Batı Karadeniz Bölgesi’nin meşhur antik kenti Üskübü antik dönemde
Hypios, Kieros, Prusias, Prusias pros Hypios, Prusias ad Hypium gibi adlarla
anılmıştır. Kent Bithyn, Pontus ve Roma hakimiyetinde kalmıştır. Kent Melen
Nehri kenarında bir tepe üzerinde kurulmuştur.
Kent Selçuklular tarafından Doğu Roma İmparatorluğu elinden alınarak
Türk ve İslam hakimiyetine girmişse de daha sonra tekrar Rumlar’ın eline geçmiş,
Osman Gazi’nin saltanatının son yıllarında Orhan Gazi’nin meşhur komutanlarından
Konur Alp tarafından 1317-18 yıllarında tekrar Türk-İslam hakimiyetine
sokulmuştur. Bu fetihten sonra bugün Düzce ovası olarak bilinen yer
Konrapa, Konuralp bölgesi de Üskübü (Eskibahçe, Eskibağ veya (Eskiba)
adıyla anılmaya başlamıştır. Bölge Konur Alp’e ikta olarak verilmiş, Konur
Alp’in vefatından sonra Sultan Murat (I) zamanında Sultanönü Sancağı’na, daha
sonra ise Bolu’ya bağlanmıştır. XIV. yüzyıl sonlarında Bolu ve Kocaeli Sancakları
arasında önemli bir merkez durumundadır.
19. yüzyılda Osmanlı Devleti’ne bağlı bir çok yerde uygulandığı gibi
Üskübü’de de idari alanda bir takım değişiklikler yapılarak bölge “dîvân” adı
verilen birliklere dönüştürülerek idare edilmiştir. Dîvân sistemi hem kent merkezinde
hem de kırsal alanda uygulanmıştır. Üskübü’de merkezde 2, kırsal alanda
10 adet olmak üzere 12 adet dîvân birliği kurulmuştur. Dîvânların tam olarak
hangi köyleri kapsadığına ilişkin herhangi bir veri tespit edilememiştir.
Bölge 18. ve 19. yüzyıllarda ayanların kontrolü altındadır. Üskübü’de Topçuzâde
Mehmed Ağa ve Ayan Halil adında iki ayan tespit edilmiştir. En meşhur
ayan Mehmed Ağa olup, ayanlıktan ayrıldıktan sonra, kendisine Üskübü Ayanı
Halil dahil kendisini çekemeyen kişiler tarafından iftiralar atılarak Üskübü’de
zulümler yaptığı iddia edilmiş, bu nedenle hapse düşmüş, çoluk çocuğu sefil bir
duruma girmiş, bir süre sonra iftira kurbanı olduğu anlaşılınca serbest bırakılmıştır.
Topçuoğlu ailesi bölgenin en varlıklı ve saygın ailelerinden birisi olup,
ayanlık dışında 1844’te kentin kaza müdürlüğü de bu ailenin uhdesinde bulunmaktadır.
1844’te kentin kaza müdürü Topçu oğlu ailesinden İbrahim Ağa bin Hacı
Mehmed’dir. İbrahim Ağa 18082 kuruşluk geliri ile kentin en varlıklı kişisidir.
İbrahim Ağa’nın servetinin 13034 kuruşu Duhân (Tütün) Gümrüğü Mukataası’ndan
elde edilmektedir.
Köylerde ve mahallelerde yönetim, bulundukları mahallin genelde servet
bakımından varlıklı kişileri olarak gözüken muhtar ve imamların elinde bulunmaktadır.
Müdür, muhtar, imam, müderris, ziraat müdürü, zabtiye gibi muhtelif görevleri
uhdesine alan kişilere ait zirâi arazi ve hayvanlar ile değirmen, pirinç
dingi vs gayri menkûllerin tespit edilmesi bu kişilerin yönetim görevleri yanında
çiftçilik ve hayvancılık yaptıklarını göstermektedir.
Müderris, imam gibi dini hizmet veren görevlilere ait tütün işletmelerinin
tespit edilmesi ilginçtir. Nitekim Osmanlı toplumunda yıllarca tartışmalara konu
olan tütün yasağı kaldırılmış olmasına rağmen tütünün helal haram olduğu
konusundaki tartışmaların uzun süre hatta günümüzde bile devam ettiği
bilinmektedir.
18. yüzyıl başlarında, 1718’de Üskübü nüfusu ortalama 286 kişiden meydana
gelirken, 126 yıl sonra, 1844’te, olağan üstü artış kaydederek ortalama
5310 kişiye yükselmiştir. Nitekim kaza merkezi ortalama 520, kırsal alan ise
4790 kişiden meydana gelmektedir.
Nüfus 19. yüzyıl sonlarında 1310-1311/1892-1894’te ise 1098 kişiye,
1314/1896-1897 yıllarında 885 kişiye düşmüş, 1324/1906-1907 yıllarında ise
1220 kişiye yükselmiştir.
18. yüzyıl başlarında küçük bir merkez olan Üskübü nüfusunun 19. yüzyıl
ortasında olağanüstü düzeyde yükselip, yüzyıl sonunda da olağanüstü düşüş
kaydetmesinin nedeni Üskübü’ye bağlı olan birçok yerin 1870’te kaza olan
Düzce’ye bağlanmasıdır. Yani Üskübü bugün olduğu gibi 19. yüzyılın ikinci
yarısında da idari bir reform geçirerek küçülmüştür.
18. yüzyılın ikinci yarısında 1770-71’de yapılan cizye tespitinde Üskübü’de
sadece 12 cizye yükümlüsü gayri Müslim tespit edilmiştir.
Bu çerçevede nüfusun asıl ve esas unsurunu Türk ve İslam orijinli kişiler
meydana getirmektedir. Bunun nedeni bölgenin ilk Türk-İslam yerleşkelerinden
bir bölge olmasıdır. Nüfus içerisinde az da olsa Çerkesler, Tatar göçmenleri,
Haymana orijinli Kürd Şeyh Bezenli Aşireti mensupları ve Kıptîler bulunmaktadır.
Kent merkez ve kırsalında çok az gayri Müslim tespit edilmesi ve
bölgenin yüzyıllar boyunca Türk-İslam idaresi altında bulunması kent dokusunun
da bu yönde tekamül etmesini sağlamıştır.
Demircilik, kazancılık, elekçilik, kapıcılık, çöpçülük gibi meslekler günümüzde
olduğu gibi adeta Kıptîlerle özdeşleşmiş mesleklerdir.
1844’te Üskübü’de 38 yetim kişi tespit edilmiştir. Bu kişilerin ebeveynlerinin
hangi sebeple öldüğüne ilişkin herhangi bir bulgu tespit edilememiştir.
Üskübü Osmanlı ordusunun Asâkir-i Hassa-i Şâhâne ve redif askeri
ihtiyaçlarının karşılandığı bir kenttir. Bölgenin Batı Karadeniz’de bulunması
bazen sehven de olsa “Asâkir-i Bahriye” kentlerinden sayılmasına neden
olmuşsa da 1834’te bunun düzeltilmesi konusunda Saray’a arz yapılmıştır.
Bununla beraber 10 yıl sonraki 1844 sayımında bazı Üskübülüler’in Asâkir-i
Bahriyede bulunduğunun belirtilmesi bu kurala daha sonraki dönemlerde de pek
fazla uyulmadığını göstermesi açısından önemlidir.
Üskübü halkından, 1897-1900 yılları arasında 12 kişinin, Balkan Savaşları’ndan
Kurtuluş Savaşı sonuna kadar da 33 kişinin şehit düştüğü tespit
edilmiştir.
19. yüzyılın birinci yarıyılının sonlarında Üskübü’de kolera hastalığı
çıkmıştır.
Üskübü Osmanlı Devleti’ne menzilkeş, kerestekeş ve derbend hizmeti
veren önemli kentlerden birisidir. Menzil hizmeti olarak yılda 30 aded beygir
sağlamakta, derbend hizmeti olarak Gümüşova’da Eğridere bölgesinde kurulması
istenen 3 derbendden birinin masraflarını Düzce ile beraber karşılamakta
ve kereste olarak İznikmid ve Bendereğli (Karadeniz Ereğlisi) tersânelerinde
yapılan gemilerin kereste ihtiyaçlarını sağlamaktadır.
Devlet gerek yetim kalan kişilerin gerekse de gâib denen uzakta bulunduğu
için gayrimenkûlünü sahiplenmesi bir süreliğine imkansız görünen kişilerin
gayrimenkûllerini ve kayıp hayvanları sahibi ortaya çıkıncaya kadar koruma
altına alarak can güvenliği yanında mal güvenliğini de sağlamıştır. Yetim
kişilerin malları genelde gönüllü olan birinci derecede akraba kişilere işletmeye
verilerek bu malların enflasyon karşısında değer kaybetmesine izin verilmemiş
aynı zamanda bu malların ekonomik sürece katılması sağlanarak ekonomik
canlılık da sağlanmaya çalışılmıştır.
Devletin ölen kişinin mallarına birincisi tereke tahriri içerisinde ikincisi ise
tereke tahriri dışında ayrı bir tutanak düzenleyerek vasi tayin etmesi, vesâyet
işine verilen önemi göstermesi açısından önemlidir. Vasiler malları genelde
minimum 1 yıllığına maksimum 4 yıllığına işleterek yetim veya gâibin malının
atıl kalmamasına özen göstermişlerdir. Kaybolan hayvanlar ise sahibi ortaya
çıkınca, hayvan sahibi devlete yâve adında bir para ödedikten sonra hayvanına
sahip olabilmiştir.
Üskübü’ye ait şahsiyet, hurûfât ve vakfiye kayıtlarında görev silsilesinin
genelde evlat merkezli olması, hem kent merkezi hem de kırsal alanda bulunan
vakıfların ağırlık olarak zürri vakıflar olduğunu düşündürmektedir. İncelenen
vakıflarda, görevler, genelde ilkönce vâkıfların kendi uhdesinde, daha sonra ise
vâkıfın çocuklarından “ehil olana” geçmiştir. Bazı görevler ise yabancı kişilere
tevcîh edilmiştir.
Vakıflarda bazı suistimaller olmuşsa da bunlar istisna olarak kalmış, kişisel
faydanın nesilden nesile aktarılma gayesinden ziyade hizmet işlevi ağır bastığı
görülmüştür. Nitekim vakıf sahiplerinin vakıf ile ilgili görevleri genelde
çocuklarına devretmek istemelerine rağmen “nâ-ehil” olanlar veya görevi
usulsüzce uhdesine alanlar görevlere getirilmemiştir.
Kentin en önemli hayırseverleri Dilâver Ağa, Yeniçeri Mehmed Beşe,
Hacı Ahmed Ağa, Şeyh Şîblî ve Mehmed Fakih gibi kişilerdir. Dilâver Ağa
merkezde bir câmi, çeşme ve Çilmi Köyü’nde bir mektep inşa ettirmiştir. Mîlân
(Melen) Deresi Dîvânı’na bağlı A’saklar Köyü, Mîlân Nahiyesi Aşıklar Köyü,
Mîlân Nahiyesi’ne bağlı Şâhsuvâr (Şehsuvar) Köyü, Beçi ve Ortaköy’de kurulan
câmiler ise Yeniçeri Hacı Mehmed tarafından inşa edilmiş câmilerdir.
Üskübü’de 80 câmi ve mescîd, 20 mezra, 2 medrese, 1 hamam, birçok
mektep, çeşme, su kuyusu ve köprü gibi vakıflar tespit edilmiştir. Kentte medrese
bulunmasına rağmen Üskübü’den İstanbul ve İskenderiye’ye ilim öğrenmeye
gönderilen öğrencilerin bulunması bölge halkının ilme bakış açısını göstermesi
açısından önemlidir.
Kentin tespit edilen tek hamamı Hacı Şa’bân Hamamı’dır.
Gündoğmuş ve Kadı oğlu köylerinde bulunan vakıf mezralarla subvanse
edilen Mehmed Fakih Zâviyesi’ne görevli olarak atanan kişinin Halveti tarikatına
mensup ehli ilim bir kişi olduğunun vurgulanması, Mehmed Fakih Zâviyesi’nde
Sünni Halveti tarikatı mensuplarının etkin olduğunu ve bölgede böyle
bir hizmet yapıldığını düşündürmektedir.
Üskübü toprakları sadece Üskübü bölgesindeki câmi ve mescîdleri
subvanse etmemiştir. Nitekim Akkadı Mezrası Süleymaniye Câmisi'nin tedrîs-i
ulûm-u nâfiasına tahsis edilmiştir. Fidânî, Ketenciler ve Kemer gibi köylerde
bulunan bazı vakıf tarlalar da Molla Fenârî ve Şemsi Ahmed Paşa (Bolu)
câmilerine hasr edilmiştir.
Üskübü vakıfları içerisinde sadece yedi tane para vakfı tespit edilmiştir.
Bunların tamamı da kırsal alanda olup, altısı câmiye, biri medreseye hasredilmiştir.
Bunlar Düverdüzü Köyü Câmisi, Karaçörtlen Köyü Câmisi, Yeniköy
Câmisi, Laz Hamidiye (Kabalak) Köyü Câmisi (2 tane), Ballı (Ballar) Köyü
Câmisi ve Karaçörtlen Köyü Fehmiye Medresesi para vakıflarıdır.
Üskübü’deki câmi ve mescitlerde görev çeşidi olarak vesikalara muhtelif
görevler yansımıştır. Bu görevler, imamlık, vaizlik, hatiplik, müezzinlik, kayyûmluk,
hatiblik, ferrâşlık, devirhanlık ve mi’marlıktır. Büyük câmilere sala
müezzini yanında Cuma namazı için özel Cuma müezzinleri atanmıştır. Bu
veriler bize Üskübü câmi ve mescîdlerinin bir kısmında ibadethânenin büyüklüğüyle
orantılı olarak ihtisaslaşmaya gidildiğini göstermektedir.
Bölgenin bugün de önemli manevi dinamiklerinden birisi olarak kabul
edilen Şeyh Şîblî, bölgede daha önce tekke ve câmisiyle hizmet vermiştir. Şeyh
Şîblî ailesi ile ilgili arşivlerde tespit edilen ilk kayıt 1724 yılına aittir.
18. yüzyıl başlarında bölge halkının su ihtiyacı Üskübü yakınlarında bulunan
Sovcuk Pınarı denen pınardan getirilen su ile karşılanmaktadır. Dilâver Ağa
adı verilen hayırsever bir çeşme yaptırarak halkın su ihtiyaçlarının kolaylıkla
karşılanmasına vesile olmuş ancak Dilâver Ağa’nın çeşmeyi yaptırdıktan sonra
ansızın, çeşmeye bir vakıf yapmadan vefatı nedeniyle su yollarında bakım
yapılamamış ve Üskübü’de susuzluk baş göstermiştir. Susuzluk ancak devletin
yardım eliyle atlatılabilmiştir.
Orhan Gazi döneminde Osmanlı topraklarına katılan Üskübü’de Sultan
Orhan adına ait bazı vakıflar tespit edilmiştir. Bunlar Fidânî Köyü Câmi-i Şerifi
ile A’saklar Köyü ve Mîlân Dîvânı Çayırlı Cuma Oymağı Köyü’nde bulunan
vakıf tarlalardır. Mîlân Dîvânı Çayırlı Cuma Oymağı Köyü’nde bulunan vakıf
tarlalar Zekeriya Zâviyesi’ni subvanse etmektedir.
Bazı bölgelerde birden fazla ibadethânenin bulunması bu bölgelerde yerleşimin
dağınık olduğunu düşündürmektedir. Terzialiler Mahallesi’nde 1 tekke
(Şeyh Şîblî Tekkesi), Şeyh Şîblî ahfadının yaptırdığı 1 câmi ve 2 aded mescîd
kurulması gibi.
Üskübü’de servet birikiminin en yoğun olduğu aralık tıpkı kent merkezinde
olduğu gibi kırsal alanda da 501- 1000 kuruş arası olan servet aralığıdır.
Üskübü kent merkezinde olduğu gibi kırsal alanında da bulunan servetlerin
ortalama % 50’si bölgenin varlıklı ailelerinin uhdesinde bulunmaktadır. Kent
merkezinde hâne başına gelir ortalama 734,9 (kaza müdürü hariç) kuruşa tekâbül
ederken, kırsal alanda bu miktarın 839,4 kuruşa yükselmesi kır genelinin
kent merkezine göre daha varlıklı olduğunu düşündürmektedir. Kent merkezi ve
kırsal alanda yaşayan hânelerin ortalama % 40 civarının kendi yaşadıkları bölge
ortalamasının üzerinde bir gelir düzeyine sahip olması Üskübü kent ve kırsalında
halkın kısmen orta halli bir profil çizdiğini göstermektedir.
Üskübü’nün ekonomik durumu genelde tarımsal ve sınâi bir nitelik göstermektedir.
Kent merkezinde ekili alanlardan ortalama % 42 hâsıla elde edilirken
kırsal alanda da % 41 civarında hâsıla elde edilmesi Üskübü merkez ve kırsalının
aynı oranda verimlilik düzeyine sahip olduğunu göstermektedir. Nitekim
kent merkezinde hâne başına ekili alan miktarı ortalama 0,16 dönüm iken, kırsal
alanda ortalama 0,14 dönümden biraz daha fazladır.
Üskübü’de genelde küçük ve aile içi tüketime yönelik tarım işletmeleri
kurulmuştur. Bununla beraber bölgede 82 Orta ve 2 büyük işletme tespit edilmesi
bölgenin kendi dışına da sübvansiyon yaptığını düşündürmektedir. Kır ve
kentin en büyük tahıl işletmesine kent merkezinde oturan ve bölgenin en varlıklı
kişisi olan Kaza Müdürü Topçuzâde İbrahim Ağa bin Hacı Mehmed sahiptir.
Tarımsal faaliyetlerin genelde hâne içi tüketime yönelik küçük işletmeler
olması tarımda ücretli işgücü çalıştırmayı sınırlamış olmalıdır.
Üskübü’de 682 aded tütün işletmesi tespit edilmiştir. Bu işletmelerin tamamı
küçük işletmelerdir. Tütün işletmeleri küçük de olsa bölge halkının önemli
bir kısmının geçim kaynağı haline gelmiştir. 1844 yılında Üskübü merkez ve
kırsalında toplam 4411,5 kıyye tütün üretimi yapılmıştır. Üskübü’deki tarımsal
işletmeler içerisinde alan açısından üçüncü sırada bulunan tütün işletmelerinden
en yüksek verimin alındığı görülmektedir. Bu durum bölge topraklarının tütün
işletmeciliğine son derece uygun olduğunu göstermektedir.
Üskübü’de 548 aded küçük, 18 aded orta büyüklükte pirinç işletmesi tespit
edilmiştir. 1844’te toplam 1141 kile pirinç üretimi yapılmıştır. Kent merkezinde
alan açısından ikinci sırada bulunan pirinç tarlalarından elde edilen verim yüksek
olduğu halde kırda buğday, arpa gibi hubûbâtların üretimi pirincin yerine
geçmiştir.
Üskübü’de sadece kırsal alanda keten üretimi yapılmaktadır. 389 aded
küçük keten işletmesi tespit edilmiştir. 1844’te toplam 2681 kıyye keten üretimi
yapılmıştır.
Üskübü’de 4706 aded ve 15,75 dönüm meyve ağacı tespit edilmiştir. Meyve
ağaçları içerisinde elma, kiraz, yemiş, ceviz, armud, erik gibi muhtelif meyve
ağaçları bulunmaktadır. Bu ağaçlardan 585 adedi erik ağacıdır. Meyve sektörünün
en gelişmiş olduğu bölgeler Yukarıkaraköy, Aşağıkaraköy ve Arabacılar’dır.
Üskübü merkezinde 482 adet büyükbaş hayvan ve 12 aded arı kovanı
tespit edilmesine rağmen, kırsal alanda 5111 adet büyükbaş hayvan ve 963 aded
arı kovanı tespit edilmesi hayvancılık sektörünün kırda daha fazla geliştiğinin
en önemli göstergesidir. Büyükbaş hayvancılık olarak ağırlık olarak süt sığırcılığı
egemen bir durumdadır. Hem kırda hem de kent merkezinde az da olsa
küçükbaş hayvancılıkta yapılmaktadır. Üskübü’nün tepe bir yerde bulunması
engebeli araziye dayanıklı, beslenmesi kolay ve çabuk üreyen bir hayvan olan
keçinin yetiştirilmesi için doğal bir ortam olmuştur.
Devlet kayıt dışı ekonominin önüne geçebilmek için vergiye tabi gayrimenkûllerin
ve hayvanların sadece içinde bulunulan yıl değil gelecek 3-4 yıl
içerisindeki olası gelirlerini de hesap ederek kayıt altına almıştır. Devlet günümüzde
bazı çağdaş hükümetlerin yaptığı gibi kentte ileriki yıllarda hâne başına
elde edilecek olası miktarları yüksek hesap ederek adeta ileriki yıllarda kentin
gelir seviyesini yükseltmeyi hedefleyip halkı da bu yönde manipüle etmiştir.
Yine vergisini vermeden vefat eden kişilerin miraslarına el koyarak verginin
mirastan alınması da bu çerçevede değerlendirilmesi gereken bir girişimdir.
Temmettuat Defterleri’nden elde edilen veriler, kişilerin servet düzeylerine
bakılarak düzenlendiği için, bu defterler varlıklı hâneler yanında düşük gelirli
fakir insanların da ekonomik profili ve ödediği vergiler konusunda veriler
sunmaktadır. Bu çerçevede devletin fakir olarak tanımladığımız insanlardan
genelde vergi almadığı tespit edilmiştir. Bu durum, Osmanlı’da sosyal güvenliğin,
varlığını haber vermesi açısından dikkate değer bir husustur.
İhtisaslaşmış mesleklerin ve işyerlerinin sayısı son derece azdır. Bu durum
bölge halkının ihtiyaç duyduğu muhtelif işleri kendi imkanlarıyla gerçekleştirdiğini
düşündürmektedir.
Bölgede ihtisaslaşmış mesleklerin azlığı bazı meslek gruplarını birden
fazla mesleği icra etmeye de itmiştir. Demircilerin nalbantlık yapması gibi.
Gerek kent merkezinde gerek kırsal alanda birçok meslek grubuna ait işyerinin
tespit edilememesi bu mesleklerin seyyar olarak yapıldığını düşündürmektedir.
Kent merkezi kıra göre mesleki çeşitliliğin daha yoğun olduğu bir mekandır.
Kırın demografik yoğunluğu ve kırda tarımsal orijinli mesleklerin çoğunluğu
kırdaki mesleki gelir oranını kent merkezine göre olağanüstü düzeyde
yükseltmiştir.
Kent ve kırda bulunan değirmen, pirinç dingi ve su hızarları bölge halkı
tarafından müşterek bir şekilde işletilmiştir. Değirmen ve pirinç dingleri işleticilerinin
önemli bir kısmı varlıklı veya statü sahibi kişilerden meydana gelmektedir.
Bölgedeki değirmenler gün hesabına göre işletilmiştir. Aileler varlık durumlarına
göre maksimum 2 günde bir, minimum 25 günde bir olmak üzere
değirmenleri kendi uhdelerine almışlardır.
Kırsal alanda bulunan su hızarı, su değirmeni ve pirinç dingi işletmeciliği
bir arada düşünüldüğünde bölgede her üç sektörden elde edilen gelirin %
56’sının su hızarından, % 29’unun su değirmeninden % 15’inin ise pirinç dingi
işletmeciliğinden sağlandığı görülecektir. Her 3 sektörün bir arada bulunduğu
yer Avlıyan ve Çilimli bölgeleridir.
Demircilik, kalaycılık, elekçilik gibi metalürji alanına özgü meslekler Kıptî
gruplar tarafından yapılmıştır. Bu kişilere ait herhangi bir işyerinin tespit
edilememesi bu mesleklerin seyyar bir şekilde yapıldığını akla getirmektedir.
Üskübü Osmanlı başkentinin kereste ve odun ihtiyaçlarını karşılayan kentlerden
birisidir. Kent merkezinde 3, kırsal alanda ise 644 kişinin kereste ve odun
sektörü ile uğraşması bu sektörün kırsal alanda daha fazla tekamül ettiğini
göstermektedir. Kereste ve odun sektörünün en yaygın olduğu yerler sırasıyla
Sarıkasımlar, Melen, Yukarıkaraköy, Çilimli ve Gideni bölgeleridir.
Kent merkezi genelinde ortalama % 13 oranında öşür, % 87 oranında vergüy-
i mahsûsa toplanmışken, kırsal alanda ortalama % 89,3 oranında vergüy-i
mahsûsa, % 10,6 oranında öşür toplandığı tespit edilmiştir. Kent merkezi ve
kırdaki öşür oranlarındaki benzerliğin nedeni hem kentte hem de kırda ekili
alanlardan elde edilen gelirin birbirine yakın oranlarda olmasıdır. (% 41-42).
Üskübü’de insanlar bedenleri üzerine gömlek, entâri, yelek, aba, cübbe,
yağmurluk, palto ve salta başlarına fes, sarık, yazma ve örtme, bellerine şal ve
kuşak giymişlerdir. Pantolon olarak şalvar, çakşır ve potur giyilmiştir. Erkekler
aksesuar olarak varlık seviyelerine göre saat, tütün tabakası ve sarı, siyah ve
kırmızı tesbihler kadınlar ise saçlarına siyah ve yaldız desenli kaytanlar ve
ayaklarına halhal takmışlardır.
Konutlarda oda mefrûşâtı olarak mak’ad, perde, minder, şilte, kilim, hasır,
seccade, sandık (elbise dolabı) ve ayna, mutfak takımı olarak kahve ve çay takımları,
sini, küp, desti, ibrik, tencere, tava, tepsi, subakırı (güğüm), leğen, sahan,
anbar, saç ayağı, tas, bakraç ve kazan yatak takımı olarak yatak (döşek),
yorgan ve yastık aydınlatma aracı olarak mum, şamdan ve lanba, ısınma aracı
olarak ise mangal kullanmışlardır. Bu malzemelerin çoğunun tür, desen ve renk
özelliklerine ilişkin pek fazla veri bulunmamaktadır. Bazı konutlarda çay takımlarına
rastlanması çayın 19. yüzyıl sonlarından itibaren Türk mutfağına girmeye
başladığını göstermesi açısından önemlidir. Konutlarında avan nuhas (bakır)
bulunan aileler genelde servet bakımından varlıklı ailelerdir.
Bölgede özel olduğunu düşündüğümüz silah çeşitleri şunlardır: Burder
tüfenk, tabanca, Laz kaması, Yatağan bıçağı ve (Çerkes) kılıcı.
Bölgede kullanılan tarımsal faaliyetlerin vazgeçilmez malzemeleri ise şunlardır:
araba, düven, saban, boyunduruk, gürebe (bir tür balta), bel, orak, tırpan,
bıçkı ve destere, örs, çekiç, nacak, keser, kazma, burgu (matkap), balta, çapa,
çuval, dağarcık ve heybe, sarat (kalbur), kantar vs.dir.
Üskübü başlangıçta ayrı bir kaza iken daha sonra nahiyeye dönüştürülmüştür.
Kaza iken bölgede bir kadılık kurulmuştur. Fakat mahkemenin tam
olarak yerinin neresi olduğu konusunda bir bulgu tespit edilememiştir. Nahiye
olduğu dönemlerde hukuki işlerini bağlı bulunduğu Düzce Kazası mahkemesi
aracılığıyla yürütmüştür. Ancak bölgenin Düzce’ye uzak olması bölge halkının
hukuki işlemlerini genelde günümüz avukatlarına benzeyen dava vekilleri
aracılığıyla yürütmesine neden olmuştur. Dava vekilliği genelde erkeklere özgü
bir meslek grubu haline dönüşmüştür. Dava vekillerinin muhtelif tarihlerde
muhtelif davalarda vekil olmaları ve bazı fakir olduğu anlaşılan ailelerin dava
vekili tayin etmeden kendi işini kendisi görmeye çalışması bu işin para ile
yapıldığını akla getirmektedir.
Mahkemeler kendilerine bir şikayet geldiği zaman ilkönce davacı ile ilgili
kimlik tespiti yaparak tutanaklar hazırlamışlardır. Davaların çözümünde kadı
veya nâib sadece kendi iradesiyle olayları çözüme kavuşturma yoluna gitmemiş,
dava vekillerinin savunmaları, şuhûdu’l hal denen saygın kişilerin ve şahitlerin
referanslarını da dikkate almıştır.
Olaylar mahkemeye taşınmadan “muslihûn” denen ara bulucular tarafından
çözüme kavuşturulmaya çalışılarak mahkemenin yükü azaltılmaya çalışılmıştır.
Araştırma kapsamı belgelerde Üskübü’de sadece 3 kişinin çok eşle (2 eşli)
evlilik yaptığının tespit edilmesi bölgede monogami evlilik tipinin (tek eş)
yaygın olduğunu düşündürmektedir.
Üskübülü kadın ve erkekler boşanma davalarında genelde muhalaa denen
anlaşmalı boşanmayı tercih etmişlerdir. Ancak erkeklerin bazısının boşanmadan
sonra kadının mehr ve nafakasını ödemede duyarsız davranması kadının hakkını
aramak için mahkemeye başvurmasına neden olmuştur.
Üskübü’de 1844 yılında yapılan sayımda 1450 adet Müslüman erkek adı
içerisinde 188 Mehmed, 154 Mustafa, 135 Ahmed, 107 Hüseyin, 104 İbrahim,
101 Hasan, 100 Ali, 82 Halil, 79 Osman, 67 İsmail, 44 Ömer adının tespit edilmesi
bölgenin Türk-İslam dokusuna işaret etmesi açısından önemlidir.
Bölgede bulunan Terzialiler Mahallesi, mahallede yaşayan Terzi oğlu sülalesine
istinaden, Ağsaklar Köyü, köyde bulunan Ağsak Dede vakıf mezrasına
istinaden, Lazdüz (Düzköy) Köyü ise bölgeye Rize Sancağı Hopa Kazası’na
bağlı Düz Köyü’nden göç eden kişilere istinaden isimlendirilmiş olmalıdırlar.
Şeyh Şîblî Tekkesi Terzialiler Mahallesi’nde kurulmasına rağmen Tekke
Mahallesi de Şeyh Şîblî Tekkesi’nin manevi nüfuzunun büyüklüğüne istinaden
isimlendirilmiş olmalıdır.