ArticlePDF Available

Transnasyonal mobilite ve çatışma - Transnational mobility and conflict

Authors:
  • International Business School - Manchester

Abstract

In this paper, I discuss transnational mobility using a perspective that emphasises conflicts at macro, mezzo and micro levels while seeking ways in which such a conflict model of migration can be devel-oped. I outline areas involving different degrees of conflict which are better seen on a continuous scale ranging from potential and latent tensions to violent conflicts and wars. Conflict aspects contribute to the dynamic nature of transnational human movements and, at the same time, appear to be antithet-ical to globalisation. The tensions/conflicts at individual, household, community, and state levels are not isolated from each other but inter-connect different levels. Within this conflict conceptualisation, transnational mobility appears as a move from human insecurity to human security[IN TURKISH]Bu makalede, makro, mezzo ve mikro düzeyde çatışmalara vurgu yapan bir perspektifle transnasyonal mobiliteyi (ulusötesi hareketlilik) tartışarak çatışma bazlı bir göç kuramı geliştirmenin olasılığını araştırıyorum. Potansiyel ve gizli gerilimlerden şiddet içeren çatışmalara ve savaşlara uzanan bir yelpazede daha rahat görebileceğimiz çeşitli derecelerde çatışmaları gösteriyorum. Çatışma, transnayonal insan hareketliliğinin dinamik doğasına katkıda bulunan bir öğe-dir. Bireysel, hanehalkları, toplum ve devletler düzeyinde gerilimler ve/veya ça-tışmalar birbirinden tamamen kopuk değil ve aksine farklı düzeyler arasında ilişki kurarlar. Böyle bir çatışma kuramsallaştırmasında, transnasyonal mobilite insani güvensizlik ortamından insani güvenlik ortamına göç etme olarak ortaya çıkmaktadır.
Migration Letters, Volume: 9, No: 4, pp. 353 363
ISSN: 1741-8984 & eISSN: 1741-8992
December 2012
www.migrationletters.com
Transnasyonal mobilite ve çatışma
İBRAHİM SİRKECİ *
Özet
Bu makalede, makro, mezzo ve mikro düzeyde çatışmalara vurgu yapan bir
perspektifle transnasyonal mobiliteyi (ulusötesi hareketlilik) tartışarak çatışma
bazlı bir göç kuramı geliştirmenin olasılığını araştırıyorum. Potansiyel ve gizli
gerilimlerden şiddet içeren çatışmalara ve savaşlara uzanan bir yelpazede daha
rahat görebileceğimiz çeşitli derecelerde çatışmaları gösteriyorum. Çatışma,
transnayonal insan hareketliliğinin dinamik doğasına katkıda bulunan bir öğe-
dir. Bireysel, hanehalkları, toplum ve devletler düzeyinde gerilimler ve/veya ça-
tışmalar birbirinden tamamen kopuk değil ve aksine farklı düzeyler arasında
ilişki kurarlar. Böyle bir çatışma kuramsallaştırmasında, transnasyonal mobilite
insani güvensizlik ortamından insani güvenlik ortamına göç etme olarak ortaya
çıkmaktadır.
Anahtar kelimeler: Transnasyonal mobilite, ulusötesi hareketlilik, çatışma, in-
sani güvensizlik, göç kuramı.
Giriş
Transnasyonalizm (ulusötesicilik) uluslararası göç çalışmalarındaki tek yönlü ve
statik algılayışa karşı bir açılım sağlamıştır. Faist’in üç kuşak olarak tarif ettiği
göç kuramlarında, transnasyonalizm köken ve göç edilen ülkeleri bağlayan göç
deneyimlerini dikkate alarak üçüncü kuşağı temsil eder (2000:12). Bu dina-
mizmden yoksun görünse de, Faist “göçler tekil hareketler değil aksine ç-
menlerin hayatının bir parçası, köken ülke ve göç edilen ülke farkını bulanık-
laştıran, zayıflatan bir unsur olma eğilimindedir” der (2000:13). Burada vurgu
göçlerin vuku bulduğu trasnasyonal coğrafya veya transnasyonal toplumsal
alanadır. Böyle bir çatışma modeli bize göç kuramlarındaki bazı sorunlardan
kaçma olanağı sağlar: a) Göçü iki yer arasındaki görece çekiciliğin sonucu ola-
* İbrahim Sirkeci, İngiltere’de, Regent’s College London’da Transnasyonal Çalışmalar ve Pazar-
lama Profesörü ve Transnasyonal Artırmalar Merkezi’nin Direktörü olarak görev yapmakta-
dır. E-posta: sirkecii@regents.ac.uk.
Transnational mobility and conflict
Abstract
In this paper, I discuss transnational mobility using a perspective that emphasises conflicts at macro,
mezzo and micro levels while seeking ways in which such a conflict model of migration can be devel-
oped. I outline areas involving different degrees of conflict which are better seen on a continuous scale
ranging from potential and latent tensions to violent conflicts and wars. Conflict aspects contribute to
the dynamic nature of transnational human movements and, at the same time, appear to be antithet-
ical to globalisation. The tensions/conflicts at individual, household, community, and state levels are
not isolated from each other but inter-connect different levels. Within this conflict conceptualisation,
transnational mobility appears as a move from human insecurity to human security.
Keywords:
transnational mobility; conflict; human insecurity; migration theory
TRANSNASYONAL MOBİLİTE VE ÇATIŞMA
© migration letters
354
rak bir yerden bir yere hareket olarak gören itme-çekme’ modelinin sıkıcılı-
ğından, b) modellerinin kendi kendini doğrulama yanılgısından (Merton,
1959:423), c) uluslararası göçün bürokratik olarak 12 aydan daha fazla süreyler
ikamet değişikliği olarak tanımlanmasından, d) göçmenler-göç etmeyenler gibi
karşıtlıklardan, e) gönüllü-zorunlu göç, ekonomik-siyasi göç gibi kuramsal ola-
rak göç davranışını anlamamıza katkısı olmayan yaklaşımlardan uzaklaşma
olanağı ve alanı sağlar.
Belirtilen esaslar çerçevesinde, bu makalede, çatışmayı transnasyonal göçü
şekillendiren dinamik bir ana unsur olarak kabul eden bir kuramsallaştırma
çabasına girişiyorum. Düvell’in (2007) makalesinde bahsettiği gibi “göç üzeri-
ne çatışma” değil, çatışma sonucu olarak göç esas meseledir. Bir sonraki kı-
sımda kısaca transnasyonalizmin katkısına değinip insan güvensizliği kavara-
mını açıklayarak bunu çatışmayla ilişkilendireceğim. Çatışmanın rleri, boyut-
ları ve çatışmanın maliyeti olarak transnasyonal hareket bir sonraki bölümde
iredelenecek. Son olarak olası bir transnasyonal göç çatışma modelinin kurucu
unsurlarını tartışacağım.
Göç teorisine transnasyonalist müdahale
Transnasyonalizm sosyal bilimciler için zengin bir alan yarattı. Bir taraftan ilgi-
nin sınırötesi süregelen ilişkilere kaymasını sağlarken, aynı zamanda araştırma-
cının “gözünün tek bir ulus-devlete odaklanmasına son verdi” (Harney ve
Baldassar, 2007: 190). Pek çoğumuz dünyanın çeşitli yerlerindeki kişileri, işlet-
meleri ve diğer kurumları birbirine bağlayan yapı ve süreçleri tarif etmek ve
analiz etmek için transnasyonalizmi kullanıyoruz. Bu yaklaşım insan hareketli-
liğini anlamamıza katkıda bulunmakla birlikte, bazılarına göre bu tür makro
düzey ilişkilendirmelerin yorumlama ve anlama açısından kuramsal değerini
düşüren bazı sakıncaları; farklı boyutları, bağlantıları, ağları ve bunların ifade
ediliş biçimlerini gizleyen sakıncaları bulunmaktadır (Harney ve Baldassar,
2007: 190).
Transnasyonalizm, uluslararası göçü anlamada kullanılan ve hızla gelişen
bir literatür oluşturmaktadır (Basch vd. 1994; Ferguson, 1999; Glick-Schiller
vd. 1992; Kivisto, 2001; Levitt vd. 2003; Smith, 2001; Smith ve Guarnizo,
1998; Vertovec, 1999). Transnasyonal literatür lineer göç modellerinden sınır
aşan insan hareketlerinin sirküler, dalgalanan ve dinamik bağlar oluşturan bir
kuramsal çerçeveye yönelmemize imkan sağlamaktadır. Bu sayede köken ve
varılan yer yerine, çoklu hem burada hem orada durumları kavramsal-
laştırılabilmektedir. Transnasyonalizm süreç ve hareketliliğe vurgu yaparken
ulusu ademi merkeziyetleştirerek yerellik ötesine geçen, farklı yerellikleri birleş-
tiren aidiyet ve kimliklere referans verir. (Werbner, 1999; Wimmer ve Glick-
Schiller, 2003). Bunun gelecekte göçmenler için temel aidiyet normu olacağı
iddia edilmektedir (Castles, 2002: 1158).
Ancak transnasyonal göçün çatışma unsuru üzerine literatürde bir açık ol-
duğu kesindir. Örneğin Koser (2007) transnasyonal çalışmalarda sığınmacı ve
mültecilerin olmadığını vurgulamıştır. Ona göre bunun nedeni, bu grupların
köken ülkeleriyle çok az bağlarını korduklarına inanılmasıdır (Koser, 2007:
SİRKECİ
www.migrationletters.com
237). Ancak, bana göre transnasyonal göçün çatışma eksenli bir teorik mode-
lini kurabilmek için en güzel örneklerden biri mülteciler ve sığınmacılardır.
Çünkü bu gruplar çeşitli çatışma durumlarından bir kaçını örneklemektedir.
Örneğin sığınmacılar ve mülteciler (ve tüm yerinden edilmiş nüfuslar) sınırlayı-
cı göçmen kabul politikaların temel hedefindedir ve aynı zamanda yüksek
oranda insani güvensizlik algısı yaratan tehdit ve uygulamalara da maruz kal-
maktadırlar. Bu çatışmanın temelinde aynı zamanda bu grupların trasnasyonal
hareketliliğinin ulus devletin iktidarını da dolaylı olarak zayıflatıyor olması var-
dır. Çünkü onlar “devletlerin sınırlarını, ulusal kimliklerini ve kendi vatandaşla-
rını kontrol etme yeteneğine meydan okumaktadırlar” (Koser, 2007: 242).
İnsani güvensizlik
Bilgin’e göre insan güvenliği kavramı bireylerin ve toplumların güvenliğinin
devlet güvenliği ile örtüşmesi gerekmediğini dikkate almaktadır (2003: 213).
Böylece, köken ülkede, transit ülkelerde ve göç edilen ülkede göçmen ve göç-
men olmayanların güvenliği ile devletin güvenliği birbirinden farklıdır. İnsani
güvenliğin, vurgunun insanların güvenliğine kaydığı net bir tanımı Birleşmiş
Milletler Kalkınma Programı’nın 1994 İnsani Kalkınma Raporu’nda bulunabi-
lir
1
(Bilgin, 2003: 214). İnsani güvenlik kavramının öncülerinden Amartya Sen,
insani güvenliği “hayatta kalma, günlük hayat ve onurlu bir yaşama hakkına
yönelik tehditlere ve bu tehditlerle başetme çabalarıyla” ilişkilendirdi (2000: 1).
Abraham Maslow’un beş katmanlı ihtiyaçlar hiyerarşisi modeli genellikle
piramit şeklinde ifade edilir ve önem sırasına göre ihtiyaç ve motivasyonlar
sıralanırken güvenlik ve korunma temel ihtiyaçlar olan hava, gıda, barınma ve
seksten hemen sonra gelir (1943). Ona göre, daha yüksek düzey ihtiyaçlar dü-
şünülmeden önce bu tür temel ihtiyaçların giderilmesi elzemdir. Buradaki ön-
celik sırası tartışılabilir ancak bu ihtiyaçların önemi tartışma götürmez. Dolayı-
sıyla, bireyin ailenin, topluluğun, mahallenin ve ülkenin güvenli olmasına ihti-
yacı vardır ve bu ihtiyacın tatmini görece ve kişiseldir.
İnsani güvenlik tanımları sıklıkla sıradan insanların refahından dem vurur
(Paris, 2001). Thomas’a göre bu tür maddi bir doyum insani güvenlik kavra-
mının temelinde yatarve “yoksulluk ve derinleşen eşitsizlik temel kaygılardır
(2001: 159). Lonergan ve diğerleri (2000: 1) İnsani Güvensizlik Endeksini in-
celerken “insani güvenliğini tehlikeye atanın sadece askeri tehditler değil aynı
zamanda kaynak yetersizliği, hızlı nüfus artışı, insan hakları ihlalleri, salgın
hastalıklar, çevre kirliliği, kirlenme ve biyolojik çeşitliliğin yokolması gibi ne-
denler(bkz. Homer-Dixon, 1994) olduğuna vurgu yapar.
İnsani güvensizlik belli bir yerde, belli bir durumdaki belli bir insan toplu-
luğu ve/veya bireyler için çatışmanın bir tür yoksunluk, yoksulluk hissi yarat-
ması olarak görülebilir. Bu Sudan’daki azınlıkların başına geldiği gibi bir sivil
1
Aradau (2008) devletin “toplumsal sözleşme kurgusuna” göre birinci görevinin bireyin güven-
liğini korumak olduğuna vurgu yaparak devlet güvenliğinden birey güvenliğine kayıldı diyenleri
eleştiriyor. Belki de farkın kurmaca toplumsal sözleşmenin ötekiyi dışarıda bırakmasına karşı
bugünkü insani güvenlik kavramının tüm istismara açık insanları kapsıyor olması olduğunu söy-
leyebiliriz.
TRANSNASYONAL MOBİLİTE VE ÇATIŞMA
© migration letters
356
çatışma olabilir veya Endonezya adalarında yaşayanların başına gelen çevresel
afetler olabilir. Bu tehdit ve yoksunluk algısı bireyler (ve topluluklar, haneler ve
diğerleri) için özneldir. Dolayısıyla insani güvensizlik görelidir, özneldir ve sivil
çatışmalar, savaşlar, altta yatan ve görünmeyen gerilimler, çevresel afetler ve
benzeri nedenlerden kaynaklanabilir.
İnsani güvensizlik algısı maddi veya maddi olmayan nedenlere dayanabilir.
Örneğin bir azınlık grubun üyeleri kendi özgün kültürel gelenek ve pratiklerini
devam ettiremedikleri ve anadillerini geliştiremedikleri için güvensiz hissedebi-
lir. Bir başka durumda ise, maddi olmayan insani güvensizlik kavramı da azın-
lıkların, örneğin bir baskı ve huzursuzluk hissetmesinden kaynaklı olabilir. An-
cak maddi insani güvensizlik ortamının sadece siyasi ve etnik siyasete (örn.
etnosentrik hükümetler) dayanmayan ekonomik olanakların ve fırsatların ye-
tersizli (örn. yüksek işsizlik, düşük GSMH), doğal afetler (örn. tsunami, ku-
raklık) veya insan yapısı afetler (örn. baraj inşaatı) gibi nedenlerle oluştuğu pek
çok örnek de vardır. Bu arada bu etkenlerin birden çoğunun aynı anda etki
edebildiği, maddi ve maddi olmayan unsuların birbiriyle ilişkili olabileceğini
unutmamalıyız. Bu ilişki, insani güvensizlik hissi veya algısını artırabilir ya da
düşürebilir. Farklı grupların -örneğin avantajlı (konumda) olanlara karşı deza-
vantajlı olanlar gibi- çatışması da mümkün.
Bu bağlamda, uluslararası göçteki temel motivasyon (insani) güvenlik arayı-
şı olarak ya da başka bir ifadeyle algılanan (insani) güvensizlikten kaçınma ola-
rak formüle edilebilir. Dolayısıyla olgunun kuramsallaştırılmasında şu ana dek
faydası dokunmayan (işçi, aile, sığınmacı, kaçak göç(men)ler gibi) geleneksel
göç tipolojilerini de bir kenara bırakıyoruz. Bu kategoriler çoğu zaman göç
davranışı anlamamıza katkısı olmayan yasaların bir yansımasıdır. İnsani gü-
venliğe yönelik tehditler çeşitli biçimlerde ortaya çıkabilir ve insanların ‘çıkış’
opsiyonlarına (göç etmek) yönelmesine yol açabilirler.
Şekil 1’de görüldüğü üzere, insani güvenlik ve güvensizlik bir süreklilik ska-
lası üzerinde düşünülmelidir. Bu süreklilik yelpazesinin bir ucundan, güvensiz-
lik ortamından güvenlik ortamına doğru nüfus akımları olması beklenir. Bir
anlamda insani güvensizlik “itme” faktörleri ile ilişkilendirilebilirken insani
güvenlik de “çekme” faktörleri ile ilişkilendirilebilir. Bu bizim uluslararası göç
literatüründe sıklıkla karşılaşılan itme-çekme modelinden faydalanmamızı sağ-
lar (van der Erf ve Heering, 1995).
Çatışma
Uluslararası göçü anlamamıza yönelik çatışma kavramı ekseninde bir model
geliştirmeye çalışırken büyük oranda Ralf Dahrendorf ’un (1959) çatışma ta-
nımını benimsedim. Onun çatışma tanımı şiddetle anlamlı değil. Bu tanım
gizli kalmış, arka planda kalmış gerilimlerden şiddetli çatışmalara kadar pek
çok durumu içine alıyor. Bu çatışmalar da etnik ve/veya dinsel, politik nedenli
olmak zorunda değil. Ona göre çatışma sadece –isyanlar, savaşlar, silahlı ça-
tışmalar gibi- deklare edilmiş karşılaşmalarda değil aynı zamanda yarışmalarda,
kapışmalarda, anlaşmazlıklarda ve gerilimlerde de vardır (Dahrendorf, 1959).
Bunlar apaçık veya örtülü/gizli olabilirler (Parsons, 1954: 329). Bu çatışma
SİRKECİ
www.migrationletters.com
tanımı, amaçların uyuşmadığı tüm ilişkileri kapsar (Dahrendorf, 1959: 135).
Böylelikle ben çatışmayı bir süreklilik skalası/ekseni üzerinde tanımlıyorum:
Bir uçta farkların ortadan kalktığı anlaşma veya işbirliği diğer uçta ise uzlaşma-
nın ya tercih edilmediği ya da mümkün olmadığı şiddetli çatışma durumu var-
dır (Bkz. Şekil 1). Bunu uluslararası göçe uyguladığımızda, ülkeler arasındaki
işçi değişim anlaşmaları işbirliğine örnek verilebilir. Öteki uçta ise savaş ve ça-
tışma bölgelerindeki mülteci krizleri ve bunların sonuçları yer alacaktır.
Şekil 1. İnsani güvenlik ve çatışma eksenleri
Dolayısıyla, uluslararası göç sürecinin çeşitli aşamalarında ve çeşitli düzeyle-
rinde çatışma durumları teşhis edebilir. Buna göre, trasnasyonal alan, çatışma po-
tansiyeli ile örülü bir çatışma alanıdır. Rummell’e (1976) göre transnasyonal alanda
her zaman çatışma olmasa bile, orası çatışmanın her an ortaya çıkabileceği bir
alandır. Transnasyonal alan, sürekli çatışmalar ve göçlerle dönüşmektedir. Bu
alanda, çatışma ve göçün dinamik doğası yapıları, aktörleri ve süreçleri etkile-
mektedir. Süreç boyunca bazı göç kanalları kaybolurken farklı kanallar ortaya
çıkar. Biz bu minvalde göçmen kabul kurallarının, vize politikalarının, sınır
kontrol politikalarının değiştiğini görürüz ve aynı zamanda yeni göç yollarının,
göç mekanizmalarının ve yeni göç tiplerinin ortaya çıktığını görürüz. Bununla
birlikte bu yeni hareketlilikler de hareketin kaynağı olan ya da etkilendiği ça-
tışmaları da değiştirebilirler.
Uluslararası göç bağlamında çatışma önemlidir çünkü çatışma insani gü-
vensizlik algısına yol açar. Ancak bu algı her zaman göçe yol açmaz. Göç insani
TRANSNASYONAL MOBİLİTE VE ÇATIŞMA
© migration letters
358
güvensizlik ortamına (İGO)
2
(Sirkeci, 2006, 2007, Cohen ve Sirkeci, 2011) muha-
tap olanlar için stratejik alternatiflerden sadece birisidir. İGO maddi (örn. silah-
çatışma, yoksulluk, işsizlik, kötü altyapı) ve maddi olmayan (örn. ayrımcılık,
baskı, insan hakları ihlalleri, cezalandırılma korkusu, anadil sınırlamaları) gü-
vensizlik unsurları içerir (Sirkeci, 2006, 2005a) ve bunlar çoğunlukla çatışma-
lardan kaynaklanır. IGO’ya maruz kalan insanların önünde iki seçenek vardır:
a) statükoyu devam ettirmek ve b) çıkış. Statüko opsiyonunu seçenler temel
olarak oldukları yerde kalırlar ve hakim olan görüş, taraf, etnisite ve/veya hü-
kümetle uzlaşırlar ya da onu kabul ederler; çıkış seçeneği ise isyancılara katıl-
mak ve göçü de içeren çatışma bölgesini terk etmeyi içerir (Sirkeci, 2006).
Bunların arasında karma stratejiler de mümkündür ve bu anlamda şekil 1’deki
güvensizlik skalası üzerinde çeşitli noktalarda bireyler, aileler ve topluluklar
konumlandırılabilir.
Çatışmanın kaynakları, düzeyleri ve transnasyonal göç
‘Transnasyonal göç alanında’ bireyler arasında, etnik veya dini gruplar arasında,
sınıflar arasında, ülkeler arasında, devletlerüstü kurumlar/ajanlar arasında ben-
zeri çatışmalar ortaya çıkabilir. Bu tür çatışmaların bir maliyeti olarak transnas-
yonal göç ortaya çıkabilir. Şekil 1’de gösterdiğim çatışma skalası aynı zamanda
göç literatüründe yaygınca kullanılan (ekonomik, siyasi ve kültürel) göstergeleri
de yansıtmaktadır. Çünkü tüm bu çevresel etkiler insani güvensizlik algısını
şekillendirir. Böylece farklı durumlarda insanların çatışmaya aynı tepkiyi ver-
meyebileceklerini görürüz. Bu da göç etmeme durumunun bir kısmını anla-
mamıza yardımcı olabilir. Göç kararının karmaşıklığını da unutmamak gerekir.
Dolayısıyla şekil 1’deki çatışma ve güvensizlik skalaları çevresel etkileri unut-
madan çok dikkatli yorumlanmalıdır.
Göçü teşvik eden açık kaynaklardan bir tanesi şiddetli ve silahlı çatışmalar-
dır. Naude’nin (2008) yaptığı ender bir çalışmada Güney Afrika’da çatışma ile
dolu her bir ekstra yılın net göç hızını binde 1.35 artırdığı ve her bir ekstra
doğal afetin net göç hızını binde 0.6 artırdığı gösterilmektedir. Bu veriler ça-
tışmanın Güney Afrika’da oynadığı anahtar rolü göstermektedir (Naude, 2008:
17). Ortadoğu ve Afrika’da göç ve çatışma arasında benzer neden-sonuç ilişkisi
gösteren başka çalışmalar da mevcuttur (Hatton ve Williamson, 2002, Sirkeci,
2006, 2005a, 2005b, Stansfield, 2004, Lubkemann, 2005, Hourani ve Sensenig-
Dabbous, 2007). Zorunlu göç literatürü de bu tür örnekler için incelenebilir.
Bir başka çatışma kaynağı cinsiyet güvenliğinden beslenir. Cinsiyet eşitsizli-
ği ve geleneksel cinsiyet rolleri yanında istenmeyen kız çocukları ve benzeri
çatışma potansiyeli olan konulardır. Bununla ilişkili bir alan da İran gibi bazı
göç veren ülkelerde eşcinsellik ve eşcinselliğe karşı tavırlar ve benzer ülkeler-
den göç eden eşcinseller konusudur (Spring, 2008; Manalansan, 2006). Bu ça-
2
Güvensizlik ortamı kavramı Türkiye’de Kürt sorununa uygulanmıştı (İçduygu, Romano, Sirke-
ci 1999). Ben bunu Türkiye’den Almanya’ya Kürt göçünü analiz etmek için insani güvensizlik
ortamı olarak genişlettim (Sirkeci, 2003, 2006). Daha sonra insani güvensizlik ortamı kavramı
Irak ve Türkmen göçlerinin analizinde (Sirkeci, 2005a, 2005b), Lübnan göçü analizinde (Houra-
ni ve Sensenig-Dabbous, 2007) ve Alevi göçü analizinde (Zirh ve Erdemir, 2008) kullanıldı.
SİRKECİ
www.migrationletters.com
tışmalar çapraz –yani düzeyler arası da olabilir. Örneğin devlete karşı birey
veya bireye karşı hanehalkı/aile (mezo) veya bireye karşı birey (mikro) düzey-
lerinde olabilir.
Koser’in (2007: 243-50) mülteciler, sığınmacılar ve insan kaçakçılığı üzerine
vaka çalışmaları göçmenler ve kabul eden toplumlar arasında ortaya çıkabilen
çatışmalara örnek sunmaktadır. Göçmenler ile yerliler veya yerel kişiler arasın-
daki bu gerilimler gerçektir. Örneğin onun çalışmasında Britanya’daki Boşnak-
lar ve Eritreliler ile İngiliz hükümeti ve geldikleri köken ülkeleri ile kendileri
arasındaki gerilimlerden/çatışmalardan izler bulmak mümkündür. Bu mülteci-
lerin, sığınmacıların ve insan kaçakçılığı üzerinde gördüğümüz çatışmaların
devletler üzerine bir etkisi vardır. Kaçınılmaz bir adım olarak uluslararası göçü
yönetmek için ‘transnasyonal yönetim’ kurma girişimleri devletler, bireyler ve
grupları içine alan çeşitli aktörler arasındaki çatışmaların bir sonucu olarak gö-
rülmelidir. Benzer bir düzeyde sığınmacılar, reddedilmiş mülteciler ve illegal
göçmenler ucuz işgücü piyasasına doğru itilerek göç edilen ülkede başka tür
bir çatışma kaynağında tecrübe edinirler.
Bir başka çatışma kaynağı da çevresel felaketlerdir. Pek çok insan da çevre-
sel felaketler nedeniyle kendi ülkesinde yerinden edilirken bazıları da kendi
ülkelerinde artık güvenli bir hayat kuramayacakları için sınırları aşmaktadır
(Myers, 1993:752, Renaud vd. 2007). Bu topluluklar ve bireyler arasında örne-
ğin su gibi sınırlı doğal kaynaklar üzerine bir çatışmaya yol açabilir. Bu insanlar
bir kez sınırı aştıklarında devletler arasında çatışma olma ihtimali de doğabilir.
Sınır aşma, sınırlar artan bir şekilde askerileştiği ve sıkılaştırıldığı için can alıcı
bir meseledir ve sıklıkla bu sınır korumanın sıkılaşması can kaybına yol a-
bilmektedir (örnekler için bkz. Yaghmaian, 2005, Cornelius, 2001, Esbach vd.
1999). Yine de göçün kontrolü bir mit olmaya devam etmektedir (Cornelius
vd. 1994, 2004).
İş bulma imkanının kısıtlı olması, sosyo-ekonomik yoksulluk ve ücret fark-
ları gibi faktörler de şiddet içermeyen çatışma kaynakları olarak düşünülebilir.
Benzer şekilde göç edilen ülkelerdeki çifte işgücü piyasası ve etnik ayrımcılık
da göçmen işçiler ve yerli işçiler arasında bir çatışmayı işaret eder.
Şekil 1’de üç çatışma düzeyi tanımlanıyor: makro (örn. Gönderen, transit ve
göç alan ülkelerin çatışan siyasi tercihleri), mezo (örn. Göç eden ve göç etme-
yen haneler arası gerilimler, hanehalkı içerisinde cinsiyet rollerinden kaynaklı
gerilimler), mikro (örn. Bireyler arası çatışmalar, göçmenler ile göçmen olma-
yanlar arası gerilimler) ve de bu düzeyler arası (örn. Sınır güvenlik görevlileri,
vize görevlileri vb. ve göç eden bireyler arası gerilimler).
Makro düzeyde gönderen ve göç alan ülkeler arasında çatışma oluşur çün-
iki tarafın çoğunlukla uzlaşamayan tercihleri vardır. Örneğin, Almanya’da
bilgisayar uzmanına ihtiyaç varken Türkiye’de genel bir yüksek işsizlik olması
gibi. Ancak tarihte uyumlu karşılıklı ihtiyaçlar olduğu da görülmüştür. Alman-
ya ile Türkiye arasında 1961’de yapılan işçi değişim anlaşması buna örnektir.
Düzeyler arası çatışma farklı düzeylerdeki aktörlerin uzlaşmaz çıkarları kar-
şılaştığında oluşur. Örneğin, köken ülkede azınlıkların bazı talepleri ulusal çı-
karlardan farklılaşabilir ve bunun sonuçlarını çeşitli zorunlu göç biçimlerinde
TRANSNASYONAL MOBİLİTE VE ÇATIŞMA
© migration letters
360
görebiliriz. Göçü düzenleyici (ya da kontrol etmek isteyen) ajanlar ile göç eden
insanlar arasındaki çatışma, göç kurallarını ve kanunlarını değişime zorlar. Ör-
neğin göçmen kabul kuralları sıkılaşır. Bu değişime karşılık olarak ise göç eden
bireyler ve gruplar kendi göç stratejilerini, göç yöntemlerini, göç rotalarını ve
yollarını değiştirirler. Bu tür düzeyler arası çatışmalara etnik gruplar ve egemen
devletler arası gerilimleri, örnek olarak Fas’taki Berberileri ve Irak’taki Kürtle-
rin durumunu gösterebiliriz.
Uluslararası göçün geride kalan ailelerde ortaya çıkardığı cinsiyet rolleri te-
melindeki gerilimler ise mezo ve mikro düzey çatışmalara örnek bulmak için
incelenebilir. Örneğin, kocaları “göçmen işçi” olarak ya da başka biçimde uzun
süreli olarak yurtdışına göç eden kadınlar sıklıkla geride kalan ailenin kontro-
lünü ele alır ve de facto hane reisi olabilirler. Bu durum, hanehalkı içinde çatış-
malara hatta şiddet içeren çatışmalara yol açabilir (aile içi şiddet gibi). Yurtdı-
şında olan erkeğin dönüşünde de çatışma çıkabilir çünkü dönen erkek hane-
halkı reisliğini geri isteyecektir.
Sonuç: Çatışma eksenli bir anlayışa doğru
İnsani güvenlik ve çatışma sürekliliği skalalarına dayanarak çatışma eksenli bir
göç modelinin temel varsayımları şöyle sıralanabilir:
1. Göç, taraflar arasında uzlaşmaz çıkarların ortaya çıktığı çatışma durum-
larında gündeme gelir.
2. Çatışmanın düzeyi, yoğunluğu, algılanan zarar ve yıpranma düzeyi gö-
çün hız ve tipini belirler.
3. Göç kabul kuralları, çatışma durumlarının sonuçlarından yakın olarak
etkilenir ancak çoğunlukla göç hareketinin yapı ve değişimlerini arkadan takip
eder. Dolayısıyla bu kabul kuralları da sıklıkla göçü etkileyen çatışma kaynakla-
rındandır.
4. Çatışma insani güvensizlik algısı yaratır. Bu algı da göç sürecinin tama-
mını etkiler.
5. Bu insani güvensizlik algısı göç süreci boyunca zayıflayabilir de şiddetle-
nebilir de. Bazen bir kez daha göç etmeye, geriye göç etmeye veya yeniden göç
etmeye de yol açabilir.
6. İnsani güvensizlik ortamı maddi veya maddi olmayan kaynaklar üzerine
çatışmalara dayanabilir.
7. Makro (devlet, ulus; örn. Yabancı işgücünü sınırlayan devletler karşı iş-
gücü fazlası olan devletler), mezo (hanehalkı, topluluk; örn. Geride kalmış ha-
ne reisi kadına karşı geri dönmüş göçmen kocanın hane halkı reisliği için ça-
tışması) ve mikro (örneğin daha iyi bir kariyer, iş güvenliği peşinde olan birey)
düzeyler çatışma düzeyleri olarak teşhis edilebilir. Aynı zamanda düzeyler arası
gerilimler de mümkündür. Örneğin, bir ülke sınırını aşan göçmenler ile sınır
güvenlik görevlileri veya pasaport kontrol görevlileri arasındaki gerilim veya
etnik azınlık üyelerinin baskı yapan hükümet görevlileri ile çatışmaları bu tür
düzeyler arası çatışmalardır.
Bu esaslar üzerine kurulu olarak önerdiğim çatışma modeli doğallığıyla
teorisi, ekonomik teoriler ve kültürel teorilerin katkılarını onların göçün ne-
SİRKECİ
www.migrationletters.com
denleri, yönü ve kompozisyonuna dair açıklamalarını reddetmiyor ancak bun-
ları çatışma lensinden bakarak yeniden organize ediyor.
Uluslararası göçün çatışma eksenli bir kuramsallaştırması bizim bu süreci
daha iyi anlamamıza ve onun dinamik doğasını görmemize yardımcı olabilir.
Uluslararası göç tipolojileri ancak böyle bir çatışma modeli üzerine anlamlı
olabilir. Çünkü değişik çatışmalar ve farklı çatışmaların farklı yönleri daha ge-
niş olarak yasal düzenlemelere duyarlı olan göç yapılarını değiştirebilir. Çatış-
maları bir süreklilik skalası üzerinde tanımlamak bir yandan da siyasette ve
literatürde yaygın olarak kullanılan değişik göç kategorileri arasındaki örtüşme-
leri anlamamıza yardımcı olur. Bu model, geçmiş uluslararası göç düşünürleri-
ne ve düşüncelerinin farkındadır; onları kabul eder ve insani güvenlik ve insani
güvensizlik ortamı kavramları üzerinden bu geçmiş kuram ve modelleri geliş-
tirmeye ve aşmaya çalışır. Bu çalışmada sunduğum yaklaşım kısaca göçün bir
(insani) güvenlik arayışı olduğunu ileri sürmektedir.
References
Aradau, C. (2008). Rethinking Trafficking in Women. Politics out of Security. Basingstoke:
Palgrave Macmillan.
Basch, L., Glick Schiller, N. and Szanton-Blanc, C. (1994). Nations Unbound: Transnatio-
nal Projects, Postcolonial Predicaments, and Deterritorialized Nation-States. New York:
Gordon and Breach.
Bilgin, Pinar (2003). Individual and societal dimensions of security. International Studies
Review, 5, pp. 203-222.
Castles, S. (2002). Migration and community formation under conditions of globaliza-
tion. International Migration Review, 36(4):1143-1168.
Cohen, J. ve Sirkeci, I. (2011) Cultures of Migration, Austin, USA: University of Texas
Press.
Cornelius, W. A. (2001). “Death at the border: Efficacy and unintended consequences
of US immigration control policy”, Population and Development Review. 27(4):661-
685.
Cornelius, W. A., Martin, P.L. ve Hollifield, J. F. (1994). Controlling Immigration: A global
perspective. Stanford, Calif., US: Stanford University Press.
______ (2004). Controlling Immigration: A global perspective. 2nd ed., London: Eurospan.
Dahrendorf, R. (1959). Class and Class Conflict in Industrial Society. Stanford, California:
Stanford University Press.
Düvell, F. (2007). “Towards sustainable migration policies. İçinde: M. Jandl. (der.)
Innovative Concepts for Alternative Migration Policies. Amsterdam: Amsterdam, Uni-
versity Press.
Eschbach, K., J. Hagan, N. Rodriguez, R. Hernandez-Leon, ve S. Bailey (1999). “De-
ath at the border”, International Migration Review, 33(2):430-454.
Faist, T. (2000). The Volume and Dynamics of International Migration and Transnational So-
cial Spaces. Oxford: Oxford University Press.
Ferguson, J. (1999). Expectations of Modernity: Myths and Meaning of Urban Life on the
Zambian Copperbelt. Berkeley: University of California Press.
Glick Schiller, N., Basch, L. ve Blanc-Szanton, C. (eds) (1992). Towards a Transnational
Perspective on Migration: Race, Class, Ethnicity and Nationalism Reconsidered. New
York: New York Academy of Science.
TRANSNASYONAL MOBİLİTE VE ÇATIŞMA
© migration letters
362
Harney, N. D. ve Baldassar, L. (2007). “Tracking transnationalism: Migrancy and its
futures”, Journal of Ethnic and Migration Studies, 33(2): 189-198.
Hatton, T.J. ve Williamson, J.G. (2002). “Demographic and economic pressure on
emigration out of Africa”, IZA Discussion Paper 250, Bonn: IZA.
Homer-Dixon, T. F. (1994). “Environmental scarcities and violent conflict: Evidence
from cases”, International Security, 19(1):5-40.
Hooglund, E. (1991). “The other face of war”, Middle East Report, No.171, pp.3-7 and
10-12.
Hourani, G. ve Sensenig-Dabbous, E. (2007). “Insecurity, migration and return: The
case of Lebanon following the Summer 2006 War”. CARIM Research Reports,
No. 2007-01, RSCAS, European University Institute.
Icduygu, A., Romano, D. ve Sirkeci, I. (1999). “The ethnic question in an environment
of insecurity: the Kurds in Turkey”, Ethnic and Racial Studies, 22(6):991-1010.
Kivisto, P. (2001). “Theorising transnational immigration: a critical review of current
efforts”, Ethnic and Racial Studies, 24(3): 549-77.
Koser, K. (2007). “Refugees, Transnationalism and the State”, Journal of Ethnic and
Migration Studies, 33(2): 233-254.
Levitt, P., DeWind, J. ve Vertovec, S. (2003). “International perspectives on transnati-
onal migration: an introduction”, International Migration Review, 37(3): 565-75.
Lonergan, S., Gustavson, K. ve Carter, B. (2000). “Index of human insecurity”,
AVISO: news of the Canadian Palliative Care Association, 6: 1-7.
Lubkemann, S. (2005). “Migratory Coping in Wartime Mozambique: An Anthropo-
logy of Violence and Displacement in 'Fragmented Wars,” Journal of Peace Rese-
arch 42(4): 493-508.
Manalansan IV, M.F. (2006). “Queer intersections: Sexuality and gender in migration
studies”, International Migration Review, 40(1):224-249.
Maslow, A. H. (1943). “A theory of human motivation”, Psychological Review, 50(4):370-
396.
Merton, R. K. (1959). Social Theory and Social Structure. New York: Free Press.
Naude, W. (2008). “Conflict Disasters, and No Jobs”, UNU-WIDER, Research Paper
No.2008/85.
O’Hanlon, M. E. ve Campbell, J.H. (2008): Iraq Index, Tracking Variables of Reconst-
ruction and Security in Post-Saddam Iraq. Brookings Institute. [online] Avai-
lable from http://www.brookings.edu /fp/saban /iraq/index.pdf. [Accessed
20 Feb. 08].
Paris, R. (2001). “Human security: Paradigm shift or hot air?” International Security,
26(2):87-102.
Parsons, T. (1954). Essays in Sociological Theory. The Free Press, Glencoe, Illinois.
Renaud, F., Bogardi, J.J, Dun, O. ve Warner, K. (2007). “Control, adapt or flee: How
to face environmental migration?”InterSecTions, No.5/2007, Bonn: Publication
Series of UNU-EHS.
Rummel, R.J. (1976). Understanding Conflict and War: Vol. 2 The Conflict Helix. Beverly
Hills, California, Sage Publications
Sen, A. (2000). “Why human security?” In International Symposium on Human Security.
Commission on Human Security, Tokyo, Japan.
Sirkeci, I. (2003). “Migration from Turkey to Germany: an ethnic analysis,New Pers-
pectives on Turkey, 28-29, 198-208.
Sirkeci, I. (2005a). “War in Iraq: Environment of insecurity and international migra-
tion”, International Migration, 43(4):197-214.
Sirkeci, I. (2005b). Turkmen in Iraq and International Migration of Turkmen. Ankara, Tur-
SİRKECİ
www.migrationletters.com
key: Global Strategy Institute.
Sirkeci, I. (2006). The Environment of Insecurity in Turkey and the Emigration of Turkish
Kurds to Germany. New York, US: Edwin Mellen Press.
Sirkeci, I. (2007). “Human insecurity and streams of conflict for a re-
conceptualisation of international migration”, Population Review, 46(2):32-50.
Smith, M.P. (2001). Transnational Urbanism: Locating Globalization. Oxford: Blackwell.
Smith, M.P. ve Guarnizo, L.E. (eds) (1998). Transnationalism from Below. New
Brunswick: Transaction Publishers.
Spring, U.O. (2008). “Gender and disasters, human, gender and environmental secu-
rity: A huge challenge”, SOURCE, No.8/2008, Bonn: Publication Series of
UNU-EHS.
Stansfield, J. (2004). Ethiopian / Eritrean Migration and Identity. Unpublished PhD thesis,
University of Sheffield, UK.
Thomas, C. (2001). Global governance, development and human security: exploring
the links. In: Third World Quarterly. vol. 22, no. 1, pp. 159-175.
Van der Erf, R ve L. Heering (eds.) (1995). Causes of International Migration. Luxembo-
urg: Eurostat.
Vertovec, S. (1999). “Conceiving and researching transnationalism”, Ethnic and Racial
Studies, 22(2):447-62.
Werbner, P. (1999). “Global pathways. Working-class cosmopolitans and the creation
of transnational ethnic worlds”, Social Anthropology, 7(1): 17-35.
Wimmer, A. ve Glick Schiller, N. (2003). “Methodological nationalism, the social sci-
ences and the study of migration: an essay in historical epistemology”, Interna-
tional Migration Review, 37(3): 576-610.
Yaghmaian, B. (2005). Embracing the Infidel. New York: Delacorte Press.
Zirh, B. C. ve Erdemir, A. (2008). “From raindrops to hailstones: Environments of
insecurity in the case of immigration from Turkey to London.İçinde: Rit-
tersberger-Tilic, H. vd. (der.) Rethinking Global Migration: Practices, Policies and
Discourses in the European Neighbourhood, Ankara, Turkey: KORA - Center for
Black Sea and Central Asia and Middle East Technical University, pp. 177-185.
Migration Letters, Volume: 9, No: 1, pp. 9 16
ISSN: 1741-8984 & eISSN: 1741-8992
January 2012
www.migrationletters.com
FORTHCOMING SPECIAL ISSUE
MIGRATION AND COMPETITIVENESS:
JAPAN AND THE UNITED STATES
Guest edited by PHILIP L. MARTIN and Yasushi IGUCHI
Vol 10, No. 2 | May 2013
... Bu farklı yapılar arasında güçlü etkileşimler bulunmaktadır. Bu tür bir çatışma teorisi bağlamında, ulusötesi hareketlilik, insani güvensizlik ortamından insani güvenlik ortamına geçiş olarak ifade edilmektedir (Sirkeci, 2012). Model kapsamında vurgulanan insani güvensizlik ve çatışma terimleri geçici koruma statüsü altındaki Suriyeli bireyler merkezinde ele alındığında, bu bireylerin mikro, mezo ve makro boyutta birçok sınırlılık yaşadığı belirtilebilir. ...
Article
Türkiye jeopolitik yapısından dolayı tarih boyunca farklı nedenlerle özellikle Ortadoğu’dan göç dalgaları ile karşı karşıya kalmıştır. 2011 yılında Suriye iç savaşı ile bölgedeki savaştan etkilenen bireyler Türkiye başta olmak üzere komşu devletlere göç etmeye başlamışlardır. Türkiye’ye göç eden gruplar içerisinde ise okul çağında çok sayıda özel gereksinimli birey bulunmaktadır. Bunun yanında, ülkemizde gerçekleşen doğumlardan dolayı özel gereksinimli Suriyeli birey sayısı hızla artmaktadır. Okul çağındaki özel gereksinimli öğrencilere sunulan hizmetlerde özel eğitim öğretmenlerinin önemli rol ve sorumlulukları bulunmaktadır. Bu araştırmanın amacı özel eğitim öğretmenlerinin geçici koruma statüsü altında özel gereksinimli öğrencilerin eğitimlerine ilişkin görüşlerinin incelenmesidir. Bu amaçla, araştırmada, nitel araştırma yöntemlerinden odak grup görüşmesi gerçekleştirilmiştir. Odak grup görüşmesinde Gaziantep’te görev yapan 7 özel eğitim öğretmeni katılımcı olarak yer almıştır. Elde edilen veriler içerik analizi incelenmiştir. İçerik analizi sonucunda dil farklılıkları, okula uyum, değerlendirme ve öğretim araçlarının yetersizliği, öğretimsel uyarlamaya ilişkin sorunlar ve öğretmenlere sunulan hizmet içi desteklerin yetersizliğine ilişkin temalar ortaya koyulmuştur. Araştırma bulguları doğrultusunda geçici koruma statüsü altındaki bireylere özel eğitim hizmetlerinin sunulmasında disiplinler üstü bir yaklaşım izlenmesinin kritik düzeyde önemli olduğu belirtilebilir. Bu kapsamda, araştırmada, uygulamaya ve ileri araştırmalara ilişkin önerilere yer verilmiştir.
... Özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünyanın birçok ülkesine, özellikle Avrupa ülkelerine göç dalgaları gerçekleşir. Fransa gibi ülkelere Afrika'dan başta Mağripli (Fas, Cezayir, Tunus) ülkelerinden yapılan göçler, Avrupa'nın dışgöç olgusunu ciddi anlamda deneyimlemesini sağlar (Sirkeci, 2009(Sirkeci, , 2012Cohen vd., 2011;Sirkeci vd., 2013Sirkeci vd., , 2015Tilbe, 2021). İkinci Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarda özellikle işgücüne gereksinim duyan Fransa, büyük çoğunluğu sömürgeleri olan Kuzeybatı Afrika ülkelerinden Mağripli göçerleri almaya başlamıştır. ...
Article
Full-text available
Bu araştırmada dil aktarımı kuramı ve anlatısal söylem bağlamında Azouz Begag’ın Şabalı Çocuk (Le Gone du Chaâba) adlı romanında, roman kişilerinin kullandığı Arapça-Fransızca arasında oluşan aradil ve nitelikleri ile Şabalı Çocuk’un yabancı ekin içerisinde yer edinme ve kimlik arayışı izlekleri ele alınmıştır. 1960’lı yıllardan başlayarak Mağrip kökenli insanlar daha iyi bir yaşam sürmek ereğiyle Afrika’dan Fransa’ya göçerek, çoğunlukla bu ülkenin yörekentlerinde yaşamaya başlamışlardır. Kuzey Afrika’dan göçen ya da Fransa yörekentlerinde doğup yetişen Kuzey Afrika kökenli göçerlerin, düşledikleri yaşama kavuşmak bir yana, daha kötü yaşam koşullarıyla karşılaşmaları, çektikleri üzünç ve geniş toplumun uyguladığı toplumsal dışlanma ile ötekileştirme, anlatımını 1980’li yıllarda gizli sözcük üretimi yöntemiyle gelişen Verlan Dili ve aynı süreçte ortaya çıkan Beur (Fr. Arabe) Yazını’nda bulmuştur. 1983 yılında okurla buluşan Mehdi Charef’in Le thé au Harem d’Achi Ahmed’i, bu yeni türü belirgin nitelikleriyle yansıtan ilk roman olma özelliği taşımaktadır. Şabalı Çocuk romanının da ilginç örneklerinden olduğu bu türde çoğunlukla Fransızca ve Arapça tekil birinci ve üçüncü kişi öyküleme uygulayımları kullanılır, Fransızcanın yanında yapısal ve biçimsel değişikliklere uğratılan farklı dillerden sözcüklere de rastlanır. Bu yazın akımı, 1990’lı yıllarda yeni bir yazar dalgasının ortaya çıkmasına ve 2005 yılından sonra da Yörekent Yazını gibi yeni yaklaşım ve adlandırmalarla gelişimini sürdürmüştür. Bu yazarlardan Begag, romanları aracılığıyla Kuzey Afrika kökenli göçerlerin özekin ve özkimlik arayışlarının sözcüsü olmuştur. Fransa'ya yerleşen Cezayir kökenli göçerlerin acıklı durumuna ve Fransız dili ve ekininin onlar üzerindeki etkilerine odaklanan Şabalı Çocuk romanında, Arapça sözcükler ve Fransızca terimler yapısal ve anlamsal değişime uğrayarak bir arada kullanılır. Biz bu araştırmada, romandaki dilselyapısal değişim ve dönüşümler ile özekin ve özkimlik arayışı gibi temel izlekleri çözümlemeyi erek edinmekteyiz. Anahtar sözcükler: Mağripli göçmenler, Beur Yazını, Verlan Dili, Şabalı Çocuk, Azouz Begag, Yörekent Yazını
... Özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünyanın birçok ülkesine, özellikle Avrupa ülkelerine göç dalgaları gerçekleşir. Fransa gibi ülkelere Afrika'dan başta Mağripli (Fas, Cezayir, Tunus) ülkelerinden yapılan göçler, Avrupa'nın dışgöç olgusunu ciddi anlamda deneyimlemesini sağlar (Sirkeci, 2009(Sirkeci, , 2012Cohen vd., 2011;Sirkeci vd., 2013Sirkeci vd., , 2015Tilbe, 2021). İkinci Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarda özellikle işgücüne gereksinim duyan Fransa, büyük çoğunluğu sömürgeleri olan Kuzeybatı Afrika ülkelerinden Mağripli göçerleri almaya başlamıştır. ...
Article
Full-text available
Bu araştırmada dil aktarımı kuramı ve anlatısal söylem bağlamında Azouz Begag’ın Şabalı Çocuk (Le Gone du Chaâba) adlı romanında, roman kişilerinin kullandığı Arapça-Fransızca arasında oluşan aradil ve nitelikleri ile Şabalı Çocuk’un yabancı ekin içerisinde yer edinme ve kimlik arayışı izlekleri ele alınmıştır. 1960’lı yıllardan başlayarak Mağrip kökenli insanlar daha iyi bir yaşam sürmek ereğiyle Afrika’dan Fransa’ya göçerek, çoğunlukla bu ülkenin varoş yerleşimlerinde yaşamaya başlamışlardır. Göçerlerin, göç etmeden önce düşledikleri yaşama kavuşmak bir yana, daha kötü yaşam koşullarıyla karşılaşmaları, çektikleri üzünç ve geniş toplumun uyguladığı toplumsal dışlanma ile ötekileştirme, anlatımını 1980’li yıllarda gizli sözcük üretimi yöntemiyle gelişen Verlan Dili ve aynı süreçte ortaya çıkan Beur (fr. Arabe) Yazını’nda bulmuştur. Yörekent gençlerinin yeni iletişim biçimi olarak yazınsal uzamda yeni bir yazar kuşağının oluşmasını sağlayan ve Kuzey Afrika’dan göçen ya da Fransa'da doğup yetişen Kuzey Afrika kökenlilerin özgün dil kullanımlarını betimleyen Beur terimi, ilk kez 1982 yılında Paris'te Radyo Beur’de kullanılır. 1983 yılında okurla buluşan Mehdi Charef’in Le thé au Harem d’Achi Ahmed’i, bu yeni türü belirgin nitelikleriyle yansıtan ilk roman olma özelliği taşımaktadır. Çoğunlukla Fransızca ve Arapça tekil birinci ve üçüncü kişi öyküleme uygulayımıyla yazılan Beur romanlarında, Fransızcanın yanında yapısal ve biçimsel değişikliklere uğratılan farklı dillerden sözcüklere de rastlanmaktadır. Bu yazın akımı, 1990’lı yıllarda yeni bir yazar dalgasının ortaya çıkmasına ve 2005 yılından sonra da Yörekent Yazını gibi yeni yaklaşım ve adlandırmalarla gelişimini sürdürmüştür. Bu yazarlardan Begag, romanları aracılığıyla Kuzey Afrika kökenli göçerlerin özekin ve özkimlik arayışlarının sözcüsü olmuştur. Fransa'ya yerleşen Cezayir kökenli göçerlerin acıklı durumuna ve Fransız dili ve ekininin onlar üzerindeki etkilerine odaklanan Şabalı Çocuk romanında, Arapça sözcükler ve Fransızca terimler yapısal ve anlamsal değişime uğrayarak bir arada kullanılmıştır. Biz bu araştırmada, romandaki dilsel-yapısal değişim ve dönüşümler ile özekin ve özkimlik arayışı gibi temel izlekleri çözümlemeyi erek edinmekteyiz.
... Örneğin yoksulluk, yoksunluk, işsizlik gibi ekonomik faktörler de pekâlâ insanî güvenliği tehdit eden çatışmalara yol açabilir. Sirkeci (2012), Amrtya Sen'den ödünç aldığı kavramsallaştırmayla insanî güvenlik arayışını "hayatta kalma çabası ve onurlu bir yaşam hakkına yönelik tehditlerle baş etme çabaları" olarak ifade eder. Tehditlerin şiddeti arttığında çatışma baş gösterir; bu çatışmalar da bireyleri, aileleri ve toplulukları yer değiştirmeye itebilir. ...
Article
Full-text available
Birleşik Krallık, Türkiye’den gelen misafir işçiler bakımından Almanya kadar cazip bir ülke olmamıştır. Birleşik Krallık’ı göç açısından özgün kılan husus, 1970’li ve 1980’li yıllarda başlayan politik göçlerin varış noktalarından biri olmasıdır. Türkiye’den Birleşik Krallık’a yönelik “ikinci göç dalgası” ise 2002’den itibaren Ankara Anlaşması yoluyla başlamıştır. Birleşik Krallık’ta iş kurmak isteyen iş insanlarının yararlandığı bu vize türüyle oturum alanların sayısı özellikle son beş yılda katlanarak artmıştır. Bu olağanüstü artışın nedeni olarak politik çatışmalardan kaçınma isteği gösterilebilir. Demografik ve sosyo-ekonomik özelliklerine bakıldığında ise bu göç “beyaz yakalı göçü”, “orta sınıf göçü”, “beyin göçü” olarak tanımlanabilir. Bu çalışmada, yarı yapılandırılmış görüşmelerden ve “çatışma modeli”nden yararlanarak Türkiye’den Birleşik Krallık’a ikinci dalga göçlerin temelinde insanî güvenlik arayışının yattığını vurguluyorum. Bu bakımdan makaledeki iddiam; politik temelli çatışmalar, bu çatışmaların yol açtığı insanî güvensizlik veya bu çatışmalardan kaçınma isteğinin son yıllarda Türkiye’den Birleşik Krallık’a yönelik göçlerin temel nedenini oluşturduğudur.
Article
Full-text available
Mehdi Charef’in Le Thé au Harem d'Archi Ahmed adlı romanı, Beur yazınının önemli bir yyapıtı olarak, Cezayir kökenli göçer gençlerin kimlik arayışlarını, ayrımcılığı ve iki kültür arasında sıkışmışlıklarını ele alır. Göç olgusunun toplumsal ve bireysel etkileri, çatışma ve kültür(süz)leşme yaklaşımıyla incelenir. Romanda, Fransa’daki göçerlerin yaşam savaşımı, dil, iyelik ve ekinsel çatışma izlekleri çözümlenir. Anlatı, göçer gençlerin zorlu yaşam koşullarını ve kimlik bunalımlarını gerçekçi bir yaklaşımla betimleyerek, bireysel öyküler üzerinden evrensel sorunlara ışık tutar. Roman, bu bağlamda göçerlerin yaşadığı zorlukların yanı sıra, kendi ekinsel kalıtlarını koruma çabalarını da gözler önüne serer.
Article
Altındağ olayları; 10 Ağustos 2021 tarihinde Ankara ilinde birkaç Türk ve Suriyeli genç arasında çıkan ve Türk gencinin ölümüyle sonuçlanan kavganın ardından bir kitlenin sokaklara çekilmesiyle; Altındağ semtinin yoğun olarak Önder, Ulubey, Battalgazi, Hüseyin Gazi, Karapürçek, Solfasol, Baraj vb. mahallelerinde mukim Suriyelilerin geneline yönelik meydana gelen şiddet olayları ve kargaşanın adı olmuştur. Altındağ olayları ulusal ve uluslararası medyaya Suriyeli sığınmacılar ile Türk toplumu arasında büyük bir kırılmanın başlangıcı olarak yansıtılmıştır. Çünkü genel kabul kitlesel olarak meydana gelen çatışma süreçlerinin toplumsal kırılmalara sebep olacağı yönündedir. Buna rağmen bu süreç yaşanan endişenin aksine kısa sürede durularak nihayetlenmiştir. Her ne kadar olaylar üzerine sıkı güvenlik önlemleri alınmış olsa da çatışmanın büyümesinin önündeki en büyük engellerden birinin geçmiş yıllar içerisinde Suriyeliler ile yerel halk arasında gerçekleşen sosyal temas sürecinin olumlu çıktılarıdır. Başka bir deyişle Suriyeliler ile yerel halk arasında süreç içerisinde kurulan olumlu ilişkilerin uyum sürecine önemli ölçüde katkı sunduğu söylenebilir. Bu çalışmada, iki toplum arasındaki sosyal temas sürecini etkileyen dinî ve sosyo-kültürel ortaklıkların toplumsal uyuma sunduğu etkili argümanlar ele alınarak, Suriyelilerin inanç ve pratiklerinin çatışma sürecindeki davranışlarına etkisi irdelenmeye çalışılacaktır.
Article
Alevilik Anadolu kültürel mirasının inançsal formlarından birisi olarak her dönem kamusal alanda inanç eksenli tartışmaların odağında yer almış, Aleviler de tarihsel nedenlerle kendilerini periferik alanlara saklayarak inançlarını izole bir şekilde yaşamışlardır. Tarihsel süreç boyunca inançlarına yönelik baskılarla zor zamanlar geçiren Aleviler yaşanan olumsuzluklara rağmen öğretilerine sahip çıkmışlar, cem ve semah ritüeli başta olmak üzere diğer inanç pratiklerinin yaşatılması için büyük çaba göstermişlerdir. Alevilerin inançsal miraslarını yaşatma isteği Anadolu’da olduğu gibi göç ettikleri ulusötesi alanlarda da devam etmiş, oluşturdukları diasporalarla kültürel varlıklarını Avrupa ülkelerinde de yaşatmaya çalışmışlardır. Bu çalışmada kültürel kimlik ve ulusötesilik bağlamında İsveç’te nasıl bir Aleviliğin şekillendiği, ulusötesi göçmen bir inançsal topluluk olarak İsveç Alevilerinin kültürel kodlarını nasıl aktardıkları, ana vatanlarıyla sürdürülen ilişkilerde inanç pratiklerinin önemi gibi bazı konular İsveç Alevilerinin perspektifinden aktarılmaya çalışılmıştır. Araştırmanın amacı İsveç’te nasıl bir kültürel inşa süreci yaşandığını, nasıl bir ulusötesi Alevi kimliğinin şekillendiğini ortaya koyabilmektir. Netografik ortamda 3 yıl süren ve yapılan görüşme, gözlem ve doküman analizleriyle sonlandırılan çalışmada nitel araştırma yöntemiyle birlikte kültür analizi deseni kullanılmış, ulusötesilik kuramının ortaya çıkmasına neden olan paradigmal değişimlere ve göçmenlerin kültürel inşa sürecinde müzik ve dans pratiklerinin rolüne odaklanılmıştır. Sonuç olarak, İsveç’te güçlü bir diaspora oluşturan Alevilerin, ulusötesi göçmen bir inançsal topluluk olarak yeni vatanlarında nasıl bir Alevi kimliği şekillendirdikleri ortaya konulmaya çalışılmıştır. As one of the religious forms of Anatolian cultural heritage, Alevism has always been at the center of faith-based debates in the public sphere, and Alevis have lived their faith in isolation by hiding themselves in peripheral areas due to historical reasons. Alevis, who have had a hard time with the pressure on their belief throughout the historical process, have protected their teachings despite the negativities and have made great efforts to keep their other faith practices, especially the cem and semah rituals alive. The desire of Alevis to protect their religious heritage continued in the transnational areas they migrated fom the Anatolia as well, and they tried to keep their cultural assets alive in European countries with the diasporas they created. In this study, issues such as how Alevism is shaped in Sweden in the context of cultural identity and transnationality, how Swedish Alevis transfer their cultural codes as a transnational immigrant religious community, and the importance of faith practices in relations with their homeland are tried to be conveyed from the perspective of Swedish Alevis. The aim of the research is to reveal what kind of a cultural construction process was experienced in Sweden and what kind of a transnational Alevi identity is formed consequently. In the study, which lasted 3 years in a netographic environment and concluded with interviews, observations and document analyzes, the qualitative research method and cultural analysis design were used, and the paradigm shifts that led to the emergence of the theory of transnationality and the role of music and dance practices in the cultural construction process of immigrants were focused on. As a result, it has been tried to reveal how Alevis, who form a strong diaspora in Sweden, shape an Alevi identity in their new homeland as a transnational immigrant religious community.
Chapter
Full-text available
GÖÇE İLİŞKİN KAVRAM VE KURAMLAR Literatürde göç kavramı farklı şekillerde tanımlansa da, özellikle iç savaş ve küresel etkilerin oluşturduğu zorunlu göçler, bu kavrama ilişkin birçok boyutun ve yeni anlamların eklenmesine neden olmuştur. Her bir kavramın kendi içinde siyasi, hukuki, ekonomik ve uluslararası ilişkiler bakımından birçok yönü ortaya çıkmıştır. Bu açıdan gerek öğretide gerekse literatürde farklı yansımaları olan bu kavramların birlikte incelenmesi ve farklı boyut�larına dikkat çekilmesi gerekmektedir. İşte bu çalışma genel olarak göç ol�gusunu kavramsal ve kuramsal olarak irdelese de, göçle bağlantılı olan ve günümüzde sıkça kullanılan, “mülteci”, “sığınmacı”, “muhacir”, “geçici koruma altında olan”, “misafir”, “geri dönen”, “ülke içinde yerlerinden edilen”, “vatansız”, “ülke içinde yerlerinden edilipte eve geri dönen”, “koruma ve / veya yardıma ihtiyaç duyan diğer gruplar veya endişe uyandıran kişiler” gibi birçok kavram ortaya çık�mıştır. Elbette ki bu kavramlar, sosyal, siyasal, hukuksal, ekonomik ve etik ve insani değerler açısından farklı yönleri ortaya çıkmaktadır ve bunlardan bazıları teorik olarak bir göç kuramıyla da ilgili olarak görülebilir. İşte bu çalışmada belirtilen bu kavramlar her yönüyle irdelenmekle beraber, literatür açısından belirginleşmiş göç kurumlarına da yer vermektedir. Dolayısıyla göçe ilişkin kavram ve kuramları açıklayan bu derleme, bu yönüyle göç ça�lışmalarıyla ilgili önemli katkı sunabilmektedir.
Book
Full-text available
Around the globe, people leave their homes to better themselves, to satisfy needs, and to care for their families. They also migrate to escape undesirable conditions, ranging from a lack of economic opportunities to violent conflicts at home or in the community. Most studies of migration have analyzed the topic at either the macro level of national and global economic and political forces, or the micro level of the psychology of individual migrants. Few studies have examined the "culture of migration"-that is, the cultural beliefs and social patterns that influence people to move.Cultures of Migration combines anthropological and geographical sensibilities, as well as sociological and economic models, to explore the household-level decision-making process that prompts migration. The authors draw their examples not only from their previous studies of Mexican Oaxacans and Turkish Kurds but also from migrants from Europe, sub-Saharan Africa, the Pacific, and many parts of Asia. They examine social, economic, and political factors that can induce a household to decide to send members abroad, along with the cultural beliefs and traditions that can limit migration. The authors look at both transnational and internal migrations, and at shorter- and longer-term stays in the receiving location. They also consider the effect that migration has on those who remain behind. The authors' "culture of migration" model adds an important new dimension to our understanding of the cultural beliefs and social patterns associated with migration and will help specialists better respond to increasing human mobility. Copyright
Chapter
Why do more than 24,000 people—basically children—die each day from hunger and why only in Sub-Saharan Africa has the number of undernourished children grown from 29 to 37 million during the last decade (UNICEF in The state of the world’s children 2015: reimagine the future: innovation for every child. UNICEF, New York, 2015a)?
Article
Debates about United States border control policies have generally ignored the human costs of undocumented migration. We focus attention on these costs by estimating the number, causes and location of migrant deaths at the southwest border of the United States between 1993 and 1997. We document more than 1,600 possible migrant fatalities along the border in this period. More than 1,000 of these deaths were reported by United States data sources, and the remainder were Rio Grande drowning deaths reported by Mexican sources. Additional deaths may go unrecorded because the bodies of the decedents do not come to the attention of government officials. Deaths from hyperthermia, hypothermia and dehydration increased sharply from 1993 to 1997 as intensified border enforcement redirected undocumented migration flows from urban crossing points to more remote crossing areas where the migrants are exposed to a greater risk of death.
Article