Content uploaded by Umut Koldas
Author content
All content in this area was uploaded by Umut Koldas on Jan 18, 2016
Content may be subject to copyright.
ÇOK SAHİPLİ SAHİPSİZLİK: ARAP BAHARI VE YENİ
ÜÇÜNCÜ DÜNYACILIĞIN ÇIKMAZLARINDA FİLİSTİN MESELESİ
Umut KOLDAŞ∗
Özet
Filistin sorunu geleneksel üçüncü dünyacılık yaklaşımının direniş kültürünü simgeleyen
önemli en önemli örneklerden biri olagelmiştir. Düşünsel tabanını devleti aşan toplum
ve birey odaklı küresel direniş kültürüne dayandıran Yeni Üçüncü Dünyacı yaklaşımlar
da özellikle 2011’de başlayan Arab Baharı ya da Arap Kalkışmaları sonrasında
Filistin Sorunu’na duyarsız kal(a)mamışlar ve bu sorunu söylemsel olarak
sahiplenmişlerdir. Ancak söylem bazındaki bu sahiplenmişlik özelde Filistin
Sorunu’nda genelde ise Yeni Üçüncü Dünyacıların küresel mücadelesinde başat
sisteme ve aktörlere karşı bütünlükçü bir eylemsellik yarat(a)mamıştır. Bu makale Yeni
Üçüncü Dünyacılık bağlamında söylem bazında sahiplenilen Filistin Meselesinin
eylem noktasındaki sahipsizliğini irdelerken Arap Baharı sürecinde üçüncü dünya
unsurları arasındaki bölünmüşlüğün, sistem-içi tutunum mücadelesinin, konumlanışsal
ve yönsel muğlaklığın Filistin meselesinin küresel, bölgesel ve yerel düzlemlerde ele
alınışlarına da yansıdığını savunmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Yeni Üçüncü Dünyacılık, Filistin Meselesi, Arap Baharı,
araçsallaştırma
MULTI-POSSESSED DISPOSSESION: DILEMMAS OF NEW THIRD
WORLDISM PALESTINIAN QUESTION IN THE POST-ARAB
SPRING
Abstract
Palestinian Question has usually been considered as one of the key examples of
solidarity and resistance among the traditional Third Worldist scholars and activists.
New Third Worldism which is based on the ideas on a non-state centric (and a non-
Eurocentric) egalitarian, democratic and popular global resistance against the
dominant system did not (or could not) overlook the developments about the
Palestinian Question after the Arab upheavals in 2011. Therefore New Third Worldist
approaches embraced pro-Palestinian discourses in their struggle against the
dominant forces of the region as well as of the world system. Possession of the
∗ Yrd. Doç. Dr. Yakın Doğu Üniversitesi, Kıbrıs
Akademik ORTA DOĞU, Cilt 9, Sayı 1, 2014
1
Palestinian Question within the context of neo-Third Worldism by various actors at
discursive level however, did not (or could not) result in any full fledged activism
which would structurally challenge neither the existing system nor its hegemonic
actors. This article assesses the concomitant processes of discursive multi-possession
and practical dispossession of the Palestinian Question by various states and non-state
actors within the context of Neo-Third Worldism. It investigates how the divisiveness,
in-system power struggle, target ambiguity among the Neo-Third Worldist forces are
reflected in the global, regional and local responses to Palestinian Question in the
post-Arab Spring period.
Keywords: New Third Worldism, Palestinian Question, Arab Spring,
instrumentalization,
Filistin sorunu tarihsel olarak “dünyanın küçük insanları” ile
“dünyanın güçlüleri” arasındaki ilişkilerin doğasını, kurallarını ve değerlerini
sorgulayan Üçüncü dünyacılık1 için bir dayanışma örneği olarak ortaya
çıkmıştır. Bu anlamda Filistin sorunu üçüncü dünyacılık yaklaşımının
başlangıcından itibaren bu düşünsel ve siyasi akımın direniş kültürünü
simgeleyen önemli örneklerden biri olarak kabul edilmiştir. Arap Baharı ya da
ayaklanmaları bazı akademisyenler tarafından böylesi bir direniş kültürünün
yeniden ortaya çıkışının işareti olarak kabul edilmiştir. Arap ayaklanmalarını
Ortadoğu’daki Batı çıkarlarının taşeronu sözümona bir Vestfalyan devlet-
merkezliliğe ulusaşırı/ulusaltı toplumsal başkaldırılar olarak değerlendiren
böylesi bir okuyuş, bazı düşünsel zeminlerde üçüncü dünyacılığın yeni bir
kavramsallaştırılmayla canlandırılması ve Filistin sorununun da bu bağlamda
yeniden irdelenmesi çabalarını doğurmuştur. Nitekim Yeni Üçüncü dünyacılara
göre üçüncü dünyacılık her ne kadar Vestfalyan bir yapı içinde oluşsa da her
zaman bu yapıyla uyum içinde olmamış, gerek düşünsel altyapısı gerekse
direniş kültürünün niteliği açısından bir devlet-öteliği ve devlet-dışı unsurları
içermiştir2.
Yeni üçüncü dünyacılık temelde geleneksel üçüncü dünyacılığın çıkış
noktası olan Bandung ilkeleri çerçevesinde üçüncü dünyacılığın politik
gerçekliğinin sürekliliği vurgusuna, hiyerarşi karşıtlığına, hegemonyaya karşı
farklı yöntemlerle mücadele vermenin gerekliliğine ve Avrupa merkezli
olmayan bir evrensellik savunusuna dayanmaktadır3. Devlet merkezli
1Abdul Karim Bangura, “Toward a Pan-Third Worldism: A Challenge to the Association of
Third World Studies”, Journal of Third World Studies, Cilt.20, Sayı.1, ss.13-17
2Balakrishnan Rajagopal, “Counter-Hegemonic International Law: Rethinking Human Rights
and Development as a Third World Strategy”. Third World Quarterly, Cilt 27, Sayı 5, 2006, ss.
767-783
3Ali Murat Özdemir, Göksu Uğurlu, Ebubekir Aykut, “Üçüncü Dünya Küreselleşirken:
Uluslararası Düzenlemenin Değişen Eleştirisi”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 45, Sayı 1, 2012,
2
geleneksel üçüncü dünyacılığın zaman içinde sömürü düzenine eklemlenerek
onun aracına dönüştürüldüğüne dikkat çeken yeni üçüncü dünyacılar
toplumlarının ezilmişliklerini üçüncü dünyacı söylemi kullanarak kendi
meşruluk tabanlarını pekiştirmek için kullanan sözümona üçüncü dünyacı
devletleri de eleştirmektedirler. Bu anlamda yeni üçüncü dünyacılar ulus-devlet
merkezli kalkınma projelerini hegemonya karşıtı bütünlüklü bir madunlar
direnişine tercih ederek sömürü yapısının yeniden üretilmesine katkı koyan
“devletlerin Bandung’u” yerine altsınıflar ve ezilmişler arasında eşgüdümlü bir
şekilde müzakere edilerek küresel hegemonyal yönetişime alternatif ekonomik,
siyasi ve insani projeler oluşturabilecek “halkların Bandungu”nu
önermektedirler4.
Geleneksel üçüncü dünyacılığın Soğuk Savaşın baskıcı ve merkeziyetçi
blok dinamikleri nedeniyle Bandung ruhunu hayata geçiremediğini savunan
yeni üçüncü dünyacılar geleneksel devlet-merkezli ve sivil toplumu baskı
altında tutan otoriter siyasi rejimlerin oluşturduğu bağımlı-kalkınmacı bir
üçüncü dünyacılıktan daha demokratik, sivil toplumun ve madunların
taleplerine duyarlı, eşitlikçi-kalkınmacı, yeni bir üçüncü dünyacılığa geçişin
gerekliliğine vurgu yapmaktadırlar5. Yeni üçüncü dünyacılar, başat emperyal
küreselleşme karşıtlığında Bandung ruhunu muhafaza ederken ulus-devletlerin
koalisyonuna bel bağlayan bir direniş kültürü yerine ulusal karşı koyuşları göz
ardı etmeyen ancak ulus-altı, ulus-üstü, ulus-aşırı birçok düzeyde gerçekleşecek
çok cepheli direnişçi bir yaklaşımın gelişmesi gerekliliğini savunmaktadırlar.
Bu bağlamda, üçüncü dünyacı devletlerin bir noktadan sonra neo-liberal
ekonomik sömürü yapılanmasının araçlarına dönüşmekten kurtulamadığını
savunan yeni üçüncü dünyacı yaklaşım, sömürü karşıtı devlet-dışı küresel ve
yerel direniş hareketlerini desteklemektedir. Yeni Üçüncü dünyacılara göre
üçüncü dünyacı direniş kültürü söylemsel düzlemde üçüncü dünyacı ve sömürü
karşıtı olduğunu iddia edip üçüncü dünya toplumlarını ezen ve zamanla küresel
faşizan bir sömürüye eklemlenerek onun bir aracı haline gelmiş olan sözümona
ulus-devletlerin egemenlik kaygılarından ve siyasi tekel hırslarından
arındırılmalıdır6.
Yeni Üçüncü Dünyacılar, küresel sömürü karşıtı direniş kültürünün
birbirini tamamlayacağına inandıkları belli başlı bayrak taşıyıcılardan
bahsederler. Bunlardan biri sistem düzeyinde faaliyet gösteren “küresel adalet
ss.21-50.
4Kinhide Mushakoji, “Bandung Plus 50: A Call for Tri-Continental Dialogue on Global
Hegemony.” Inter-Asia Cultural Studies Sayı 6 , 2005, ss. 510-522.
5Cho, Hee-Yeon, “'Second death', or revival of the 'third world' in the context of neo-liberal
globalization”, Inter-Asia Cultural Studies, Cilt 6, Sayı 4. 2005, ss. 497-509
6Rajeev Patel ve Philip McMichael, “Third Worldism and Lineages of Global Fascism: the
Regrouping of the Global South in the Neoliberal Era”, Third World Quarterly, Cilt 25, Sayı 1,
2004, ss.231-54,
3
ve barış hareketleri” gibi toplumsal direniş yapılanmalarıdır. Devlet-sermaye
ilişkisinin ve devletlerin sömürü sistemi için araçsal öneminin farkında olan bu
yapılanmalar Üçüncü Dünyacılığın sömürü karşıtı duruşunu “yeni
uluslararasıcılık” yaklaşımının ötesine taşıyarak geleneksel üçüncü
dünyacılığın devlet merkezli yörüngesini terkeden yeni bir hükümranlık
anlayışı temelinde yeni bir direniş kütürü ve pratiği oluşturmayı
hedeflemektedirler7. Küresel sömürü karşıtı direnişin ikinci önemli öğesi ise
sistem içi ezilmişliklerini ve sistemin değişik ihtiyaç tatmini alanlarındaki
(ekonomi, kimlik, çevre, vb) maduniyetlerini/tatminsizliklerini ulus-devlet
odaklı indirgemeci direnişsel sınırlılıkların ve ikilemlerin ötesine geçerek daha
karmaşık bir yerel hükümranlık anlayışı üzerinden isyana dönüştüren toplum
hareketleridir8. Yeni üçüncü dünyacılar devletlerin üçüncü dünyacılık hareketi
içinde araçsallaştırılabilmeleri ihtimalini tamamen yadsımazlar. Ancak sistemin
ekonomik ve ideolojik yeniden üreyişinin/üretilişinin aygıtı haline gelmiş olan
devletlere karşı yerel ve küresel düzeyde gerçekleştirilecek olan her türlü
direniş ve kalkışmayı desteklerler. Bu anlamda yeni üçüncü dünyacı bir bakış
açısından değerlendirildiğinde Arap Baharı Ortadoğu’da bazıları bir zamanlar
üçüncü dünyacılığın bayraktarlığını yapmış olan sistem taşeronu otoriter ulus-
devlet yapılarına karşı gerçekleştirilen bir madunlar isyanından ibaret değildir.
Arap Baharı’nın yeni üçüncü dünyacılar açısından önemi (özellikle ilk
zamanlarında) Ortadoğu’da sisteme eklemlenerek ya da entegre olarak küresel
sömürü düzeninin bir parçası haline gelen Batı menşeli sözüm ona Vestfalyan
devlet yapılanmasını sarsabilme ve sistem karşıtı bir direniş kültürünün
kıvılcımını yakabilme potansiyelinden kaynaklanmıştır.
Bu makalenin amacı Arap ayaklanmalarının Ortadoğu’daki Vestfalyan
yapıya ( ki yapının ne kadar Vestfalyan olduğu bile önemli bir tartışma
konusuyken) sistemsel bir başkaldırı olup olmadığını yeni üçüncü dünyacı bir
perspektifle tartışmaktan ziyade Arap Baharı sonrasında Filistin sorununun
yeni üçüncü dünyacı olduğu iddia edilen yaklaşımlar içinde uluslararası
arenadaki çeşitli unsurların çıkarları doğrultusunda araçsallaştırılmasındaki
sürekliliğin ve çok sahipli sahipsizliğinin irdelenmesidir. Nitekim Arap
ayaklanmarının ortaya çıkardığı başarsız ya da düşkün devletler ortamında
Filistin sorunu geleneksel üçüncü dünyacılık dönemindeki gibi bölgesel başat
Arap devletlerinin söylemsel aracı olmaktan çıkıp mevcut karmaşık yapı içinde
bir çok devlet-altı ya da devlet-aşırı yapılanmanın direniş söylemlerinde
araçsallaştırılan bir konu haline gelmiştir. Bu bağlamda bu makalede Filistin
sorununun yeni üçüncü dünyacı direniş kültürünün bayrak taşıyıcı bir konusu
olup olmayacağından çok bu sorunun yeni üçüncü dünyacılık diye adlandırılan
sistemsiz ve muğlak düşünsel yaklaşımların çıkmazlarında Filistinliler de dahil
7A.g.e.
8A.g.e
4
olmak üzere birçok aktör tarafından kendi mikro-milliyetçi, etno-sekteryan,
dinci, ya da diğer ideolojik projelerinde araçsallaştırılmaya devam ettiği
savunulmaktır. Yeni araçsallaştırmanın dinamiklerini ve yeni dünyacılık
şeklinde tanımlanmaya çalışılan düşünsel zeminin Filistin sorunu temelli
ulusaşırı bir direniş kültürü oluşturmadaki yetkinsizliğini doğru okuyabilmek
için Filistin sorunu ile üçüncü dünyacılığın tarihsel ilişkisini iyi bir şekilde
çözümlemek gerekmektedir.
Değişik ülkelerde farklı şekillerde algılansa ve uygulama alanında ciddi
farklılıklar olsa da Pan-Üçüncü dünyacılık hareketi temelde dünyadaki alt
sınıfların ve ezilmekte olan toplumların taleplerini, haklarını, özgürleşme
isteklerini, kendi kaderlerini tayin edebilme yetkinliklerini artırmalarını, kendi
kendilerine yeterliliklerini geliştirmeyi ve uluslararası ilişkilerin
demokratikleşmesi ile daha eşit bir küresel düzeni amaçlamaktaydı.9 Bu
amaçlar doğrultusunda bazı üçüncü dünyacılar Filistin mücadelesini liberal
sistemin öngördüğü politik-ekonomik yapılanma modellerine alternatif bir
toplumsal dönüşüm aracı olarak görürken diğerleri ise emperyalist ve anti-
emperyalist güçler arasındaki bir çatışma örneği olarak değerlendirdi. Fuad
Ajami’nin de içinde bulunduğu bu düşünürlere göre Filistin sorunu odaklı
çatışma özünde gerillavari üçüncü dünya muhalif hareketi ile Batı
emperyalizminin kurulu devlet anlayışı arasındaki çekişmenin bir yansıması
olarak ortaya çıkmıştı10. Ancak pratikte Filistin meselesi üçüncü dünyacı
idealistlerin öngördüğü bir yapı-bozumcu ya da yapı-dönüştürücü bir
mücadelenin ana cephelerinden birine dönüşememiştir. Sonuçta hem üçüncü
dünyacı dayanışma söylemi hem de Filistin odaklı mücadele söylemi
Ortadoğu’da gerek Pan-Arap milliyetçiliğinin gerekse ulus-devlet
milliyetçiliklerinin başat söylemleri içinde muğlâklaşarak bölgedeki hakim
yönetimlerin dış politika amaçları doğrultusunda araçsallaştırılmışlardır.
Benzer bir araçsallaştırma Filistin liderliğince de yapılmıştır. Örneğin Filistin
sorununun simge isimlerinden ve Filistin toplumunun en önemli liderlerinden
biri olan Yaser Arafat’ın söylemlerinde üçüncü dünyacılığın direniş kültürünün
Filistin meselesine endekslenerek bu yaklaşımı Filistin milliyetçiliğinin
söylemsel aracı haline getirme çabasını gözlemlemek mümkündür.
Edward Said’in de belirttiği gibi özellikle 1990’lı yıllara kadar
Filistinliliğe, Filistin kültürü, tarihi ve toplumuna dair başat bir düşünce
sistematiğinin ve kuramın olmayışı11 Filistin sorununun tarih içinde başta
üçüncü dünyacılık olmak üzere değişik anaakımların alt düşün ve pratik
9A.g.e.
10 Fuad Ajami, The Arab Predicament, Cambridge University Press, Cambridge, 1992, s.47
11Edward Said, After the Last Sky: Palestinian Lives, New York, Pantheon Books, Helga Tawil,
“Coming into Being and Flowing into Exile: History and Trends in Palestinian Film Making”,
Nebula, Cilt 2, No.2, Haziran, 2005, ss.113-140.
5
alanlarında değerlendirilmesine ve bu çerçeveler içinde farklı biçimlerde
araçsallaştırılmasına yol açmıştır. Bu bağlamda Filistin sorununun yakın
döneme kadar diğer düşünce sistematiklerine eklemlenmesinin temel
sebeplerinden biri Filistin’in/Filistinliliğin çevresinde örüleceği ve Filistin
sorununun kendisine atıfla daha analitik ve sistemli bir şekilde irdelenebileceği
bir düşünsel, söylemsel ve uygulamaya dönük bir merkez yoksunluğudur.
Ancak bu merkez yoksunluğu tek başına Filistinlilerden kaynaklanmamaktadır.
Bu yoksunluğu besleyen en önemli etmenlerden biri bölgede ve dünyada
değişik düşünce sistematiklerinin bayraktarlığını yapan aktörlerin üçüncü
dünyacılık ve Filistin sorunu örneğinde olduğu gibi bu sistematiğin
özdeğerlerini içselleştirmek ve sorunun özüyle ilgilenmek yerine bu sistematiği
ve sorunu araçsallaştırmasıdır. Nitekim Filistin sorunu tarihsel olarak yalnızca
Filistinliler ve İsrailliler arasında çözülmesi gereken bir sorun olarak
görülmemiş ve gerek bölgesel gerekse uluslararası aktörlerin başatlık
rekabetinde ve uluslararası ilişkilerinde önemli bir mücadele alanı olarak kabul
edilmiştir. Bu mücadele alanı içinde Filistin sorununun Arap yoğunluklu
Ortadoğu ülkelerinde Üçüncü dünyacılık bağlamında algılanışı ve bu ülkelerin
siyaset üretme/uygulama süreçlerine yansıtılışı Arap Baharı’na kadar
çoğunlukla bölgenin yapı-içi (sistem-içi) çelişkilerinin gölgesinde
gerçekleşmiştir. Öyle ki, Mısır, Libya, Suriye, Tunus gibi Filistin sorununun
uluslararası alanda bayraktarlığını yapan ülkelerdeki siyasi yapılanmaların
otoriter/totaliter niteliği ve kendi madunlarına yönelik baskıcı tutumları üçüncü
dünyacılık anlayışının öz değerleriyle bağdaşmayan bir durum ortaya
çıkarmıştır.
Arap Baharı’na kadarki dönemde Arap liderlikler tarafından rejimsel
veya kişisel amaçlar doğrultusunda araçsallaştırılan Filistin Sorunu, Arap
Baharı sonrası bölge ülkelerinde ortaya çıkan çoklu ve karmaşık yapıyla
birlikte yeni bir söylemsel ve pratik boyuta taşınmıştır. Arap Baharı ilk
dönemlerinde Filistin sorununa ve üçüncü dünyacılığa yeni bir açılım getirme
potansiyeli olan bir süreç olarak düşünülmüş ancak sürecin evrilişi bunun böyle
olamayabileceğini göstermiştir. Arap Baharı sürecinde Filistin Sorunu’nun bu
ülkelerdeki yönetsel seçkinlerin veya otoriter devlet yapılanmasının söylemsel
ve pratik tekelinden kurtularak üçüncü dünyacılığın (özdeğerleri açısından
bakıldığında) bu sorunun gerçek sahibi / muhattabı olarak düşünülebilecek
Arap toplumlarına, madunlarına teslimi sürecinin gerçekleşip gerçekleşmediği
önemli bir tartışma konusudur. Arap Baharı, Ortadoğu’da sosyo-politik
toplumsal hareketlerin ulusaşırılaştıklarında devlet-merkezli yapıyı zayıflatma
ve ulus-devletlerarasındaki çatışma anlayışının sürekliliğine dayalı Vestfalya
düzenini sarsma noktasında ne kadar etkili olabileceğini bir kez daha
göstermiştir. Arap ülkelerindeki rejim-karşıtı toplumsal kalkışmaların ulus-
devlet hükümranlık alanlarını ifade eden ülke sınırları içinde kalmayıp
ulusötesi bir nitelik kazanması, bölgedeki halk tabanlı hoşnutsuzluğun yalnızca
6
belli bir rejime değil bölgenin siyasi ve sosyo-ekonomik ilişkilerini kontrol
eden ve Vestfalya sisteminin uygulayıcısı olan tüm baskıcı devlet yapılarına
karşı olduğuna işaret etmektedir. Bu anlamda Arap Baharı kendisinden önce
Vestfalya düzenine karşı çıkışın sistemli ifadeleri olarak öngörülen Pan-Arapçı
ve Pan-İslamcı ulusaşırı hareketlerden12 daha sistemsiz ama onlardan daha
yapıbozumcu bir toplumsal kalkışmanın öncüsü olmuştur. Bu sürecin Pan-
Arapçı ve Pan İslamcı örneklerde olduğu gibi zamanla Vestfalya düzenine
eklemlenip eklemlenmeyeceğini ya da o düzenin başat aktörleri olan ulus-
devletlerce araçsallaştırılıp araçsallaştırılmayacağını öngörmek için henüz çok
erkendir. Arap Baharı sonrasında oluşan çoklu ya da bölünmüş yapı yeni
üçüncü dünyacılık benzeri ulusaşırı sistem-karşıtı toplumsal hareketler için bir
çıkış noktası yaratabileceği o gibi Vetsfalya düzeninin daha küçük ya da
bütünleşik devlet yapılanmalarıyla yeniden üretilmesine de imkan tanıyabilir.
Bu sistem karşıtı kalkışmaları anlamaya çalışırken yeni bir üçüncü
dünyacı düşünce sistematiğinden yararlanmak mümkündür. Ancak bölgesel
aktörlerin uluslararası ilişkilerinde Filistin sorununun özüne yönelik samimi bir
yaklaşım geliştirilmedikçe ve bu ülkelerin dış politikalarındaki araçsal niteliği
devam ettikçe ne Arap Baharı’nın ne de başka dönüm noktalarının sistem
düzeyinde bir farklılık yaratması mümkün olacaktır. Bir başka deyişle, yeni
üçüncü dünyacı bir yaklaşım Filistin sorunun araçsallaştırılmasının ötesine
geçmek ve kuramsal çerçeve olarak kullanma açısından çok yararlı bir düşünsel
duruş geliştirme olanağı sağlamakla birlikte Filistin sorununun tarihsel çok
sahipli sahipsizliğini çözebilecek ya da yeni bir sistemsel direniş kültürü
geliştirebilecek bir açılım getirip getiremeyeceği bu makalenin ana tartışma
konusunu oluşturmaktadır. Bu anlamda Arap Baharı’nı Filistin sorunu ve
Ortadoğu’nun uluslararası ilişkileri bağlamında doğru bir şekilde okumak
ancak bu sürecin yerel, ulus-altı, ulusal, alt-sistemsel ve sistemsel düzeydeki
dinamiklerine doğru ve tutarlı atıflar yapmakla mümkün olabilir. Nitekim
sistemsel ve sistem-içi dönüşümlerin Ortadoğu ülkelerinin uluslararası
ilişkilerindeki etkilerini doğru analiz etmeden Arap Baharı’nın çok
boyutluluğunu ve karmaşıklığını analitik bir biçimde çözümlemek ve tartışmak
sürecin bütünlüklü analizini zorlaştırabilir. Bu nedenle Arap Baharı’nı ve
Filistin meselesini değişik düşünce sistematikleri bağlamında değerlendirirken
sistemsel, bölgesel ve yerel dinamikler arasındaki bağlantıları başat sistemin
yapısı, tutarlılıkları ve çelişkileri ile de ilişkilendirerek irdelemek
gerekmektedir.
Bu tartışmalardan hareketle bu makale Filistin sorununun üçüncü
dünyacılık anlayışı çerçevesindeki evrilişi ve Arap Baharı’nın bu evrim
sürecindeki dönüşümsel etkilerini irdelemeyi amaçlamaktadır. Bir başka
12Raymond Hinnebusch, The International Politics of the Middle East, Manchester University
Press, Manchester, 2003, ss.5-6
7
deyişle bu makalede Filistin sorunun üçüncü dünyacılık yaklaşımı bağlamında
bölge ülkelerinin uluslarararası ilişkilerinde tarihsel olarak nasıl
konumlandırıldığı ve Arap Baharı sonrasında bu konumlandırılıştaki süreklilik
ve değişimler ülke örneklerine atıfta bulunularak tartışılacaktır. Bu doğrultuda
makalede sırasıyla üçüncü dünyacılık düşünsel sistematiğinin genel nitelikleri
ve Filistin sorunuyla bağlantısı, bu düşünsel sistematik içinde Filistin
sorununun bölgedeki ülke yönetimlerinin uluslararası ilişkilerindeki
konumlandırılışı ve dış politika uygulamalarındaki araçsallaştırılmasının
tarihsel arkaplanı ve Arap Baharı sonrası bölgedeki aktörlerin Filistin sorununa
bakışlarının yeni bir üçüncü dünyacı aktivizme yol açıp açamayacağı
incelenecektir.
Üçüncü Dünyacılık İdealizminden Ulus Devlet Pragmatizmine
Filistin Sorunu
Mark T. Berger üçüncü dünyacılığın evrilişinde üç tarihsel dönemi
irdeler. Berger 1950’ler ve 1960’ları üçüncü dünyacılığın doğuşu, 1960’lardan
1970’lere kadar olan dönemi üçüncü dünyacılığın altın çağı ve 1980’lerden
itibaren 2000’li yılları da içine alan dönem ise Bandung Konferansı ile
başlayan üçüncü dünyacı döneminin bitişi ve genel olarak üçüncü dünyacılığın
etkinsizleşme yılları olarak dönemselleştirir13. Üçüncü dünyacılığın ilk
dönemini şekillendiren ana dinamikler sömürge altında bulunan Asya, Afrika,
Ortadoğu ve Latin Amerika ülkeleri tarafından gerçekleştirlen ulusal
bağımsızlık mücadeleleri ile belirli bölgeselcilik hareketleridir. Bu anlamda bu
dönemde üçüncü dünya bilinçliliği ulusal düzeyde değişik toplumların sömürge
yapılarından bağımsızlaşma pratiklerinin, alt-sistem düzeyinde ise Pan-Asyacı,
Pan-Arapçı, Pan-Afrikacı ve Pan-Amerikacı bölgesel söylem ve
uygulamalarının etkisinde gelişmiştir. Bu dönemde Ortadoğu özelinde Arap
dünyasındaki sömürge karşıtı direnişleri ve bağımsızlık hareketlerini, Nasır
liderliğindeki Pan-Arapçı hareketi, Suriye ve Mısır arasında Birleşik Arap
Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla somutlaştırılmaya çalışılan Arap odaklı bir
üçüncü dünya dayanışması denemelerini, 1945’te kurulan Arap Birliği’nin
artan faaliyetlerini üçüncü dünyacı bu direniş kültürünün ilk ve yetkinleşme
arayışındaki örnekleri olarak tanımlamak mümkündür. Bu dönemde Filistin
meselesi gerek ulusal bağımsızlık mücadelelerinin gerekse Pan-Arapçı
yaklaşımların ön plana çıkardığı konulardan biri olmuş ve İsrail’e karşı
Filistinlilerin yanında verilecek mücadelenin aslında bu ülkenin ortaya çıkışına
katkı koyan sömürgeci devletlere karşı verilecek bir mücadeleyle özdeş olduğu
vurgulanmıştır. Nitekim bu dönemde kurulmuş olan Arap Birliği’nin
13Mark T. Berger, “After the Third World? History, destiny and the fate of Third Worldism”,
Third World Quarterly, Cilt 25, Sayı 1, 2004, ss.9-39,
8
faaliyetlerini odaklandırdığı konu Filistinlilere İsrail’le mücadelelerinde
verilecek desteğin niteliği ve niceliği olmuştur14.
Üçüncü dünyacılık yaklaşımının Arap ülkeleri arasında bir sistemli
direnişin yapı-oluşturucu bileşenlerinden biri olarak ortaya çıkışına kadar
bağımsızlıklarını yeni kazanmış ya da henüz pekiştirme çabasında olan bu
ülkelerin Filistin sorununa yönelik ürettiği politikalar bölgedeki etkinliklerini
devam ettirmekte veya kurmakta olan İngiltere ve ABD gibi başat aktörlerin
politikalarına karşı bir duruş sergilemekten uzak olmuşlardır. Hatta bazı bölge
tarihçilerine göre Mısır, Ürdün, Suriye ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin
1930’lardan Nasır dönemine kadar izlemiş oldukları politikaların çoğu
İngiltere’nin İkinci Dünya Savaşı öncesi üretmekte olduğu ana-damar
politikaların yan ürünleri olmaktan öteye gitmemiştir15. Bu sınırlılığın önemli
bir nedeni de söz konusu ülkelerde Filistinlilere destek vermek için Pan-Arapçı
söylem altında ortaya konmuş etkinliklerin Arapçı vurgularına rağmen özellikle
bu ülkelerdeki politik seçkinler arasında Iraklı, Suriyeli ve Mısırlı kaygılar
içermesi olmuştur.
1948 Savaşı yukarıda belirtilen Arapçılık-ötesi kaygıların uygulamaya
geçirildiği önemli bir örnek olaydır. Bu savaş sırasında başat Arap ülkelerinin
tutumu ve Filistin’i Filistinliler ya da Arap halklarının kardeşliği adına değil
kendi ulusal ve bölgesel çıkarları doğrultusunda kurtarma pratikleri Arapçılık
yaklaşımının iç tutarlılığına önemli bir zarar verirken Arap ülkelerinin Filistin
hakkındaki söylemleri ve uygulamaları arasındaki ikiciliği de yansıtmıştır.
Musa Alami’nin belirttiği gibi Filistin’i Arap halkları adına ve Filistinliler için
kurtarma söylemi ile savaşın ilerleyen aşamalarında ön plana çıkan Filistin
bölgesinde baskın duruma gelme ve diğer Arap ülkelerinin baskınlığını
engelleme kaygılarının yönlendirdiği ulus-devlet merkezli mikro-milliyetçi
pratikler bu ikiciliği ortaya koymak açısından gayet önemlidir16. Bu pratikler
Mısır lideri Cemal Abdül Nasır önderliğinde 1950’lerin ortasında serpilmeye
başlayan ve 1970’li yılların başına dek baskın bir ideoloji olarak Arap
kamuoyları ve siyasi alanını belirleyen devrimci Arap milliyetçiliği
çerçevesinde bastırılmıştır. Ancak bu politik edimler bu dönemde bile Ürdün
ve Suudi Arabistan gibi Arap liderliklerinin Nasır karşıtı duruşlarında eyleme
dökülmüş ve Arapların birleşmesi misyonunun gerçekleştirilememesiyle
birlikte de yeniden ve daha etkin bir şekilde uygulama alanı bulmuşlardır17.
Nasır ve Kaddafi Filistin meselesini 1950’lerde Ortadoğu’da da
gerçekleşmesi geniş kitlelerce umut edilen üçüncü dünyacı devrimin liderliğini
14A.g.e. s.17
15Aaron S. Klieman, “The Arab States and Palestine”, Elie Kedourie ve Sylvia G. Haim (der.)
Zionism and Arabism in Palestine and Israel, Frank Cass, Londra, 1982, s.119
16A.g.e., s. 135
17 Adid Davişa, Arap Milliyetçiliği Zaferden Uyuşmazlığa, Literatür, İstanbul, 2004, s.321
9
üstlenmek için araçsallaştırmaya çalışmışlar ve bu bağlamda bu sorunu
devrimci sembolizmin önemli bir bir bileşeni haline getirmişlerdir. Ancak
devrimci söylem ile eylem arasında bir öz tutarlılık yaratamamaları yani
söylemde devrimci, eleştirel ve [ABD ve SSCB gibi ] hegemon güçlere karşı
yumruğunu kaldırırken18 eylemde ise bu gibi başat aktörlere yönelik pragmatik
politikaları tercih etmeleri, bu ülkelerin Filistin’e dair söylemlerinin eylemsel
alana dökülebilirliliği anlamında da ciddi sorunları beraberinde getirmiştir ve
bu ülkelerin devrimciliğinin de sorgulanmasına yol açmıştır. Bu bağlamda
Filistin sorunu zamanla Mısır ve Libya dış politika yapıcılarının gündeminde
dönem dönem canlandırılarak araçsallaştırılan sıradan bir konu haline
gelmiştir. Filistin sorunu/mücadelesi Pan-Arapçılık ve üçüncü dünyacılığın
bölgesel liderliğini yürütmeyi amaçlayan Nasır tarafından başat ülkelerin
baskın ideoloji ve politikalarına karşı direnişin simgesi olarak bayraklaştırılsa
da Nasır’ın bu sorunun çözümündeki yetersizliği19 ve meselenin çok boyutlu
dinamiklerine yoğunlaşmaktansa Pan-Arapçı ideoloji açısından pratik değerini
ön plana çıkarması20 konuyla ilgili söylem ve uygulama arasındaki ikiciliği ve
uyuşmazlığı bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda her ne kadar Filistin
sorunu özellikle 1956 Savaşı sonrasındaki ilk on yılda Mısır liderliğinde sınır
aşan bir konu olarak üçüncü dünyacı ve Pan-Arap söylem ve pratiğinin Batı’ya
karşı direniş kültürünün en önemli hareket noktası olsa da 1967 savaşı
sonrasında Nasırizmin 1970’lerin sonuna doğru ise Mısır’ın politika
değişikliğine gitmesiyle birlikte pratikte etkinsizleşmiştir. Nitekim Nasır
sonrasında Mısır hem üçüncü dünyacılığın bölgesel liderliğinden hem de
Ortadoğu’da Pan-Arapçılığın başat aktörü olma konumundan uzaklaşmış ve
dolayısıyla bu iki direnişçi politik dünya görüşünün önemli simgelerinden biri
olan Filistin direnişinin de Mısır dış politika pratiklerinin ana belirleyeni
olmasından kaçınmaya başlamıştır. Bu bağlamda özellikle Nasır sonrası
dönemde Mısır, Suriye, Irak ve Cezayir’deki rejimler Filistin’in özgürlüğe
kavuşması ve Arap birliğinin inşası politik ve ekonomik anlamda üçüncü dünya
bağımlılığının azaltılması ve emperyalizmin etkinsizleştirilmesi gibi konulara
daha çok vurgu yaparak kendi yönetsel söylemlerine başat bir şekilde
yansıtmışlardır. Ancak başat söylemlerinde bu tür konuları ön plana çıkaran
bölge rejimlerinin temel kaygıları bu konuların özüne yönelik yapı dönüştürücü
politikalar üretmekten ve sorunlara çözüm bulmaktan çok kendi iktidarları için
hem kendi halkları hem de bölge toplumları nezdinde saygın bir meşruluk
18Mehran Kamrawa, The Modern Middle East: A Political History since First World War,
University of California Press, London and New York, s.138
19Louise Fawcett, International Relations of the Middle East, Oxford University Press, Londra,
s.96
20 Michael Doran, Pan-Arabism before Nasser: Egyptian Power Politics and the Palestine
Question, Oxford University Press, New York, s.196
10
tabanı oluşturmak olmuştur21. Bu ulusal ve bölgesel muhalif duruş ve
uygulamalar 1960’lı ve 1970’li yıllarda Soğuk Savaş’ın da etkisiyle beraber
yerini daha radikal ve sosyalist bir yaklaşıma bırakmıştır. Bu dönemde
eşitsizliklerin azaltılacağı yeni bir uluslararası ekonomik düzen uzgörüsü ortaya
koyan üçüncü dünyacılık kapitalist ekonomik yapılanma ve uygulamalara
sosyalist ya da radikal alternatifler yaratma arayışında olmuştur. Bu dönemde
Cezayir’in bağımsızlığını ve sonrasında Ahmed Ben Bella ve Houari
Boumedinne liderliklerinde kurmuş olduğu popüler sosyalist rejimin Fransa’ya
karşı ortaya koyduğu direnişi, Nasır’ın Arap sosyalizmi söylemleriyle bölgede
artan etkinliğini, Libya’da Nasır hareketinden esinlenen radikal bir rejimin
Muammer Kaddafi liderliğinde iktidara gelişini, Suriye ve Irak’ta sosyalist
söylemli Baas hareketinin yükselişini, üçüncü dünyacı yaklaşımın dönüşümü
çerçevesinde irdelemek mümkündür.
Üçüncü dünya ülkelerinin 1980’lerin sonuna kadar İsrail’e bakışına ve
politikalarına da etki edebilen bu imaj “Ortadoğu’da Batı merkezli ve destekli
yayılmacı yerleşimci uygulamalarının bayrak taşıyıcısı” imajıydı. Bu anlamda
bu ülkeler tarafından İsrail yayılmacılığının temel ideolojisi olarak kabul edilen
Siyonizm üçüncü dünyacılığın direniş simgesi haline gelen Filistin imgesine
diametrik olarak karşıt22 bir düşünce sistematiği olarak kabul edilmiştir. Bu
bağlamda üçüncü dünyanın genelinde Filistinliler sömürgeleşmenin kurbanları
olarak görülürken İsrail de bu sömürgesel yoksunluğun, mülksüzleşme ve
yoksullaşmanın sorumlusu olarak addedilmiştir. Ancak her ne kadar söylemsel
düzlemde özellikle Arap üçüncü dünya ülkelerinde bu görüş yaygın bir görüş
olarak kabul ediliyor olsa da politika pratikleri ve eylemlilik açısından
bakıldığında üçüncü dünya ülkeleri arasında yeksenak Batı ve sömürge karşıtı
bir duruşun olduğundan söz etmek de o kadar kolay değildir. Nitekim Doğu
Timur, Kamboçya ve daha birçok başka konuda olduğu gibi üçüncü dünya
ülkeleri Filistin konusunda da Batı merkezli kolonyalizm karşıtı sağlam bir
siyasi düşünce sistematiği ve eylemliliği geliştirecek ve uygulamaya koyacak
bir politik blok oluşturmaktan uzak olmuşlardır23. Ancak buna rağmen İsrail’le
iyi ilişkiler içinde olan Zaire ve Honduras gibi üçüncü dünya ülkeleri bile
söylemsel düzlemde Filistin konusuna ve olası Filistin devletine olan
desteklerini ifade etmekten çekinmemişlerdir24. Kapitalist dünyanın değerlerine
ve bu değerleri dünyanın geneline yayarak kendi hegemonyalarının meşruluk
tabanını genişletmeyi amaçlayan liderlerine karşı bir örgütlü direnişi salık
veren Üçüncü Dünyacı yaklaşımın Orta Doğu’daki iç tutarlılığı bölgede 1950
21 Ghassan Salame, Democracy without Democrats, s. 87
22Benjamin Beit-Hallahmi, The Israeli connection: who Israel arms and why, Londra, I.B.
Tauris Publishers, 1987, s.178
23A.g.e
24A.g.e
11
ve 1960’larda bu yaklaşımın öncülüğünü yapan Mısır gibi bir ülkenin Sedat ve
Mübarek dönemlerinde aşamalı olarak uluslararası kapitalist yapıya
eklemlenmesiyle aşınmaya başlamıştır. 1980’lerdeki infitah politikaları Arap
rejimlerinin neo-liberal dönüşümün ekonomi politiğini içselleştirmeye
başlamasının ilk adımlarını oluşturmuştur. Bölgede üçüncü dünyacılığın
bayraktarlığını yapmış olan Mısır gibi Arap rejimlerinin bu uygulamaları neo-
liberal başat sistemle uzlaşıyı temsil etmekteydi. Bu uzlaşı aslında Nasır
döneminde liberal sistem karşısında bir tehdit olarak görülen üçüncü dünyacı
direniş kültürünün yumuşaması ve başat sistemle bütünleştirilerek
evcilleştirilmesi yönünde önemli bir dönüşümün de dönüm noktası olmuştur.
Bu anlamda bölgedeki otoriter yönetimler iktidarlarının bekasını sağlamak ve
rejimlerini sürekli kılmak adına yeni liberal sistemin başat aktörlerine karşı
gelmektense onların dönüşümsel rehberliğine rıza göstermeyi ve sisteme
eklemlenmeyi kabul etmişlerdir.
Üçüncü dünyacılık, 1980’lerin sonunda Soğuk Savaş’ın sona ermesi,
üçüncü dünyacı sömürge karşıtı hareketlerin iç çelişkileri, üçüncü dünyacı
aktörler arasında ortak değerler konusundaki farklılaşmalar ve yeni liberal
yapının başatlaşması25 ile birlikte eski etkinliğini ve seçenek üretme
yetkinliğini kaybetmeye başlamıştır. 1990’lı yılların başına gelindiğinde başta
Mübarek olmak üzere Filistin sorununu bayraklaştıran Ortadoğu liderleri ve
yönetimleri giderek küresel kapitalist yapılanmayla bütünleşmiştir. Bu
ülkelerin yeni-liberal yapılanmanın liderliğini yürüten ABD’nin güvenlik ve
bölge politikalarına eklemlenmiş Filistin Sorunu konusunda ABD’nin
yaklaşımına alternatif ya da onunla çatışmayı göze alabilecek bir politika
üretmesi de mümkün olmamıştır. Bununla birlikte Filistin sorunu Ortadoğu’da
gerçekleşen çoğu yapısal değişim sürecinde ve pratiğinde söz konusu değişimin
unsurları tarafından atıf yapılan bir konu olmuştur. Bu değişimler İran devrimi
örneğinde olduğu gibi bölge içindeki ideolojik, siyasi ve sosyo-ekonomik
konumlanışı kökten etkileyebildiği gibi 1982 İsrail-Lübnan Savaşında olduğu
gibi sınırların muğlâklaşması ya da yeniden tanımlanması ile bölge içi ülkelerin
içyapılarında kökten yenileşmelere de yol açabilmiştir. Her iki durumda da
Filistin sorunu bu değişim süreçlerine taraf olan unsurlar tarafından dikkate
alınan önemli konulardan biri olmuştur.
İki kutupluluk sonrası ABD’nin başatlığının ve neo-liberal dönüşümün
Arap rejimleri üzerinde yarattığı değişim baskıları Arap rejimlerinin de Filistin
sorununu merkeze alan üçüncü dünyacılık yaklaşımlarını yeniden gözden
geçirmelerine yol açmıştır. Bu çerçevede ekonomik alanda temelleri 1980’lerde
atılan Washington Uzlaşısı soğuk savaşın bitmesiyle Ortadoğu’nun Arap
üçüncü dünyası tarafından başat siyasi-ekonomik yapıya eklemlenmenin yol
göstericisi olarak kabullenilmeye başlamıştır. Bu kabulleniş Arap rejimlerin
25Mark T. Berger, “After the Third World?, …
12
üçüncü dünyacı direniş kültüründen uzaklaşarak neo-liberal yapıya
eklemlenme yolunda daha çok sistem-içi politikalar üretmelerine ve yeni
sistemin başat aktörlerinin hegemonyal yaklaşımlarına daha fazla rıza
göstermelerine yol açmıştır. Nitekim Washington Uzlaşısı’nın ortaya koymuş
olduğu prensipler üçüncü dünya ülkelerine Batı liderliğinde ve rehberliğinde
bir pazar ekonomisine geçiş ve gelişme programı sunmuşlardır26. Bu
programlar zamanla söz konusu ülkelerin başat sosyo-ekonomik ve politik
sisteme yapısal olarak eklemlenmelerinin araçlarına dönüşmüştür. Ortadoğu
ülkelerinin de içinde bulunduğu üçüncü dünya ülkelerinin iç ekonomik
yapılarını uluslararası demokratik kapitalizmin mekanizmalarıyla
bütünleştirmeyi amaçlayan bu yapısal uyum politikaları üçüncü dünya direniş
kültürünün sosyo-ekonomik bileşenlerinin içini de boşaltmış, bu direnişi
pratikten soyutlayarak söylemsel alana indirgemeye başlamıştır. Bu indirgeme
Filistin sorununun üçüncü dünya direniş kültüründeki konumlanışında da
hissedilirken Ortadoğu’daki üçüncü dünya rejimlerinin pratik çözüm
arayışlarında başat aktörlere rağmen veya onlara karşıt değil onlarla birlikte
hatta onların liderliğinde sistem-içi yol ve yöntemleri tercih etmeye başladıkları
gözlemlenmiştir.
Söylemsel düzlemde 1960’ların klasik Üçüncü Dünyacılığı İsrail’i
ondokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda yayılmacılığının en üst seviyelerinde olan
Avrupa-Amerika başatlığındaki Batı merkezli yerleşimçi-kolonyalist bir
anlayışın Ortadoğu’daki tezahürü olarak görmekteydi27. Oysa bu anlayış
özellikle 1990’ların başında hayata geçirilmeye başlanan Barış Süreci
öncesinde geleneksel üçüncü dünyacı bloğun lideri durumundaki Çin ve
Hindistan gibi ülkelerin stratejik ve askeri çıkarları doğrultusunda İsrail ile
askeri ve teknolojik işbirliği ilişkisine girmeleri ile birlikte dönüşmeye
başlamıştır28. Bu dönüşüm, birçok Üçüncü Dünya ülkesinin Filistin sorununa
yönelik yaklaşımlarını yeniden gözden geçirmelerine ve bu söylemin dışa
vurumunda ya da eyleme geçirilmesinde İsrail’le geliştirmekte oldukları
stratejik ilişkiyi göz önünde bulundurmalarına neden olmuştur. Bu çerçevede
1993 yılında hayata geçirilen Oslo Barış Süreci Filistin sorununa yönelik
Üçüncü Dünyacı direniş söyleminin uluslararası hukuk alanında
evcilleştirilmesinin zeminini hazırlamıştır29. Aslında Oslo sürecinde İsrail’le
ilişkilerini daha uzlaşmacı ve işbirlikçi yeni bir boyuta taşıyan Ürdün ve Mısır
gibi ülkelerin neo-liberal sistemle bütünleşmeleri özellikle Mısır’ı üçüncü
26 Charles Gore, “The Rise and Fall of the Washington Consensus as a Paradigm for Developing
Countries“, World Development, Cilt.28, Sayı 5, Mayıs 2000, s.789
27Ilan Pappe, The Israel/Palestine Question, London, Routledge, 1999, s.56
28Nikhil Shah., “Venezuela's Support for Palestine A Model for Third World Democracy”,
Global Research, Eylül 29, 2008
29Laurie King-Irani, “Exiled to a liminal legal zone: are we all Palestinians now?”, Third World
Quarterly, Sayı 27, Sayı 5, 2006 , s. 924
13
dünyacılığın lider ülkelerinden olma konumundan da uzaklaştırmış ve Filistin
sorunun sistem-içi evcilleştirilmesinde başat aktörlerden biri haline getirmiştir.
Küresel piyasa yapılanmasına ve bunun siyasi koşullandırmalarına alternatif
yapı ve politikalar üretme yetkinliğini geliştirememiş birçok Ortadoğu
ülkesinde “üçüncü dünyacılık” zamanla ülke liderlikleri tarafından rejimlerin
meşrulaştırılmasını sağlayıcı uygulamaya geçirilmesi çok zor görünen bir
retoriğe dönüşmüştür.
11 Eylül Sistem-dışı yeni bir direniş kültürü mü, sistem-içi
gösterisel bir şiddet mi?
İkiz kulelere Eylül 2001’de düzenlenen saldırılar bazı gözlemciler
tarafından üçüncü dünyacılığın batı merkezli hegemonyasına karşı geliştirmiş
olduğu direniş kültürüne “gösterisel şiddet ” temelinde bir atıf olarak
algılanmıştır30. Bir başka deyişle bu saldırılar sisteme karşıt diğer muhalif
unsurlar gibi yeni üçüncü dünyacı yaklaşımlar tarafından da sistem-dışı ya da
sistem-yıkıcı sembolizmlerine odaklanılarak değerlendirilmişlerdir. Bu
çerçevede 11 Eylül saldırıları bu yaklaşımlarca sistem dışı ve karşıtı olduğunu
iddia eden bir söylemin şiddeti araçsallaştırarak mesajını en etkin bir şekilde
vermeye çalıştığı bir “gösterisel şiddet” örnek olayı olarak kabul
edilmişlerdir31. Bu noktadan hareketle yeni üçüncü dünyacıların 11 Eylül
olaylarındaki şiddeti meşru görmemekle birlikte bu şiddetin aslında mevcut
başat sisteme karşı sistem tarafından evcilleştirilmeyi reddeden bir duruşun
mesajını iletmek için kullandığı bir yol olduğuna işaret ettiklerini söylemek
mümkündür.
Nitekim eylem yeni-liberal düzenin politik ekonomik merkezine
yapılmış ve bu anlamda simgesel önemi büyük olan bu saldırı yeni üçüncü
dünya eylemcileri tarafından -belki şiddet ve terörizm boyutları dışında- ciddi
bir muhalif duruşla karşılaşmamıştır. Bu bağlamda Oliver Roy’un belirttiği gibi
saldırıların hedefinin modern emperyalizmin merkezleri olması saldırıların ana
amaçsal kurgusunun söze döküldüğü cihat söylemi ve pratikleriyle içinde
üçüncü dünyacı unsurların önemli bir kısmını barındıran sol küreselleşme-
karşıtı söylemler arasındaki örtüşmeye işaret etmektedir32. Bu bağlamda
Filistin meselesi El-Kaide gibi örgütlenmeler tarafından da araçsallaştırılmış ve
cihat yolunda uygulamaya konulan “gösterisel şiddetin” meşruluk tabanını
oluşturma noktasında emperyalizm ve ABD karşıtı söylemin önemli bir
bileşeni haline getirilmiştir.Bununla birlikte bu dönemde Filistin meselesi
30 Hent de Vries ve Lawrence Eugene Sullivan, Political Theologies, Fordham University Press,
2006, s. 19
31 Mark Juergensmeyer, Terror in the Mind of God, University of California Press, Berkeley, Los
Angeles, 2001, s.126
32 Olivier Roy, Globalised Islam, Columbia University Press, New York, 2004, s. 46
14
uluslararası ortamda yalnızca muhalif grupların başat düzen karşıtı olduğunu
iddia ettikleri şiddeti meşrulaştırma araçsallığında sıkışıp kalmamıştır. Sorun
aynı zamanda uluslararası toplumun küreselleşme sürecine karşıt kesimleri
tarafından bir mücadele alanına dönüştürme çabalarının da bir parçası
olmuştur. Nitekim 2002 yılının baharında Wall Street Journal’ın atmış olduğu
manşet Filistin Sorununun Amerikan başatlığındaki küreselleşme karşıtları için
söylemsel önemini ön plana çıkarmaktadır33. İsrail müdahalesi sonucunda
Ramallah’ta mahsur kalan Arafat’a canlı kalkan olmak üzere Batı Şeria’ya
giden Avrupalı eylemcileri manşetine taşıyan Wall Street Journal küreselleşme
karşıtlarının bölgede küreselleşme süreçlerine paralel olarak uygulanan baskı
politikalarına karşı bayraklaştırdığı ‘yeni’ konulardan birinin de Filistin Sorunu
olduğuna işaret etmiştir.34 Ancak uluslararası toplumun muhalif kesimleri
tarafından küreselleşme karşıtı duruşta ABD ve diğer başat güçlere karşı
bayraklaştırılan sorun bölgede yeni bir üçüncü dünyacı direniş kültürünün
oluşmasına, şekillenmesine ve sistematik olarak gelişmesine yol açmamıştır.
Bu duruş bölgede sisteme eklemlenme sürecinin değişik safhalarında bulunan
bölge rejimleri tarafından içselleştirilmemiş ve Filistin sorunu günlük
politikanın söylemsel muhalifliğinde kontrol altında tutulmaya devam
edilmiştir. Bu çerçevede 2003 Irak Savaşı da bölgede Amerikan karşıtı bir
üçüncü dünyacı hareketin liderliğine soyunabilecek Suriye, Libya ve İran gibi
ülkelerin toplumlarına ve liderliklerine bu konuda bir uyarı niteliği taşımış ve
hemen savaş sonrası gelişen Amerika karşıtı duruşun sistemli bir üçüncü
dünyacı muhalif harekete dönüşmesine liderlik edebilecek potansiyel aktörlerin
etkinsizleştirilmesi yönünde önemli bir örnek olay olmuştur.
Irak Savaşı ve Ötesi: ABD Karşıtlığı ve Bölgesel Çekişmeler
Gölgesinde Üçüncü Dünyacılık ve Filistin Sorunu
2003 Irak savaşı, özellikle Ortadoğu’da Amerikan karşıtı görüşlerin
artmasına35 ve üçüncü dünyacı direniş kültürü içinde daha yoğunluklu bir
şekilde kullanılmasına yol açmıştır. Başta Ortadoğu olmak üzere, Avrupa ve
Latin Amerika gibi bölgelerde başat sistemden memnun olmayan halk
kesimleri ve muhalif gruplar Amerikan karşıtlığını kitlelerin harekete
geçirilmesinde ve sistem karşıtı gösterilerde ön plana çıkarmışlardır Dünyanın
değişik coğrafyalarında düzenlenen protestolarda Filistin bayrakları üçüncü
dünyacı muhalif hareketlerin sembolleri olarak kullanılırken Filistin sorunu
Irak konusundaki ABD politikası karşıtlığına eklemlenmiş bir şekilde
33Yaroslav Trofimov, “Globalization Foes’ New Cause: Palestine”, Wall Street Journal,
04.04.2002, Cilt.239, Sayı.66, p.A10
34a.g.e.
35Giacomo Chiozza, “Disaggregating Anti-Americanism: An Analysis of Individual Attitudes
toward the United States”, Robert O. Keohane ve Peter J. Katzenstein (der.) Anti-Americanisms
in World Politics, Cornell University Press, New York, 2007, s.124
15
irdelenmiştir. Ancak Filistin meselesinin Amerikan karşıtlığının bir sembolü
olarak araçsallaştırılması ve Irak savaşı odaklı gösterilerin sembolik bir
eklentisi haline getirilmesi Filistin odaklı üçüncü dünyacı bir karşı duruşun
gelişmesine ket vurmuş, bu meselenin gerek Avrupa’da gerekse diğer
bölgelerde Amerikan hegemonyasına karşı geliştirilmeye çalışılan karşı-
hegemonyal veya muhalif duruşun desteklenmesi adına kullanılmasına neden
olmuştur. Bu bağlamda örneğin Avrupa ülkeleri karşı-hegemonya geliştirme
çabası doğrultusunda bir taraftan ABD’yi Ortadoğu’daki totaliter devletlere
destek vermekle eleştirirken36 öte yandan Amerikan karşıtı olan totaliter veya
otoriter yapılara “yeni üçüncü dünyacılık” yaklaşımı çerçevesinde göz yumarak
aslında ABD’den pek de farklı bir yön çizmemiş ve üçüncü dünyacı değerlerin
özüyle çelişmişlerdir. Bu tür indirgemeci bir “yeni üçüncü dünyacılık” anlayışı
Amerikan karşıtı duruşu yaygınlaştırmak uğruna üçüncü dünyacı değer ve
ideallerden uzak olmalarına rağmen kendi çıkarlarını pekiştirmek ya da
korumak amacıyla bu muhalif hareketin içinde yer alan diktatörlerin ve
teröristlerin hukuk dışı faaliyetlerini de kendisinden uzaklaştırmamakta hatta
bunlara göz yummuştur. Yine bu bağlamda Filistin meselesinde başta Fransa
olmak üzere Avrupa Birliği üyelerinin 2003 sonrası yeni üçüncü dünyacılık
çerçevesinde geliştirmeye çalıştığı söylem bazında sınırlı kalmış, uygulama
noktasında gerek İsrail’in politikalarını değiştirme konusunda gerekse
ABD’nin politikalarına alternatif üretme konusunda etkisiz olmuştur. Nitekim
dünyada üçüncü dünyacılığın en önemli destekçilerinden biri olarak bilinen
Fransız lider Mitterand döneminde bile Fransa’nın üçüncü dünyaya yönelik
politikası söylemde sınırlı kalmış ve uygulamaya geçirilememiştir37. Soğuk
savaş sonrası dönemde söylemsel olarak üçüncü dünyacılığın Batıdaki
liderliğinden eylemsel olarak küreselleşmenin aktörlüğüne geçmekte olan
Fransa Irak’ın Kuveyt’i işgali sırasında Filistin sorununu ön plana çıkarıp bu
konuda geniş kapsamlı bir uluslararası konferans düzenlenmesi çağrısında
bulunurken üçüncü dünyacı bir dayanışma kaygısından ziyade kendi küresel
şirketlerinin (Aérospatiale, Dassault, Matro ve Thomson) Irak topraklarındaki
işleyişini garanti altına almanın ve Irak’taki Fransız rehinelerin serbest
bırakılmasının bir aracı olarak Irak liderliği ve Arap kamuoyunun desteğini
sağlamayı amaçlamıştır38. Bu anlamda Filistin sorunu Batı ülkelerinin
Ortadoğu’da başatlıklarını sürdürme ve etki alanlarını genişletme çalışmaları
sırasında anadamar politikalarına ulaşabilmek için atıfta bulundukları ve
araçsallaştırdıkları bir konu haline gelmiştir.
36Barry Rubin, “The Usefulness of Anti-Americanism”, Barry Rubin and Judy Colp Rubin (eds.),
Loathing America, The Global Research in International Affairs, (GLORIA) Center Herzliya,
Israel , 2004,ss. 206-7
37Melek Fırat, “Soğuk Savaş Sonrasında Fransa’nın Dış Politikası”, Ankara Üniversitesi SBF
Dergisi, Cilt. 64, Sayı.1, s.122
38a.g.e., s.133
16
Son yıllarda uluslararası hukuk mekanizmalarının üçüncü dünyanın
hukuksal taleplerini ve kanun yapıcılık yaklaşımlarını göz önünde
bulundurarak yeniden düzenlenmesi gerekliliğine işaret eden çalışmaların
sayısının artmakta olduğu gözlenmektedir39. Buna rağmen üçüncü dünyacılığın
devlet-ötesi ya da devlet-dışı aktivizmi mevcut uluslararası hukuk düzeninin
bütünleşik bir parçası haline gelmemiştir. Bu çerçevede var olan birinci dünya
merkezli uluslararası hukuksal düzenin yetersizlikleri ve yetkinsizliği
Filistin’in geleceğinin şekillendirilmesinde Filistinlileri dışlayan bir politik
yaklaşımın hukuksal uzamda yeniden üretilmesine yol açarken Üçüncü
Dünyacı söylemin böylesi bir düzende devlet-merkezli yaklaşımı odağına alan
baskın yapılanmayı aşıp alternatif bir açılım getirmesi mümkün olmamıştır.
Nitekim alternatif dönüşümcü bir üçüncü dünyacı yaklaşımın liderliğini
yapabilecek aktörlerin hemen hepsi bu devlet-merkezli neo-liberal yapıya
eklemlenmiş ya da onunla bütünleşmiştir. Bu anlamda yapmış oldukları her
hareket pratikte yapı dışı seçenekleri oluşturmak bir yana mevcut yapının
yeniden üretilmesine katkıda bulunurken üçüncü dünyacı alternatif yalnızca
söylemsel bir karşı konumlanışı veya ulus-merkezli karşı çıkışı destekleyen
söylemsel bir muhalefeti ifade etmekten öteye gidememiştir. Sami Zubaida’nın
belirttiği gibi tarihsel olarak geleneksel üçüncü dünyacılık Arap ve
Müslümanların üzerindeki Batı hegemonyasını ortadan kaldırmadığı gibi
İsrail’in bölgedeki başat durumunda ve baskın konumunda ciddi bir değişikliğe
yol açacak bölgesel dinamikleri ve eylemciliği de oluşturmamıştır40 .
Arap Baharı ve Ötesi: Yeni Bir Üçüncü Dünyacılık ve Filistin
Meselesine Yönelik Bütünleşik bir Politika Mümkün mü?
Elia Shohat ulus-merkezliliği kanıksayan bir Üçüncü Dünyacılık
milliyetçiliğinin baskın yapıya alternatif üretme seçeneklerinin sınırlanacağına
vurgu yaparak bunu aşacak bir üçüncü dünya sonrası yaklaşımın geliştirilmesi
gerekliliğini irdeler41.Arap Baharı ilk zamanlarında üçüncü dünyacılığı
milliyetçi ve rejim bekası odaklı kaygıları çerçevesinde araçsallaştıran bölge
yönetimlerinin yapıbozumuna uğrayabileceğini göstermesi açısından Shohat
gibi düşünenler tarafından bir dönüşüm sinyali olarak algılanmıştır. Arap
Baharı’nın yeni üçüncü dünyacılık yaklaşımına en büyük katkısı üçüncü
dünyacılık retoriğini otoriter/totaliter rejimlerinin bekası için
araçsallaştırmaktan çekinmeyen baskıcı yönetimlerin tekelinden kurtararak bu
değerler bütününün gerçek muhattapları olmaları öngörülen üçüncü dünya ülke
halklarının ve kamuoylarının değişik kesimlerine vermesi olmuştur. Öyle ki
39 Upendra Baxi, “What may the Third World expect from international law?”,Third World
Quarterly, Cilt. 27, Sayı 5, 2006, ss. 713-25
40Sami Zubaida, Islam, the People and the State, 1993, Routledge, Londra ve New York, s. xviii,
41 Elia Shohat, Taboo Memories, Diasporic Voices, Duke University Press, Durham, 2006, s.326
17
bölgedeki kalkışmaların taşıyıcı unsurları olan halk talepleri odaklı toplumsal
hareketlerin tersine söz konusu otoriter yönetimler tarihsel olarak üçüncü
dünyacılık retoriğini Soğuk savaş öncesi ve sonrasında uluslararası alanda
konumlanışsal avantajlarını büyük güçler arasındaki rekabeti de kullanma
yoluyla arttırmak için kullanmışlardır. Bununla birlikte hem Filistin sorununu
hem de üçüncü dünyacılık söylemini kendi iktidarlarının meşruiyet zeminini
desteklemek ve mikro milliyetçiliklerini görüntüsel bir ABD ve Batı
karşıtlığıyla beslemek için araçsallaştırmışlardır. Filistin sorununun kendisinin
de ulus-devlet merkezli bir milliyetçilik projesi oluşu bu araçsallaştırmayı
engellememiştir. Nitekim Filistin yönetimi de üçüncü dünyacılık söylemini
kendi milliyetçi projesi için araçsallaştırmaktan çekinmemiştir. Üçüncü
dünyacılık retoriğinin öz değerlerinden soyutlanarak araçsal olarak kullanımı
kısa dönemde bölge rejimleri açısından bir rahatlama ve rejim karşıtı iç
muhalefeti susturma olanağı sağlamışsa da zamanla söylem-pratik ikiciliği ve
uyuşmazlığı halkla rejimin birbirinden yabancılaşmasına, hatta kopmasına
neden olmuştur. Bu anlamda böylesi bir araçsallaştırmayla varoluşlarını daim
kılmayı amaçlayan yönetimler varoluşsal meşruluk zeminlerini
kaybetmişlerdir. Bir başka deyişle üçüncü dünyacılık söylemini kendi çıkar ve
öncelikleri doğrultusunda uzun yıllar boyunca kullanmaktan çekinmeyen
Mübarek, Kaddafi, Bin Ali rejimlerinin tasviyesiyle sonuçlanan Arap Baharı,
Ortadoğu’daki itaat ve sadakat karşılığı koruma ve kayırma ilişkilerinin kısa
süreli bir yapıbozumuna uğramasına veya yapı-içi dönüşümlerine yol açarak
üçüncü dünyacılık direniş kültürünün bölge halklarının değişik kesimlerince
yeniden algılanması sonucunu doğurmuştur. Filistin meselesi açısından
bakıldığında bu durum Filistin davasının pragmatik dış politika amaçları
doğrultusunda araçsallaştırmasını yöneten devlet-merkezli otoriter kontrol
mekanizmalarının çöktüğü Mısır, Tunus, Libya ve Suriye gibi ülkelerde Filistin
meselesinin söylemsel araçsallaştırılmasının kontrolünü zorlaştırmıştır. Bu
ülkelerde söz konusu kontrol mekanizmalarının yerini çoklu oluşum ve
altbirimler almış ve bu da Arap halklarının arasında Filistin meselesine yönelik
çoklu bir üçüncü dünya yaklaşımının gelişmesine yol açarken meseleye yönelik
ortak bir politik zemin oluşturma sürecini de karmaşıklaştırmıştır.
Arap Baharı Sonrasının Yapı bozumunda Yeni Üçüncü Dünyacılık
Retoriğinin ve Filistin Meselesinin Bölgesel Dinamikleri
İslami Devrimden Neo-liberal Evrime: İran’ın Filistin Söyleminde
Araçsal Dönüşüm
Bazı üçüncü dünya milliyetçilerine göre 1979 İran İslam Devrimi
yalnızca sınıfsal ya da politik ekonomik anlamda anti-emperyalist bir
dönüşümü değil aynı zamanda emperyalizmin en örtük alanlarının madunlar
tarafından rızaya dayalı kabullenişine kültürel bir karşı konumlanışı da ifade
18
etmiştir42. Nitekim örneğin Mahmud Faksh’a göre İran İslam devrimi
sonrasında da İslami hareketler bu kültürel anti-emperyalist söylemi eyleme
geçirme mücadelesinin içinde bulunmuşlardır. Batı değerler sisteminin dışında
inşa edilecek alternatif bir toplumsal düzeni amaçlayan ve bu amaca yönelik
din-merkezli bir ideoloji ile beslenen bu mücadele üçüncü dünyacılığın direniş
kültürü ve karşı-konumlanışıyla da örtüşmüştür43. Öyle ki, İran İslam devrimini
oluşturan ve sürdüren toplumsal gruplar arasında üçüncü dünyacılık önemli bir
hareket noktasını oluşturmaktaydı. Devrim öncesi ve sonrası dönemde ABD
liderlikli Batı başatlığına karşı kültürel bir muhalif konumlanış ve karşı kimlik
oluşturma hareketlerinin öncülüğünü yapan dini aydınların büyük çogunluğu
orta-sınıf, anti-emperyalist, devrimci ve üçüncü dünyacı bir arka plandan
gelmekteydi44. Bu bağlamda 1979 devrimi öncesinde Filistin sorunu sosyalist
yaklaşımların önemli konularından biriyken, İslam devrimi bu sorunu
Müslüman mazlumların Hristiyan ve sömürgeci Batı emperyalizmi karşısındaki
ezilmişliğinin bir sembolü olarak bayraklaştırmıştır. Üçüncü dünyacılık ve
İslami Devrimin ortak noktalarından biri Batı modernizminin tanımladığı ve
başat olduğu bir dünya yapılanması olmuştur. Bu yapı içinde olası bir
konumlanış ancak Batı’nın hegemon unsurlarına uyum sağlamak, onların
başatlığını içselleştirerek yeniden üretmek ya da onlarla uzlaşmak yoluyla
mümkün olabilirdi ki bunlar ne İslami hareketlerin ne de üçüncü dünyacıların
tercih ettiği seçeneklerdi. Bu doğrultuda bu iki düşünce ve eylem akımı da
Batının hegemonyasına karşı sistemsel bir mücadeleyi seçmişlerdir. Her iki
akım da Filistin meselesini Batı karşıtı bir ezilmişlik söyleminin önemli bir
bileşeni haline getirmiştir. Bu söylemlerdeki temel ayrışma noktasının
yoğunluklu olarak ideolojik duruşların farklılığından kaynaklandığı ifade
edilmiştir. Ancak böylesi indirgemeci bir yaklaşım, iki anaakım sistem karşıtı
duruşun da gerek düşünsel gerekse eylemsel düzlemde Filistin sorununu
araçsallaştırmalarını dikkate almasını engellemiştir. Bu anlamda Filistin sorunu
sistem karşıtı direniş kültürünün bayrak konularından biri haline getirilirken bu
araçsallaştırma ile ideolojik farklılıkların etkileşimli niteliği yeterince
irdelenememiştir Öyle ki, örneğin Nasır’ın öncülüğünü yaptığı sosyalist üçüncü
dünyacı yaklaşımın Filistin sorununa eğilişiyle Humeyni önderliğindeki İslami
hareketin Filistin sorununa eğilişi arasındaki fark yalnızca bu iki liderliğin
ideolojik duruşlarından kaynaklanmamaktaydı. Dönemsel siyasi ve sosyo-
ekonomik koşullar, yönetimlerin bölgesel liderlik kaygıları, Batı modernizmi
değerlerine karşı tanımlanmaya çalışılan kimlik politikaları değişik unsurların
Filistin sorununu farklı araçsallaştırmalarına yol açmıştır.
42 Sami Zubaida, Islam, the People…,s. 40
43 Mahmud A. Faksh, The Future of Islam in the Middle East, Praeger Publishers, Westport,
1997, s.26
44 Asef Bayat, Making Islam Democratic, Stanford University Press, Stanford, 2007, s. 85
19
Arap Baharı’nın bölgede yarattığı bütünlüksüz yapıçözümü ve
belirsizlik İran’ın yürütebileceğinden ve liderliğine soyunabileceğinden daha
fazla bir karmaşıklığı içermektedir. Bu nedenle Ahmedinejat döneminde Latin
Amerika ve Afrika ile işbirliği odaklı ortak kalkınmacı bir üçüncü dünyacılık
anlayışını dış politika çizgisinin anadamarı haline getiren45 ve ABD güdümlü
uluslararası sistem karşıtı bir söylemi Venezuella gibi diğer muhalif üçüncü
dünya ülkeleriyle birlikte dillendirmekten çekinmeyen İran rejimi, Arap Baharı
sonrası Ortadoğusu’nda aşamalı bir şekilde sisteme eklemlenmeyi seçen ve
öncekinden daha pragmatik bir görüntü çizmeye başlamıştır. Bu görüntü
İran’da Ruhani’nin cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra oluşan yeni siyasi
tablo, İran liderliğince geliştirilmeye başlayan yeni sistem-içi duruş, temkinli
de olsa uluslararası ve bölge-içi işbirliği açılımları, Yahudilere yönelik başat
Antisemitik söylemdeki değişim/yumuşama ve ABD’yle başlatılan diyalogla
daha da pekişmiştir. Böylesi bir eklemlenme arayışı ve çabası içinde bulunan
İran’ın yakın dönemde Filistin sorununu yeni bir üçüncü dünyacılık anlayışı
içinde bayraklaştırmasını beklemek İran’ın Ruhani liderliğinde yeni bir dış
politika anlayışı ve söylemiyle oluşturulmaya başlanan uluslararası ilişkiler
vizyonuyla uyuşur görünmemektedir.
Arapçı, İslamcı ve Ötesi: Arap Baharı Sonrası Mısır’ın Filistin Söylemi
Tarihsel olarak üçüncü dünyacılığın ve Filistin meselesinin bir başka
öncü ülkesi olan Mısır’ın Arap Baharı sonrası oluşan yeni yapıda yeni bir
üçüncü dünyacılık yaklaşımının bölgesel lideri ve Filistin meselesinin etkin bir
aktörü olabilmesi için öncelikle kendi bölünmüşlüğünü ve siyasi-duruşsal
parçalanmışlığını aşması gerekmektedir. Aslında Mübarek sonrası Mısır’da
Arap Baharı’nın ilk dönemleri Mursi önderliğinde ve Müslüman Kardeşlerin
yönlendirmesinde katılımcı bir yapı-dönüşümü beklentisiyle geçmiştir.
Beklentiye konu olan yönetişimsel ve toplumsal değişimin daha demokratik ve
istikrarlı yeni bir Mısır yaratmakla kalmayıp Mısır’ı lider merkezli değil halk
destekli yeni bir Pan-Arapçı / Pan-İslamcı bölgesel üçüncü dünyacılık
yaklaşımının lider ülkesi konumuna getireceği de umut edilmiştir. Bu yeni
yapılanmada Mısır dış politikasında Filistin’e yönelik anlayış, algı ve
uygulamaların da değişerek Filistin meselesinin güvenlik kaygılarının
başatlığında araçsallaştırıldığı retoriksel bir anlayıştan Filistin toplumunun
kaygılarının ve çıkarlarının Arap-Müslüman dayanışması içinde gözetileceği
halk destekli bir anlayışa geçileceği öngörülmüştür46. Ancak bu beklentinin
aksine Arap Baharı’nın bir sonucu olarak Mısır’da iktidara gelen Müslüman
45Fariborz Arghavani Pirsalami, “Third Worldism and Ahmedinejad’s Foreign Policy”, Iranian
Review of Foreign Affairs, Cilt 4, Sayı. 2, Yaz 2013, ss.81-109.
46Larbi Sadiki, “Hamas and Arab Spring”, Al Jazeera, 29 December 2011,
http://www.aljazeera.com/indepth/ opinion/2011/12/2011122964659993802.html
20
Kardeşler ve Mursi yönetimi Mısır toplum yapılanmasının değişik kesim
temsilcilerini yönetişimin paydaşları olarak yeni sosyo-ekonomik ve politik
yapıya dahil edememiş ve böylece Mısır’da eşitlikçi bir dönüşümün taşıyıcısı
veya yürütücüsü haline gelemeyerek iktidarı bırakmaya zorlanmıştır. Nasır
döneminde kalkınma-odaklı altyapı-milliyetçiliğinin ve bölgedeki sömürgecilik
karşıtı, özgürlükçü bir yenidünya düzenini hedefleyen üçüncü dünyacı
hareketin47 önemli taşıyıcı kurumlarından biri olarak görülen Mısır ordusunun
Mübarek iktidarı ve Arap Baharı sonrası yeni dönemde böylesi bir rolü yeniden
üstelenme yetkinliğine sahip olup olmadığı önemli bir tartışma konusudur.
Nasır döneminin aksine Mısır toplumunun bölünmüşlüğü, orduya olan
toplumsal desteğin yetersizliği, ordu dışı alternatif siyaset üretici unsurların
çokluğu, ordunun bölgesel müdahale kapasitesinin ve hem Arap dünyasındaki
hem de uluslararası toplumdaki meşruluğunun/itibarının bozunumu, Mısır
ordusunun değil bölgesel düzeyde, Mısır toplumu düzeyinde bile başat sistem-
karşıtı özgürlükçü bir üçüncü dünya hareketinin taşıyıcı unsurlarından biri
olabilmesine engel teşkil etmektedir.
Mevcut durumda Mısır kamusal alanında solcuların temsilcisi İlerici
Gençlik Ligi, orta ölçekli endüstriyel şehirleri temsil eden 6 Nisan Ulusal İşçi
Hareketi, güney Mısır’ın kırsal gruplarını temsil eden Yukarı Mısır Gençlik
Platformu, seçkin Hristiyan Mısırlılar tarafından desteklenen Özgür Mısırlılar
Partisi, Nasırcı ulusalcı-sol görüşleri ile ön plana çıkan Karama Partisi, orta
sınıfın görüşlerini yansıtan Wafd ve Yeşiller gibi siyasi örgütlenmeleri48 ile
Müslüman Kardeşleri, Kefiya hareketini ve Mursi sonrası geçiş dönemini
yöneten Mısır ordusunu ortak çoğulcu bir paydada buluşturacak bütünleştirici
ve toplumun her kesimini kapsayıcı bir kurumsallaşmanın ve devlet
yapılanmasının olmayışı Mısır’ın yakın dönemde ne pan-İslamcı ne de pan-
Arapçı bir üçüncü dünyacı yaklaşımın liderliğine soyunmasına izin
vermektedir. Yine bu durumun bir sonucu olarak ortaya çıkan ve gün geçtikçe
daha da derinleşen bölünmüşlük Mısır toplumu içinde Filistin meselesine
yönelik ortak bir söylem ve dayanışma pratiğinin geliştirilebilmesine de imkân
tanımamaktadır.
Baas Tekelciliğinden Siyasi Şiddet Döneminin Çoğulculuğuna: Suriye
İç Savaşında Filistin Söylemi
Arap Baharı sonrası Ortadoğu ülkelerinde ortaya çıkan toplumsal
bölünmüşlüğün en şiddetlilerinden biri de Suriye’de meydana gelmiştir. Arap
Baharı’nın Suriye rejimi açısından yapıbozumsal bir tehdit oluşturması Başar
47Paul Amar, “Egypt as a Globalist Power: Mapping Military Participation in Decolonizing
Internationalism, Repressive Entrepreneurialism, and Humanitarian Globalization Between the
Revolutions of 1952 and 2011”, Globalizations, Cilt 9, Sayı.1, ss.179-194.
48Paul Amar, ‘Egypt after Mubarak’, The Nation, 23 Mayıs 2011, ss. 11-15.
21
Esad yönetiminin varoluşsal direnişi ile karşılaşmış ve bu durum ülkeyi iç
savaş koşullarına taşımıştır. Amaç ve araçların birbiriyle içiçe geçtiği, değer
sistemlerinin muğlâklaştığı, toplumiçi dinamiklerin ABD, Rusya gibi küresel;
Katar, Suudi Arabistan, İran, İsrail ve Türkiye gibi bölgesel toplum dışı
müdahiller tarafından farklı kaygılar bağlamında araçsallaştırıldığı böylesi bir
iç savaş ortamında Filistin sorunu ve üçüncü dünyacılık dayanışması gerek
rejimin gerekse muhalif grupların birincil kaygısı olmaktan uzaktır. Varlık
mücadelesi veren rejim ve rejim karşıtı gruplar için üçüncü dünyacılık ve
Filistin meselesine yönelik söylem ve pratikler ancak bu varoluşsal mücadeleye
gerek düşünsel gerekse pratik anlamda bir katkı koyduğu ölçüde taraflarca
araçsallaştırılmış ve gündeme getirilmiştir. Suriye’deki mücadelede birbirleri
ile rekabet, çatışma ya da işbirliği içinde olan ve çeşitli toplum-dışı bölgesel ve
uluslararası unsurlarla çıkar ilişkileri veya değer örtüşümleri bulunan farklı
toplum kesimlerinin Filistin meselesine bakışları, bu örtüşüm ve ilişkilerin
etkisinde şekillenmektedir. Bu anlamda örneğin sınırlı sosyo-ekonomik
taleplerine ulaşmak için Suriye’deki kalkışmaların bir parçası olan talep odaklı
madun gruplarının; Suriye Yerel Eşgüdüm Komiteleri gibi Suriye’nin farklı
şehirlerindeki yerel halk temsilcilerinden oluşan ve rejimin toplumsal hak
ihlallerini eleştiren daha merkezi örgütlenmelerin; Suriye Devrimi 2011, Şam
Haber Ağı, İnsan gibi liberal demokrasi ve insan hakları odaklı ve sosyal
medyada etkin grupların; Kürt aşiretleri, muhalif Suriyeli politikacılar ve
Suriye Müslüman Kardeşleri gibi grupların içinde bulunduğu geleneksel
muhalefetin; ordudan kaçanların ve bunların destekçilerin oluşturduğu muhalif
toplulukların49 gerek üçüncü dünyacılık gerekse Filistin konusundaki
yaklaşımları ve öncelikleri birbirlerinden çok farklıdır. Bir kısmı yeni üçüncü
dünyacılığın eleştiri hedefinde olan güç yapılanmalarıyla işbirliği içinde
bulunan bu kesimlerin aralarındaki bu farklılıkların giderilerek bunlar arasında
yeni üçüncü dünyacı bir dayanışma ve Filistin meselesine yönelik bütünlüklü
ortak bir duruş oluşturulması olasılığı mevcut sürecin karmaşıklığında mümkün
görünmemektedir.
Çok sahipli sahipsizlik: Arap Baharı Sonrası Filistin Söyleminin
Sistemsiz Çoğulculuğu
Arap Baharı çerçevesinde bölgede meydana gelen toplumsal
hareketlerin ortak özellikleri değerlendirildiğinde bu hareketlerin büyük
çoğunluğunun hareket noktalarının ya da direniş pratiklerinin yeni üçüncü
dünyacılığın değerleri ve direniş kültür bileşenleriyle örtüştüğü söylenebilir.
Nitekim bölgedeki kalkışmaların nedenlerini oluşturan işsizlik, sosyo-
ekonomik rahatsızlık ve dengesizlikler, neo-liberal sisteme eklemleniş
sürecinde altsınıflar üzerinde artan baskılar, gençliğin mevcut yapıdan
49James L. Gelvin, The Arab Uprisings, Oxford University Press, Oxford, 2012, ss.112-114
22
hoşnutsuzluğu ve değişim talepleri, toplum kesimlerinin sınırlılık ve
yoksunluklardan kurtulma isteği50 gibi konular ile üçüncü dünyacılığın eleştiri
zemini arasında önemli bir bağdaşıklık vardır. Ancak bu bağdaşıklığın yeni bir
üçüncü dünyacılık dayanışmasına ve bütünleşik bir Filistin politikasının
bayraklaştırıldığı hakim sistem karşıtı sistemli bir direnişe dönüşmesinin
önünde ciddi engeller bulunmaktadır. Bu engellerin en önemlisi kalkışmaları
gerçekleştiren toplumsal kesimlerin yerel, bölgesel ve uluslararası anlamda
bölünmüşlüğü ve eşgüdümsüzlüğüdür. Ortak bir ideolojik duruş noksanlığı,
toplumsal hareketlerde etkin rol oynayan altsınıfların ve gençlerin ortak bir
siyasi düşünsel zeminlerinin bulunmaması, Arap Baharı sonrası oluşan siyasi
tablodaki yönetişim sorunları, kalkışmaları ortak değerler sistemi
doğrultusunda yönetecek yetkin liderliklerin bulunmaması51, demokrasi ve
insan hakları yanlısı yapılanmalarla geleneksel muhalif yapılar arasındaki
iletişimin kırılganlığı, iç ve dış aktörler arasındaki ittifak ilişkilerinin
karmaşıklığı, sosyo-ekonomik zayıflıkların birinci dünya yapılanmalarının
bölgeye müdahelelerine imkân tanıması gibi etkenler bu bölünmüşlüğü daha da
derinleştiren ve bütünlüklü bir muhalif duruşun gelişimini engelleyen diğer
etmenlerdir. Ortak düşünsel zeminin oluşması önündeki başka bir engel Arap
Baharı’nın diğer üçüncü dünyacı sistem karşıtı hareketlerden izole bir şekilde
değerlendirilmesinin onu Ortadoğu kontekstine sınırlaması ve bir Arap
istisnacılığına sürüklemesidir. Böylesi bir istisnacılık Arap Baharı
kalkışmalarının ve Filistin Sorununun düşünsel ve değerler düzleminde yerel
otantizmini kaybettirmeden küreselleştiren bir üçüncü dünyacı yaklaşımdan
koparıp başat sistemin yapısal sorunlarından bağışık bir bölgesel indirgemecilik
kapsamında değerlendirilmesine yol açabilir. Bu yüzden Arap Baharı’nı ve
Filistin meselesini yeni üçüncü dünyacılık açısından değerlendirirken küresel,
bölgesel ve yerel dinamikler arasındaki bağlantıları başat sistemin yapısı,
tutarlılıkları ve çelişkileri ile de ilişkilendirerek irdelemek gerekmektedir.
Özetle bölgesel dinamiklere bakıldığında Ortadoğu’da Arap Baharı
sonrasında Filistin meselesine yönelik ortak bir üçüncü dünyacı değersel ve
düşünsel bir zeminin oluşumu önünde ciddi engeller bulunmaktadır. Olası bir
sistemli ve bütünleşik üçüncü dünyacılık karşı duruşunun potansiyel paydaşları
olan bu gruplar arasında düşünsel/pratik bir ortaklık zeminini inşa etmek bu
engeller ortadan kalkmadıkça, grupların sistem-içi konumlanışsal öncelikleri
değişmedikçe ve üçüncü dünyacılık hareketinin değerleri bu gruplarca
içselleştirilmediği sürece çok kolay olmayacaktır.
50Joel Beinin ve Frederic Vairel (der.) Social Movements, Mobilization, and Contestation in the
Middle East and North Africa, Stanford University Press, Stanford, California, 2011, s.248.
51Mohammed Nuruzzaman, “The Arab Spring – Inching towards a Dead End?”, Global Change,
Peace and Security: formerly Pacifica Review: Peace, Security and Global Change, Cilt 25, Sayı
3, ss. 357-362.
23
Ezilmişlerin İdealizminden Pragmatik Araçsallığın
Bölünmüşlüğüne: Arap Baharı Sonrası Filistinliler ve Filistin
Sorunu
Filistin içinde üçüncü dünyacı direniş kültürünün söylemsel tekeli
ölümüne dek Yaser Arafat’ın kontrolünde gelişti. Nitekim 1980’li yılların
sonuna doğru üçüncü dünyacılık düşünsel ve uygulama olarak ciddi krizlerle
karşılaştığında52 ya da ilk intifada kendi kontrolü dışında geliştiğinde bile
Arafat bu söylem üzerindeki kontrolünü kaybetmemiştir. Arafat, Bağlantısızlar
Hareketi’ne üye olduğu ilk dönemlerden itibaren üçüncü dünyacılık
yaklaşımlarını ideolojisinin bir parçası haline getirmek ya da içselleştirmekten
ziyade onları Filistin ulusal bağımsızlık ereğine ulaşmada araçsallaştırmayı
tercih etmiştir53. Nitekim Arafat yönetiminde Filistin Kurtuluş Örgütü üçüncü
dünya ülkeleriyle uzun dönemli ekonomik, politik ve sosyal ilişkileri
kurumsallaştırarak pekiştirmeye yönelik doktrinler ve ortak platformlar inşa
etmek yerine bu ülkeleri kurtuluş hareketinin pratik ihtiyaçlarını (silah ve
ekonomik yardım gibi) karşılamak ve diplomatik alanda Filistin mücadelesine
destek vermek için ikna yöntemlerini geliştirmeyi seçmiştir54. Bu bağlamda,
üçüncü dünyacılık söylemi de Filistin siyasi seçkinleri tarafından Filistin
toplumunda ve siyasi yapılanmasında üçüncü dünyacılık bilincinin
içselleştirilmesinden çok ulusal çıkarlara ulaşmak için kullanılan uygulamaların
meşrulaştırıcısı olarak işlevselleştirilmiştir. Bu işlevselleştirme Arafat’ın son
dönemine kadar devam ederken aynı zamanda Filistin sorununun çözümünde
başat durumunda olan aktörlere baskı unsuru olarak da kullanılmaya
çalışılmıştır. Bu bağlamda Filistin siyasi seçkinleri de ciddi bir ikilemle karşı
karşıya bulunmaktadırlar. Varolan uluslararası hukuk yapılanması içinde bir
hak iddiasına girebilmek ya da bu iddiayı destekleyebilmek için bir devlet
olmak ve dolayısıyla devlet-merkezli Üçüncü Dünyacı anlayışı yeniden
üreterek sistemle bütünleşmek durumundadırlar. Öyle ki Laurie King-Irani’nin
işaret ettiği üzere her ne kadar bazı Filistinli gruplar sistem dışı bir duruşu
sergiliyor gibi görünseler ve mazlum oldukları söylemiyle direnişlerini
meşrulaştırmaya çabalasalar da, Filistin devleti uluslararası toplum tarafından
tanınmadığı ve uluslararası hukuksal belgeleri imzalamadığı sürece (yani
devlet-merkezli yapının devletli bir bileşeni olmadıkça) Filistinlilerin
‘bağımsız’ adalet arayışı müspet sonuçlar doğurmakta zorlanacak gibi
görünmektedir55. Bu nedenledir ki Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin
52 James L. Gelvin, The Israel-Palestine Conflict, Cambridge University Press, Cambridge, 2005,
s.200
53 Yezid Sayigh ve Avi Shlaim, (der.) The Cold War and the Middle East, Oxford University
Press, Oxford, 1997, s.134
54 A.g.e.
55Laurie King-Irani, “Exiled to a liminal legal zone: are we all Palestinians now?”, Third World
Quarterly, Cilt: 27, Sayı 5, Temmuz 2006 , s. 929
24
Yönetimi Arap Baharı sonrasında da Filistin meselesini sistem-içi
mekanizmaları kullanarak ve başat sistemin etkin bir unsuruna dönüşerek ya da
uluslararası toplumun ve bölgenin yetkin aktörlerinin desteğini alarak çözme
yolundaki yaklaşımını devam ettirmektedir. Arap Baharı’nın yaratmış olduğu
demokratikleşme ve dönüşüm rüzgârını Filistin’in devletleşme sürecinde
araçsallaştırmaya çalışan ve aynı zamanda bu sürecin iç dinamiklerini daha iyi
kontrol edebilmek için Hamas’la taktiksel bir anlaşma imzalayan Abbas
yönetiminin bir yandan İsrail’le ikili görüşmeleri yürütürken ve uluslararası
yapının başat güçlerini Filistin’in devletleşme sürecine karşı olmamaları
noktasında ikna etmeye çalışırken Filistin meselesi odaklı sistem karşıtı üçüncü
dünyacı bir direnişin paydaşı olması çok zor bir ihtimaldir.
İlk dönemlerinde Filistin meselesi bağlamında siyasi konumlanışı ve
uyguladığı taktikler açısından yerel sınırlılıkların ötesinde sistemle ilgili bir
karşı direniş hareketini simgelediği düşünülen ve bu yüzden sömürü karşıtı
üçüncü dünyacı hareketin yerel temsilcisi olarak kabul edilen 56 Hamas’ın bile
zaman içinde sistem-içileştiğini ve Filistin devlet inşa sürecinin etkin ve yetkili
bir paydaşı haline geldiğini gözlemlemek mümkündür. Ayrıca en önemli
taktiksel destekçisi olan Suriye’deki Esad rejiminin ve ideolojik destekçileri
olan Mısır’daki Mursi ve İran’daki Ahmedinejad yönetimlerinin desteğinin
kesildiği veya azaldığı bir ortamda Hamas’ın Ortadoğu’da Filistin meselesi
odaklı sistem karşıtı yerel otantizmini kaybetmemiş küresel bir direniş
hareketinin taşıyıcı unsuru olabilme yetkinliği de oldukça düşüktür. Bununla
birlikte yalnızca Filistin sivil ve siyasi toplumlarında değil aynı zamanda
Hamas’ın da kendi örgütsel yapılanması içinde tecrübe etmekte olduğu
bölünmüşlük Hamas’ın böylesi bir rolü üstlenmesini pek mümkün
kılmamaktadır. Yine bölgede Hamas’la ideolojik anlamda değer sistemleri
örtüşen benzer siyasi yapılanmaların Arap Baharı sonrasında kendi ülkeleri
içindeki mücadelelerde siyasi anlamda bir varoluş ve konumlanışsal üstünlük
elde etme çabasının içine girmeleri ve bu geçiş döneminde Filistin meselesine
ancak bu çabalara katkı koyduğu ölçüde atıfta bulunmaları Hamas’ın siyasi
muhalefetinin hareket alanını da sınırlamakta ve örgütün bölgede
yalnızlaşmasına neden olmaktadır. Bu yalnızlaşma Hamas’ı başat sistemle daha
iyi ilişkiler geliştirmesi yönünde zorlayabileceği ve sistem-içileştirebileceği
gibi sistem karşıtı eylemlerini yoğunlaştırmasına da neden olabilir. Ancak
Hamas içinde Arap Baharı sonrası Gazze’deki hükümet ve Halit Meşal
yönetimindeki Şam merkezli siyasi kanat arasında yaşanan fikir ayrılıkları
Hamas’ın da bir blok olarak sistem-dışı eylemlere yönelmesini engellemiş,
özellikle Meşal’in de etkisiyle hareketi daha sistem-içi ve uzlaşımcı bir çizgiye
56Anders Strindberg ve Mats Warn, “Realities of Resistance: Hizballah and Palestinian
Rejectionists, and Al-Qa’ida Compared”, Journal of Palestine Studies, Cilt XXXIV, Sayı.3,
Bahar, 2005, ss.23-41
25
çekmiştir. Bu noktada Hamas’ın Arap Baharı sonrasında oluşan 15 Mart
Hareketi gibi bütünleşme yanlısı toplumsal hareketlere karşı uyguladığı baskı
politikasının Gazze’de yarattığı toplumsal tepkinin57 ve yönetişim
başarısızlıklarından kaynaklanan meşruiyet kaygısının da etkisi büyüktür. Bu
anlamda gerek Hamas’ın Filistin devlet yapılanmasına önce eklemlenişini
sonra da idari yapının etkin bir parçası haline gelişini gerekse Filistin
Yönetimi’nin devlet olma yönünde atmış olduğu adımları devlet-merkezli
üçüncü üçünyacı anlayışı yeniden üreterek sistemle bütünleşme kaygısının bir
tezahürü olarak değerlendirmek mümkündür. Bu anlamda sistem-içi tutunum
mücadelesine yoğunlaşan bu Filistinli iki başat unsurun da yakın dönemde
Filistin sorunu odaklı bir yeni üçüncü dünyacı direniş hareketinin taşıyıcısı,
bayraktarı, ya da etkin bir paydaşı olması ancak bölgesel yalnızlaşmalarının
son bulması ve içsel bölünmüşlüklerini aşmaları koşuluyla mümkün
olabilecektir.
Sonuç
Arap Baharı Ortadoğu’da yeni üçüncü dünyacılık anlayışının hayata
geçirilebilmesi için bir umut ışığı olarak çıkmış olsa da kısa zaman içinde eski
üçüncü dünya hegemon aktörlerinin güç savaşının mücadele alanına
dönüşmüştür. Bu anlamda mevcut karmaşık sistem-içi konumlanış
mücadelesinde tüm sistem muhalifi eşitlikçi grup ve örgütlenmelerin ortak bir
düzlemde birleşerek yeni üçüncü dünyacı hareketi sistemli bir karşı duruş
yapılanmasına dönüştürmeleri yakın bir ihtimal olarak görünmemektedir. Her
ne kadar bu toplumsal hareketlerde sistem karşıtı retorik ve uygulamalara karşı
üçüncü dünyacı duruşun ve direniş kültürünün izlerine rastlansa da bunların
sistematik, tüm paydaşları kapsayıcı ve bütünlüklü bir yapıbozumcu muhalif
harekete dönüşebileceğini öngörmek çok iddialı olacaktır. Bu anlamda Arap
Baharı toplumsal hareketlerini üçüncü dünyacı demokratik devrimler olarak
nitelendirmek bu hareketlerin doğasına ifade ettiklerinden daha fazla bir anlam
yüklemek olacaktır. Öyle ki bu hareketler, bölgede ve uluslararası sistemde
önemli bir sistem karşıtı farkındalık yaratmakla birlikte bu farkındalığı üçüncü
dünyacı ortak bir muhalif bilinçliliğe dönüştürememişler hatta kendi
ülkelerindeki hakim uluslararası sisteme eklemlenmiş başat yapıları bir
yapıbozumuna veya sistemsel dönüşüme uğratamamışlardır. Bu anlamda Arap
Baharı aslında ilk dönemlerinde Ortadoğu halkları arasında kabul görmeye
başlayan küresel sistem karşıtı yeni üçüncü dünyacılık yaklaşımının
uluslararası yapı-bozumcu ya da yapı-dönüştürücü bir harekete evrilmesi için
önemli bir fırsat olarak ortaya çıkmıştır. Ancak oluşum kodundaki çoğulculuğu
eşitlikçi, kapsayıcı ve bütünlüklü bir karşı duruşsal mücadele bloğuna çevirme
57Andrea Dessi, “Israel and the Palestinians after the Arab Spring: No Time for Peace”, Istituto
Affari Internazionali Working Papers, 1216 Mayıs 2012, ss. 8-11
26
yetkinliğine sahip olamayışı ileri aşamalarında bu süreci mevcut sisteme
eklemlenmiş ve çatışma ve çıkar odaklı güç sisteminin yeniden üretimine katkı
koyan sığ bir sistem-içi tutunum mücadelesine dönüştürmüştür. Arap
Baharı’ndaki bu bölünmüşlük, sistem-içi tutunum mücadelesi, konumlanışsal
ve yönsel muğlâklık Filistin meselesinin ele alınışına da yansımıştır. Arap
Baharı öncesinde Arap milliyetçiliği ve mikro-milliyetçilik bağlamında
bölgedeki oytoriter ve totaliter rejimlerin sistem-içi konumlanışsal
mücadelelerinde amaçlarına ulaşmak için araçsallaştırdığı Filistin meselesi
Arap Baharı sonrasında bölgede oluşan çoklu yapıda ortaya çıkan toplumsal
oluşum ve altbirimlerin sistem-içi konumlanışsal mücadelesine eklemlenmiştir.
27