İnsan vücudunda yararlı, zararsız ve zararlı mikroorganizmalar bulunur; bunların tümüne mikrobiyom denilmektedir. Çoğunlukla mikrobiyota ile mikrobiyom kelimeleri aynı anlamda kullanılsa da mikrobiyom kelimesi daha çok belirli bir alanda yaşamını sürdüren mikrobiyotanın kalıtımsal havuzu ve bunun çevreyle olan arasındaki ilişkiyi tanımlamaktadır (Güner ve Çınar, 2017). Mikrobiyota denildiğinde genel olarak ilk gastrointestinal sistem düşünülse de deri, akciğerler, ağız boğluğu, genitoüriner sistem ile amniyon sıvısında mikrobiyomlar yaşamaktadır (Kalip ve Atak, 2018). Bu dokularda bulunan mikroorganizmalar, vücut hücreleri ile birbirlerine karşılıklı yarar sağlayan bir ilişki içerisinde yaşamını sürdürmekte insan fizyolojisinin şekillendirilmesi, devamının sağlanması ve homeostazda aktif bir şekilde görev alarak adeta bir organ görevini üstlenmektedir (Güner ve Çınar, 2017). Sağlıklı mikrobiyotanın ne olduğu henüz tartışma konusudur. Yapılan araştırmalarda, hastalık halinde ortaya çıkan sağlıksız mikrobiyota için “disbiyozis” terminolojisi kullanılmaya başlanmıştır. Sağlıklı mikrobiyota için ise “öbiyozis” terminolojisi kullanılmaya başlanmıştır (Alagöz, 2017). Pekçok yeni araştırma, mikrobiyal bozukluğun;anksiyete, depresyon ve nörodejenerasyon gibi bazı nörolojik hastalıklara neden olduğunu belirtmektedir. Bağırsak mikrobiyotasının; merkezi sinir sistemi ve kronik inflamasyon arasındaki ilişkisine bakıldığında, mikrobiyal disbiyosizin beynin fonksiyonlarını etkileyeceği ve dolayısıyla bilişsel-davranışsal anomalilere neden olabileceği öngörülür (Oriach vd., 2016). Serotonin; depresyon ve saldırganlık gibi durumların kontrol altına alınmasında görev alan ve barsak-beyin mikrobiyota aksında etkili bir sinyal mokelüldür. Gastrointestinal Sistem sekresyonları ve sinyallerinde etkin görev alır (O’Mahony vd., 2015). Bağırsakta ve kan beyin bariyerinin yapılarında sıkı bağlantı proteinleri bulunmaktadır. Bu proteinler hücreler arasındaki geçirmezliğe yardımcı olur. Kan beyin bariyerindeki bu proteinler bağırsakta bulunan proteinler ile aynıdır (Hawkins ve Davis, 2005). Yapılan çalışmalar bağırsakta bulunan mikrobiyotanın özellikle disbiyozis durumunda, nörolojik hastalıkların hem gelişimini etkileyebileceğini hem de hastalığın oluşumunu başlatabileceğini düşündürmektedir. Bağırsak mikrobiyotası yaşlandıkça çeşitliliği azalmaktadır ve bu durum nörodejenerasyon gelişiminde önemli bir faktör olmaktadır. Bilişsel davranış bozukluğu; Alzheimer Hastalığı (AH)’nın bir özelliğidir ve bağırsak mikroorganizmalarının bilişsel davranış kabiliyeti üzerindeki etkisi, AH’nın patogenezinde bağırsak mikroorganizmalarının rolünü ortaya koymuştur (Alagöz, 2017). Bağırsak bariyer fonksiyonunda bir bozukluk olması ve geçirgenliğin artması bağırsak mikrobiyotasının Alzheimer Hastalığı’nın patofizyolojik sürecine katılabileceğini göstermektedir (Zhu vd., 2017). Alman nöropatolog Alois Alzheimer tarafından 1906 yılında tanımlanan Alzheimer Hastalığı; nöral yapılarda ilerleyici hücre kaybıyla karakterize bellek kaybı tablosudur (Bıyıklı ve Şanlıer, 2014). Demans sendromları içinde en çok görülen Alzheimer Hastalığı, bellekte ağır bozukluk ile beraber iradede, karar vermede, dikkat etmede, oryante olmada ve kişilikteki bozukluklarla kendini belli eden sürekli ilerleme gösteren ve ölümle sonuçlanabilen nörodejenerasyona neden olan bir hastalıktır (Alzheimer, 2015). Kazanılmış entelektüel işlevsellik azalmıştır (Yalçın ve Rakıcıoğlu, 2018). Bağırsak Mikrobiyotası; metabolitleri, beyinsel süreçler ve davranışların modülasyonu, stres cevabını, depresyon davranışını, ağrı modülasyonunu, sindirim sürecini ve beyin biyokimyasal yapısını da etkilemektedir. Hayvan çalışmaları; duygusal davranış, stres, ağrı regülasyonu ve beyin nörotransmitterleri ile ilgili tüm sistemlerde bağırsak mikrobiyotasının önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Aynı zamanda bağırsak mikrobiyotasının duygusal davranış, öğrenme ve bellek, sosyal etkileşimler ve yeme davranışlarında da etkili olduğu belirtilmektedir (Mayer vd., 2015). Yapılan araştırmalarda Alzheimer Hastalığının beslenmeyle olan ilişkisi, koroner kalp hastalıklarının beslenmeyle olan ilişkisine benzer çıkmıştır. Yüksek miktarda alkol tüketimi, doymuş yağ asitleri ve yüksek kalorili diyet Alzheimer hastalığı ve demans riskini artırırken omega-3 yağ asitleri ve antioksidantlar ise AH ‘na karşı koruyucu etki sağlamaktadır (Bıyıklı ve Şanlıer, 2014). Yaşlı bireylerin mikrobiyotasında, yaşla birlikte oluşan değişikliklerde, diyetin önemli bir faktör olabileceği düşünülmektedir (Kumar, 2016). Bu derlemenin amacı; mikrobiyota ile Alzheimer hastalığı arasındaki mekanizmaları incelemek, mikrobiyotanın Alzheimer hastalığını nasıl etkileyebileceğini açıklamaktır.