Content uploaded by Ertan Erol
Author content
All content in this area was uploaded by Ertan Erol on Sep 05, 2015
Content may be subject to copyright.
EROL
67
KHO BİLİM DERGİSİ CİLT: 22 SAYI: 2 YIL: 2012
TÜCCARZÂDE İBRAHİM HİLMİ ÇIĞIRAÇAN (1879-1963)’IN
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ
Ertan EROL
*
ÖZET
Tüccarzâde İbrahim Hilmi Çığıraçan, Osmanlı Devleti’nin son, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk aydınlarından
biridir. O, içinde bulunduğu topluma belirli bir eğitim ve kültür seviyesi kazandırmak için çok çeşitli
alanda eserler kaleme almış; sahip olduğu yayın evinde de bu yeni kurulan ülkeye faydalı olacak
kitapları -zarar etmesine karşın- yayınlamaktan geri durmamıştır. Bu çalışmada İbrahim Hilmi Bey’in dil
ve edebiyat hakkındaki görüşleri üzerinde durulmuştur. İlk olarak dilimiz, sadeleştirme hareketleri ya da
çabaları daha sonra da edebiyat hakkındaki görüşleri değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmeler yapılırken
yer yer Hilmi Bey’in eserlerinde dile getirdiği görüşler aynen alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Tüccarzâde İbrahim Hilmi Çığıraçan, dil ve edebiyat, sadeleştirme, aydın.
THE OPINIONS OF TUCCARZADE IBRAHIM HILMI CIGIRACAN (1879-
1963) ABOUT TURKISH LANGUAGE AND LITERATURE
ABSTRACT
Tuccarzade Ibrahim Hilmi Cigiracan is the one of Otoman Empire’s last, Turkish Republic’s first
intellectuals. He wrote many boks in several areas in order to contribute to the society’s intellect level;
he also didn’t stay back from publishing beneficial books to the newly-founded country, even though he
lost money. This study focuses on İbrahim Hilmi Bey’s opinions about language and literature. First of
all, his opinions about our language, simplification actions or efforts and then his opinions about
literature are evaluated. While these evaluations are made, sometimes the opinions of Hilmi Bey about
language are taken directly.
Key Words: Tuccarzade Ibrahim Hilmi Cigiracan, language and literature, simplification, intellectual.
Giriş
Tüccarzâde İbrahim Hilmi [Çığıraçan] (1876-1963) Osmanlı ile
Cumhuriyet dönemi yayıncılarındandır. Romanya’ın Tulça ilçesinde 1876
yılında dünyaya gelen İbrahim Hilmi, küçük denebilecek bir yaşta basın
hayatına adım atmış, sonraki yıllarda yayımcılığını geliştirerek 1896 yılında
“Kitaphane-i İslam” adındaki kitabevini kurmuş, daha sonra bu yayınevinin
adını “Kitaphane-i İslam ve Askeri” olarak değiştirmiştir. Cumhuriyet
döneminde İbrahim Hilmi, aynı yayınevinin faaliyetlerini “Hilmi Kitabevi”
*
Yrd.Doç.Dr., Yeni Türk Edebiyatı Öğt.Üyesi, Kara Harp Okulu, Savunma Bilimleri Enstitüsü,
Bakanlıklar-Ankara, eerol@kho.edu.tr
EROL
68
KHO BİLİM DERGİSİ CİLT: 22 SAYI: 2 YIL: 2012
adıyla sürdürmüştür (Dosay 1999, 427). Yayınevinin Hilmi Kitabevi adını
alması 1921 yılına rastlar (Ocak 2003,46).
İbrahim Hilmi, çok sevdiği mesleğine ölene dek sadık kalmakla beraber;
askerî, ilmî, siyasi, tarihî, edebî, dinî konularda eserler verir. Ayrıca okul
kitapları yayıncılığı ile de ilgilenir. Bunların yanında devletin içinde
bulunduğu duruma kayıtsız kalmaz; Osmanlı Devleti ve halkının sorunlarını
saptamaya çalışan, çözüm önerileri sunan eserler üretir. 1328-1330 yıllarını
kapsayan “Kitaphâne-i İntibâh”, 1325-1330 yıllarını kapsayan “Millet
Kitaphânesi” ve 1330-1332 yıllarını içeren “Balkan Harbi Külliyâtı” başlığı
altında yayımladığı kitapları ise dizi yayıncılığına örnek teşkil etmektedir
(Ocak, 2010a,91).
İbrahim Hilmi’nin süreli yayın alanında da çalışmaları vardır. 1908’de
“Millet” adlı günlük bir gazete, “Boşboğaz ile Güllabi” adında bir mizah
dergisi yayın hayatına başlamıştır (Ocak 2010a,91). Askerî süreli yayın
alanında ise 1912’de “Ordu ve Donanma” adında askerî bir mecmuayı
yayımlar ve “Risale-i Mevkuta-i Harbiye” adlı Erkân-ı Harp Dairesine ait
mecmuanın yayın ihalesini alır (Ocak, 2003,70).
İbrahim Hilmi Çığıraçan, içinde bulunduğu topluma yarar sağlamak için
çok farklı alanda eserler ortaya koymakla kalmamış; yetişemediği alanlarda
bir şeyler yapmaya çalışanlara da elinden geldiği kadar yardım etmiş,
yaptığı her işte milletine faydalı olmayı amaç edinmiştir. Durum böyle
olunca kârdan çok zarar etmiş ve ekonomik sıkıntılar içinde hayata gözlerini
yummuştur. Kitaba ve yayın dünyasına tutkun, hiç evlenmemiş olan İbrahim
Hilmi’nin kendisi gibi ardında bıraktığı kitabevi de sessizce tarihe
karışmıştır.
Dil ve Edebiyat Hakkındaki Görüşleri
Osmanlı İmparatorluğu’nda Arap alfabesinin Türkçenin ses ihtiyaçlarını
tam olarak karşılayamadığını ilk kez 17. yy.da Kâtip Çelebi ortaya
koymuştur (Karal 1985,319). Tanzimat döneminde de dil konusunda ele
alınan temel sorunlardan biri yine alfabe meselesidir. Bu dönemde Ali
Suavi, Şemseddin Sami, İbrahim Şinasi, Ebuzziya gibi aydınlar Arap
EROL
69
KHO BİLİM DERGİSİ CİLT: 22 SAYI: 2 YIL: 2012
harflerinin değiştirilmesi gerektiği görüşünde birleşmişlerdir (Ülkütaşır 1991,
21).
İbrahim Hilmi 1911 yılında yayımladığı “Tasfiye-i Lisana Muhtaç Mıyız”
adlı kitapçıkta dilimizin sadeleştirilmesiyle ilgili görüşlerinin temeline ülkenin
geri kalmışlığını oturtur. Ancak eğitimin yaygınlaştırılması sayesinde devlet
o gün içinde bulunduğu ağır hayat şartlarından kurtulabilecektir. Dilimiz
herhangi bir ayıklamaya tabi tutulmazsa ve sadeleştirilmezse ilerleme
oldukça yavaş bir şekilde mümkün olabilecektir. Oysa o günlerde birçok
alanda geri kalmış olmamız nedeniyle millet olarak en fazla ihtiyaç
duyduğumuz, yorulma nedir bilmeyen bir azimle çalışmaktır. Osmanlı’nın o
günkü en önemli ihtiyacı eğitimdir. Uğranılan bütün felaketler, çekilen bütün
sıkıntılar eğitimsizlikten, cahilliğin bilime üstün gelmesindendir. O dönem
Osmanlı toplumunda, eğitimin, yurdun en ücra köşesine kadar
ulaştırılmasına ve ancak bu suretle devletin diğer ülkeler arasındaki eski
yerini almasının sağlanması gerekmektedir. Oysa Türk dilinin o gün içinde
bulunduğu sorunlarla eğitimi yaygınlaştırmak ve bu eğitimle ülkeyi
kalkındırmak birkaç yılda değil, birkaç asırda bile zor başarılabilecek bir
iştir. Herkesin farklı bir yorumu olsa da o günkü Osmanlı lisanı diğer diller
arasında -bazı doğu dilleri hariç tutulursa- öğrenilmesi en zor dillerden
biridir. Bunun en temel nedeni de yazılışı ile okunuşunun farklı oluşudur.
Dünyada yazılışıyla okunuşu farklı olan Türkçeden başka bir dil yoktur.
Konuşulması oldukça kolay olan Türk dilinin yazılması bir o kadar güçtür.
Osmanlıca dilini yeterince öğrenmek ve bu dilde yazılmış eserleri
tamamıyla anlamak için yıllar gereklidir. Diğer dünya dillerinin hiçbirinde
böyle bir güçlük yoktur. Birer yıl Fransızca, İngilizce ve Almanca çalışan
biri, Hügo’nun, Musse’nin, Lamartin’in, Göte’nin ve Şiller’in, Byron ve
Tenison’un bütün şiirlerini az çok anlayabilir. Beş yıl Türkçeye çalışan biri,
Nefi’ler, Nedim’ler bir yana Hamit’lerin, Cenap’ların, Fikret’lerin bile şiirlerini
anlamakta zorlanır (Ocak 2008,94).
Altı yüz senelik imparatorluk hayatı boyunca, hâkim olunan coğrafyada
Türk dilinin olsun istikrarına kesinlikle çalışılmamıştır. Bir milletin bir
coğrafya üzerindeki en önemli yönü, bağımsızlığının göstergesi ve
hâkimiyeti en çok dil ve edebiyatla sağlanır. Güç ve kuvvetle, askerlikle
elde edilen hâkimiyet ebedî, sonsuz değildir ve kalıcı olması da
EROL
70
KHO BİLİM DERGİSİ CİLT: 22 SAYI: 2 YIL: 2012
düşünülemez. Gerçekten Türk diline bir gelecek sağlanamadığı ve derinlik
ile birlikte genişlik kazandırılamadığı için geleceğin millî kavramları
arasında Türk dili tehlike içinde bulunmaktadır. Eğer Türk dili Avrupa
milletlerinin dilleri gibi ilerlemiş ve medeni bir dil olsaydı şüphesiz bugünkü
Türk millî hâkimiyeti oldukça farklı bir şekilde cereyan edecekti. Türk dili
zamanında işlenmediği, dile millî bir kimlik verilemediği için asırlar boyunca
Osmanlı ülkesi cehalet içinde kalmıştır. Ve hâkim olduğumuz milletler ve
unsurların dil ve edebiyatla kalplerine, zihinlerine tam olarak giremediğimiz
için hâkimiyetimiz oldukça sönük kalmıştır, yoksa o zamanlar dile, azıcık bir
sadelik ve millî bir bakış açısı kazandırılsaydı, şüphesiz bugün dünya
coğrafyası üzerinde Türkçeyi bilen, konuşan çok daha fazla nüfus olurdu
(İbrahim Hilmi 1329,96).
Tüccarzade İbrahim Hilmi dil konusunda oldukça hassastır, ancak aynı
hassasiyet Osmanlı döneminde devlet tarafından gösterilmemiştir.
Hassasiyet gösterilmesi bir yana dile karşı derin bir kayıtsızlık da ortaya
konmuş, bu da devlet ve devletin bekası açısından olumsuz sonuçlar
doğurmuştur. İbrahim Hilmi bu görüşünde biraz daha ileriye giderek dile
karşı gösterilen kayıtsızlığın koca imparatorluğun ortadan kalkması
tehlikesine yol açtığı düşüncesindedir. Bir milleti millet yapan o milletin
yıllarca emek vererek oluşturduğu dilidir. Dili dil yapan da o dilde var olan,
geçmişten günümüze oluşturulan edebiyat ve şiirlerdir. Türk milleti tarihin
belirli bir döneminde âdeta dilsiz bir millet olarak yaşamıştır. Türk dilinde
okuyup yazan Türkler ancak parmakla gösterilebilirdi. Edebiyat ise Türk
halkının büyük çoğunluğunca yıllarca anlaşılmayan bir alan, bir konu olarak
varlığını korumuştur. Batılı milletlerin edebî eserlerindeki fikir gücü ve
görkemi yanında eski Türk edebiyatının her türlü yüce fikirden ve duygudan
yoksun bir yığın söz içinde gömülüp kaldığı ne yazık ki bir gerçektir. Hele
eski Türk şiiri o kadar anlaşılmaz ve o kadar kapalıdır ki senelerce okunup
ezberlense içinde ruha gıda olacak fikir bulmak mümkün değildir. Bazı
şiirler o kadar abartılı fahriyelerle, methiyelerle, gazellerle doludur ki insan
okurken şiirin cennetine hükmedeceği gelir (İbrahim Hilmi 1329,96).
Dil ve edebiyat, kültürel değerlerin en başında gelen unsurlardandır.
Bundan dolayı bir milletin hayatı boyunca önemli işleve sahiptir (Kaplan
EROL
71
KHO BİLİM DERGİSİ CİLT: 22 SAYI: 2 YIL: 2012
1992,35). Dil ve onun en somut ürünü olan edebiyatı okumak ve yeni
nesillerin Türk edebiyatını okumasını sağlamak gençlerin ruhunu
zenginleştirir (Kaplan 1992,45). Ancak Osmanlı döneminde Türk şiirinin ve
edebiyatının anlaşılmaz oluşu millet hayatındaki yerine gölge düşürmüştür.
Edebiyatın anlaşılmazlığı Türk milletinin fikri ve ruhi eğitimini
tamamlayamamasına yol açmış, Türk edebiyatının Asyalı ve çöle yakışır
olması durumunu ortaya çıkarmıştır (İbrahim Hilmi 1329,96).
İbrahim Hilmi, sadece devletin son dönemde toprak kaybedişine
üzülmez. Aynı zamanda bu kadar geniş bir coğrafya üzerinde bugüne
kadar Türk dilinin yaygınlaştırılamamasına hayıflanır. Bunun arkasındaki
sebepleri de kendine göre irdeler. Türk dilinin Osmanlı’nın hükümran
olduğu geniş coğrafyada baskın dil olamayışının temelinde de Türkçenin
gelişememiş olması yatmaktadır. Eğer Türkçe ilerlemiş ve medeni bir dil
hâlini almış olsaydı bu coğrafyada hızla yayılır, Osmanlı bu dili hâkim
olduğu unsurlara öğretir ve belki de bu şekilde onları temsil bile ederdi
(İbrahim Hilmi 1329,97).
Mehmet Kaplan “Dil ve Kültür” adlı eserinde Namık Kemal’in Tasvir-i
Efkâr gazetesinde yayımlanan “Lisan-ı Osmanî’nin edebiyatı hakkında bazı
mülahazatı şâmildir” başlıklı yazısında şu görüşlere yer verdiğini aktarır:
“Dil edebiyatın temelidir, edebiyat ise bir milletin ruhudur. Edebiyata sahip
olmayan veya edebiyatları gelişmemiş olan milletler, millî birlik vücuda
getiremezler.” (Kaplan 1992,117). İbrahim Hilmi de aynı Namık Kemal gibi
milletlerin ayakta durmasını sağlayan önemli unsurlardan biri olarak dili ve
edebiyatı görür. Dil ve edebiyatı olmayan bir milletin hâkim olmak bir yana
varlığının bile tehlikede olacağını dile getirir. Diğer yandan gelişmiş bir dili
ve köklü bir edebiyatı olan bir millet bağımsızlığını kaybetse bile milletini
koruyabileceğini ifade eder (İbrahim Hilmi 1329,97).
Tüccarzade, Şinasi ve Kemal’in dil ve edebiyat konusundaki düşünce
ve çalışmalarını övgüyle söz eder. Onların gayretleri sonucunda Türk dilinin
bağımsızlığa eriştiğini dile getirir. Namık Kemal ve Şinasi’nin çalışmalarının
ardından Türk dili söylendiği gibi yazılan ve yazılı olanların da rahatlıkla
anlaşıldığı bir dil kimliğini kazanmıştır. İbrahim Hilmi bu dönemde Türk dili
EROL
72
KHO BİLİM DERGİSİ CİLT: 22 SAYI: 2 YIL: 2012
ve edebiyatı alanında çağın aydınları kabul edilebilecek kişiler ve
faaliyetleriyle ilgili olarak şu görüşlere yer verir: “Osmanlı milletinin bugünkü
yazılarındaki sadelik ve hoşluk bu iki vatansever edibimizin gayretiyle
ortaya çıkmış, Ziya Paşa, Sadullah Paşa, Cevdet Paşa, Abdülhak Hamit
Bey, Ekrem Bey ve Muallim Naciler sayesinde zaptedilmiş ve bağlanmış,
Fikret’ler, Halit Ziya’lar, Cenap’lar, Rahmi’ler, Ali Kemal’lerle birçok edebî
eser vücuda gelmiş ve şair muhterem Mehmet Emin Bey ile temelden gelen
saflığına, millî şekil ve ruhuna erişmiş, sade Türkçe yazmak eğilimi
gençlerimizin dimağında pek kuvvetli bir hareket meydana getirmiştir.”
(İbrahim Hilmi 1329,97).
İbrahim Hilmi, Türkçenin yabancı dil boyunduruğundan kurtulması
gerektiği inancındadır. Özellikle Arapça ve Farsça kelimelerin varlığı
Türkçeyi anlaşılmaz kılmaktadır. Bu kelimelerden kurtulunduğu takdirde
Türkçeyi bütün toplum katmanları aynı şekilde anlayacak, herkes yaygın
olarak sade bir Türkçeyi benimseyerek o durulukta kullanır hâle gelecektir.
Toplumun farklı sınıflarıyla birlikte bütün Türk kavimleri de Türkçeyi aynı
şekilde anlayarak benimseyecek okuyup yazmaya daha kolay bir şekilde
alışabileceklerdir. Türkçede pek mükemmel ve muhteşem eserler
yayımlanacak, fikirlerimiz açılacak, dertlerimiz deşilecek, bir başkasının
hislerini ve düşüncelerini daha ziyade birleştirebilecek ve onlara ortak
olunabilecektir (İbrahim Hilmi 1329,98).
Dilin sadeleştirilmesinden kasıt Türkçedeki bütün yabancı unsurların
atılması değildir. Bütün yabancı unsurların atılması mümkün değildir. Bütün
yabancı unsurlar atılırsa dilin doğal yapısı bozularak Türkçe kısır bir dil
hâline gelecektir. Bu nedenle Türk dilinde halkın benimsediği ve kullandığı
yabancı kelimeler varlığını sürdürmelidir. Tüccarzade Türkçede yabancı
söz varlığının bulunmasına karşı değildir. Hatta ihtiyaç duyulduğunda
gereken sözcüklerin yabancı dillerden alınmasını salık verir. Ancak
herkesin ihtiyaç olmadığı hâlde kendi arzusuna göre Türkçeye kelime
alması, bunları kullanması doğru değildir. Özellikle topluma önderlik eden
aydınların bir araya gelerek yabancı sözcüklerden oluşmuş bir dille
edebiyat oluşturmaları kabul edilemez bir durumdur (Ocak 2003,184).
EROL
73
KHO BİLİM DERGİSİ CİLT: 22 SAYI: 2 YIL: 2012
Dilin konuşulduğu toplumun değer yargılarını ve o güne kadar elde ettiği
kültürel kazanımlarını bir sonraki nesle aktarması önemli işlevlerinden
biridir (Kılıç 2002,29). Bu nedenle, dil bugünün neslinin ihtiyaçlarını
karşıladığı kadar yarının nesillerine de kültürü taşımaktadır. Bundan dolayı
önce bugünkü kuşak daha sonra da gelecek nesiller Türk dilinin mümkün
olduğunca sade olmasına özen göstermeli, Türk dilini iyileştirmeye,
kusurlarını ortadan kaldırmaya çaba harcamalı, dilin herkesin malı olduğu
düşüncesini yaygınlaştırarak toplumun tüm kesimlerinin dile sahip çıkması
sağlanmalıdır. Toplumda var olan diğer unsurların da Türk dilini öğrenmesi
teşvik edilmeli, dil eğitimi özellikle yazma öğretimi kolaylaştırılmalı, bunun
için gerekirse alfabe değiştirmek bile göze alınmalıdır (İbrahim Hilmi
1329,98).
Osmanlı devletinin öncelikle içinde bulunduğu bunalımlı durumdan
kurtulması, daha sonra da gelişmiş ülkeler düzeyine çıkabilmesi, arı bir dille
vereceği eğitime ve bu eğitim sayesinde sağlayacağı gelişmelere bağlıdır.
İbrahim Hilmi bu noktada dil ve edebiyat ile hâkimiyet arasındaki ilişkiyi şu
şekilde dile getirir: “Her hâlde millet, dil ve edebiyatta büyük bir inkılaba
muhtaçtır. Dilimize tamamen sahip olduğumuz zaman hâkimiyetimize de
sahip olacağız.” (İbrahim Hilmi 1329, 98). İbrahim Hilmi bu noktada bir
ülkenin bağımsızlığı ile dili arasındaki ilişkiye de dikkat çeker ve Başak
Ocak onun bu konudaki görüşlerini şu şekilde aktarır: “Bir millet varlığını,
diline, dilinin gelişimine borçludur. Dilini koruyamayan bir millet diğer
milletlerin esiridir. Nitekim Osmanlı’nın egemenliğinde asırlarca yaşayan
milletlerin yavaş yavaş bağımsızlıklarına kavuşmalarının nedeni de dildir.
Elbette ki kendisinin bile anlamakta zorluk çektiği bir dili, Osmanlıların
başkalarına öğretmeleri beklenilemezdi. Türkçeyi öğrenemeyenler de doğal
olarak Osmanlıları tanıyamaz, onların amaçlarına katılamazdı. Yabancıların
Osmanlı dilini öğrenememeleri kendi dillerine sarılarak, kendi tarihlerine
bağlanmaları ve milliyet duygularını kuvvetlendirerek bağımsızlığa
ulaşmaları ile sonuçlanmıştır.” (Ocak 2003, 184).
Ülkenin varlık ve bütünlüğü bir anlamda kültürel yaşamdaki temel
dinamik sayılabilecek birtakım unsurların beslenmesi, yeniden
canlandırılması ve aslını koruyarak yaşamını devam ettirmesine bağlıdır.
EROL
74
KHO BİLİM DERGİSİ CİLT: 22 SAYI: 2 YIL: 2012
Dil ve dil işçiliği sayesinde zengin bir kültürel birikim olan edebiyatın
varlığını canlı ve toplumun bir parçası konumunda sürdürebilmesi, bunları
meydana getiren parçaların sayısının artırılması ile mümkündür. Ancak bu
şekilde Batılılar gibi Türk dili de anlaşılır olduğunca ve günlük yaşamla
birlikte kültürel yaşamı, bilimsel gelişmeleri karşılayabildiği ölçüde
zenginleşebilecektir. Bu da düşünce dünyamızı kalkındıracak, öncelikle
bilimsel yaşamımızda canlanmaya yol açacaktır (İbrahim Hilmi 1329, 98).
Türklerin İslamiyet’i kabulünden Osmanlı devletinin sona erişine kadar
Türkçeye yabancı dillerden özellikle Arapça ve Farsçadan kelime girişi
olmuştur. Türkçeye bu dillerden kelime girişi olmasının yanı sıra Türkçeden
de diğer dillere kelime geçişi olmuştur. Diğer milletler Türkçeden kelime
almışlar, ancak Türkçe kelimelere kendi dillerinin kurallarını uygulamışlar,
dolayısıyla Türkçe kelimelerin doğal yapısını değiştirmişler, kendi ağızlarına
evirmişler, daha açık bir ifadeyle kendilerinin malı hâline getirmişlerdir
(Ocak 2003, 184).
Türk dili, o günkü Türk toplumu ile birlikte çeşitli etnik grupların da
ihtiyaç duydukları bir iletişim aracıdır. Dil, sadece Türklere değil, o dönemki
Osmanlı unsurlarının tamamı için bir gerekliliktir. Bu gereklilik Türk dilinin
Osmanlı bünyesinde yaşayan diğer unsurlarca da öğrenilmesini zorunlu
hâle getirmiştir. Zira Türkçe çok geniş coğrafya üzerinde etki ve hükmetme
ayrıcalığına sahip bir imparatorluk dilidir. Dil sadeleştiği ölçüde halkın
tabanına yayılacak, toplumda birlikte yaşanılan gayrimüslimler dâhil tüm
unsurlar Türkçeyi daha rahat öğrenebileceklerdir. Dili rahatlıkla öğrenen ve
kendi duygu ve düşüncelerini konuşma dilinde, kendisini yazılı olarak da
ifade edebilen kişilerden oluşan toplum da daha fazla fikir ürecektir (Ocak
2003,183). Hatta İbrahim Hilmi biraz daha ileri gider ve fikir üretmenin
ötesinde Türk toplumunun, Türk aydınlarının dünya çapında tanınmış eser
verememiş olmasındaki temel sebebi Batılılaşamamıza değil, alfabemizin
dil öğrenmeye ve düşünceleri ifadede yeterli olmayışına bağlar (Ocak
2003,184).
İbrahim Hilmi’ye göre, bir milletin diğer milletler üzerinde oynayabileceği
en kilit rol dil alanındadır. Kitlelerin ruhlarına etki edebilmek ancak dil ile
mümkündür. Almanlar Bosna-Hersek’te, Fransızlar Suriye’de halkın ruhuna
EROL
75
KHO BİLİM DERGİSİ CİLT: 22 SAYI: 2 YIL: 2012
girebilmeyi dil silahını kullanarak başarmışlardır. Fransızların doğu ülkeleri
üzerinde sağladığı nüfuz yine dil sayesinde gerçekleşmiştir. Osmanlı devleti
içinde birçok millet bulunmasına rağmen bunların Türkçeyi rahatlıkla
öğrendikleri söylenemez. Eğer dil bu kadar önemli olmasaydı Osmanlı
toplumu içinde bunca Alman, İngiliz, Amerikan, İtalyan okulları büyük
fedakârlıklara katlanarak eğitim vermeyi sürdürmezlerdi (Ocak 2003,185).
İbrahim Hilmi Türk dili konusunda gençlerden beklentisi nedir? Gençler
Türk dilinin gelişimi konusunda ne gibi işlevler üstlenebilir? Bu sorulara
İbrahim Hilmi şu satırlarla cevap vermiştir: “Gençlerimiz lisanımızı büsbütün
ıslaha (sadeleştirmeye) sarf-ı gayret etmeli (çaba harcamalı), sadeliği esas
ittihaz eylemeli (kabul etme), lisanımızı sınıf-ı avama (halka) da öğretmeyi,
anasır-ı saireye (diğer unsurlar) de belletmeyi düşünmeli, hele teshil-i tahsil
ve tahrir (öğretimi ve yazmayı kolaylaştırma) için hurufatı (harfleri)
değiştirmeyi bile göze almalıdır. Herhalde millet lisan ve edebiyatta büyük
bir inkılaba muhtaçtır.” (Ocak 2010a, 90).
Yıkılan bir imparatorluğa, yeni kurulan bir devlete tanık olan ve her şeye
rağmen halkı bilinçlendirmeye çalışan Tüccarzâde İbrahim Hilmi Çığıraçan,
Osmanlı devletinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sayılı aydınlarından biridir.
O, bizzat kaleme aldığı ya da yayımladığı eserlerle, yaşadığı toplumu
ilgilendiren farklı konulara değinmiş, tartışılan meselelere çözümler
sunmuş, yıkılan imparatorluğun neden yıkıldığını ve kurulan yeni devletin
tekrar aynı hatalara düşmemesi için nelerin yapılması gerektiğini belirtmiş,
yeri geldiğinde ümitsizliğe düşen millete ümit aşılamaya çalışmış, yeri
geldiğinde eğitime ihtiyaç duyan çocuklar için ders kitapları hazırlamış,
hatta bugün bile tartışılan, çözümü ortaya konmamış konulara değinmiştir.
Bunlar arasında Türk dili ve edebiyatı önemli bir yer teşkil etmektedir.
Sonuç
Tüccarzade İbrahim Hilmi, dilimizin herkesin anlayabileceği şekilde
yalın ve sade olması gerektiğini savunmuştur. Ona göre, Türkçe her sınıf
halka hitap etmeli ve ortak duyguları yansıtan, Türkçenin enginlik ve
zenginliğinin ürünü eserler ortaya konmalıdır.
EROL
76
KHO BİLİM DERGİSİ CİLT: 22 SAYI: 2 YIL: 2012
Türkçe hem edebî sahada hem de diğer alanlarda sadeleştirilme
zorunluluğu içindedir. Ancak sadeleştirme yapılırken yabancı kelimelerin
tamamen tasfiyesi yerine, dilimize yerleşmiş olanların Türk dilinin yapısına
uydurularak kullanılması daha doğru olacaktır.
Osmanlı lisanını öğrenmek, içindeki Arapça ve Farsça kaidelerin
çokluğundan dolayı zordur. Dolayısıyla dilimizin bağımsızlığı için Arapça ve
Farsça kaidelerin kullanımından bir an önce vazgeçilmelidir.
Geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Türkler, Türk dilini siyasî bir araç
olarak kullanabilmelidir. Bunun için de dilimizin millî olması gerekmektedir.
Ayrıca, bir milletin bağımsızlık ve hâkimiyeti en çok dil ve edebiyatla
mümkündür.
İmparatorluğun ortadan kalkmasına neden olan etkenlerden biri, dil
konusunda gösterdiğimiz kayıtsızlıktır. Şair ve yazarlar kendi duygu ve
düşüncemizi yansıtan eserler ortaya koymak yerine defalarca tekrarlanmış,
abartılı söz sanatlarıyla dolu eski şiiri devam ettirmeye çalışmışlardır. Biz
ne zaman kendi fikirlerimizi, hislerimizi sade Türkçeyle ifade edebilirsek, o
zaman muhteşem eserler ortaya koyar ve bütünleşebiliriz. Bir edebî eser
millî olmalı ve millî duyguları canlandırabilmelidir.
Bir aydın, içinde yaşadığı toplumun sorunlarına kayıtsız kalamaz,
halkını bilgilendirmek için toplumu ilgilendiren çeşitli konularda (askerî, ilmî,
siyasi, dinî, tarihî, edebî, felsefi, sosyal ve kültürel) eserler verebilmelidir.
Gerektiğinde halkını bilinçlendirmek için edebiyatı araç olarak
kullanabilmelidir.
Dil ve edebiyatımızda büyük bir inkılâba ihtiyaç vardır. Dilimize
tamamen hâkim olduğumuz zaman gerçek hâkimiyetimize de sahip oluruz.
Bunun için, gençlerimiz gerekli sorumluluğu üzerine almalıdır.
EROL
77
KHO BİLİM DERGİSİ CİLT: 22 SAYI: 2 YIL: 2012
KAYNAKÇA
ÇIĞIRAÇAN, Tüccarzade İbrahim Hilmi (1329). Türkiye Uyan, Kitaphâne-i
İntibâh. Dersaadet. S.96-106.
ÇIĞIRAÇAN, Tüccarzade İbrahim Hilmi (2012). Balkan Harbi’ni Niçin
Kaybettik? (Yay. Haz.: M. YILDIZ, H. AKYOL). İstanbul: İz
Yayıncılık.
ÇIĞIRAÇAN, Tüccarzade İbrahim Hilmi (1997). Avrupalılaşmak. (Yay.
Haz.:Osman KAFADAR-Faruk ÖZTÜRK). Ankara: Gündoğan
Yayınları.
DOĞRUL, Mehmet. (2011). Tüccarzâde İbrahim Hilmi’de Modernleşme.
(Yayımlanmamış Yüksek Lisan Tezi) Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Konya.
DOSAY, Melek (1999), Tüccarzade İbrahim Hilmi’nin “Maarif ve Servet-i
İlmiyemiz” Adlı Eseri, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, cilt:40, sayı:1, Ankara
ERŞAHİN, İbrahim. (2004). Tüccarzâde İbrahim Hilmi Çığıraçan - Hayatı ve
Eğitim Görüşleri. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Ankara
Üniversitesi, Ankara.
KAPLAN, Mehmet. (1992). Kültür ve Dil. İstanbul: Dergâh Yayınları.
KARAL, Enver Ziya (1985). “Tanzimat’tan Sonra Türk Dili Sorunu”,
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, c.2, İstanbul:
EROL
78
KHO BİLİM DERGİSİ CİLT: 22 SAYI: 2 YIL: 2012
İletişim Yayınları.
KILIÇ, Veysel. (2002). Dilin İşlevleri ve İletişim, İstanbul: Papatya Yayınları.
OCAK, Başak. (2010)a. Türkçenin sadeleştirilmesi tartışmaları etrafında
İbrahim Hilmi Çığıraçan’ın görüşleri ve “Tasfiye-i Lisana Muhtaç
Mıyız?” adlı eserinin çeviri yazısı. DEÜ Atatürk İlkeleri ve İnkılâp
Tarihi Enstitüsü Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, 7
(16-17).
OCAK, Başak. (2010)b. Osmanlı Devleti’nin Çöküş Nedenleri Tüccarzâde
İbrahim Hilmi Çığıraçan’ın Kaleminden. Tarih Dizisi: 9. İstanbul:
Libra Kitapçılık ve Yayıncılık.
OCAK, Başak. (2003). Tüccarzâde İbrahim Hilmi Çığıraçan - Bir yayıncının
portresi. İstanbul: Müteferrika Yayınları.
ÜLKÜTAŞIR, M.Ş. (1991). Atatürk ve Harf Devrimi. 2. Baskı, Ankara: Türk
Tarih Kurumu Basımevi.