Content uploaded by Mehmet Anık
Author content
All content in this area was uploaded by Mehmet Anık on Mar 20, 2018
Content may be subject to copyright.
Content uploaded by Mehmet Anık
Author content
All content in this area was uploaded by Mehmet Anık on Mar 20, 2018
Content may be subject to copyright.
- 441 -
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi
The Journal of International Social Research
Cilt: 9 Sayı: 47 Volume: 9 Issue: 47
Aralık 2016 December 2016
www.sosyalarastirmalar.com Issn: 1307-9581
AYKIRI BİR DÜŞÜNÜR OLARAK J. BAUDRILLARD VE GÖSTERİŞ AMAÇLI TÜKETİM
J. BAUDRILLARD AS A DIVERGENT THINKER AND CONSPICUOUS CONSUMPTION
Mehmet ANIK
•
Öz
Son dönemin en etkili düşünürlerinden biri olan Jean Baudrillard, mevcut siyasal ve ideolojik akımları reddetmesiyle
tanınmıştır. Marx’ın fikirlerinden etkilenen bir düşünür olarak, entelektüel hayatının başlangıç yıllarında, Marxist teoriyi revize etme
girişimlerinde bulunan Baudrillard, özellikle 1970’li yıllarda yayınlanan çalışmalarından itibaren klasik Marxist geleneğe sert eleştiriler
yöneltmeye başlamıştır. Jean Baudrillard’ın dünya çapında ün kazanmasını sağlayan ise, simülasyon kuramı ve tüketim etrafındaki
fikirleri olmuştur. Bu çalışmanın ana odağı, Baudrillard’ın gösteriş amaçlı tüketim etrafındaki fikirlerini analiz ederek, günümüzdeki
tüketim alışkanlıklarının daha iyi anlaşılmasına katkı sağlamaktır. Bu doğrultuda Baudrillard’ın karmaşık ve anlaşılması güç fikirler
ortaya koyduğu yönündeki eleştiriler dikkate alınarak Baudrillard’ın, gösteriş amaçlı tüketim de dahil olmak üzere, farklı konular
üzerine dile getirdiği fikirlerinin anlaşılmasını daha kolay hale getirmek için öncelikle genel bir değerlendirme yapılmıştır. Akabinde
günümüzde tüketimin bu denli ön plana çıkmasının nedenleri üzerinde durulmuş ve son olarak gösteriş amaçlı tüketim olgusu ele
alınmıştır. Baudrillard’a göre üretim ilişkileri ve bu ilişkiler içerisindeki sınıfların öne çıktığı dönemlerin aksine günümüzde asıl
belirleyici olan sektörler, hizmet ve iletişim sektörleridir ve söz konusu bu sektörler, gerçekte bir üretim sektörü olmanın ötesinde
yeniden üretim sektörleridir. Gerek tarım toplumları gerekse de sanayi toplumları temelde üretim biçimleri üzerinden tanımlanmasına
karşın, günümüz toplumlarında üretimden ziyade tüketim olgusu ön plandadır. Bu noktada temel ihtiyaçlara yönelik bir tüketimden
ziyade gösteriş amaçlı tüketim giderek daha yaygın bir olgu haline gelmektedir.
Eskiden tüketim, sosyal sınıfın anahtar göstergelerinden biri olarak görülürken, bugün yaygın tüketim nesneleri artık daha
fazla sosyal sınıf belirteci olarak görülmemektedir. Baudrillard, tüketim toplumunda zorunlu ya da temel ihtiyaçlar ile sahte ya da
yapay ihtiyaçlar arasındaki ayrımın belirsizleştiğine vurgu yapmıştır. Gösteriş amaçlı tüketimde, tıpkı metaların üretimi gibi bireylere
gerçek ihtiyaçlarıymış gibi sunulan sahte ihtiyaçların üretimi söz konusudur. Bu türden tüketim, sosyal prestij ya da statü sembolü
olarak görülmektedir ve bu durum, lüks ürünlerin tüketimini ya da ünlü markalara ait nesnelerin tüketimini yaygınlaştırmaktadır. Bu
bağlamda gösteriş amaçlı tüketimde bireyler, birer moda ya da marka bağımlısı kişiler haline gelmektedirler. Baudrillard, bu oyunda
kimsenin özgür olmadığını ve herkesin bu esnada hem bir köle hem de bir efendi olduğunu vurgulamaktadır. Tüketim toplumunda,
iyilik ve kötülük kavramlarından öte, mutluluk ve mutsuzluk kavramları ön plandadır ve kitlelerin mutluluğunun yaptıkları tüketimle
doğrudan orantılı bir şekilde olduğu varsayılmaktadır. Bu bağlamda bütün arzular maddileştirilmiş ve tüketim nesnelerine yüklenen
imgesel anlamlarla da tüketici baştan çıkarılmıştır. Bu baştan çıkarma ile ilişkili olarak, bir tüketim toplumunda –ticari- nesnelerle
kurulan ilişki, insanları da birer nesneye dönüştürmektedir. Gösteriş amaçlı tüketimde, bir tüketim nesnesinin sağlamlığı, dayanıklılığı,
kullanım değeri ya da fayda değerinden öte, görselliği ve bu bağlamda da gösterge değeri daha çok önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Baudrillard, Postmodernizm, Tüketim, Gösteriş Amaçlı Tüketim, Temel İhtiyaç, Yapay İhtiyaç.
Abstract
Jean Baudrillard, one of the most influential thinkers of the last period is known his refusal to the current political and
ideological approaches. Baudrillard as a thinker influenced by Marx's ideas attempted to revise Marxist theory in the early years of his
intellectual life, but especially since his studies published in 1970s, he began to express harsh criticism to the classical Marxist tradition.
Jean Baudrillard has gained worldwide fame after his ideas on simulation theory and consumption. The main focus of this article is to
analyse Baudrillard’s ideas on conspicuous consumption, and so to make a contribution to a better understanding of today’s
consumption habits. In this regard, first of all, by considering the various criticisms on difficulties in understanding Baudrillard’s ideas,
an overview of his approach on different topics including conspicuous consumption is reviewed to facilitate the understanding of his
ideas. Subsequently, the reasons for consumption came to the forefront in today's world is emphasized, and finally, the issue of
conspicuous consumption is analysed. According to Baudrillard, unlike the period based on production and class relations, the primary
sectors in today's world are service and communication sectors, and these aforementioned sectors are in fact reproduction sectors rather
than becoming a production sector. Both agricultural societies and industrial societies are identified through their production form,
whereas consumption phenomenon in today's societies comes to the foreground rather than production. At that point conspicuous
consumption is becoming a widespread phenomenon rather than consumption of basic necessities.
Today, common consumer objects are not seen as a social class indicator anymore, while consumption used to be seen as one
of the key indicators of social class. Baudrillard points out that the distinction between vital or basic necessities and fake or artificial
necessities in a consumer society are blurred. Fake necessities which are presented like basic necessities in conspicuous consumption are
produced just like commodities. Conspicuous consumption is seen as a social prestige or status symbol, and that makes consumption of
luxury goods or the objects belonging to famous brands widespread. In this context, individuals in conspicuous consumption have
become a fashion or brand addicts. Baudrillard emphasises that no one is free in this game, and everyone is both a slave and master in
the meanwhile. In a consumer society, the concepts of happiness and unhappiness are in the foreground beyond the concepts of
goodness and malice, and the happiness of the masses is assumed to be directly proportional to consumption. Within this context, all
desires are materialized, and consumers are seduced with the imaginary meanings attributed to objects of consumption. With regard to
•
Doç. Dr., Balıkesir Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü.
- 442 -
this seduction, relations with commodities in a consumer society are converting people to an object. Visuality of a commodity or its
indication value is more important than its invulnerability, durability, use or utility value in conspicuous consumption.
Keywords: Baudrillard, Postmodernism, Consumption, Conspicuous Consumption, Basic Necessity, Artificial Necessity.
“Tüm bilgi verme şekilleri bizde aldatılmışız gibi bir izlenim bırakıyor. Bu izlenim
doğru: Bizden “gerçek” olarak her şey gizleniyor. Ama aslında gizlenecek bir şey yok
-ne giz, ne komplo, ne gerçek. Ve bu da bizden gizleniyor ki burada daha ince bir
aldatmaca söz konusu” (Baudrillard, 2002b: 200).
Giriş
Jean Baudrillard (1929-2007) denince akla ilk gelen, farklı pek çok alandaki egemen ya da yaygın
geleneksel açıklama kalıplarının dışındaki eleştirel ve meydan okuyucu fikirleri, Körfez Savaşı konusunda
çokça tartışılan sözleri, simülasyon, hipergerceklik ve içe patlama (implosion) gibi kavramlar etrafındaki
değerlendirmeleri, yaşanan gelişmelerle birlikte yeni iletişim, bilgi ve medya teknolojilerinin oldukça artan
etkisi ve tüketim üzerine değerlendirmeleri olmuştur. Özellikle kitle iletişim araçlarının günümüzdeki etkisi
ve tüketim üzerine olan kışkırtıcı fikirleri; bir çağın bitip, yeni bir çağa girilen bir dönemde onun en önemli
entelektüellerden biri olarak kabul edilmesinde etkili olmuştur.
Çağdaş sosyal teoriyle bir şekilde ilgilenen ve bu ilgi çerçevesinde bu dönemin etkili
düşünürlerinden biri olan J. Baudrillard’ı inceleyenlerin sıklıkla şikâyet ettikleri hususlardan biri; onun
fikirlerinin karmaşık, dağınık ve çoğunlukla da anlaşılmaz olduğu yönündedir. Baudrillard konusundaki bu
entelektüel karmaşaya, doğrudan Baudrillard üzerine yazılmış çalışmalarda da rastlanabilmektedir. Bu
durumdan hareketle bu çalışmada öncelikle Baudrillard’ın fikirlerinin daha iyi anlaşılmasına katkı
sağlayacağı düşünülen, genel bir değerlendirme ile başlanmış ve bu kısımda Baudrillard’ın entelektüel
gelişimi, beslendiği kaynaklar, takip ettiği yöntem ve postmodernizm ile ilişkisi gibi konular üzerinde
durulmuştur.
Baudrillard sadece sosyoloji, kültürel calışmalar, iktisat, felsefe ya da edebiyat alanında etkili
olmamış aynı zamanda farklı konulardaki fikirleriyle; sanat, fotoğrafçılık, mimari alan
1
ve film endüstrisi
2
gibi farklı pek çok alanda da etkili olmuştur. Bu alan ve fikir çeşitliliği içerisinde bu çalışmada,
Baudrillard’ın tüketim toplumu ile ilgili yaklaşımları ve bunun da özelinde gösteriş amaçlı tüketim konusu
ele alınıp değerlendirilecektir.
Gerek tarım toplumları gerekse de sanayi toplumları temelde üretim biçimleri üzerinden
tanımlanmışlardır. Oysa günümüz toplumlarında tüketim olgusu daha çok ön plana çıkmaktadır.
Üretimden öte tüketimin ön plana çıktığı bu evrede gösteriş amaçlı tüketim giderek yaygınlaşmaktadır.
Tüketim toplumunun temel dinamiklerinin neler olduğu, üretim toplumundan hangi açılardan farklılaştığı,
gösteriş amaçlı tüketimin ne tür saiklerden hareketle günümüzde giderek yaygınlaştığı, bir metanın
kullanım ya da fayda değerinin mi yoksa gösterge değerinin mi daha önemli olduğu bu bağlamda üzerinde
durulması gereken sorulardan bir kaçıdır. Baudrillard’ın bu konudaki fikirleri merkez alınarak, bu sorulara
verilecek yanıtlar, günümüzdeki gösterişçi tüketim mantığının daha iyi anlaşılmasına katkısı olacaktır. Zira
Baudrillard, bu konuda klasik Marxist literatürdeki değerlendirmeleri yetersiz bulmuş ve günümüzde artık
doğal ihtiyaçlardan öte yapay ihtiyaçların ön planda olduğunu belirterek, bireylere gerçek ihtiyaçlarıymış
gibi sunulan bu sahte ihtiyaçların da tıpkı metalar gibi üretildiğine dikkat çekmiştir.
1. Aykırı Bir Düşünür Olarak J. Baudrillard
Kendisinin ifadesiyle (Baudrillard, 1999: 144), modernliğin ilk ciddi krizinin (1929 Ekonomik Krizi)
yaşandığı bir yılda, bir devlet memurunun oğlu olarak Reims’da dünyaya gelen ve ailesinde üniversiteye
giden ilk kişi olan Baudrillard, Sorbonne Üniversitesi’nde Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü okuduktan
sonra, lisede Almanca öğretmenliği yapmaya başlamış, ancak akademiden de kopmayarak bu yöndeki
çalışmalarına devam etmiştir. Baudrillard, aşırı solun etkili olduğu ve 1968 öğrenci eylemlerinin önemli
merkezlerinden biri olan Paris-X Nanterre Üniversitesi’nde Nesneler Sistemi başlığıyla hazırladığı doktora
tezini Henri Lefebvre, Roland Barthes ve Pierre Bourdieu’dan oluşan tez komitesine karşı 1966 yılında
sunmuştur. Doktora döneminde Lefebvre’nin yanında asistanlık yapmaya başlamış ve tezini sunmasının
akabinde de aynı bölümde sosyoloji dersleri vermeye başlamıştır. M. Foucault, J.-F. Lyotard, F. Guattari, G.
Deleuze ve J. Derrida gibi II. Dünya Savaşı sonrasındaki entelektüel hayatta etkileri büyük olan Fransız
postyapısalcı bir kuşağa denk gelen Baudrillard’ın (akademisyen kimliğine karşın) yazı dilinin akademik
1
Baudrillard’ın, J. Nouvel ile yaptığı söyleşilerden oluşan ve mimari alanla ilgili değerlendirmelerin ve eleştirilerinin oldugu Tekil
Nesneler: Mimarlik ve Felsefe başlıklı çalışma için bkz. Baudrillard ve Nouvel (2010).
2
Bir şekilde Baudrillard ile ilişkili olarak değerlendirilen filmlere örnek olarak Matrix, The Truman Show, eXistenZ, Surrogates, Total
Recall, Terminator, Minority Report, Synecdoche-New York, Delusion gibi filmleri örnek göstermek mümkündür. Bu konuya yönelik
bir değerlendirme için bkz. Coulter (2010).
- 443 -
olmaktan çok, patafizike
3
dayalı edebi bir dil olduğunu söylemek mümkündür.
4
Denilebilir ki, erken
yaşlarda patafizik ve edebiyatla olan yakın ilişkisi, onun üslubu üzerinde de etkili olmuştur.
5
Baudrillard’ın
bu üslubu, çoğu konuyu ele alırken başvurduğu haliyle ironiler ve mecazi anlamlar barındıran bir dil
kullanmasına da imkân tanımıştır. Baudrillard, nihilizmi benimsemiş bir düşünür olarak
değerlendirmelerde bulunurken herhangi bir inancı ve/yahut değer yargısını ölçüt almadığı için lafını
esirgememiş; edebi, müstehcen, iğneleyici ve ironik bir dil aracılığıyla düşüncelerini aktarmasıyla da hem
ilgi hem de tepki çekmiştir.
Baudrillard, (ideolojik bakımdan) birbirinden farklı kesimlere ve (içerik bakımından) değişik
konulara yönelik yaklaşımlarında kullandığı kışkırtıcı üslup dolayısıyla çoğunlukla sert eleştirilere maruz
kalmış, pek çok tartışmanın odak noktasında olan biri olarak da kimi kesimlerce de dışlanan biri olmuştur.
İletişim, tanrı, çağdaş sanat, kadın, siyaset, sosyalizm, sosyal teori gibi farklı konularda yaptığı açıklamalar,
Baudrillard’ın farklı çevrelerden sert tepkiler almasına neden olmuştur. Örneğin Baudrillard kendisi için
önemli dönüm noktalarından biri olan “Foucault’yu Unutmak” başlıklı yazısında, Foucault’yu; bir yandan
iktidarı görülemeyecek kadar küçük boyutlara indirgeyip, darmadağınlaştırması ve sahip olduğu gerçeklik
ilkesini sorgulamaması ve de politik iktidarı dışlaması dolayısıyla eleştirirken, öte yandan vakanüvisçe
cinsellik ve delilik üzerine incelemeler yaparken, hakkında çok somut bilgilerin bulunmadığı klasik çağ gibi
bir dönemi analizlerine dahil etmesi dolayısıyla aslında (bir yandan iktidarı eleştirirken öte yandan)
kendisine bir iktidar alanı oluşturmaya çalışmakla itham etmiştir. Baudrillard’a göre Foucault şöhreti seven
bir insandı ve sahip olduğu şöhretin artmasına paralel olarak da giderek daha buyurgan, zorba ve keyfi
davranmaya başlamış ve bütün eleştirilerine karşın da kendisi böylece iktidar kurma yoluna gitmiştir.
Pornonun aşırı ön plana çıktığı ve buna bağlı simülasyonun gerçek cinselliğin yerini aldığı bir dönemde,
Foucault’nun cinsellik üzerine retrospektif çalışma yapıp yayınlamasının ironik ve anlamsız olduğunu
belirten Baudrillard, (entelektüel camiada kendisine her ne kadar büyük bir değer atfedilse de) Foucault’nun
artık unutulması gerektiğini belirtir.
6
Baudrillard’ın, Foucault’nun çalışmaları üzerine yaptığı bu analiz ve
yönelttiği son derece ince eleştiriler, bir yandan onun daha geniş bir çevrede tanınmasında önemli rol
oynarken, öte yandan fikirleri önemsenen bir düşünüre yönelttiği bu iğneleyici ve analitik eleştiriler, Fransız
akademi çevresinde kendisinin dışlanmasına ve ayrımcılığa maruz kalmasına neden olmuştur. Ayrıca,
özellikle 1960’lı yılların sonlarından itibaren, çalışmalarında Marxist kurama yönelttiği sert eleştiriler de
Baudrillard’a karşı Fransız akademi dünyasında sergilenen dışlayıcı tutumun önemli nedenlerinden bir
diğeri olarak değerlendirilmelidir.
Fransa’da kendisine karşı bir dönem sergilenmiş olan bu negatif tutum ya da çalışmalarının okurlar
tarafından genelde anlaşılması güç metinler olarak nitelendirilmesi gibi olumsuzluklar, özellikle de Kuzey
Amerika ve geriye kalan Anglo-Sakson dünyada Baurdillard’ın, başta sosyoloji ve kültürel çalışmalar olmak
üzere pek çok alanda en önemli düşünürlerden biri olarak kabul görmesini engellememiştir. Fransa’da ilk
kitabı –Nesneler Sistemi- yayınlandığında (1968), İngilizce konuşulan dünyada Fransa’daki entelektüel
camiayı yakından takip eden kişiler tarafından dikkat çekmiş ve bu tarihten itibaren çalışmaları ilgiyle takip
edilmeye başlanan biri olmuştur.
Akademik hayatının başlangıç yıllarında kendisine karşı takınılan olumsuz tutum ve yaşadığı
sorunlara karşın Baudrillard, yurtdışında gördüğü büyük teveccühün de etkisiyle, memleketi Fransa’da da
giderek büyük bir kabul görmeye başlamıştır. Paris’te haftalık yayınlanan Fransız dergisi L’Evénement du
Jeudi 1989 yılında, entelektüel dünyadan gazeteciler, yazarlar, sanatçılar ve akademisyenleri kapsayan 700
kişi üzerinde bir anket yapmış ve bu araştırmada entelektüel gücün temsilcisi olarak gördükleri kişiler
kendilerine sorulmuş ve çıkan sonuçlarda Baudrillard, entelektüel temsil gücü yüksek 8. kişi olarak
belirtilmiştir. Körfez Savaşı patlak verdikten sonra yaptığı yorumlarla da Baudrillard adeta bir TV starı
muamelesi görmeye başlamıştır. Bununla birlikte Baudrillard’ın asıl büyük etkisinin İngilizce konuşan
3
İstisnalar bilimi olarak nitelendirilen patafizik; fizik ve metafiziğe dayalı algı ya da yaklaşımların dışında daha farklı bir bakış ya da
arayışı ifade eder. Başka bir ifadeyle patafizik, genel geçer şeylerden öte, gözden kaçan ya da ihmal edilen alan ya da konulara
odaklanır.
4
Baudrillard, başlangıçta dil ile olan ilişkisinin kavramsal olmaktan ziyade, şiirsel olduğunu belirtmektedir. Bu konuda bkz.
Baudrillard (2004: 5). Yine aynı röportajında kendisine sorulan soru karşısında kullandığı dilin akademik olmadığını kabul etmiş ve
dipnot ve referanslara yer vermeyişiyle ilgili olarak da, kendisinin tamamen imgesel atıflar kullandığını söylemiştir (2004: 10-11).
Sitüasyonistler, referans gösterme konusunda farklı bir tutum sahibidirler ve Baudrillard’ın çalışmalarında da bu tutum alışın
yansımalarını görmek mümkündür. Baudrillard (2004: 13), başkasına göndergede bulunarak alıntı yapmanın aslın hiç de masum
olmadığını ve genelde yazarları kötü bir zaviyeden gösteren konularda alıntılar yapıldığına ve bu şekilde de alıntıların bir silah
olabildiklerine dikkat çekmektedir. Tabi Baudrillard’ın bu noktadaki değerlendirmesinin tek yönlü ve genellemeci olduğunu da
belirtmek gerekir.
5
Baudrillard’ın, (felsefe hocası Emmanuel Peillet aracılığıyla) patafizik ile tanışması oldukça erken bir dönemde, Reims Lisesi’ndeki
öğrencilik yıllarına denk gelmektedir. Sonrasında da bu ilgi devam etmiş ve henüz 20 yaşının başlarındayken, patafizik ile ilgili
düşüncelerine yer verdiği bir metin hazırlamıştır. Bu konuda bkz. Baudrillard (2004: 4).
6
Foucault hakkındaki bu analitik çalışma için bkz. Baudrillard (2013). Bu konuda ayrıca bkz. Gane (1993: 1-2).
- 444 -
dünyada olduğunu ve kendisinin pek çok konuda adeta bir mürşit gibi görüldüğünü tekrar hatırlatmak
gerekir.
Baudrillard, çoğu kişi tarafından postmodern ya da postyapısalcı bir düşünür olarak
değerlendirilmiştir. Hatta bundan öte modernitenin ölümünü ilan eden karamsar teorisyen, hakikat katili,
radikal postmodernist, postmodernizmin peygamberi, Fransız postmodern teorinin büyük gurusu ya da
başrahibi olarak görülmüş, postmodernizm ile ilgili metinlerin çoğunda da başlıca referanslardan birini
oluşturmuştur.
7
Baudrillard’ın çeşitli konulardaki fikirleri ya da yaklaşımları dikkate alındığında,
postmodern düşünürler ile belli açılardan ortak özellikler taşıdığını söylemek pekâlâ mümkündür;
geleneksel ya da modern çerçevedeki alışılmış kalıpların dışında açıklamalar yapması, modernite ile ilgili
temel yaklaşımlara radikal tepkisi ve modern düşüncedeki büyük anlatılara ya da makro teorilere yönelik
eleştirileri, yaptığı çözümlemeler konusunda evrensellik iddiasında bulunmaması, Aydınlanmacı peşin bir
hükümle modern olarak nitelendirilenlerin, ilkel olarak adlandırılanlardan daha üstün kabul edilmesine dair
eleştirileri ve pre-modern döneme atfettiği önem, tarihsel olandan öte güncel olanla ilgilenmesi, tutarlılık
kaygısı gütmemesi ve düşüncelerinde görülen dağınıklık, rasyonalist felsefe, bilimsel epistemoloji ya da
pozitivist yaklaşıma tepkisi ve gerçekliğe; gerçekliğin yeniden üretimine dair fikirleri ve nihayetinde yaptığı
eleştiriler karşısında genelde bir çözüm yolu önermemesi ve böyle bir kaygısının da olmaması gibi
etmenlerin, Baudrillard’ın postmodern kalıp dahilinde değerlendirilmesinde temel nedenler olduğu
söylenebilir.
Foucault ya da Derrida gibi postmodern olarak nitelendirilen çoğu düşünürün yaptığı gibi
Baudrillard da, çeşitli röportajlar vesilesiyle yaptığı açıklamalarda böyle bir etiketlendirmeyi kesinlikle kabul
etmemiş, bu yöndeki iddiaların aksine postmodern kavramına kendisi kadar uzak birinin olamayacağını
belirterek, kendisi ile ilgili böyle bir nitelendirmeden önce postmodernizmden neyin kast edildiğinin
açıklanması gerektiğini ifade etmiştir. Baudrillard, (bir zamanlar modernist olmak şeklinde) tarihi geriye
çevirmek olarak nitelendirdiği postmodernizm kavramı üzerinden tanımlanmaya özellikle karşı çıkmıştır.
Postmodernliği, önceki değerlerin yok edilmesiyle, onların yeniden inşa edilmelerinin eşzamanlılığı olarak
nitelendiren Baudrillard’a göre postmodernizm; bütün kültürün feminizasyonu ile (çeşitlilik ve heterojenlik
iddiasının aksine) yeknesaklık ve homojenleşme mekanizmasının süregiden eyleminin etkisini içermekte ve
bu yönüyle de aslında modernizm projesinin tamamlanması olmaktadır. Baudrillard, kendisinin
postmodernist olarak nitelendirilmesinin önemli nedenlerinden birinin simülasyon kuramı olduğunu
belirtmiş ve tarihsel yaklaşım biçimlerini reddetmesi dolayısıyla kendisinin bu şekilde etiketlendirilmesine
karşı çıkarak, yapısalcılık ya da postmodernizm gibi yaklaşım biçimlerinden epistemolojik açıdan değil,
zihinsel açıdan koptuğunu ifade etmiştir.
8
Lotringer’in de dikkat çektiği gibi (2007b: 14), Baudrillard’ın
entelektüel başarısının önemli nedenlerinden biri, 30’lu ve 40’lı yılların aşırı modernist düşünürleri ile aşırı
soyut kapitalizm etkisindeki Marxist analizi revize etmeye çalışan postyapısalcı düşünce arasında bir köprü
kurmayı sağlayabilmesinden gelmektedir.
Baudrillard’ın pek çok eserinin Türkçeye çevirisinde imzası olan ve bu düşünürün Türkiye’de
ününün yaygınlaşmasında önemli bir yeri olan Oğuz Adanır da ısrarla onun postmodern bir düşünür
olmadığını vurgulamış, hatta Baudrillard hakkında yazdığı bir makalenin başlığını doğrudan “Baudrillard
Postmodern Bir Düşünür Değildir” (Adanır, 1999) şeklinde koymuştur. Postmodernist yaklaşım dahilinde
değerlendirilebilecek yönlerine rağmen, özellikle ilk dönem sonrasındaki çalışmalarında göze çarpan ve
postmodern dönemdeki yaklaşımlara getirdiği eleştiriler de dikkate alındığında Baudrillard’ı, yüzeysel bir
tahlille postmodern bir düşünür olarak nitelendirmek yerine, özellikle kitlesel iletişimin geldiği noktadaki
etkileri ve sonuçlarına dair radikal yaklaşımları itibariyle, -çeşitli açılardan- özgün bir düşünür olarak
nitelendirmek mümkündür. Baudrillard hakkında çalışmalar yapmış olan W. Pawlett (2007) da onu
“sıradanlığa karşı bir düşünür” olarak nitelendirirken, Gane (1991: 160) Baudrillard’ın anti-modernist
olduğu kadar, anti-postmodernist bir düşünür olduğuna dikkat çekmektedir.
Baudrillard’ın etkilendiği isimler incelendiğinde; gerek alanları itibariyle birbirinden oldukça farklı
olan, gerekse de düşünceleri birbirine zıt kutuplardaki kişileri de barındıran isimler karşımıza çıkmaktadır.
Denilebilir ki, bu noktadaki farklılık ya da zenginlik, Baudrillard’ın oldukça farklı konularda değişik fikirler
geliştirmesine ve bir konudan diğerine kolayca geçiş yapmasına imkân tanımıştır. Bu durum Baudrillard’ın
eserlerinde çoğunlukla okurlar tarafından şikâyet edilen karmaşayı da anlaşılır kılmaktadır. Baudrillard’ı
etkileyen isimler bağlamında ilk olarak K. Marx, F. W. Nietzsche, J. Lacan ve J.-P. Sartre’ı zikretmek gerekir.
Bu isimler içerisinde özellikle de Nietzsche’nin Baudrillard üzerindeki etkisinin daha fazla olduğu
söylenebilir. Nitekim Baudrillard (2004: 1), Nietzsche’yi oldukça erken bir dönemde okuduğunu ve
7
Bu konuda bkz. Best ve Kellner (1991); Kellner (1989:1-2); Kellner (1995: 297); Kellner (2011: 25); Smith (2010:1-2), Kroker ve Levin
(1984) ve Callinicos (1989). Bu konuda farklı yaklaşımları içeren genel bir değerlendirme ve eleştiriler için de ayrıca bkz. Ritzer (1997:
76-77) ve Norris (1992).
8
Baudrillard’ın kendisiyle yapılan röportajda bu konuda söyledikleri için bkz. Gane (1993: 21-23) ve Adanır (2004: 63-64).
- 445 -
başlangıçta tam bir Nietzsche hayranı olduğunu belirtmektedir. Sartre’ın Baudrillard üzerindeki etkisi
Cezayir Bağımsızlık Savaşı yıllarına denk gelmektedir ve Baudrillard’ın 1960’lı yılların başında yayınlanan
ilk çalışmaları da o dönemde Sartre’ın editörlüğündeki Modern Zamanlar (Les Temps Modernes) dergisinde
gerçekleşmiştir. Düşünsel hayatının başlangıç yıllarında Baudrillard’ın özellikle edebiyat ve felsefe alanında
birtakım çevirilerle meşgul olduğunu ve böylece bu çevirilerin de onun düşünsel gelişiminde etkili
olduğunu belirtmek gerekir. Bu noktada eserlerinin Almancadan Fransızcaya çevirisini yaptığı K. Marx ve F.
Engels dışında E. Berthold F. Brecht, Peter Weiss, W. E. Mülhmann gibi isimleri özellikle zikretmek gerekir.
Baudrillard’ın yanında asistanlık yaptığı ve Neo-Marxist bir sosyolog ve felsefeci olarak tanınan ve
Stalinizm, varoluşçuluk, yapısalcılık ve gündelik yaşama yönelik eleştirileri ve çalışmaları ile tanınan H.
Lefebvre ve postyapısalcılık çerçevesindeki çalışmalarından önce o dönemde yapısalcı olarak tanınan
Roland Barthes (özellikle çağdaş topluma dair semiyolojik çalışmalarıyla), Baudrillard üzerinde etkili
olmuştur. Bu isimlerin yanı sıra (değiş-tokuş, armağan, büyü gibi konulardaki yaklaşımlarıyla) Marcel
Mauss; kötülük, cinsellik, pornografi ve ölüme dair zıt yönden aşırılığa vardırdığı fikirleri ve
değerlendirmeleri ile tanınan Georges Bataille ve C. Baudelaire gibi isimler de Baudrillard’ın fikirlerini
geliştirmesinde oldukça etkili olmuşlardır. Şüphesiz bu noktada, sürrealist akımın öncü isimlerinden
Antonin Artaud; iletişim ve medya alanındaki kuramlarıyla tanınan Marshall McLuhan; sitüasyonist
hareketin kurucularından Guy Debord; kent mimarisi, sanat ve teknolojinin modern trendlerine dair eleştirel
çalışmalarıyla tanınan Lewis Mumford; kurumsal iktisat, aylak sınıf üzerine kuramsal çalışmasında ele
aldığı boş zaman etkinlikleri ve gösteriş amaçlı tüketim gibi konulardaki yaklaşımlarıyla tanınan Thorstein
Veblen, Kitle ve İktidar çalışmasıyla tanınan Elias Canetti ya da Frankfurt Okulu düşünürlerinden Herbert
Marcuse ve Walter Benjamin gibi başka isimleri saymak da pekâlâ mümkündür. Genel olarak
değerlendirildiğinde ele aldıkları konulardaki farklı yaklaşımları ve alanlarının birbirlerinden farklılığı göze
çarpan bu isimler, Baudrillard’ın fikirsel üretimindeki eleştirelliği, aykırılığı, karamsarlığı, aşırılığı, farklılığı
ve/yahut çeşitliliği anlamak açısından önemlidir.
Ele aldığı konuların ve beslendiği kaynakların farklılığı kadar, Baudrillard’ın çalışmaları metodolojik
bağlamda değerlendirildiğinde, karşımıza birbirinden farklı yöntemler çıkmaktadır. Bu birbirinden farklı
yöntemlerin tek birine bağlı kalınmaması ve bazen bunlardan biri daha ön planda olsa da çoğuna birden
başvurulması söz konusudur. Baudrillard farklı yöntemlerle olan ilişkisini açıklarken (1999: 318-319);
“yirmisinde patafizikçi, otuzunda durumcu (sitüasyonist
9
), kırkında ütopist, ellisinde transversal,
10
altmışında virüslü ve metaleptik
11
” olduğunu belirtmektedir. Tabi Baudrillard her ne kadar belirli yaş
dönemlerini belirli bir yönteme indirgemiş olsa da, bahsettiği yöntemlerin, (her ne kadar söz konusu
dönemlerde biri daha çok ön planda olsa da) sadece belirli bir dönemle sınırlı olmadığını tekrar belirtmek
gerekir. Örneğin Baudrillard’ın patafizik ile olan ilişkisini 20’li yaşlarla sınırlamak mümkün değildir. Zira
sonraki çalışmalarında da patafizikin etkisini görmek mümkündür.
12
Yine her ne kadar Baudrillard bahsi
geçen alıntıda zikretmemiş olsa da çalışmaları dikkate alındığında; semiyoloji (göstergebilim), (Lacan’cı)
psikanaliz gibi farklı yöntemlerin de metodolojik bağlamda öne çıktığını belirtmek gerekir. Baudrillard’ın
özellikle erken dönem çalışmaları incelendiğinde; semiyoloji, tüketim toplumu sosyolojisi, Marxist politik
ekonomi ve psikanaliz gibi farklı yöntemler dikkat çeker.
2. Üretimin ve Ona Dayalı Değerlerin Sonu ve Tüketim Toplumunun Yükselişi
9
Sitüasyonizm (durumculuk), anti-otoriter Marxizm ve 20. yüzyılın başlarındaki sanat hareketlerinden (özellikle de Dadaizm ve
sürrealizmden) etkilenerek ortaya çıkan ve (Mayıs 1968 olayları dahil olmak üzere) özellikle de 20. yüzyılın 3. çeyreğindeki; sanat ve
entelektüel camia ile politik teoride etkili olmuş bir harekettir. Marx’ın formatif çalışmalarından bu yana kapitalizmin değişmekte
olduğuna dikkat çeken bu hareket, ileri kapitalizmin özelliklerinden hareketle, Marxist teoriyi güncel gelişmeler ışığında yeniden
yorumlamaya çalışmıştır. Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Plant (2000). Baudrilllard’ın Marxizm ile ilgili analizlerinde bu akımın
büyük etkisi vardır.
10
Kitabın Fransızcadan çevirisini yapan Ayşegül Sönmezay, transversal kelimesini, “sözünü benimsemiş” olarak çevirmiştir. Genelde
geometride (enine ya da çapraz kesit anlamında) kullanılan bir kavram olan transversal kavramı, Baudrillard’ın vurgulamak istediği
şekilde; klasik sol-sağ ya da diğer fikir kaynaklarına dayanan düşüncelerden bağımsız olarak, kendine özgün bir düşünce biçimi
oluşturmuş olmayı ifade etmektedir. Bu durum dikkate alındığında, kavram için Türkçedeki en uygun çevirinin “(mevcut fikir
akımlarından bağımsız) özgün düşünceler oluşturmuş olan” şeklinde olduğunu düşünmekteyim. Bu kavramın öncesinde
Baudrillard’ın kendisini tanımlarken, belirli akımlardan hareketle nitelendirmede bulunması ve akabinde ellili yaş dönemiyle ilgili ise,
bu kavramı tercih etmesi de “(mevcut fikir akımlarından bağımsız) özgün düşünceler oluşturmuş olan” şeklinde bir çevirinin daha
doğru olduğunu göstermektedir. Kitabın İngilizce baskısında, transversal kavramının geçtiği kısım için bkz. Baudrillard (1996: 83).
11
Baudrillard (1999: 269), metaleptiki; nedenin yerine etkiyi, etkinin yerine de nedeni koyan bir tür değişmece olarak tanımlamaktadır.
Metaleptiki; yazarken veya konuşurken, (tek bir kelimede) birbirinden farklı, mecazi anlamlar ve göndermeler barındıran kelimeleri
tercih eden ve bunları ustaca kullanan retorik uzmanı olarak nitelendirmek mümkündür. Vefat eden biri için 75 yaşında öldü demek
yerine, 70 yıl yaşadı demek bu duruma örnek gösterilebilir. İlkinde dar, ikincisindeyse daha geniş bir anlam vardır.
12
Baudrillard, S. Lotringer’a verdiği röportajda (2007a: 83), (çalışmalarında) kültüre (ve onun etkisindeki teoriye) karşı mesafesini
koruduğunu ve kültürü güvenilmez bulup, reddettiğini ifade etmekte ve (yerleşik) kültürün parçası olan herhangi bir teorinin ise,
kendisi için konuşmaya değer olmadığını ifade etmektedir. Baudrillard, bu konudaki radikalliğini eskiden edindiği patafizik eğitimine
bağlamıştır.
- 446 -
II. Dünya Savaşı sonrası koşullarda, Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nın Fransa’da gündemi yakından
etkilediği bir süreçte, Fransız entelektüel camia, başlangıçta varoluşçu Marxist, akabinde ise yapısal Marxist
teorinin etkisi altında olmuştur. Bu etkinin sonrasında Fransa’daki entelektüel camiada, Neo-Nietzscheci
anlayış öne çıkmış ve Baudrillard bu döneme liderlik eden başlıca düşünürlerden biri olmuştur (Gane, 2003:
152). Fransa’nın Cezayir’e ve Amerika’nın Vietnam’a müdahalelerinin entelektüel camianın başlıca tartışma
konusu olduğu ve 1968 gençlik hareketlerinin neşvünema ettiği 1960’lı yıllarda Baudrillard, Fransız
solundan etkilenen bir düşünür olmuştur. Ancak II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan koşullar
dâhilinde, özellikle hizmet sektörü ve iletişim alanındaki değişmeler ve gelişmelerle birlikte, Marxizme
dayalı analizlerin yetersiz kaldığını düşünen Baudrillard, öteki ideolojiler gibi bu ideolojiyi de ciddi bir
eleştiriye tabi tutmuştur. Baudrillard’ın Marxist teoriye yönelik eleştirileri, 1968 öğrenci hareketlerinin
başarısız olmasından hemen sonrasına denk gelmektedir.
Baudrillard, gelinen noktada emek kavramı, diyalektik, üretim tarzı kuramı ve kapital eleştirisi gibi
Marx’ın başlıca yaklaşımlarının anlamsızlaştığını savunmuştur. Baudrillard’a göre (2002a), artık her türlü
emeğin bir “hizmet” biçimine indirgenmiş olduğu bir döneme geçilmiştir. Eski anlamını yitirdiği bir
ortamda emek, sadece zamanın bedeli olarak ödenen bir tazminata benzemektedir. İşyerlerinde sadece emek
harcanıyormuş gibi yapılmakta ve işe sadakat oyunları oynanmaktadır. Bu noktadaki anlayışın bir
yükümlülük gereği de bedensel, zamansal, mekânsal ve düşünsel anlamda uyumlaşma şeklinde olmaktadır.
Bu uyumlaşma ve böylece işyerine ve işe bağlı davranma sürecinde, bir şeylerin üretilip üretilmemesinin
pek bir önemi olmadığından da, Marxist teorinin kapitalist sistemi analiz etmede başvurduğu önemli
kavramlardan biri olan, artı-değer ve emek de artık eski anlamını yitirmektedir. Baudrillard’a göre
günümüzde artık üretim yapılmamakta, ancak yeniden üretim yapılmaktadır. Üretimin esas olduğu tarım
ve sanayi dönemlerinde (toprağa ya da fabrikaya dayalı) belli bir üretim şekli, bu üretimi sağlayan (köylü
sınıfı, proletarya) ve sağlanan üretimden elde ettikleriyle iktidarını pekiştiren (aristokrasi, burjuva) belli
sınıflar ve bu sınıflara ait değerlerin yön verdiği bir düzen (feodalizm, kapitalizm) söz konusuydu. Üretim
ilişkilerinin ve bu ilişkiler içerisindeki sınıfların öne çıktığı bu dönemlerin aksine günümüzde asıl belirleyici
olan sektörler, hizmet ve iletişim sektörleri olmuştur. Bu sektörlerde ise gerçekte bir şeyin üretiminden öte,
yeniden üretim söz konusudur.
Sanayi devrinde önemli işlevlere sahip olan ve üretimin simgesi olarak görülen fabrika artık eski
konumunu kaybetmiştir. Gelinen noktada kapitalist sistemde fabrika artık merkezi bir konum tutmadığı
gibi, kapitalizm karşıtı güçler bağlamında da fabrikanın ve çalışanlarının artık örgütlenmenin merkezi
öneme sahip yeri olarak görülmesinin bir anlamı kalmamıştır. Bir başka ifadeyle, (klasik) kapitalist ve
Marxist teoride her ne kadar merkezi bir yeri olsa da artık fabrika, kapitalizm açısından sermayenin ana
üretim yeri olmadığı gibi, sistem karşıtı güçlerin de içinden çıktığı ve onun odağında örgütlendikleri bir yer
olmaktan uzaktır:
“(...) Emekle üretimin ölmüş olduklarını ya da emekle üretimin her yeri kapsamakta olduklarını
gizleyebilmek için fabrika inşaatlarına devam edilecektir. Günümüzde kapitale kesin biçimler
aracılığıyla saldırmanın bir anlamı kalmamıştır. Buna karşın kapitalin artık hiçbir şey tarafından
belirlenemediği ve sahip olduğu tek silahın bir efsaneye dönüşmüş emeğin yeniden üretimi olduğu
herkes tarafından anlaşıldığında, işte o zaman, kapitalizmin sonunun yaklaşmış olduğu da
anlaşılacaktır” (Baudrillard, 2002a: 33).
Endüstriyel devrimin üretim merkezi olan fabrika günümüzde tam olarak ortadan kalkmamakla
birlikte, bilindik eski konumunda da değildir. Baudrillard’a göre, kapitalist bir toplumsallaştırma modeli
çerçevesinde fabrika artık farklı bir stratejiye dayalı olarak daha değişik bir konuma ya da işleve sahiptir.
Kapitalizmin üretim aracı olmaktan çıkmış olduğu bir evreye koşut olarak fabrika adeta toplumun tamamını
içine alan bir şeye dönüşmüş gibidir. Baudrillard’a göre kapitalin sahip olduğu biçimi değiştirip, tüm
topluma yayabilmesi için, emeğin sahip olduğu özgün biçimini yitirmesi ve o bildik klasik fabrikanın da
ortadan kaybolması gerekmektedir. Böylece (sabitlenmiş) belirli çalışma yerleri, bu yerlerde çalışan belirli
özneler/emekçiler, bu öznelerin çalıştığı belli bir zaman ya da bu zaman zarfında harcanan belirli bir
emekten bahsetmenin de anlamı kalmamıştır. Baudrillard (2001: 94), bu bağlamda “değişim değeri”nin
sınırsız egemenliği olarak kapitalin, artık bağlantısızlığı ve herşeyin bir mekândan bağımsızlaştırılmasını
(yersiz yurtsuzlaşmayı) empoze ettiğine dikkat çekmektedir.
Baudrillard artık üretimden, yeniden üretim sistemine geçildiğini savunmaktadır. Marxist
literatürde de önemli kavramlardan biri olan ve Baudrillard’ın çalışmalarında sıklıkla vurgu yaptığı bu
‘yeniden üretim’ kavramı; Marx’ın ya da (kapitalizmin yeniden üretimiyle ilgili çalışması neticesinde bu
kavramın kendisiyle sıklıkla anıldığı) L. Althusser’in çalışmalarında ele aldığından -belirli yönleriyle- daha
farklıdır. Gerek Marx’ın Kapital’in ilk cildinde (1982: 711) gerekse de Althusser’in Kapitalizmin Yeniden
Üretimi Üzerine: İdeoloji ve İdeolojik Devlet Aygıtları (2014) başlıklı çalışmasında yeniden üretim kavramı,
üretim koşullarının yeniden oluşturulması bağlamında ve genelde devlet odaklı ele alınıp
- 447 -
değerlendirilmiştir. Marx, yeniden üretim kavramını, -kapitalist- üretim koşullarının ve ilişkilerinin yeniden
üretimi çerçevesinde analiz etmiştir. Althusser (2014: 140) de buna paralel olarak, üretim ilişkilerinin
yeniden üretiminin nasıl sağlandığı bağlamında, egemen sınıfın kendi var oluşunun maddi, siyasal ve
ideolojik koşullarını yeniden üretmesi üzerinde durmuş ve kavramı bu eksende değerlendirmiştir.
13
Dolayısıyla söz konusu isimlerde kavram –kapitalist çerçevedeki değer ya da mal- üretim süreci bağlamında
değerlendirilirken, Baudrillard’da ise kavram, artık gerçekliğini yitirmiş üretim merkezli bir kapitalist
sistemden daha ziyade günümüzde bu konuda yaşanan değişimi, dönüşümü ve/yahut farklılığı ifade etmek
için kullanılmaktadır.
14
Marx, endüstriyel kapitalizmin klasik sermaye-emek-üretim-meta-artı değer ve kâr ilişkisini dikkate
alarak, maksimum kâr için maliyetin minimuma düşürülmesi temel mantığından hareketle, isçiye kıt kanaat
geçinecek şekilde ücret ödendiğini belirtmekteydi. Klasik Marxist yaklaşım doğrultusunda ifade edecek
olursak, emekçi tarafından üretilen metaya, kapitalist sınıf tarafından el konularak, piyasaya sürülmekte ve
metanın satılıp sermayeye dönüştürülmesi ile de kapitalist tarafından metanın yeniden üretimine dair
yatırım yapılmasına imkân oluşturulmakta ve bu sürecin tekrarlanması ile de artı değer ve sermaye birikimi
arttırılmaktaydı. Marx (1982: 716), yeniden üretim sürecini değerlendirirken, kapitalist sınıf için daha fazla
servet ve zevk kaynağı meydana getiren bu sürecin, emekçi ya da işçi sınıfı açısından ise, kendi
zenginliklerinin kaynağı olabilecek bütün araçlardan onları yoksun bıraktığına dikkat çekmekteydi. Bir
başka ifadeyle Marx, üretici gücün emeğinin sömürülmesi bağlamında, üretimi gerçekleştiren sınıf olmasına
karşın, işçi sınıfının kendi ürettigi ürüne yabancılaşmasına, alım gücünün sınırlılığına ve temel insani
gereksinimlerini karşılayamamasına dikkat çekmekteydi. Bu noktada Baudrillard ise, artık sistemin o
bildiğimiz sistem olmadığına ya da Marx’ın analiz ettiği eski kapitalizm olmadığına vurgu yaparak,
toplumsal yapı analizlerinde de klasik burjuva-proletarya ayrımına artık başvurmamak gerektiğini, zira bu
konuda büyük değisim ve dönüşümlerin yaşandığına dikkat çekmiştir.
15
Bu bağlamda Baudrillard,
toplumdaki kesimlerin satın alamama halinden öte, tüketime yönelmeleri üzerinde durmuş ve böylece de
çeşitli kodlar etrafındaki göstergeler sistemine dayalı tüketim toplumunun yükselişine dikkat çekmiştir.
Klasik Marxist analizde, üretim ilişkileri çerçevesinde tarım ve sanayi sektörleri ön plandadır.
Baudrillard, klasik Marxist analizde ihmal edilmiş olan hizmet, iletişim ya da bilişim sektörlerinin, tarım ve
sanayi sektörleri ile kıyaslanınca, gelişmiş ülkelerde daha öncelikli sektörler haline geldiğine ve toplumsal
yaşama da büyük oranda artık bu sektörlerin yön verdiğine dikkat çekmiştir. Bu sektörleri klasik
Marxizmdeki üretim ilişkileri ya da sınıf analizi çerçevesinde ele alıp değerlendirmek de mümkün
gözükmemektedir. Tarım ve sanayi sektörleri temelde üretim düzeniyken ve belirli sınıfların varlığı bu
sektörlerde oldukça belirginken, hizmet ve iletişim sektörleri daha çok yeniden üretim düzenini işaret
etmektedir ve bu sektörlerde klasik burjuva-proletarya sınıflarından ya da ilişkisinden de bahsedilemez.
Marx, metanın kullanım değeri ve değişim değeri arasındaki farka dikkat çekmiş ve metanın
kullanım değeriyle ilgili değerlendirmelerinde, doğal ihtiyaçların karşılanması ile ilişkisi üzerinde de
özellikle durmuştur. Baudrillard (2009: 1), nesnelerin öncelikle gereksinimler tarafından belirlendiği ve
insanın çevreyle kurduğu ekonomik ilişkilerin onları anlamlı kıldığı yönündeki ampirist varsayıma karşı
gelir. Bu açıdan Marx’ın söz konusu yaklaşımına karşılık Baudrillard, ihtiyaçların doğal olarak
görülmesinden öte, tıpkı metanın üretilmesi gibi bunların da üretilmiş olduğuna dikkat çeker. Tüketim
toplumunda metanın kullanım değerinden (use-value) öte onun değişim değeri (exchange-value) ön plandadır
ve Baudrillard bu ikisinden farklı olarak metanın özellikle de gösterge değerine (sign-value) odaklanmak
gerektiğine dikkat çekmektedir.
Batı toplumları dikkate alındığında, üretime dayalı kapitalist bir toplumdan, neo-kapitalist bir
düzene geçildiğini belirten Baudrillard (2002a: 94), artık her şeyi (yaşamın tüm alanlarını) denetlemek
isteyen, sibernetik özellikler taşıyan bir sistemin söz konusu olduğunu belirtmektedir. Tüketim toplumunda,
üretimin sürekliliğini sağlayabilmek için tüketimin denetlenmesi büyük önem taşımakta ve bu doğrultuda
yapılan çalışmalarla da tüketici davranışları yönlendirilmektedir:
“Çağdaş kapitalizmin temel sorunu artık (girişimci düzeyinde) “kârın azamileştirilmesi”yle “üretimin
rasyonelleştirilmesi” arasındaki çelişki değil, (tekno-yapı) düzeyinde potansiyel olarak sınırsız bir
13
Yeniden üretim konusunda sosyolojik bağlamda bir değerlendirme için ayrıca bkz. Bourdieu ve Passeron (1990).
14
Baudrillard’ın simülasyon kuramı etrafındaki değerlendirmelerinde de yeniden üretim kavramı merkezi bir yer tutmaktadır.
Baudrillard’ın bir köken ya da gerçeklikten yoksun gerçeğin modeller aracılığıyla yeniden üretilmesi olarak nitelendirdiği simülasyon
kuramı ile ilgili bkz. Baudrillad (2005c).
15
Baudrillard, klasik kapitalizmdeki sermaye-emek ilişkisinden öte, artık sosyal ilişkiler ve pratiklerin de simülasyonlar, göstergeler ve
kodlar aracılığıyla biçimlendirildiğini belirtmektedir. Gerçeklik ilkesinin yitirildiği bir ortamda klasik anlamdaki sol ve sağa dayalı
ayrım ve temsiller de dönüşüme uğramıştır. Zira artık (söylemsel düzeydeki kimi iddialarina karşın) bunlardan birinin kendisini
diğerinin tamamen zıttı ve alternatifi olarak görmesinin ötesinde aynı sistemin farklı parçalarını oluşturmaları, bu sistem içerisinde
birbirlerinin yerlerine geçmeleri ve sistemin de bu şekilde varlığını sürdürmesi söz konusudur. Bu konuda daha fazla ayrıntı için bkz.
Baudrillard (2001).
- 448 -
üretkenlikle ürünlerin piyasaya sürülüp satılması zorunluluğu arasındaki çelişkidir. Bu aşamada
yalnızca üretim aygıtının değil, aynı zamanda tüketim talebinin de; yalnızca fiyatların değil, aynı
zamanda bu fiyata talep edilecek olanın da denetlenmesi sistem açısından yaşamsal hale gelir. Bunun
sonucu ya bizzat üretim aşamasından önceki (piyasa yoklaması, piyasa araştırması) ya da sonraki
(reklam, pazarlama, koşullandırma) kanallarla, “tüm karar gücünü müşteriden alıp güdümlemek için
işletmeciye vermektir (...)” (Baudrillard, 2010b: 81-82).
Tüketime yönelik denetleme ve yönlendirme sadece reklam, pazarlama, piyasa yoklaması ya da
araştırması üzerinden olmamaktadır. Tüketim nesnelerinin farklı şekillerde potansiyel tüketicilerin ilgi
alanlarına sokulması söz konusudur. Örneğin gişede yüksek hasılat beklentisine uygun yapımlara özel
yatırımlar yapılmakta ve beklenen başarı elde edildiğinde, bu kez metalaşmanın farklı bir boyutu devreye
girmektedir. Star Wars (yıldız savaşları), Cars (arabalar) ve Ice Age (buz devri) gibi yapımlar geniş izleyici
kitlesine ulaşınca bunların devam filmleri de çekilmiştir. Tabi bununla da kalınmamış, bu filmlerdeki
karakterlerin; oyuncak, eğlence ve giyim sektörü gibi farklı alanlarda tüketim nesnelerine dönüştürülmesi
söz konusu olmuştur. Bu karakterlerle özdeşlik kurmaları ya da onların bir parçası olmaları yönünde
tüketicilere vaatlerde bulunularak, bu nesneleri tüketmeleri sağlanmaktadır.
Bilgi ve iletişim teknolojilerinde gelinen noktanın tüketim toplumunun ön plana çıkmasında etkisi
oldukça fazladır. Bu teknoloji üzerinden gerçekleştirilen farklı pek çok faaliyetle tüketim alışkanlıkları, basit
düzeyde bireysel tercihlere dayalı bir edim olmanın ötesine geçmektedir. Örneğin internet kullanıcılarının;
ne tür web sitelerini takip ettikleri, bu sitelerde neleri inceledikleri ve nelerle ilgilendiklerine dair bilgiler
elektronik ortamda toplanmakta ve bunlar üzerinden onlarla ilgili bir profil oluşturularak, ortaya çıkan bu
profile uygun reklamlara, gezdikleri web sayfalarının herhangi bir yerinde yer verilerek, tüketime
yönelmeleri amaçlanmaktadır.
3. Toplumsal Prestij Göstergesi Olarak Gösteriş Amaçlı Tüketim
Baudrillard’ın tüketim toplumu etrafındaki analizleri dikkate alındığında, Marxist teorinin önemli
kavramlarından biri olan meta fetişizminin, klasik gelenekten daha farklı bir bağlamda ele alınıp,
yorumlandığı görülür. Eskiden tüketim temel toplumsal sınıf belirteçlerinden biri olarak görülmekle birlikte,
günümüzde yaygın tüketim nesneleri giderek daha az sınıf belirteci haline gelmiştir. Buna karşın eski
dönemlerle kıyaslandığında, tüketim toplumunda; lüks tüketim giderek daha fazla ön plana çıkmaktadır.
Baudrillard bu noktada özellikle G. Bataille ve D. Riesman gibi isimlerin yanı sıra T. Veblen’in gösterişe
yönelik tüketim
16
ve Guy Debord’un gösteri toplumu ya da gösteri yönüyle meta
17
konusundaki
fikirlerinden mülhem birtakım değerlendirmelerde bulunur.
Baudrillard (2009: 60-61), tüketimin mantığını analiz ederken, gösterge ve değer mantığı üzerinde
özellikle durmuştur. Evlilik yüzüğü olan alyans bu noktada iyi bir örnektir. Bir kadın ve erkek arasındaki
evlilik ilişkisinin simgesi olan alyans tek olup, ikinci bir örneği yoktur. Herhangi bir istem dışı durum,
örneğin bir kaza haricinde, bu alyansın değiştirilmemesi ve sürekli takılması beklenir. Uzun süreli olması
arzulanan bir ilişkide, bu simgesel nesnenin sağlamlığı ve muhafazasına bu bağlamda özellikle dikkat edilir.
Oysa herhangi bir ilişkinin simgesi olmadığında, yüzüğün durumu daha farklıdır ve bu tür bir yüzük
istenildiği zaman değiştirilebilir bir nesnedir. Baudrillard, ABD’de evli çiftlerin her yıl eski alyanslarını
değiştirmeye teşvik edildiklerini ve bu şekilde bir tüketim alışkanlığı meydana getirildiğine dikkat
çekmektedir. Modaya dayalı tüketimin kapsama alanına alındıgında, alyansın taşıdığı simgesel anlam
hakikatte aşınıma uğramakta, ancak tüketiciler tarafından bu durum dikkate alınmamaktadır. Dolayısıyla
tüketim toplumunda, tüketim nesnesine yüklenen simgesel anlam ya da işlev nihai tahlilde derinliği
olmayan ve genelde anlık hazlara ya da mutluluklara yönelik bir anlayış barındırmaktadır. Tüketim
toplumunda mutluluk, müsrif olma ile doğrudan ilişkili görülmekte ve kitleler daha çok tükettikçe daha
mutlu olacaklarmış gibi sahte bir mutluluk algısı oluşturulmaktadır.
Tüketim toplumunda lüks olana yönelik tüketim, toplumsal prestijin temel göstergelerinden biri
olarak görülmektedir. Temel ihtiyaçları gidermenin ötesinde lüks tüketim nesnelerine daha farklı anlamların
yüklenmesi bu bağlamda dikkat çekicidir. Toplumdaki bireylerin dikkatini çekmek ve maddi açıdan yüksek
hayat standardına sahip olduğunu göstermenin yolu olarak tüketim, bireylerin hiyerarşi ve prestij amaçlı
başvurdukları bir alışkanlığa dönüşmektedir. Bu bağlamda sırf ihtiyacı gidermeye yönelik ucuz şeyler
tüketmek yerine pahalı şeyler tüketmek ve bu türden bir tüketimi süreklileştirmek önemli görülmektedir.
Modaya, lükse, eğlenceye ve güzel sanatlara olan düşkünlük
18
ve bu doğrultudaki tüketim, toplumsal
hiyerarşi bağlamında ele alındığında, kendini üst sınıftan biri olarak görmenin ve göstermenin başlıca
16
Bu konuda bkz. Veblen (2007).
17
Bu konuda bkz. Debord (2006).
18
Sanata olan yönelimdeki arttış, sırf sanat sevgisi çerçevesinde açıklanabilecek bir durum değildir. Baudrillard, sanatın tüketim
toplumunda salt ticari bir nesneye dönüşmesi ve dijitalleşmesinin, sanatın kendisinin de ölüm ilanı olduğunu savunmaktadır.
Baudrillard’ın çağdaş sanat konusunda yaptığı değerlendirmelerle ilgili ayrıntılı okuma için bkz. Baudrillard (2010a).
- 449 -
araçlarından biri olarak görülmektedir. Gösteren ve gösterilen arasında kurulan bu çerçevedeki bir ilişkide,
tüketim nesnesine yüklenilen imgesel anlam, gereksinimin ya da nesnenin kullanım değerinin çok daha
ötesindedir.
19
Gösteriş amaçlı tüketimde bireyler, canlı birer moda ya da marka bağımlısına dönüşmüştür.
Ayartılan tüketicilerin, nesnelerin tüketimine yönelmeleriyle, kendilerini canlı birer model hissetmeleri
yönünde bir algı oluşumunun sağlanması söz konusudur (Baudrillard: 2011a: 10).
Tüketim nesnelerinin gereksinimler ya da kullanım değeriyle olan ilişkilerinden çok simgesel değiş
tokuş değeri ve sağladıkları toplumsal prestijin önemsendiği böyle bir ortamda, özellikle belirli markalara
dayalı nesnelerin tüketimi, “ele geçirilmiş güç” gibi görülebilmektedir. Her şeyin üretimden ibaret olduğuna
inandırılmaya çalışılan bir ortamda kitleler, tüketime yönlendirilmekte, hedonist duyguların
körüklenmesiyle sermayenin yeniden üretimi sağlanmaktadır. Tüketime, cinselliğe ve zevklere boğulan
kitleler, bu şekilde bedenleriyle köleleştirilmektedirler. Gündelik hayatlarında tüketim nesneleriyle kuşatılan
insanlar, sürekli tüketime teşvik edilmektedirler. Nesne ve imge taarruzu altında tüketiciler, gönüllü köleliği
kabul ettikleri bir özgürlük oyunu oynamaktadırlar. Baudrillard’ın ifadesiyle (2005d: 55), bu oyunda kimse
özgür değildir ve herkes aynı anda hem köle hem de efendidir.
Yaygın tüketim nesnelerinin bolluğu toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldırmamakta, aksine sadece
onları örtmeye yaramaktadır. Mekan, zaman, temiz hava, yeşillik, doğal su, sessizlik gibi eskiden erişimi
daha kolay olan şeyler, artık sadece ayrıcalıklı olanların erişebildiği lüks mallar haline gelirken, üretilmiş
mallar ya da hizmetler geniş kitlelerin tüketimine sunulmaktadır. Artık herşeyin giderek metalaşması söz
konusudur. Sağlık hakkından, mekan hakkından, güzellik hakkından, tatil hakkından, bilgi hakkından,
kültür hakkından çokça söz edilir. Bu yeni haklar belirdiği ölçüde eş anlı olarak bakanlıklar da doğar: Sağlık
bakanlığı, kültür ve turizm bakanlığı, enformasyon bakanlığı, bayındırlık ve iskan bakanlığı vs.
Kurumsallaşma hakkına dayanan ve genel bir bireysel ve kolektif ilerlemeyi ifade ediyormuş gibi görünen
bütün bunlar belirsiz bir anlama sahiptir ve tam tersine okunmaları da mümkündür. Mekan hakkı, yalnızca
herkes için mekan kalmadığı ve mekan ile sessizlik başkalarının zararına, bazılarının ayrıcalığı haline geldiği
andan itibaren var olabilir. Temiz hava hakkı, doğal mal olarak temiz havanın yitirilmesini, onun meta
statüsüne geçişini ve eşitliksizci toplumsal yeniden dağıtımı gösterir. Herşeyin artık nesne olarak değer
taşıması söz konusudur ve bu fetişist mantık, tüketimin temel ideolojisidir (Baudrillard, 2010b).
Tüketim toplumunun ortaya çıktığı bugünkü kent yapılanmasında ya da gündelik kentsel yaşamda
AVM’ler merkezi bir konuma sahiptirler. Baudrillard’ın ifadesiyle yeni kentler, hipermarket ya da shopping
center’ların uydularına dönüşmüşlerdir (Baudrillard, 2005c: 114). Endüstriyel kapitalizmin başlangıç
yıllarında genelde önde gelen kent merkezlerinin stratejik yerlerine kurulmuş olan fabrikalar, giderek kent
merkezlerinin dışına kaydırılmış ve böylece kentsel yaşama ve ilşkilere yön vermekten uzaklaşarak, eski
önemlerini yitirmişlerdir. Günümüzdeki kent yapılanmasında üretimi simgeleyen fabrikaların yerini artık
tüketimi simgeleyen AVM’ler almıştır. Üretimden öte tüketimin başat hale gelmesiyle, farklı ürün ve
markaları bünyesinde barındıran AVM’ler yaygınlaşarak, kitlelerin boş zamanlarını geçirdikleri başlıca
yerlerden biri haline gelmiş ve tüketimi de bu kitleler nezdinde bir hobiye dönüştürmüşlerdir. Gösteriş
amaçlı tüketime yönelen kitleler ise, toplumsal prestij edinimi ya da muhafazası doğrultusunda, AVM’lerde
yer alan marka değeri yüksek mağazalarda alışveriş yapmaya özen göstermektedirler.
Tüketim toplumunda iyilik ve kötülük kavramlarından öte, mutluluk ve mutsuzluk kavramları ön
plandadır. Kitlelerin mutluluğu yaptıkları tüketimle orantılı bir şekilde değerlendirilmektedir. Böylece
bütün arzuların maddileştirilmesi, (irade ve özgürlük vurguları altında) öznenin kışkırtılıp bu arzuların
gerçekleştirilmesi ile de bireysel tatminin sağlanması söz konusudur. Tüketim nesnelerine yüklenen imgesel
anlamlarla tüketici baştan çıkarılmaktadır. Artık her şey baştan çıkarmadır, her şey baştan çıkarmadan
ibarettir. Baştan çıkarılmak kendi hakikatinden saptırılmaktır. Baştan çıkarmak ise, ötekini kendi
hakikatinden saptırmaktır. Daha çok tüketimde bulunarak, daha popüler olmanın vaat edildiği tüketim
toplumunda, reklamlar tüketime özendirmenin başlıca aracı olarak kullanılmakta ve düşsel bir toplum
oluşturularak, izleyicinin bu noktada baştan çıkarılması hedeflenmektir (Baudrillard, 2005a: 101; 2005b: 55-
56; 2011b: 218; 2005d). Tüketim toplumunda nesneleştirilen ve baştan çıkarılan kitlelerin aşırı ve lüks
tüketime yöneltilmeleri ve bunun gerçekleşmesi ile hazza kavuşacakları vaadi, bireysel özgürlüğün ve
iradenin de gerçekleşmesi olarak sunulmaktadır. Baudrillard (2006: 47), bireye zorla haz vermenin, onu
boyunduruk altına almaktan daha kötü olduğuna dikkat çekmektedir. Tüketim toplumunda bireyler,
arzulama buyruğunun gönüllü köleleridir. Kendisine tanınmış olan sınırsız özgürlükle irade tuzağa düşmüş
ve kendine özgü bir karar alma gücü olduğu şeklinde bir yanılsamaya kapılmıştır (Baudrillard, 2012: 26).
Reklamlar aracılığıyla tüketicide, reklamı yapılan nesnelerin tüketimi ile ilgili birtakım arzular
oluşturulmakta ve kitleler böylece tüketmeye yönelik koşullandırılmaktadırlar. Hızlı ve fazla tüketebildikleri
19
Bir içecek reklamında vurgulanan “imaj hiçbir şeydir, susuzluksa her şey”, yaklaşımının aksine, gösteriş amaçlı tüketimde imaj artık her
şeydir.
- 450 -
oranda tüketicilere haz vaat edilmekte ve tüketim nesnelerine yüklenen imgesel anlamlarla tüketiciler baştan
çıkarılmaktadırlar. Örneğin araba, tıraş köpüğü, dondurma ve daha pek çok ürünün reklâmlarında, ürünün
kendisinden öte cinsellik, öncekinden farklılık, popülerlik, çekicilik vs. ön plana çıkarılarak baştan çıkarma
gerçekleştirilmektedir. Bu noktada göstergeler, ürünün kendisinden daha çok ön plandadır. Reklâm
bombardımanıyla baştan çıkarılan birey, reklâmı yapılan ürüne sahip olduğunda, aynı zamanda
ayartılmasına neden olan ürünün reklâmındaki cinselliğe ve/yahut cinsel modele ya da prestije de sahip
olacağı yanılsamasına kapılmaktadır. Zira reklamlar aracılığıyla sadece ürünün kendisi pazarlanmamakta,
reklamdaki gizli kodlar aracılığıyla imaj da pazarlanmakta ve reklamı yapılan ürüne sahip olduğunda bu
imaja da sahip olacağı algısı oluşturacak şekilde tüketicinin bilinçaltına kodlar gönderilmektedir. Reklâmda,
kimsenin yüzüne bakmadığı ve ilgilenmediği kadın, kullandığı saç şampuanı sonrasında bütün erkeklerin
ilgi odağı haline gelmekte, ekran karşısında bunu izleyen hemcinsine de “sen de böyle baştan çıkarmak
istiyorsan bu şampuanı kullanman gerekir” mesajı verilmektedir. Oysa hakikatte baştan çıkarılan potansiyel
tüketicinin kendisi olmakta ve kitleler bu yolla nesneleştirilmektedir.
Bugünkü kapitalizmde şirketler, sırf ürünlerin performansına dayalı olacak nesnel bir rekabeti
engellemek için çabalamaktadırlar. Bundan dolayı, tüketicilerin sergilemek istedikleri arzulanabilir özellikler
ile markalar arasında psikolojik bir ilişki meydana getirmeye yönelik olarak reklamcılığı kullanmaktadırlar.
Böyle bir ilişkinin en kolay yollarından biri de ünlülere marka tanıtımında yer verilmesidir (Miller, 2012:
111-112). Hızlı tüketime alıştırılmış kitleler, derinlemesine düşünmeden giderek yoksun bir hale gelerek,
gerçek kişilerden daha cok medya imajlarından etkilenmekte ve onlara tepki vermektedirler. Ünlülerin sahip
oldukları çekicilik, karizmatiklik, zekilik gibi özelliklerle ürünün kendisi arasında bir ilişki varmış hissi
veren birtakım sinyallerle, tüketiciler ayartılarak, reklamı yapılan ürünün tüketimine yönlendirilmekte ve
böylece ünlülerin dünyasına katılmaya ya da ünlülerle ortak imaja sahip olmaya davet edilmektedirler.
Günümüzde lüks tüketime dayalı bir değişim çılgınlığı yaşanmaktadır. Özellikle teknolojik tüketim
nesnelerinde bu durum daha bariz bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Tüketicinin bilinçaltını hedef alan
reklamlardaki uyarıcılarla, tüketicilerde yapay birtakım ihtiyaçlar oluşturulmakta, böylece belirli tüketim
nesnelerine yönelmeleri sağlanmaktadır. Ayrıca belirli bir kategorideki tüketim nesnesine sahip olmak
yetmemekte, onu yeni çıkan modelleriyle değiştirmek için de yapay ya da sahte birtakım ihtiyaçlar
oluşturulmaktadır. Yeni çıkan modelin görünümü ve özelliklerinde küçük çaplı birtakım değişiklikler
yapılırken, çalışıyor durumda olmasına rağmen eski model artık ihtiyacı karşılamıyormuş gibi bir algı
oluşturularak, tüketici ayartılmaktadır. Tüketim nesnesinin piyasaya çıkan yeni modeline sahip olmak, yeni
özelliklere kavuşmanın ötesinde tüketicinin statüsünü yenilemesi ya da yaşamında eskimiş olduğu
düşünülen bir kısmı geride bırakıp, hayatına yeni bir soluk katması olarak sunulmaktadır.
20
Çesitli ürünlerin
henüz piyasaya sürülmeden önce ön siparişlerle tükenmesi ya da ürünün piyasada satışının yapılacağı ilk
günde, satış başlamadan saatler öncesinde mağazaların önünde uzun kuyrukların oluşturulması bu
bağlamda kayda değerdir. Ürünün piyasaya çıkmasından sonra ise gelecekteki yeni modeli ile ilgili yapılan
haber, değerlendirme ve beklentiler üzerinden de bir sonraki tüketim için de tüketici önceden
ayartılmaktadır. Bu haber ve değerlendirmelerde sonraki modelin nasıl olacağı hakkındakı anlatımın, yeni
model ile ilgili gizemler etrafında olması, tüketicide ileride bu nesneye sahip olduğunda bu gizeme de sahip
olacağı algısını oluşturmaktadır. Üstelik bu noktadaki tartışmaların büyük kısmının tüketicilerin bizzat
kendileri tarafından sanal ortamda yürütülmesi de üzerinde ayrıca durulması gereken bir o kadar ilginç bir
durumdur.
Tüketim toplumunun genel mantığı ve gösterişçi tüketim anlayışının yaygınlaşmasının etkisiyle,
günümüzde birine değer verip vermeme hali, manevi anlamda önemseme ya da bağlılık göstermekten
ziyade maddi çerçevede kişiyi nesnelere boğmak üzerinden ölçülmektedir. Bu bağlamda geleneksel
toplumlarla kıyaslandığında, kişilere özel yapılan kutlama sayılarında artış olması, insanlara geçmişten daha
fazla önem verildiği neticesini doğurmamaktadır. Düğün, sünnet törenleri gibi kökeni geçmişe dayanan
toplumsal olgularda, gerek törene ev sahipliği yapanlar gerekse de davetliler bağlamında gösterişçi harcama
üzerinden, kendilerini özel kılma duygusu ve bu bağlamda bunu gösteriye çevirme olgusu giderek
yaygınlaşmaktadır. Yine daha modern olgular olarak nitelendirilebilecek (evlilik yıldönümü, sevgililer günü,
doğum günü gibi) birtakım özel gün kutlamalarının yaygınlaşması ve nesnelerin cinsi, markası, pahası gibi
durumlar üzerinden “özel gün”e verilen kıymetin ölçülmeye çalışılması gibi bir durum giderek
yaygınlaşmaktadır. Bu tür bir algıya kapılan tüketiciler, tüketim üzerinden kendilerini özel kılmaya ve özel
hissettirmeye çalışmaktadırlar. Bu çerçevede özel an kutlamasına bizzat şahit olan ya da olmayan insanların
da bu ana ait kareleri görmelerini ve beğenilerini sağlamak arzusuyla, sosyal medya hesapları üzerinden bu
20
Temelde iletişim sağlama aracı olmasına karşın (Apple IPhone ya da Samsung Galaxy ve Note serisi gibi) belirli telefon modelleriyle
ilgili tüketim alışkanlığını buna örnek göstermek mümkündür.
- 451 -
tür anlara ait fotoğraf paylaşımının giderek yaygınlaşması da gösteriş amaçlı tüketimin önemli bir
boyutudur.
Gösteriş amaçlı tüketimde, nesnelerin temel gereksinimlere ne oranda tekabül ettiklerinden öte
gösterge değerleri önemlidir. Örneğin kentsel yaşam alanlarında, lüksün sembölü olarak görülen arazi
araçlarının kullanımının yaygınlaşması bu çerçevede değerlendirilebilir. Günümüzde kullanıcıların
tüketimine sunulan nesnelerin dayanıklığından ya da işlevselliğinden öte, dijital tasarım inceliklerine dayalı
estetik güzellik ya da görsellik özellikleri daha çok ön planda olmaktadır. Daha fazla tükettirebilmek
açısından da nesnelerin dayanıklılığı ikinci plana itilmektedir. Gösterişçi tüketimin yaygınlaşmasıyla kitleler,
temel gereksinimler ötesi tüketimde bulunabildikleri oranda kendilerini özel hissetmektedirler. Tekil bir
nesnenin ortak kullanımından öte, daha çok nesnenin tekil bireylerin özel kullanımına sunulması ve bu
yöndeki algının yaygınlaştırılması daha fazlasını tükettirme mantığının bir uzantısıdır. İlk çıktığı anlarda
genelde ortak kullanım alanı olan salonda yer verilen televizyona, lüksün bir göstergesi olarak, mutfakta ya
da yatak odasında da yer verilmesini ve bu türden tüketim alışkanlıklarının yaygınlaşmasını bu çerçevede
değerlendirmek mümkündür.
Bu açıdan bakıldığında, artık üret(ebil)mekten öte, tükettir(ebil)mek öne çıkmaktadır. Üretimin
oldukca hızlı gerçekleştirilebildiği bir ortamda sistemin varlığını sürdürmesi hızlı tüketim ile yakından
ilişkilidir. Bu durumun önemini daha iyi idrak etmek için kapitalist sistemin geniş çaplı ilk krizi olan
1929’daki Dünya Ekonomik Krizi’ni hatırlamakta yarar var. Krizin yaşandığı dönemde özellikle
sanayileşmiş Batılı ülkelerde borsalar çökmüş, pek çok işyeri iflas etmiş, 50 milyon civarında insan işsiz
kalmış ve ticaretin hacminde de daralma meydana gelmişti. Baudrillard (1998: 132), ürettiğini
tükettiremediği için sistemin 1929 yılında hapı yuttuğunu ve ciddi bir krizle karşı karşıya kaldığına dikkat
çekmektedir.
Sonuç
Genelde postmodern dönemin önde gelen düşünürü olarak nitelendirilip, bu noktada sık sık
referans gösterilen bir isim olsa da, sadece modern döneme değil, postmodern döneme ait çoğu yaklaşıma
karşı mesafeli ve eleştirel bir tutum sergileyen Baudrillard kendisini “entelektüel terörist” olarak
nitelendirmiş ve yerleşik entelektüel düzene uymayı kabul etmeyip, onu tehdit eden bir düşünür olarak
kendisini konumlandırmıştır. Modern ve postmodern teorilere hakim olması, sadece bu teorilere de bağlı
kalmayarak, güncel hayattaki gelişmeleri iyi okuması ve bu gelişmeleri, geliştirdiği yaklaşımlara
eklemleyebilme becerisi, Baudrillard’ın ileri teknolojinin egemen olduğu günümüz toplumları konusunda
öncü bir teorisyen olmasını ve değişik alanlarda sözüne önem verilen etkili bir düşünür olmasını sağlamıştır.
Baudrillard, sürekli farklılık arayışında olan bir düşünür olmuştur. Beslendiği kaynakların farklılığı
ve çeşitliliği de bu durumun göstergelerinden biridir. Tabi bu özellik, birbirinden değişik konularda farklı ve
özgün tespitler ve analizler ortaya koyabilmesi bağlamında olumlu olarak nitelendirilebilecek neticelere yol
açsa da bu konuda sergilemeye çalıştığı provakatif eğilim ve dağınıklık, bütünlüklü fikirler ortaya
koyabilmesi bağlamında da genelde olumsuzluklara neden olmuştur.
Fikirsel üretiminin başlangıç yıllarında Marxist teoriyi yeniden canlandırma girişimleri içinde
bulunan Baudrillard, özellikle 1970’li yıllardan itibaren yayınladığı çalışmalarda, Marxist yaklaşıma eleştirel
yaklaşan bir entelektüel tutum geliştirmeye başlamıştır. Baudrillard, Marxist anlayışın; geleneksel ya da ilkel
toplumları analiz etme noktasında yetersiz kaldığı gibi çağdaş toplumların da Marxist politik ekonomi
anlayışına ait belirli bir birtakım kavramsallaştırmalar üzerinden analiz edilmesi noktasında da sorunlar
yaşadığına ve geçerli ve derinlikli tahlillerde bulunabilme bağlamında yetersiz kaldığına dikkat çekmiştir.
Artık üretim merkezli bir toplumdan öte, yeniden üretimin ve tüketimin egemen olduğu bir toplumda
yaşadığımızı savunan Baudrillard, Marxist anlayışın bu noktada yapılacak analizler için yetersizliğine dikkat
çekmiştir.
Batı dışı toplumlarla ilgili çeşitli analizleri mevcut olsa da Baudrillard, kuramsal düzeyde yaptığı
tahlillerinin genelde Batı dünyası ile sınırlı olduğuna sıklıkla vurgu yapmıştır. Bununla birlikte
Baudrillard’ın tüketim eksenli değerlendirmelerini, gelinen noktada Batı dışı toplumlar üzerinden de ele
almak mümkündür. Geçmiş dönemlerle kıyaslandığında sosyal refah devleti olgusundaki gelişme, satın
alma gücü noktasındaki göreli arttış, üretim yerine tüketimin daha çok ön plana çıkması ve kitle iletişim
teknolojilerindeki gelişmelerin de etkisiyle kitlelerin tüketim davranışlarının yönlendirilmeye daha açık hale
gelmesi gibi etmenler temel gereksinimlerin ötesinde sahte ya da yapay gereksinimlerin de önünü açmıştır.
Baudrillard bir yandan yaygın tüketim nesnelerine ya da temel ihtiyaçlara yönelik tüketim potansiyeli
dengelenerek, toplumda sahte bir eşitlik algısı oluşturulurken, öte yandan da toplumsal prestij ya da
hiyerarşinin göstergesi olarak insanların lüks tüketime yönlendirildiklerine dikkat çekmektedir. Baudrillard,
tüketim toplumunda insanların gerçek ihtiyaçları ile gerçekmiş gibi sunulan sahte ya da yapay ihtiyaçları
arasındaki ayrımın belirsizleştiğine vurgu yapmıştır.
- 452 -
Tüketim toplumunda kitleler, lüks olarak nitelendirebilecek tüketim mallarını satın alma ve bunları
sergilemenin toplumsal prestij getirdiğine inandırılmış ve bu konuda baştan çıkartılmışlardır. Bu doğrultuda
tüketim nesneleriyle kurulan ilişki, insanları da birer nesneye dönüştürmektedir. Gösteri amaçlı tüketimde,
tüketim nesnesinin sağlamlılığı, dayanıklılığı, kullanım ya da fayda değerinden öte, görselliği ve bu
bağlamda da gösterge değeri önemlidir. Baudrillard, tüketimin haz dışlanarak tanımlandığına vurgu
yaparak, onun bireysel değil, doğrudan doğruya ve tümüyle kolektif bir işlev olduğuna dikkat
çekmektedir.
21
Elbette tüketim nesnelerine ait göstergelerde toplumsal değer kodları gizlidir, ancak bu
durum Baudrillard’ın ifade ettiği haliyle hedönist olgunun varlığını da ortadan kaldırmaz. Nihayetinde
nesneler, göstergelerindeki toplumsallıklar üzerinden tüketilirken, ereksel olarak bireysel tatmin
dışlanmamaktadır. Simülatif bir evrende, reklamlar aracılığıyla ya da daha farklı şekilde birtakım subliminal
mesajlar aracılığıyla nesnelerin tüketiminden sağlanacak hazlar ya da bireyin bu noktadaki beklentileri
yönlendirilse de bu durum değişmemektedir. Zira toplumsal bir işlev olarak nesnelerin tüketimi
gerçekleştiğinde, bireyin fizyolojik açıdan maddi gereksinimlerinin karşılanmasından öte, hedönist bir
bağlamda duygusal tatminin ya da psikolojik açıdan tatminin daha çok ön planda olduğunu söylemek
mümkündür.
Eskiden bir ürünün kullanım ve fayda değeri ön planda olup, belirli birtakım ihtiyaçları karşılamaya
yönelik işlevsel bir rolünün olması dolayısıyla bir ürünün yerine yenisinin ikame edilmesi, mevcutun ciddi
anlamda deforme olması ya da artık kullanıl(a)maz hale gelmesiyle söz konusu oluyordu. Ancak
günümüzde metanın gösterge değeri daha çok ön plandadır ve ürün kullanılabilir durumda olsa dahi
modasını yitirdiğinde yerine yenisinin ikame edilmesi söz konusudur. Zira tüketim toplumuna yön veren
temel olgulardan biri olarak moda, geleneksel olandan ya da artık geçmişte kalandan sıyrılmayı, gerçekleşen
değişimi ve anı yakalamayı ifade etmektedir. Teknolojinin aşırı gelişmesiyle birlikte giyimin, elektronik olan
ve olmayan ev eşyalarının, (saat, telefon, tablet gibi) kişisel eşyaların, müziğin ve daha pek çok şeyin
endüstriyel ürün haline geldiği bir ortamda moda, yeniden üretim ve tüketim çarkının devam etmesi için
hayati bir işlev görmektedir. Gösteriş amaçlı tüketimde ürünün imaj yönü ya da simgesel yönü ön plandadır
ve statüsel bir gösterge olarak ya da toplumsal prestij açısından modanın yakalanması da bu anlamda
önemlidir.
KAYNAKÇA
ADANIR, Oğuz (1999). “Baudrillard Postmodern Bir Düşünür Değildir”, Doğu Batı, S. 9, ss. 117-121.
ADANIR, Oğuz (2004). Baudrillard’ın Simülasyon Kuramı Üzerine Notlar ve Söyleşiler, 2. basım, İzmir: Dokuz Eylül Yayınları.
ALTHUSSER, Louis (2014). On The Reproduction of Capitalism: Ideology and Ideological State Apparatuses, çev. G. M. Goshgarian, London:
Verso.
BAUDRILLARD, Jean (1996). Cool Memories II: 1987-1990, çev. Chris Turner, Durham: Duke University Press.
BAUDRILLARD, Jean (1998). Üretimin Aynası ya da Tarihi Materyalist Eleştiri Yanılsaması, çev. Oğuz Adanır, İzmir: Dokuz Eylül
Yayınları.
BAUDRILLARD, Jean (1999). Siyah ‘An’lar I-II: 1980-1990, çev. Ayşegül Sönmezay, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
BAUDRILLARD, Jean (2001). The Uncollected Baudrillard, ed. Gary Genosko, London: Sage Publications.
BAUDRILLARD, Jean (2002a). Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm, çev. Oğuz Adanır, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.
BAUDRILLARD, Jean (2002b). Cool Anılar III-IV (1990-2000), çev. Yaşar Avunç, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
BAUDRILLARD, Jean (2004). Fragments: Conversations with François L’Yvonnet, çev. Chris Turner, London: Routledge.
BAUDRILLARD, Jean (2005a). Baştan Çıkarma Üzerine, çev. Ayşegül Sönmezay, 2. baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
BAUDRILLARD, Jean (2005b). İmkânsız Takas, çev. Ayşegül Sönmezay, 2. basım, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
BAUDRILLARD, Jean (2005c). Simülakrlar ve Simülasyon, çev.: Oğuz Adanır, 3. baskı, Ankara: Doğu Batı Yayınları.
BAUDRILLARD, Jean (2005d). Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği, çev.: Oğuz Adanır, Ankara: Doğu Batı Yayınları.
BAUDRILLARD, Jean (2006). Cool Anılar V (2000-2004), çev. Ayşegül Sönmezay, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
BAUDRILLARD, Jean (2009). Gösterge Ekonomi Politiği Hakkında Bir Eleştiri, çev. Oğuz Adanır ve Ali Bilgin, 2. baskı, İstanbul: Boğaziçi
Üniversitesi Yayınevi.
BAUDRILLARD, Jean (2010a). Sanat Komplosu: Yeni Sanat Düzeni ve Çağdaş Estetik 1, çev. Elçin Gen, İstanbul: İletişim Yayıncılık.
BAUDRILLARD, Jean (2010b). Tüketim Toplumu: Söylenceleri/Yapıları, çev. Hazal Deliçaylı ve Ferda Keskin, 4. basım, İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
BAUDRILLARD, Jean (2011a). Çaresiz Stratejiler, çev. Oğuz Adanır, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.
BAUDRILLARD, Jean (2011b). Nesneler Sistemi, çev. Oğuz Adanır, Aslı Karamollaoğlu, 2. baskı, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.
BAUDRILLARD, Jean (2012). Kusursuz Cinayet, çev. Necmettin Sevil, 3. basım, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
BAUDRILLARD, Jean (2013). Foucault’yu Unutmak, çev. Oğuz Adanır, Ankara: Dogu Batı Yayınları.
BAUDRILLARD, Jean ve Jean Nouvel (2010). Tekil Nesneler: Mimarlık ve Felsefe, çev. Aziz Ufuk Kılıç, İstanbul: Yapı-Endüstri Merkezi
Yayınları.
BEST, Steven ve Douglas Kellner (1991). Postmodern Theory: Critical Interrogations, New York: The Guilford Press.
BOURDIEU, Pierre ve J. C. Passeron (1990). Reproduction in Education, Society and Culture, cev. Richard Nice, London: Sage Publications.
CALLINICOS, Alex (1989). Against Postmodernism: A Marxist Critique, Cambridge: Polity Press.
COULTER, Gerry (2010). “Jean Baudrillard and Cinema: The Problems of Technology, Realism and History”, Film-Philosophy, cilt: 14,
sayı: 2, s. 6-20.
DEBORD, Guy (2006). The Society of Spectacle, cev. Donald Nicholson-Smith, 9. baskı, New York: Zone Books.
21
Bu konuda bkz. Baudrillard (2016b: 86-87).
- 453 -
GANE, Mike (1991). Baudrillard’s Bestiary: Baudrillard and Culture, London: Routledge.
GANE, Mike (1993). Baudrillard Live: Selected Interviews, Mike Gene (ed.), London: Routledge.
GANE, Mike (2003). French Social Theory, London: Sage Publications.
KELLNER, Douglas (1989). Jean Baudrillard: From Marxism to Postmodernism and Beyond, Stanford: Stanford University Press.
KELLNER, Douglas (1995). Media Culture: Cultural Studies, Identity and Politics Between the Modern and the Postmodern, London:
Routledge.
KELLNER, Douglas (2011). “Baudrillard, Jean (1929–2007)”, George Ritzer ve J. Michael Ryan (ed.), The Concise Encyclopedia of Sociology,
London: Wiley-Blackwell, ss. 25-26.
KROKER, Arthur ve Charles Levin (1984). “Baudrillard’s Challenge”, Canadian Journal of Political and Social Theory, cilt: 8, S. 1-2, ss. 5-16.
LOTRINGER, Sylvère (2007a). “Forget Baudrillard”, çev. Phil Beitchman, Lee Hildreth ve Mark Polizzotti (cev), Jean Baudrillard, Forget
Foucault kitabı içinde, Los Angeles: Semiotext(e), ss. 68-125.
LOTRINGER, Sylvère (2007b). “Exterminating Angel: Introduction to Forget Foucault”, Phil Beitchman, Lee Hildreth ve Mark Polizzotti
(çev.), Jean Baudrillard, Forget Foucault kitabı içinde, Los Angeles: Semiotext(e), ss. 7-25.
MARX, Karl (1982). Capital: A Critique of Political Economy - Volume I, çev. Ben Fowkes, London: Penguin Books.
MILLER, Geoffrey (2012). Tüketimin Evrimi: Cinsiyet, Statü ve Tüketim, çev. Gülçün Vardar, İstanbul: Alfa Yayınları.
NORRIS, Christopher (1992). Uncritical Theory: Postmodernism, Intellectuals and the Gulf War, Amherst: University of Massachusetts Press.
PAWLET, William (2007). Jean Baudrillard: Against Banality, Oxon: Routledge.
PLANT, Sadie (2000). The Most Radical Gesture: The Situationist International in a Postmodern Age, London: Routledge.
RITZER, George (1997). Postmodern Social Theory, New York: The McGraw-Hill.
SMITH, Richard G. (2010). “Introduction: The Words of Jean Baudrillard”, The Baudrillard Dictionary, Richard G. Smith (ed.), Edinburgh:
Edinburgh University Press.
VEBLEN, Thornstein (2007). The Theory of the Leisure Class, yay. haz. Martha Banta, New York: Oxford University Press.