Content uploaded by Resul Ay
Author content
All content in this area was uploaded by Resul Ay on May 02, 2020
Content may be subject to copyright.
218 Prof. Dr. Özkan İzgi Armağanı
TÜRK FETİHLERİ ARİFESİNDE ANADOLU TOPLUMU: BİZANS EMPERYAL
YÖNETİMİNİN SINIRLARINA DAİR BAZI GÖZLEMLER
Resul AY*
Giriş
11. yüzyıla eski parlak gücüne yeniden kavuşarak giren ve bu yüzyılın ilk çeyreğinde
gücünün zirvesine ulaşan Bizans İmparatorluğu, aynı yüzyılın üçüncü çeyreğinin sonlarına
doğru doğu sınırlarında birikmiş olan Türkmen aşiretlerine karşı almış olduğu ağır bir yenilgi
sonucunda Anadolu’daki hâkimiyetini hızlı bir şekilde kaybetme sürecine girmişti. Öyle ki,
1071 Malazgirt savaşında zafer kazanan Türkler, 1075’te Bizans merkezinin yanı başındaki
İznik’i fethediyor ve burayı kurdukları devletin başkenti haline getiriyordu. Yine on yıl
içerisinde Marmara ve Ege sahilleri büyük ölçüde Türkmen aşiretlerinin eline geçiyordu.588
Tarihçiler yerleşik imparatorlukların sınırlarını çevreleyen göçebe/barbar kavimler
karşısında bu tarz bir yenilgiye uğramalarını yerleşik imparatorlukların kendi içlerinde
yaşadıkları bir gerileyiş ve çöküşle alakalı görürler. İmparatorluklar güçlü oldukları dönemde
söz konusu barbar kavimlere boyun eğdirir ve sınırlarından uzaklaştırırken, zayıfladıkları
dönemde bir sel gibi onların akınlarına maruz kalırlardı.589 Bu bakımdan Bizans’ın Türkler
karşısında maruz kaldığı durum, en azından erken safhaları itibariyle, Roma’nın Cermen
kavimleri karşısında yaşadığından çok da farklı değildi. Bu yüzden araştırmacılar Bizans’ın
Anadolu’daki ani gerileyişini bünyesinde yaşadığı bazı sorunlarla açıklamaya çalışırlar; bu
kapsamda pek çok idarî, askerî, dinî, ekonomik ve sosyal sebeplerden bahsederler.590 Burada
bazı tarihçilerin üzerinde önemle durdukları bir gerekçe bu çalışmanın da hareket noktasını
oluşturacaktır. O da Türklerin ilerleyişi karşısında Bizans yönetimindeki Anadolu halkının
* Yrd. Doç. Dr., Kırıkkale Üniversitesi, Tarih Bölümü.
588 Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Boğaziçi Yay., İstanbul 1993, s. 37-44; Speros Vryonis, Jr,
“Nomadization and Islamization in Asia Minor” Dumbarton Oaks Papers (Number Twenty-nine)’den ayrı basım,
The Dumbarton Oaks Center For Byzantine Studies, 1975, s. 44.
589 Halil Berktay, Kabileden Feodalizme, Kaynak Yay., İstanbul 1988, s. 246.
590 Mesela bkz. George Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi (çev. Fikret Işıltan), TTK, Ankara 1999, s. 296-324;
Peter Charanis, “Bizans İmparatorluğu’nun Çöküşündeki Ekonomik Faktörler” (Çev. Melek Delilbaşı), Belleten
XLVIII (1984), s. 523-535; Speros Vryonis, Jr., “Byzantium: The Social Basis of Decline in the Eleventh
Century” Byzantine Institutions, Society and Culture, I. Cit, The Imperial Istitution and Society, New York 1997,
s. 293-305. Aslında Anadolu’nun fethi ne Alp Arslan ne de Türkmenler tarafından önceden düşünülmüştü.
Bizans yönetiminde yaşanan iç sorunlar ve iktidar mücadelelerinde tarafların Türklerden yardım talep etmeleri
ve diğer bazı sebepler böyle bir yolu açmıştı. Bkz. Claude Cahen, Türklerin Anadolu’ya İlk Girişi (XI. Yüzyılın
İkinci Yarısı) (Çev. Y. Yücel - B. Yediyıldız), TTK, Ankara 1992, s. 24; Claude Cahen, Osmanlılardan Önce
Anadolu (Çev Erol Üyepazarcı), Tarih Vakfı Yurt Y., İstanbul 2002, s. 7
219 Prof. Dr. Özkan İZGİ Armağanı
imparatorluğu savunmada yeterince istekli olmadıkları, onun kaderiyle çok da
ilgilenmedikleri görüşüdür.591
Gerçekten de 11. yüzyılın son çeyreğinde yaşanan olaylar ve Bizans’ın Anadolu
topraklarında hızla gerilemesi böyle bir tespitin doğruluğunu bize gösteriyor. Esasında böyle
bir tavrın ortaya çıkması İmparatorlukla tebaası arasındaki ilişkilerin pek de sağlıklı bir
zeminde gelişmediğinin de bir göstergesidir aynı zamanda. Etnik ve mezhepsel
farklılıkların/ayrılıkların öteden beri yarattığı çatışmacı ilişkiler Anadolu Bizans toplumunun
Ermeni, Süryani ve heretikler gibi önemlice bir kesiminin merkezî yönetime bakışını, Bizans
yönetimi imajını problemli hâle getirmişti. Bizans yönetimiyle aynı dili ve dini paylaşan Rum
nüfusu ise farklı gerekçelerle Bizans yönetimine karşı bir soğukluk yaşıyordu. Bizans köylüsü
son yüz yıl içerisinde giderek güçlenen büyük toprak sahiplerinin baskıları, merkezî
yönetimin ağır talep ve beklentileri karşısında içine düştüğü durum yüzünden Bizans’a karşı
ümidini çoktan tüketmişti muhtemelen. Halkın imparatorluğa sadakatle bağlanması önünde
önemli duygusal engelleri oluşturan bu unsurlara, Bizans’ın daha köklü bir sorunu olan
bölgelerin birbirlerini ve merkezî yönetimi, merkezî yönetimin de yerel toplulukları
algılamada bir ötekileştirme eğilimi problemini de ilave edebiliriz. Bizans’ı Türkler karşısında
zaafa uğratan bu ilişki ve algılamaların aynı zamanda imparatorluk otoritesini en güçlü olduğu
dönemde bile sınırlandıran, etkinliğini azaltan unsurlar olduğunu görürüz.
Şüphesiz ilişkilerdeki bireyler açısından öznel boyutları tam olarak tespit etmek
mümkün değildir. Fakat tarafların kaynaklara yansıdığı kadarıyla birbirlerine yönelik
nitelemeleri ve birbirlerini algılama biçimleri hakkında bilgiler edinebiliyoruz. Ayrıca çeşitli
türde ilişkilerin olgusal verilerinden de bazı sonuçlar çıkarmak mümkündür. Burada Bizans
yönetimiyle onun tebaası arasındaki ilişkiyi, Anadolu’yla sınırlı olmak üzere, etnik ve dinî
ayrılıklar bağlamında Ermeni, Süryani ve heretik gruplarla, daha ekonomik ve sosyal boyutlu
bir problemi ifade eden geniş köylü kitlesi bağlamında görmeye çalışacağız. Bunu da bir
taraftan Türk fetihleri arifesinde, (10. ve 11. yüzyıllarda) taraflar arasında vuku bulmuş tarihî
olgular üzerinden, diğer taraftan da Bizans, Ermeni ve Süryani kaynaklarına yansıyan
karşılıklı algılamalar üzerinden incelemeye çalışacağız. Şüphesiz ilişkileri ve karşılıklı
algılamaları belirleyen konuların din, siyaset, ekonomi, etnik köken, konjonktürel gelişmeler
ve bütün bunlara etki eden tarihsel arka plan gibi geniş çeşitliliğe dayalı olması çalışmanın
büyük ölçüde literatüre dayalı olmasını da kaçınılmaz kılmıştır. Hatta her bir konu hakkında
591 Cahen, Türklerin Anadolu’ya İlk Girişi.. s. 24-25; Peter Charanis, “Bizans İmparatorluğu’nun Çöküşündeki
Ekonomik Faktörler”, s.531; Peter Charanis, “The Armenians in The Byzantine Empire” Byzantinoslovica,
22(1961)’den ayrı basım Lisboa (ed. Marshall W. Baldwin) Philadelphia, s.52-53, 56-57. Bu konuyla ilgili daha
detaylı atıflar ileriki sayfalarda görülebilir.
220 Prof. Dr. Özkan İzgi Armağanı
mevcut zengin literatürden seçim yapmak da bir zorunluluk olmuştur. Bu yüzden, yukarıda
zikredilen “Bizans’ın kaderine dair Anadolu halklarının kayıtsızlığı”, söz konusu konular
çerçevesinde ve büyük ölçüde literatür üzerinden işlenirken, kaynaklara daha çok Anadolu
halklarının ve Bizans yönetiminin birbirlerine yönelik algılamaları ve birbirleri hakkındaki
imajları konusunda başvurulmuştur.
Anadolu Bizans Toplumu: Etnik ve Dini Kompozisyon
Bizans İmparatorluğu son yüzyıllarına kadar çok etnili yapısını muhafaza etmiştir. Bu
yüzden homojen bir nüfustan söz etmek Bizans’ın hiçbir dönemi için mümkün değildir.
İmparatorluğun etnik kompozisyonu uzun tarihi boyunca sürekli bir değişim halinde olmuştur.
Yeni barbar kabilelerinin katılımı, nüfus transferleri ve yerli etnik grupların baskın Helen
kültürü içinde erimesi ve Helenleşmesi bu değişimi kaçınılmaz kılmıştır.592 11. yüzyıla
girildiğinde, imparatorluğun Anadolu’daki etnik durumu Helenleşmiş yerli halklarla birlikte,
Rumlardan (Grek), Ermeni, Süryani, Gürcü ve Kürtlerden oluşmaktaydı. Kapadokya ve
Kilikya bölgeleri Grek dilinin doğu sınırını teşkil ediyordu. Doğu Karadeniz sahillerinde
Grekçe konuşulan bölgelerle, doğuda Ermeniler arasında yaşayan Grek kolonileri bunun bir
istisnası sayılabilir. Aynı şekilde, Anadolu’nun batı kısmında Grek nüfus arasında, daha
önceden göç ettirilmiş ve koloniler halinde yaşayan Ermeni ve Musevi gruplar da vardı.
Grekçenin doğu sınırı olarak bahsedilen Kapadokya ve Kilikya bölgeleri de tam bir karışım
halindeydi. İmparatorluk politikası gereği buralara göç ettirilen Ermeniler, Grekler karşısında
önemli bir sayıya ulaşmışlardı; aralarında da sürekli bir çatışma hali vardı.593 Aynı şekilde,
Ermenilerin kuzey Suriye ve Mezopotamya bölgelerine de yayıldıkları, özellikle bölgenin
Araplardan geri alınmasından sonra, buralara yerleşmeye teşvik edildikleri hatta zorlandıkları
bilinmektedir. Aynı bölgelerin bir başka sakini de Süryanilerdi. Süryaniler başta Hatay, Urfa,
Mardin ve Malatya olmak üzere bütün civar yerlerde yaşamaktaydılar. Aslında buralar ve
Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı Anadolu’nun doğusundaki bölgeler uzun bir süre Arap
592Bizans’ın etnik kompozisyonu ve nüfus transferleri hakkında bkz Peter Charanis, “The Transfer of Population
as a Policy in the Byzantine Empire” Comparative Studies in Society and History, III/2 (1961), s. 140-154; Aynı
Yazar, “Ethnic Changes in the Byzantine Empire in the Seventh Century” Dumbarton Oaks Papers, 13 (1959),
24-36; Speros Vryonis, Jr., “Problems in the History of Byzantine Anatolia” Studies on Byzantium, Seljuks, and
Ottomans, Undena Publications, Malibu 1981, s. 114-121; Vryonis, “Byzantium: The Social Basis of….”, s.
299-300. Bizans’ın göç politikasının gerekçelerini kısa bir şekilde özetleyen Vryonis, Özellikle Bizans sınır
bölgelerinde yerleşik olan Barbar pagan kabilelerin itaatsizliklerini ve taşra hayatında yarattıkları sıkıntıları
gidermek, askerî seferleri nüfusla desteklemek için bazı bölgelerin nüfuslandırılması ve yine askerî amaçlarla
onların insan gücünden yararlanılması ve yabancı unsurların asimile edilmesi (buna mezhep farklılıkları ve
sapkınlıklar da dahil) gibi bazı temel noktalara temas eder. Bkz. Speros Vryonis, Jr., “Byzantine and Turkish
Societies and Their Sources of Manpower” Studies on Byzantium, Seljuks, and Ottomans, s. 129-130.
593 Vryonis, “Byzantium: The Social Basis of Decline…”, 299-301.
221 Prof. Dr. Özkan İZGİ Armağanı
hâkimiyeti altında kaldıkları için Bizans etkisinden uzak kalmışlardı. Bu yüzden Anadolu’nun
diğer bölgelerinde görülen Helenleşme onları etkilememişti.594
Grekçenin konuşulduğu ve Helen bölgesi olarak gösterdiğimiz Anadolu’nun orta ve batı
kısmı ise bahsedilen dönemin birkaç yüzyıl öncesine kadar farklı etnik grupları ve dilleri
içinde barındırıyordu. Çok etnili bu görüntünün 9. yüzyılın başına kadar sürdüğü tahmin
edilmektedir. Hatta bundan sonra da onların bazı yansımalarını, izlerini görmek mümkün
olmuştur. Yakın geçmişten uzağa doğru kısa bir bakışla Helenleşmiş bazı yerli halkların
özgün kimliklerine ulaşmak mümkün gözüküyor. Etnik kimliğini diğerlerine nispetle daha geç
dönemlere kadar muhafaza eden topluluk, bölgeye dışarıdan getirilen Slavlardı. Slavlar 7. ve
8. yüzyıllarda, Bizans imparatorları tarafından, hem onların Balkan yarımadasında sebep
oldukları baskıyı azaltmak hem de Arap istilalarına karşı onlardan asker olarak yararlanmak
ve boşalan toprakları yeniden iskân etmek maksadıyla Anadolu’ya yerleştirilmişlerdi. Onların
9. yüzyılın başlarına kadar burada kimliklerini muhafaza ettikleri görülüyor.595 Hatta bu
dönemde aralarında Thomas adlı biri isyan ederek, Bizans İmparatorluğu tahtına çıkmaya bile
çalışmıştı. Onun isyanı bazı tarihçilerce Slav etnik bilincinin bir yansıması olarak kabul
edilir.596 Ağırlıklı olarak Bitinya’ya yerleştirilen Slavların daha sonra kimliklerini
kaybetmelerine rağmen, 11. yüzyılda bile bölgede ayrı bir grup kimliği oluşturduklarından
bahsedilir.597
Yerli etnik dillerin tam olarak ne zaman ortadan kalktığı kesin olarak bilinmese de,
onların 6. yüzyılda konuşulmaya devam ettiği, 7. yüzyılda da Anadolu’da tam bir dil
bütünlüğünden bahsedilemeyeceği görüşü hâkimdir. Hatta Friglerin 9. yüzyılın başlarına
kadar yarı Helenleşmiş bir vaziyette varlıklarını sürdürdükleri kabul edilir.598 7. ve daha
sonraki yüzyıllarda ortaya çıkan heretik grupların tam olarak Helenleşememiş bu yerel etnik
gruplar arasından çıktığı yönünde de görüşler vardır. Frigya, Likonya ve muhtemelen
Kapadokya, Galatya ve Kilikya’da temsilcileri olan heretik Montanism hareketine mensup
594 Charanis, “Ethnic Changes…”, s. 28-30.
595 Charanis, “Ethnic Changes…”, s. 42-43; Peter Charanis, “The Slavic Element in Byzantine Asia Minor in the
Thirteenth Century” Byzantion XVIII (1948), s. 70-71; Speros Vryonis, The Decline of Medieval Hellenism in
Asia Minor and the Process of Islamization from the Eleventh through the Fifteenth Century, Unv. Of California
Pres, Berkeley 1971, s. 50-51.
596 Charanis, “Ethnic Changes…”, s. 43
597 Cyril Mango, Byzantium The Empire of New Rome, London 1980, s. 29. Slavların Bitinya bölgesinde veya
Opsikion themasında varlıklarını İmparatorluk tarihi boyunca muhafaza ettiklerine dair Rus bilim adamlarının
savunduğu tezler vardır. Fakat en azından 13. yüzyılda söz konusu bölgede onların kalıntılarına
rastlanabilmektedir. Charanis bunları 7. ve 8. yüzyıllardaki Slav yerleşikleriyle ilişkilendirir fakat onlara daha
sonraki dönemlerde gerçekleştirilen yeni göçlerle başka Slav unsurların da katıldığını ifade eder. bkz. Charanis,
“The Slavic Element in…”, s. 71-83.
598 Charanis, “Ethnic Changes…”, s. 26.
222 Prof. Dr. Özkan İzgi Armağanı
olanların bir kaynakta Frig olarak nitelenmesi bu görüşe dayanak olarak gösterilir.599 Söz
konusu heretiklerin 9. yüzyılda ortaya çıkan Frigya ve Likonya merkezli bir başka heretik
grup olan Athinganoi ile karışmaları da mümkün görülüyor. Yine zamanın kaynaklarında II.
Mihail yarı Helenleşmiş bir Frig olarak yansıtılır.600 Frig dilinin yanı sıra, 6. yüzyılın sonuna
kadar diğer yerli dillerden Galatya’da Keltçenin, Kapadokya ve Isauria’da antik yerel dillerin
konuşulduğu kabul edilir.601
Bizans Anadolu’sunun etnik bakımdan çeşitliliği onun dinsel kompozisyonuna da
yansımıştır. Hâkim inanç olan Ortodoks Hıristiyanlık Helen ve Helenleşmiş nüfus ile
Gürcüler arasında yaygındı. Ermeni ve Süryaniler kendi etnik farklılıklarının bir ifadesi olarak
kendi kiliselerini ve inanç sistemlerini geliştirmişlerdi. 451’de Kadıköy Konsili’nde
şekillenen ve Hz. İsa’nın insan ve tanrı tabiatlarının ayrılığı üzerine formüle edilen inanış,
İskenderiye merkezli tek tabiatçı Monofizit inanışa sahip Süryaniler ve yarı Monofizit
Ermeniler tarafından reddedilmişti. Bu kopuş İstanbul kilisesinin diğer kiliseler üzerinde
hâkimiyet tesis etme girişimine karşı da bir tepkiydi aynı zamanda. Hem Ermeniler hem de
Süryaniler kendi kiliselerinin havari kökenli olduğu iddiasıyla İstanbul kilisesinin
üstünlüğünü kabul etmemekle aslında, ayrı etnik kimliklerini ve bağımsızlıklarını Bizans’a
karşı koruma çabası içerisindeydiler. Bilge’nin Süryaniler için ifade ettiği gibi “Asurlu halkın
bağımsızlık çabaları, ifadesini kilisede buluyordu. Kilise ve savunduğu dinsel doktrin,
Süryanilerin ayrılıkçı çabalarında, Bizans hâkimiyetine karşı mücadelenin sloganı
oluyordu”.602 Nitekim bu millî duyguların gelişmesi sonucunda, Antakya Süryani kilisesinde
ibadet dili olarak Süryanice kullanılıyor, ayin usulü, kilise hukuku ve benzeri kilise
gelenekleri de Süryani gelenekleriyle yoğruluyordu.603 Ermeni kilisesinde de durum farklı
değildi. İbadet dili ve diğer dinî terminoloji Ermenice üzerinden gelişiyordu.
599 Charanis, “Ethnic Changes…”, s. 26-27; Aynı yazar, “The Transfer of Population…”, s. 140-141; Speros
Vryonis, Jr., “Problems in the History of Byzantine Anatolia”, s. 120. Vryonis bu görüşe biraz ihtiyatla yaklaşır.
Ona göre, aynı sahada 3. yüzyıllardan kalma pagan yazıtları Frigce olduğu halde Friglerle ilişkilendirilen
Montanist ve diğer heretiklere ait yazıtların Frigce yerine Grekçe olması manidardır. Ayrıca dinsel ortodoksi ile
sapkınlığın Grekçe ile Grekçe öncesi Antik Anadolu dilleri arasındaki dilsel sınırla tam olarak bağdaşmadığını
da vurgular. Bir zamanlar Kapadokya dilinin yaşadığı Kapadokya’da Ortodoks Hıristiyanlığın nispeten erken
dönemde kök salmasını buna örnek olarak verir. Bkz. aynı makale, s. 120-121; daha geniş değerlendirme için
bkz. Vryonis, The Decline of Medieval….., , s. 46-48.
600 Charanis, “Ethnic Changes…”, s. 26-27; Peter Charanis, “The Linguistic Frontier in Asia Minor Towards
the End of the Ninth Century” Actes du XIV Congrès International Des Études Byzantines, Bucarest 6-12
Septembre 1971, Bucarest 1975, s. 317.
601 Charanis, “The Transfer of Population…”, s. 141; Mango, a.g.e., s. 17; Vryonis, The Decline of…., s. 45-46.
Vryonis, 3. yüzyılda Frigya’da konuşulduğu iddia edilen yerel dilin çok sınırlı kalmış olabileceğini, burada
Grekçenin önemli bir başarı sağladığını, 6. yüzyılda ise tamamen hakim konuma geldiğini ifade eder. bkz. aynı
eser, s. 47-48
602 Yakup Bilge, Süryaniler: Anadolu’nun Solan Rengi, İstanbul 1996, s. 70-71.
603 Mehmet Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi (Kuruluş Dönemi), I. Cilt, İstanbul 1987, s. 225; Bilge, a.g.e., s. 71.
223 Prof. Dr. Özkan İZGİ Armağanı
Bizans dönemi Anadolu’sunun dinî hayatında önemli bir yer tutan ve maruz kaldıkları
ağır baskılar yüzünden Bizans yönetimine karşı pek iyi hisler beslemeyen yaygın bir heretik
zümrenin varlığından da bahsetmek mümkündür. Gad Nassi’nin tabiriyle “gizemci direnme
hareketleri” şeklinde ortaya çıkan bu zümreler arasında 7. yüzyılın ortalarında, Doğu
Anadolu’da ortaya çıkıp batıya doğru yayılan Pavlosçuluk hareketi en etkili ve en
önemlilerinden biri olarak kabul edilir.604 Daha sonra Bogomillik adı altında Balkanlara da
geçecek olan bu hareket kiliseye, onun hiyerarşik yapılanmasına ve ritüellerine, özellikle de
ritüellerde papazların aracılığına ve kutsallık atfedilen sembollere karşı ortaya çıkmışlardı.605
Hareketin protest ve mücadeleci bir özellik göstermesi onun kimliklendirilmesinde bir
zenginlik unsuru olarak yansımıştır. Ermenilerin memleketinde ortaya çıkması606 ve öncelikle
Ermeniler arasında yaygınlık kazanması bu hareketin Ermeni etnik ve bölgesel kimliğiyle
ilişkilendirilmesine yol açmıştır.607 Yine mensuplarının çoğunluğunun köylü ve şehirlerin
pleb nüfusundan olması itibariyle bu harekete dinsel ve siyasal feodalizme karşı bir köylü
veya proleter başkaldırı anlamı yükleyenler de olmuştur.608 Oysa aşağıda da görülebileceği
gibi, Pavlosçuların etkin oldukları bölgelerin Ermeni bölgelerinin yanı sıra diğer eyaletleri de
içeriyor olması, hatta liderleri arasında Ermeni olmayanların da bulunması onun etnik bir
kökene indirgenemeyeceğini gösterir. Aynı şekilde hareket içinde köylülerden başka farklı
sınıflardan şehirlilerin de yoğun bir şekilde yer alması proleter başkaldırı tezini de geçersiz
kılmaktadır.609
Pavlosçuluğa atfedilen bir başka köken de Maniciliktir. Bunun söz konusu hareketle
çağdaş Grek kaynaklarının nitelemeleriyle alakalı olduğu açıktır. Esasında Grek otoriteleri 7.
ve takip eden yüzyıllardaki bütün düalist inanışları Manicilikle ilişkilendirmişlerdir.610 Bu
tutumlarında 3. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ve uyguladığı akılcı yöntemlerle büyük
604 Gad Nassi, “İki Bizans Gizemci Hareketi ve Osmanlı Tasavvufunun Doğuşu” Tarih ve Toplum 111 (Mart
1993), s. 40
605 C.A. Scott, “Paulicians” Encyclopaedia of Religion and Ethhics, Vol. IX (Ed. James Hastings), Edinburg
1917, s. 695-696.
606 Pavlosçuluğun lideri olan Constantine bugünkü Tercan’a tekabül eden Mananali adlı yerde ortaya çıkmıştı.
Söz konusu yerin bir yanlışlık eseri olarak Samosata (Adiyaman civarı) ile komşu gösterilmesi ve coğrafyanın
doğru tespiti için bkz. Anthony A.M. Bryer, “Excursus on Mananalis, Samosata of Armenia and Paulician
Geography” The Empire of Trebizond and the Pontos, Variorum Reprints, London 1980, s. 83-84.
607 Nina G. Garsoian, “Byzantine Heresy A Reinterpretation” Armenia Between Byzantium and The Sasanians,
London 1985, s. 87, 91-92; Nassi, a.g.m., s. 43.
608 A.g.m., s. 87-90; Nassi, a.g.m., s. 43. Hareketin dinsel kökenleri ve sosyal ve siyasal talepleri itibariyle
devrimci bir niteliğe sahip olduğu üzerinde duran Seidler, özellikle halkların eşit olduğu fikrinin ve toplumsal
ayrıcalıkların kaldırılmasını isteyen sloganlarının köylülere ve şehirli pleblere çekici geldiğini ifade etmektedir.
Hatta bu hareketin devamı sayılan Bogomillikte bu tür anti feodal protestonun izleri daha belirgindir. G. L.
Seidler, Bizans Siyasal Düşüncesi: Bizans Halk Hareketlerinin İdeolojik Kökeni (Çev. Mete Tunçay), Göçebe
Yay., İstanbul 1997, s. 84-88.
609 Garsoian, a.g.m, s. 87-93.
610 Scott, a.g.m., s. 696/I. Sütun.
224 Prof. Dr. Özkan İzgi Armağanı
bir ilgi gören Maniciliğin, henüz teşkilatlanma aşamasında olan Hıristiyanlığa karşı ciddi bir
tehlike oluşturmasının ve kilise çevrelerinde endişeye sebep olmasının muhtemelen bir etkisi
olmuştur. Bu yüzden olsa gerek, ilerleyen yüzyıllarda karşılaşılan her düalist hareket
Maniciliğin bir devamı veya yeniden ortaya çıkması şeklinde algılanmıştır.611 Oysa
Pavlosçular kendilerinin Mani ve onun öğretisiyle ilişkileri konusunda ne bir iddiada
bulundular ne de bu ilişkiyi kabul ettiler. Aksine Grek kaynaklarında söylendiği gibi onlar
Maniciliğin kurucusu olan Manes’i, hatta Greklere göre Pavlosçuluğun kurucusu sayılan bir
Manici kadının çocukları olan Paul ve John’u bile aforoz etmişlerdi.612 Ayrıca Ortodoks
inanışa karşı geliştirdikleri söylem ve eylemlerinde referans kaynakları Kitab-ı
Mukaddes’ti.613 Hareketin lideri olarak kabul edilen Konstantin, öğretisini Aziz Paul’den
aldığını iddia eder ve kendini onun öğrencisinin adı olan Sylvanus olarak adlandırırdı.614
Pavlosçuluğun Manicilikle veya Gnostisizmle ilişkilendirilmesi onun çeşitli düalist
mezheplerle benzerliği üzerinden kurulmuştur. Aslında erken Pavlosçuların düalist özellikler
göstermediği, 9. yüzyıldan itibaren yaşanan doktrinsel bir dönüşüm sürecinde bu tür bir
özellik edindiği genel olarak kabul görür.615
Pavlosçuların en etkili oldukları bölgeler ilk ortaya çıktıkları Armeniakon’un
kuzeydoğusu ile önemli bir sapkınlık merkezi olan Frigya bölgeleriydi. Fakat onların Bizans
baskıları sonucu veya gönüllü olarak batıya doğru yayıldıkları görülmektedir616. Bir kısmı 8.
yüzyıl ortalarında Bizans yönetimi tarafından bazı sosyal ve siyasal dengeleri gözetmek ve
sınır bölgelerindeki güvenliği sağlamak amacıyla Trakya bölgesine sürgün edilmişti. Bu
sayede Pavlosçuluk hareketinin Trakya bölgesinde yerleşmesi sağlanmış oluyordu.617 8.
yüzyılın sonlarında merkezleri, Bizans’ın Armeniakon themasından çok Anatolikon theması
olmuştu. 9. yüzyılda ise artık onları Anadolu’nun birçok yerinde görüyoruz.618 I. Basileios’un
(867-886) Pavlosçuları sıkı takibe alması ve yenilgiye uğratması, yeni sürgünleri beraberinde
getirmiş, böylece, Pavlosçular imparatorluk içinde daha geniş alanlara yayılmıştı. Bu
611 Steven Runciman, The Medieval Manichee: A Study of the Christian Dualist Heresy, Cambridge Unv. Pres,
Cambridge 1982, s. 17.
612 Scott, a.g.m., s. 696/I. Sütun
613 A.g.m., s. 696/II. Sütun.
614 Byleon Arpee, A History of Armenian Christianity (From the Beginning to Our Own Times, New York 1946,
s. 106; Scott, a.g.m., s. 696-697.
615 Garsoian, a.g.m., s. 94-96,101
616 Garsoian, a.g.m, s. 93.
617 Nassi, a.g.m., s. 42.
618 Garsoian, a.g.m., s. 93. Armeniakon theması 8. yüzyılın yarılarına kadar Bizans Ermenistan’ı, Orta ve Doğu
Karadeniz bölgesi ve Kapadokya’nın bazı bölümlerini kapsıyordu. Daha sonraki dönemlerde ise bugünkü Sinop
ve Samsun’dan güneye doğru Sivas ve Divriği’ye kadar uzanan ve merkezi Amasya olan bölgeyi kapsar hale
gelmişti. Anatolikon theması ise antik Likonya, Firigya, Pamfilya, Pisidya ve Kapadokya’nın bazı bölgelerinden
meydana gelmişti. Harita için bkz Ostrogorsky, a.g.e., s. 96-97; John Haldon, Bizans Tarih Atlası (Çev. Ali
Özdamar), Kitap Yayınevi, İstanbul 2007, s. 118, 294-295.
225 Prof. Dr. Özkan İZGİ Armağanı
sürgünden sonra Doğu Anadolu’da kalmaya devam eden Pavlosçular, yeni bir örgütlenmeyle
daha da aktif hâle gelmişlerdi. Daha önce Smbat adlı bir Pavlosçunun liderliğinde yeniden
örgütlenen ve merkezleri olan Tonrak adlı bir yerden (Malazgirt yakınlarında) ismini alan
Ton(d)rakîler, 10. yüzyılın ortalarında Doğu Anadolu’da büyük bir kalabalığa ulaşmışlardı.
Fakat bu oluşum da dikkatlerden kaçmamış ve 969’da İmparator Ioannis Çimiskis, 988’de de
II. Basileios onları sürgüne tâbi tutarak, önemlice bir kısmını Trakya bölgesinde Philippolis
(Filibe) şehri civarına yerleştirmişti.619
Anadolu’nun heretik geçmişi oldukça zengindir. 2. yüzyıldan itibaren başta Frigya
bölgesi olmak üzere Kapadokya, Likonya, Galatya ve Kilikya gibi Anadolu’nun pek çok
yerinde dönem dönem çeşitli heretik gruplara rastlanır. 2. yüzyılın ikinci yarısında ortaya
çıkan Montanism, bununla ilişkili Novatians, Catharioi, Encratitai, Euchitai ve daha pek
çoğu 3. ve 4. yüzyıllarda etkili idiler. Montanistlerin 8. yüzyılın başlarına kadar varlıklarını
sürdürdükleri anlaşılıyor. Bu dönemde daha etkili olduğunu gördüğümüz Pavlosçuluğun söz
konusu erken dönem heretik grupların kalıntılarını içine almış olması muhtemeldir.620
Pavlosçular kadar yaygın olmasa da Athinganoi mensupları bu dönemde faaliyet
göstermişlerdir.621 Ayrıca 10. yüzyılda Bulgaristan’da Pavlosçuluğun bir devamı olarak ortaya
çıkan Bogomillik de 11 ve 12. yüzyıllarda Batı ve Güney Anadolu ile İstanbul’da geniş bir
taraftar kitlesi edinmişti.622
Buraya kadar da görülebileceği gibi, Bizans İmparatorluğu etnik ve dinsel bakımdan
homojen bir yapıya sahip değildi. 10. yüzyılın sonlarındaki genişlemeler, özellikle de
Ermenilerle meskûn Doğu Anadolu eyaletlerinin ve Süryanilerin yoğun olarak yaşadıkları
güneydoğu Anadolu ve kuzey Suriye bölgelerinin Bizans yönetimine girmesi bu yapıyı daha
da belirgin hâle getirmiştir. İmparatorluğun bu çok etnik menşeli halkını bir arada tutacak,
onlar arasındaki dayanışmanın simgesi olabilecek ortak bir kimlik geliştirilemediği de
dikkatlerden kaçmamaktadır. Bizans’ın ilk dönemlerinde nispeten yaygın olan Romanitas
ideali artık kaybolmuş, yerine Bizanslılık veya başka bir kavram üretilmemiştir.623 Bunun
yerine iki tür kimliğin veya dayanışma bağının öne çıktığını görüyoruz: Bölge ve din
619 Arpee, a.g.e., s. 108-110; Charanis, “The Transfer of Population…”, s. 146.
620 Vryonis, The Decline of…, s. 56-58, 60; Frigya ve çevresinde 2. 3. ve 4. yüzyıllarda etkili olmuş heretik
gruplar hakkında daha detaylı bilgi için yazıtlar üzerinden yapılmış bir çalışma olarak bkz. W. M. Calder, “The
Epigraphy of the Anatolian Heresies” Anatolian Studies (Presented to Sir W. M. Ramsay), Manchester: At the
Unv. Pres, London 1923, s. 59-91.
621 Charanis, “Ethnic Changes…”, s. 26-28.
622 D. Obolensky, The Bogomils: A study in Balkan neo-Manichaeism, Cambridge at the Univ. Pr., Cambridge
1948, s. 175-177; “Bogomilism in the Byzantine Empire” Actes Du VIe Congrès International D’Études
Byzantines, Paris 27 Juil – 2 Août 1948, Tome I, Paris 1950, s. 292, 294.
623 Mango, a.g.e., s. 29,31.
226 Prof. Dr. Özkan İzgi Armağanı
kimlikleri. İnsanlar kendilerini yaşadıkları bölgelerle, özellikle de themalarla ve mensup
oldukları dinleriyle ifade ediyorlardı.624 Digenes Akrites Destanı’nda geçen bir diyalog da bu
konuda bir fikir vermeye adaydır. Bizans sınırları dışında kalan Kuzey Suriye’ye, kaçırılan
kız kardeşlerini aramak üzere giden Bizanslı beş kardeş, Suriye’de bir uç emiri olarak görev
yapan Emir adlı kişiyle karşılaşırlar. Emir her biriyle dövüştükten ve kardeşlerin en küçüğüne
yenildikten sonra onlara kim olduklarını sorar. Onlar da “biz Anatolikon themasındanız”
derler ve hikâyenin geri kalanını anlatırlar.625
Bölgesel kimliklerin ve dayanışmanın öne çıkmasının bölgeler arası bir yabancılaşmayı,
hatta düşmanlığı da beraberinde getirdiği anlaşılıyor. Evinden yurdundan uzaklaşan bir kimse
gittiği yerde bir yabancı olarak algılanıyor ve şüphe ile karşılanıyordu. Mango’nun verdiği
örnekte de görüldüğü gibi, Batı Anadolulu bir keşiş Doğu Karadeniz’de bir manastıra
katıldığında, oradakiler tarafından bir yabancı olarak küçültücü ifadelere ve kötü muameleye
maruz kalmıştı.626 Dönemin kaynaklarında geçen ve bazı bölge insanlarını niteleyen ifadeler
bölgelerarası yabancılaşmanın güzel bir ifadesidir aslında. Söz konusu metinlerde Suriyeliler
için kaba aksanlı konuşan, kurnaz, düzenbaz, Paflagonyalılar için görgüsüz, Giritliler için
hırsız tabirleri kullanılır. Ermeniler ise hemen her metinde kötü sıfatlarla anılır.627
Bizans toplumunda insanların kendilerini imparatorluğun diğer bölgelerinde yabancı
olarak hissetmeleri ve kötü muameleye tâbi tutulmaları sadece sıradan halk için geçerli
değildi. İmparatorluk yönetiminin mensuplarında da bu anlayışın yansımalarını görmek
mümkündür. Aleksios Komnenos daha imparator olmadan önce bir komutan olarak VII.
Mihail’e karşı isyan etmiş olan Roussel adlı bir komutanı bastırmak üzere doğu eyaletlerine
gittiğinde, herhalde bu duyguyu fazlasıyla hissetmişti. Selçuklu Emirlerinden Tutuş’la ittifak
halinde olan Roussel’ı bu desteğinden mahrum bırakmak ve onu kendisine teslim etmesi için
Tutuşla para karşılığı anlaşmıştı. Fakat Roussel kendisine teslim edildiği halde parayı bir türlü
denkleştirememiş ve zor duruma düşmüştü. Aleksios, bunun üzerine karargâhını kurduğu
Amasya halkından ve ileri gelenlerinden yardım talep eder. Fakat Amasyalılara yönelik
hitabında seçtiği ifadeler ve Amasyalıların ona karşı tavrı yukarıda bahsedilen anlayışı çok
güzel yansıtır. Aleksios kendilerinin “yabancı bir memlekette” (Amasya’da/Bizans’ın
Armeniakon theması içinde) bulunduklarını, uzun süredir barbarlarla savaştıklarından
paralarının bittiğini, Tutuş’a ödenecek paranın kendilerine borç olarak verilmesini talep eder.
624 A.g.e., s. 30.
625 Richard C. Dietrich, Digenes Akrites Destanında Hıristiyan-Müslüman Sınır Kültürünün Yansımaları,
(Ankara Ünv. Sos. Bil. Ens. Tarih Anabilim Dalı Basılmamış Doktora Tezi), Ankara 2005, s. 39.
626 Mango, a.g.e., s. 30.
627 A.g.e., s. 30.
227 Prof. Dr. Özkan İZGİ Armağanı
Fakat Amasyalılar yardım etmek şöyle dursun, Aleksios’a karşı savaşması için Roussel’ı
zindandan çıkarırlar ve halkı da isyana teşvik ederler.628 Oysa Roussel kendilerinden biri
değildi. O Latin paralı askerlerin liderlerinden biriydi. Onun isyanının kendilerine doğrudan
bir faydası da gözükmüyordu. Hatta savaş halinden zarara uğradıkları bile söylenebilirdi.
Buna rağmen Bizans komutanına yardımcı olmadılar. Üzerlerine kurulabilecek olası bir
baskıdan kurtulmak için asi komutanı serbest bırakmayı tercih ettiler.
Dinsel kimlik aslında daha kapsayıcı bir etkiye sahipti. Özellikle Ortodoks nüfus
arasında bölgesel kimliklerin üzerinde daha güçlü bir kimlik oluşturması söz konusudur.
Fakat kilisenin farklı inanç gruplarına, Ortodoksluğun dışında bir Hıristiyanlık anlayışına
tolerans göstermemesi ve imparatorluğun bu ayrılıkları gidermek için kilisenin de teşvikiyle
baskıcı bir politika izlemesi, bu ortak kimliğin birleştirici etkisini gösterememesine sebep
olmuştur. Ayrıca, Yahudiler ve kıyıda köşede kalmış paganların da bu tutumdan paylarına
düşeni aldıkları tahmin edilebilir.629 Heretik gruplara yönelik katı tutum da ancak
imparatorluk içinde sadakatsiz gruplara yenilerinin eklenmesi anlamına gelirdi.
Bizans İmparatorluğu ve Gayri Ortodoks Tebaası: Dinsel Baskı ve
Çatışmacı İlişkiler
Bizans’ın bu şekilde çok inançlı ve çok etnili yapısı, onun uzun tarihi boyunca, özellikle
bu farklılıkları barındıran tebaasıyla ilişkisinde belirleyici bir etkiye sahip olmuştur. Etnik
kimliklerin de desteklediği bağımsız kiliselerin oluşmasına, bir başka ifadeyle, merkezî
inanıştan ve kiliseden kopuşlara tahammül gösteremeyen Bizans yönetimi, söz konusu
halklarla ilişkilerini oldukça gerilimli bir hâle getirmişti. Bunun doğal bir sonucu olarak da
imparatorluk yönetimiyle, onun tebaasını oluşturan büyük bir kitle arasında karşılıklı bir
hoşnutsuzluk, hatta düşmanlık hisleri meydana gelmişti. İmparatorluğun stratejik öneme sahip
sınır bölgelerinde yerleşik olan Ermeni ve Süryaniler, Bizans hâkimiyeti altında kaldıkları
süre içerisinde teolojik farklılıklar sebebiyle ve Bizans kilisesinin (İstanbul Patrikliği’nin)
hiyerarşik üstünlüğünü reddetmeleri yüzünden Bizans yönetimince, sürgün ve katliam da
dâhil, ağır baskılara maruz bırakılmışlardı.
451 Kadıköy Konsili’ni takip eden yıllarda “tek tabiatçı” inançları reddedilen ve
kendilerine İstanbul kilisesi altında yer tayin edilen Monofizit Süryaniler ve ılımlı Monofizit
Ermeniler kendi kiliselerine bağımsız bir karakter kazandırmaya çalışmışlardı.630 Gerek bu
628 Anna Komnena, Alexiad: Anadolu’da ve Balkan Yarımadası’nda İmparator Alexios Komnenos Dönemi’nin
Tarihi (Çev. Bilge Umar), İnkılap Kitabevi, İstanbul 1996, s. 18-20.
629 Mango, a.g.e., s. 30.
630 Arpee, A.g.e. s. 128-129; Sirarpie Der Nersessian, Armenia and The Byzantine Empire: A Brief Study of
Armenian Art and Civilization, Cambridge 1947, s. 30-32.
228 Prof. Dr. Özkan İzgi Armağanı
bağımsızlık süreci içerisinde, gerekse daha sonraki dönemlerde imparatorluğun bunlar üzerine
uyguladığı baskı bazen Kadıköy inancının zorla kabul ettirilmesi ve imparatorlukta tek geçerli
inanç olması şeklinde şiddete dayalı olarak gelişirken, bazen de Bizans merkez kilisesiyle
merkezden ayrılmış Monofizit kiliselerin ortak bir inanç noktasında yeniden birleşmeleri
çabası şeklinde gerçekleşiyordu. Bu ikinci tür girişim özellikle 6. yüzyılın sonları ve 7.
yüzyılın ilk yarısı itibariyle, İran’a toprak kaybedilen ve Müslüman Arapların Bizans aleyhine
tehlikeli bir şekilde yayıldığı bir dönemde, daha önce zulmedilen ve bu yüzden Bizans’a karşı
sadakat duygularını kaybetmiş Monofizit bölge halkının yeniden kazanılması adına bir
gereklilik olarak görülmüştü.631 Herakleios’un (610-641) Monofizit ve Diofizit görüşleri ortak
bir noktada buluşturması yönünde geliştirilen “Monoenerjism” ve “Monoteletism” olarak
bilinen uzlaşı formülleri bu kapsamda gündeme gelmişti. Her iki formül de kayda değer bir
destek bulamamış ve reddedilmişti; zaten Monofizit bölgelerin Arap hâkimiyeti altına girmesi
uzlaşma amacını da ortadan kaldırmıştı. 632
Ermeni kilisesi ile Bizans İmparatorluğu ve kilisesi arasında gelişen ilişkilerde, zaman
zaman şiddete ve tehdide başvurulsa da uzlaşma arayışları ve teolojik tartışmalar önemli bir
yer tutar. 633 Bu çerçevede yukarıda bahsedilen formüllerin yanında Ermeni kilisesinin havari
kökenli olup olmadığı meselesi de tarafları oldukça meşgul etmiştir634. Süryaniler Ermeniler
kadar şanslı değillerdi bu açıdan. Onların Bizans yönetimiyle ilişkisi, bazı istisnai dönemleri
saymazsak, daha sert ve şiddete dayalı bir şekilde gelişiyordu. Bu durum Arapların 7.
yüzyılda bölgeyi fethetmelerine kadar devam etmişti.635 Bu yüzden Süryaniler 7. yüzyıl
ortalarında Suriye’ye kadar gelmiş olan Müslüman Arapları iyi karşılamışlar; Bizans
baskısından kurtulmak için onların idaresine girmenin yollarını aramışlardı.636 Hıristolojik
tartışmalar sırasında Süryaniler arasında yaygın olan “Romalılarla Gök (cennet)’e
yükselmektense, kendi atalarımızla cehennemde olmaya razıyız”637 sözü onların Bizans’a
karşı olan hislerini de açık bir şekilde ifade eder.
Ermeni ve Süryanilerin Arap hâkimiyeti altında kaldıkları süre boyunca kilise
bağımsızlıklarını korudukları ve Bizans baskısından uzak kaldıkları tahmin edilebilir.
Ermenilerin yarı bağımsız kaldıkları 9. yüzyılın ikinci yarısında Bizans kilisesinin girişimiyle
teolojik farklılıkları gidermeye yönelik Bizans kilisesiyle mektuplaşma tarzında bir ilişkileri
631 John Haldon, Bizans Tarih Atlası, s. 112.
632 Haldon, a.g.e.,, s. 112; Nersessian a.g.e., s. 39-40; Arpee, a.g.e., s. 131-132.
633 Arpee, a.g.e., s. 131-134
634 Nersessian, a.g.e., s. 30-31.
635 Mehmet Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi (Kuruluş Dönemi) I, İstanbul 1987, s. 211-225, 238-248, 269-275.
636 A.g.e., s. 269-275; Aziz Günel, Türk Süryaniler Tarihi, Diyarbakır 1970, s. 168.
637 Çelik, a.g.e., s. 225.
229 Prof. Dr. Özkan İZGİ Armağanı
olmuştu.638 Fakat 10. yüzyılda Suriye ve Lübnan’ın birçok yerinin, yine bu yüzyılın sonlarına
doğru Doğu Anadolu’daki Ermeni bölgelerinin Bizans yönetimine girmeye başlaması,
Bizans’ın eski baskı politikasının adeta habercisi olmuştu. Nitekim 11. yüzyılın başından
itibaren Bizans yönetiminin ve kilisesinin Monofizit Süryani ve Ermeni inancına ve kilisesine
yönelik bir dizi girişimlerini görüyoruz. Bizans’ın uyguladığı baskı sonucu Malatya
Süryanileri 1033 yılında Bizans yönetimi altında yaşamamak için Müslümanların elinde
bulunan Amid (Diyarbakır) şehrine göç etmişlerdi.639
11. yüzyılın başlarından itibaren Süryanilerle geliştirilen ilişkiler dinsel baskı üzerinden
yürürken, Ermenilere yönelik tutum siyasi ve sosyal bir boyut da kazanmıştı. 10. yüzyılın
sonu itibariyle sınırlarını doğuya doğru genişletme politikası izleyen Bizans yönetimi, Doğu
Anadolu’da hüküm süren Ermeni feodal prensliklerini birer birer ilhak etmeye başladı. Evvela
1000 yılında Gürcistan sınırında bulunan Ermeni kökenli Davit’in toprakları (Tayk eyaleti)
elde edildi.640 Daha sonra bunu 1022’de Van Gölü’nden Ağrı’ya kadar uzanan Vaspurakan’ın
ilhakı takip etti. Vaspurakan Kralı Senekerim, gerek Türk saldırıları karşısındaki
çaresizliğinden, gerekse Bizans yönetiminin baskısından ülkesini Bizans imparatoruna terk
etmek zorunda kalmıştı. Bunun karşılığında da kendisine Sivas’ta yer verilmiş, uygun unvan
ve konum sağlanmıştı. Ermeni kralları/prensleri arasında belirgin bir hiyerarşik üstünlüğe ve
prestije sahip olan Ani Krallığını bekleyen son da farklı değildi. Kral Gagik bir süre
direnmesine rağmen, Bizans yönetiminin isteklerini kabul etmek zorunda kaldı ve 1045’te
ülkesi karşılığında kendisine verilen Kapadokya bölgesinde Likandos denilen yerde ikamet
etmeye başladı. Son olarak da Kars kralı Gagik, yine Kapadokya bölgesinde Tzamandos ve
diğer bazı şehirler karşılığında ülkesini imparatora terk etti (1064).641
Bizans yönetimi Ermeni feodal soyluluğunu, bölgede tesis etmeye çalıştığı
hâkimiyetinin önünde birer direnç merkezi olarak gördüğünden onları sürmüştü. Fakat diğer
taraftan bir süre sonra ortaya çıkacak başka bir tehlike karşısında da bölgenin savunmasını
zaafa uğratmış oluyordu.642 Urfalı Mateos’un da tepkiyle karşıladığı bu hareket, Ermeni
memleketlerini yerel lider ve komutanlarından mahrum bırakmış; Türkler karşısında millî bir
direnç gösterme imkânını da ortadan kaldırmıştı. Bölgenin savunması sadece Mateos’un
korkaklıkla suçladığı ve küçümseyici sıfatlarla nitelendirdiği Bizans komutanlarının elinde
638 Nersessian, a.g.e., s. 40.
639 A. J. Arberry, Religion in The Middle East, Three Religions in Concord and Conflict, VI, Judaism and
Christianity, Cambridge 1969,s. 252, dn. 3.
640 Nersessian, a.g.e., s. 10; Charanis, “The Armenians in The Byzantine Empire”, s. 48-49.
641 Nersessian, s. 11; Charanis, s. 49-50.
642 Nersessian, s. 17; Charanis, s. 51-52; C. Toumanoff, “The Background to Manzikert” Proceedings of The XIII
th International Congress of Byzantine Studies, 5-10 September 1966 (ed. J.M. Hussey, D. Obolensky, S.
Runciman), London 1967, s. 426.
230 Prof. Dr. Özkan İzgi Armağanı
kalmıştı.643 Söz konusu komutanların merkezî ordunun olası bir yenilgisi ve bozgunu
karşısında bireysel bir çıkışla yerel bir direnç göstermeleri beklenemezdi. Nitekim 1071’de
Malazgirt’te imparatorun aldığı ağır yenilgi onları da etkisiz hâle getirmişti. Oysa bölgeden
göç ettirilen söz konusu hanedan üyeleri, aralarından sıyrılan birinin öncülüğünde Kilikya
bölgesinde yeni bir siyasî oluşuma giderek, hem Bizans’a hem de Türklere karşı uzun süre
direnebilmişti. Aynı şekilde Gürcistan ve Pontus bölgesi de, Anthony Bryer’in ifade ettiği gibi
yerel otonomi, liderlik ve kimlikle desteklenen direnme azimleri sayesinde Türk akınlarını
sınırlarında durdurmayı ve daha uzun bir dönem varlıklarını sürdürmeyi başarabilmişlerdi.644
Ermeni prenslerin göçü beraberinde büyük kalabalıkları da götürmüştü. Prenslerine
bağlı beyler ve maiyetleri onları takip etmişlerdi. Kitlesel bir boyut kazanan bu göçler Doğu
Anadolu’nun savunmasını zaafa uğrattığı gibi, yerleştirildikleri bölgelerin sosyal ve etnik
durumunu da köklü bir değişikliğe uğratmıştı.645 Bölgede öteden beri yerleşik olan Ermeni
nüfusun yoğunluğu Rum nüfusa nispetle iyice artmıştı. Gerçi Bizans yönetimi bu göçlerden
henüz Araplardan geri aldığı Kapadokya, Kilikya ve Suriye bölgelerinde eksilen nüfusu
tamamlamak üzere yararlanmıştı. Fakat Rumlarla Ermeniler arasında giderek artan gerilimin
ve Ermenilerin ayrımcı hareketlerinin yolu da açılmıştı.646 Kayseri ve Sivas bu gerilim ve
çatışmaların en yoğun yaşandığı yerlerdendi. Urfalı Mateos’un aktardığına göre Rumların
Markos adlı Kayseri Metropoliti Ermenilerden nefret ediyordu. Bunu da köpeğine Armen
ismini vererek hatta bütün köpekleri Armen ismiyle çağırarak gösteriyordu. Bunu haber alan
eski (ya da sürgündeki) Ermeni kralı Gagik, İstanbul dönüşü (İmparator Dukas’ın çağrısı
üzerine İstanbul’da bulunuyordu) şehre geldiğinde metropoliti fena halde cezalandırmıştı.
Onu söz konusu köpekle birlikte bir çuvalın içine koydurmuş ve köpeği şiddetli bir şekilde
dövdürmüştü. Canı yanan köpek de can havliyle metropolite saldırmış ve onu parçalayarak
öldürmüştü.647
Sivas’ta durum daha da gergindi. Urfalı Mateos’un anlattıklarına bakılırsa, burada
yaşayan Rumların, sayıları gittikçe artan Ermenilerden büyük rahatsızlık duydukları
anlaşılıyor. Romanos Diogenes Malazgirt seferine giderken şehre uğradığında, şehirli Rumlar
643 Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Vekayi-Nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162) Türkçe Çev.
H.D. Andreasyan), TTK., Ankara 1987, s. 86, 111-112. “Onlar (Türkler) bütün Ermenistan’ın, Romalılar
yüzünden başsız ve müdafaasız kalmış olduğunu biliyorlardı. Çünkü Romalılar cesur ve kuvvetli adamları
şarktan uzaklaştırmışlardı. Ermenistan’ın ve bütün şarkın müdafaası yalnız hadımağası olan kumandanların
elinde kalmış bulunuyordu”, s. 86.
644 Anthony Bryer, “Greeks and Türkmens: The Pontic Exception” Dumbarton Oaks Papers, 29 (1975), s.115-
116.
645 Vryonis, “Byzantium: The Social Basis of Decline …..”, s. 301.
646 Charanis, “The Armenians in The Byzantine Empire”, s. 51-52; Vryonis, “Byzantium: The Social Basis of
Decline …”, s. 301
647 Urfalı Mateos, s. 131-132.
231 Prof. Dr. Özkan İZGİ Armağanı
ona Ermeniler hakkında şikâyetlerde bulunmuşlar ve Ermenilerin kendilerine Türklerden daha
çok fenalık yaptıklarını söylemişlerdi. Rumların sözlerine inanan imparator, şehri askerlerine
yağmalattı ve sefer dönüşü Ermeni mezhebini ortadan kaldıracağına dair yeminler etti.648
Ermenilerle Rumlar arasında Malazgirt savaşı arifesinde cereyan eden bu olaylar,
Malazgirt’ten sonra da artarak devam etmiştir. Özellikle Kilikya bölgesinde Ermeniler, yeni
bir siyasî oluşum başlattıkları süreçte, Bizans yönetimiyle sürekli bir çatışma içine
girmişlerdi. Ermeni Ruben hanedanından Toros adlı bir önder bu siyasî oluşuma liderlik
ederken, Bizans yönetiminin bölgedeki valisi Andronikos’un engellemeleriyle mücadele
etmek zorunda kalıyordu.649
Ermenilerle Rumlar arasındaki bu mücadele zaman zaman dinsel bir boyut da
kazanabiliyordu. Özellikle X. Konstantinos Dukas’ın zamanı (1059–67) dinsel baskıların
zirveye ulaştığı bir dönemdi.650 1060’da Ermeni katolikosu II. Katchik birkaç piskoposuyla
birlikte İstanbul’a çağrılmış ve burada 1063 yılına kadar zorunlu ikamete mecbur edilmişti.651
1065’te Ermeni piskoposları yeniden İstanbul’a çağrıldığında bu sefer aralarında eski Ani
kralı Gagik de dâhil Ermeni prenslerinin de hazır bulunmaları isteniyordu. Burada
imparatorun ruhanî birlik yönündeki bütün girişimleri, baskıları ve bu kapsamda gündeme
getirilen teolojik tartışmalar Gagik’in tavizsiz tutumuyla boşa çıkarılmıştı.652 Urfalı Mateos,
bu dönemde Rumların Ermeni mezhebinin tetkiki ile uğraşarak kilise içerisinde kargaşalık
çıkarmaya çalıştıklarını da ifade etmektedir.653 Mateos’un “feci bir düşünce” olarak nitelediği,
daha ciddi bir girişim ise İmparator X. Dukas tarafından yürürlüğe konulan Aziz Grigor’un
Ermenistan’daki katolikosluk makamını ortadan kaldırma niyetiydi.654 İstanbul’da Ermeni
azizlerine ait bir kült oluşturmak suretiyle, onların Kadıköy inancına bağımlılığı sağlanmaya
çalışılmıştır.655
Bu süreçte Bizans yönetiminin Süryanilere uyguladığı baskı daha da sertti. Sürgün,
hapis, temel haklara yönelik kanun baskısı ve inanca hakaret uygulanan yöntemlerden
bazılarıydı. 1029-30’da Süryani ruhanîlerinin İstanbul’a çağrılmalarıyla baskı dönemi
başlamıştı. Süryani patriği üzerindeki birleşme baskısı sonuç vermeyince, söz konusu
ruhanîler Makedonya’ya sürgün edildiler. Yeni seçilen Süryani patriği imparatorluk
baskısından kurtulmak için Müslümanların yönetimindeki Amid şehrine yerleşti. 1040 yılında
648 Urfalı Mateos, s. 141.
649 Urfalı Mateos, s. 305-308, 317.
650 Vryonis, “Byzantium: The Social Basis of Decline …”, s. 302.
651 Urfalı Mateos, s. 113; Vryonis, “Byzantium: The Social Basis …”, s. 302.
652 Urfalı Mateos, s.129; Vryonis, “Byzantium: The Social Basis …”, s. 302.
653 Urfalı Mateos, s. 112.
654 Urfalı Mateos, 112-113.
655 Nersessian, a.g.e., s. 41-42.
232 Prof. Dr. Özkan İzgi Armağanı
İstanbul patrikliğinin bir duyurusu Rumlarla Süryaniler arasındaki gerilime farklı bir boyut
kazandırdı. Bu duyuru Ortodokslarla Monofizitler arasındaki evliliklerde miras hukukunun ve
mahkemelerde Monofizitlerin tanıklığının Rumlar lehine yeniden düzenlenmesi hakkındaydı.
Süryaniler temel haklarının sınırlandırılması tehlikesiyle karşı karşıyaydılar.656 Bu
uygulamaları 1063’te Kadıköy inancını kabul etmeyenlerin Bizans şehri Malatya’dan sürgün
edilmelerini öngören, birkaç ay sonra da Ermeni ve Süryani kiliselerinin kutsal kitap ve
eşyalarının/gizlerinin yakılmalarını emreden buyrukların yayınlanması takip etti. 1064’te
Süryani patriği Athanasios piskoposlarıyla birlikte tutuklandı ve Malatya Rum
metropolitliğinde hapsedildi. Beş ay sonra İstanbul’a gönderilmeleri istendiğinde, Athanasios
yolda öldü. Yerine geçen Ignatios da Kadıköy inançlarını ve Hz. İsa’nın çifte tabiatını kabul
etmediği için Makedonya bölgesine sürgün edildi.657
Bizans yönetiminin dinsel kaynaklı sorunlar yaşadığı bir başka tebaası da
sapkınlar/heretiklerdi. Bizans tarihi boyunca heretikleri hemen her devirde görüyoruz.
Kurumsal inanışa, kiliseye ve siyasî yönetime karşı geliştirdikleri söylem ve aktif muhalefet
bir süre sonra kilisenin ve imparatorluğun sert tutumu olarak onlara geri dönmüştü.658 Heretik
gruplarla imparatorluğun mücadelesi oldukça uzun solukluydu. Bu mücadelede ikna ve şiddet
yönteminin her çeşidine başvurulmuştu. En yaygın yöntem sürgündü. Fakat sürgünlerin
hareketin daha geniş alanlara yayılmasından başka pek bir etkisi olmamıştır. Çalışma
dönemimiz olan 10.-11. yüzyıla uzanan etkileri bakımından Pavlosçular, 9. yüzyılın
başlarından itibaren, arada bazı yandaş İkonoklast imparatorların dönemini saymazsak, sıkı
bir takibe uğramışlardı. 9. yüzyılın ortalarında bu baskılara bir tepki olarak Araplarla
kurdukları ittifaklar ve onların yardımıyla başkenti Tefrike (Divriği) olan bir devlet kurmaları
Bizans’ın tehdit algılamasını daha da artırmıştı. 873 yılında başkentlerinin düşmesi ve tahrip
edilmesiyle de ya itaat etmişler ya da oraya buraya dağılmışlardı.659 Bunların bir kısmının
Suriye ve Filistin’e, diğer bir kısmının da Ermenistan’ın çeşitli yerlerine dağıldıkları
anlaşılıyor. Nitekim 969’da İmparator I. Ioannis Çimiskis Antakya patriğinin teklifiyle
buralardaki çok sayıda Pavlosçuyu Trakya bölgesine, özellikle de Filibe şehrine sürgün etti.
II. Basileios da 988’de, içinde Pavlosçuların da bulunduğu çok sayıda Ermeniyi, Ermeni
eyaletlerinden aynı bölgeye sürüyordu.660 Pavlosçuların inançlarını ve asi tavırlarını burada da
656 Vryonis, “Byzantium: The Social Basis …”, s. 301-302.
657 A.g.m., s. 302.
658 Paul J. Alexander, “Religious Persecution and Resistance in the Byzantine Empire of the Eight and Ninth
Centuries: Methods and Justifications” Speculum 52/2 (1977), s. 238-264; Arpee, a.g.e., s 107-108
659 Arpee, a.g.e., s 107-108; Alexander, a.g.m., s. 239, 245, 253.
660 Arpee, s 110; Garsoian, The Paulician Heresy: A study of the Origin and Development of Paulicianism in
Armenia and the Eastern Provinces of the Byzantine Empire, Mouton & Co., Paris 1967, s. 150.
233 Prof. Dr. Özkan İZGİ Armağanı
sürdürdükleri ve imparatorlar için problem çıkardıkları Anna Komnena’nın şikâyetlerinden
anlaşılıyor.661
Anadolu’da sönmeye yüz tutan Pavlosçuluğun yerini alan Ton(d)rakiler de aynı
misyonu üstlenmişlerdi. 10. ve 11. yüzyıllarda çok faal olan bu hareket Ermeni kilisesiyle
Bizans İmparatorluğunu kendilerine karşı ittifak ettirmişti. Ermenistan’ın batı eyaletlerinde
yaygın bir taraftar kitlesi edinen, güneye, Suriye’ye doğru yayılan bu hareket dinî ve dünyevî
otoritenin baskısını kısa sürede üzerine çekmişti. Bizans ve Ermeni güçleri bu konuda ittifak
halindeydiler. Doğunun dükü olarak bölgede görev yapan Gregory Magistros, bu konuda
Süryani patriği ile Ermeni Katolikosunu uyaran mektuplar yazmıştı.662 11. yüzyılın ilk
yıllarında II. Basileios’un ordusu Ermeni ruhban sınıfına Mananali’deki heretiklere karşı
yardım sağladı. Yüzyılın ortalarında imparatorluğun Vaspurakan ve Mezopotamya
eyaletlerinin valisi tarafından uygulanan baskı sonuç verdi ve heretikler daha doğuya doğru
sürüldüler. Burada Bizans’a karşı tepki ile Müslümanlarla ittifaklar kurdular.663
Malazgirt savaşı öncesinde Bizans yönetimiyle Monofizit Süryani ve Ermeniler arasında
yaşanan bu çatışma halinin tarafların zihinlerinde de belirgin bir tahribata yol açması
kaçınılmazdı. Zaten öteden beri problemli olan birbirleri hakkındaki imajın daha da
kötüleşmesi hatta karşılıklı nefret hislerine dönüşmesi söz konusuydu. Gerek Bizans gerekse
Ermeni ve Süryani kronikleri bu algılamayı fazlasıyla yansıtırlar. Bizans kaynaklarında
Ermenilerle ilgili tahkir ve tezyif dolu ifadelere rastlamak pek sürpriz sayılmamalıdır. Anna
Komnena Bulgaristan’daki Filibe şehrinin Manicilerin, Pavlosçuların ve diğer heretiklerin
toplandığı bir sapkınlık merkezi olduğunu ifade ederken, sözü Ermenilere getirdiğinde
kullandığı üslup oldukça açıklayıcıdır: “Üstüne üstlük, yeni bir yavan su akıntısı, Ermeni
göçü de onlara eklenmekteydi; bunun yanı sıra Yakub’un en kirli kaynaklarından çıkma bir
diğeri [de]. Burası denebilir ki, tüm pisliklerin kavşak noktasıydı; gerçekten kendi inançları
diğerlerininkiyle bağdaşmaz olsa da bu insanlar hiç değilse sapkın ruhları yönünden
Manicilerle uyum halinde idiler”.664 Yine birtakım kötü sıfatların Ermeni sözcüğüyle özdeş
hâle getirildiği görülüyor; “kötü niyetli, hain, riyakâr” gibi.665 Baba tarafından Ermeni olan
patrik Theodosios İmparator Andronikos’a olan kızgınlığını bakışlarıyla belli edince,
imparator onu aşağılamak maksadıyla “işte, tam bir Ermeni” diyor.666
661 Anna Komnena, a.g.e., s. 473-474.
662 Arpee, a.g.e., s.110-111.
663 Garsoian, The Paulician Heresy…., s. 150.
664 Anna Komnena, a.g.e., s. 473-474.
665 Niketas Khoniates, Niketas Khoniates’in Historia’sı (1180-1195), (Çev. Işın Demirkent-Yay. Haz. F. Başar,
B. Demiriş), Dünya Kitapları, İstanbul 2006, s. 35, dn. 85.
666 A.g.e., s. 35.
234 Prof. Dr. Özkan İzgi Armağanı
Ermeni ve Süryanilerin Bizans yöneticilerine hatta topyekûn olarak Rumlara karşı
beslediği hisler Rumlarınkinden çok farklı değildi; fazladan bir kızgınlık ve öfke içindeydiler.
Kendilerine yönelik uygulanan siyasî ve dinî politikalar bu öfkenin en önemli gerekçeleriydi.
Her biri Malazgirt savaşından sonra kaleme alınmış olan Ermeni ve Süryani
vakayinamelerinde bu kızgınlığın yansımalarını rahatlıkla görebiliyoruz. Ermeni kronikçiler
başlarına gelen felaketin sorumlusu olarak Rumları görüyorlardı. Onların “yalancı hamiliği ve
korkaklığı yüzünden”, yani uyguladıkları göç politikasıyla Ermenistan’ı Türkler karşısında
savunmasız bıraktıklarından ve buraların savunulmasında kendilerinin de (yani Bizanslıların)
gerekli gayreti göstermedikleri için ıstırap çektiklerini düşünüyorlardı. Bu yüzden Türkler
kadar Bizanslıları da suçluyorlardı.667 Hatta bazen memleketlerinin Rumların elinden
alınmasını, onların kötülüklerinden kurtuluş olarak görüyorlardı.668 Kendileri Rumlardan
nefret ettikleri gibi, Bizans imparatorlarının da onlardan nefret ettiğine inanıyorlardı. Mesela
İmparator Aleksios’un bu tür hisler beslediği ifade edilir.669 Gerek imparatorların gerekse
patrik veya yerel valilerin düşmanca tutumları, onlara yönelik mel’un,670 gaddar671 gibi
sıfatlar kullanılmasına yol açar; bazen de tahkir için “korkak” ve “kadın yürekli” olarak
nitelenirler.672 “Kötü” lük de tabiî ki Rumlara has bir sıfattı.673 Ayrıca merhametsizdirler
de.674 Süryani Mihail, Romanos Diogenes’in Malazgirt yenilgisinden sonra gözlerine mil
çekilmesini “bu imansızlar her vakit yaptıkları bütün işlerde böyle hareket etmişlerdir”
diyerek onların bu geleneğine tepki gösteriyor.675
Türk fetihleri öncesinde Anadolu’nun dinî ve siyasî hayatında meydana gelen bu
gelişmelerin ve bunların zihinlerde yarattığı olumsuzluğun Bizans İmparatorluğu açısından
ciddi sonuçları oldu. Süryani ve Ermeni halkının hoşnutsuzluğu hatta nefreti imparatorlarına
karşı bir sadakatsizliği ve imparatorluğun bekasına ilişkin bir kayıtsızlığı da beraberinde
getiriyordu. Charanis’in Ermeniler için tespit ettiği gibi, onların hâlâ Bizans ordusunda baskın
bir konumda olmalarına rağmen, imparatora olan sadakatlerinden hiç kimse uzun süre emin
667 Urfalı Mateos, s. 111-112; Başkumandan Simbat Vakainamesi (951-1334), (Türkçe Çev. H.D. Andreasyan),
TTK Kütüphane Ter/68, Basılmamış Nusha, Ankara, s. 39.
668 Urfalı Mateos, s. 112.
669 Urfalı Mateos, s. 265, 326; iki millet arasındaki eski kine atıf için bkz. Urfalı Vahram, Kilikya Kralları Tarihi,
(Türkçe Çev. Hrant D. Andreasyan), TTK Kütüphanesi Ter/69-1, Basılmamış Nüsha, Ankara, s. 4.
670 G. Abû’l-Farac, Abû’l-Farac Tarihi, II. Cilt, (Türkçe Çev. Ömer R. Doğrul), TTK, Ankara 1999, s. 342;
Süryani Mihail, Süryani Patrik Mihail’in Vakayinamesi, II. Kısım, (Çev. Hrant D. Andreasyan) TTK
Kütüphanesi basılmamış metin, Ankara 1944. s. 24.
671 Süryani Mihail, I. Kısım, s. 226.
672 Urfalı Mateos, s. 326.
673 Başkumandan Simbat V., s. 24.
674 Başkumandan Simbat V., s. 29-30.
675 Süryani Mihail, II. Kısım, s. 27.
235 Prof. Dr. Özkan İZGİ Armağanı
olamazdı.676 Charanis, ayrıca, Ermeni komutanların yaşanan bu son olaylardan sonra
kendilerini imparatorluğun sosyal, politik ve askerî hayatına tam olarak entegre etmede
problem yaşamış olabileceklerine işaret ediyor.677
Ermenilerle Bizans yönetiminin ilişkilerinde gelinen bu noktayı, Romanos Diogenes’in
Malazgirt seferi sırasında net bir şekilde görebiliyoruz. Savaş sırasında Ermeni birlikleri savaş
alanını terk etmişlerdi.678 Yine sefer sırasında imparator Ermeni saldırılarına karşı ordusunu
korumak için tedbirler almak zorunda kalmıştı.679 Aslında tarihçiler Ermenilerin Bizans’a,
Bizans’ın da Ermenilere karşı dostça olmayan hatta düşmanca tavır içerisinde oldukları
konusunda hemfikirdirler; hatta Ermenileri, Bizans’ın Türkler karşısında savunucuları olarak
bulmak yerine ona karşı duran ve onun düşmanlarının başarısına katkı sağlayanlar olarak
görmüşlerdir.680 Bizans’ın dinî politikasının beslediği düşmanlık hislerine, vergi sisteminin ve
son dönemde kendi yöneticileri yerine yabancı yöneticilerin ve askerî birliklerin himayesine
terk edilmelerinin yarattığı tepki de eklenince, Bizans’ın çöküşüne kayıtsız kalmayı tercih
etmişlerdi. Cahen’in belirttiği gibi Türklere karşı hiçbir şey yapmadıkları gibi genellikle
onları kendi istekleriyle kabul ediyorlar, bazen onlara katılıyorlardı.681 Ermeniler daha sonraki
dönemlerde yine Bizans’a karşı Haçlılarla da işbirliği yapacaklardı.682
Süryanilerin de Bizans’ın bekası için çaba göstermesi beklenemezdi. Bizans yönetimiyle
yaşadıkları tarihi süreç göz önünde bulundurulduğunda onların Bizans’a hiçbir bağlılık
göstermemelerinin683 daha fazla gerekçesi vardı şüphesiz. Zaten uzun yıllar Müslümanlarla
yan yana yaşamaları münasebetiyle Rumlarla aralarında kültürel bir yabancılaşma da söz
konusuydu. Onlar Rumlardan ziyade Müslüman komşularına benziyorlardı.684 Süryanilerin
Ortodokslara olan nefretlerinin Haçlılar zamanında da devam ettiği anlaşılıyor. Aynı şekilde,
Latinlere de sıcak baktıkları söylenemez. Nitekim 1217’de papa tarafından Sidon
piskoposluğuna atanan Vitry’li James’in buradaki Monofizit Hıristiyanların Latinlerden nefret
ettiklerini ve Müslümanları tercih ettiklerini rapor etmektedir.685 11. yüzyılın ortalarında
Anadolu’da sindirilmiş heretiklerin Türk fetihleri karşısında nasıl bir tavır aldıklarını
bilemiyoruz. Fakat hem Pavlosçuların Bizans’la olan mücadelelerinde Güneydoğu
676 Charanis, “The Armenians in The Byzantine Empire”, s.52.
677 A.g.m., s.53.
678 Süryani Mihail, II. Kısım, s. 26.
679 Charanis, “The Armenians in The Byzantine Empire”, s.52.
680 Tartışmalar için bkz. Charanis, “The Armenians in The Byzantine Empire”, s. 52, dn. 200-202. dipnotlar ve s.
56-57.
681 Cahen, “Türklerin Anadolu’ya İlk Girişi”, s. 25.
682 Koniates, a.g.e. (1180-1195, s. 211-212.
683 Cahen, “Türklerin Anadolu’ya İlk Girişi”, s. 25.
684 A.g.m., aynı sayfa.
685 Arberry, a.g.e., s. 252.
236 Prof. Dr. Özkan İzgi Armağanı
Anadolu’daki Müslüman Arap devletlerinin himayesine sığınmaları, hem de Tondrakilerin
Ermeni eyaletlerinin doğusuna sürüldüklerinde imparatorluğun sınırındaki Müslümanlarla
ilişkiye girmeleri, onların Bizans’a karşı olumsuz bakışlarında bir değişme olmadığı kanısını
uyandırmaktadır.
İmparatorların Mutsuz Kulları: Köylüler
Buraya kadar görüldüğü üzere, zaten baskın bölgesel kimliklerin üstünde ortak bir
kimlik geliştiremeyen ve bu yüzden dayanışma duygusu zafiyeti gösteren Bizans toplumunda,
imparatorluğun uyguladığı politik hedeflerle uyumlu din siyaseti yeni gerilim alanları
oluşturmaktan ve toplumlar arası yabancılaşmayı, özellikle de devlete yönelik kızgınlığı
derinleştirmekten başka bir işe yaramamıştı. Bu durum elbette Ermeni, Süryani ve heretikler
gibi imparatorluğun sınırlı bir kesimi için geçerliydi. Fakat 10. yüzyıldan itibaren Bizans’ın
kırsal kesim halkının, bir başka ifadeyle küçük mülk sahiplerinin ekonomik ve sosyal
hayatında meydana gelen kötüleşmeler imparatorluğun kaderi açısından daha ciddi bir tehdit
oluşturmuştu. Devletin hem vergi yükünü ve çeşitli türde hizmet beklentilerini karşılayan,
hem de ordunun temelini oluşturan özgür mülk sahibi köylüler ve stratiotes olarak
adlandırılan asker köylüler, devletin iki önemli payandası durumundaydılar. Bunlar, 10.
yüzyılın başları itibariyle, bir tarafta merkezî yönetimin ağır vergi yükü, diğer tarafta gittikçe
palazlanan ve çevresindeki küçük köylü mülklerini bünyesine katma eğilimi gösteren büyük
toprak sahiplerinin tehdidi karşısında kritik bir sürecin eşiğine gelmişlerdi.
Kendi topraklarını işleyen, vergilerini ödeyen ve gerektiğinde hazır asker olarak
ordunun hizmetine giren söz konusu özgür köylülerin Bizans kırsal toplumunun baş öğesi
haline gelmesi 7. yüzyılda başlayan bir sürecin ürünüydü.686 Tarihçiler bu süreci başlatan
etkenler konusunda bazı vurguların öne çıkması veya öncelik sıralamasındaki farklılıklara
rağmen hemfikirdirler. Onların hemen hepsi 7. yüzyılda devletin ve toplumun yeniden
yapılanmasında, imparatorluğun 7. yüzyılda doğuda ve batıda maruz kaldığı büyük istilaların
sebep olduğunu kabul ederler.687 İranlılarla savaş, ardından Müslüman Arapların Anadolu’nun
686 Charanis, “Bizans İmparatorluğu’nun Çöküşündeki Ekonomik Faktörler”, s. 525.
687 Mesela bkz. Kenneth M. Setton, “On the Importance of Land Tenure and Agrarian Taxation in the Byzantine
Empire, from the Fourth Century to the Fourth Crusade”, The American Journal of Philology, Vol. 74, No. 3.
(1953), s.231-232; André M. Andréadès, “The Economic Life of the Byzantine Empire Population, Agriculture,
Industry, Commerce” Byzantium: An Introduction to East Roman Civilization (ed. Norman H. Baynes and H. St.
Moss) içinde, At the Clarendon Press, Oxford 1962, s. 56-57; Charanis, “Bizans İmparatorluğu’nun
Çöküşündeki Ekonomik Faktörler”, s. 525. Levçenko gibi bazı tarihçiler Bizans toplumunda özgür köylülüğün
doğmasını ve Latifundium’ların çökme sürecini İmparatorluk içinde yaşanan nüfus hareketleriyle, özellikle de
Slavların büyük kitleler halinde Yunanistan’a ve Anadolu’ya yerleşmeleriyle veya yerleştirilmeleriyle
ilişkilendirirler. Bkz. M.V. Levçenko, Kuruluşundan Yıkılışına Kadar Bizans Tarihi (Çev. Maide Selen, haz.
Yaşar Selçuk), Özne Yay., İstanbul 1999, s. 117-119. Andréadès bu “Slav” teorisinin artık terk edildiğini belirtir.
Bkz. a.g.m., s. 56.
237 Prof. Dr. Özkan İZGİ Armağanı
içlerine kadar sokulmaları, yine Balkanlarda Slav, Bulgar ve Avarların istilaları,
imparatorluğun hem merkezî ve taşra idaresinde hem de sosyal ve ekonomik düzeninde
birbiriyle bağlantılı bir dizi değişikliği beraberinde getirmişti. 7. yüzyıl hükümdarları bu
istilalarla baş edebilmek için daha önce sınır eyaletlerinde uygulanan ziraî-askerî
örgütlenmeyi bütün eyaletlere teşmil ederek, onları da askerî gereksinimlere göre yeniden
teşkilatlandırmaya çalışmışlardı.688 Thema sistemi olarak adlandırılan bu yapılanmada eyalet
yönetimi askerî bir kimliğe büründürülmüş; eyalet askeri komutanı en yetkili idareci haline
getirilmişti. Bu sistemin en karakteristik yanı köylülerin bir kısmının askerî bir niteliğe
büründürülmesiydi. Stratiotes olarak adlandırılan bu asker-köylüler, kendilerine askerî hizmet
karşılığı verilen toprakta yaşar; tarımla uğraşır ve savaş zamanı da ordunun emrine girerlerdi.
Yeni mülklerinde yasal koruma altına alınan stratiotes’ler imparatorluk ordusunun kahir
ekseriyetini oluşturur hâle gelmişlerdi. Artık imparatorlukta barbarlardan oluşan paralı
askerlere, saray muhafızlığı dışında pek rastlanmıyordu.689
Stratioteslerin yanında özgür köylü mülklerinin yaygınlık kazanması yine aynı döneme
denk düşer. Söz konusu istilaların bu gelişmenin de sebebi olduğu kabul edilir. Roma
döneminden kalma ve köle emeğine dayalı Latifundium sistemi, istilalardan, barbarların
imparatorluk topraklarına kitlesel yerleşmelerinden ve İmparatorların nüfus transferlerinden
büyük zarar görmüştü. Bunlara Fokas ve II. Justinianos gibi imparatorların baskıları da
eklenince büyük mülkler dağılmaya yüz tutmuştu.690 7. yüzyılda yaşanan bütün bu gelişmeler,
büyük ailelerin zararları, eyalet yönetiminin Thema sistemi içerisinde yeniden düzenlenmesi,
ordunun ve donanmanın yeniden inşası ve merkezî yönetimin militerleşmesi, Setton un ifade
ettiği gibi “büyük bir sosyal ve ekonomik eşitlenmeyle sonuçlanmıştı”.691 Artık büyük
mülklerin yerini küçük serbest köylü mülkleri almıştı. Büyük mülklerin tamamı ortadan
kalkmadı elbette ama baskın görüntü artık serbest köylü mülkleriydi. Büyük mülkler
yağmalanmış, tapu kayıtları yok edilmişti. Bu hengâmede Latifundium’daki serfler firar
etmişti. Topraklar yeniden düzenlendiğinde ise insanın kökeninden ziyade emeği önem
kazandı. Devlete düşen de bu değişikliği onaylayan düzenlemeler yapmaktı.692 Nitekim
yukarıda belirtildiği gibi köylüler Thema sistemi içerisinde özgür küçük mülk sahipleri olarak
yerlerini almışlardı.
688 Georg Ostrogorsky, “Agrarian Conditions in the Byzantine Empire in the Middle Ages” The Cambridge
Economic History of Europe, Vol. I, (Ed. M.M. Postan), Cambridge 1966, s. 207; Setton, a.g.m., s. 231
689 Ostrogorsky, “Agrarian Conditions…”, s. 207-208; Setton, a.g.m., s. 233; Charanis, “Bizans
İmparatorluğu’nun Çöküşündeki Ekonomik Faktörler”, s. 525; Levçenko, a.g.e., s. 119.
690 Andréadès, a.g.e., s. 56-57; Setton, a.g.m., s. 232.
691 Setton, a.g.m., s. 232.
692 Setton, a.g.m., s. 232.
238 Prof. Dr. Özkan İzgi Armağanı
Bu sistem 7. yüzyılda yaşanan büyük sarsıntılardan sonra imparatorluğun istikrarlı bir
yapıya yeniden kavuşmasında ve 10. yüzyılda, özellikle doğuda yeniden atak hâle gelmesinde
önemli rol oynamıştı. İmparatorlar bu yüzden sistemin esasını oluşturan asker-köylülere ve
vergi kaynağı serbest mülk sahibi küçük çiftçilere büyük önem veriyorlardı. 7. ve 8.
yüzyıllardaki çiftçi yasalarında onlara verilen önemin yansımalarını fazlasıyla görmek
mümkündür.693 Fakat İmparatorluğu 10. ve 11. yüzyıllarda gücünün zirvesine taşıyan bu
sistemde yine aynı dönemde kötüleşme emareleri görülmeye başlamıştı. Büyük mülkiyetler
yeniden kırsal hayatın baskın unsuru haline gelme eğilimine girmişti. Aslında Bizans köylüsü
10. yüzyıldan itibaren hem devletten hem de yanı başındaki büyük mülk sahibinden
muzdaripti. Merkezî yönetim, her ne kadar köylünün hamiliğini üstleniyor idiyse de, onun
köylüye yüklediği yükler bazen taşınamayacak kadar ağır olabiliyor ve köylüyü topraklı
aristokrasinin kucağına itebiliyordu.
Büyük toprak sahiplerinin ortaya çıkmasında pek çok sebepten bahsetmek mümkündür.
Fakat herhalde en temel olanı sermaye birikiminin toprağa yatırılmasından başka kârlı bir
yatırım aracı olmamasıydı. Çünkü ticaret ve zanaatla zenginleşme yolu lonca sistemi
sayesinde kapalıydı. Bu yüzden büyük toprak sahipleri ile aralarında yüksek kamu
görevlilerinin ve ruhban sınıfı mensuplarının da bulunduğu diğer sermayedarlar söz konusu
ekonomik sebeplerle mülk satın almaya eğilimliydiler.694 Küçük mülk sahibi özgür köylüleri
toprağını satmaya iten sebepler ise devlet kaynaklı bazı zorunluluklardı. Nakit cinsinden ağır
vergi yükü, çeşitli angarya ve vergilerden daha ağır olabilen aynî ödentiler, bazen köylüyü
özgürlüğünden vazgeçme noktasına getiriyordu. Oysa zenginler sermaye birikimleriyle
vergilerini kolayca ödeyebiliyorlardı. Ayrıca sosyal konumlarından dolayı vergi
toplayıcılarına karşı koyabiliyor, malî katkılar ve idarî düzenlemeleri savuşturabiliyorlardı. Bu
yüzden köylüler, vergi görevlilerine veya diğer idarî temsilcilere karşı korunabilmek için
toprağını büyük mülk sahibine veya bir manastıra vererek onların serfi veya kiracısı
durumuna gelmeyi bir çıkar yol olarak görebiliyordu.695 Doğal afetler, kötü hasat veya kıtlık
dönemleri böyle bir eyleme ancak artırıcı bir etki ederdi. Birçok küçük mülk sahibi böylesine
zor koşulların üstesinden gelemez ve çareyi malıyla birlikte zengine sığınmakta bulurdu.696
Yasal yükümlülüklerini yerine getiremeyen köylülerin bu yükten kurtulmak için
başvurduğu bir başka yol daha vardı. O da toprağını terk etmekti. Bu durumda onu bekleyen
693 Setton, a.g.m., s. 232-236.
694 Ostrogorsky, “Agrarian Conditions…”, s. 215; Andréadès, a.g.e., s. 57-58; Rosemary Morris, “The Powerful
and the Poor in Tenth-Century Byzantium: Law and Reality”, Past and Present, 73 (Nov. 1976), s. 15
695 Andréadès, a.g.e., s. 58; Steven Runciman, Byzantine Civilisation, University Paperbacks, London 1961, s.
208.
696 Morris, a.g.m., s. 11-12. Runciman, a.g.e., s. 208.
239 Prof. Dr. Özkan İZGİ Armağanı
hayat bir maceraya dönüşebilirdi. Şehirde yeni bir hayat kurmak en talihli sonuçtu. Fakat
onların birçoğunu bekleyen hayat dilencilik veya haydutluktan başka bir şey değildi.697
Ayrıca köylünün toprağını terk etmesi geride kalan komşuları için fazladan bir yük anlamına
gelmekteydi. Bizans yasaları komşunun komşudan sorumlu olmasını öngörürdü. Normal
koşullarda bile kendi kendini donatacak imkândan yoksun olan stratiotesler (asker köylüler)
sefer zamanında komşuları tarafından, kılıç, at ve benzeri savaş araç gereçleriyle
desteklenmek zorundaydı. Toprağını terk eden veya ölen köylünün vergi borcunu ise yine
komşusu üstlenmek zorundaydı. Allelengiyon olarak bilinen bu yasanın 10. yüzyılda
yürürlükte olduğunu görüyoruz.698
10. yüzyıl hükümdarları toprağını büyük mülk sahiplerine satmak zorunda kalan
köylüleri korumaya ve zenginleri bu eylemden menetmeye yönelik tedbirler alma gereği
duydular. Romanos Lekapenos’tan (920-944) II. Basileios’a (976-1025) bu konuda pek çok
yasal düzenlemeler yapıldı. Köylünün toprağını satma koşullarını yeniden belirleyen bu
yasalar, toprakların zenginlerin elinde birikmesini engellemeyi, köylünün zor durumunda
yapılan anlaşmaların iptalini ve yasalarda ayrıntıları belirtildiği üzere satılan toprakların
köylüye iadesini, hatta bazı durumlarda zenginin tazminat ödemesini öngören düzenlemeleri
içerirdi.699 Bu konuda en radikal girişimi II. Basileios yürürlüğe koymuştu. Basileios
Allelengiyon’la ilgili yasada yer alan, toprağını terk eden köylünün borcunu komşusunun
ödemesi zorunluluğunu iptal ederek, bu sorumluluğu zengin toprak sahiplerine yüklemişti.700
Basileios Romanos Lekapenos’un ilk kanunundan sonra zenginlerin küçük mülk
sahiplerinden satış veya başka bir yolla elde ettikleri malları, zaman aşımına bakmaksızın ve
hiçbir tazminat ödemeksizin eski sahiplerine iadelerini öngören bir başka yasa daha
çıkarmıştı.701
İmparatorların küçük arazi sahiplerini kollamaya yönelik bu girişimleri aslında onların
hukuk ve bağımsızlıklarını korumaktan ziyade devletin âli menfaatlerini korumayı
amaçlıyordu. Ostrogorsky’nin ifade ettiği gibi, merkezî yönetim, “sadece büyük arazi
sahiplerinin elinden almaya çalıştığı küçük arazi sahipliği müessesesinin sağladığı vergileri ve
bunun üzerinde kendi hukukunu savunuyordu. Buhranın ağırlığı, kuvvetlenen feodal
697 Setton, a.g.m., s. 239-240.
698 Kazhdan, a.g.e., s. 21; Setton, a.g.m., s. 238-239. Aslında, Allelengyon bir vergi olarak yeni değildi. 9.
yüzyılın başlarında I. Nikephoros buna benzer fermanlar yayınlamıştı. Bunun Geç Roma döneminden epibole
adlı vergi sisteminin bir devamı ve bir türevi olduğu kabul edilir. Bkz. A. A. Vasiliev, History of the Byzantine
Empire (324-1453) I, The Unv. Of Wisconsin Press Madison 1964, s. 348-349.
699 Ostrogorsky, “Agrarian Conditions…”, s. 216-231; Vasiliev, a.g.e., s. 346-349; Kazhdan, a.g.e., s. 20-21;
Morris, a.g.m., s. 3-13; Charanis, “... Ekonomik Faktörler”, s. 526-527.
700 Ostrogorsky, Bizans Devleti.., s. 285; Charanis, “… Ekonomik Faktörler”, s. 527; Vasiliev, a.g.e., s. 348-349.
701 Ostrogorsky, Bizans Devleti.., s. 284; Morris, a.g.m., s. 13.
240 Prof. Dr. Özkan İzgi Armağanı
aristokrasinin arazisini ve yarı köle sayısını çoğaltarak, devleti köylüsünden ve askerinden
yoksun bırakmaya çalışması vakıasında yatmakta idi”.702 Gerçekten de stratiotes topraklarının
büyük mülk sahiplerinin eline geçmesi, imparatorluğun askerî sistemi için büyük bir tehditti.
Böyle bir gelişme imparatorluğu paralı asker istihdam etmek zorunda bırakacaktı. Bunun da
ne kadar pahalıya patlayacağı ve güvenlik zafiyeti yaratacağı açıktı.703 Ayrıca feodal
baronlara dönüşen büyük mülk sahipleri merkezî yönetim için bir tehlike oluşturabileceği
gibi, imparatorluk tahtı için verilen mücadelelerde de etkin rol oynuyor, hatta tahtın
namzetleri olabiliyorlardı. Bu yüzden onların gücünün sınırlandırılması merkezî yönetim için
büyük önem taşıyordu.704 Topraklı aristokrasinin güçlenmesinin vergi tahsilini de
zorlaştıracağı açıktı. Çeşitli türde vergileri ve aynî ödentileri köylüden tahsil etmek büyük
mülk sahibinden tahsil etmekten daha kolaydı. Bu kaynağın veriminin azalması imparatorların
kolay tahammül edecekleri bir şey değildi.705
Bütün bu veya başka gerekçelerle alınan önlemler pek sonuç vermiyordu. Zaten II.
Basileios’tan sonra, onun Allelengiyon da dâhil, topraklı aristokrasiye karşı almış olduğu
bütün tedbirler onların baskıları sonucu geçersiz kılınmıştı. Hatta Lekapenos’tan beri
zenginleri küçük köylü topraklarını satın almaktan men eden veya sınırlandıran bütün yasalar
kaldırılmadıysa da kâğıt üzerinde kaldı ve uygulanamadı. Böylece küçük arazi sahiplerinin
çöküşü hiçbir şekilde engellenemedi.706 11. yüzyıldaki kimi imparatorlar topraklı
aristokrasinin yükselen gücünü kırmak için daha riskli tedbirlere başvurmaktan da
çekinmediler. Bu tedbirlerin en cüretkâr olanı anti-militarist politikalardı. İmparatorlar
topraklı aristokrasinin gücünü imparatorluğun askerî teşkilatında sahip olduğu mevkiden
aldığını düşünerek, orduyu küçültmek ve zayıflatmak suretiyle onların gücünü kırma siyaseti
izlemişlerdi. Böylece topraklı aristokrasi ordudan bu şekilde tasfiye edilirken karşısına yeni
bir güç, merkezde etkin bir sivil bürokrasi çıkartılıyordu. Bu politikanın olumsuz etkileri kısa
sürede kendini göstermeye başladı. İmparatorlukta her iki sınıf arasında cereyan eden yeni bir
gerilim ve mücadele alanı oluştu. Diğer taraftan askerlik mesleği çekiciliğini kaybetti ve
toprağa dayalı kayıtlı askerliğin yerini paralı askerlik aldı. Malazgirt seferine çıkan Bizans
ordusunun ağırlığını bu paralı askerler oluşturuyordu.707
Bu politikaların topraklı aristokrasinin yükselişini önlemeye yetmediği, aksine merkezî
yönetimden sağlanan imtiyazlarla büyük mülklerin Bizans kırsal hayatının baskın özelliği
702 Ostrogorsky, Bizans Devleti.., s. 257, ayrıca bkz. s. 273; Aynı yazar, “Agrarian Conditions…”, s. 215.
703 Andréadès, a.g.e., s. 56; Charanis, “… Ekonomik Faktörler”, s. 527.
704 Vasiliev, a.g.e., s. 346; Andréadès, a.g.e., s. 56; Charanis, “… Ekonomik Faktörler”, s. 528.
705 Andréadès, a.g.e., s. 56.
706 Ostrogorsky, Bizans Devleti…, s. 298-299; Vasiliev, a.g.e., s. 349.
707 Charanis, “… Ekonomik Faktörler”, s. 528-529.
241 Prof. Dr. Özkan İZGİ Armağanı
haline geldiği görülüyor. Küçük özgür köylüler kısmen varlıklarını korudular. Fakat onların
içinde bulunduğu şartlar topraklı aristokrasinin veya manastır/kilise mülklerinde yaşayan
köylülerden çok da farklı değildi. Artık köylülerin büyük bir kısmı belirli yükümlülükler ve
hareketlerini kısıtlayan angaryalarla büyük mülklerde ve onların sahiplerine bağlı olarak
yaşıyorlardı. Paroikoi olarak adlandırılan bu köylüler efendi için çalışmaktan başka, kira
ödemek koşuluyla ve bazı angaryalar karşılığında bir parça toprağa sahip olabiliyordu.708
Bizans yasaları gereği bütün toprak teorik olarak vergiye tabiydi. Fakat topraklı
aristokrasi 11. yüzyılda yönetimdeki nüfuzundan faydalanarak, kendine vergi muafiyeti
imtiyazı yaratabiliyor ve bu yükümlülükten kurtulabiliyordu. Bu durumda vergi yükünü
taşımak çoğunluğu kiracı durumuna düşmüş olan köylüler üzerine kalıyordu.709 Aslında
köylülerin devlete hizmet yükümlülükleri kanıksanmış bir durumdu. Bunlar yasalarla
belirlenmiş olağan hizmetlerdi. Mesela asker köylüler (stratiotes) denizci, piyade, süvari gibi
hizmet kollarına ayrılırlardı.710 Diğer köylüler arasında da gördükleri hizmete göre benzer
kategorilere rastlamak mümkündü. Onlardan bazıları, temel vergilerden muafiyet karşılığında,
imparatorluğun posta servisi için araç gereç teminiyle yükümlüydüler. Bazı köylülerin
vazifeleri de İmparatorluğa çeşitli malzemeler sağlamaktı. Mesela işi sadece imparatorun
sofrası için balık tutmak olan köylüler vardı.711
Bizans yönetimince standart hâle getirilmeye çalışılan bu yükümlülükler, çoğu zaman
öngörülenin ötesinde bir boyut kazanabiliyordu. Bizans İmparatorluğu coğrafi konumu gereği
neredeyse daimi olan savaşlar yüzünden her an hazır olmak ve buna göre teşkilatlanmak
zorundaydı. Bunun da halk üzerinde muazzam etkileri vardı. Bu etkileri sadece sınır
eyaletlerindeki nüfus üzerinde değil bütün halk üzerinde çeşitli şekillerde görmekteyiz.
Seferde olsun veya olmasın Bizans ordusunun varlığı, onun ihtiyaçlarının karşılanması ve
bilumum lojistik hizmetler halk üzerinde her zaman ağır bir yük oluştururdu. Bu yük sefer
sırasında daha da ağırlaşırdı.712 Askerlerin hem kendi hem de hayvanlarının ihtiyaçlarını ücret
mukabili bulundukları yöreden karşılamaları durumunda bile, zaman zaman müşteri
potansiyeli oluşturması bakımından olumlu tesirleri olsa da, çoğunlukla bölgenin ekonomik
dengesini, fiyat istikrarını bozucu etki ederdi. Bizans yönetimi bu olumsuz etkiye sebep
olmamak için, gerekli ihtiyaç malzemelerinin sefer sırasında orduyla birlikte götürülmesine
708 A.g.m., s. 530-531; Charanis, “The Byzantine Empire in the Eleventh Century”, s. 203.
709 Charanis, “The Byzantine Empire in the Eleventh Century”, s. 203.
710 Kazhdan, a.g.e., s. 18.
711 A.g.e., s. 19-20.
712 John F. Haldon, Warfare, State and Society in the Byzantine World. Routledge, London 1999, s. 234.
242 Prof. Dr. Özkan İzgi Armağanı
dikkat ederdi. Fakat bu her zaman mümkün olmuyordu. Mesela Malazgirt seferi sırasında
askerin hububat ve diğer ihtiyaçları yerel halktan satın alınmak suretiyle giderilmişti.713
10.-11. yüzyıl Bizans kaynaklarına da konu teşkil ettiği gibi, disiplinsiz askerlerin
yarattığı sıkıntılar da hiç eksik olmuyordu. Bizans ordusundaki Ermeni askerlerin bu konuda
kötü bir sicili vardı.714 Ordunun, bu arada donanmanın ihtiyaçları doğrultusunda yerel halktan
yoğun talepleri çoğu zaman çekilmez bir hal alıyordu. 10. yüzyılda Ege’deki bir adada ikamet
eden papazlar, oradan geçen donanmanın hayvan ve diğer ürün talepleri karşılanamayacak
yoğunluğa ulaşınca, adayı terk etme noktasına gelmişlerdi.715 Bir başka yerde, kilise
toprakları üzerinde yaşayan küçük çiftçilere uygulanan baskı, onların angaryalara tabi
tutulması, özellikle de bir kalenin tamiri veya inşasında çalıştırılmak üzere emeklerine
başvurulması, ayrıca kural dışı zorunlu askere almalar ve devletin temel ihtiyaçlarından olan
kereste talepleri aynı baskıları yaşatabiliyordu.716 Bu tür angaryalara vergi tahsildarlarının ve
merkezî yönetimde yaşanan zafiyetler sonucunda serbest hareket etme imkânı bulan eyalet
valilerinin bölgelerini soymaya yeltenmeleri de eklenince, sıradan halkın durumu iyice
kötüleşiyordu.
Bu tür sorunlardan muzdarip olan Bizans köylüsü Charanis’in ifade ettiği gibi “devletin
refahı konusunda tüm isteklerini kaybetmişti. Anadolu’nun iç kısmında bulunan köylülerin
imparatorluğun genel olarak çöküşünü başlatan Malazgirt’ten sonra Selçuklu Türklerine karşı
direnmedikleri çok iyi bilinmektedir”.717 Düşmana karşı koyması gereken askerî sınıf da
yukarıda bahsedildiği üzere, büyük mülkiyetlerin gelişmesi ve askerî bürokrasi ile sivil
bürokrasi arasındaki mücadele sürecinde etkisizleştirilmişti. Zaten muhtaç duruma
düşürülmüş asker köylülerin ise ne düşmana karşı koyma istekleri, ne de savaş araç gereçleri
vardı.718
Bizans taşra halkının bu tutumu, takip eden yüzyıllarda da değişmedi. 12. yüzyılda
imparatorluğun bazı bölgelerinde halkın daha az baskıcı olan Bizans’ın düşmanlarının
yönetimini tercih ettiklerine dair verilere rastlıyoruz.719 Bizans kronikçisi Khoniates de böyle
bir durumdan bahseder. 1140’lı yıllarda Beyşehir gölü civarındaki Hıristiyan ahalinin
Türklerle yakın bir ilişki içerisine girdikleri, burayı yeniden hâkimiyetine almak isteyen
Bizans imparatoruna hiç yüz vermedikleri ve onunla savaştıkları görülür. Khoniates’e göre,
713 A.g.e., s. 235.
714 A.g.e., s. 235-236.
715 A.g.e., s. 235.
716 A.g.e., s. 238.
717 Charanis, “…. Ekonomik Faktörler”, s. 531.
718 Charanis, “The Byzantine Empire in the Eleventh Century”, s. 204.
719 Haldon, a.g.e., s. 238.
243 Prof. Dr. Özkan İZGİ Armağanı
“onlarla Türkler arasında sadece kuvvetli bir dostluk kurulmakla kalmamış, … âdet ve
gelenekleriyle hemen hemen Türkleşmişlerdi. Bu sebepten de sınır komşularının tarafını
tutuyorlar ve Bizanslıları kendilerine düşman görüyorlardı”.720 Benzer bir sosyal ve ekonomik
süreç yaşayan imparatorluğun Ermenistan eyaletlerindeki halkın tutumu da aynı
istikametteydi. Nersessian’ın ifade ettiği gibi, böylesine sorun yaşayan Ermeni köylüleri için
“biri veya bir başkası tarafından ilhak edilmenin pek bir önemi kalmıyordu”721
Sonuç
Görüldüğü gibi, 11. yüzyıl, Bizans İmparatorluğu açısından birbirine zıt iki gelişmenin
yaşandığı bir dönem oldu. İlk çeyreğinde gücünün zirvesine ulaşan Bizans, son çeyreğinde de
müthiş bir dağılma sürecini tecrübe etmişti. Esasında 1071’de alınan büyük yenilgiden sonra
başlayan dağılma sürecinin merkezî yönetimde yaşanan kaos ve iktidar mücadeleleriyle
doğrudan alakalı olduğu açıktır. Fakat kökeni daha eskilere dayanan toplumsal bazı sorunların
da bu süreçte etkili olduğunu söylemek mümkündür. Anadolu Bizans toplumunda sosyal
barışın yeterince müesses olmaması, etnik ve dinî farklılıkları itibariyle toplumun büyük bir
kesiminin devletle ve onun kurumsal inanışıyla sorunlar yaşaması, son çeyrekte yaşanan
sonuca etkileri bakımından herhalde en ciddi olanlarıydı. 10. yüzyıldan itibaren ağır vergi
yükü, angaryalar ve idarî baskılar altında ezilen, toprağını büyük mülk sahiplerine ve
manastırlara kaptırarak onların kiracısı veya serfi durumuna düşen Bizans köylüsünün de
devlete karşı ciddi bir sadakat sorunu yaşaması bu sonuçta belirleyici bir rol oynamıştır.
İdarecileriyle böylesine sorunlar yaşayan Anadolu halkının emperyal varlığı korumada
çok da istekli olmamaları aslında anlaşılabilir bir durumdur. Yüksek ve geç Ortaçağlarda
bölgedeki imparatorluk yapılarından böyle bir sonuç beklenmesi de şaşırtıcı olurdu. Temelde
birer ‘hanedan’ rejimi olan bu yönetimler, Bizans dâhil, zaten karmaşık toplumsal, etnik,
dinsel grupları, kesimleri merkezi gücün pekiştirilmesi ve bekasına yönelik bazen şiddetlenen
göreli bir “istikrar yönetimi”nin nesneleri olarak görmüşlerdir. (Ki bu açıdan anılan
dönemlerin Bizans’ı sonradan yerini alacak olan Osmanlı İmparatorluğu ile şaşırtıcı derecede
benzerlikler sunmaktadır). Şüphesiz Anadolu halkının bu tutumunda yeni hâkim gücün daha
az vergi ve dinsel özgürlük gibi elverişli koşullar sunması da eklenince yeni durum onlar için
daha tercih edilebilir bir durum olmuştu. Ermeni ve Süryani vakayinamelerinde Selçuklu veya
Türkmen beyleri hakkında memnuniyet hisleri belirten ifadelere rastlanması bu durumu
açıkça gösterir.
720 Khoniates, Historia (Ioannes ve Manuel Komnenos Devirleri), s. 24. Bu hadiseden bir başka Bizans
kronikçisi Ioannes Kinnamos da bahseder, bkz. Ioannes Kinnamos’un Historia’sı, s. 20.
721 Nersessian, “Armenia in the Tenth and Elevent Centuries” s. 430.
244 Prof. Dr. Özkan İzgi Armağanı
BİBLİYOGRAFYA
ALEXANDER, Paul J., “Religious Persecution and Resistance in the Byzantine Empire
of the Eight and Ninth Centuries: Methods and Justifications” Speculum 52/2
(1977), s. 238–264.
ANDRÉADÈS, André “The Economic Life of the Byzantine Empire: Population,
Agriculture, Industry, Commerce” Byzantium: An Introduction to East Roman
Civilization (ed. Norman H. Baynes and H. St. Moss) içinde, At the Clarendon Press,
Oxford 1962.
ARBERRY, A. J., Religion in The Middle East, Three Religions in Concord and
Conflict, VI, Judaism and Christianity, Cambridge 1969
ARPEE, Byleon, A History of Armenian Christianity (From the Beginning to Our Own
Times, New York 1946
Başkumandan Simbat Vakainamesi (951–1334), (Türkçe Çev. Hrant D. Andreasyan),
TTK Kütüphane Ter/68 Basılmamış Nusha, Ankara.
BERKTAY, Halil, Kabileden Feodalizme, Kaynak Yay., İstanbul 1988.
BİLGE, Yakup, Süryaniler: Anadolu’nun Solan Rengi, İstanbul 1996.
BRYER, Anthony, “Greeks and Türkmens: The Pontic Exception” Dumbarton Oaks
Papers, 29 (1975).
BRYER, Anthony A.M., “Excursus on Mananalis, Samosata of Armenia and Paulician
Geography” The Empire of Trebizond and the Pontos, Variorum Reprints,
London 1980.
CAHEN, Claude, Türklerin Anadolu’ya İlk Girişi (XI. Yüzyılın İkinci Yarısı) (Çev. Y.
Yücel - B. Yediyıldız), TTK, Ankara 1992.
CAHEN, Claude, Osmanlılardan Önce Anadolu (Çev Erol Üyepazarcı), Tarih Vakfı
Yurt Y., İstanbul 2002.
CALDER, W.M., “The Epigraphy of the Anatolian Heresies” Anatolian Studies
(Presented to Sir W. M. Ramsay), Manchester: At the Unv. Pres, London 1923.
CHARANIS, Peter, “The Slavic Element in Byzantine Asia Minor in the Thirteenth
Century” Byzantion XVIII (1948).
CHARANIS, Peter, “The Byzantine Empire in the Eleventh Century” A History of
the Crusade (ed. Kenneth M. Setton), vol. I The First Hundred Years (ed.
Marshall W. Baldwin) içinde, Univ. of Pensylvania Press, Philadelpphia 1955.
245 Prof. Dr. Özkan İZGİ Armağanı
CHARANIS, Peter, “Ethnic Changes in the Byzantine Empire in the Seventh Century”
Dumbarton Oaks Papers, 13 (1959)
CHARANIS, Peter, “The Transfer of Population as a Policy in the Byzantine Empire”
Comparative Studies in Society and History, III/2 (1961)
CHARANIS, Peter, “The Armenians in The Byzantine Empire” Byzantinoslovica,
22(1961)’n ayrı basım Lisboa (ed. Marshall W. Baldwin) Philadelphia.
CHARANIS, Peter, “The Linguistic Frontier in Asia Minor Towards the End of the
Ninth Century” Actes du XIV Congrès International Des Études Byzantines,
Bucarest 6-12 Septembre 1971, Bucarest 1975.
CHARANIS, Peter, “Bizans İmparatorluğu’nun Çöküşündeki Ekonomik Faktörler”
(Çev. Melek Delilbaşı), Belleten XLVIII (1984), s. 189-192.
ÇELİK, Mehmet, Süryani Kilisesi Tarihi (Kuruluş Dönemi) I, İstanbul 1987.
DER NERSESSIAN, Sirarpie, Armenia and The Byzantine Empire: A Brief Study of
Armenian Art and Civilization, Harvard Unv. Press, Cambridge 1947.
DER NERSESSIAN, Sirarpie, “Armenia in the Tenth and Elevent Centuries”
Proceedings of the XIIIth International Congress of Byzantine Studies, 5-10
September 1966 (ed. J.M. Hussey, D. Obolensky, S. Runciman), London 1967.
DIETRICH, Richard C. Digenês Akritês Destanında Hıristiyan-Müslüman Sınır
Kültürünün Yansımaları, (Ankara Ünv. Sos. Bil. Ens. Tarih Anabilim Dalı Basılmamış
Doktora Tezi), Ankara 2005.
ABÛ’L-FARAC, Gregory, Abû’l-Farac Tarihi, II. Cilt, (Türkçe Çev. Ömer R. Doğrul),
TTK, Ankara 1999.
GARSOIAN, Nina G., “Byzantine Heresy A Reinterpretation” Armenia Between
Byzantium and The Sasanians, London 1985.
GARSOIAN, Nina G., The Paulician Heresy: A study of the Origin and Development of
Paulicianism in Armenia and the Eastern Provinces of the Byzantine Empire,
Mouton & Co., Paris 1967.
GÜNEL, Aziz, Türk Süryaniler Tarihi, Diyarbakır 1970.
HALDON, John, Bizans Tarih Atlası (Çev. Ali Özdamar), Kitap Yayinevi, İstanbul
2007
HALDON, John F., Warfare, State and Society in the Byzantine World. Routledge,
London 1999.
IOANNES KINNAMOS, Ioannes Kinnamos’un Historia’sı (Çev. Işın Demirkent),
TTK, Ankara 2001.
246 Prof. Dr. Özkan İzgi Armağanı
KAZHDAN, A.P.- Ann Wharton EPSTEIN, Change in Byzantine Culture in the
Eleventh and Twelfth Centuries, University of California Press, Berkeley 1985.
KHONIATES, Niketas, Historia (Ioannes ve Manuel Komnenos Devirleri) (Çev. Fikret
Işıltan), TTK, Ankara 1995.
KHONIATES, Niketas, Niketas Khoniates’in Historia’sı (1180-1195), Komnenos Hâ
nedanı’nın Sonu ve II. Isaakios Angelos Devri, (Çev. Işın Demirkent-Yay. Haz.
F. Başar, B. Demiriş), Dünya Kitapları, İstanbul 2006.
KOMNENA, Anna, Alexiad: Anadolu’da ve Balkan Yarımadası’nda İmparator
Alexios Komnenos Dönemi’nin Tarihi (Çev. Bilge Umar), İnkılâp Kitabevi,
İstanbul 1996
LEVÇENKO, M.V., Kuruluşundan Yıkılışına Kadar Bizans Tarihi (Çev. Maide Selen,
haz. aşar Selçuk), Özne Yay., İstanbul 1999.
MANGO, Cyril, Byzantium The Empire of New Rome, London 1980.
MORRIS, Rosemary, “The Powerful and the Poor in Tenth-Century Byzantium: Law
and Reality”, Past and Present, 73 (Nov. 1976), pp. 3-27. (www. jstore.org).
NASSİ, Gad, “İki Bizans Gizemci Hareketi ve Osmanlı Tasavvufunun Doğuşu” Tarih
ve Toplum 111 (Mart 1993).
OBOLENSKY Dmitri, The Bogomils: A study in Balkan neo-Manichaeism, Cambridge
at the Univ. Pr., Cambridge 1948.
OBOLENSKY Dmitri, “Bogomilism in the Byzantine Empire” Actes Du VIe Congrès
International D’Études Byzantines, Paris 27 Juil – 2 Août 1948, Tome I, Paris 1950.
OSTROGORSKY, Georg, “Agrarian Conditions in the Byzantine Empire in the Middle
Ages” The Cambridge Economic History of Europe, Vol. I: The Agrarian Life of the
Middle Ages (Ed. M.M. Postan), At the Unv. Press, Cambridge 1966.
OSTROGORSKY, Georg, Bizans Devleti Tarihi (çev. Fikret Işıltan), TTK, Ankara
1999.
RUNCIMAN, Steven, Byzantine Civilisation, University Paperbacks, London 1961.
RUNCIMAN, Steven, The Medieval Manichee: A Study of the Christian Dualist
Heresy, Cambridge Unv. Pres, Cambridge 1982.
SCOTT, C.A., “Paulicians” Encyclopaedia of Religion and Ethhics, Vol. IX (Ed. James
Hastings), Edinburg 1917.
SEIDLER, G.L., Bizans Siyasal Düşüncesi: Bizans Halk Hareketlerinin İdeolojik
Kökeni (Çev. Mete Tunçay), Göçebe Yay., İstanbul 1997.
SETTON, Kenneth M., “On the Importance of Land Tenure and Agrarian Taxation in
247 Prof. Dr. Özkan İZGİ Armağanı
the Byzantine Empire, from the Fourth Century to the Fourth Crusade”, The American
Journal of Philology, Vol. 74, No. 3. (1953), pp. 225-259. (www. jstore.org).
SÜRYANİ MİHAİL, Süryani Patrik Mihail’in Vakayinamesi, I. Kısım, (Çev. Hrant D.
Andreasyan) TTK Kütüphanesi basılmamış metin, Ankara 1944.
SÜRYANİ MİHAİL, Süryani Patrik Mihail’in Vakayinamesi, II. Kısım, (Çev. Hrant D.
Andreasyan) TTK Kütüphanesi basılmamış metin, Ankara 1944.
TOUMANOFF, C., “The Background to Manzikert” Proceedings of The XIII th
International Congress of Byzantine Studies, 5-10 September 1966 (ed. J.M. Hussey, D.
Obolensky, S. Runciman), London 1967.
TURAN, Osman Selçuklular Zamanında Türkiye, Boğaziçi Yay., İstanbul 1993.
URFALI MATEOS, Urfalı Mateos Vekayi-Nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un
Zeyli (1136-1162) Türkçe Çev. H.D. Andreasyan), TTK., Ankara 1987.
VAHRAM, Urfalı, Kilikya Kralları Tarihi, (Türkçe Çev. Hrant D. Andreasyan), TTK
Kütüphanesi Ter/69-1, Basılmamış Nusha, Ankara
VASILIEV, A. A., History of the Byzantine Empire (324-1453) I, The Unv. Of
Wisconsin Press, Madison 1964
VRYONIS, Speros, Jr., The Decline of Medieval Hellenism in Asia Minor and the
Process of Islamization from the Eleventh through the Fifteenth Century, Unv.
Of California Pres, Berkeley 1971.
VRYONIS, Speros Jr, “Nomadization and Islamization in Asia Minor” Dumbarton
Oaks Papers, No: 29’dan ayrı basım, The Dumbarton Oaks Center For
Byzantine Studies, 1975.
VRYONIS, Speros, Jr., “Problems in the History of Byzantine Anatolia” Studies on
Byzantium, Seljuks, and Ottomans, Undena Publications, Malibu 1981.
VRYONIS, Speros, Jr., “Byzantine and Turkish Societies and Their Sources of
Manpower” Studies on Byzantium, Seljuks, and Ottomans, Undena Publications,
Malibu 1981.
VRYONIS, Speros, Jr., “Byzantium: The Social Basis of Decline in the Eleventh
Century” Byzantine Institutions, Society and Culture, I. Cit, The Imperial Istitution and
Society, New York 1997.