophical Research
E-ISSN: 2667-6583
Haziran | June 2020
Cilt | Volume: 3 - Sayı | Number: 5
THOMAS BAUER, MÜPHEMLİK KÜLTÜRÜ VE İSLÂM:
FARKLI BİR İSLÂM TARİHİ OKUMASI, ÇEV. TANIL
BORA, İLETİŞİM YAYINLARI, 2019
Muammer İSKENDEROĞLU, Prof. Dr.
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi | Recep Tayyip Erdoğan University Faculty of Divinity
iskenderoglumuammer@gmail.com
https://orcid.org/0000-0003-1857-9826
Makale Türü | Type of Article: Kitabiyat | Book Review
Başvuru Tarihi | Date Received: 10.06.2020
Kabul Tarihi | Date Accepted: 19.06.2020
Atıf | Cite As
İSKENDEROĞLU, M. "Thomas Bauer, Müphemlik Kültürü ve İslâm: Farklı Bir İslâm Tarihi Okuması, çev. Tanıl Bora, İletişim
Yayınları, 2019". Din ve Felsefe Araştırmaları 3 (2020): 122-126
İntihal | Plagiarism
Bu makale, en az iki hakem tarafından incelendi ve intihal içermediği teyit edildi.
This article has been reviewed by at least two referees and scanned via plagiarism software.
Etik Beyanı | Ethical Statement
Bu makalenin yazarı/yazarları, hakemleri ve dergi editör grubu Din ve Felsefe Araştırmaları dergisinin Etik Kurallarına
uyduklarını kabul eder.
The author/authors, referees, and journal editorial group acknowledge that they adhere to the Code of Ethics for the journal
of Religion and Philosophical Research.
Copyright © Published by Din Felsefesi Derneği, Istanbul Turkey. All rights reserved.
DİN & FELSEFE ARAŞTIRMALARI
THOMAS BAUER, MÜPHEMLİK KÜLTÜRÜ VE İSLÂM: FARKLI
BİR İSLÂM TARİHİ OKUMASI, ÇEV. TANIL BORA, İLETİŞİM
YAYINLARI, 2019
Muammer İSKENDEROĞLU
On beş asırlık tarihi boyunca İslâm, kendi bilginleri tarafından nasıl anlaşılmış
ve anlatılmıştır? İslâm toplumu bu anlatılanı nasıl karşılamıştır? Hazm edip bir ufka
dönüştürebilmiş midir? Bütün bu olup bitenler İslâm’ın dışındaki dünyada ne oranda
ve nasıl yankı bulmuştur? İçinde bulunduğu dünya belli bir mesafeden
gözlemlemeyi başaramayanlar içinş dünyadan gözlem yapanların izlenimleri
faydalı olabilir. Bu bağlamda Thomas Bauer, İslâm geleneğinde birçok konunun
tarihsel süreç içinde nasıl ele alındığının şardan nasıl göründüğüne ayna tutuyor.
Yazar tarih boyunca İslâm geleneği içindeki çeşitliliğe dikkat çekerek modern
dönemde bu çeşitliliğin nasıl görmezden gelindiğini örneklerle gösteriyor.
Bauer’in eseri giriş bölümünü takiben Kültürel Müphemlik, Tanrı
Çeşitlemeli Konuşur mu?, Tanrı Çokanlamlı Konuşur mu?”,Rahmet Olarak Görüş
Farklılıkları, İslâm’ın İslâmîleştirilmesi, Sözün Ciddiyeti ve Söz Oyunu, Zevkin
Müphemliği, Dünyaya Sakin Bakışve Kesinliği Ararkenbaşklarını taşıyan
bölümlerden oluşuyor. Bu bölümlerde işlenen bütün konulara burada değinme
imkânım yok. Bu nedenle kitabın genel fikrini yansıtan belli örneklerle yetineceğim.
Bauer’in giriş bölümüne başladığı Max Born’dan alıntı, sadece İslâm toplumu
için değil, bütün toplumlar için geçerli bir soruna dikkat çekmesi açısından burada
alıntılanmaya değer: “Mutlak doğruluk, mutlak kesinlik, nihaî hakikat vb. fikirlerin,
hiçbir bilime sokulmaması gereken kuruntular olduğuna inanıyorum. (…)
şüncedeki esneme, günümüz biliminin bize getirdiği en büyük nimet gibi
görünüyor bana. Değil mi ki, tek bir hakikatin varlığına ve onun sahibi olduğuna
inanmak, dünyadaki bütün kötülüklerin en derindeki köküdür.” (s. 11). Yazar sonraki
bölümlerde İslâm ltüründeki çok anlamlılık ve çoğulculuğun modern dönemlerde
yerini tek anlamlılığa ve tek hakikatçiliğe ve neticede de hoşgörüsüzlüğe doğru nasıl
bir değişim geçirdiğini örneklerle göstermeye çalışıyor.
Bauer’e göre müphemlik çok anlamlılık üretilen veya çok anlamlılıkla karşı
karşıya kalınan her duruma teşmil edilebilir ve bu bağlamda kültürel müphemlikten
de bahsedilebilir. Yazar “Kültürel Müphemlik” adlı ikinci bölümde değişik alanlarda
müphemlik kavramı tasvir ettikten sonra İslâm’da kültürel müphemlik
görünümlerinin belirgin olduğu bazı sahalara dikkat çekiyor. Ona göre, klasik İslâm
geleneği söylemlerin çoğulluğunu kabul eder; farklı yorumları kabul eder; metinlerin,
eylemlerin ve yerlerin müphemliğini kabul eder; müphemlik üzerine tefekkürü kabul
eder. Fakat 20. yüzyılda “yeniden İslâmlaştırma” bağlamında bu durum değişmiştir.
THOMAS BAUER, MÜPHEMLİK KÜLTÜRÜ VE İSLÂM: FARKLI BİR İSLÂM TARİHİ OKUMASI, ÇEV.
TANIL BORA, İLETİŞİM YAYINLARI, 2019
124
Yazara göre “Bütün ideolojiler gibi İslâmcılık da hoşgörüsüz, müphemliğe şman
ve totaliterdir. Onun temsilcileri Kur’an’daki her yerin tam anlamını bilirler, hangi
hadislerin geçerli hangilerinin geçersiz olduğundan emindirler, tek doğru olan
yegâne yoruma onlar varırlar.(s. 48). İçgüdüsel, radikal ve tavizsiz bir müphemlik
nefreti gerçekte klasik İslâm geleneği ile ne kadar örtüşmektedir?
Metinlerin çok anlamlılığına dikkat çeken Bauer eserinin üçüncü bölümünde
Kur’an metninin ve Kur’an okuma tarzlarının (kıraatların) klasik dönemdeki
müphemliğini ve modern dönemlerde bu phemliğin nasıl ortadan kaldırılmaya
çalışıldığını tasvir ediyor. Bu durum 17. yüzyıldan beri Batılı entelektüellerin
müphemliğe karşı sürdürdükleri mücadelenin İslâm dünyasındaki yansıması olarak
değerlendirilebilir. Yazar konuyu her biri belli bir konumu temsil eden yazarlara atıfla
tasvir ediyor. İlk olarak klasik dönem Kıraat bilgini İbn Cezerî’nin (ö. 1429) Kitâbu’n-
neşr fil-kırâati’l-‘aşr adlı eserini inceleyen Bauer, onun Kur’an metninin öncelikle
sözsel geleneğe dayandığını vurguladığını; onun Kur’an metninin değişik
malzemeler üzerine yazıldığına dair rivayetler üzerinde durmadığını, bunun yerine
sahabenin Kur’an’ı ezberlemesine vurgu yaptığını belirtiyor. İkinci olarak Modern
dönemde Vehâbî yazar İbn Useymin’in el-Usûl fi’t-Tefsîr adlı eserini inceleyen Bauer,
onun eserinin bir bölümünü Kur’an’ın derlenmesi ve yazıya geçirilmesine ayırdığına
dikkat çekiyor. Bauer’e göre İbn Useymin’de sözlü gelenek artık bir rol oynamaz; o
Halife Osman’ın telif çalışması da sanki faklı metinlerden tek bir metin çıkarma
işlemi gibi sunar ve buna bağ olarak değişik okuma tarzlarının mevcudiyetini
gözden saklar. şardan bakan bir gözle Bauer “Aynı malzemeden ne kadar farklı
hikâyeler kurgulanabiliyor?” ( s. 67) deyip bu iki metin arasındaki zıtlığı, onların neyi
şarıda bıraktıklarına bakarak detaylıca gözler önüne seriyor.
Kur’an’ın farklı kıraatlere sahip olması yazının kusurluluğundan
kaynaklanmaktadır? Bauer’e göre birçok modern yazar böyle düşünse de, Batı
dillerinde birçok eser çok daha gelişmiş yazı sistemleriyle aktarılmış olmalarına
rağmen, Kur’an’dan çok daha fazla çeşitlemelere imkân sunar. Buna karşılık İslâm
öncesi Arap şiiri uzun süre sözlü aktarılmasına rağmen yine de hayli güvenilir bir
şekilde yazılı kültüre geçirilen bir edebiyatın örneğidir (s. 72).
Kur’an’ın değişik okunuşlarının süreç içerisinde otorite kabul edilmesi sürecini
detaylıca tasvir eden Bauer’e göre modern dönemde Kur’an’ın değişik tarzda
okunduğu anlayışına hücumlar başladı. Bu farklı kıraat anlayışlarını ilk
eleştirenlerden birisi de liberal sekülarist Taha Hüseyin’dir. Sözlü geleneği değersiz
bulan Taha Hüseyin İslâm öncesi Arap şiirinin sonraki dönemlerde üretilmiş sahte bir
şey olduğunu iddia ederken aslında, Vehhâbî İbn Useymin ile aynı modern zihniyeti
paylaşğı gösteriyordu. Bauer’e göre İbn Useymin ile benzer bir yaklaşımı da
siyasal İslâmcılığın önemli şünürü Mevdudî tefsirinin girişinde gösteriyor. Bauer,
onun Kur’an metni ve kıraati ile ilgili bir alıntısını verdikten sonra “Ancak kıra’at diye
bir disiplinin varlığını şimdiye kadar hiç işitmemiş birisi böyle şeyler yazabilir…” der
(s. 97). Bauer, bu üç şahsın ideolojik olarak farklı konumlarının onların kıraat
Muammer İSKENDEROĞLU
125
konusuna yaklaşımlarının benzer olmasına bir engel oluşturmadığını; bunun
nedeninin de Batılı modernite olduğunu vurguluyor.
Tanrı çokanlamlı konuşur mu? Bauer’e göre İslâm’ın klasik bilginleri Kur’an
metninin bol çeşitlemeli olmasını Tanrı’nın istemiş olduğundan emindiler; hatta onlar
bunu Tanrı’nın rahmetinin özel bir işareti olarak görüyorlardı. Kur’an ancak anlam
çoğulluğu sayesinde geleceğe açık olabilirdi ve bu yorum genişliği peygamberliğin
bütün zamanlar için ikamesi mahiyetindedir. Yazar’a göre “Kur’an’ın her sözünün
bütün zamanlar için geçerli tek bir anlamının olduğunda ısrar etmek, İslâm’ın
modernleşmesinin bir sonucudur.” (s. 115). Yazar, Suyutî ve Maverdî’den çok
anlamlılığa dair örnekler veriyor ve ardından zamanlarının epistemolojik kabullerini
paylaştıklarınışündüğü bu şünürlere göre “her tefsir kesinlikle değil ancak
muhtemelen doğru olma iddiasında bulunabilir ve bir tefsirin muhtemel doğruluğu
başka bir tefsirin doğru olma ihtimalini ortadan kaldırmaz.” der (s. 119). Modern
dönemde ise bu anlayış değişmiştir: Artık en iyisi tek bir yoruma sahip olmak gibi
görünüyor ve İbn Useymin gibiler tek bir yorumu tayorlar.
Kur’an metninin yoruma açıklığı, bu bağlamda Kur’an’ın başka dile tam olarak
çevrilememesi tartışmalarından Bauer’in çıkardığı sonuç dikkate değerdir: “Demek,
metnin yoruma açıkğı ancak özgün metinde korunmuştur. İslâm dünyasında hiçbir
rejimin, Kur’an’ın “yetkili” bir çevirisini yukarıdan aşağıya dayatmabaşaramaş
olması, manidardıroysa dini böylelikle devlet hizmetine almak muhakkak çok cazip
görünürdü. Dinin bu şekilde politikaya tabi kılınmasını önlemiş olmak, İslâm dünyası
orta sınıfının küçümsenemeyecek bir başarısıdır.” (s. 136).
Bauer eserinin beşinci bölümünde Klasik İslâm’da özellikle fıkhi bağlamda
görüş farklılıklarının rahmet olarak görülürken bu anlayışın modern dönemde nasıl
değiştiğini örneklerle tasvir ediyor. Bu süreçle ilgili değerlendirmesinde yazar “İslâm
hukukunun kodifikasyonu, onun özüne tamamen aykırıdır. Mecellenin İslâm hukuku
bakımından nasıl bir yozlaşmayı temsil ettiğini, bununla İslâm dünyasında ilk defa
Yahudilerin ve Hıristiyanların da İslâmi medeni hukuk hükümlerine tabi kılınmış
olmasına bakarak görebiliriz.” der (s. 174).
İslâm’ın İslâmîleştirilmesi bölümünde Bauer, İslâm ile ilgili en tahripkâr
önyargılardan biri olarak İslâm’da dinsel ile seküler alan ayrımı olmadığı yargısını
görür. Ona göre İslâm ltüründe her dönemde dinî ve dünyemevzular birbirinden
ayrılabiliyordu. Bu durumun modern dönemlerde değişmesi sonucu, her konuyla
ilgili İslâmî bir şeyler bulunmaya, bunun neticesinde din kendi içinde farklılaşmaya
başlamıştır. İslâm kültürünün baştan aşağı di bir kültür olarak görülmesi
neticesinde de bu bakış açısına uyum sağlamayan yönler bertaraf edilmeye
başlanmıştır. Bu da İslâm dünyasının yalnızca seküler alanına bakışı çarpıtmaz, dinî
alanının görünüşünü de tahrip eder.
Bauer, bir sonraki bölümde dinî ve seküler olanın yan yanalığının İslâm
kültürünün çıkış noktası olduğunu temellendiriyor. Bir tarafta dinî olan ayet ve
hadisler, diğer tarafta eski Arap şiiri ve bunların her ikisi de eşit derecede önemlidir.
THOMAS BAUER, MÜPHEMLİK KÜLTÜRÜ VE İSLÂM: FARKLI BİR İSLÂM TARİHİ OKUMASI, ÇEV.
TANIL BORA, İLETİŞİM YAYINLARI, 2019
126
Buraya kadarki tasvirlerde Bauer aslında sekizinci bölümün başında ifade
ettiği şu iddiayı temellendirmeye çalışır görünüyor: İslâm dünyasının geleneksel
söylemleri, ehlileştirilmiş ancak alt edilememiş müphemlikleriyle, Batı’nın evrensellik
iddiasındaki müphemliğe hoşgörüsüz söylemlerinin meydan okumasıyla karşı
karşıyadır. İslâm dünyasında Batı’nın meydan okumasına tepkiyle esasen iki söylem
ortaya çıkar; bir İslâmcı, bir de “Batılı-liberal” söylem. İlk bakışta birbirine karşıt
görünür bunlar, ancak aslında bir ve aynı temele dayanırlar. şterek zeminleri,
Batı’nın şeylere verdiği düzendir.” (s. 257). Bu bölümde de yazar bu iddiasını klasik
dönem Batı ve İslâm dünyasının cinselliğe yaklaşımı ile modern dönemde İslâm
dünyasının Batı’nın söylem hegemonyasıyla nasıl değiştiğini tasvir ederek
destekliyor.
Dinî ve seküler ayrımına bir sonraki bölümde din ve siyaset ilişkisi üzerinden
devam eden Bauer, uzun tasvirlerin ardından yukarıdaki iddiasını destekler
görüşünü şöyle özetliyor: “Demek ki İslâm dünyası, “Machiavelli’nin bile ilahî düzen
telâkkisini beşe özyönetim lehine etkili bir şekilde tadil edişindeki gibi bir
Rönesans”tan hiç de mahrum kalmış değildi; hele İslâm dünyasında “politik
egemenlik biçimlerinin meşruiyeti bakımından, tanrı-merkezli dünya imgesinin
yerini insan-merkezli bir imge almadığını veya yeterince almadığını” iddia etmek,
tamamen yanlıştır.” (s. 323). İslâm tarihi boyunca faklı siyasî söylemler sakin bir
şekilde yan yana var olabilirken, modern dönemle birlikte bu durum tersine
dönmüştür.
Çok anlamlılığı hoş görmek bir hata mı? Bauer’e göre Batı’nın yolu çok
anlamlılığı bertaraf etmek, hâlbuki klasik İslâm’ın yolu çok anlamlılığı ehlileştirmekti.
İslâm’ın dünyası bir kesinlikler dünyası değil, muhtemellikler dünyasıydı. Modern
dönemde bütün bunlar Avrupa’nın modern dönüşümünün İslâm dünyasına
yansıması sonucunda değişti.
Sonuç olarak Bauer’in eserinde sunmaya çalışğı resimleri çok dikkatli
inceleyip üzerinde düşünmek lazım. Aynı malzemelere içerden bakan kişilerin
göremediği veya görmek istemediği birçok şeyi yazarın gözler önüne sermesi
açısından bu eser değerli bir çalışma olarak görülebilir.
ResearchGate has not been able to resolve any citations for this publication.
ResearchGate has not been able to resolve any references for this publication.