Türkiye ve Ermenistan imparatorluklar devrini kapatan I. Dünya savaşının ortaya çıkardığı iki ülkedir. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde yaşanan isyan ve teşkilatlanma hareketleri nedeniyle devletin tehcir kararı vermesi üzerine sorunlar yaşamış iki halktır. Her ne kadar savaşın ağır koşulları ve Ermeni çetelerinin Anadolu'daki örgütlenmeleri nedeni ile bu kadar verilmiş olsa da iki halk Osmanlı Devleti içerisinde yüzyıllarca barış içerisinde yaşamıştır. Bu iki devlet tarihi ve derin husumetleri olmadıkları halde, savaş koşulları ve dönemin milliyetçilik akımları dolayısıyla içeriden ve dışarıdan çıkar odaklarınca desteklenen bazı grup ve insanların kurguladıkları bir oyun nedeniyle karşı karşıya gelmişlerdir. Söz konusu tehcir kararı önüne geçilemeyen ve önlem alınamayan gelişmelerin bir sonucudur. Diğer taraftan savaş sonrasında Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılarak yerine Türkiye Cumhuriyeti'ne bırakması ve Ermenistan'ın varlığını Sovyetler Birliği içerisinde devam ettirmesi ile busorunun ‘kontrolü ’Ermeni diasporasının eline geçmiş, Sovyetlerin idare ettiği
Ermenistan bu sorunun içinde bir figüran haline gelmiştir. İki ülke arasındaki
sorunlar bölgesel ve büyük güçlerin çıkar çatışmalarına sahne olmuştur. Şüphesiz
bugün hala büyüyen Çin tehdidine ve eski günlerine dönmeye çalışan Rusya’ya
karşı AB ve ABD plan ve projelerine uygun olarak bölgede güçlü bir Türkiye
istemektedirler. Bu çalışmanın amacı özellikle 1990’lı yıllarda AB ve ABD’nin
Türkiye ve Ermenistan ilişkilerine olan etkilerini ortaya koymaktır. Çalışma
süreci tüm yönleriyle açıklamış kaynak tarama yöntemiyle süreç üzerinde kısa bir
değerlendirme yapılmıştır. Çalışma sonunda AB ve ABD’nin Türkiye- Ermenistan
ilişkilerine olan etkilerini kontrol edebilmek için, enerji, istikrar ve Çin’in ve
Rusya’nın dengelenmesi politikaları ile birlikte Türkiye’nin dünya konjonktürüne
uygun uzun vadeli politikalar geliştirmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
This paper analyses the pushes and pulls between realpolitik and psychopolitics in Armenian foreign policy under Ter-Petrosyan, Kocharyan, and Sargsyan. The country has so far considered its identity above its interests and could not establish normal diplomatic relations with most of its neighbours due to its irredentist idea and actions. Even though Armenia cannot be blamed ex parte for its regional isolation, it is a fact that the country follows a compulsive foreign policy preventing itself from maximising its national interests. This psycho-political compulsion ensues from the nationalist pressure groups at home and abroad, mainly from the Armenian diaspora organisations across the world. Those pressure groups endeavour to keep the selected traumas alive. Due to the trenchancy of diaspora, Armenian foreign policy has proceeded on a continuous, rather than changing, line. In view of Armenian nationalism, Ter-Petrosyan was hawkish in internal affairs and temperate in foreign policy; Kocharyan appeared as obdurate both at home and abroad whereas Sargsyan has been seen concessive both at home and abroad. Nevertheless, their attitudinal differences have not changed the entrenched foreign policy line of Armenia. On this line, Armenia has resorted to realpolitik in its relations with Iran, Russia and the USA while tilting towards the pendulum of psychopolitics in its relations with Turkey and Azerbaijan.
Using a case study approach, this study examines Turkish and Armenian attempts at constructing a more positive relationship. It argues that the two countries need to look at what binds them in a web of mutual responsibility toward each other as states first. The only legal link between the two countries is the Treaty of Kars, which updated an earlier treaty. Given that the TARC and the Turkish–Armenian accords were both failures, this article argues that Armenia and Turkey need to litigate their differences on the basis of their only binding agreement.
ResearchGate has not been able to resolve any references for this publication.