Düzce şehri antik dönemde Dusae Pros Olypum, Osmanlı döneminde ise Düzce ve Konrapa isimleri başta olmak üzere, Konurâbâd, Düsce, Düzceli gibi adlarla isimlendirilmiştir. Bu isimlerden Konrapa adı Düzce içerisinde bulunan özel bir bölge için de kullanılmış, ayrıca bölgede yaşayan halk Osmanlı devleti tarafından “ahâli-yi sâdıka” olarak tanımlanmıştır.
Şehir her ne kadar Selçuklular tarafından
... [Show full abstract] Bizans’tan alınarak Türk İslam hâkimiyetine sokulmuşsa da, Selçuklu Devleti’nin son dönemlerinde tekrar elden çıkmıştır. Osman Gazi’nin son dönemlerinde ise, Konur Alp Bey tarafından tekrar Türk İslam hâkimiyetine sokulmuştur (1317/1318). Bu fetihten sonra Düzce Ovası Konur Alp’in gösterdiği kahramanlığa istinaden “Konrâpâ”, “Konrapa” ve “Konur Alp İli” olarak adlandırılmıştır.
Bölge Konur Alp’e ikta olarak verilmiş, Konur Alp’in ölümü ile Şehzâde Murat’a, daha sonra da Gündüz Alp’e bırakılmıştır.
Kent, Bolu’nun fethiyle buraya bağlanmış ve XIV. yüzyıl sonlarında Bolu ve Kocaeli sancakları arasında önemli bir merkez haline gelmiştir. Bölgenin 1909’da Bolu Sancağı’ndan ayrılarak İzmid’e bağlanması yönünde Dâhiliye Nezâreti’ne arz yapılmıştır.
Bölge Orhan Gazi döneminde Nalbantoğlu köyü Cuma Camisi (Kuba Camisi), Hasanlar köyü Orhan Gazi Camisi, Beçiyörükler Köyü Orhangazi Camisi, Kaynaşlı/Sarıçökek Köyü Orhangazi Cuma Camisi gibi önemli yapılarla donatılmıştır. Bu camilerden özellikle Kaynaşlı/Sarıçökek Köyü Camisi çandı sistemle inşa edilmiş olup halen özgün haliyle ayakta durmaktadır.
Düzce, Osmanlı Devleti’nin önemli kazalarından birisidir. Nitekim Düzce’ye bağlı Şahinciler Köyünde 12 hâne, Milanderesi (Melenderesi) köyünden de 10 neferin Osmanlı sarayına şahin yetiştirdiği tespit edilmiştir. Köyde yetiştirilen şahin türleri Girütkaya, Eykaya, Harcıkaya, Boyalıkaya, Günî (Kevnî), Karacailyas, Nemâzî, Kızılelma ve Kızıltepe gibi adlarla adlandırılmaktadır.
Düzce’de A’saklar, Ezerhan Dağı, Bekirler, Çınardüzü, Çakırsayvan, Çatalçam, Hacıyeri, Hoca (Hace), Derdin Darıyeri, Dikmen, Saz, Sakarkiriş, Sitelik, Sığırlık, Suludere, Çukurviran, Şeyh, Kavakbıçkı, Karaburun, Karık, Kadı Mezarı Karakaş, Murad Bey, Mengen, Yağven (Yağun) Pelid, Maabdede, Kadifekale Beyköy, Kuyudüzü, Hucac Bey, Yongalık, Sarıdere, Pomaklıdede, Dededüzü Mertpınar ve Kaşlık Bıçkı bölgelerinde mîrî ormanlar bulunmaktadır. Bu ormanlarda, çoğunlukla meşe, gürgen, kayın, köknar, ıhlamur, dişbudak, karaağaç, kestane ve biraz da çam ağaçları bulunmaktadır. Tersâne-yi Âmire’de inşa ve tamir edilen Donanma-yı Hümâyûn kalyonlarının levazımâtı için her yıl bu ormanlardan dümen-i kebir, Yege-i dümen, İrğad-ı kebir, Serkütük ve benzeri karaağaç keresteleri ile Börsütmeser, Berçulakreb, Bükme çatal, Sürme çatal, Astar Börsütme, Pâre börsütme olarak adlandırılan muhtelif meşe keresteleri elde edilmiştir. Irgâd-ı kebir çiftesi ve Latha-i kebir meşesi kerestesi Eftenili (Efteni) ve Bataklı bölgesindeki dağlardan, karaağaç cinsi ağaçlar ise Gümüşâbâd ile Düzce arasında bulunan ormanlardan ve Bataklık olarak isimlendirilen yerden elde edilmiştir. Osmanlı sarayının ihtiyaç duyduğu odunun 120 bin çekisi Kastamonu Vilâyeti ve İzmid Sancağı ormanlarından karşılanmakta, bu miktarın 50 bin çekisi Düzce ormanlarından elde edilmektedir.
İzmid’den Ereğli’ye kadar uzatılması kararlaştırılan demiryolu hattının ihtiyaç duyduğu kereste ve odunların bir kısmı da bölgeden talep edilmiştir.
Ormanlarından kesilen keresteler, Akçaşehir ve Milan Ağzı iskeleleri aracılığıyla nakledilmiştir.
Bölge, başkent İstanbul ile Erzurum, Van, Gümüşhâne, Diyarbakır, Kastamonu, Çıldır, İstanbul, Karahisar, Yozgat, Kars, Tosya, Maraş, Sivas, Trabzon, Bağdad, Keban ve Ergani arasında önemli bir geçiş alanı teşkil etmiştir. Bölge menzilinin hizmeti, Düzce ve Üskübü kazaları ahalileri tarafından karşılanmıştır.
Osmanlı Devleti’nde merkezi otoritenin zayıflamasıyla beraber taşrada güçlenmeye başlayan ayanların varlığına Düzce’de ilk olarak 1782 yılında rastlanmıştır. Bölgede, 18. Yüzyıl sonları ve 19. Yüzyıl başlarında ayanların etkili olduğu görülmektedir. Bölgenin meşhur ayanları bu tarihlerde (1782-1807) kereste tüccarı olan Hacı İbrahim oğlu, Hacı Ali, Silahşör-ü Hassa’dan ve seyyid olan Zeynel Abidin Ağa, Hacı İbrahim oğlu Seyyid Ahmed ve Tahir adlı kişilerdir. Adı geçen ayanlardan Hacı İbrahim oğlu ile Hacı İbrahim oğlu Seyyid Ahmed’in aynı kişiler veya aynı soydan olması olası gözükmektedir.
19. Yüzyılın ilk yarısında, Osmanlı Devleti’ne bağlı birçok kazada, kazaya bağlı yakın köyler birleştirilerek Divan adı verilen yeni idari birimler kurulmuştur. Bu yeni birimler Düzce’de de oluşturulmuşsa da, hangi birimlerin hangi Divan kapsamına alındığı konusunda net ve toplu bir veri tespit edilememiştir. Şer’iyye sicillerinde muhtelif kayıtlarda bulunan bazı yer bilgileri dışında gerek temettuat defterleri gerekse de Başbakanlık arşivinde tespit edilen kayıtlar bu konuda açıklayıcı bir bilgi vermemektedir.
Bu dönemde Düzce’de 16 aded Divan Birliği kurulmuştur. Bunlar, Akpınar Divanı, Bakraz Divanı, Bakraz Divanı Mıcırlı Köyü, Bakraza tabi Akçaşehir (Köyü), Bataklı Divanı, Câlûr Divanı, Darıyeri Divanı, Efteni Bey Divanı, Efteni İmamlar Divanı, Eğerciler Divanı, Karapınar Divanı, Karye-i Akçalar Tabi-i Divan-ı Eğerciler, Karye-i Câlur Tabi-i Metekler, Karye-i Keydâni Tabi-i Aşağı Milan Divanı, Karye-i Merhem Tabi-i Divan-ı Eğerciler ve Şeyh Bezenli Aşireti-Ekrad Taifesi’ne aittir.
Bu isimlerden bazıları bölgede bulunan bir divana bağlı köy olarak tanımlansa da, bunların da ayrı bir divan birliği oluşturduğu düşünülmektedir. Nitekim bölgede Aşağı Milan Divanı adında bir divan birliği kurulmadığı halde bölgede kurulan divanlardan birisinin Karye-i Keydâni Tabi-i Aşağı Milan Divanı olarak adlandırılması bu düşüncemizi destekler niteliktedir.
Düzce’de oluşturulan divan birliklerinde dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, Düzce’de kent kimliğinden ziyade kır kimliğinin hâkim olduğunu göstermesidir. Bu veri, Düzce’nin bu tarihlerde (1844) henüz kırsal niteliklerden kurtulamadığı izlenimini vermektedir. Bu nedenle şehirle ilgili analiz yapılırken kır ve kent merkezi karşılaştırması yapılamamış ve Düzce’nin bütünü ele alınarak bu meyanda değerlendirmeler yapılmıştır.
Osmanlı genelinde olduğu gibi Düzce’de de mali işlerle ilgili bütün memuriyetlerde istihdam edilecek memurların kefâlete bağlanması ve tehlike içerisine giren kişilerin güvenliğinin sağlanmasında katkısı olan herkesin Tahlîs Madalyası Nîzamnâmesi çerçevesince ödüllendirilmesine önem verilmiştir.
1844’te kentin kaza müdürü, Tönti oğlu Hacı Ahmed Ağa’dır. Ahmed Ağa kentin varlıklı kişilerinden birisi olup, çiftçilikten kaza müdürlüğüne terfi etmiştir.
1864 Vilâyet Nîzamnâmesi ile yönetim biçiminde değişiklikler yapılmış ve daha önce müdürler tarafından idare edilen kazaların başına hükümetçe atanan kaymakamlar getirilmiştir.
Osmanlı Devleti’nde kazalar kendi içerisinde birinci, ikinci ve üçüncü sınıf gibi gruplara ayrılmıştır. Düzce kazası, 1888 yılına kadar idari bakımdan üçüncü sınıf bir kaymakamlıktır. Kazanın muhacir iskânı ile öneminin artması ve Gökçesu nahiyesi müdürlüğünün lağvedilerek tasarruf edilen maaşın Düzce Kaymakamlığı maaşına aktarılması ile kaza ikinci sınıf bir kaymakamlığa dönüştürülmüştür. Kazanın birinci sınıfa yükseltilip yükseltilmediği tam olarak tespit edilememiştir; ancak bölgeye 1907-1908 yıllarında birinci sınıf kaymakamlardan birisinin tayin edilmesi bu konuda bir soru işareti oluşturmuştur. Bununla beraber Osmanlı Devleti’nde kaymakamlıklar arasındaki nakil ve becayiş kural gereği genelde aynı sınıflar arasında yapılmasına rağmen kaymakamın görevinden azli gibi bazı özel durumlarda alt sınıftaki bir kaymakamlıktan üst sınıftaki bir kaymakamlığa nakil yapılabildiği de unutulmamalıdır.
Kaymakamlara da diğer memurlar gibi yeni bir göreve tayin edildiği zaman kendilerine devlet tarafından bir harcırah tayin edilmiştir. Harcırah ödemesi “Emvâl-i Mahalliye’den yapılmış ve verilen harcırahın % 5’i de Bâb-ı Âli Teshîlât Sandığı’na tahsis edilmiştir.
Kaymakam olan kişiler herhangi bir nedenle görev başında bulunmadıkları zaman maaşları tam olarak ödenmemiş ve kesintiye gidilmiştir. Kaymakamın yerine vekâlet eden kişiye ise, muvazzaf memur ise 1/5 oranında, değilse 1/2 oranında maaş tahsis edilmiştir.
Kaymakamların ilk alacakları maaşın yarısı da, Tekâüd Sandığı’na kesinti olarak ayrılmıştır.
Kaymakamlık içerisindeki birimlerden Mal Müdürlüğü, Tapu Dairesi, Orman İdaresi gibi birimler ilk dönemlerde küçük bir birim iken, ileriki yıllarda özellikle de Cumhuriyet’in ilanı ile kendi içerisinde ihtisaslaşarak daha büyük birimler haline gelmişlerdir.
Klasik dönemde vakıflar, loncalar ve mahallelerde kurulan muhtelif organlar tarafından icra edilen belediye hizmetleri, 19. yüzyıl sonlarından itibaren Düzce’de de kurulan belediye teşkilatı vasıtasıyla yürütülmüştür. Düzce’de belediyenin varlığına ilişkin ilk veri 1298/1881 yıllarına aittir. Bu tarihte kentin belediye reisi ise, Ömer Ağa adlı bir kişidir. İlgili dönemde belediyenin teşkilatı ve hizmetlerine ilişkin herhangi bir veri tespit edilememiştir. Teşkilat 1897’lere kadar küçük bir birim iken, 1906-1907 yıllarında ve nihayet cumhuriyet döneminde görevlerde ihtisaslaşmalara giderek daha da büyümüştür.
1310-1311 (1892-94) yıllarında Ayıntablızâde ailesinden Mehmed Efendi belediye yönetiminde üyelik yaparken aynı aileden Ayıntablızâde Mehmed Cemâlî Efendi’nin Ziraatbank Müdürlüğü ve Maârîf Meclisi Kâtipliği görevini icra etmesi, Ayıntablızâdelerin Düzce’nin yönetiminde etkin bir aile olduğunu akla getirmektedir. Nitekim bölgede bugün şehir merkezinde bulunan bir caddenin “Gaziantep Caddesi” olarak isimlendirilmesi, ailenin bölgedeki saygınlığının bir sonucu olarak görülmektedir.
Belediyenin gelirlerinin ancak giderlerini karşılayacak bir kapasitede olduğu görülmektedir. Nitekim 1925 yılında Düzce Belediyesi’nin bir yıllık gelirinin 1.013.881 kuruş olduğu tespit edilmiştir. Masraflar da aşağı yukarı gelirlerle aynı oranında gerçekleşmiştir.
Köylerde ve mahallelerde yönetim, genelde muhtar ve imamların elinde bulunmaktadır.
Devlet zamanın şartlarına ve ihtiyaca göre idari birimleri birleştirme veya münferiden idare etme yoluna gitmiştir. Düzce’de yeni idari birimlerin kurulmasında birimlerin büyümesi, farklı orijine sahip milletlerin birbirine uyumsuz davranışlarının olması ve yeni gelen göçmenlere yer temini gibi nedenler etkili olmuştur. Devlet yeni idari birimleri oluştururken, özellikle köyleri kendi içerisinde mahallelere bölerken, mahallelerin 30 hâneden oluşmasına özen göstermiştir.
1914 yılında Yığılca Nahiyesi ile beraber Bekirler, Çukur, Çorak, Çukurviran, Hacılar, Şeyhler, Köseler, Şeyh, Çiftlik, Hoca (Hace), Karakaş, Hermiz (Hermez), Metkin ve Yağun Pelid köyleri Düzce kazasına ilhak edilmiştir.
Oluşturulan birimlerden Kuyudüzü Köyü’nün Hatkoy Köyü’ne, Dereli Köyü’nün Hacı Alimler Köyü’ne bağlanmasına, Alaptura Köyü’nün müstakilen idare edilmesine ve Muhâcîr Taşköprü-Tınaz Köyü ile Çerkes Seruh Efendi-Hoca köylerinin birbirinden ayrılarak müstakilen idare edilmelerine karar verilmiştir.
İçkale göçmenleri ile Lazşerefiye, Ordu göçmenleri ile Kurugöl kurulmuştur.
Lazşerefiye köyüne ilk iskân 1895 yılında yapılmış ve köyün adı Lazşerefiye olarak isimlendirilmiştir.
Kurugöl’e ilk iskân ise 1894 yılında yapılmış ve köyün adı Kurugöl olarak adlandırılmıştır. Yine Akçakoca sınırları içerisinde bulunan Câhallı (Çuhalı) Köyü’nün adı ise, 1912 yılında Osmaniye olarak değiştirilerek bölge köy statüsünden mahalleye dönüştürülmüştür.
Düzce’ye Rumların göçüne dair ilk bilgi 1888/1889 tarihine aittir. Nitekim bu tarihte Ordu Kazası’ndan bir grup Rum Düzce’ye göç etmiş ve devlet tarafından Büyükpınar (Kurdsuyu) bölgesine yerleştirilmişlerdir. Böylece Büyükpınar bölgesi müstakil bir köy olarak yeni bir idari birime dönüştürülmüş ve merkez kazaya katılmıştır. Bölgeye Rum göçü ileriki tarihlerde de devam etmiştir.
18. yüzyıl başlarında, 1718’de Düzce nüfusu ortalama 600 kişiden meydana gelirken, 126 yıl sonra, 1844’te, olağan üstü artış kaydederek ortalama 4430 kişiye yükselmiştir. Nüfus 19. yüzyıl sonlarında bölgeye yapılan iç ve dış göçlerle ve Üskübü, Akçakoca gibi birimlerin Düzce’nin bünyesine katılmasıyla daha büyük bir artış kaydetmiştir. Bölgeye 19. yüzyılda Kafkasya’dan Çerkes (Han, Besni, Bestan, Şabsığ kabileleri), Abaza (Dahum muhâcîrleri) ve Gürcüler, Balkanlardan Boşnak, Rumeli muhâcîri ve Tatar, Karadeniz bölgesinden de Laz ve Ordulu olarak tanımlanan birçok halk göç etmiştir.
Bölgeye 1864 yılına kadar Çerkes Kabilesi olarak 500 hane (4000 kişi) yerleştirilmiştir. Çerkesler’in bölgedeki sayısı 1906-1907 yılına kadar 9813 kişiye ulaşmış ve bölgenin Türklerden sonra ikinci büyük nüfusunu oluşturmuştur. Düzce’ye Abaza Dahum muhâcîri olarak ise 1000 hane yerleştirilmiştir.
Düzce’ye 1907 yılına kadar Ordu Kazası’ndan ise 2000 hanenin (15000+ kişi) iç göç gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır. Ordulu göçmenlerin sayısı, 1906-1907 yıllarında 6405 kişiye tekabül etmektedir. Aradaki bir yıllık dönemde Ordulu göçmen sayısının bu kadar artması bölge nüfusunun niteliği açısından gerçekten önemli bir olgudur.
Yapılan göçlerle Düzce genel nüfusu 1311/1894 yılında 31876 kişiye, 1314/1896-1897 yıllarında 38406 kişiye, 1906-1907 yıllarında ise 69160’a yükselmiştir. 1925 yılına geldiğinde ise nüfusun 6125 kişi aşağıya düştüğü görülmüştür. Bunun muhtemel nedeni ülkenin her bölgesinde olduğu gibi Düzce’de de birçok kişinin savaşlarda şehit olmasıdır.
Bölgeye yapılan göçler incelenecek olursa, yerleştirilen muhâcirlerden bazılarının iskân yerlerinden veya iskân edildikleri hanelerden memnun olmadıkları görülmüştür. Bununla beraber muhâcirlerin iskân edildikleri yerlerden izinsiz olarak ayrılmalarına da izin verilmemiştir. Bunun en önemli gerekçesi devletin Düzce ovasını şenlendirmek istemesidir. Böylelikle bir yandan muhâcirlerin talepleri yerine getirilirken bir yandan da yeni üretim alanları oluşturularak devlete yeni vergi kalemleri oluşturulmuştur.
Muhâcirlerin bir kısmına yapılan hanelerin devlet tarafından farklı bir mimaride (medrese biçiminde) yapılması kararlaştırılmasına rağmen muhâcirlerin aynı biçim hanelerde ikamet etmek istemesi dikkate alınarak bütün hanelerin aynı modelde yapılması sağlanmıştır. Çerkes Besleney (Besni) Kabilesi’nin lideri Bişmâf Bey ve köleleri için 17 odalı ve fevkâni (iki katlı) 3 bab hane inşa edilmesi muhâcirlerin beylerine de bey gibi muamele yapıldığını göstermesi açısından önemlidir. Muhâcirlere hâneler yanında zaman zaman aksamalar meydana gelse de ekilecek arazi, her türlü tarımsal alet, tohum ve öküz yardımı da yapılmıştır.
Muhâcirlerin sosyo-kültürel ihtiyaçlarına matuf olmak üzere bölgede okul ve mescitler de inşa edilmiştir. Bölgede kurulan Cedidiye Câmi-i Şerifi ve Medresesi göçmenler tarafından inşa edilmiştir. Bu veriler bölgenin göçlerle sadece tarımsal açıdan şenlendirilmediğini aynı zamanda sosyal ve kültürel açıdan da canlandırıldığını göstermesi açısından önemlidir.
Göçmenlerin bölge halkı ve mahalli yöneticilerle olan iletişimlerini rahatlatmak için devlet tarafından tercümanlar görevlendirilmiştir.
Bölgeye iskân edilen göçmenlerin masrafları bölgenin aşar geliri, belediye, Dâhiliye Nezareti inşaat kalemi veya bölgede yaşayan varlıklı kişilerden sağlanan yardımlarla karşılanmıştır.
Düzce’de Müslümanlarla beraber az da olsa gayri Müslimlerde yaşamaktadır. 18. Yüzyılın ikinci yarısında 1770-71’de yapılan cizye tespitinde Düzce’de sadece 10 adet cizye yükümlüsü gayri Müslimin yaşadığı tespit edilmiştir.
Müslüman Türk ailesinin niceliği ile ilgili olgu genelde 5 rakamı ile ifade edilmesine rağmen Ordulu muhâcirlerde bir hâne sayısının ortalama 7,5 kişiden, Çerkeslerde ortalama 7,2 kişiden, Rumlarda ise ortalama 4,8 kişiden oluştuğu görülmektedir. Muhâcir Müslüman göçmenlerle ilgili ortaya çıkan rakamlar, geniş aile olgusunu akla getirmektedir.
Osmanlı Devleti 1854 yılından beri Kafkasya’dan köle getirilmesini yasaklayıp ülke içinde köleliğin ortadan kaldırılması için çalışmalar yapmasına ve göçler sırasında da köleliğe karşı bir tutum sergilenmesine rağmen, Düzce’de yaşayan bazı Çerkes asillerinin evlerinde köle bulundurulmasına izin verilmiştir. Bununla beraber Çerkes ailelerde kölelerin ailenin diğer fertlerinden ayrı tutulmadığı da dikkate değer bir husustur. Devlet köleliği yasaklamasına paralel olarak bölgede düzenlenen at yarışlarında cariye ve kölelerin ödül olarak konmasına da tavır koymuştur.
Çok eşlilik serbest olmasına rağmen, araştırma kapsamına alınan belgelerde Düzce’de çok eşliliğin yapıldığına dair herhangi bir doneye rastlanmaması bölgede İslam dininin tek eşle evlilik tavsiyesine uyulduğunu göstermesi açısından önemli bir husustur.
Araştırma kapsamı belgelerde bölgede yaşayan ailelerin genelde kendi bölgesinden veya kültürüne yakın insanlarla evlenmeyi tercih ettiği gözlenmektedir.
Bölgede 19. Yüzyılda, devlet tarafından evlilik öncesi kişilerle ilgili ön araştırmaların yapıldığı görülmektedir. Nitekim evlenecek adayların ikâmet ettikleri yerlerde bulunan muhtarlıklardan bilgi alınmakta ve muhtarlıktan alınan “ilmühaber” çerçevesinde, adayların evlenmeye bir engelleri, “mâni-i şer’îsi” ve asâkîr-i şâhânede nişanlısı” olup olmadığı konusunda tespit yapılarak izin verilmektedir.
Evlenen çiftlerin genelde rızalarının alındığı görülmektedir. Evlilik törenlerinde “vekâlet vererek evlenme olgusu” kadınlara özgü bir olay değildir. Erkeklerin de yakınlarına vekâlet vererek evlilik gerçekleştirdiği görülmektedir. Bununla beraber vekâlet vererek evlenme olgusunun bazen aileler tarafından suistimal edildiği de olmuştur. Nitekim evlenme töreni sırasında herhangi bir olumsuzluğa neden vermemek için çocuklardan zoraki olarak alınan evlilik vekâletnamelerinde mahkeme devreye girerek bu tür nikâhları iptal etme yoluna girmiştir.
Bölgede yapılan evliliklerin genelde ebeveynlerin rızası dâhilinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır.
Bölgede yapılan düğünlerde Çerkes düğünlerinin çok kalabalık ve debdebeli geçtiği, düğünlerde at yarışları tertip edildiği görülmektedir. Bu nedenle devlet özellikle Çerkes asillerinin düğünlerinin daha sade bir şekilde düzenlemesi konusunda tedbir almıştır.
İslam’ın tasvip etmediği en kötü helal olgulardan birisi olan boşanma bölgede genelde “muhalaa” olarak tabir edilen anlaşmalı boşanma şeklinde gerçekleşmiştir. Nitekim bölgede evlilik öncesi alınan eşyaların kayıt altına alındığı görülmektedir. Bunun nedeni de meydana gelebilecek muhtemel bir boşanma olayında taraflar arasında mal paylaşımının daha rahat yapılmasını sağlamaktır.
Boşanmış kadınların yeni bir evlilik yapabilmesi için boşanmış erkeğin mahkemeye giderek boşadığı eşinin dilediği kimse ile evlenebileceği konusunda yazılı izin vermesi sağlanmaktadır. Böylelikle kurulacak yeni ailelerin ve neslin muhafazası yolunda önemli bir adım atılmıştır.
Devlet sosyal güvenliğin bütün unsurlarını hayatın her alanına yansıtmaya çalışmıştır. Nitekim bölgede yaşayan ihtiyaç durumundaki yetimlerin ve miras malının başında bulunamayan kişilerin hakları korunmuş, hapishanelerde bulunan mahkûmların sağlık durumları kontrol altında tutularak, yiyecekleri ekmeğin hamur olup olmadığı bile denetlenmiş ve bu çerçevede tedbir alınması sağlanmıştır. Yine kişi tarafından dava vekili tayin edilmediği durumlarda devletin kendisinin dava vekili tayin etmesi kişilerin savunma hakkının yerine getirilmesini sağlaması açısından dikkate değer bir husustur.
Boşanma ve miras taksiminde ihtiyaç sahibi kişilerin nafakası sağlandığı gibi, eşi mahkûm olduğu için ailesinin nafakasını sağlayamayan kişilere de devlet tarafından yardım edilmiştir.
Yetim ve gâib olan kişilere miras kalan mallar devlet tarafından koruma altına alınarak eytam müdürlüğü tarafından kişinin akrabaları başta olmak üzere muhtelif kişilere işletmeye verilmiş ve malların atıl kalmaması ve Düzce’de ekonomik hayatın canlanması sağlanmıştır. Yetimlere kalan mallar en az 1 en fazla 5 yıllığına işletmeye verilmiştir. İşletmenler içerisinde erkekler gibi kadınların da yer alması Düzceli kadınların kendilerini sosyal ve ekonomik hayattan soyutlamadıklarını göstermesi açısından önemli bir husustur.
Düzce’de 1851’li yıllarda bir afet, 1908 yılında da bir kıtlık olayının meydana geldiği tespit edilmiştir.
Kazada özellikle 19. yüzyılda sıtma, kuduz, çiçek ve frengi gibi hastalıkların ortaya çıktığı görülmüştür. Bunlardan kuduz hastalığına yakalananlar Dârülkelb Tedavihânesi’ne gönderilmiş, çiçek hastalığına yakalananlar için “telkîh-i cederi” adı verilen çiçek aşısı uygulanmıştır. Frengi hastalığına yakalananlar için ise Düzce’de bir frengi hastanesi açılmıştır.
Bölgede kalıtımsal frengi sonucu ölümlerin yaygınlaşması üzerine evlenmek isteyen çiftlerden sağlık belgesi istenmiş, 1 yıl geçerli olan bu belgeleri yetkililere gösteremeyenlerin evlenmelerine müsaade edilmemiştir.
Gerek Düzce Frengi hastanesi ve gerekse de belediye tabibliği görevinde genelde gayri Müslim kökenli kişilerin etkin olduğu görülmüştür. Belediyenin meşhur tabibi Lakofet Efendi tedavideki başarılarından dolayı devlet nişanına sahip olmasına rağmen halk tarafından hakkında yapılan şikâyetler nedeniyle görevinden alınmışsa da bir süre sonra görevine iade edilmiştir.
Bölgede kaplıca olarak Efteni ve Derdin adında iki kaplıca tespit edilmiştir. Bu kaplıcalardan Efteni kaplıcasının suyunun kükürtlü, Derdin kaplıcasının ise karbonatlı olduğu tespit edilmiştir. Şifa kaynağı olduğuna inanılan bu kaplıcalardan Derdin kaplıcasının suyunun sancı ve sızılara iyi geldiği kabul edilmektedir.
Düzce vakıflarla donatılmış bir şehirdir. Şehirde başka yerde kurulduğu halde Düzce’de gayri menkûlleri bulunan veya buradaki bazı yapıları subvanse eden vakıflar bulunmaktadır. Bunlar Şemsi Ahmed Paşa, Şemsi Mustafa Paşa, Çavuş köyü Mustafa Paşa, Molla Fenari Câmi ve Hacı Ahmed Paşa vakıflarıdır.
Bölgede 69 cami, 4 mescit, 8 medrese, 1 rüşdiye mektebi ve birçok mekteb-i ibtidaiyye tespit edilmiştir. Bunun dışında şehrin manevi dinamiklerine ait olan 11 adet türbe tespit edilmiştir.
Kurulan camilerden birisinin Düzce’nin meşhur eşkiyâlarından olan Araboğlu adı ile isimlendirilmesi dikkate değer bir husustur.
Bölgede inşa edilen 26 kuruma para vakıfları yapılmıştır.
Camilere yapılacak imam, hatip atamalarında adayların toplumun güvenini sağlamış ve toplum tarafından önerilen kişiler olmasına dikkat edilmiştir. Bu çerçevede adaylar hakkında Erbâb-ı Vukûf, Nüfus Mukayyidi ve Redif Zâbıtânı tarafından araştırma yapılarak kişinin doğum tarihi, hane numarasına kadar yerleşkesi ve kur’ây-ı bakâya ve firârîsi olup olmadığı konusunda tespit yapılmıştır. Sicil araştırması olumlu çıkan adaylar kaza hükümet konağında idare meclisine ait odada bir heyet önünde sınava tabi tutulmuştur. Sınav komisyonu içerisinde Evkâf Müdürü vekili ve Asâkîr-i Redifiye-i Şâhâne yüzbaşısının bulunduğu görülmektedir.
Düzce merkezinde inşa edilen tek tekke Cedidiye Mahallesi’nde kurulan Şeyh Hacı Hasan Hilmi Efendi tekkesidir. Tekkenin kurulduğu bina Şeyh Hacı Hasan Hilmi Efendi bin Ali ve Kuyumcu Hacı Ali Efendi b. Hacı Hüseyin tarafından vakfedilmiştir. Çerkes ulemâsından olan Şeyh Hacı Hasan Efendi Karaçalı köyü ve Cedidiye camilerinde imamlık, Cedidiye Medresesi’nde müderrislik ve adı ile anılan tekkede şeyhlik yapmıştır. Tekkede Nakşibendi tarikatı Halidiye koluna mensup kişiler hizmet vermiştir. Tekkede bunun dışında başka bir hizmet icra edilmemesi konusunda da tekkenin vakfına kayıt düşülmüştür. Bölgedeki tek kütüphanenin tekke içerisinde kurulduğu anlaşılmaktadır.
1876 yılında bölgede bulunan rüşdiye mektebinde okuyan öğrencilerin okula ulaşım konusunda sıkıntılar yaşadıkları ve uzaktan gelen öğrencilerin kalmaları için bir yer tahsîs edilmesi konusuna bölge Maârîf Meclisi tarafından bir alternatif bulunmaması hatta rüşdiye mekteblerine devam edecek öğrenciler için, devlet tarafından bir yer tahsisi yapılacağına dair ilgili nîzamnâmede herhangi bir kayıt bulunmadığı ve mektebe öğrenci kabul edilirken civar köy ahalisi çocuklarının tercih edilmesi gibi önerilerin getirilmesi üzerine bölge halkı kendi çapında tedbir almıştır. Nitekim bölgede özellikle gelirleri mekteb-i ibtidaiyyelere tahsis edilmiş üç aded vakıf kurulmuştur. Bu vakıflardan ikisi Çerkes Gazizade ailesine mensup İshak Efendi bin Abdullah ve Tophane-i Amire Meclis Kalemi kâtiplerinden Hacı Yusuf Senânî Efendi b. Musa Efendi tarafından kurulmuştur. Diğeri ise Kadı İsa mezrası vakfıdır.
Kurulan bu vakıflar yanında Düzce Eytâm Müdürlüğü’ne atanan iki kişiye bölgenin saygın ve varlıklı ailelerinden olan Câmi-i Kebir Mahallesi’nden Çerkes Kuyumcu Hacı Ali Efendi ve Kiremid Ocağı’ndan Çerkes Hüseyin Bey gibi kişilerin kefaletinin yeterli görülmesi Çerkes ailelerin bölgedeki saygınlığını göstermesi açısından önemlidir.
Osmanlı Devleti’nde klasik dönemde olduğu gibi, 19. Yüzyılda da bazen davalar yerinde çözümlenmiştir. Nitekim Düzce mahkemeleri (Bidâyet ve Şer’iyye Mahkemesi) görevlerini hükümet konağı içerisinde icra etmekle beraber zaman zaman özellikle nikah, boşanma, ayrılık, vesâyet, köle satışı gibi muhtelif konular, bölgenin saygın ailelerinin konutlarında mahkeme başkatibinin öncülüğünde kurulan şer’î bir mecliste çözülmüştür. Böylelikle mahkeme binasındaki yoğunluk azaltılmaya çalışılmıştır.
Davalar görülürken mahkemenin adil bir şekilde yapıldığının göstergesi olarak şuhûdu’l-hal adı verilen “alenen adaletleri zâhir olan” bölgenin resmi veya saygın kişilerinin yargılama sürecini izlemesi sağlanmıştır.
Osmanlı mahkemeleri kadınlarla ilgili hukuki işlem gerektiren konularda kadınların kimliği ile ilgili ayrıntılı tutanaklar düzenlemiş ve kadının kimliğini 2 erkek şahit ile netleştirmiştir; oysa erkeklerle ilgili bu kadar ayrıntıya girilmediği gözükmektedir. Bunun nedeni kadının sosyal hayata daha az katılmasından olmalıdır.
Bölgede yaşayan insanlar muhtelif davaları takip etmek üzere genelde dava vekili veya vekîl-i şer’î adı verilen kişilerle iş görmüşlerdir. Dava vekilleri yaptıkları işi meslek edinmekle beraber dava vekilliği yanında başka işler yapan dava vekilleri de bulunmaktadır. Gayri Müslim ahali hem kendi milletlerinden hem de Müslüman ahaliden dava vekili tayin etmede herhangi bir çekince duymamıştır. Benzer şekilde Müslüman ahali de zaman zaman gayrı Müslim dava vekilleri aracılığı ile işlerini yürütmüştür.
Gayri Müslimlerle ilgili olarak Düzce mahkemesine pek olay yansımamıştır. Bu veri bölgede yaşayan gayri Müslimlerin bölgedeki İslam orijinli kişilerle iyi geçindiğini göstermesi açısından önemlidir. Nitekim bölgedeki mal müdürlüğünü 1892-94 ve 1896-1897 yıllarında gayri Müslim Agob Efendi’nin uhdesinde olması bu olguyu destekleyen donelerdendir. Gayri Müslimler mahkemeye intikal etmiş bazı önemli konularda Patrikhane aracılığı ile taleplerini gündeme getirmişlerdir.
Bölgede meydana gelen ölüm olayları ile ilgili olarak cesetler üzerinde keşf yapılırken hükümet temsilcileri, bölge ileri gelenleri, doktorlar ve cesed yakınlarının hazır bulunmasına özen gösterilmiştir.
Devlet bölgede meydana gelen eşkiyâlık olaylarına karşı geçiş güzergâhlarını, derbentleri, güvenlik altına alma, muhbir kullanma ve eşkiyâlık olayları ile mücadeleyi özendirmek ve kişileri cesaretlendirmek için ödüllendirme gibi muhtelif yöntemler sergilemiştir.
Bölgede Araboğlu, Karayakalı Eyüb ve Reji Kordonu gibi adlarla anılan muhtelif çeteler kurulmuş, çeteler sadece sivil kesimden değil resmi kimliğe sahip kişiler içerisinden de çıkmıştır. Bu nedenle bölgede divan-ı harb ilan edilerek olaylar denetim altına alınmaya çalışılmıştır.
Düzce’de bir adet hapishane tespit edilmiş, kadın mahkûmlar başlangıçta erkeklerle aynı hapishanede farklı yerlerde barındırılırken bunun sakıncaları görülerek kadınlar için yeni bir hapishane açılması yönünde harekete geçilmiştir.
Devletin bölge hapishanesinde bulunan hafif cezalı mahkûmların harman işlerinde istihdam edilmesine ve zirâî işlerde çalıştıkları sürelerin hapis sürelerine sayılmasına karar vermesi 19. Yüzyıl Düzce Kazası’nda mahkûmlardan kamu menfaati çerçevesinde faydalanıldığını göstermesi açısından önemlidir.
1897-1900 yılları arasında Düzce’den 63 ailenin muhtelif cephelerde şehit verdiği tespit edilmiştir. Şehitlerden 36’sı Yunan sınırına sevk edilmiş ve bu meyanda şehit düşen kişilerdir. Bunun dışında Çanakkale savaşlarında da 332 kişinin şehit düştüğü tespit edilmiştir.
Düzce’de servet birikiminin en yoğun olduğu zaman dilimi, 501-1000 kuruş arası olan servet aralığıdır. Servetlerin ortalama % 55,14’ü, bölgenin 1000 kuruş ve üzeri servete sahip olan varlıklı ailelerinin uhdesinde bulunmaktadır.
Kentte hâne başına gelir ortalama 858,6 kuruşa tekâbül ederken, bölgede yaşayan hânelerin ortalama % 38 civarının kendi yaşadıkları bölge ortalamasının üzerinde bir gelir düzeyine sahip olması Düzce’de halkın kısmen orta halli bir profil çizdiğini göstermektedir.
Kentte hâne başına ekili alan miktarı ortalama 0,04 dönüm olarak gerçekleşmiştir.
Düzce’nin ekonomik durumu genelde tarımsal bir nitelik göstermektedir. Düzce’nin hububat verimlilik düzeyi civar kazalara (Üskübü, Akçakoca, Göynük, Bursa, Bilecik vs.) göre düşük olmasına rağmen bölgede genelde hane ve kent içi tüketime yönelik olduğunu düşündüğümüz 417 adet küçük işletme yanında, 226 adet orta ve 10 adet de büyük tarım işletmesi tespit edilmesi bölgenin civar kazalara ve başkent İstanbul’a da hububat subvansiyonu yaptığını düşündürmektedir. İhraç kapasitesinde üretim yapan tarımsal işletmelerin sahibi olarak İbrahim oğlu ailesine mensup 4 aile yanında Düzce kaza müdürü Töntizade Hacı Ahmed Ağa, Otlu oğlu, Safu (Sofu) oğlu ve Kahveci oğlu aileleri ile Bolu ve Gümüşabad kazalarında ikamet eden iki aile dikkat çekmektedir.
Düzce’de toplamı 1251 dönüm olmak üzere 1’i büyük, 5’i orta büyüklükte 387 adet pirinç işletmesi tespit edilmiştir. Bu işletmelerden 1844’te toplam 9265 kile pirinç üretimi yapılmıştır. Bugün olduğu gibi Osmanlı döneminde de pirinç yetiştiriciliği ile ünlenen Üskübü’de ise aynı dönemde toplam 1141 kile pirinç üretimi yapılmış olması Düzce ovasının Üskübü’den daha fazla pirinç üreten bir merkez olduğunu ortaya koyması açısından mühimdir.
Düzce’de 343 aded tütün işletmesi tespit edilmiştir. Bu işletmelerin tamamı küçük işletmelerdir. Tütün işletmeleri küçük de olsa bölge halkının önemli bir kısmının geçim kaynağı haline gelmiştir. 1844 yılında Düzce’de toplam 13335 kıyye tütün üretimi yapılmıştır. Aynı dönem Üskübü kazasında 682 adet tütün işletmesi (tamamı küçük) tespit edilmesi ve bu tarlalardan 4411,5 kıyye ürün elde edilmesi Üskübü kazasının Düzce’nin iki misli kadar tütün işletmesine sahip olduğunu gösterse de Düzce’nin tütün konusunda daha üretken bir yapıya sahip olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Nitekim Düzce tütün konusundaki tarihsel zenginliğini bugün de hâlâ devam ettirmektedir.
Düzce’de keten üretimi de yapılmaktadır. Nitekim bölgede 3255 kıyye keten üretimi yapıldığı tespit edilmiştir. Aynı dönem Üskübü kazasında 2681 kıyye keten üretimi yapıldığının tespiti Düzce’nin pirinç ve tütün işletmeciliğinden sonra keten üretimi konusunda da Üskübü kazasından önde gittiğini göstermesi açısından önemlidir.
Düzce’de 3839 adet ve 2 dönüm muhtelif meyve ağacı tespit edilmiştir. Meyve ağaçlarının niteliğine ilişkin belgeler açıklayıcı verilere sahip olmadığı için bu konuda yorum yapılamamıştır. Aynı dönem Üskübü kazasında 4706 adet ve 15,75 dönüm meyve ağacı tespit edilmesi Üskübü kazasının meyve sektörü açısından Düzce’ye göre daha gelişmiş bir yapıya sahip olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Düzce’de 5400 adet büyükbaş hayvan, 1602 adet küçükbaş hayvan, 685 adet ulaşım aracı ve 1029 aded arı kovanı tespit edilmesi bölgede hayvancılık sektörünün de gelişmiş olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Büyükbaş hayvanlar içerisinde sağman türü hayvanların büyük bir miktara sahip olması bölgede süt sığırcılığının gelişmiş olduğunu göstermektedir.
Devlet kayıt dışı ekonominin önüne geçebilmek için vergiye tabi olan arazilerin ve hayvanların sadece içinde bulunulan yıl değil gelecek yıllardaki muhtemel gelirlerini de hesap ederek kayıt altına almıştır. İleriki yıllara ait alınan kayıtlarda elde edilecek hâsıla miktarlarının genelde yüksek hesap edilmesi kentteki üretim düzeyinin yükseltilmeye çalışıldığını göstermesi açısından önemlidir.
Bölgede ihtisaslaşmış mesleklerin ve işyerlerinin sayısı son derece azdır. Bu durum bölge halkının ihtiyaçlarını kendi imkânlarıyla sağladığını veya bir meslek grubundan farklı alanlarda da faydalandığını göstermektedir. Demircilerden nalbantlık alanında faydalanılması gibi. Bakır kapların kalaylanması açısından son derece önemli olan bakırcılık ve kalaycılık gibi mesleklere bölgede rastlanmaması bu mesleklerin de demirciler tarafından yapıldığını düşündürmektedir. Demircilik mesleği Kıptîlerle özdeşleşmiş bir meslek olarak gözükmektedir.
Bölgede bazı meslek gruplarına ait işyerlerinin tespit edilememesi bu mesleklerin seyyaren yapıldığını düşündürmektedir.
Bölgede dilencilikten geçimini sağlayan kişilerin (sâil) bile birikimleri kayıt altına alınarak vergilendirilmiştir.
Düzce Osmanlı Devleti’ne kereste ve odun temin eden önemli kazalardandır. Nitekim bölgede 355 adet kereste ve odun sektörü ile uğraşan aile tespit edilmiştir. Aynı dönem Üskübü kazasında kereste ve odun sektörü ile ilgilenen 647 ailenin , Akçakoca kazasında ise 223 ailenin tespit edilmesi Üskübü kazasının kereste ve odun sektöründe Düzce ve Akçakoca kazalarına oranla çok daha gelişmiş olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Bölgede bulunan değirmen, pirinç dingi ve su hızarları bölge halkı tarafından kolektif olarak işletilmiştir. Bununla beraber bu tür işletmelere sahip olan ailelerin genelde varlıklı olduğu da dikkat çekmektedir.
Düzce kazasında toplanan vergilerin oranlarına bakacak olursak bölgeden % 8,98 oranında vergü-yi mahsûsa, % 91,02 oranında ise öşür toplandığı görülecektir.