Content uploaded by Ömür Karslı
Author content
All content in this area was uploaded by Ömür Karslı on Feb 05, 2017
Content may be subject to copyright.
58
İktidarın Gölgesinde Fahiş İmgeler
Ömür Karslı*
Geride bıraktığımız yüzyılın önde gelen oyun
yazarlarından Jean Genet(1910-1986)’nin oyunlarına
ülkemizde canlı ve yoğun bir ilginin olduğu söylenebilir.
Devlet ve belediye tiyatrolarının yanında özel tiyatrolar
da Genet’nin çeşitli oyunlarını sahnelediler ve yeni
yorumlarla sahnelemeye de devam ediyorlar. Birkaç yıl
önce Dip Sahne oyuncularından Zenciler’i izlemiştim.
Geçen sene ise Bakırköy Belediyesi Tiyatrosu
prodüksiyonu Hizmetçiler’i seyretme şansım oldu.
Bakırköy Belediyesi Tiyatrosu’nun Hizmetçiler’i bu sene
de sahne almaya devam ederken bir Genet oyunu daha
izleyicilerin karşısına çıktı. Genet’nin 1956’da kaleme
aldığı Balkon, Mekan Artı’nın yorumuyla hayat buluyor.
Genet’nin oyunlarının böylesine ilgi uyandırmasına
şaşırmamak gerek. Genet’nin oyunları oldukça cesur ve
kimi zaman sert bir söyleme sahip olmasına karşın
karakterlerinin çoğul kişilikleri, absürde varan atmosfer
ve izleyicinin tenine batan güncelliğiyle farklı okumalara
fırsat tanıyor. Genet oyunlarının bir kalıba
hapsedilememesinin, farklı tarzları barındırmasının da
bunda payı olmalı. Genet’nin oyunlarındaki karakterlerde
absürd tiyatronun izlerine sıklıkla rastlayabileceğimiz
gibi, oyun kişilerinin kimlik arayışlarını, ahlak
bocalamalarını göz önüne aldığımızda varoluşçu tiyatro
da akla gelmektedir. Ancak Genet’nin ayırt edici tarafı,
söyleminin şiddeti ve şiddetin erotik olan ile ironiği de
içermesidir. Üstelik bu şiddeti sarmalayan politik ufuk
Genet oyunlarına asıl kimliğini verir. Bu açıdan
bakıldığında Genet oyunlarını sahnelemek içerdiği
metaforların çoğul anlamı ve politik-etik göndermeleriyle
keyif verici görünmekle birlikte, erotizm şiddet ve
ironinin dengeli yapısını korumak bakımından da
güçlükler barındırmaktadır.
Balkon1, Genet’nin Sıkıyönetim(1947) ve
Hizmetçiler(1947)’den sonra yazdığı üçüncü oyunu.
Oyun, yazılmasının ardından dünyanın birçok
başkentinde de sergilenmiş. Fakat Genet bunların
neredeyse hiçbirini bütünüyle beğenmemiş ve ‘Balkon
Nasıl Oynanmalı?’ başlıklı kısa bir metin kaleme almış.
Yazarın karakterlere, kostümlere, tempoya ilişkin birçok
notunun bulunduğu yazısında en ilginç notu ise sonda yer
* Araş. Gör., Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Felsefe Bölümü,
omurkarsli@yyu.edu.tr
1 Jean Genet, Balkon, çev. Uğur Ün, 1. bs., İstanbul: Ayrıntı
Yayınları, 1990.
alıyor2; “Bu oyun falan ya da falan şeyin bir hicvi gibi
oynanmamalı. Oyun imge ve yansımanın yüceltilmesidir,
bu nedenle böyle oynanmalıdır. Anlamı - hiciv özelliğini
taşısın taşımasın - ancak bu şekilde ortaya çıkacaktır.”
Genet’nin bu uyarıda bulunmasının nedeni, Balkon’un
kolaylıkla güncel toplumsal yapı ve ilişkilerin metaforu
olarak yorumlanabilmeye açık olmasından
kaynaklanmaktadır. Gerçekten de Balkon, toplumun
dışlanmış alt kesiminden, hırslı orta kesiminden ve
‘muteber’ üst kesiminden karakterler barındıran kalabalık
kadrosuyla panoramik bir toplum tablosu çizmekte,
güncel toplumsalın ironik ve ürkütücü bir yansıması
olarak görünmektedir. Bu çatışmalı durum, Genet’nin
oyunun yorumlanma biçimine ilişkin arzusuyla oyunun
ilk elde yorumlanış biçimi arasındaki karşıtlık, oyuna
daha yakından bakmayı, oyunun çok katmanlı yapısını
daha incelikle gözden geçirmeyi gerekli kılmaktadır.
Balkon, aslında İrma’nın işlettiği bir genelevdir. Ancak
bu genelev, müşterilerinin yalnızca cinsel arzularını
tatmin ettiği bir mekan değil, öncelikle müşterilerinin
hayallerindeki imgelere bürünmelerine olanak tanıyan,
onların kimlik arzularını doyurdukları bir mekandır.
İrma’nın genelevindeki farklı salonlarda müşterilerinden
biri başpiskopos rolüne bürünürken, bir diğeri yargıç ve
bir başkası ise general kılığına girebilmektedir. İrma,
müşterilerinin rahatı için arzu edilen imgelerin
gerektirdiği tüm kostümleri ve aksesuarları hazırlamakta,
her odayı imgesinin gereklerine göre uyarlamakta ve
müşterilerin kimlikler üzerinden orgazma varabilmesi
için odalarda olan biteni takip etmektedir. Genelevinin
her odasını bir tiyatro sahnesine çevirdiği için İrma
işletmesine yansımalar evi demektedir. Ancak yansımalar
evinin kilitli odalarında müşterileri şiddet ve merhametin
sahte sarkacında yaralanmış tatminlerin izini sürerken,
dışarıda sokaklarda mitralyöz ve top sesleri
duyulmaktadır. İsyancılar sokakları yakıp yıkmakta, işgal
etmekte ve krallık sarayını kuşatmak için ilerlemektedir.
Dışarıdaki bütün kargaşadan ve isyancıların dehşet saçan
gücünden kraliçenin sarayının yakınındaki İrma’nın
yansımalar evinin de etkileneceği kaçınılmazdır.
Mitralyöz ve top sesleri, müşterilerini düşsel zevklerin
hararetinden sokağın dondurucu gerçekliğine savururken
en çok da yıllar içinde özenle kurduğu evinin ve içindeki
fahişeleriyle kendinin geleceğini düşünen İrma’yı
kaygılandırmaktadır. Çünkü İrma’ya göre isyancılar
geldiklerinde herkesi öldürecek ve evini de
mahvedeceklerdir. İsyanın önüne geçebilecek tek kişi,
yansımalar evine gelmesi merakla beklenen emniyet
2 Genet, a.g.e., 14.
59
müdürüdür. Oyunun ortasında sahneye çıkan emniyet
müdürü ise isyanın bastırılmasından çok kendi imgesi ile
ilgilenmektedir; en büyük arzusu İrma’nın genelevinde
müşterilerden birinin kendi imgesine bürünmek istemesi,
kendi imgesinin hafızalara kazınarak temsillerde
çoğalmasıdır. Bu nedenle emniyet müdürünün gözünde
isyan, kendi imgesinin kahramanlaşması ve sonsuzluk
kazanması için fırsattır. Ancak beklenmedik gelişmeler
emniyet müdürünü değil, patroniçe İrma’yı iktidara taşır
ve beraberindeki müşterileri, kendilerini birdenbire
arzuladıkları imgenin ta kendisi olarak gerçekliğin içinde
bulurlar.
Balkon, imgeleri, imgelerin baştan çıkaran gücünü,
bireylerdeki yansımalarını ve yarattığı kimlik
bunalımlarını, bunların gölgesindeki ahlakı tartışmaya
açan, çarpıcı kişileri ve değişken atmosferi ile seyirciyi
de afallatan ve yazarın sorunlarını sahiplenmeye zorlayan
bir yapıt. İmgeler ve bağlı oldukları kimliklerin konumu
ile gerçekliği, internetin yaygınlaşmasıyla birlikte sosyal
bilimler alanının da inceleme konularından biri olmuştur.
Günümüzde insanlar sosyal medya aracılığıyla istedikleri
kimliklere bürünmekte, arzuladığı kimlikler içinde
kendini akıllı cihazlar üzerinden tatmin edebilmektedir.
Çağdaş bireyin kimlikler arasındaki kararsızlığı ve
yolculuğu kimilerine göre modern sonrası toplumun
temel özelliğidir. ‘Akışkan modern’ terimini öne çıkaran
Bauman’a(d. 1925.) göre kimlik bitimsiz bir
mücadeledir3; “Bugün kimliklerin ancak devamlı bir
yeniden müzakere sürecinde var olduklarını da iddia
ediyorum. Kimliğin oluşumu, ya da daha doğrusu
kimliğin yeniden oluşumu asla tamamlanmayan, hayat
boyu süren bir işe dönüşür; hayatın hiçbir noktasında
kimlik ‘nihai’ değildir. Hayat koşulları ile fırsatlar ve
tehdit dizileri asla değişmeyi kesmediği için, hep
tamamlanmamış bir yeniden uyarlama işi baki kalacaktır.
Bu sürecin ayrılmaz bir parçası olan ‘nihayetsizlik’, yani
kendi kimliğini saptama işinin çare bulunamaz
sonuçsuzluğu, pek çok gerginlik ve endişeye sebep olur
ve bu endişenin basit bir devası yoktur.” Kimlikler ve bu
kimliklerin imgeleri etrafındaki haleler oyun kişilerinin
aksiyonunu yönlendirerek Balkon’un yatay boyutunu
oluşturmaktadır. Bununla birlikte oyuna derinlik katan
dikey boyutta ise iktidarın imgeler üzerindeki hâkimiyeti
sorgulanmaktadır. İktidar, imgeleri yaratan ve yöneten
bir güç olarak imgeler üzerinden topluma baskı
kurmakta, imgeleri pazarlayarak bireyleri avlamakta ve
harcamaktadır. Bu noktada Genet’nin Balkon’u iktidarın
3 Zygmunt Bauman, Etiğin Tüketiciler Dünyasında Bir Şansı
Var Mı?, çev. Funda Çoban ve İnci Katırcı, 1. bs., Ankara: De
Ki Yayınları, 2010, 16-17.
doğasının toplumdaki imgelerle ilişkisini açığa çıkararak
güncel olandan sıyrılır ve evrensel olanı yakalar.
Mekan Artı’da yeniden sahnelenen Balkon’da ise
yönetmen ve ekibinin metne getirdiği farklı yorumlar
dikkat çekmekte, yapılan eklemeler ve eksiltmeler
tempoyu zedelemeden derinlikli eseri layığıyla
canlandırmakta. Oyunu sahnelemeye dair en önemli
değişikliği yönetmen kendi dile getirmekte, oyun için
hazırlanmış föyde şöyle demektedir; “Gönül isterdi ki
metne sadık kalarak Genet’e ihanet etmemiş olalım.
İmkânların el verdiği kadarıyla da bunu yapmaya çalıştık
yine de sizlerinde öngöreceği ve anlayacağı gibi
koşullarımız gereği oto sansüre zaman zaman teslim
olduk.” Ancak yönetmenin bu sözlerine karşılık oyun,
erotik sahneleri ve bazı sahnelerdeki politik analojileri ile
gayet cesur. Yönetmenin oto sansür ile kastettiği,
Genet’nin metinde belirttiği çıplaklıklar ise, yönetmenin
bu çıplaklığı yansıtmadan yarattığı erotik sahneler ile
başarılı bir değişiklik yaptığı söylenebilir.
Mekan Artı’nın sahnelediği Balkon, Genet’nin metninden
biçimsel olarak farklılıklar barındırmakta. Genet’nin
metni tek perde ve dokuz sahneden oluşurken, yönetmen
Ufuk Tan Altunkaya ise iki perde ve ilkinde üç,
ikincisinde beş olmak üzere sekiz sahne halinde sahneye
taşımış oyunu. Oyun dekorlarında ise zengin, gösterişli
ve detaycı bir tavır yerine minimal bir tutum takınılmış
ve metaforik anlamlara da sahip aynalar işlevsel değil
ama simgesel olarak kullanılmış. Basamaklandırma
yoluyla üçe bölünen sahne sayesinde farklı tabloların
aynı sahnede oynanmasına imkân verilmiş.
Oyunun en iyi sahnesi olarak gördüğüm yarım saat süren
ilk tabloda, Genet metninde peş peşe gelen üç tablo aynı
sahnede oynanmakta. Piskoposun, yargıcın ve generalin
tablolarının aynı sahnede yer almasını ve söz ile eylemin
bir karakterden diğerine sekerek dolaşmasını sağlayarak
hem dinamik bir üslup tutturulmuş hem de genelevin
havası başarıyla yansıtılmış. Bununla birlikte
sahnelerdeki fahişe ve cellatların sayısının arttırılması ve
aralarındaki dengeli rol dağılımı sahnelere renk katmış.
Kalabalık sahneler ilk sahnede olduğu gibi oyunun
tamamında da ustalıkla yönetilmiş ve sahnelerde başarılı
bir kompozisyon çizilmiş. Ancak sado-mazoşist bir seks
filmini anımsatan bu ilk sahnede kimi eksiklikler de
bulunmakta. Yaklaşık otuz dakika süren sahne boyunca
İrma’nın evinin dışındaki devrime dair yaşananların
sezdirilmemesi, ikinci sahnede İrma ile Carmen
arasındaki diyalogda sırasının gelmesi, Genet’nin
metninde oyunun başından sonuna dağılmış isyan ve
devrim izleğini cılızlaştırmış. Öte yandan yine ilk
60
sahnedeki bu eksiklik, müşterilerin fantezileri ile
gerçeklik arasındaki diyalektikten doğan ironinin de
elden kaçmasına sebep olmuş. İlk perdenin tamamında
ironinin ıskalandığını, oyunun gergin bir tonda
seyrettiğini söylemek mümkün. Yalnız ikinci perdenin
bazı sahnelerinde ironiyi bulabiliyoruz.
Mekan Artı’nın yorumunu öne çıkaran özellikler, hâkim
ve kararlı bir yönetmenliğin yanında güçlü oyunculuklar
ve dramaturjik tercihler. Masumiyet ile günah arasındaki
kararsızlığı mimikleriyle çok iyi yakalayan başpiskopos
rolünde Sezgi Mengi; abartılı jestleri, esnek beden
kullanımı ve doğru makyajla yargıç rolünde Cihan Esen;
hem bir soytarıyı hem de erk sahibi bir bürokratı aynı
kostümde verebilen elçi rolündeki Halit Can Ünal
parlıyor. General rolündeki Ozan Ceylan’ın belki kimi
eylemleri daha vurgulu olsa oyunculuğunun akılda
kalıcılığı artardı. Ancak kesinlikle kılıcının değiştirilmesi
gerekiyor; çünkü kılıçtan çok büyük bir bıçağı andırıyor
elindeki. Bunun yanında emniyet müdürünün metinden
farklı olarak topal ve bastonlu bir karakter olarak
çizilmesi oyuna yenilik katan uyumlu ve harika bir tercih
olmuş. Böylece emniyet müdürünün hırslı ve marazi
ruhu, sakatlanmış iktidarı ustalıkla resmedilmiş; role can
veren Eray Karadeniz de dramaturjik tercihlerin hakkını
vermiş. Oyunun en önemli karakterlerinden İrma’nın ise
makyajının abartılı olmasını doğru bir tercih olarak
bulmadım. Bu makyaj ve kostüm seçimi ile İrma, sürreal
bir dünyadan kopup gelmiş gibi gerçek olmayanı temsil
ediyor halde. Oysa İrma yansımalar evinin kurucusu
olmasına rağmen gerçeğe ayakları en çok basan, evin
dışındaki isyancıların kaygısı içini kemiren bir
karakterdir. Dolayısıyla İrma’nın makyaj ve kostüm
seçiminde bir değişikliğe gidilmesi gerektiği, iki farklı
katmanı, gerçekliği ve yansımayı temsil edebilecek iki
kostüm ve makyaj seçmenin karakterin çatışmalı
içyapısını daha iyi anlatabileceği görüşündeyim. İrma’nın
karşısındaki Carmen de zayıf kalmış. Carmen rolünde
Ceylan Dizdar, kırılgan ve kötücül fahişeyi oynarken
başarılı olmakla birlikte İrma ile oynadığı sahnelerde
gücünü gösteremiyor. İrma ile Carmen arasında patron-
işçi ilişkisine ilaveten duygusal bir bağlılık da
bulunmaktadır. Üstelik Carmen de bir anne olarak birçok
çatışma yaşamaktadır; bir yandan kızına kavuşmak,
kızının başına bir şey gelmemesini istemekte, bir yandan
da işçi olarak sömürüldüğünü düşünmekte ve düşsel
oyunlardan sıkılmaktadır. Ama ne yazık ki Carmen bu
yoğun duygusal mücadeleyi aktaramıyor ve İrma’nın
hareketliliği karşısında soğuk ve mekanik duruyor. Son
olarak, saydıklarımızın dışında fahişe ve cellatların
kostümlerinin, makyajlarının ve oyunculuklarının da
yerinde olduğunu ve gerekeni verdiğini söylemeyi
unutmamalıyım.
Olumsuz bulduğum yanlarına karşın Mekan Artı’nın
Balkon’u, üstesinden gelmenin zor olduğu Genet’nin
oyununu, ilgi çekici yorumu ve cesur sahneleyişiyle keyif
verici bir deneyime dönüştürmüş. Genet’nin yanılsama
ile gerçekliği iktidarın kıskacında tersyüz ettiği Balkon,
Mekan Artı’nın yarattığı ürkütücü ve şehvetli, fantastik
ama şiddet yüklü atmosferi ile seyirciyi soru işaretlerinin
ortasında bırakmayı başarıyor.