Content uploaded by Ayselin Yildiz
Author content
All content in this area was uploaded by Ayselin Yildiz on Feb 22, 2016
Content may be subject to copyright.
Türker, D., Yıldız, A. (2015). “Göçmenlerde Sosyo-Psikolojik
Entegrasyon Analizi”. in Şeker,D., Sirkeci, İ., Yüceşahin, M. Göç ve
Uyum. TPLondon: UK pp.23-34
Bölüm 2
Göçmenlerde Sosyo-Psikolojik Entegrasyon Analizi
Bir birey veya grubun, ulusal veya uluslararası sınırları aşmak
yoluyla gerçekleştirdikleri bir nüfus hareketi olarak tanımlanabilecek
göç olgusu (IOM, 2014), küresel ekonomik sistemin bir parçası olan
merkez ve çevre ülkelerin sahip olduğu çeşitli itme/çekme faktör-
lerine (Werner, 1994; 1996) ve dünyanın farklı bölgelerinde artarak
yaşanan siyasi krizler, çatışma ve savaşlara da bağlı olarak hemen
hemen tüm toplumların karşı karşıya oldukları bir durum haline
gelmiştir. 1990 yılında 154 milyon olan uluslararası göçmen sayısı,
2000 yılında 175 milyona ve 2013 yılı itibariyle ise 232 milyona
ulaşmıştır (UN, 2013). Dünya nüfusunun %3.2’sine tekabül eden bu
rakam (UN, 2013), özellikle gelişmiş ülkelere yönelik bir nüfus dal-
gası halini almış görünmektedir. Örneğin, Ekonomik İşbirliği ve
Kalkınma Teşkilatı’na (OECD) üye ülkelere yönelik göç dalgası,
2001-2011 yılları arasında bu ülkelerdeki nüfus artışının %40’ına
tekabül etmektedir. Diğer taraftan, 2011 yılında Avrupa ülkelerine
yönelik göçün 2007-2010 kriz dönemindeki %40’lık düşüşün ardın-
dan, tekrar yükselişe geçtiği ve %15 oranına ulaştığı görülmektedir
(OECD, 2013). Tüm bu göstergeler, uluslararası göç akımlarının, en
azından yakın gelecekte azalma göstermeyeceğini ve göç olgusunun
çeşitli boyutları ile mercek altına alınması gerekliliğini ortaya
koymaktadır.
Ulusal ve uluslararası düzeydeki tüm çabalara rağmen,
göçmenlerin yeni yerleştikleri toplumlarda ciddi sorunlarla
karşılaştıkları görülmektedir. Günümüzde göçmenler, yerleştikleri
toplumun yerel halkından daha yoğun bir şekilde işsizlik sorunu
yaşamakta iken (OECD, 2013), iş bulduklarında ise düşük ücret ve
kötü çalışma koşullarına maruz kalmakta ve genel olarak insan
hakları ihlalleri, ayrımcılık, dışlanma ve emek sömürüsü ile daha sık
karşılaşmaktadırlar (OHCHR, 2014). Günümüzde çoğu zaman
önyargıların etkisi ile daha çok bir güvenlik tehdidi olarak algılanan
göçmenlerin, topluma yaptıkları ekonomik, sosyal ve kültürel
katkılar genellikle gerek toplum gerekse politik merciler tarafından
görmezden gelinmektedir.
!
!
Yapılan çalışmalar (OECD, 2010; Wong ve Primecz, 2011; Zlotnik,
2014), göçmenlerin kendi işini kurmak konusunda, yerel halktan daha
istekli olduğunu ve onların bu girişimci potansiyellerinin ekonomik
büyüme ve yenilikçi fikirlerin artmasına katkı sağladığını
göstermektedir. Örneğin, OECD’nin “Girişimcilik ve Göçmenler”
raporunda, girişimci göçmenlerin, hem yakın gelecekte karşılaşılacak
nüfus azalması veya yaşlanma gibi demografik sorunlara bir çözüm
olacağı, hem de ekonomide yeni bir talep kaynağı oluşturduklarına
vurgu yapılmaktadır (OECD, 2010). Bu girişimci yaklaşım istihdam
olanaklarının, yeni mal ve hizmetlerin geliştirilmesinin yanı sıra, top-
lumsal uyum ve bağlılığın artmasını da sağlamaktadır (Zlotnik, 2014).
Fakat göçmenlere yönelik makro ölçekte bir yaklaşımın geliştirilmesi
ve uygulanması, o toplumda sosyal ve ekonomik sermayenin
artmasına, uzun vadede oluşmasını sağlayacaktır.
Entegrasyon olgusu, tüm boyutları ile ele alınması gereken bir
olgu
olup, sadece tek bir boyut üzerinden geliştirilen politika ve
yaklaşımların uzun vadede etkisi sınırlı olmaktadır. Örneğin,
entegrasyonun daha çok ekonomik ve hukuki boyutuna odaklanan bir
yaklaşım, konunun insani boyutunu yeterince dikkate almadığında,
göçmen bireylerin, sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel ve sosyo-
psikolojik boyutlarda ciddi sıkıntı yaşamaları mümkündür. İnsanın
sosyal bir varlık olduğu savından hareketle, toplumsal uyum sağlaya-
mayan göçmenlerin, kendi sosyal kimlikleri konusunda bireysel
düzeyde sorunlar yaşadıkları (Gül ve Kolb, 2009) ve göçmen
kültürlerine aidiyetlerini yerleştikleri toplumun kültüründen daha
fazla benimsemek yoluna gittikleri görülmektedir (Şahin, 2010: 115).
Özellikle Almanya’da Türk göçmen tecrübesi (örn.,Ermağan, 2013)
gibi örnekler göz önüne alındığında, bu durumun, uzun vadede gerçek
bir toplumsal bütünleşme sağlayamadığını söylemek mümkündür. Bu
noktada, konuyu birey ve bireyin toplumla etkileşimi bağlamında ele
alan sosyo-psikolojik entegrasyon stratejisinin önemi anlaşılmaktadır.
Kısaca, bireylerin duygu, düşünce ve davranışlarının sosyal ortamlar-
dan nasıl etkilendiğine odaklanan sosyal psikoloji yaklaşımı (Brehm
ve Kassin, 1996: 6; Kenrick, Neuberg ve Cialdini, 2007: 5) ile konuyu
ele alan sosyo-psikolojik entegrasyon, göçmen bireylerin dahil
oldukları toplumla etkileşimleri ve bu etkileşimin göçmen ve yerleşik
!
gruplar üzerindeki etkilerini içermektedir. Bu çalışmada,
entegrasyonun yazında nispeten az çalışılan bu boyutu, kavramsal
açıdan ve konuya ilişkin teorik yaklaşımlar kapsamında ele alınmıştır.
Özellikle Türkiye gibi, Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze, gerek
kırsal bölgelerden büyük kentlere, gerekse yurtdışına veya yurda
yönelik göç dalgalarının tümünü birden yaşamış bir ülkede (Kirişçi,
1999: 111), sosyo-psikolojik entegrasyonun nasıl gerçekleştirile-
bileceğinin araştırılması önem taşımaktadır. Bu açıdan çalışma,
gelecekte konuyla ilgili gerçekleştirilecek yeni çalışmalar için bir
çerçeve çizmekte ve sosyo-psikolojik entegrasyonun iletişim temelli
stratejik bir yaklaşımla nasıl ele alınabileceği konusunda da öngörüler
sunmaktadır.
!
!
Kavramsal Çerçeve: Entegrasyon ve Sosyo-psikolojik Entegrasyon
Bireylerin göçmen olarak geldikleri yeni ülke ve bölgelerde
yaşadıkları sorunların çözümü ve uzun vadede farklı kültürlerden
gelen bu insanlar arasında toplumsal uzlaşının oluşumunda, göç
edilen ülkenin göçmenlere karşı nasıl bir entegrasyon stratejisi ve
yaklaşıma sahip olduğu belirleyici rol oynamaktadır. Bu noktada,
ülkelerin göçmen politikaları arasında, meşruiyetini ulusal ve
uluslararası çeşitli dayanaklardan alan farklılıklar olabilmekle birlikte,
göç olgusuna yönelik politikaların uzun-vadede başarıya ulaşabilme-
sinde entegrasyon olgusuna vurgu yapılması önem kazanmaktadır.
Berry (1997), entegrasyon olgusunun, bir toplumda bireylerin, kendi
özgün kimliklerini ve özelliklerini sürdürmelerinin yanı sıra, toplumla
uyumlu ilişkiler kurabilmelerinin de değerli olduğu bir etkileşim
stratejisi olduğunu belirtmektedir. Göçmen bireyler tarafından da en
çok tercih edilen strateji olan entegrasyon stratejisinin (Berry, Kim,
Power, Young ve Bujaki, 1989) başarılı bir şekilde uygulanabilmesi
konunun, tüm boyutları ile bütüncül olarak ele alınmasına bağlı
görünmektedir.
Entegrasyonun boyutları konusunda ilgili yazında farklı
yaklaşımların olduğu görülmektedir. Buna göre, bütünleşmenin
psikolojik, sosyokültürel (Searle ve Ward’dan akt. Berry, 1997),
ekonomik (Berry, 1997: 13-14), yasal/politik, sosyo-ekonomik,
kültürel/dinsel (Penninx, 2005) boyutları olduğu görülmektedir.
İlgili yazındaki tipolojilerden hareketle, Şekil 1’de tüm bu boyutlar
geniş kapsamlı şekilde ele alınmaktadır. Buna göre, entegrasyon
olgusu, hukuksal/siyasal bir zemin üzerinde, bireylerin, ekonomik,
sosyal,
kültürel ve psikolojik ana boyutları ile sosyo-ekonomik,
sosyo- kültürel ve sosyo-psikolojik ara boyutları dikkate alınarak
gerçekleştirilmelidir (Türker, 2013).
!
Şekil 1. Entegrasyon Stratejisinin Boyutları
Kaynak. Türker (2013)
Şekil 1’de görülen entegrasyonun bu boyutları içerisinde görece
olarak en az çalışılan konunun sosyo-psikolojik boyut olduğunu
söylemek yanlış olmaz. İnsanların, bireysel olarak veya grup
içerisinde nasıl düşündükleri, hissettikleri, birbirleriyle etkileşim
kurdukları ve birbirlerini etkilediklerini anlamaya çalışan sosyal
psikoloji (Bordens ve Horowitz, 2002), göçmen bireylerin yeni
yerleştikleri bir toplumla entegrasyonları sürecinde önemli bir
boyutu teşkil etmektedir. Buna rağmen, sosyo-psikolojik
entegrasyonun ne olduğu ve neleri içerdiğine ilişkin yazında, bilgimiz
dahilinde, net bir tanımın olmadığı görülmektedir. Gezici-Yalçın
(2009), sosyo-psikolojik entegrasyonun, yazında kimlik ve
kültürleşme tutumları bağlamında ele alınan bir olgu
!
!
olduğu belirtilmekle birlikte, konuyu politik katılım özelinde ele
almakta ve bu boyutun neyi ifade ettiği üzerinde durmamaktadır. Diğer
taraftan, Pitkanen ve Matinheikki-Kokko’ya (2005) göre, sosyo-
psikolojik entegrasyon, bireyin hem kendi göçmen grubunun hem de
içine dahil olduğu toplumun gösterdiği olumlu tutum ve sosyal
bağlantılar ile gelişen bir olgu olup, bu olgunun, yeni or- tamlarına
uyum süreçlerinde göçmenlere destek sağlayan sosyal ve kültürel
ağların (network) varlığı ile göçmenlerin ve toplumun
gerçekleştirdiği kültürel etkinliklere katılım gibi unsurları içerdiğini
belirtmektedir. Bu yaklaşımın, sosyo-psikolojik ve sosyo-kültürel
perspektifleri birleştirdiği görülmekte olup, konunun, sosyal
psikolojinin sunduğu sistematik bakış açısı ile ele alınması
gerekliliği doğmaktadır.
Sosyal psikoloji, sosyolojinin toplum, psikolojinin ise birey
düzeyinde gerçekleştirdiği analizleri tek bir potada eriterek, grup
düzeyinde çalışırken bile birey davranışlarını bu grup bağlamında ele
almaktadır (Brehm ve Kassin, 1996: 6). Buna göre, sosyo-psikolojik
boyutta, kimlik olgusu bireylerin sahip oldukları çeşitli grup üyelikleri
ve gruplararası karşılaştırmalar ile yakından bağlantı olup (Tajfel ve
Turner, 1979), bireyler bilişsel bir süreç dâhilinde içinde yer aldıkları
sosyal ve fiziksel çevreyi kategoriler halinde bölümlemekte ve
çevrelerindeki varlıkları bu kategorilere ayırmaktadır (Bilgin, 2008:
164). Evrim sürecinde kazanılan insani bir özellik olarak
düşünülebilecek bu kategorilere ayırma davranışı, karmaşık insan
yaşamını kolaylaştırmak gibi bir işlev görmekle birlikte (Fiske ve
Taylor’dan akt. Bilgin, 2008:165), insanları basitçe Fransız/Alman,
beyaz/siyah, kadın/erkek olarak gruplamakta, onlar hakkındaki
yargılarımızı etkilemekte ve aynı gruptakilerin birbirine
gerçektekinden daha ben- zer, ayrı gruptakilerin ise gerçektekinden
daha farklı algılanmasına yol açabilmektedir (Bilgin, 2008: 167).
Göçmenlik durumu söz konusu olduğunda göçmen bireyin,
kendisinin ait olduğu grup ile toplum arasında farklılıklara vurgu
yapan keskin sınırlar çizerek, benlik algısını bu olumsuz
kategorileştirme üzerinde inşa etmesi, toplumun geneline uyum
gösteremeyen ve uzun vadede kendi içine
kapanan bir göçmen
topluluğu oluşmasına neden olmaktadır. Örneğin, Almanya’daki
!
!
göçmen kimliklerini sınıflandıran Ermağan (2013: 42), bu tür
bireyleri, ebeveynin kültürünü çoğunluk kültürüne kıyasla daha ideal
bulan “kendi azınlık grubuna yönelen kimlik” kategorisinde ele
almakta ve “bu yaklaşımda Alman kültürüne karşı barışık/iç içe
olmayan bir tutum”un söz konusu olduğunu belirtmektedir. Diğer
taraftan, toplumun da bu göçmen bireylere yönelik önyargılar
geliştirmeleri kutuplaşmalara yol açmakta ve hedefin genellikle
göçmenler olduğu şiddet olayları baş gösterebilmektedir. Fakat
Berry’nin (1997) kültürleşme süreçlerine binaen, sosyo-psikolojik
entegrasyon olgusu bireyin hem bir göçmen olarak ben, hem de yeni
katıldığı toplumun bir parçası olarak biz duygularını sağlıklı bir şekil-
de yaşayabildiği ve hissedebildiği bir ruh halini yaratmayı
amaçlamaktadır.
!
!
Göçmen Kimliği Üzerine Teorik Yaklaşımlar
Sosyo-psikolojik entegrasyonun tam olarak gerçekleşmesi, göç
yoluyla gelen bireyin, bu göçmenlik olgusunun kendisi için anlamını
tam olarak idrak ederek, içerisine dahil olduğu yeni topluma uyumun
gereklerini dengeleyebildiği sağlıklı bir kimlik oluşturmasına bağlıdır.
Yazında, kimlik olgusunu sosyal etkileşim sürecini de dikkate alarak
açıklayan sosyal kimlik teorisi (SKT) (social identity theory) (Tajfel
ve Turner, 1985), bireyin benlik algısını sosyo-psikolojik bir
perspektiften analiz ederek (Hogg, 2006) entegrasyonun bu boyutuna
ilişkin teorik açıklamalar sunabilmektedir.
SKT, bireylerin kendilerini sosyal bir bağlamda tanımlama eğilimi
içerisinde olmalarından dolayı, kendileri ve başkalarını farklı sosyal
kategorilerle sınıflandırabildiklerini öne sürmektedir (Ashforth ve
Mael, 1989; Dutton, Dukerich ve Harquail, 1994; Tajfel ve Turner,
1985). Sosyal kimlik burada bir bireyin kendini ait hissettiği farklı
grup ve kategorilerle etkileşimlerinden hareketle oluşturduğu benlik
imajının tüm boyutlarını içermekte olup (Hewstone ve Jaspars, 1984),
farklı kategorilerde sahip olunan her bir üyelik için birey, o grubun bir
üyesi olarak nasıl düşünmesi, hissetmesi ve davranması gerektiğine
ilişkin atfettiği özelliklerden hareketle kendi kimliğini tanımla-
maktadır (Hogg, Terry ve White, 1995: 259). Bu noktada, bireyin
sosyal kategori olarak neyi tanımladığı oldukça öznel bir sürece işaret
edebilmektedir. Kimi bireyler için bu milliyet veya politik ideoloji
iken, kimileri için taraftarı olunan bir spor kulübü olabilmekte (Hogg
vd., 1995: 259), kimi zamansa bu farklı sosyal kategorilerin her biri
bireyin kimlik repertuvarına eklenerek bir sosyal kimlik örüntüsü
oluşturabilmektedir.
!
!
Elbette bu örüntünün kimi sosyal kategorileri, diğerlerinden daha
önemli ve değerli görülebilir; birey, sahip olduğu herhangi bir üyeliği
pekiştirmek ve sosyal kimliğini bu boyut üzerinden tanımlamak
isteyebilir (Ashforth ve Mael, 1989). Kendini ait hissettiği grubun
farklı değerlere sahip, prestijli veya diğerleri ile rekabet halinde
olduğunu düşünen birey, bu grup ile özdeşlik kurarak, grubun
başarılarını içselleştirebilmekte (Ashforth ve Mael, 1989: 34) ve
olumlu bir sosyal kimlik oluşturma ihtiyacı ile (Hewstone ve Jaspars,
1984) kimliğini bu grupla etkileşimi üzerinden kurgulamaktadır. SKT
bu yönü ile etnik ve/ya göçmen kökenli kimlik tanımlamalarının
incelenmesinde de kullanılabilmektedir (Phinney, Horenczyk,
Liebkind ve Vedder, 2001). Bir bireyin, göçmen olarak kendisini
yabancı hissettiği bir toplumun diğer üyeleri ile kendisini
ayrıştırması ve aidiyetlik hissi kurduğu kendi göçmen grubu ile
özdeşlik kurması son derece doğal bir süreç halini alabilmektedir. Bu
durumda, bireyin göçmen grubuna yönelik hissettiği aidiyet ile
sosyal kimliğini inşa etmesi arasında bir paralellik bulunmaktadır.
Örneğin, Türkiye’ye yerleşmiş 282 Balkan ve Rumeli göçmeni
üzerinde yapılan bir araştırma, katılımcıların göçmen gruplarına karşı
güçlü bir aidiyet hissettiklerini ve bu göçmenlik olgusunu bir kimlik
öğesi olarak benimsediklerini göstermektedir (Türker, 2013).
Dikkat edileceği gibi SKT’nin temelinde, grupiçi özelliklerin
diğer grupların özelliklerine göre daha üstün görülmesi fikri yatmakta
olup (Brown, 1996: 179), bu durumun olumlu bir kendine saygı algısı
oluşturma ihtiyacı gibi (Turner, 1982: 33) temel bir insani güdü
olduğu belirtilmektedir (Ethier ve Deaux, 1994: 245). Bu ihtiyaç
çoğu zaman oldukça güçlü bir güdü haline gelebilmekte ve gruplar
arasında kötü bir geçmişin, rekabetin veya düşmanlığın olmadığı ve
sadece bir yazı-tura sonucu ile tesadüfi olarak kategorize edildiği
durumlarda bile (Messick ve Mackie, 1989), bireylerin grup içi
kayırmacılık eğilimi (ingroup favoritism) içerisinde oldukları
!
!
görülmektedir (Brehm ve Kassin, 1996). SKT’ye göre, gruplar arası
farklılığa vurgu yapılarak oluşturulan bir sosyal kimlik, grubun ayırt
edici özelliklerinin farkındalığına bağlı olmakta ve grup üyelerinin
paylaşılan bir sosyal kimliği sürdürme istekleri zaman zaman diğer
gruplarla çatışmalara zemin hazırlayabilmektedir (Mercer ve Clayton,
2012: 97). Gerçekçi grup çatışma teorisine (realistic group conflict
theory) göre (Campbell’den akt. Kenrick vd., 2007; LeVine ve
Campbell, 1972; Sherif vd. akt., Zarate, Garcia, Garza ve Hitlan,
2004), özellikle sınırlı kaynakların olduğu bir çevrede, farklı gruplar
bu kaynaklar için rekabet içerisine girebilmekte ve bu durum
gruplar
arasında ön yargıların oluşmasına neden olabilmektedir. Örneğin,
yerel halka mensup bireyler, göçmenleri iş gücü piyasasında
kendilerine rakip olarak görebilmekte ve onlar olmasaydı kendilerinin
bu işlerde çalışacaklarını düşünerek, olumsuz önyargılar geliştire-
bilmektedir (Zarate vd., 2004).
Bireyin, bir gruba üyeliği nedeni ile ona yönelik olumsuz
duygu- lar beslemesini ifade eden önyargılar, ırk, din, cinsel tercih,
cinsiyet, yaş gibi demografik özellikler baz alınarak yapılan
ayrımcılıklarla genellikle yakın bir ilişki içerisindedir (Brehm ve
Kassin, 1996: 132). Geçmişte ve günümüzde yaşanan kimi
olayların da gösterdiği gibi göçmen bir kimliğe sahip olan
bireylerin, bu tür önyargı ve ayrımcılıklara maruz kalma olasılıkları
bulunmaktadır (Pereira, Vala
ve Costa-Lopes, 2010; Voci ve
Hewstone, 2003). Kuşkusuz bu durum, sosyo-psikolojik
entegrasyonu engelleyen bir unsur olabilmektedir. Örneğin, ağırlıklı
olarak tek bir kültür ve kimliğin vurgulandığı ulusalcı bir
ideolojiye sahip olan toplumlarda, entegrasyon stratejisinin
benimsenmesini sınırlandırmaktadır (Berry ve Sam, 1997: 298).
Fakat çalışmalar göstermektedir ki, bir kültürel kim- liğe aidiyet,
bireyin daha geniş bir ulusal varlığa bağlılığını azaltmamaktadır
(Berry ve Kalin, 1995; Gudykunst ve Bond, 1997). Özellikle diğer
gruplarla benzer özelliklerin keşfedilmesi, grupların birbirlerine
yakınlaşmasını sağlayabilmektedir (Brewer ve Campbell, 1976).
Temas hipotezine (contact hypothesis) göre (Pettigrew, 1998),
gruplar arasında uzun-vadede kurulan yakın ilişki ve arkadaşlıklar,
yapıcı temaslara dönüşebilmekte ve farklı gruplar arasındaki
!
!
önyargıların azalmasını sağlayabilmektedir. Özellikle grup
statülerinin eşit olduğu, gruplar arasında ortak amaçların ve
işbirliğinin olduğu, bu ilişkinin otorite tarafından desteklendiği
(Allport’dan akt. Pettigrew, 1998), bir arkadaşlık olasılığı taşıdığı
(Pettigrew, 1998) ve kişisel tanışıklık kurma fırsatının olduğu
(Brewer ve Miller’dan akt. Dovidio,
Gaertner ve Kawakami, 2003)
durumlarda temas kurmak için gerekli
ön koşullar yaratılmış
olmaktadır. Temas, gruplarlarası ilişkilerin geliştirilmesi için
kullanılabilecek en etkili strateji niteliğinde olmakla birlikte
(Dovidio, Gaertner ve Kawakami, 2003: 5), belirtilen bu fak- törlerin
olmadığı bir ortamda gerçekleşen bağlantıların entegrasyon sürecin
katkı sağlamadığı görülmektedir. Pettigrew ve Tropp’e (2008) göre,
grupların arasında önyargılar, diğer grup hakkında bilgi sahibi
olmak, gruplararası ilişki kurma konusundaki endişelerin azalması ve
empati kurabilmek gibi faktörlerin varlığı ile azalabilmektedir.
Geçmişte birbiri ile rekabet halinde olan iki grubun işbirliği içerisinde
çalışacakları ortak bir amaç etrafında bir araya gelmesi, taraflar
arasındaki olumsuz tutum ve davranışların ortadan kalkmasını
sağlayabilmektedir (Sherif vd.’den akt. Zarate vd., 2004).
!
!
Sosyo-psikolojik Entegrasyon için Stratejik Yaklaşım Önerisi
Göçmenlere yönelik entegrasyon politikaları genel olarak
incelendiğinde, ülkelerin sosyo-psikolojik boyutun farkında oldukları
görülmekle birlikte, konuya ilişkin sistematik bir yaklaşım geliştir-
medikleri söylenebilir (Türker, 2013). Fakat toplumsal düzeyde
etkinlik gösterecek, kapsayıcı mekanizmalar tasarlanmadığında,
sosyo-psikolojik entegrasyonun farklı kanal ve mecralar üzerinden
gerçekleştirildiği görülmektedir. Bu mecralardan en etkilisi olarak
karşımıza çıkan dinsel örgütlenmeler, diğer işlevlerinin yanı sıra, bir
grup bilinci ve kimlik duygusu yaratmak yoluyla üyelerinin sosyo-
psikolojik ihtiyaçlarını karşılama yoluna gidebilmektedir (Calhoun-
Brown, 1996). Diğer taraftan, kendi göçmen grubu ile daha yakın
bağlantılar kurabilmek, yine bu aşamada devreye girebilmektedir;
özellikle 2000 sonrasında büyük bir gelişme kaydeden iletişim
teknolojileri ve her geçen gün kapsamı genişleyen internet ağlarının,
günümüzde özellikle genç kuşak göçmenler arasında sosyal medyanın
bu yönlü kullanımını oldukça artırdığı gözlenmektedir (Oiarzabal and
Reips, 2012). İrlanda’da yaşayan 65 Polonyalı ve Filipinli göçmen
üzerinde gerçekleştirilen bir çalışma, sosyal medya uygulamalarının,
katılımcıların arkadaşları ile zaman geçirmeleri ve İrlanda dışında
yaşayan yakınları ile ilişki kurmalarına yardımcı olduğunu ortaya
koymaktadır (Komito, 2011). Benzer şekilde, farklı ülkelerde
yaşayan Türk göçmenlerin de facebook vb. gibi sosyal medya
araçları üzerin- den kendi aileleri ve göçmen grupları ile daha
yakından iletişim kurmaya çalıştıkları gözlenmektedir. Bacigalupe ve
Cámara’ya (2012) göre, bilgi iletişim teknolojilerinin uluslararası aile
ağlarını yakınlaştırmasının göçmen bireyler ve ailelerinin ruh sağlığı
üzerinde ciddi bir psikolojik etkisi olabilir. Bu teknolojilerin,
sosyal iletişim amacıyla kullanılması, farklı coğrafyalarda yaşayan
bireylerin ilişkile- rini canlı tutmalarını sağlaması bakımından son
derece önemlidir (Aguila, 2009).
!
!
Yeni geldiği toplumla, kendisine sunulan uygun bir entegrasyon
mekanizmasının eksikliği sebebi ile toplumun geneli ile uyumlu bir
ilişki kuramayan ve sosyal kimlik sorunu yaşayan bireylerin, kendi
içerisinde sınırlı bir etkileşime izin veren bu veya benzeri sistemlerin
içerisinde kısılıp kalarak, marjinalleşme eğilimi göstermeleri de
mümkündür. Özünde entegrasyon stratejisi, izolasyon ve kendini te-
crit etmeden ziyade, iletişim ve katılımı içeren bir süreci işaret
etmekte olup (Berry ve Sam, 1997), bunun gerçekleştirilmesi top-
lumsal yaşamın her alanında önem kazanmaktadır. Avrupa Birliği
(AB) gibi bölgesel ticaret bloklarının varlığı, iletişim teknolojilerin-
deki gelişmeler ve uluslararası hale gelen göçmen işçi akımlarının
etkisi ile farklı kültürlerden gelen insanlar aynı çatı altında çalışmakta
ve örgütlerinin başarısı için küresel yurttaşlık olgusu etrafından
bilinçli bir kültürlerarası iletişim yeteneğine ihtiyaç duymaktadır
(Ting-Toomey, 1999). Konuyla ilgili yapılan çalışmalar, farklı gruplar
arasında gerçekleşen iletişimin önemini gözler önüne sermektedir.
Örneğin, hastane çalışanları arasında gerçekleştirilen bir çalışma, yerli
halka mensup çalışanların, göçmen meslektaşları ile daha sık
görüştüklerinde, daha az kaygı duyduklarını ve onlara ve diğer
göçmenlere yönelik daha olumlu bir tutum oluşturduklarını
göstermektedir (Voci ve Hewstone, 2003). Hatta, daha önce araların-
da ciddi problemler olan gruplar arasında kurulan iletişimin bile,
gruplar arasında olumlu yönde bir tutum değişikliğine ve güvenin
artmasına yol açabildiği bulgulanmıştır (Hewstone, Cairns, Voci,
Hamberger ve Niens, 2006). Bu sebeple, sosyo-psikolojik
entegrasyonun, bir iletişim stratejisi kapsamında kamu politikası
düzeyinde işlerlik kazanması, sorunların çözümünde önem arz
etmektedir. Örneğin, göçmenlerin, sosyal ve kültürel ağlar
kanalıyla toplumsal faaliyetlere katılımın sağlanması, sosyo-kültürel
olduğu kadar sosyo-psikolojik entegrasyon açısından da önemlidir
(Pitkanen ve Matinheikki-Kokko, 2005). Bu konuda, makro ölçekte
belirlenecek politikalar, özellikle yerel yönetimler aracılığı ile
uygulamaya geçirilebilir. Göçmen bireylerin yerel merkezlerce
düzenlenen etkinliklerde halka bir araya gelmesini sağlamak,
benzerliklerin keşfini artıracak ve çeşitli işbirliği alanlarının
oluşmasını desteleyebilecektir. Diğer taraftan, kamu, özel ve sivil
!
!
toplum örgütlerince desteklenen sosyal sorumluluk ve/ya sosyal
girişimcilik projeleri aracılığı ile farklı gruplara mensup bireylerin
ortak bir amaç etrafında bir araya gelmeleri sağlanacaktır.
Sonuç
Tarih boyunca göç konusunda izlenen farklı yaklaşım ve
politikalar göstermektedir ki, karşılaşılan kimi sorunlara rağmen,
entegrasyon olgusunun sunduğu toplum modelinin daha iyi bir
alternatifi bulunmamaktadır. Entegrasyonun gerçekleşebilmesinde,
genel kabul gören uygulamaların önceliklerini kısa-vadede
göçmenlerin
yaşam standardını iyileştirmeyi hedefleyen
hukuksal/siyasal ve ekonomik boyutlara verilmekte olduğu
görülmekte, orta vadede sosyal ve kültürel mekanizmalarca süreç
iyileştirilmeye çalışılmaktadır. Tüm bu öncelik sıralamasında en son
aşama genellikle toplumla sağlıklı ve uyumlu ilişkilerin dengeli bir
kimlik duygusu içerisinde sürdürülmesini öngören sosyo-psikolojik
boyuta gelmektedir. Fakat
uzun vadede bireylerin yerleştikleri
toplumun bir üyesi olabilmeleri ve sosyal sermayeye tüm
potansiyelleri ile katkı sağlayabilmeleri bu son boyuta verilen
önemle doğru orantılı görünmektedir. Bu durumda, gerek politika
yapıcıların ve sürecin ilgili tüm paydaşlarının, diğer boyutlarının
yanı sıra, sosyo-psikolojik boyuta ilişkin de bir çerçeve
geliştirmeleri beklenmektedir.
Çalışma kapsamında sunulan teorik bilgi ve uluslararası
yaklaşımlar ışığında, göçmenlerin yaşadıkları topluma başarılı
entegrasyon süreçlerinin gerek göçmenlerin gerekse yerel toplumun
kendini sosyal kimlik örüntüsü içinde nasıl konumlandırdığı ile
yakından ilişkili olduğu görülmektedir. Öznel bir değerlendirmeye
dayanan sosyal kategorilendirme ve bunun toplum üzerindeki
olumsuz etkileri düşünüldüğünde, demokratik karar alma süreçleri
sonucu oluşturulan bir sosyo-psikolojik entegrasyon stratejisine neden
ihtiyaç olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, göçmen nüfusların
yoğun olduğu toplumlarda, karşılıklı ‘ötekileştirme’ süreçlerini
engelleyebilecek, toplumsal düzeyde işlerliği olan, kapsayıcı ve etkin
bir iletişim stratejisi çerçevesinde geliştirilen sosyo-psikolojik
entegrasyona odaklı kamu politikalarının sorunların çözümüne
önemli bir katkı sağlayacağı öngörülmektedir.