Content uploaded by Mahmut Selami Akın
Author content
All content in this area was uploaded by Mahmut Selami Akın on Feb 15, 2017
Content may be subject to copyright.
T.C.
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İŞLETME ANABİLİM DALI
PAZARLAMA BİLİM DALI
DOKTORA PROGRAMI
BİLİM FELSEFESİ DERSİ
MAKALE ÖDEVİ - 1
MAHMUT SELAMİ AKIN
2502150196
ÖĞRETİM GÖREVLİSİ
YRD. DOÇ. DR. ÖZGÜÇ GÜVEN
İSTANBUL 2016
1
BİLİMSEL DEVRİMLERİN YAPISI – THOMAS KUHN
1. Kuhn Öncesinde Bilime Yaklaşımlar
Thomas Kuhn’un bilimi bir devrimsel süreç olarak ele almasını izah etmeden önce, Kuhn’dan
öncesindeki bilim anlayışından bahsetmekte fayda olacağı düşünülmektedir. Bu açıdan
öncelikle Aristoteles’ten bahsetmekte fayda görülmüştür (Metcan, 1993).
Aristoteles, bilimi indüktif ve dedüktif olarak varsaymış ve bilim adamının olgulardan ilkelere
doğru çıkarıma ulaştığını öne sürmüştür. Aristoteles’e göre hayvanlar insanlar gibi deneysel
verileri işler ve bunları imaj veya hatıra şeklide depolamaktadır. İnsanlarda ise söz konusu
deneyimler hafızayı oluşturarak düşünme yeteneğinin ortaya çıkmasına aracılık etmektedir.
Dolayısıyla Aristoteles bilim kapsamında nesnelere ve gözleme dayalı kuramları temel
aldığını iddia etmiştir (Metcan, 1993).
Bacon, bilimin ilerleme ve tekamül süreci olduğunu ve doğanın esasını kavramaya
yönelmenin ihtiyaç olduğunu vurgulamıştır. Onun açısından bakıldığında doğaya egemen
olmak birincil koşul olarak varsayıldığında,doğayı kendi çerçevesinde gözlemlemek ve
anlamaya çalışmak ise ikincil koşul olmaktadır. Bu da ancak deneyle mümkün olmaktadır.
Bilimin başlıca yöntemini tümevarım olarak kabul etmektedir. Tümevarım yöntemi doğayı
tanımayı ve doğanın özünü kavramayı sağlamaktadır. Deney, tümevarım yönteminin başlıca
aracıdır (Metcan, 1993, s. 17).
Descartes’a göre ise gerçek ancak bir yöntemle elde edilebilmektedir. Yöntem ile gerçeğe
yaklaşılabilir, fakat bu karmaşıklık basite indirgenmeli ve analiz edilmelidir. Bu da ancak akıl
ile mümkün olmaktadır. Descartes’e göre akıl herkeste eşit olarak bulunmaktadır. İnsanlar
ancak aklını iyi kullanarak yöntemler aracılığıyla doğru bilgiye ulaşabilecektir. Descartes’in
önem verdiği unsurlar şüphe, analitik yaklaşım ve akla dayalı olmaktır (Metcan, 1993, s. 17).
Bilim tarihine bakıldığında filozofların Galilei’nin bilim anlayışına dair anlaşmazlığa düştüğü
görülmektedir. Bu anlaşmazlığın sebebi, Galilei’nin deneyci mi yoksa akılcı mı olduğuna dair
yapılan tartışmalardır. Yaygın görüş ise Galilei’nin deneysel yöntem ile aklı usta bir şekilde
harmanlamış olduğu yönündedir. Galilei’nin çalışmalarına bakıldığında günümüz modern
bilginin de sahip olduğu özellikler gözlemlenmiştir. Çünkü “Neden?” yerine “Nasıl?” sorusunu
yöneltmesi modern bilimin temelini oluşturmuştur (Metcan, 1993).
“Viyana Çevresi” adlı topluluk, bilginin her türlüsü gibi bilimin de deneye dayandığını, bilimin
temelinde deneyin bulunduğunu savunmuştur. Akıl unsuru, deneyden elde edilen verileri
geliştirmekte ve düzenlemektedir; herhangi bir müdahale etmemektedir. “Viyana Çevresi”nin
tanımladığı bilimsel bilgi, anlamlı ve açık, mantıksal olarak tutarlı, yeterli ölçüde temeli atılmış
bilgidir. Onlara göre deney ve gözlemle doğrulanamayan hiçbir önerme anlamlı değildir
(Metcan, 1993, s. 25).
Karl Popper ise, “Viyana Çevresi”nin görüşüne sahip filozofların bilimsel ve bilimsel olmayan
bilgi arasında net bir ayrım yapmaları ve kesin bir ölçüt koymalarını eleştirmiştir. Mantığı
temel alan pozitivizmin aksine Popper, doğrulanabilirlik ilkesine karşı olarak “yanlışlanabilirlik”
ilkesi ile sınır çizilebileceğini iddia etmiştir. Ona göre “verili kanıt önermelere dayalı bir kuram
yanlışlanabilirse bilimseldir” (Metcan, 1993, s. 26).
Feyerabend ise bilimsel yöntemin standardının ve tek bir biçiminin olmadığını, bir alanda
birden fazla teorinin mevcut olabileceğini ileri sürmüştür. Ona göre bilim ancak iki ilkeye göre
ilerlemelidir: “Çoğalma ve inat ilkesi”. Feyerabend’e göre kuram siyasal düşünce, dini sistem,
2
mitleri de kapsamaktadır. Bilmeye çalışan tek bir söylem ve tek bir gelenek olmasına karşıdır.
Yöntemsel kurallar aramak yerine bu tür kuralların mevcut olmadığını, kuralların gelişmeyi
engellediğini iddia etmiştir. Ona göre bilim tarihindeki buluşların çoğu, mucitlerin yöntem
kurallarına bağlı kalmama kararlarına veya bu kuralları çiğnemelerinden sonra ortaya
çıkmıştır. Bilimin ilerlemesi için sağlam kalan kurallar değil, bozulabilen kurallar gereklidir.
Herhangi bir alandaki kuramlar, ilgili alandaki olgularla uyuşmamaktadır. Geleneksel olanın
eleştirilerek alternatif kuramların ortaya çıkmasına yönelik arzuların kaynağı da budur
(Metcan, 1993, s. 32-33).
Yukarıdaki açıklamalarda bilimsel bilgiye yönelik tanımlama çabalarına yer verilmiştir. Bilim
tarihinde yer alan farklı görüşler ve tezlerine dair kısa bilgiler anlatılmıştır. Bilim tarihine dair
kısa özet mahiyetindeki paragraflardan sonra Thomas Kuhn’un etkisi altında kaldığı bazı
düşünürlere de yer verilmesinin gerekli olduğu düşünülmektedir.
Kuhn’un etkisi altında kaldığı düşünürler incelendiğinde özellikle Koyré ve Quine’ın öne
çıktığı görülmektedir. Koyré ile aralarında hoca-öğrenci ilişkisi bulunmuş olup, ayrıca
kendisine yüklü bir entelektüel borcu bulunduğunu da itiraf etmiştir (Barnes, 2008, s. 7).
Quine’ın fikirleri ise Kuhn ve paradigma kavramını anlamada önem teşkil etmektedir (Metcan,
1993, s. 34).
Quine’a göre kuramsal kopukluklar ve bilgi temelinde yeni sistemlerin doğuşu, ki bu bilimsel
devrimler olarak adlandırılabilir, bilimlerin gelişmesinde ender rastlanan ve istenmeyen
durumlardır. Dilden dile geçiş, dünyadan dünyaya geçiş gibidir. Koyré’ye göre bilim tarihinde
araştırma yapılmak istenildiğinde, istenen döneme yaklaşılırken zihindeki tüm kavramlardan
sıyrılmak, o dönemin kavramve kuramlarını anlamaya çalışmak gerekmektedir. Bugünkü
kuramlar, geçmiş dönemin yanlış değerlendirilmesine sebep olabilmektedir. Koyré’ye göre
paradigma, akla yeni bir biçim verme, kavramları gözden geçirme, varlığa yeni bir perspektif
getirme, orta uzmanlaşmış bir bakış açısı ortaya koymaktır.
2. Thomas Kuhn ve Bilim Anlayışı
Thomas Kuhn, 1922’de Amerika’da doğmuştur. 1949 yılında Harvard Üniversitesi fizik
bölümünden mezun olmuş ve aynı bölümde yüksek lisansa başlamıştır. Bu süreçte bilim
tarihi dikkatini çekmiş ve bu alanla ilgilenmeye başlamıştır. Kuhn’un çok sayıda makalesi ve
az miktarda da kitabı yayınlanmıştır. Çalışmaları arasında en ünlüsü Bilimsel Devrimlerin
Yapısı adlı makalesi ve kitabıdır. Kitabın baskısı yapıldıkça Kuhn eleştirilere yönelik ilave
bölümler eklemiştir (Güneş, ?).
Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı kitap 1962’de yayımlanmıştır. Bilim ve bilimsel değişimin
geniş açıdan analiz edildiği kitap paradigma ve paradigmatik gibi akademik jargonları
kazandırmıştır. Thomas Kuhn (1922-1996) yirminci yüz yılın son üçte birlik bölümünde bilim
tarihine damga vurmuştur. Kuhn’un hikayesi fizikten bilim tarihine doğru yolculukla
gerçekleşmiştir (Hufbauer, 2012).
Kuhn’a göre bilim tarihi büyük önem taşımaktadır çünkü bilimde asıl belirleyici olan tarih
anlayışıdır. Bilim tarihini incelemeleri gereken kişilerin ise bilim adamları değil tarihçilerin
olması gerekmektedir. Fakat ona göre tarihçiler de bu sorumluluğu üstlenmemektedir.
Yalnızca tarihin değil, sosyo-ekonominin de bilimde önemli yeri vardır ve araştırmalıdır.
Bilimde yaygın görüşü anlamak için bilim tarihi çalışmalarına bakılması gerekmektedir. Ayrıca
şu temel hatalar Kuhn’a göre bilime dair zihnimizde var olan yanlış varsayımlara sebep
olmaktadır (Metcan, 1993):
3
•Bilim keşif ve icatlarla tek tek ilerler. Bilim adamlarının yaptığı icatların toplamı bilimi
oluşturur.
•Bilimi oluşturan faaliyetleri bireyler yürütmektedir. Dolayısıyla bilim, bireysel bir
çabadır.
•Bilim ilerledikçe “gerçek”e yaklaşır.
Kuhn’a göre amaç, tarihin araştırma faaliyetini kaydetmesinden doğabilecek oldukça farklı
bilim kuramını ana hatlarıyla açıklayabilmektir. Araştırmanın doğrudan müdahalesiz
kaydedilmesi, araştırmayı yürüten bilimsel grubun yapısının, değerlerinin ve kavramlarının
incelenmesini gerektirecektir. Çünkü ilgili dönemde ulaşılan sonuçlara dair en doğru bilgi bu
yöntemle elde edilebilir. Bir yazarın üslubu, içerisinde yer aldığı kültürün tarzlarını
yansıtmaktadır. Yazılar topluluğunun tutarlılığı, kullanılan terimler arasındaki anlamların tutarlı
olmasına bağlıdır. Bu anlamlar, ait oldukları zaman ve bağlam içerisinde geçerli olan
anlamlardır (Kuhn, 1982).
Kuhn, bilimin istikrarlı ve kazanılmış bilgilerin toplamı olmadığını iddia etmiştir. Ona göre bilim
süreklilik göstermemektedir. Bilimsel süreç zaman içerisinde gerçekleşen devrimlerle
kesintiye uğramaktadır. Bilim, bu devrimleri başlangıçta kabul etmek istememektedir çünkü
temel kabullere ters düşmektedir. Kabul etmediğinde bastırmaya çabalamaktadır. Ancak
devrimler öyle bir hale bürünür ki bilim bu devrimleri kabul etmek zorunda kalır. Daha önce
radikal olarak anılan devrimler normal bilim haline dönüşür ve bilim adamları tarafından
ortaklaşa kabul görmekte olan olgulara dönüşür (Kuhn, 1982).
Kuhn, bilimin “akılcı olarak seçilmiş deneysel çerçevelere dayanan ilerici ve yavaş yavaş
artan bir bilgi birikimidir” şeklinde özetlenebilecek geleneksel tanımını reddetmektedir. Ona
göre bilim dogmatik bir inanç sistemidir. Örneğin Ptolemy astronomisinde “Güneş, Dünya
etrafında döner” veya flojiston’lu kimyada “yanma, maddenin içerisinde bulunan ve “flojiston”
adı verilen maddenin açığa çıkması sonucu gerçekleşir” şeklindeki paradigmaların, bugünkü
görüşlere ters düşmesine rağmen, yüzyıllar boyunca bilim adamları tarafından savunulmuştu
(Güneş, ?).
Kuhn’a göre “eğer Ptolemy astronomisi veya flojiston’lu kimya için mit şeklinde nitelenirse, bu
iki paradigma yerine “Dünya, Güneş etrafında döner” veya “Yanma, maddenin oksijen gazı ile
birleşmesi sonucunda oluşur” şeklindeki günmüzde kabul görmekte olan paradigmalar da
ileride mit olarak adlandırılabilecektir. Eskiden yüzyıllar boyunca kabul görmüş olan Ptolemy
astronomisi veya flojiston’lu kimya için bilim denilirse, o halde bilimin, günümüzdeki inançlarla
ters düşen ve hiç bağdaşmayan inançları içerdiğini kabul edilmek zorunda kalınacaktır. Bu
mantıkla yola çıkıldığında, hangi kabullenme yapılırsa yapılsın, bilimsel gelişmeyi bilgilerin
birikim süreci olarak tanımlamak mümkün değildir.” (Kuhn, 1982).
Diğer yandan Kuhn, bilim adamlarının objektif ve bağımsız olarak düşünemeyeceklerini, hatta
onların bir paradigmaya sahip muhafazakârlar olduğunu, paylaştıkları paradigmanın
geçerliliğini doğrulamak için sahip oldukları kendi bilgilerini problemin çözümüne
uyguladıklarını iddia etmiştir. Bilim adamlarının gerçeklerin peşinde olmadıklarını, sahip
oldukları dünya görüşü (paradigma) çerçevesinde, bulmaca çözmeye çalışan insanlar
olduğunu ifade etmiştir (Güneş, ?).
Dolayısıyla Kuhn, yöntemin ayırt edilemeyeceğini ve bu yönüyle bir ölçüt olamayacağını, olsa
bile bilim adamlarının aralarında anlaşamayacağını ileri sürmüştür. Çünkü her bireyin
kendine özgü değerleri, özellikleri, etkilenmişliği mevcuttur. Bu nedenle alternatif imgeleri
4
oluşturmak için mevcut kavramsal düzenden ayrılmak gerekmektedir. Belirli bir dönemi
incelerken mevcut kavramlardan uzaklaşıp ilgili dönemin kavramsal bütünlüğü içerisinde
yaklaşmak gerekecektir (Metcan, 1993). Kuhn, bilimin gelişmesinde anahtar terimin
paradigma olduğunu öne sürer (Güneş, ?). Ona göre “Paradigma terimi bilimle iç içedir:
Ortak bir paradigmaya sahip olan bilim adamları, teorileri arıtırken, zamanla daha doğru ve
kesin ölçümlere ulaşırken ve nihayet normal bilimin sınırlarını genişletmek için çabalarken bu
paradigmayı kullanırlar.” (Kuhn, 1982).
3. Olağan Bilim
Kuhn’a göre bilimde uzmanlaşma arttıkça iletişim organlarının biçimi ve tekniği de hitap
ettikleri gruba göre değişim göstermektedir. Paradigmasını oluştan ve böylece uzmanlaşmış
olan bir bilim olağan bilimdir. Olağan bilimin temel özelliği, bilimsel başarıların temel kabul
görmüş olanlarının işlenmesi ve rafine edilmesidir. Çünkü paradigmanın tüm sorulara yanıt
vermesi imkansızdır. Yalnızca ortaya koyduğu problemler üzerinde bilim adamlarının
çalışması sonucu detaylara inilebilecek sorunlara yol açacağı iddiasındadır. Dolayısıyla
paradigmalar, ilk benimsendikleri anda kaba bir modelden ibaretlerdir. Olağan bilim bu kaba
modelleri belirli süreç içerisinde inceltmektedir (Metcan, 1993, s. 57).
Kuhn’a göre olağan bilimin amacı doğdan yeni ampirik bilgiler ortaya çıkarmak değildir.
Aksine bilim adamları yeni kuramlar icat etmek yerine, başkalarının icat ettikleri kuramlara da
hoşgörülü davranmazlar. Olağan bilimsel araştırma bunun yerine paradigmanın temin ettiği
kuramların ayrıştırılmasına yönelmiştir (Kuhn, 1982).
Paradigma olağan bilim döneminde kısıtlayıcıdır ve dünyaya dar bir bakış açısı
oluşturmasına sebep olur. Olağan bilimsel faaliyetlerin bu kısıtlılığı, bu tür faaliyetleri
“bulmaca çözme” etkinliği olarak nitelendirmektedir. Ona göre bulmacayı ortaya koyan
paradigmadır. Paradigma hem sınırları hem de kuralları ve doğruyu belirlemektedir (Metcan,
1993).
Örnek verilecek olursa, tek bir noktada yoğunlaşan bir kütlenin hareketi, mekanit tarihinin
erken döneminde çözülmüş bir problem haline gelmiştir. Galilei, hem bunu, hem de eğri bir
yüzeyden aşağıya yuvarlanan bir kürenin, ilkini çağrıştıran hareketini bulmuştur. Ona göre iki
hareket birbirleriyle ilişkili tarzda benzemekte idi. Bu süreçte problem çözümü bir
paradigmaya dönüşmüştür. Bilim adamları bilinmeyeni anlamak için bilinenle bilinmeyen
arasında benzerlik kurmak zorundadır. Paradigma, bilim adamı için kaynak teşkil etmektedir.
Yaptığı işin belirleyicisi paradigma değildir. Paradigmalar birer algoritma da değildir.
Paradigmalar sadece bir araştırmada kullanılabilecek bir kaynak olarak hazırda
bulunmaktadır (Barnes, 2008).
Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı kitabının temel ekseni, “bulmaca çözme”
benzetmesiyle ifade ettiği olağan bilim dönemi ile bulmaca çözme işleminin bir şekilde
tıkanmasına istinaden gerçekleşen “devrim” dönemleri üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla
paradigma kavramı, olağan bilim döneminde bilimsel faaliyetleri anlamlandırmada
kullanılmaktadır (Öztürk, 2012).
Olağan bilimsel etkinliğin tutarlılık kaynağı olarak Kuhn, “kurallar” ve “paradigmalar” olmak
üzere iki yapıtaşı belirtmektedir. Ancak olağan bilimsel etkinliğin devamında paradigmalara
kurallara nazaran öncelik vermektedir. Bu öncelik bir taraftan olağan bilimin sıkı bağlayıcılığı
olan kurallar olmadan da işleyebildiği tespitine, diğer taraftan da “kurallar paradigmalardan
türetilir, ama paradigmalar kurallar olmadan da araştırmaya yön verebilirler” düşüncesine
dayanmaktadır. Bilimsel geleneğin incelenmesi için yine de söz konusu kurallara
5
başvurulmasını zorunlu bulan Kuhn, buna rağmen, hem olağan bilimsel etkinlik
incelendiğinde belirli bir kural dizisinin paradigmalara nazaran daha zor bir şekilde
saptanabileceğini, hem de olağan etkinlikte kurallarla yönlendirilmişliğin paradigma
tarafından yönlendirilmişliğe göre daha gevşek olduğunu belirtmiştir (Öztürk, 2012).
Dolayısıyla bilim adamları paradigmaya sadakat göstermektedir. Çünkü hata yapıldığında
hatayı yapan bireydir ve olağan bilim katı kurallarla iş görmemektedir. Paradigmanın
sağladığı bakış açısı, başka bir model ile bağdaştırıldığında kural hatası paradigmaya
bağlanamamaktadır. Çünkü “paradigmalar kurallara önceldirler”, yani paradigmalar kuralları
belirlemektedirler. Kurallara göre paradigmalar daha esnektirler. Araştırmaya yön vermesi için
paradigma yeterlidir, kurallara gerek duyulmamaktadır (Metcan, 1993).
Kuhn ayrıca bilimsel toplulukların yapısının değişimin arkaplanını nasıl etkilediğini anlamaya
çalışmıştır. Bu kapsamda tarihsel süreçte bilimsel toplulukların segmentleri arasında bir
önceki teorinin reddedilmesi ve diğerinin kabul edilmesi veya uyarlanması şeklindeki rekabeti
tartışmıştır (Solomon, 2010).
3.1. Olağan Bilimde Bunalım ve Devrim
Kuhn, olağan bilim ve devrimci bilim arasında bir ayrım yapmaktadır. Olağan bilim, bilim
adamlarının günlük olarak yürüttükleri “bulmaca çözme” şeklinde tabir edilen etkinlikleri
yaptıkları bilim anlamına gelmektedir. Devrimci bilim ise, bilimsel düşünmede önemli bir
değişiklikle karşılaştığında nadir görülen bir bilim türüdür. Bilimde devrimler eski kuramların
yerini yeni paradigmaların almasıyla belirlenmektedir (Kabadayı, 2013). Bu bölümde
öncelikle olağan bilimden söz edilecektir.
Kuhn olağan bilimi temel alarak şu soruyu yöneltmiştir: “Olağan bilim, kuram değişikliklerine
bulgulardan bile daha az yönelik bir çaba olduğuna göre, böyle yeni kuramların meydana
çıkmasına nasıl yol açabilmektedir?” Dolayısıyla Kuhn, var olan kuralların başarısızlığını,
yenilerinin aranması için bir nevi geçiş taksimi saymaktadır.
Kuhn paradigma değişikliğine örnek olarak şunları göstermiştir (Kuhn, 1982):
1. Kopernik astronomisi bunalımı: Kopernik’ten önce Ptoleme sistemi yürürlükte idi. Fakat
Ptoleme sistemiyle yapılan gözlemler tahminlerle her zaman uyum göstermiyordu. Çelişkilere
sebep oluyordu (Bunalım). Kopernik, De Revolutionibus adlı eserinin önsözünde, devraldığı
astronomi geleneğinin bir canavar oluşturduğunu yazmıştı. Bu yönüyle Kopernik bir bunalım
devri betimliyordu.
2. Lavoisier’in oksijenli tutuşma kuramı öncesi bunalım: Hava ve atmosfer kimyasının
ilerleyişi ve ağırlık ilişkileri sorunu buna örnek gösterilebilir. Bu noktada Kuhn şunu ifade
etmektedir: “Bir kuramın farklı yorumlanışındaki çoğulluk, genellikle bir olağan bunalım
habercisidir.”
3. Fizikte baş gösteren bunalım: 19. yy sonlarında ortaya çıkmıştır. Klasik dönemden kalma
uzay kavramına Newton sisteminde yer verilmesi, Leibniz ve birçok doğa filozofu tarafından
eleştirilmiştir. Birçok gelişme ve eleştiriden sonra rakip kuramlar karmaşası baş gösterdi.
Einstein’in Özel Görelilik Kuramı da bu tarihsel sahnede meydana çıkmıştır.
Üç örnekte görüldüğü gibi, yeni kuram, yalnızca olağan problem çözümleme faaliyetinde
belirgin bir başarısızlıktan sonra ortaya çıkabilmiştir. Her birinde karşılaşılan sorunun
çözümü, ilişkin olduğu bilim dalının herhangi bir bunalıma sahne olmadığı dönemlerde
kısmen de olsa bulunmuştur. Fakat bunalımsız bir ortamda bu yaklaşık çözümler hiç dikkat
6
çekmemişlerdir. Bunalımların en büyük önemi, bilim üretiminde kullanılan araçlarda bir
yenilenmeyi gerektirecek koşulların habercisi olmalarıdır (Kuhn, 1982).
Yukarıdaki açıklamalar dikkate alınacak olursa keşifler bir süreci gerektirmektedir. Bir keşfi ilk
kimin ne zaman yatığını söylemek mümkün değildir. Çünkü aykırılığın algılanması,
tanımlanması ve kavramsal bir yapı oluşturulması, kuramsal hale getirme ve paradigma
değişikliği keşfin zorunlu birer aşamasıdır. Bu süreçte keşfin hangi aşamada yapıldığının
belirlenmesi mümkün görünmemektedir. Son aşamada paradigma öylesine uyarlanmaktadır
ki, başta aykırılık olarak görülen olgular paradigma bağlamında alışılmış olgulara
dönüşmektedir. Bu noktada artık icatlar tamamlanmış demektir (Metcan, 1993).
Bilimde karşılaşılan her aykırılıkta paradigmanın değiştirilmesi gündeme gelmektedir. Çünkü
bilimsel topluluklar paradigmaya çok sıkı bağlanmıştır ve paradigmanın doğruluğuna
inanmaktadırlar. Bu inanç ve bağlılıklar bilim adamlarının aykırılığa direnç göstermesine
sebep olmaktadır. Söz konusu direnç esnasında bazı aykırılıklar elenmekte, bazıları da yeni
bir kuram oluşturarak mevcut paradigmada uyarlamalar yapılmaktadır. Bazı aykırılıklar da
bilim adamları arasında belirsizliğe yol açarak bir bunalım doğurmaktadırlar (Metcan, 1993;
Kuhn, 1982).
Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı kitabında yer verilen yukarıdaki açıklamalar dikkate
alındığında bunalımın yeni kuramların ortaya çıkması için gerekli bir ön koşul olduğu
görülmektedir. Peki bilim adamları bunalımın varlığına nasıl tepki göstermiştir? Bu sorunun
yanıtı, bilim adamının ciddi ve uzun süreli aykırılıklarla karşılaştıklarında ne yaptıkları değil,
ne yapmadıklarıdır. Bilim adamı inancını kaybetmeye başlasa bile, kendisini bunalıma getiren
paradigmayı hiçbir zaman terk etmemektedir. Bilim felsefesi yazınında “karşı-örnek” olarak
adlandırılan aykırılık, bilim adamı için bu anlamı taşımamaktadır.
Kuhn’a (1982) göre bilimsel bir kuram bir kez paradigma konumuna geldi mi, ancak yerini
alabilecek başka bir alternatif adayı varsa geçersiz kılınabilir. Herhangi bir paradigmayı
reddetme kararı, aynı zamanda bir başkasını da kabul etme kararıdır. Dolayısıyla, bilim
adamları, sırf aykırılıklarla ve karşı-örneklerle karşılaştıkları için bir paradigmayı reddetmez.
En ufak bir zorlukta paradigma reddedip aynı zamanda bilim adamı olmaya devam etmek
olanaksızdır. Bunu yapan bilim adamı ise, kendi beceriksizliği yüzünden aletlerine suç atan
marangoz gibidir. Diğer yandan, tarihte bunalımlara dayanamayan ve bu yüzden bilim
yapmaktan vazgeçmek zorunda kalan bilim adamları da olmuştur. Sanatçılar gibi bilim
adamları da rayından çıkmış bir dünyada yaşayabilmelidirler.
Kuhn, öne sürdüğü bu iddiaların, hali hazırda geçerli olan epistemolojik kuramın karşı-
örnekleri olduğunu ifade etmiştir. Bu nedenle Kuhn’a göre, savunduğu tezin doğru olması
halinde, söz konusu savlar ya yeni bir bunalım oluşturacak, ya da sürmekte olan bunalımı
pekiştirecektir. “Bilimsel devrimler bağlamında işleyiş eğer burada da geçerliyse, çelişki
oluşturan bu aykırılıklar başka türlü olması dahi düşünülemeyecek birer mantıksal doğru
haline geleceklerdir.” (Kuhn, 1982).
Bunalım, paradigmanın farklı yorumlarını daha da çoğaltarak olağan bulmaca çözümünün
kurallarını yavaş yavaş yıpratır ve yeni paradigmanın ortaya çıkış koşullarını hazırlar.
Aykırılıklar bunalıma yol açar. Bilim adamı her aykırılığı incelemeye vakit bulamaz. Peki bir
aykırılık ne zaman dikkate değer hale gelir? Bu sorunun tam anlamıyla genel bir yanıtı
yoktur.
Üzerinde çalışılan aykırılık, olağan bilimin sıracan bulmacalarından daha ciddi bir hal almaya
başladığı zaman bunalıma ve olağanüstü bilime geçiş de başlamış demektir. Bu durumda
7
aykırılığın kendisi de meslek çevresinde ön plana çıkar. İlgili bilim dalının ileri gelen üyeleri
gittikçe aykırılığa daha çok zaman ve çaba harcar. Bu tür aykırılıklar genellikle çözüme ulaşır.
Ulaşmadığı durumda, bilim adamları çözüm bulunmasını en önemli konu olarak kabul
ederler. Onlar için artık ilgili bilim dalı eskisi gibi olamaz.
Direnç gösteren soruna yapılan ilk müdahaleler paradigmayı yeni takip etmektedir. İlerleyen
süreçte paradigmada irili ufaklı değişiklikler yapılır. Genellikle tüm topluluk tarafından kabul
edilebilecek bir başarı elde edilmez. Bunlar “ayak üstü uyarlamalar” olarak nitelendirilir ve
olağan bilimin temel kuralları giderek belirsizleşir. Ortada hala bir paradigma vardır, fakat çok
az kimse fikir birliğine varmıştır. Artık buna kuşkuyla bakılır.
Kuhn’un (1982) kitabında yer verdiği aşağıdaki alıntılar, bunalımın varlığına dair örnek teşkil
etmektedir.
Wolfgang Pauli’nin bir dostuna yazdığı mektuptan:
“Şu sıra fizik gene korkunç bir karmaşa içinde. Her ne hal ise, bu durum benim için çok
zor. Bazen keşke bir film oyuncusu ya da öyle bir şey olsaydım da fizik nedir hiç
bilmeseydim.”
5 ay sonra:
“Heisenberg’in geliştirdiği mekanik türü bana yeniden umut ve yaşama zevki verdi.
Bilmece tabi ki henüz çözümlenmiş değil fakat ilerlemenin tekrar mümkün olduğuna
artık inanıyorum.”
Kuhn’a (1982) göre bilimde ortaya çıkan tüm bunalımlar aşağıdaki üç farklı şekilden biriyle
son bulmaktadır:
1. Olağan bilim bunalım ortaya çıkaran sorunu çözümlemek için esneklik gösterir.
2. Bunalımı çıkaran sorun direnç göstermeye devam eder.
3. Yeni bir paradigma adayı ortaya çıkar ve kabulüne ilişkin mücadele ile son bulur.
Kuhn’a (1982) göre bilimsel süreçte yeni bir paradigmaya geçiş, birikime dayalı bir süreç
olmaktan çok uzaktır. Paradigma değişimi, önceki paradigmanın geliştirilmesi ile yapılması
mümkün değildir. Aksine, bilim dalının farklı temellerden başlayarak yeniden kurulmasıdır. Bu
yenilik, bilim dalının en önemli kuramsal genellemeleri ile birlikte paradigma yöntemleri ve
uygulamalarının da birçoğunu değiştirmektedir. Geçiş dönemi sırasında eski ve yeni
paradigmalar arasında çakışma görülmektedir. Geçiş tamamlandıktan sonra ise, meslek
çevresinde söz konusu bilgi dalına bütün yöntem ve amaçlarıyla birlikte yepyeni bir açıdan
bakılır. Sonuç olarak, yaşanan yeni paradigmaya geçiş aynı zamanda bilimsel bir devrimdir.
Sonuç olarak bilimsel devrimlerin kaçınılmazlığı ile ilgili problemler mevcuttur. Kuhn,
görüldüğü üzere normal ve devrimci bilim değişmesini işlemektedir. Buna dayanarak
yorumcular çalışmalarını bilimsel gelişme teorisi olarak açıklamakta ve kurumlaşmış bir
bilimin tarihindeki olayların “normal” veya “devrimci” olması gerektiğine işaret etmektedir
(Barnes, 2008, s. 95).
4. Bilimde İlerleme
Bir olağan bilimsel dönemden diğerine geçiş birikime dayalı değil, devrimsel nitelikte ise,
“ilerleme” kavramının durumu ne olacaktır? Tarihe baktığımızda bilim ve ilerleme kavramları
bir arada kullanılmıştır. Bir alandaki araştırma aktivitesine bilim denildiğinde, burada
8
ilerlemenin de olması gerektiği düşünülmüştür (Metcan, 1993). Halbuki Kuhn ilerleme
kavramını farklı bir açıdan ele almıştır.
Kuhn’a göre ilerlemenin iki manası vardır. birincisi, olağan-bilimsel dönem içerisinde ilerleme,
ikincisi de olağanüstü bilim yoluyla ilerlemedir. Kuhn’un olağan bilim olarak adlandırdığı olgun
bir bilimsel topluluk üyeleri bazı temeller üzerine uzlaşmıştır. Bu uzlaşma doğal olarak olgun
bilim haline geçmiştir. Paradigmanın sunduğu bulmacalar üzerinde başarılı sonuçlar elde
eden bir bilim adamı ilerleme kaydetmiş demektir. Paradigmanın kaba bir şekilden rafine
edilmiş bir kıvama getirilmesi bilimin ilerlediğini göstermektedir (Metcan, 1993).
Olağan bilim söz konusu ilerlemeyi birikimselmiş gibi göstermektedir. İlerleme her topluluğun
kendi içindeki yargılarıyla açığa çıkabileceği görünmektedir. Ancak olağan bilim sorun çözme
ile eş anlamlıdır ve çözülen sorunlar ilerleme olarak kaydedilir. Kuhn bu noktada ilerleme
düşüncesinin gerçeğe daha da yaklaşacağı şeklinde anlaşılmasına tepki göstermektedir.
Evrimci ilerleme anlayışını eleştirmektedir. Ona göre bilim için böyle bir gereklilik
bulunmamaktadır (Metcan, 1993).
5. Paradigma Kavramı
Çalışmada şimdiye kadar Kuhn’un bilime dair yapısal incelemelerine yer verilmiştir. Daha
önce bahsedildiği gibi Kuhn paradigmayı farklı bir şekilde ele almış ve irdelemiştir. Bilimsel
bilgi, bilimde ilerleme ve devrimi paradigma kavramı ile yoğurmuştur. Bu bölümde paradigma
olgusunun detayına inilecektir.
Paradigma, kelime anlamıyla genellikle örnek, model, sembol, kopya ya da gramerdeki
anlamıyla bir sözcüğün tüm çekim biçimlerinin listesi şeklinde açıklanmaktadır. Tarihte ise ilk
kez Platon tarafından kullanılmıştır (Metcan, 1993).
Kuhn’a göre paradigma bilim adamına problemleri çözmek için tecrübe ile harmanlanmış bilgi
üretimini sağlamaktadır. Bir paradigma problemleri çözmede başarısız olduğunda, bilimsel
bilgi sona ermektedir. Dolayısıyla paradigma potansiyel bilgi olarak düşünülebilir (Faria,
Besancenot, & Novak, 2011).
Kuhn, bilim adamları tarafından kabul görmüş olan inançlar bütününe veya problemlerin nasıl
anlaşılması gerektiği konusunda üzerinde hemfikir olunan geleneklere paradigma adını
vermiştir. Tarihte Kopernik astronomisinin, Newton dinamiğinin veya dalga optiğinin
zamanında kabul görmüş gelenekler olduğunu ve bunların her birinin birer paradigma
olduğunu ifade etmiştir (Güneş, ?).
Kuhn’a göre paradigma bilimsel sorgulamanın temeli idi ve bir konu hakkında bilim
adamlarının ortalığa ortaya koydukları modelin içinde paradigma kavramı yatıyordu
(Güneş, ?). Kuhn’a göre “Bir konuda zihinsel veya kavramsal modele sahip olmak demek o
konuda bir paradigmaya sahip olmak demektir. Bilim adamlarının hangi deneyleri nasıl
yapacaklarını, hangi sorunları öncelikli kabul edeceklerini, hangi soruları soracaklarını
belirleyen şey sahip oldukları paradigmalardır. Belirli bir paradigmaya sahip olmayan bir bilim
adamı olguları bir araya bile getiremez, çünkü paradigmanın olmadığı yerde bilimin
gelişmesini sağlayan tüm olgular eşit derecede önceliklidir. Bir olgu diğerlerinin içinden
seçilmiş ise bu paradigma sayesinde olur.” (Kuhn, 1982).
Kuhn’a göre ilk anlamı içindeki “paradigma”, bilimsel “topluluk üyelerinin, mesleki iletişimlerini
aşağı yukarı eksiksiz ve mesleki kararlarının da neredeyse oybirliğine dayalı olmasını
sağlamak için paylaştıkları (ya da aralarında kurdukları) bağ nedir?” sorusunun bir yanıtıdır.
Kuhn “paradigma”nın bu anlamının “sosyolojik” olarak nitelenebileceğini ve bu anlam için
9
uygun olmadığını, bilim adamlarına paylaştıkları şeyin ne olduğu sorulsa, bir kuram veya
kuramlar dizisi cevabının alınabileceğini ifade ederek, kendi teriminin gün gelip de bu tür bir
kullanım için benimsenmesinin kendisini mutlu edeceğini, fakat bilim felsefesinde kullanıldığı
şekliyle “kuram” teriminin doğası ve kapsamı bakımından çok sınırlı bir çağrışıma sahip
olduğunu göz önüne alımıştır (Öztürk, 2012; Kuhn, 1982).
Margaret Masterman yazısında Kuhn’un paradigmayı hangi anlamlarda kullandığına dair
detaylı bir çalışma yapmıştır. Yaptığı çalışmalar sonucunda paradigmanın anlamının yirmi
birden fazla olduğu ve bunların üç ana başlık altında toplanabileceğini belirtmiştir (Metcan,
1993):
•Metafizik paradigmalar: İnanç takımı, mit, standart, görme tarzı
•Sosyolojik paradigmalar: Evrensel olarak kabul edilen başarı, somut bilimsel başarı,
hukuksal hüküm
•Yapısal olarak paradigmalar: Klasik bir eser, araç, dilbilimsel manada, tanımlayıcı
Kuhn’a göre bilimsel topluluklar önceden paradigmalara başvurmadan tanımlanabilmektedir.
Paradigma, ancak bundan sonra söz konusu topluluğun davranışları incelenerek ortaya
çıkartılmalıdır. Kuhn’un bu yorumu zorunlu olarak beraberinde paradigma öncesi dönem ile
olağan bilimsel döneme geçişin yeniden tartışılmasını gündeme getirir. Çünkü bilimsel
topluluklar paradigmalara başvurmadan tanımlanabilirlerse, bilim topluluğunu belirleyen
başka bir ölçüt vardır, ya da paradigma kavramında anlam değişikliği olacaktır (Metcan,
1993).
Paradigma terimi Kuhn’a göre bilimi bilim yapan ve diğer faaliyetlerden farklı kılan şeyin ne
olduğunu incelerken ulaştığı büyük yapıyı açıklamak üzere kullandığı kelimedir. Çünkü
Kuhn’un paradigma kavramı, içerisinde tarihi, sosyolojik, dilbilimsel, felsefi vb. gibi yapıları bir
arada tutan, muğlak bir yapıdır. Paradigma toplumun her yaşamının arasına sızmış ve her
eylemini belirleyen bir unsurdur. Sonuç olarak paradigma, Kuhn’un anahtar terimidir ve
doğayı anlamada ve bilmeye çalışmada kullanılan önemli bir araçtır (Metcan, 1993).
Kuhn (1982), Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı kitabına ilerleyen baskılarda çeşitli ilaveler
getirmiştir. Sonsöz olarak adlandırdığı bölümde paradigmanın iki temel anlamı olduğunu
belirtmiştir. Birincisi belli bir topluluğun üyeleri tarafından paylaşılan inanç, değer ve
tekniklerin bütünüdür. İkincisi ise model ya da örnek olarak kullanılabilen somut bulmaca
çözümleridir (Metcan, 1993).
Diğer yandan Kuhn paradigma yerine disipliner matris olarak yeni bir kavram önermiştir.
Kitabında disipliner matrisi simgesel genellemeler, modeller ve değerlerden oluşan üçlü bir
ağ şeklinde tanımlamıştır (Öztürk, 2012).
Matrisin ilk bileşeni “simgesel genellemeler”, Kuhn’a göre bilim topluluğunun sorgulamaksızın
ortaya attığı ve çoğu kez formel bir şekilde dile getirdiği, “F = m.a” gibi ifadelerdir. Bu ifadeler,
bu örnekte olduğu gibi kimi zaman salt bir biçimde dile getirilebilecek, kimi zaman da “etki
tepkiye eşittir” gibi sözel ama simgesel dile çevrilebilecek şekilde kurularlar. Kuhn’a göre
simgesel genellemeler aslında felsefi dikkatin zaten farkında olduğu ve bildiği yapılardır ki,
bunların bilimsel etkinlikte kullanılması neticesinde bilim bugünkü güçlü konumuna
ulaşabilmiştir. Kuhn her ne kadar taksonomi gibi kimi bilimlerin bunlardan yararlanmasının
oldukça düşük bir düzeyde olduğunu belirtse de, “uygulayıcılarının hizmetinde olan simgesel
genellemeler ne kadar fazlaysa bir bilim dalının gücü de o kadar artmaktadır” demektedir
(Kuhn, 1982; Öztürk, 2012).
10
Disipliner matrisin ikinci oluşturucusu, Kuhn’a göre “BDY”de “metafizik paradigmalar” veya
“paradigmaların metafizik kısımları” gibi ifadelerle anılan, “ortak ilkeler düzeyindeki inançlar”
ya da bu tür inançları/ilkeleri karakterize eden “modeller”dir. Kuhn bunlara, “bir cismin ısısı,
kendini kuran parçacıkların kinetik enerjisidir” gibi ifadeleri, ya da daha fazla metafizik öğeler
içerdiğini söylediği, “algılanabilen bütün olaylar, boşlukta nitel olarak nötr olan atomların
deviniminden ya da karşılıklı etkileşiminden meydana gelir” gibi ifadeleri örnek vermiştir
(Kuhn, 1982; Metcan, 1993).
Son olarak disipliner matrisin üçüncü bileşeni olan “değerler” ise farklı bilim toplulukları
arasında disipliner matrisin diğer öğelerine göre daha fazla paylaşılırlar ve bilimsel değerler
arasında en fazla kök salmış olanlara örnek olarak Kuhn, tahminle ilgili olanları gösterir. Bu
bağlamda örneğin, nitel tahminler yerine nicel olanlar tercih edilmeli; bir kuram tutarlı, basit,
işlevsel, yeni tahminlere açık ve verimli olmalıdır (Sonsöz: 186-87). Bu değerler farklı bilim
toplulukları veya farklı paradigmalara sahip olağan bilimsel etkinlik uygulayıcıları tarafından
simgesel genellemeler ve modellere nazaran daha fazla paylaşılsalar da, aslında Kuhn’a
göre somut ve belirli bir durumda belirli bir değerin tam olarak ne anlam ifade ettiği veya farklı
kuramların belirli değerlere göre karşılaştırılmasının ne şekilde gerçekleştirileceği kimi zaman
salt rasyonel bir etkinlik olmayıp problematiktir (Öztürk, 2012; Kuhn, 1982).
Sonuç olarak teoriler ve paradigmalar aynı kavramlar olmamakla birlikte, birbirleri için varlık
sebebidirler. Teori yoksa, paradigmadan da bahsedilememektedir (Polsby, 1998).
6. Kuhn’a Yönelik Eleştiriler
Şimdiye kadar anlatılan bölümlerde Kuhn’un benimsediği bilimin yapıtaşları açıklayıcı bir
şekilde anlatılmıştır. Bu bölümde ise Kuhn’un önerdiği bilimsel bilgi ve bilimin devrimsel
yapısına dair yöneltilen eleştirilere kısaca yer verilecektir.
Kuhn bilimi olağan bilim ve olağanüstü bilim (devrimci bilim) şeklinde ayırmıştır. Eleştirilerin
odak noktası ise bu iddiaya yöneltilmiştir. Bunlardan biri olan Popper Kuhn’un olağan bilim
kavramını eleştirmiştir. Olağan bilim içerisinde yalnızca mevcut paradigmanın açıklamasının
yapıldığını, herhangi farklı alternatife izin verilmediği ve bu nedenle olağan bilimin dogmatik
olduğunu yönündeki iddiaları eleştirmiştir. Popper’a göre bilim, temelde eleştirel bir etkinliktir
(Metcan, 1993).
Diğer yandan Popper Kuhn’un bilim adamına yüklediği işlevleri kabullenmemiştir. Çünkü ona
göre ortaya atılan bilim adamı içerisinde bulunduğu topluluk tarafından onaylanmamış kuram
ve hipotezlerden rahatsız olmaktadır. Popper bu tür yaklaşımların tarihte yer aldığını ve
Kuhn’un iddia ettiği gibi olağan durumlar olmadığını ileri sürmüştür. Çünkü Popper, bilim
adamının sürekli olarak eleştirel düşünebilmesi gerekliliğini vurgulamıştır (Metcan, 1993).
Kuhn mevcut kuramların sınanması konusunda da eleştirilerle karşı karşıya kalmıştır.
Bilimsel önermelerin sınanması konusunda pozitivistlerin doğrulanabilirlik ilkesine karşı
Popper’ın yanlışlanabilirlik ilkesi, Kuhn’a göre temelde aynıdır. Her iki görüş de sonuçta
kuram ya da kuramın bir parçası olduğu konusunda uzlaşmıştır. Sonuç olarak doğrulanan
yahut yanlışlanan şey kuramdır. Kuhn’a göre ise sınanan şey aslında bilim adamının
kendisidir. Olağan bilim döneminde bilim adamı paradigmasına sıkı sıkıya bağlı olduğu için
sınama bilim adamını hedef almaktadır. Bilim adamı yanlışı her zaman kendisinde
arayacaktır (Metcan, 1993).
11
SONUÇ
Bilim tarihine bakıldığında tümevarım ile başlayan ve ardından doğrulabilirlik ilkesi ile devam
eden bilimsel bilgiye tanım ve ölçüt getirme çabaları çeşitli eleştiri ve alternatiflerle karşı
karşıya kalmıştır. Tarihin kimi kesitlerinde bilimsel topluluklar ve bilim adamları uzlaşmaya
varmışlar, kimi zaman da anlaşma sağlayamamışlardır.
Thomas Kuhn bilimsel bilgiden ziyade öncelikle bilim tarihine odaklanmış ve bilimsel bilginin
tekâmül sürecine yönelik bazı eleştirilerde bulunmuştur. Bilimin birikimsel olarak değil, aksine
devrimsel bir şekilde ilerlediğini öne sürmüştür. Bilim tarihine ele alarak bilimi olağan bilim ve
devrimci bilim şeklinde ikiye ayırmıştır.
Kuhn yalnızca bilime değil, bilim adamına da bazı tanımlamalar getirmiştir. Paradigma
kavramına açıklık getirerek paradigmanın bilim açısından ne denli önemli olduğunu çeşitli
açılardan vurgulamıştır.
Bilim tarihinde her dönem olduğu gibi Kuhn’a da çeşitli iddialarına yönelik bazı eleştiriler
getirilmiştir. Eleştirilerin odak noktası bilimin kategorik olarak tasniflenmesi ve paradigma
kavramına yönelmiştir.
Kaynakça
Barnes, B. (2008). T. S. Kuhn ve Sosyal Bilimler. İstanbul: Paradigma Yayıncılık.
Faria, J. R., Besancenot, D., & Novak, A. J. (2011). PARADIGM DEPLETION, KNOWLEDGE
PRODUCTION AND RESEARCH EFFORT: CONSIDERING THOMAS KUHN’S IDEAS.
Metroeconomica , 62 (4), 587-604.
Güneş, B. (?). Paradigma Kavramı Işığında Bilimsel Devrimlerin Yapısı ve Bilim Savaşları:
Cephelerdeki Fizikçilerden Thomas S. Kuhn ve Alan D. Sokal. ?
Hufbauer, K. (2012). From Student of Physics to Historian of Science: T.S. Kuhn’s Education
and Early Career, 1940–1958. Physics in Perspective (14), 421-470.
Kabadayı, T. (2013). THOMAS KUHN: ON THE 50TH ANNIVERSARY EDITION OF THE
STRUCTURE OF SCIENTIFIC REVOLUTIONS. Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi , 126-134.
Kuhn, T. (1982). Bilimsel Devrimlerin Yapısı. (N. Kuyaş, Çev.) İstanbul: Alan Yayıncılık.
Metcan, İ. (1993). Thomas Kuhn'un Bilim Anlayışı ve Paradigma Kavramı. Yüksek Lisans
Tezi . İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
Öztürk, Ü. (2012). Thomas Kuhn’un Paradigma Kavrayışı Üzerine Analitik Bir İrdeleme.
Kaygı (19), 173-191.
Polsby, N. W. (1998). SOCIAL SCIENCE AND SCIENTIFIC CHANGE: A Note on Thomas S.
Kuhn's Contribution. Annu. Rev. Polit. Sci. , 199-210.
Solomon, S. (2010). Kuhn’s Alternative Path: Science and the Social Resistance to Criticism.
Perspectives on Science , 18 (3).
12