BookPDF Available

BATI KARADENİZ’DE ANTİK BİR OSMANLI KENTİ: PRUSIAS AD HYPIUM, ÜSKÜBÜ (KONURALP)

Authors:

Abstract

Batı Karadeniz Bölgesi’nin meşhur antik kenti Üskübü antik dönemde Hypios, Kieros, Prusias, Prusias pros Hypios, Prusias ad Hypium gibi adlarla anılmıştır. Kent Bithyn, Pontus ve Roma hakimiyetinde kalmıştır. Kent Melen Nehri kenarında bir tepe üzerinde kurulmuştur. Kent Selçuklular tarafından Doğu Roma İmparatorluğu elinden alınarak Türk ve İslam hakimiyetine girmişse de daha sonra tekrar Rumlar’ın eline geçmiş, Osman Gazi’nin saltanatının son yıllarında Orhan Gazi’nin meşhur komutanlarından Konur Alp tarafından 1317-18 yıllarında tekrar Türk-İslam hakimiyetine sokulmuştur. Bu fetihten sonra bugün Düzce ovası olarak bilinen yer Konrapa, Konuralp bölgesi de Üskübü (Eskibahçe, Eskibağ veya (Eskiba) adıyla anılmaya başlamıştır. Bölge Konur Alp’e ikta olarak verilmiş, Konur Alp’in vefatından sonra Sultan Murat (I) zamanında Sultanönü Sancağı’na, daha sonra ise Bolu’ya bağlanmıştır. XIV. yüzyıl sonlarında Bolu ve Kocaeli Sancakları arasında önemli bir merkez durumundadır. 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’ne bağlı bir çok yerde uygulandığı gibi Üskübü’de de idari alanda bir takım değişiklikler yapılarak bölge “dîvân” adı verilen birliklere dönüştürülerek idare edilmiştir. Dîvân sistemi hem kent merkezinde hem de kırsal alanda uygulanmıştır. Üskübü’de merkezde 2, kırsal alanda 10 adet olmak üzere 12 adet dîvân birliği kurulmuştur. Dîvânların tam olarak hangi köyleri kapsadığına ilişkin herhangi bir veri tespit edilememiştir. Bölge 18. ve 19. yüzyıllarda ayanların kontrolü altındadır. Üskübü’de Topçuzâde Mehmed Ağa ve Ayan Halil adında iki ayan tespit edilmiştir. En meşhur ayan Mehmed Ağa olup, ayanlıktan ayrıldıktan sonra, kendisine Üskübü Ayanı Halil dahil kendisini çekemeyen kişiler tarafından iftiralar atılarak Üskübü’de zulümler yaptığı iddia edilmiş, bu nedenle hapse düşmüş, çoluk çocuğu sefil bir duruma girmiş, bir süre sonra iftira kurbanı olduğu anlaşılınca serbest bırakılmıştır. Topçuoğlu ailesi bölgenin en varlıklı ve saygın ailelerinden birisi olup, ayanlık dışında 1844’te kentin kaza müdürlüğü de bu ailenin uhdesinde bulunmaktadır. 1844’te kentin kaza müdürü Topçu oğlu ailesinden İbrahim Ağa bin Hacı Mehmed’dir. İbrahim Ağa 18082 kuruşluk geliri ile kentin en varlıklı kişisidir. İbrahim Ağa’nın servetinin 13034 kuruşu Duhân (Tütün) Gümrüğü Mukataası’ndan elde edilmektedir. Köylerde ve mahallelerde yönetim, bulundukları mahallin genelde servet bakımından varlıklı kişileri olarak gözüken muhtar ve imamların elinde bulunmaktadır. Müdür, muhtar, imam, müderris, ziraat müdürü, zabtiye gibi muhtelif görevleri uhdesine alan kişilere ait zirâi arazi ve hayvanlar ile değirmen, pirinç dingi vs gayri menkûllerin tespit edilmesi bu kişilerin yönetim görevleri yanında çiftçilik ve hayvancılık yaptıklarını göstermektedir. Müderris, imam gibi dini hizmet veren görevlilere ait tütün işletmelerinin tespit edilmesi ilginçtir. Nitekim Osmanlı toplumunda yıllarca tartışmalara konu olan tütün yasağı kaldırılmış olmasına rağmen tütünün helal haram olduğu konusundaki tartışmaların uzun süre hatta günümüzde bile devam ettiği bilinmektedir. 18. yüzyıl başlarında, 1718’de Üskübü nüfusu ortalama 286 kişiden meydana gelirken, 126 yıl sonra, 1844’te, olağan üstü artış kaydederek ortalama 5310 kişiye yükselmiştir. Nitekim kaza merkezi ortalama 520, kırsal alan ise 4790 kişiden meydana gelmektedir. Nüfus 19. yüzyıl sonlarında 1310-1311/1892-1894’te ise 1098 kişiye, 1314/1896-1897 yıllarında 885 kişiye düşmüş, 1324/1906-1907 yıllarında ise 1220 kişiye yükselmiştir. 18. yüzyıl başlarında küçük bir merkez olan Üskübü nüfusunun 19. yüzyıl ortasında olağanüstü düzeyde yükselip, yüzyıl sonunda da olağanüstü düşüş kaydetmesinin nedeni Üskübü’ye bağlı olan birçok yerin 1870’te kaza olan Düzce’ye bağlanmasıdır. Yani Üskübü bugün olduğu gibi 19. yüzyılın ikinci yarısında da idari bir reform geçirerek küçülmüştür. 18. yüzyılın ikinci yarısında 1770-71’de yapılan cizye tespitinde Üskübü’de sadece 12 cizye yükümlüsü gayri Müslim tespit edilmiştir. Bu çerçevede nüfusun asıl ve esas unsurunu Türk ve İslam orijinli kişiler meydana getirmektedir. Bunun nedeni bölgenin ilk Türk-İslam yerleşkelerinden bir bölge olmasıdır. Nüfus içerisinde az da olsa Çerkesler, Tatar göçmenleri, Haymana orijinli Kürd Şeyh Bezenli Aşireti mensupları ve Kıptîler bulunmaktadır. Kent merkez ve kırsalında çok az gayri Müslim tespit edilmesi ve bölgenin yüzyıllar boyunca Türk-İslam idaresi altında bulunması kent dokusunun da bu yönde tekamül etmesini sağlamıştır. Demircilik, kazancılık, elekçilik, kapıcılık, çöpçülük gibi meslekler günümüzde olduğu gibi adeta Kıptîlerle özdeşleşmiş mesleklerdir. 1844’te Üskübü’de 38 yetim kişi tespit edilmiştir. Bu kişilerin ebeveynlerinin hangi sebeple öldüğüne ilişkin herhangi bir bulgu tespit edilememiştir. Üskübü Osmanlı ordusunun Asâkir-i Hassa-i Şâhâne ve redif askeri ihtiyaçlarının karşılandığı bir kenttir. Bölgenin Batı Karadeniz’de bulunması bazen sehven de olsa “Asâkir-i Bahriye” kentlerinden sayılmasına neden olmuşsa da 1834’te bunun düzeltilmesi konusunda Saray’a arz yapılmıştır. Bununla beraber 10 yıl sonraki 1844 sayımında bazı Üskübülüler’in Asâkir-i Bahriyede bulunduğunun belirtilmesi bu kurala daha sonraki dönemlerde de pek fazla uyulmadığını göstermesi açısından önemlidir. Üskübü halkından, 1897-1900 yılları arasında 12 kişinin, Balkan Savaşları’ndan Kurtuluş Savaşı sonuna kadar da 33 kişinin şehit düştüğü tespit edilmiştir. 19. yüzyılın birinci yarıyılının sonlarında Üskübü’de kolera hastalığı çıkmıştır. Üskübü Osmanlı Devleti’ne menzilkeş, kerestekeş ve derbend hizmeti veren önemli kentlerden birisidir. Menzil hizmeti olarak yılda 30 aded beygir sağlamakta, derbend hizmeti olarak Gümüşova’da Eğridere bölgesinde kurulması istenen 3 derbendden birinin masraflarını Düzce ile beraber karşılamakta ve kereste olarak İznikmid ve Bendereğli (Karadeniz Ereğlisi) tersânelerinde yapılan gemilerin kereste ihtiyaçlarını sağlamaktadır. Devlet gerek yetim kalan kişilerin gerekse de gâib denen uzakta bulunduğu için gayrimenkûlünü sahiplenmesi bir süreliğine imkansız görünen kişilerin gayrimenkûllerini ve kayıp hayvanları sahibi ortaya çıkıncaya kadar koruma altına alarak can güvenliği yanında mal güvenliğini de sağlamıştır. Yetim kişilerin malları genelde gönüllü olan birinci derecede akraba kişilere işletmeye verilerek bu malların enflasyon karşısında değer kaybetmesine izin verilmemiş aynı zamanda bu malların ekonomik sürece katılması sağlanarak ekonomik canlılık da sağlanmaya çalışılmıştır. Devletin ölen kişinin mallarına birincisi tereke tahriri içerisinde ikincisi ise tereke tahriri dışında ayrı bir tutanak düzenleyerek vasi tayin etmesi, vesâyet işine verilen önemi göstermesi açısından önemlidir. Vasiler malları genelde minimum 1 yıllığına maksimum 4 yıllığına işleterek yetim veya gâibin malının atıl kalmamasına özen göstermişlerdir. Kaybolan hayvanlar ise sahibi ortaya çıkınca, hayvan sahibi devlete yâve adında bir para ödedikten sonra hayvanına sahip olabilmiştir. Üskübü’ye ait şahsiyet, hurûfât ve vakfiye kayıtlarında görev silsilesinin genelde evlat merkezli olması, hem kent merkezi hem de kırsal alanda bulunan vakıfların ağırlık olarak zürri vakıflar olduğunu düşündürmektedir. İncelenen vakıflarda, görevler, genelde ilkönce vâkıfların kendi uhdesinde, daha sonra ise vâkıfın çocuklarından “ehil olana” geçmiştir. Bazı görevler ise yabancı kişilere tevcîh edilmiştir. Vakıflarda bazı suistimaller olmuşsa da bunlar istisna olarak kalmış, kişisel faydanın nesilden nesile aktarılma gayesinden ziyade hizmet işlevi ağır bastığı görülmüştür. Nitekim vakıf sahiplerinin vakıf ile ilgili görevleri genelde çocuklarına devretmek istemelerine rağmen “nâ-ehil” olanlar veya görevi usulsüzce uhdesine alanlar görevlere getirilmemiştir. Kentin en önemli hayırseverleri Dilâver Ağa, Yeniçeri Mehmed Beşe, Hacı Ahmed Ağa, Şeyh Şîblî ve Mehmed Fakih gibi kişilerdir. Dilâver Ağa merkezde bir câmi, çeşme ve Çilmi Köyü’nde bir mektep inşa ettirmiştir. Mîlân (Melen) Deresi Dîvânı’na bağlı A’saklar Köyü, Mîlân Nahiyesi Aşıklar Köyü, Mîlân Nahiyesi’ne bağlı Şâhsuvâr (Şehsuvar) Köyü, Beçi ve Ortaköy’de kurulan câmiler ise Yeniçeri Hacı Mehmed tarafından inşa edilmiş câmilerdir. Üskübü’de 80 câmi ve mescîd, 20 mezra, 2 medrese, 1 hamam, birçok mektep, çeşme, su kuyusu ve köprü gibi vakıflar tespit edilmiştir. Kentte medrese bulunmasına rağmen Üskübü’den İstanbul ve İskenderiye’ye ilim öğrenmeye gönderilen öğrencilerin bulunması bölge halkının ilme bakış açısını göstermesi açısından önemlidir. Kentin tespit edilen tek hamamı Hacı Şa’bân Hamamı’dır. Gündoğmuş ve Kadı oğlu köylerinde bulunan vakıf mezralarla subvanse edilen Mehmed Fakih Zâviyesi’ne görevli olarak atanan kişinin Halveti tarikatına mensup ehli ilim bir kişi olduğunun vurgulanması, Mehmed Fakih Zâviyesi’nde Sünni Halveti tarikatı mensuplarının etkin olduğunu ve bölgede böyle bir hizmet yapıldığını düşündürmektedir. Üskübü toprakları sadece Üskübü bölgesindeki câmi ve mescîdleri subvanse etmemiştir. Nitekim Akkadı Mezrası Süleymaniye Câmisi'nin tedrîs-i ulûm-u nâfiasına tahsis edilmiştir. Fidânî, Ketenciler ve Kemer gibi köylerde bulunan bazı vakıf tarlalar da Molla Fenârî ve Şemsi Ahmed Paşa (Bolu) câmilerine hasr edilmiştir. Üskübü vakıfları içerisinde sadece yedi tane para vakfı tespit edilmiştir. Bunların tamamı da kırsal alanda olup, altısı câmiye, biri medreseye hasredilmiştir. Bunlar Düverdüzü Köyü Câmisi, Karaçörtlen Köyü Câmisi, Yeniköy Câmisi, Laz Hamidiye (Kabalak) Köyü Câmisi (2 tane), Ballı (Ballar) Köyü Câmisi ve Karaçörtlen Köyü Fehmiye Medresesi para vakıflarıdır. Üskübü’deki câmi ve mescitlerde görev çeşidi olarak vesikalara muhtelif görevler yansımıştır. Bu görevler, imamlık, vaizlik, hatiplik, müezzinlik, kayyûmluk, hatiblik, ferrâşlık, devirhanlık ve mi’marlıktır. Büyük câmilere sala müezzini yanında Cuma namazı için özel Cuma müezzinleri atanmıştır. Bu veriler bize Üskübü câmi ve mescîdlerinin bir kısmında ibadethânenin büyüklüğüyle orantılı olarak ihtisaslaşmaya gidildiğini göstermektedir. Bölgenin bugün de önemli manevi dinamiklerinden birisi olarak kabul edilen Şeyh Şîblî, bölgede daha önce tekke ve câmisiyle hizmet vermiştir. Şeyh Şîblî ailesi ile ilgili arşivlerde tespit edilen ilk kayıt 1724 yılına aittir. 18. yüzyıl başlarında bölge halkının su ihtiyacı Üskübü yakınlarında bulunan Sovcuk Pınarı denen pınardan getirilen su ile karşılanmaktadır. Dilâver Ağa adı verilen hayırsever bir çeşme yaptırarak halkın su ihtiyaçlarının kolaylıkla karşılanmasına vesile olmuş ancak Dilâver Ağa’nın çeşmeyi yaptırdıktan sonra ansızın, çeşmeye bir vakıf yapmadan vefatı nedeniyle su yollarında bakım yapılamamış ve Üskübü’de susuzluk baş göstermiştir. Susuzluk ancak devletin yardım eliyle atlatılabilmiştir. Orhan Gazi döneminde Osmanlı topraklarına katılan Üskübü’de Sultan Orhan adına ait bazı vakıflar tespit edilmiştir. Bunlar Fidânî Köyü Câmi-i Şerifi ile A’saklar Köyü ve Mîlân Dîvânı Çayırlı Cuma Oymağı Köyü’nde bulunan vakıf tarlalardır. Mîlân Dîvânı Çayırlı Cuma Oymağı Köyü’nde bulunan vakıf tarlalar Zekeriya Zâviyesi’ni subvanse etmektedir. Bazı bölgelerde birden fazla ibadethânenin bulunması bu bölgelerde yerleşimin dağınık olduğunu düşündürmektedir. Terzialiler Mahallesi’nde 1 tekke (Şeyh Şîblî Tekkesi), Şeyh Şîblî ahfadının yaptırdığı 1 câmi ve 2 aded mescîd kurulması gibi. Üskübü’de servet birikiminin en yoğun olduğu aralık tıpkı kent merkezinde olduğu gibi kırsal alanda da 501- 1000 kuruş arası olan servet aralığıdır. Üskübü kent merkezinde olduğu gibi kırsal alanında da bulunan servetlerin ortalama % 50’si bölgenin varlıklı ailelerinin uhdesinde bulunmaktadır. Kent merkezinde hâne başına gelir ortalama 734,9 (kaza müdürü hariç) kuruşa tekâbül ederken, kırsal alanda bu miktarın 839,4 kuruşa yükselmesi kır genelinin kent merkezine göre daha varlıklı olduğunu düşündürmektedir. Kent merkezi ve kırsal alanda yaşayan hânelerin ortalama % 40 civarının kendi yaşadıkları bölge ortalamasının üzerinde bir gelir düzeyine sahip olması Üskübü kent ve kırsalında halkın kısmen orta halli bir profil çizdiğini göstermektedir. Üskübü’nün ekonomik durumu genelde tarımsal ve sınâi bir nitelik göstermektedir. Kent merkezinde ekili alanlardan ortalama % 42 hâsıla elde edilirken kırsal alanda da % 41 civarında hâsıla elde edilmesi Üskübü merkez ve kırsalının aynı oranda verimlilik düzeyine sahip olduğunu göstermektedir. Nitekim kent merkezinde hâne başına ekili alan miktarı ortalama 0,16 dönüm iken, kırsal alanda ortalama 0,14 dönümden biraz daha fazladır. Üskübü’de genelde küçük ve aile içi tüketime yönelik tarım işletmeleri kurulmuştur. Bununla beraber bölgede 82 Orta ve 2 büyük işletme tespit edilmesi bölgenin kendi dışına da sübvansiyon yaptığını düşündürmektedir. Kır ve kentin en büyük tahıl işletmesine kent merkezinde oturan ve bölgenin en varlıklı kişisi olan Kaza Müdürü Topçuzâde İbrahim Ağa bin Hacı Mehmed sahiptir. Tarımsal faaliyetlerin genelde hâne içi tüketime yönelik küçük işletmeler olması tarımda ücretli işgücü çalıştırmayı sınırlamış olmalıdır. Üskübü’de 682 aded tütün işletmesi tespit edilmiştir. Bu işletmelerin tamamı küçük işletmelerdir. Tütün işletmeleri küçük de olsa bölge halkının önemli bir kısmının geçim kaynağı haline gelmiştir. 1844 yılında Üskübü merkez ve kırsalında toplam 4411,5 kıyye tütün üretimi yapılmıştır. Üskübü’deki tarımsal işletmeler içerisinde alan açısından üçüncü sırada bulunan tütün işletmelerinden en yüksek verimin alındığı görülmektedir. Bu durum bölge topraklarının tütün işletmeciliğine son derece uygun olduğunu göstermektedir. Üskübü’de 548 aded küçük, 18 aded orta büyüklükte pirinç işletmesi tespit edilmiştir. 1844’te toplam 1141 kile pirinç üretimi yapılmıştır. Kent merkezinde alan açısından ikinci sırada bulunan pirinç tarlalarından elde edilen verim yüksek olduğu halde kırda buğday, arpa gibi hubûbâtların üretimi pirincin yerine geçmiştir. Üskübü’de sadece kırsal alanda keten üretimi yapılmaktadır. 389 aded küçük keten işletmesi tespit edilmiştir. 1844’te toplam 2681 kıyye keten üretimi yapılmıştır. Üskübü’de 4706 aded ve 15,75 dönüm meyve ağacı tespit edilmiştir. Meyve ağaçları içerisinde elma, kiraz, yemiş, ceviz, armud, erik gibi muhtelif meyve ağaçları bulunmaktadır. Bu ağaçlardan 585 adedi erik ağacıdır. Meyve sektörünün en gelişmiş olduğu bölgeler Yukarıkaraköy, Aşağıkaraköy ve Arabacılar’dır. Üskübü merkezinde 482 adet büyükbaş hayvan ve 12 aded arı kovanı tespit edilmesine rağmen, kırsal alanda 5111 adet büyükbaş hayvan ve 963 aded arı kovanı tespit edilmesi hayvancılık sektörünün kırda daha fazla geliştiğinin en önemli göstergesidir. Büyükbaş hayvancılık olarak ağırlık olarak süt sığırcılığı egemen bir durumdadır. Hem kırda hem de kent merkezinde az da olsa küçükbaş hayvancılıkta yapılmaktadır. Üskübü’nün tepe bir yerde bulunması engebeli araziye dayanıklı, beslenmesi kolay ve çabuk üreyen bir hayvan olan keçinin yetiştirilmesi için doğal bir ortam olmuştur. Devlet kayıt dışı ekonominin önüne geçebilmek için vergiye tabi gayrimenkûllerin ve hayvanların sadece içinde bulunulan yıl değil gelecek 3-4 yıl içerisindeki olası gelirlerini de hesap ederek kayıt altına almıştır. Devlet günümüzde bazı çağdaş hükümetlerin yaptığı gibi kentte ileriki yıllarda hâne başına elde edilecek olası miktarları yüksek hesap ederek adeta ileriki yıllarda kentin gelir seviyesini yükseltmeyi hedefleyip halkı da bu yönde manipüle etmiştir. Yine vergisini vermeden vefat eden kişilerin miraslarına el koyarak verginin mirastan alınması da bu çerçevede değerlendirilmesi gereken bir girişimdir. Temmettuat Defterleri’nden elde edilen veriler, kişilerin servet düzeylerine bakılarak düzenlendiği için, bu defterler varlıklı hâneler yanında düşük gelirli fakir insanların da ekonomik profili ve ödediği vergiler konusunda veriler sunmaktadır. Bu çerçevede devletin fakir olarak tanımladığımız insanlardan genelde vergi almadığı tespit edilmiştir. Bu durum, Osmanlı’da sosyal güvenliğin, varlığını haber vermesi açısından dikkate değer bir husustur. İhtisaslaşmış mesleklerin ve işyerlerinin sayısı son derece azdır. Bu durum bölge halkının ihtiyaç duyduğu muhtelif işleri kendi imkanlarıyla gerçekleştirdiğini düşündürmektedir. Bölgede ihtisaslaşmış mesleklerin azlığı bazı meslek gruplarını birden fazla mesleği icra etmeye de itmiştir. Demircilerin nalbantlık yapması gibi. Gerek kent merkezinde gerek kırsal alanda birçok meslek grubuna ait işyerinin tespit edilememesi bu mesleklerin seyyar olarak yapıldığını düşündürmektedir. Kent merkezi kıra göre mesleki çeşitliliğin daha yoğun olduğu bir mekandır. Kırın demografik yoğunluğu ve kırda tarımsal orijinli mesleklerin çoğunluğu kırdaki mesleki gelir oranını kent merkezine göre olağanüstü düzeyde yükseltmiştir. Kent ve kırda bulunan değirmen, pirinç dingi ve su hızarları bölge halkı tarafından müşterek bir şekilde işletilmiştir. Değirmen ve pirinç dingleri işleticilerinin önemli bir kısmı varlıklı veya statü sahibi kişilerden meydana gelmektedir. Bölgedeki değirmenler gün hesabına göre işletilmiştir. Aileler varlık durumlarına göre maksimum 2 günde bir, minimum 25 günde bir olmak üzere değirmenleri kendi uhdelerine almışlardır. Kırsal alanda bulunan su hızarı, su değirmeni ve pirinç dingi işletmeciliği bir arada düşünüldüğünde bölgede her üç sektörden elde edilen gelirin % 56’sının su hızarından, % 29’unun su değirmeninden % 15’inin ise pirinç dingi işletmeciliğinden sağlandığı görülecektir. Her 3 sektörün bir arada bulunduğu yer Avlıyan ve Çilimli bölgeleridir. Demircilik, kalaycılık, elekçilik gibi metalürji alanına özgü meslekler Kıptî gruplar tarafından yapılmıştır. Bu kişilere ait herhangi bir işyerinin tespit edilememesi bu mesleklerin seyyar bir şekilde yapıldığını akla getirmektedir. Üskübü Osmanlı başkentinin kereste ve odun ihtiyaçlarını karşılayan kentlerden birisidir. Kent merkezinde 3, kırsal alanda ise 644 kişinin kereste ve odun sektörü ile uğraşması bu sektörün kırsal alanda daha fazla tekamül ettiğini göstermektedir. Kereste ve odun sektörünün en yaygın olduğu yerler sırasıyla Sarıkasımlar, Melen, Yukarıkaraköy, Çilimli ve Gideni bölgeleridir. Kent merkezi genelinde ortalama % 13 oranında öşür, % 87 oranında vergüy- i mahsûsa toplanmışken, kırsal alanda ortalama % 89,3 oranında vergüy-i mahsûsa, % 10,6 oranında öşür toplandığı tespit edilmiştir. Kent merkezi ve kırdaki öşür oranlarındaki benzerliğin nedeni hem kentte hem de kırda ekili alanlardan elde edilen gelirin birbirine yakın oranlarda olmasıdır. (% 41-42). Üskübü’de insanlar bedenleri üzerine gömlek, entâri, yelek, aba, cübbe, yağmurluk, palto ve salta başlarına fes, sarık, yazma ve örtme, bellerine şal ve kuşak giymişlerdir. Pantolon olarak şalvar, çakşır ve potur giyilmiştir. Erkekler aksesuar olarak varlık seviyelerine göre saat, tütün tabakası ve sarı, siyah ve kırmızı tesbihler kadınlar ise saçlarına siyah ve yaldız desenli kaytanlar ve ayaklarına halhal takmışlardır. Konutlarda oda mefrûşâtı olarak mak’ad, perde, minder, şilte, kilim, hasır, seccade, sandık (elbise dolabı) ve ayna, mutfak takımı olarak kahve ve çay takımları, sini, küp, desti, ibrik, tencere, tava, tepsi, subakırı (güğüm), leğen, sahan, anbar, saç ayağı, tas, bakraç ve kazan yatak takımı olarak yatak (döşek), yorgan ve yastık aydınlatma aracı olarak mum, şamdan ve lanba, ısınma aracı olarak ise mangal kullanmışlardır. Bu malzemelerin çoğunun tür, desen ve renk özelliklerine ilişkin pek fazla veri bulunmamaktadır. Bazı konutlarda çay takımlarına rastlanması çayın 19. yüzyıl sonlarından itibaren Türk mutfağına girmeye başladığını göstermesi açısından önemlidir. Konutlarında avan nuhas (bakır) bulunan aileler genelde servet bakımından varlıklı ailelerdir. Bölgede özel olduğunu düşündüğümüz silah çeşitleri şunlardır: Burder tüfenk, tabanca, Laz kaması, Yatağan bıçağı ve (Çerkes) kılıcı. Bölgede kullanılan tarımsal faaliyetlerin vazgeçilmez malzemeleri ise şunlardır: araba, düven, saban, boyunduruk, gürebe (bir tür balta), bel, orak, tırpan, bıçkı ve destere, örs, çekiç, nacak, keser, kazma, burgu (matkap), balta, çapa, çuval, dağarcık ve heybe, sarat (kalbur), kantar vs.dir. Üskübü başlangıçta ayrı bir kaza iken daha sonra nahiyeye dönüştürülmüştür. Kaza iken bölgede bir kadılık kurulmuştur. Fakat mahkemenin tam olarak yerinin neresi olduğu konusunda bir bulgu tespit edilememiştir. Nahiye olduğu dönemlerde hukuki işlerini bağlı bulunduğu Düzce Kazası mahkemesi aracılığıyla yürütmüştür. Ancak bölgenin Düzce’ye uzak olması bölge halkının hukuki işlemlerini genelde günümüz avukatlarına benzeyen dava vekilleri aracılığıyla yürütmesine neden olmuştur. Dava vekilliği genelde erkeklere özgü bir meslek grubu haline dönüşmüştür. Dava vekillerinin muhtelif tarihlerde muhtelif davalarda vekil olmaları ve bazı fakir olduğu anlaşılan ailelerin dava vekili tayin etmeden kendi işini kendisi görmeye çalışması bu işin para ile yapıldığını akla getirmektedir. Mahkemeler kendilerine bir şikayet geldiği zaman ilkönce davacı ile ilgili kimlik tespiti yaparak tutanaklar hazırlamışlardır. Davaların çözümünde kadı veya nâib sadece kendi iradesiyle olayları çözüme kavuşturma yoluna gitmemiş, dava vekillerinin savunmaları, şuhûdu’l hal denen saygın kişilerin ve şahitlerin referanslarını da dikkate almıştır. Olaylar mahkemeye taşınmadan “muslihûn” denen ara bulucular tarafından çözüme kavuşturulmaya çalışılarak mahkemenin yükü azaltılmaya çalışılmıştır. Araştırma kapsamı belgelerde Üskübü’de sadece 3 kişinin çok eşle (2 eşli) evlilik yaptığının tespit edilmesi bölgede monogami evlilik tipinin (tek eş) yaygın olduğunu düşündürmektedir. Üskübülü kadın ve erkekler boşanma davalarında genelde muhalaa denen anlaşmalı boşanmayı tercih etmişlerdir. Ancak erkeklerin bazısının boşanmadan sonra kadının mehr ve nafakasını ödemede duyarsız davranması kadının hakkını aramak için mahkemeye başvurmasına neden olmuştur. Üskübü’de 1844 yılında yapılan sayımda 1450 adet Müslüman erkek adı içerisinde 188 Mehmed, 154 Mustafa, 135 Ahmed, 107 Hüseyin, 104 İbrahim, 101 Hasan, 100 Ali, 82 Halil, 79 Osman, 67 İsmail, 44 Ömer adının tespit edilmesi bölgenin Türk-İslam dokusuna işaret etmesi açısından önemlidir. Bölgede bulunan Terzialiler Mahallesi, mahallede yaşayan Terzi oğlu sülalesine istinaden, Ağsaklar Köyü, köyde bulunan Ağsak Dede vakıf mezrasına istinaden, Lazdüz (Düzköy) Köyü ise bölgeye Rize Sancağı Hopa Kazası’na bağlı Düz Köyü’nden göç eden kişilere istinaden isimlendirilmiş olmalıdırlar. Şeyh Şîblî Tekkesi Terzialiler Mahallesi’nde kurulmasına rağmen Tekke Mahallesi de Şeyh Şîblî Tekkesi’nin manevi nüfuzunun büyüklüğüne istinaden isimlendirilmiş olmalıdır.
A preview of the PDF is not available
... Antik Bithynia bölgesinde yer alan dört yanı sıradağlarla çevrili bir ovanın kuzeyinde, antik adı Hypios olan sıra dağlardan oluşan küçük bir tepenin güney yamacında kurulmuştur (Zeyrek, 2005). Tarihte ilk olarak Hypios olarak adlandırılan kent, doğudan batıya uzanan Melen ve Tabak çaylarının yanında yer almaktadır (Zeyrek, 2005;Özlü, 2009 Konuralp halkı zamanla ovaya doğru yayılmış ve çevreyi bağlarla donatmıştır. Bu nedenle Konuralp "eski bağ" anlamında olan "Üskübü" adıyla da anılmaktadır. ...
Article
Full-text available
Eskiçağ’da Bithynia bölgesinin sınırları içinde yer alan Prusias Ad Hypium (Konuralp) antik kenti, günümüzde Düzce il merkezinin 8 km kuzeyine lokalize edilir. Anadolu’daki sayısız antik kentten biri olan Konuralp; antik tiyatrosu, atlı kapısı, su kemerleri, Roma köprüsü, surları ve Osmanlı dönemine ait yapı kalıntılarıyla tarihsel süreci gözlemlediğimiz bir yerleşimdir. Bu çalışmada 2017-2018 yılları arasında gerçekleştirilen “Prusias Ad Hypium’dan Konuralp’e Düzce’nin Kültürel Mirası” adlı projeden elde edilen verilerle, antik kentin geçmişinin günümüze yansımaları, Eskiçağ tarihine ait mekânların toplumsal hafıza, kolektif bellek oluşumundaki rolü, inşa sürecindeki kentin kültürel kimliğinin oluşumuna katkıları irdelenmiştir. Bu makalede kullanılan yöntem özellikle günümüzde Tarih bilimi tarafından sık kullanılan ancak Eskiçağ alanında kullanımına çok rastlanılmayan sözlü tarih çalışması olmuştur. Çoğunlukla yerel halktan 50 yaş üstü kişilerle yapılan görüşmelerde anıları, mekânsal alanlarda yaşanan anıları, ritüeller, söylenceler, kısacası hafızalarında kalanları satır aralarına kaydedilmiştir. Bu çalışma ile anlatıların kaybolmadan kayıt altına alınması ve bölge insanında tarih bilinci oluşturarak kültürel mirasın korunmasına yönelik adımların atılması hedeflenmiştir. Aynı zamanda ortak hafıza mekânları da tespit edilmiştir. Toplumsal süreklilik için geçmişten günümüze taşıdığımız ortak hafıza kentleşme sürecinde çok önemlidir. Hem somut hem somut olmayan kültürel mirasa ait kayıt altına alınan veriler ışığında arkeolojik mekânlar ve eserlerle ilgili o dönemde yaşatılan ancak günümüzde yaşatılmayan ritüellerin, söylencelerin ortaya çıkarılması da diğer bir amacı oluşturmuştur.
Article
Full-text available
Sanat, bilim, felsefe gibi birçok alanda karşımıza çıkan boşluk kavramı mimarlık disiplininde tarihi çevre açısından incelenmesi gereken önemli bir olgudur. Tarihi çevredeki boşluklar, içinde barındıkları özellikleri ile kentsel bütüne anlam katan açık alanlar olarak büyük önem taşımaktadırlar. Kentler fiziksel anlamda doluluk ve boşluklardan oluşmaktadır. Genel anlamda “boşluk”, açık alanlara “doluluk” ise yapılı çevreye karşılık gelmektedir. Yerleşim alanlarını geçmişten günümüze anlamlı kılan doluluk ve boşluk ilişkilerinin okunabildiği tarihi alanlar belge niteliği taşıması bakımından önemlidir. Ayrıca boşluklar, tarihi yerleşim alanlarına kimlik kazandıran dokunun ve siluetlerin oluşmasını sağlamaktadır. Bu gerçeklerden hareketle tarihi yerleşim alanlarındaki boşluklar ve yakın çevresi ile kurdukları dolu-boş tipolojileri önemli kimlik öğeleridir. Bu çalışma kapsamında Düzce kent merkezi sınırları içerisinde bulunan katmanlı bir tarihi yerleşim olan Konuralp Kentsel Sit Alanı çalışma alanı olarak seçilmiştir. Tarihi çevredeki boşluk ilişkilerinin incelenmesine odaklanan bu çalışmada yöntem olarak hem tipolojinin hem de morfolojinin inceleme metotlarını bir araya getiren tipomorfolojik yaklaşım kullanılmıştır. Seçilen alanda doluluk-boşluk, boşluk-boşluk ilişkilerini incelemek üzere analizler gerçekleştirilmiştir. Bu çalışma tarihi bir çevrenin mevcut boşluk ilişkilerinin belgelenmesi ve envanter çalışmalarının ortaya çıkarılması açısından önem arz etmektedir. Konuralp Kentsel Sit Alanında; fraktal analiz, topolojik analiz, mekânsal analiz ve mekân dizimi yöntemlerini kapsayan karma yöntem araştırması yapılmıştır. Boşluklar üst ölçekte/mahalle ölçeğinde bütüncül bir okuma ile incelenmiş daha sonra alt ölçekte/yapı ölçeğinde detaylı analizler gerçekleştirilmiştir. Bu analizler sonucunda tarihi bir çevre olarak çalışma alanındaki boşluklar üzerine tipomorfolojik tespitlerde bulunulmuştur. Tespitler sonucunda tarihi çevrenin sürdürülebilirliğini sağlamak için alanda bulunan boşlukların potansiyelleri ortaya konularak kullanım önerilerinde bulunulmuştur.
Article
Konur Alp was one of the significant commanders of the Ottoman Empire during the establishment era. He had important roles on the conquest of the region between Akyazi and Anadolukavagi with the commands of Osman Gazi. Then, some parts of this region were given to him as a private property. So, the Konur Alp region was established. In this paper, first, a brief information about Konur Alp is going to be given and then the historical process of Konur Alp region which was mentioned as Prusias pros Hypios, Uskubu and Konrapa in the historical texts is going to be discussed.
ResearchGate has not been able to resolve any references for this publication.