Content uploaded by Okan Bolukbasi
Author content
All content in this area was uploaded by Okan Bolukbasi on Jun 17, 2014
Content may be subject to copyright.
Eski Ama Gerçekleşmiş Bir Hayalin, Elbirliği ile Yok Edilişi
Türkçe Tıp Eğitimi
Tıp eğitiminde bir “çağdaşlık modeli” olarak pazarlanan İngilizce tıp fakülteleri ile tıp
dilimizin son efendisi İngilizce olmuştur. Günümüzde, modern (!) tıp çevrelerinde kimi
tıbbi terimleri Türkçe kullanmak; bayağılık, ilkellik ya da İngilizce bilmemek gibi
suçlamalarla kendini gösteren alaycı ifadelerle karşılanmaktadır.
Doç. Dr. Okan Bölükbaşı
Spot
Türkçe Tıp, daha Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk dönemlerinde bile yeşermeye
başlamıştı. XIV. yüzyılda Konya’da yaşamış Celaleddin Hızır (Hacı Paşa) ve XVI.
yüzyılda yaşamış Amasya Darüşşifası başhekimi Şerafettin Sabuncuoğlu'nun
kitapları son derece dikkat çekicidir. Hacı Paşa'nın Seçilmiş Tedaviler adlı kitabı,
bugün bile anlaşılabilen bir halk Türkçesi ile yazılmıştır.
Spot
Türkçe Tıp Dili'nin oluşturulma çabaları sürecinde iki çalışma dikkat çeker, birincisi;
Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmani'nin 1873'te basılan Lugat-ı Tıbbiye adlı sözlüğü ve Dr.
Şefik İbrahim İşçil ile Alvi Ulvi Elöve’nin 1944’te Bursa'da, bir TDK yayını olarak parça
parça basılan tıp sözlüğüdür. “Türkçe Hekimlik Terimleri Üzerine bir Deneme” adlı bu
sözlükte, on üç bini aşkın tıp terimi tanımlanmıştır.
Anadilinde tıp eğitimi, her ulusa nasip olmayan bir ayrıcalıktır. Dünya üzerindeki
ilk tıp fakültesi Gevher Nesibe’yi açan ulusumuz, duraklama dönemlerine karşın
anadilinde tıp eğitimini başarmıştır. Bu başarı, bir avuç bilim ve devlet adamımızın
olağanüstü çabalarıyla gerçekleşmiştir. Ancak İkinci Dünya Savaşı ve izleyen
yıllardan sonra hız kazanan bir biçimde, bilim kurumlarımızda baş gösteren
“nakilcilik” hastalığı, yeniden depreşmiştir. Bu durumun doğal bir sonucu olarak, şu
anda ülkenin en uzak köşelerinden birinde çalışan bir hemşire bile “ilaç kâğıdı” yerine
“Order” diyor. “Nöbet” yerine “Shift” diyor. Bu sözcüklerin anlamlarını çoğu bilmiyor
bile. İngilizceyi hiç bilmeseler de, anlaşabilmek için tıp çalışanları, aralarında (güya
“Tıp Dili” olan), bu uydurulmuş melez dili kullanıyor.
Türkçe Tıbbın Önemi ve Konunun Tarihsel Boyutu
Olayı farklı bir açıdan değerlendirmek yararlı olabilir. Haçlı Seferleri sırasında
Doğu'nun üstünlüğü karşısında ezilen Batı, tüm yapıtları çevirtti; Endülüs'e ve
Doğu'ya öğrenciler gönderdi. Doğu'dan çok sonra kendi üniversitelerini kurarken,
Selçuklu medrese mimarisinin aynını uyguladı. Yalnız, çok zorda kalmadıkça
Doğu'ya atıf yapmadı. Süreç içinde taklidi bırakıp bilimsel özgüveni ve özgünlüğü
sağladı, Arapça, Türkçe, Farsça, Süryanice terimleri Latinceleştirerek aldı. Menenjiti
ilk kez İbni Sina tarif etmişti ama terimi İbni Sina’nın koyduğu “Uttaş” olarak almadılar.
Latince beyin zarlarının iltihaplanması anlamına gelen “Meningitis” terimini türettiler.
Doktorlarımızın pek iyi bildiği, ülkemiz tıbbiyelerinde Alman bir bilimcinin XIX.
yüzyılda tanımladığı “Trendelenburg” pozisyonu olarak belletilen bir yöntem vardır.
Akciğerlerde tahribat yapıp hastayı öldürecek “serseri bir kan pıhtısı”ndan
kurtulmanın pratik bir yoludur. Ama yöntemi Trendelenburg'dan sekiz yüzyıl önce
Endülüslü bir bilimci olan Ebulkasım tanımlamıştı. Onun adını sildiler. Kan dolaşımını
yine Endülüslü İbnül Nafis'den öğrendiler ama altı yüzyıl sonra William Harvey'e
yeniden buldurdular! İbnül Nafis'in kitabını Latinceye çeviren Miguel Servede,
Calvin'le tartıştığı için Cenevre'de diri diri yakılmıştı. Böylece geride hiç kanıt da
bırakılmamış oldu. Descartes, ünlü dualizm (Ruh ve beden ilişkisi) kuramında İbni
Sina'dan ve onun “Uçan İnsan” (El Beşr-ut Tayr) düşüncesinden, sinir sisteminin
çalışmasına ilişkin kuramlarından bol bol yararlanmış ama asla atıfta bulunmamıştır.
İbni Sina, bugün kullandığımız kateterleri de tanımlamıştır. Kitabında “El Kassıtır”
olarak geçer, Latinceleştirilirken “Catheter” olmuştur. Bizim “Kateter”i nereden
aldığımızı söylemeye gerek yok. Avrupa, işi daha da abartarak XVIII. yüzyılda bazı dil
kurulları oluşturmuş, Doğu'dan alıp da Latinceleşmemiş terimleri dillerine
uyarlamıştır. Böylelikle bilimlerini borçlu oldukları Doğu bilim mirasının son izlerini de
temizlemiş oldular. Böylelikle her şeyi kendilerine mal ettiler. İşte Batı, oluşturduğu bu
bilim dilini, bizlere eğitim/öğretim yoluyla, kendi üretimi olarak yeniden zerk etmiştir.
Anadolu'nun Türkçe Tıbba Katkısı
Bilim dilimizi oluşturmaya çalışırken, eski terimlerin atılması çok benimsenen bir
uygulama olmuştur. Ancak yerlerine yeni sözcükler konulacakken; kendi kültür
geçmişinde, halkının bilinçaltında olan sözcükler, anlam bütünlükleri ile köprü kurmak
yerine, daha çok Avrupalıların sözcükleri alınmış, doğal olarak bu uygulama
bilimcilerimizin çoğuna egemen olacak Batı Bilimi karşısında aşağılık duygusunun
oluşmasına katkıda bulunmuştur. Biçerdöver, üçgen ya da kırmızıküre (eritrosit) gibi
yeni sözcüklere hiçbir aydın karşı çıkamaz sanırım. Ama teşrih varken “diseksiyon”,
tedvin varken “kodifikasyon”, cerrahi varken “şirurji” gibi sözcüklerin kullanıma
sokulması; dilde yenilik değil, yeni bir bağımlılık olmuş; aydınımızın klasik
kompleksini daha da artırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Oysa Türkçe Tıp, daha
Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk dönemlerinde bile yeşermeye başlamıştı. XIV.
yüzyılda Konya’da yaşamış Celaleddin Hızır (Hacı Paşa) ve XVI. yüzyılda yaşamış
Amasya Darüşşifası başhekimi Şerafettin Sabuncuoğlu'nun kitapları son derece
dikkat çekicidir. Hacı Paşa'nın Seçilmiş Tedaviler (Müntehab-ı Şifa) adlı kitabı, bugün
bile anlaşılabilen bir halk Türkçesi ile yazılmıştır. Bu kitaptaki Türkçeyi günümüzdeki
tıp eğitimi olmayan sıradan bir insan bile anlayabilir. Sabuncuoğlu'nun kitabı ise; hem
tümüyle Türkçe olması, hem de tıbbi çizimler için tarihimizde ilk kez minyatür yerine,
resim kullanması açısından, son derece önemlidir. Sabuncuoğlu’nun kitabındaki kimi
tedavi yöntemleri hâlen geçerliliğini korumaktadır.
Ancak bu çabaların arkası gelmedi. Devlet zayıfladı, Türkçe tıp da öyle. Sonunda
reformist padişah Sultan II. Mahmut, çağdaş Tıp Okulu’nu, Mühendis Okulu ile birlikte
kurmayı başardı. Bir ulusal bilim dili olmadığından, eğitim Fransızca olacaktı.
Sultan’ın yaptığı açılış konuşması oldukça dikkat çekicidir. Bugünün her vatansever
aydını sanırım konuşmadaki ruhu kavrayacaktır.
Sultan II. Mahmut, 17 Şubat 1839’da, Tıphane-i Amire’nin açılışında öğretim
üyeleri ve öğrencilere yaptığı konuşmada, (sadeleştirilmiş olarak) şöyle demektedir:
“Benim sizlere Frenkçe tedrisden maksadım, Fransız dili öğretimi yaptırmak
değildir. Fenni, tıbbı, refte refte lisanımıza almak (Tıp bilimini giderek kendi dilimize
almak), ondan sonra da Osmanlı ülkesinin dört bir yanına Türkçe olarak yaymaktır…”
“Şimdi bizim dilimizde, kitaplarımızda sağlık bilimleri yok mu ki onu yabancı bir
dilde okuyalım? sorusunun zihninizde canlandığını biliyorum. Bu konuda size
katılmakla birlikte; şimdilik, karşılaşılan sorunlar ve güçlükleri belirtmek, soruya
karşılık olarak da; bu durumun yakın bir gelecekte düzeltilmesini bekleyip dilediğimi
söylemek istiyorum. Bizde de sağlık bilimleriyle ilgili pek çok kitap vardır. Avrupalılar
başlangıçta hekimliği bu kitapları kendi dillerine çevirtip öğrenerek aldılar. Ancak,
Arapça yazılmış olan bu kitapların bir süreden beri gözden geçirilerek tıp eğitim ve
öğretimi konularında kullanılmasında özen gösterilmediğinden, ayrıca, bilimsel
terimleri bilen kişiler de giderek azaldığından, bu kitaplar bir yana itilmiş durumda
bulunmaktadır. Bunların incelenip sağlık bilimini tümüyle asıl dilimiz olan Türkçeye
aktarmak şimdi sıkıntılara katlanmanın yanı sıra, uzun bir süreyi de gerektirmektedir.”
Bu okuldan Türk çocukların mezun olması, doğal olarak, çok sonraları
gerçekleşmiştir. Dr. Aziz İdris ve arkadaşlarının çabaları sonucu, Fransızca eğitime
ancak,1870'de son verilebilmiştir. Namık Kemal bile “Türkçe Tababete Dair Makale-i
Mahsusa” başlıklı yazısında yeterince bilinmeyen bir dilde yapılacak öğrenimin eksik
kalacağına değiniyor. Başlangıçta Avrupa’da öğretimin Latince olduğunu, daha sonra
her ulusun kendi anadilinde tıp öğretimi yaptırmaya başladığını ve Türkçe tıp eğitimi
için zamanın geldiğini belirtiyordu (Tasvir'i Efkâr, Sayı 37, 1866).
Türkçe Tıp Dili'nin oluşturulma çabaları sürecinde iki çalışma dikkat çeker,
birincisi; Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmani'nin 1873'te basılan Lugat-ı Tıbbiye adlı sözlüğü
ve Dr. Şefik İbrahim İşçil ile Alvi Ulvi Elöve’nin 1944’te Bursa'da, bir TDK yayını
olarak parça parça basılan tıp sözlüğüdür. “Türkçe Hekimlik Terimleri Üzerine bir
Deneme” adlı bu sözlükte, on üç bini aşkın tıp terimi tanımlanmıştır. Ancak, ilk tıp
dergileri Fransızca basıldı, kongreler Fransızca yapıldı ve hatta reçeteler, daha uzun
bir süre için hep Fransızca yazıldı. Öyle ki hocalarımız, bazı uygulamaları,
anlamlarını hiç düşünmeden, yalnızca çevirdiler. Bu nedenle, bazı saçmalıklar
günümüze dek ulaştı. Örneğin, tıbbi muayene yöntemi olarak akciğerleri incelemede
kullanılan basit bir yöntem vardır: “Vocal Fremitus”. Hasta, genizden gelen bir “n” sesi
çıkaracak basit bir sözcüğü yinelerken, hekim ellerini hastanın sırtına koyar ve elleri
ile titreşimi hissederek gerekli mesleki değerlendirmeyi yapar. Fransızcada bu iş için
40-41 kelimeleri söyletilir, İngilizcede 10-11. Doğal olarak her dil için bu sesi
barındıran sözcükler farklıdır. Bizde ise hastalara (Türkçe olarak) 40-41
dedirtilmektedir! Türkçede genizden gelen “n” sesini çıkaracak binlerce sözcük
olduğu hâlde, işin kolayını sözcüğün Fransızcasını çevirerek çözmüşler! Bence;
“anadilde tıp eğitimi neden gereklidir?” sorusuna en iyi yanıt, hâlen ülkemizin pek çok
yerinde sürmekte olan, bu uygulamadır.
Türkçe Tıbbın Güncel Durumu
Tıp eğitiminde bir “çağdaşlık modeli” olarak pazarlanan İngilizce tıp fakülteleri ile
tıp dilimizin son efendisi İngilizce olmuştur. Günümüzde, “Modern” tıp çevrelerinde
kimi tıbbi terimleri Türkçe kullanmak; bayağılık, ilkellik ya da İngilizce bilmemek gibi
suçlamalarla kendini gösteren alaycı ifadelerle karşılanmaktadır. Artık, “Felç” bile
demek yasak. “Stroke” diyeceksiniz. Oysa halkımız bu olaya felç dışında “nüzul” ya
da “inme” der. Başka yerel deyişler de vardır ve bu örnekler dil zenginliğimizin bir
göstergesidir. “Stroke” ise, İngiliz diline ortaçağ Almancasından geçmiştir. Aslı
“Strunken”dir. İlk kez XVI. yüzyılda yazılan bir şiirin dizesi, “Stroke of the God's
hand…”(Allahın tokadı…) olarak, İngilizcede belirmiştir. Türkçe konuşan
hekimlerimiz, bu bilgiyi edinseler bile “Stroke” u kullanmakta ısrar ediyorlar.
Şimdilerde hastane levhaları, resmî yazışmalar, unvanlar, törenler, diğer toplumsal
eylemlerde olduğu gibi, hiçbir şey İngilizcesiz olmuyor. Ne kadar yazık!
Kaynaklar
1- Avicenna. The Canon of Medicine (Al-Qanun Fi'l Tibb).
Bahtiar, Z. (Adapt.) Great Books of the Islamic World, Chicago,
1999.
2- Bölükbaşı O, Turgut M. Neurology in the writings of
Avicenna and Early Islamic Beliefs, Journal of Neurology 1999;
246, Suppl.1: I/109.
3- Bölükbaşı O, Çullu E: İbni Sina'nın Nöroloji ve Periferik
Sinir Cerrahisine Katkıları. Sendrom, 12:3, 2000, s. 60-63.
4- Bölükbaşı, O. Ortaçağ ve Üniversitenin Misyonu.
Cumhuriyet Bilim ve Teknik, 9 Kasım, 2002.
5- Hunke, S. Allahın Güneşi Avrupa'nın Üzerinde. Örs H:
(Çev.). Şen-Al Matbaası.
6- Mıhçıoğlu C. Türk Hekimlik Dili. Kültür Bakanlığı,
45:1993, Ankara.
7- Sayık, A. (Derleyen). İbni Sina, Doğumunun Bininci Yıl
Armağanı. Türk Tarih Kurumu, VII: 80, 1984, Ankara.
8- Türk Hukuk Lugatı, Türk Hukuk Kurumu, Maarif
Matbaası, 1944, Ankara..