Content uploaded by Bekir S Gur
Author content
All content in this area was uploaded by Bekir S Gur on Jan 14, 2016
Content may be subject to copyright.
47
Cilt/Volume 1, /Number 1, Nisan/April 2011; Sayfa/Pages 47-53
Yükseköğrem ve Bilim Dergisi/Journal of Higher Educaon and ScienceDOI: 10.5961/jhes.2011.007
“Türkiye’de Yükseköğretimin ve Yükseköğretim Kurulu’nun
Tarihi” Üzerine
On “the History of Higher Education and the Council of Higher Education
in Turkey”
Bekir S. GÜR
Bekir S. GÜR ()
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Bilgisayar Mühendisliği Bölümü, Ankara, Türkiye
Yıldırım Beyazıt University, Faculty of Engineering and Natural Sciences, Computer Engineering Department, Ankara, Turkey
gurbekir@gmail.com
Received : 31.01.2011
Accepted: 10.03.2011
ÖZ
Bu yazı, İlhan Tekeli tarafından yazılan “Tarihsel Bağlantı İçinde Türkiye’de Yükseköğretimin ve YÖK’ün Tarihi” başlıklı çalışmanın
eleştirel bir değerlendirmesini sunmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Darülfünun, Üniversite, Yükseköğretim, Yükseköğretim Kurumu
ABSTCT
is article provides a critical review of İlhan Tekeli’s “e History of Higher Education and the Council of Higher Education in Turkey
in Historical Context”.
Keywords: Darülfünun, University, Higher education, Turkish Council of Higher Education
G
Tarih Vak Yurt Yayınları tarandan İlhan Tekeli’nin toplu eser-
lerinin 14. kitabı olarak yayınlanan Tarihsel Bağlamı İçinde
Türkiye’de Yükseköğremin ve YÖK’ün Tarihi adlı eser, Tekeli’nin
yükseköğrem tarihine dair farklı zamanlarda yazdığı ve muhte-
lif yerlerde yayınlanmış menlerinin bir araya gerilmesinden
oluşmaktadır (Tekeli, 2010). Kitap, söz konusu menleri toplu
bir şekilde sunarak, bu konular üzerine çalışan araşrmacılara
büyük bir kolaylık sağlamaktadır.
Kitaptaki menler iki kısma ayrılabilir. Al makaleden oluşan
birinci kısımda, klasik Osmanlı, Cumhuriyet öncesi ve Cumhuri-
yet döneminde eğimin ve yükseköğremin örgütlenmesinde-
ki değişimler ile 1933 üniversite reformu ve Orta Doğu Teknik
Üniversitesi (ODTÜ) yasası ele alınıyor. Bu menler içerisinde
yer alan “Cumhuriyet Öncesinde Üniversite Kavramının Ortaya
Çıkışı ve Gerçekleşmesinde Alınan Yol” başlıklı çalışma, daha
önce Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) tarandan yayınlanan
Türkiye’de Üniversite Anlayışının Gelişimi başlıklı çalışmanın bi-
rinci cildinde yer almış (Tekeli, 2007).
Kitabın ikinci kısmı, üniversitelerin Yükseköğrem Kurulu (YÖK)
sonrası gelişiminin ele alındığı “Türkiye’de Üniversitelerin YÖK
Sonrasındaki Gelişme Öyküsü (1981–2007)” başlıklı oldukça
uzun ve kapsamlı bir makaledir (ss. 193-387). Bu makale, daha
önce, TÜBA’nın yukarda bahsedilen çalışmasının ikinci cildinde
yayınlanmış (Tekeli, 2009).
Söz konusu menlerin bir kısmı 1980 öncesi yazılmışr. Men-
lerden anlaşıldığı üzere, Tekeli, geçen 30 yıl boyunca yükseköğ-
rem üzerine yazmayı sürdürmüştür. Bunun nedenini kendisi
şöyle açıklar: “Ya üniversite içinde daha iyi bir öğremi gerçek-
leşrmek ya da üniversitelere yapılan siyasi müdahalelere karşı
mücadele edebilmek için çok sayıda yazı yazdım.” (s. 1). Hem
kendi alanı şehir ve bölge planlama eğiminin nasıl olması ge-
rekği, hem de yükseköğremin nasıl olması gerekği üzerine
eğilen Tekeli, bu konularda derinleşmek için yükseköğremin
tarihini de incelemiş ve bu konuya ilişkin menler bu kitapta
bir araya gerilmişr. Kitapta, 48 sayfalık kapsamlı bir önsöz de
bulunmaktadır. Tekeli bu mende, 1960’lı yıllardan ibaren öğ-
renci olayları, ODTÜ yönemine ilişkin tarşmalar, darbelerin
üniversitelere etkisi ve YÖK’ün kurulması gibi yükseköğrem
alanında yaşananları kendisinin tecrübelerini merkeze alarak
anlatmaktadır.
Tekeli’nin yükseköğreme dair yazılarını önemli kılan husus, bu
yazıların, tarihsel olayları aktarmaktan ziyade, yükseköğremin
Book Review
48
Yükseköğrem ve Bilim Dergisi/Journal of Higher Educaon and Science
Cilt/Volume 1, /Number 1, Nisan/April 2011; Sayfa/Pages 47-53
ne olduğu, nasıl bir işlev gördüğü ve üniversite kavramının nasıl
gelişğine dair analizler içermesidir. Tekeli bunu yaparken, yük-
seköğremi toplumsal değişim ile ilişkili olarak ele almaktadır.
Dolayısıyla, eğim örgütlenmesindeki değişimler ile toplum ve
devlet yapısındaki dönüşümler arasındaki ilişkiler araşrılmak-
tadır. Tekeli menlerini farklı zamanlarda yazdığı için, men-
lerde bolca tekrar söz konusu olmasına rağmen, her mende
yükseköğreme ilişkin farklı bir soru merkeze alınmışr.
DARÜLFÜNUN ve
Tekeli, Fah dönemi dışında medreselerin bilimle uğraşmadığı-
nı ve bilimle uğraşanların baskı alnda kaldığını vurgular. Buna
göre, Osmanlı’da bilim alanında bir yenilenme ve sıçrama ola-
bilmesinin, ancak medrese sistemi “dışında” mümkün olabildi-
ğini belirr (Tekeli, 2010, s. 63). Dolayısıyla, medrese dışında
yeni ve laik eğim ve bilim kanallarının oluşabilmesi için ise
19. yüzyılı beklemek gerekmişr. Tekeli’ye göre, modern bilim
adına çaba gösterenler toplumun geleneksel kesiminin hışmı-
na uğramışr. Tekeli, Osmanlı’da kurulan ilk modern okulların
“mühendishane” olmasıyla ilgili de bazı tespitlerde bulunur:
Mühendis kavramı, Bada “engineer sözcüğü ile ifade
edilir. “Genie” kökünden gelir. Gerçekte Bada mühen-
disler, imalat yapan “arzanlar”ın buluş yapanları ara-
sından çıkğından bu “genie” kökünden türemişr. Oysa
bizde “hendese” yani “geometri” kökünden gelmekte-
dir. Bu bir rastlan değildir. Bu, bizdeki mühendisin
üremden kopuk gelişmesini göstermektedir. Gerçekte
burada, topçuluk vb. işler için gerekli matemak öğre-
lmişr. Ancak kelime neden “riyaziye” kökünden değil
“hendese”den türelmişr?
Örneğin “Mehmet Ali Paşa”, Mısır’da bu işlevi görmek
için kurduğu okula “Ulumu Riyaziye mektepleri” adını
vermişr. Bizde “hendese” kelimesinden türelmesi,
skolasğin etkisini sürdürmesi olarak görülür. Bada
“hendese” skolask dönemde hakimdir. Rönesansla
“riyaziyeye” geçilmişr. Nitekim Ba bilimini doğrudan
alan Mehmet Ali Paşa, okullarına “riyaziye” kökünden
gelen isimler vermişr. Oysa geçiş halinde okullar ku-
ran Osmanlılar “hendese” kökünü kullanmışr. (Tekeli,
2010, s. 72)
Tekeli yükseköğremin ve bilimin gelişmesiyle toplumsal yapı
arasında ilişkiler kurmada mahir olduğu halde, yukarıdaki alın-
da görüldüğü üzere, yükseköğremin tarihine ilişkin analizleri,
zaman zaman, bütün toplumsal ve tarihsel bağlamı dışlar ve en
mükemmel örneklerini “skolâsk” medreselerde gördüğümüz
terimcilikle boğuşmaktan geri durmaz. Dahası, bu terimciliğin
doğru çıkarımlara yol açğı da söylenemez. Zira Osmanlıların
“geometri evi” anlamına gelen mühendishane tabirini seçme-
leri, basitçe, Ba dünyasındaki bilimin matemaksel karakteri-
nin farkında olmaları ve geçmişe gitmek yerine Ba’dan fayda-
lanma yolunu seçmeleriyle ilgilidir (Fazlıoğlu, 2008).
Tekeli’nin bu terimciliği, “mühendishane” örneğiyle sınırlı de-
ğildir; “darülfünun” terimi için de geçerlidir. 1869’da Saet
Paşa’nın Maarif Nazırlığı zamanında düzenlenen Maarif Nizam-
namesinde üniversite kavramı, ilim değil de fen kelimesinden
türelerek, darülfünun olarak karşılanmışr. Tekeli’ye göre,
böylece kurulmak istenen kurum, ilim evi değil, fen evidir;
bu kelimenin seçilmesi, “ilmiye sınının üniversiteye tepkisini
azaltmak için yapılmışr. İlim, medresenin tekelindedir. Üniver-
siteye bırakılan ise ancak toplumda ilme göre ikincil statüdeki
fen olmaktadır” (s. 80). Tekeli vardığı bu sonuç için herhangi
bir referans veya gerekçelendirme vermemektedir. Başka bir
sayfada aynı konu şöyle ifade edilmektedir: “Darülfünun söz-
cüğüyle ulemanın kendisinin alanı saydığı bir bilgi alanının dı-
şında kalan bir alan tanımlanarak onlardan gelebilecek tepkiler
önlenmek istemişr” (s. 102). Tekeli bu son tespi için Osman
Nuri Ergin’e referans vermektedir.1 Aslında bu referans tuhaır
çünkü Ergin (1977) Türk Maarif Tarihi adlı eserinde, beşeri bil-
gilere fen, ilahi bilgilere ilim denildiğinden hareketle ilk açılan
üniversiteye darulülûm denilmeyip darülfünun dendiğini orta-
ya atan Z. F. Fındıkoğlu’nu açıkça eleşrir ve “’le fen arasın-
da İslâm âleminde böyle bir fark gözeldiğini ilk defa bu profe-
sörden işiyoruz” (s. 549) diyerek tepki gösterir. Ergin (1977)
şöyle bir açıklama yapar:
Darülfünun tabirinden: Bütün ilimleri öğreten ve Arap-
ların camia veyahut külliye ve Garplıların da yine o
mânalara yakın olan Üniversitê mânasının çıkarılmak is-
tenilmesi bizde ve fen tabirlerinin iyi anlaşılmamış,
hudutlarının doğru çizilmemiş olmasından ileri gelir. Bu-
nun bazı bilgilere gelişi güzel , bazılarına fen deyişi-
mizden anladığımız gibi açğımız mekteplerin bazısına
, , bazısına da Darülfünun demekli-
ğimiz gösterir. (s. 547)
Ergin (1977) darülfünun ile darülulûm terimleri arasında kesin
bir ayrım yapılamayacağını şu örneklerle anlar:
Meselâ memlekemizde en yüksek tahsil müesseselerine biz
Darülfünun demiş olduğumuz halde Mısır’da buna darülulûm
dediklerini görüyoruz. Haâ bizde de 1839’da Tıbhane ile Cer-
rahhane Galatasaray’da birleşrildiği sırada adına:
de-
nilmiş. Bununla beraber bizde mektebi fünuni nücum, mekte-
bi fünuni maliye, mektebi fünuni mülkiye adlar ile yüksek mes-
lek ve ihsas mektepleri de açılmışr. (s. 547)
Osmanlı’nın ilim kelimesinden ziyade fen kelimesini, kuracağı
kurumu tanımlamak için seçmesi, yeni kurumun “Ba kaynaklı
yeni bilimlerin eğiminin yapılacağı bir kurum şeklinde düşü-
nüldüğünü göstermektedir” (İhsanoğlu, 1993, s. 521). Dolayı-
sıyla, ulemadan gelebilecek tepkileri önlemek veya ilime göre
ikinci statü vermekten ziyade, yeni bilimlerin öğreleceği yeni
bir kurumu tanımlamak için “darülfünun” kelimesinin seçildiği
söylenebilir.
1Tekeli, Ergin referansını eksik vermektedir. Aa kitabın baskı yılı ve yayıncısı verilmemekte; sadece sayfa numarası verilmektedir (“454-457”). Af yapılan ilgili sayfalar, elimdeki kitaptaki
Dâr-ül Fünûni Osmani başlıklı ilgili bölümün sayfa numaralarıyla (Ergin, 1977, ss. 545-563) uyuşmamaktadır.
49
Cilt/Volume 1, /Number 1, Nisan/April 2011; Sayfa/Pages 47-53
Yükseköğrem ve Bilim Dergisi/Journal of Higher Educaon and Science
Tekeli’nin darülfünun ile ulemayı karşı karşıya konumlandırma-
sının en pik örneği, toplumsal yapı, yükseköğrenim düzeyinde
eğim yapacak böyle bir kuruma hazır olmadığı için, “biraz da
ilmiyenin baskısıyla” (s. 80) Darülfünun-u Osmanî’nin 1871’de
kapaldığını ifade etmesidir. Tekeli’nin bu tespitleri hayli sorun-
ludur. Çünkü bizahi darülfünun kri, 1845 yılında ulema, asker
ve bürokratların kaldığı yedi kişilik bir komisyon olan Meclis-i
Muvakkat’ın çalışmaları necesinde programa alınmışr. Da-
hası, Meclis-i Muvakkat’ın önerisiyle 1846’da kurulan Meclis-i
Maârif-i Umûmiyye, darülfünun kurulması yolunda ilk adımı at-
mış ve hevesli herkese “bütün ilim ve fenleri” okutacak bir yer
olarak tanımlanmışr (İhsanoğlu, 1993, s. 522). Dahası, darül-
fünunda dersler Fransız modeline göre kurulmuş olmasına rağ-
men Felsefe ve Edebiyat şubesinde Arapça, Farsça, Fransızca,
Yunanca ve Lance yer almış; Hukuk şubesinde İslam hukuku
yanında Fransız medenî hukuku, Roma hukuku ve milletlerara-
sı hukuk gibi dersler öngörülmüştür. Bütün bu dersler, “İslam
ve Ba’yı telif etme ve modern Osmanlı kültür sentezini oluş-
turma” gayretlerini gösterir (İhsanoğlu, 2010, s. 355). Dahası,
1869’da darülfünun yeniden açıldığında, Hoca Tahsin Efendi
gibi medreseden yeşmiş ve Paris’teki Osmanlı mektebinde
ders vermiş biri bu kuruma müdür olarak atanacakr ki kendi-
sinin gelenek ile çağdaş olan arasında uygun bir denge arayışı
bilinmektedir. Darülfünun-u Osmanî’de Tahsin Efendi’nin halef-
leri olan Kâzım ve Hilmi Efendiler de medreselidir. Ayrıca, 1900
senesinden ibaren bile Darülfünun’da ders veren medreseli
hocalar vardır (İhsanoğlu, 2010).
Tekeli’nin darülfünun ve ulemayı karşı karşıya koyması, yukarı-
da işaret edilen tarihsel verilerle karşılaşrıldığında oldukça so-
runludur. Merhum Mehmet Ali Gökaç’nın (2005) ifade eği
üzere, “Türkiye’de modernleşmenin tarihi beraberinde bizzat
kendisinin oluşturduğu efsanelerle birlikte yazıldı” (s. 9). Bu
efsanenin ileri sürdüğü tezlerden biri, modernleşme taraarı
olan ve nispeten sekülerleşmiş bürokrak kadrolar ile başını
medrese kökenli ulemanın çekği geleneksel sınıf arasındaki
mücadeledir. Bu görüşe göre, modernleşme bu bürokrak kad-
rolar tarandan yürütülmüş ve medrese kökenliler modern-
leşme önünde bir engel olmuşlardır. Tekeli de bu efsane ve
uzanlarını tekrarlamaktadır. Tekeli’nin ihmal eği nokta, mo-
dernleşmenin sadece bürokrak kadroların tekelinde olmayan,
bütün eğimli kesimleri içine alan genel bir süreç olduğudur
(Gökaç, 2005).
Tekeli’nin eserinde kimi bilgi yanlışları da var. Tekeli,
Darülfünun-u Osmanî’nin, Cemalen-i Efgani’nin bir konfe-
ransında “nübüvvet bir sanar” demesi üzerine, 1871 yılı
ortalarında tamamen kapaldığını ifade eder (s. 106). Oysa
darülfünunda dersler 1970-1873 yılları arasında “kesinsiz”
devam etmişr (İhsanoğlu, 2010, s. 133). Bununla birlikte, her
ne kadar Efgani böyle bir söz söylememiş olsa da, konuşmasın-
dan böyle bir anlam çıkararak bazı kesimler, Efgani’yi sınır dışı
ermişlerdir (Ergin, 1977). Kaldı ki, Darülfünunun kapalma-
sını Efgani’nin konuşmasına bağlamak meseleyi basitleşrmek
olur; darülfünunun ne şekilde kapandığı henüz net bir şekilde
bilinmemektedir. Fakat yeterli öğrenci olmaması, yeterli hoca
olmaması ve mali imkânların yetersizliği gibi yapısal nedenlerin
önemi küçümsenemez (İhsanoğlu, 2010).
Tekeli çeşitli vesilelerle darülfünun krinin izini sürer. Tekeli,
bu krin ortaya çıkışından sonra geçen 55 yıllık süre içerisinde
başarısız üç deneme sonrasında ancak 1 Eylül 1900 tarihinde
açılan Darülfünun-ı Şahane ile sürekliliğe kavuşan bir kurum
olduğunu belirr. Tekeli’ye (2010) göre böyle bir gecikmenin
olmasının nedeni, “toplumsal çevrede yaralan tepkilerin et-
kisi olsa da asıl önemli neden ilk ve orta öğrem alt yapısının
bulunmayışıdır” (s. 107). Gerçekten de 1900’e gelindiğinde
darülfünun daha rahat öğrenci bulmaktadır çünkü o döneme
kadar ilk ve orta öğrem kurumları sayıca artmış ve devlen
ihyaçlarına cevap vermek üzere çeşitli alanlarda (mülkiye,
p, hukuk, sanayi) yüksek öğrem kurumları açılmışr. Dahası,
daha önceki zamanlara kıyasla, hoca ve ders kitapları gibi konu-
larda da önemli bir gelişme söz konusudur. Bununla birlikte, Te-
keli burada nansman gibi çok önemli başka yapısal faktörleri
göz ardı etmektedir. İlk iki darülfünun teşebbüsünde kurumun
mali kaynakları sağlam bir zemine oturtulmamışr; darülfünun
daha çok öğrenci harçları ile vakıarın ve devlen yardımlarına
bağımlı kılınmışr. Bu durum, darülfünunun kurumsallaşama-
masının, en önemli nedenlerindendir. Osmanlı’nın dış borçlarla
boğuştuğu bir dönemde, “Darülfünun gibi büyük ölçekli sivil bir
projenin gerçekleşrilmesi elbee zor olmuştur” (İhsanoğlu,
2010, s. 89).
Tekeli’ye göre, Osmanlı İmparatorluğu, klasik düzeni içerisin-
de yetersiz kaldığını hissedince, modern eğim kurumlarını
kurmuştur. 1773’te Mühendishane-i Bahri Hümayun, 1795’te
Mühendishane-i Berri Hümayun, 1826’da Tıbhane-i Amire ve
Cerrahhane-i Mamure ve 1834’te Mekteb-i Ulum-u Harbiye
gibi çok sayıda yüksekokul kurulmuştur. Tekeli’ye göre, bu okul-
ların gerisindeki mank araçsaldır ve gerisinde “ne bilgiye yeni
bir yaklaşım ne de imparatorluk tebaasının eğimi konusunda,
yeni bir anlayış ya da arayış vardır” (s. 131). Tekeli’ye göre, von
Humboldt üniversitesi modelini esas alırsak, üniversite, yüksek
okullardan farklı olarak, sadece öğremle ilgilenmez, aynı za-
manda araşrma ve bilgi üretme işlevini yüklenir; böyle bir ku-
rum, “skolaszmin tamamen karşıdır” (s. 139-140).2
Aslında Tekeli’nin bu şekildeki bir üniversite tanımı, ilk bakış-
ta cazip görünse de, Avrupa’daki ilk modern üniversiteleri ta-
nımlamaktan da uzakr. Öncelikle, Tekeli, hem Avrupa’da hem
de Amerika’da modern üniversitenin modern ulus-devlet ile
birlikte ortaya çıkğı gerçeğini göz ardı etmektedir. Öncelikle,
yeni bir siyasal örgütlenmeyi (ulus-devlet) ve ekonomik duru-
mu (sanayileşme) ortaya çıkaran süreçler ile üniversiteyi doğu-
ran süreçler aynıdır (Wirock, 1993). Üniversiteler, hem bilgi
üretmek hem de milli kültürü güçlendirmek amacındadırlar.
Schiller’den Humboldt’a Alman idealistleri, üniversite krini
2Tekeli’ye (2010) göre, Cumhuriyet dönemindeki bütün çabalara rağmen, ilginçr, bu dönemde de ezberciliğin, nakilciliğin ve inhalin üstesinden gelinmemişr (s. 162).
50
Yükseköğrem ve Bilim Dergisi/Journal of Higher Educaon and Science
Cilt/Volume 1, /Number 1, Nisan/April 2011; Sayfa/Pages 47-53
sal farklılaşmasını yansıtan, lisan eğiminde ayrıcalıklı özel ve
resmi kolejlerin ortaya çıkışı” (s. 171) gibi sonuçları ön plana çı-
karır. Buradaki tuhaık, tek par dönemini överken demokrak
dönemdeki gelişmeleri, adeta hep esee karşılamasıdır.
Söz konusu tuhaığın nedenleri, kitabın önsözü okununca daha
iyi anlaşılıyor. Önsözdeki biyograk tecrübelerden öğreniyoruz
ki, Tekeli’nin de içerisinde olduğu “ilerici” aydınlar, 1960’dan
ibaren toplumun yükseköğrem talebini ısrarla eksik oku-
muş görünmektedir. Örneğin, devlen toplumun yükseköğ-
rem talebini karşılamakta yetersiz kalması dolayısıyla ortaya
çıkan özel yüksek okullar, Tekeli’nin içinde olduğu TMMOB ve
Mimarlar Odası gibi grupların kampanyaları sayesinde kapal-
mışlardır. Yine öğreniyoruz ki, “özerklik”, her türlü özel girişimin
önünün kesilmesi için kullanılan anahtar bir kavram niteliğinde
olmuştur. 1970’de Anayasa Mahkemesi, Özel Okullar Yasasının
çok sayıda maddesini iptal etmişr. Gerekçeyi Tekeli’nin ifa-
delerinden dinleyelim: “Anayasa üniversite eğimini bir kamu
hizme görüyordu. Bu hizmen özel girişim tarandan yerine
gerilmesi halinde, bu hizmen özerk kurumlar tarandan ye-
rine gerilmesi ihlal edilmiş olacak, bu da kamu yararına ay-
kırıydı” (s. 8). Tekeli, bu tarşmalar sonucunda, yüksek okullar
konusundaki tarşmanın aslında salt eğimle ilgili bir mesele
olmadığını, sağ ve sol arasındaki siyasi bir mücadelenin parçası
olduğunu kavradığını da belirr.
Bir planlamacı olan Tekeli’ye göre, yükseköğremdeki büyüme,
“iç bütünlüğü olan bir örgütün planlı ve bilinçli büyümesi şek-
linde olmamışr” (s. 176). Tekeli, 1960 sonrası planlı ekonomi
dönemini, toplumsal baskı nedeniyle, yükseköğremdeki “en
plansız gelişme dönemlerinden biri” (s. 173) olarak niteler. Üni-
versite ve yüksek okulların, Ankara ve İstanbul dışında yaygın-
laşması ile özel yüksek okulların kurulması da yine bu toplum-
sal talep sonucu olmuştur. Daha önce de işaret edildiği üzere,
döneminin her “ilerici” aydını gibi Tekeli, özel yüksek okulları
her rsaa olumsuzlamaktan geri durmaz (s. 173) ve zaten
daha sonra Anayasa mahkemesi tarandan bu okullar 1971 yı-
lında kapalmışr.
Tekeli’nin (2010) makalelerinde tekrarların yanında aynı konu-
da farklı bakış açıları da söz konusudur. Örneğin, 1933 darülfü-
nun tasyesi konusunda, 1980 yılında kaleme alınan “Cumhuri-
yeen Sonra Yükseköğremin Örgütlenmesindeki Gelişmeler”
başlıklı yazıda, darülfünunun Cumhuriyet’in alımlarına yeş-
mekte zorluk çekğini ve yönecilerin darülfünun hakkındaki
hoşnutsuzluğunu ifade etmek için dönemin Maarif Vekili Reşit
Galip’in sözlerini tekrarlar. Oysa daha sonra 2008 yılında kale-
me alınan “Siyasen Diliyle Değil, Eğim Tarihinin Diliyle, 1933
Üniversite Reformu” başlıklı yazısında, Reşit Galip’in sözlerine
mesafeli durur; Reşit Galip’in ve Atatürk’ün darülfünun hakkın-
daki değerlendirmelerinin farklarına vurgu yapar. Bu yazıda,
Atatürk’ün Reşit Galip’i görevden almasına değinilir (ss. 153-
154).
Tekeli’nin ODTÜ yönem modelini ele alış biçimi, Türkiye’de
özerkliğin nasıl ele alındığını göstermesi açısından oldukça -
pikr. Buna göre, rektörlerin seçimle değil de bir mütevelli he-
ye tarandan belirlenmesi, özerkliğe aykırıdır. Tekeli, ODTÜ’de
kültür etranda örmüşlerdir. Humbolt’un üniversite krini kül-
tür etranda örmesi, üniversite kurumunu ulus-devlet ile doğ-
rudan ilişkilendirmişr (Readings, 1996). Böylece, ark modern
üniversite, bir ulustaki halka dair ortak bilgileri üreten ve bunla-
rı yeni nesillere aktaran bir kurum olarak anlaşılmışr.
Osmanlı’da da durum çok farklı değildir. Devlet yönemini mo-
dernize etmek için gereken yeni memurları yeşrecek kurum-
lar, II. Mahmud’la başlamış ve Tanzimat döneminde artmışr.
Devlen ihyaçlarını karşılamada medreseler yetersiz kaldığı
için, yeni ve modern eğim kurumları açılmışr. Zaten Tekeli
gibi, üniversite olmanın ölçütü olarak araşrma ve bilgi üretme-
yi esas alırsak, Tekeli’nin Osmanlı’da devlen insangücü ihyaç-
larını karşılamak ve ortak bir kültür aşılamak için açılan birçok
modern yükseköğrem kurumunu kategorik olarak üniversite
saymaması, sorunlu bir yaklaşımdır. Çünkü mühendishaneler
ve diğer birçok modern kurum, sadece eğimle ilgilenmekle
kalmayıp, kurumlarında yeni araşrmalar yapan bilim adam-
larını da bulundurmuştur. Örneğin, 1878’de Mühendishane-i
Berri Hümayun idareciliğine atanan Hüseyin Tevk Paşa, line-
er cebir üzerine İngilizce kaleme aldığı orijinal çalışmalar yap-
mışr. Dolayısıyla, darülfünun düşüncesini modern üniversite
krine yaklaşran en önemli husus, yeni araşrma yapmaktan
ve meslek erbabı yeşrmekten ziyade, “ikmâl-i kemâlât-ı insa-
niye” için her çeşit “ilim ve fennin” öğreleceği (Arslan, 2004, s.
32) bir yer olarak kurulmasıdır.
ve
Eğimdeki gelişmeleri anlamlandırmanın bir yolu, bu gelişme-
leri siyasal gelişmelerle ilişkilendirmekr. Örneğin, Türkiye’de
Cumhuriyetle birlikte tek par dönemine geçiş ile üniversite
üzerindeki “siyasal denem” artmışr (Tekeli, 2010, s. 168);
öte yandan, II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’nin çok parli bir
siyasal düzene geçmesiyle birlikte, 1946 yılında kabul edilen
“üniversite Kanunu” sayesinde “özerk” bir üniversite dönemine
geçilmişr (s. 169). Bununla birlikte, eğim tarihi yazarken, za-
man zaman siyasal tarihe mesafeli durmak da gerekiyor. Tekeli,
1933 darülfünun tasyesini bu çerçevede anlamaya çalışıyor.
1933 darülfünun tasyesine karşı eleşrel bir tutuma sahip olan
Tekeli, zaman zaman özellikle Cumhuriyet’in kuruluş dönemi-
ne ait ezberleri tekrar etmekten kurtulamamışr: “Türkiye’nin
daha çok içe dönük bir kalkınma polikası izlediği, dünya buh-
ranından, II. Dünya Savaşı sonrasına kadar süren bu dönem,
eğimde de önemli alım yılları olmuştur” (s. 165). Köy Ens-
tüleri, Halkevleri ve çeviri faaliyetleri ile Milli Eğim Bakanlı-
ğının bu dönemdeki icraatları için Tekeli özetle şöyle der: “her
eğim planlayıcısının yararlanacağı önemli derslerle doludur”
(s. 165). Tekeli, burada, eğim planlaması ile toplum mühen-
disliği arasında bir ayrıma gitmeyerek, çok parli yaşama ge-
çilmesiyle birlikte eğim sistemindeki dönüşümü şu ifadeler-
le özetler: “bir toplumsal dönüşümü yönlendirme amaçlarını
terk ediyor, toplumun isterlerini izleyici nitelik kazanıyordu” (s.
171). Demokrak sistemlerde zaten olması gereken bu “izleyici
rolü” kaygılı bir edayla izleyen Tekeli çok parli hayatla birlikte
eğim sistemindeki dönüşümü ele alırken, nicel iyileşmelerin
yanında, “imam hap okullarının ‘Tevhidi Tedrisat’ ilkesine ters
düşecek boyutlarda gelişmesi, orta öğremde toplumun sınıf-
51
Cilt/Volume 1, /Number 1, Nisan/April 2011; Sayfa/Pages 47-53
Yükseköğrem ve Bilim Dergisi/Journal of Higher Educaon and Science
7 Mart 1989’da iptal edilmişr. Tekeli bu konuda şöyle bir de-
ğerlendirmede bulunuyor: “Yüksek yargı kurumlarının kararla-
rına karşın, bazı siyasal kadrolar yasalarda yapılan değişiklikle
türbanı serbest bırakrma arayışından vazgeçmedi” (2010, s.
253). Tekeli, başörtüsü meselesini adeta “bazı siyasal kadrola-
rın arayışından” ibaret görüyor. Bir başka ifadeyle, yasağın ken-
disi ve meşruiye hiçbir zaman tarşma konusu olmamakta;
siyasetçilerin yargıya karşı uslu olmaları beklenmektedir.
25 Ekim 1990 tarihinde Yükseköğrem Kanunu’na ek mad-
de 17 eklenmişr. Bu maddeye göre, “Yürürlükteki kanunlara
aykırı olmamak kaydı ile, yükseköğrem kurumlarında kılık ve
kıyafet serbesr.” Tekeli bu maddeden hemen sonra Anayasa
Mahkemesinin bu kanunla ilgili kararını aktarır: “yürürlükteki
kanunlara aykırı olmayacak şekilde giyinme şar, bir kimsenin,
boynunu ve saçını başörtüsüyle kapatması eylemini bu özgür-
lük dışında bırakmaktadır”. Tekeli konuyla ilgili hiçbir yorum ve
değerlendirme yapmaz. Hukuki değerlendirmeler yapma ve
dava açma konusunda mahir bir kişi olan Tekeli’nin öncelikle
bilmesi gerekir ki, Anayasa Mahkemesi söz konusu kararında
ek madde 17’yi iptal etmemişr. Sadece, kararın gerekçesinde
yukarıdaki sınırlılığı zikretmişr. Gerekçede zikredilen bir sınır-
lılığın ise kanun metni yerine konulması ve Mahkemenin ken-
dini kanun koyucu yerine koyması hukuken sorunludur (örn.
Hakyemez, 2008). Her şeyden öte, buradaki mesele, basitçe
bir Anayasa hukuku tekniği değil, toplumun önemli bir kısmını
rahatsız eden gayrı meşru bir yasağın üniversitelerde sürdürül-
mesi konusundaki tutumdur. Tekeli’nin pozif hukukta yasakla-
rın ancak kanunlarda açıkça belirldiği zaman konulabileceğini
bilmemesi mümkün değildir. Yükseköğrem üzerine kafa yoran
bir kişiden beklenen, üniversite tarihi, felsefesi ve dünyadaki
uygulamalardan yola çıkarak, üniversitelerde böyle bir yasağın
olup olmayacağını ortaya koymasıdır.
Tekeli, 28 Şubat döneminde Kemal Gürüz başkanlığındaki
YÖK’ün üniversite giriş sisteminde uygulamaya koyduğu katsayı
kararını da hiçbir analiz, değerlendirme ve eleşriye tabi tut-
maz. Tekeli (2010), meseleyi amacından sapmış ve “ikinci bir
eğim kanalı” (s. 313) olmuş imam haplere öğrenci akışını
durdurma parantezinde ele almakta ve böylece katsayı kararını
meşrulaşrmaya çalışmaktadır. Tekeli, modern bir eğim siste-
minde katsayı uygulamasının ne anlama geldiğini tarşmadığı
gibi, katsayının siyasal ve toplumsal maliyet ve sonuçlarına da
işaret etmemektedir. Oysa katsayı uygulaması, ortaöğrem sis-
temini ciddi anlamda zora soktuğu gibi, Türkiye’deki eğimin
geleneksel eşitlikçi ve meritokrak yani liyakate dayalı yapısı-
nı geri plana ip, sınıfsal ve ideolojik bir ayrımı öne çıkarmışr
(Gür, 2009).
Tekeli, Erdoğan Teziç başkanlığındaki YÖK’ün etkinliklerini de
ele almışr. Tekeli, bu dönemde YÖK üyeliği yapmışr. Tekeli
(2010) özetle şunu belirr: Hükümet, mali disiplin kurma adına
çıkardığı 5018 sayılı yasa ve döner sermaye fonlarındaki biri-
kimlere el konması ile üniversitelere kadro verilmemesi, üni-
versiteleri baskı alna almışr (s. 350-352); YÖK ise hükümet
baskılarına karşı direnmişr (s. 352). Ayrıca, bu süreçte hükü-
men yükseköğrem reformu, YÖK ve Cumhurbaşkanı Ahmet
Necdet Sezer tarandan engellenmişr. Okuyucu, bu konuda
Tekeli’nin analiz ve değerlendirmelerini merak etse de, Tekeli
1960 ve 1970’li yıllarda yaşananları, kendi tecrübesini ele ala-
rak, ayrınlı bir şekilde işler. Tekeli’ye göre, ODTÜ örneğinde
mütevelli heyenin siyasetçileri içermesi ve üniversite kamu-
oyuyla ters düşmesi, özerkliği daha da tarşmalı hale germiş-
r. Tekeli’nin ayrınlı bir biçimde konuyu ele almasına rağmen,
meseleyi basitçe siyasallaşmış bir mütevelli heyenin üniversi-
teyi kontrol alna almaya çalışması olarak görmesi ve sürecin
hiçbir eleşrisini yapmaması, Türkiye’yi askeri müdahale ve
darbelere götüren üniversite olaylarını da eleşrmesinin önü-
nü kamaktadır. Örneğin, Tekeli’nin anlasında üniversitelerde
derslerin hem öğrenciler hem de öğrem üyeleri tarandan
boykot edilmesi, ilerici öğrenci ve öğrem üyelerinin “çağdışı”
üniversite yaratmak isteyenlere bir direnişidir. Dahası, Tekeli,
özerkliğin dünyada nasıl anlaşıldığına dair bir tarşmaya hiçbir
zaman girmemektedir. Daha önemlisi, Türkiye’deki üniversite-
lerin özerklik adına toplumsal taleplere sırt çevirmelerinin bir
eleşrisine maalesef yer vermemektedir.
Tekeli kitaptaki en uzun yazı olan “Türkiye’de Üniversitelerin
YÖK Sonrasındaki Gelişme Öyküsü (1981-2007)” başlıklı ma-
kalesinde, hem YÖK başkanlarının açıklamaları ve yazılarını,
YÖK’ün çeşitli raporlarını, sayısal verilerini hem de bu dönem-
de basında YÖK hakkında çıkan yazıları değerlendirmektedir.
Analizden ziyade tarihsel anla ağırlıklı olan bu bölüm, YÖK
dönemindeki gelişmelerin önemli bir kısmına değinmişr. Yük-
seköğrem Kanunu, ilgili yönetmeliklerin çıkarılması, vakıf üni-
versitelerinin kurulması, çeşitli hükümetlerin YÖK konusundaki
taslakları, ikinci öğrem, açıköğrem, öğretmen yeşrme ve
üniversite giriş sisteminde yapılan düzenlemeler tarihsel bir
perspeke ele alınan konulardan bazılarıdır. Yükseköğremin
ne derece tarşmalı bir alan olduğu, sürekli değişikliklere gidil-
diği, uygulamalarda bir iskrarın oluşturulamadığı ve özellikle
yükseköğremin reform edilmesi gerekği söyleminin her dö-
nem varlığını ortaya koyması açısından makale okunmaya de-
ğerdir.
Tekeli’ye göre, 12 Eylül askeri müdahalesi sonrası yükseköğre-
m sistemi, ordudaki Türk-İslam sentezci (milli kültürcü) görüş-
ler doğrultusunda oluşturulmuştur (s. 205, 215). Böylece Te-
keli, 2547 sayılı Yükseköğrem Kanunu’ndaki yükseköğremin
amaçlarının sadece bir kısmına dikkat çekmekte, birinci madde
olarak amaçların en başında gelen “ATATÜRK İnkılapları ve il-
keleri doğrultusunda ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı” öğrenci
yeşrmek hususuna ve böyle bir maddenin özgür düşünme-
nin mekanı olarak idealleşrilen üniversitelerle ilişkisine hiçbir
şekilde değinmemektedir.
Kitabında çeşitli mahkemeler için yazdığı hukuki mütalaalardan
örnekler geren Tekeli, Anayasa Mahkemesinin kararlarının
hukuki meşruiyeni hiçbir şekilde tarşmaya açmaz. Sözgelimi,
başörtüsü konusunda yaşanan sorunları aşmak için YÖK, Yük-
seköğrem Kurumları Disiplin Yönetmeliği’ne “dini inanç nede-
niyle boyun ve saçlar örtü ya da türban ile örtülebilir” madde-
sini eklemiş ve bu madde idari yargı tarandan iptal edilmişr.
Ardından, Özal hüküme, 10 Aralık 1988’de söz konusu madde-
yi kanun maddesi haline germişr. Bu kanun maddesi, Kenan
Evren’in başvurusu üzerine, Anayasa Mahkemesi tarandan
52
Yükseköğrem ve Bilim Dergisi/Journal of Higher Educaon and Science
Cilt/Volume 1, /Number 1, Nisan/April 2011; Sayfa/Pages 47-53
çizgisinin ortaya çıkmasına neden olduğu söylenebilir.
(s. 383-384).
Gürüz’ün 28 Şubat atmosferinde gerçekleşrdiği akademik tas-
yelere, on yıldan fazla bir süre sonra böylece destek çıkan Te-
keli, kendisinin ne derece anakronik ve değerlendirmelerinin ne
derece ideolojik göründüğünün farkında bile değildir. Tekeli’nin
analiz ve değerlendirme kısırlığı, Gürüz dönemiyle sınırlı de-
ğildir. Bologna Süreci söz konusu olduğunda Tekeli (2010), bu
konudaki bütün neo-liberal ezberleri haryen tekrar etmek-
tedir: Örneğin Avrupa’da farklı eğim gelenekleri ve süreçleri
dolayısıyla, yükseköğrem “hizmetlerinin serbest dolaşımı”nın
(s. 354) olmadığından bahseder. Tekeli, hiçbir analiz yapmadan
Bologna Süreci çerçevesinde Türkiye’nin faaliyetlerini aktarır.
Aktarmakla yenir ve “Türkiye yükseköğremi için Bologna Sü-
recinin ne anlam ifade eği ve şimdiye kadar ne tür sorunları
çözdüğü”ne dair tek bir değerlendirme sunmaz.
Tekeli, 4 yıl süren YÖK üyeliği sonucunda, hem YÖK’ün hem de
rektörlerin aşırı yetkilendirildiğini ve bu yetkilerin nasıl kötüye
kullanılabileceğini yakından gördüğünü ifade eder. Bu süreçte,
Türkiye’nin yükseköğremini yönlendirmek için kurulan YÖK’ün
bir strateji belgesi olması gerekliliğinin savunusunu yapar. Bi-
lindiği üzere, Türkiye’nin Yükseköğrem Stratejisi taslağı 2006
yılında kamuoyuna açıklanır ve genel olarak ikdar, muhalefet
ve yükseköğrem kamuoyunca olumlu karşılanır.
Zaman zaman tekrar yapmasına ve sorunlu analizler içerme-
sine rağmen, Türkiye’de yükseköğremin sorunlarını, tarihsel
bir perspeke ele almak isteyeceklerin ilgileneceği bir kitap
var karşımızda. Türkiye’de üniversite kavramının, ilerici bir ay-
dın tarandan nasıl anlaşıldığı ve –daha önemlisi– nasıl yanlış
anlaşıldığını öğrenmek açısından önemli ipuçları taşımaktadır
eser. Kitap, bütün sorunlarına rağmen, düşünce kışkırcıdır ve
yükseköğrem tarihiyle ilgili araşrma yapmak isteyen araşr-
macılara bir konu hris sunmaktadır.
KAYNAKLAR
Arslan, A. (2004). Kısır döngü: Türkiye’de üniversite ve siyaset
(1869-2004). İstanbul: Truva.
Ergin, O. (1977). Türk maarif tarihi. (Cilt 1-2). İstanbul: Eser
Matbaası.
Fazlıoğlu, İ. (2008). XVII I. yüz yıl Os man lı dü şün ce sin de bu na lım
ve ara yış-II fel se fe-bi lim. (Değerlendiren. E. Süzgün). Bilim ve
Sanat Vak Bülteni, 67, 78-81.
Gökaç, M.A. (2005). Türkiye’de din eğimi ve imam hapler.
İleşim, İstanbul.
Gür, B. S. (2009). Eğimde katsayıyla kastlaşma. Anlayış, 75, 36-37.
Hakyemez, Y.Ş. (2008). Üniversitelerde kılık kıyafe yasaklayan bir
kural var mı? Zaman.
İhsanoğlu, E. (1993). Darülfünun. Türkiye Diyanet Vak İslâm
Ansiklopedisi, VIII. Cilt, İstanbul. s. 521-525.
İhsanoğlu, E. (2010). Darülfünun: Osmanlı’da kültürel modernleş-
menin odağı. (iki cilt). İstanbul: IRCICA.
Readings, B. (1996). The university in ruins. Cambridge, Harvard
University Press.
meseleyi şöyle özetler: “Tüm çabalardan sonra ulaşılan sonuç
bir hiç olur. Hükümet konuyu buzdolabına kaldırır, statüko sü-
rer. Hükümetler bir kez daha YÖK’ü değişrememişr” (s. 350).
Tekeli’ye göre, hem Dünya Bankası hem YÖK hem de bazı kuru-
luşlar çalışmış, çabalamış ve yükseköğrem stratejileri hazırla-
mış; ama “ne yazık ki siyasen aktörleri, tüm bu zenginliğe kar-
şın, tarşmalarını başörtüsü ve imam hap liseleri mezunlarına
uygulanan katsayı tarşmasının ötesine taşıyamamışlardır” (s.
360). Tekeli, dönemin hükümenin yükseköğrem reformu
çabalarına neden YÖK tarandan karşı çıkıldığı ve Cumhurbaş-
kanlığı tarandan neden engellendiği sorularını sorma gereği
bile duymaz. Tekeli’yi okuyan kişiye tek seçenek kalmışr: hayal
kırıklığı yaşamak.
Söz konusu olan AK Par hükümenin eleşrisi olunca, Tekeli
nesnelliği ve serinkanlılığını elden tamamen bırakır ve bilgi yan-
lışlarıyla dolu değerlendirmeler yapar. Sözgelimi YÖK’ün siyasal
ikdara karşı otonomisini koruyamadığını şu ifadelerle belirr:
“İlk kez 2007 sonrasında hem cumhurbaşkanlığı hem de başba-
kanlık, aynı parden gelenlerin elinde bulunduğu bir döneme
girilmişr. Böyle bir dönemde YÖK’ün siyasal ikdara karşı oto-
nomisini koruması zor olacakr.” (2010, s. 380). Yakın Türkiye
tarihi üzerine onca çalışması olan Tekeli’nin bilmesi gerekir ki,
sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile aynı dönemde Başba-
kanlık yapan Yıldırım Akbulut aynı par kökenlidir; aynı şekilde,
dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile o dönemde
Başbakanlık yapan Tansu Çiller aynı par kökenlidir.
Yukarıda bilgi eksikleri ve yanlış değerlendirmeler temelinde
Tekeli (2010), niyet okuyuculuğu yapmakta ve yanlış sonuçla-
ra varmaktadır: “Siyasetçiler YÖK’ü otonomisini koruyabildiği
dönemlerde değişrmek istemişlerdir. 2007 sonrasında olduğu
gibi YÖK’ü denetleyebildikleri dönemlerde değişrmek isteme-
yeceklerdir. Çünkü tepeden ikdarı uygulamak için YÖK güçlü
mekanizmalara sahipr” (s. 380). Buradaki değerlendirmenin
yanlış olduğunun kanı, Cumhurbaşkanı Özal döneminde Baş-
bakan Akbulut ikdarında bazı üniversitelere özgünlük ve daha
fazla özerklik tanıyan 3707 sayılı yasanın Türkiye Büyük Millet
Meclisi tarandan kabul edilmesidir. Adı geçen yasa, çok ilginç-
r ki, Erdal İnönü başkanlığındaki SHP tarandan Anayasa Mah-
kemesine götürülmüş ve iptal erilmişr.
Tekeli’nin (2010) YÖK’ün tarihini incelemesiyle vardığı sonuç
şöyledir:
Yükseköğrem sisteminin performansının bugünkü res-
minde Kemal Gürüz döneminin katkısının yüksek oldu-
ğu söylenebilir. Göstergeler yükseköğrem sisteminin
akademik performansının İhsan Doğramacı döneminde
büyük bir gelişme göstermediğini göstermektedir. Kur-
duğumuz öykü Mehmet Sağlam döneminde özellikle
yeni kurulan üniversitelerin yerel siyasen ve değişik
cemaatlerin etkisi alnda kaldığını gösteriyor. Kemal
Gürüz’ün yönem biçimi çok eleşrilmiş olmasına kar-
şın, onun döneminde çok kötü sonuçları olabilecek
kadrolaşma eğilimlerinin engellendiği ve liyakat esaslı,
akademik performansa dayalı yükseltme sistemlerinin
yerleşrilmeye çalışılması günümüzde gözlenen gelişme
53
Cilt/Volume 1, /Number 1, Nisan/April 2011; Sayfa/Pages 47-53
Yükseköğrem ve Bilim Dergisi/Journal of Higher Educaon and Science
Tekeli, İ. (2010). Tarihsel bağlamı içinde Türkiye’de yükseköğrem
ve YÖK’ün tarihi. Tarih Vak Yurt Yayınları, Ankara.
Wirock, B. (1993). The modern university: The three
transformaons. In Rothbla S., & Wirock B. (Eds.), The
European and American university since 1800 (pp. 303-362).
Cambridge.
Tekeli, İ. (2007). Cumhuriyet öncesinde üniversite kavramının
ortaya çıkışı ve gerekleşrilmesinde alınan yol. Aras N. K.,
Dölen E., & Bahadır O. (Ed.), Türkiye’de üniversite anlayışının
gelişimi (1861-1961) (ss. 19-51). Ankara: Türkiye Bilimler
Akademisi.
Tekeli, İ. (2009). Türkiye’de üniversitelerin YÖK sonrasındaki
gelişme öyküsü (1981-2007). Çelik T., & Tekeli İ. (Ed.),
Türkiye’de üniversite anlayışının gelişimi II (1961-2007) (ss. 55-
225). Ankara:Türkiye Bilimler Akademisi.